6 Aralık 2022 Salı

Mithat Cemal Kuntay - Üç İstanbul

Bölüm Başlıkları ve Özet



(93 Muharebesi) Adnan’ın yazmaya devam ettiği 93 Harbiyle ilgili romandan söz ediliyor.

(Siyah ve Beyaz) Adnan, Moiz ve Tevfik kerhaneye gidiyorlar.

(İki Uyku) Evine dönen Adnan derin uykuda. Kalktıktan sonra yazmaya devam ediyor.

(Birbirine Benzemeyen İki Dost)

(Şark Odası) Hidayet’in konağındalar. Adnan iş buldu.

(Geç Kalan Adam) İş görüşmesine sözleşilen saatte gitmedi.

(Satılan Küpe) Annesine iyi gelir diye Heybeli’ye taşınmak istediler, bunun için gerekli parayı temin etmek üzere kıymetli bir küpe satıldı fakat elde edilen para taşınmak için yeterli olmadı.

(500 lira) İş görüşmesi için nazırın yanına gidiyor.

(Mektupçu)

(Buharî’yi Yaktılar)Abdülhamit’in emriyle Buharî’nin kitapları yakılmış.

(Kazasker Konağı)

(Üç Şapka) İftar daveti / İstanbul’un itibar gören üç zengini Reji’deki Ramber…

(Bunlar da Hidayetin Konağına İftara Gidiyorlar)

(Hidayet’in Konağı) Romandaki bazı tipler belirgin özellikleriyle tasvir ediliyor.

(Malîye Nazırı) Ders verdiği kızın ismi Süheylâ

(Süheylâ) Süheylâ Adnan’a iyi davrandıkça Adnan Süheylâ’dan soğuyor.

(Korkunç Komiteler) Adnan Süheylâ ile evlenme ihtimalini tartıyor…

(Beklenilmeyen Misafir) Süleyman Hidayet’i anlatıyor.

(Adnan Tarih Hocası Oluyor) Adnan Hidayet’in ricasıyla tarih dersi de verecek.

(Belkıs) Adnan’ın yeni öğrencisi Belkıs, Erkânıharp müşirinin kızı.

(Tekirdağlı Cemile Hanım) Cemile, Erkânıharp müşirinin evinde misafir.

(Adnan’a Devlet Kuşu Konacaktı) Cemile’nin bir kızı var, onun ismi de Belkıs, Cemile hanım kendi Belkıs’ını Adnan’a vermeyi planlıyor.

(Bahriye Miralayı Hüsrev) Hüsrev, Belkıs’ın kocası.

(Süheylâ’nın Çocuk Olmadığı Anlaşılıyordu) Süheylâ’nın Adnan’ı sevdiği öğrenildi.

(Paşa Nihayet Bulundu) Soyca böbürlenebilmesi için Adnan’a “paşa” aradılar.

(Bir Hasbihal) Mâliyeye nazırıyla sohbet…

(Haberi Olmadan Düşman Kazanıyor)

(Son Ders) Adnan, Süheylâ’yla evlenmek istemediğini belirtti. Konaktaki son derste Süheylâ’yla birlikte olmaya çalıştı, onu taciz etti.

(Üç Konak) Gün boyu Süheylâ’yı arzulayan Adnan ertesi sabah bu arzusundan tiksindi.

(Avukat Tevfik Hoca) Bir öğrencisini kaybeden Adnan para kaybını telafi etmek üzere avukatlık yapmaya karar veriyor.

(Belkıs’ın Babası) Ders için gittiği konakta Belkıs’ın babası ile Abdülhamid etrafında tartışıyor.

(Bayram Tebriki) Hidayet, Belkıs’ın babası için okuma yazması bile yok diyor.

(Halep Çıbanlı Kadın) Bayram tebrikini bahane, verdiği borç parayı tahsil için Kadri’nin evine giden Adnan, Kadri’nin karısını gözüne kestirdi.

(Hastanede) Kadri kanser olmuş, hastanede yatıyor.

(Sofular Mahallesi) Senih Efendi Sofularda oturuyor.

(Tapu Müdürü Senih Efendi) Senih Efendinin karısı Macide…

(Rahat Koca) Senih Efendi Adnan’ı, kızı Melahat ile evlendirmeyi planlıyor.

(Macide) Macide Melahat’ın üvey annesi.

(İş Adamı)

(Kadın Hırsızı)

(Kadın, Değişen Kadındır)

(Diş Ağrısı) Macide erkek arıyor. Diş ağrısı iyi bahane oluyor.

(Üç Ses) Adnan Melahat ile evlenmiyor, Melahat’a başka bir koca bulunuyor.

(Nazik Adam) Dahiliye’de Şifre Mümeyyizi Sait, Melahat’ı alıp Sofulardaki eve içgüvey girdi.

(Kadın Anlatılmak İçindir) Cön Türk Süleyman herkese Macide ile yattığını anlatıyor.

(Mahalle Kahvesi) Süleyman’ın bir kadınla basıldığı konuşuluyor.

(Direklerarası) Maliye’de Kâtip Dilâver Süleyman’ın Kadri’nin dul karısı Zehra ile basıldığını anlatıyor.

(Tarihin Kahramanları ve Av Kuşları) Adnan, Rodos’un fethini anlatıyor… Hüsrev geliyor ve sohbet ediyorlar.

(Macide Kocasına Niçin Kızıyordu?) Senih Efendi, evine gelen Süleyman’dan çok memnun, halbuki Süleyman bu evi Senih Efendinin karısı Macide için su yolu yaptı.

(Fuzulî’nin Anlatılamayan Beyti) Senih Efendi, Süleyman ile karısı Macide arasındaki münasebeti öğrenip felç geçiriyor.

(Aç ve Çıplak İnsan Vücutları) Felçli adamı evine getiriyorlar.

(Camdan Gözler) Senih Efendiyi ziyarete giden Adnan Macide ile yatıyor.

(Kımıldayan Leke) Macide Adnan’a, hamile olduğunu söyledi. Daha sonra bebeği düşürdüğünü de söyledi.

(Fıkaralık Maskaralık) Sakallı Vasfi’den söz ediliyor.

(Adnan Romanını Yazıyordu) Parasız kalan Vasfi Adnan’ı curnal ederek para bulmaya çalışıyor ve bu durumu maliye nazırı Adnan’a bildiriyor.

(Vekilharç Salih)

(Sakallı Vasfi) Curnallere devam eden Vasfi para ve makam kazanmaya devam ediyor.

(Mânalı Gözyaşları) Belkıs’ın hemşiresi ve Süheylâ’nın babası öldü.

(Büyük Yanlış) Baldızın cenazesinde Sefaret Müsteşarı Nail hakkındaki sözleri nedeniyle Adnan’la Hüsrev tartışır. Tarih derslerine üç hafta ara verilir.

(Nişantaşı’nda Sarah Bernhardt) Adnan namussuz Avukat Tevfik Hoca’dan ayrıldı.

(Geceleri Kalabalık Ev) Adnan ittihatçı zannıyla hapsedildi. Kocası felçli ve yatalak olduktan sonra Macide, yaşadığı evi kerhaneye çevirdi.

(Ahbapsız Cenaze) Senih Efendi ve Adnan’ın anası öldü.

(Sekiz Yataklı Ev) Macide çok kullanılmış kadına dönüştü.

(Yalan Söylemeyen Adam) Çilli Mahmut verem olan Macide’yi pazarlamaya devam ediyor.

(10 Temmuz İnkılâbı) Macide’nin evi taşlanıyor.

(İki Sandık) Sakallı Vasfi’nin karısı Seniha öldü.

(Islahat Lâyihası) Sakallı Vasfi Melahat ile evlendi.

(Mermer Yalı Yıkılıyor) Adnan bu defa avukat olarak geldi mermer yalıya.

(Kızıyorlardı)

(Adnan Bir Taksim, Üç İttihadı Terakki İdi)

(Abdülhamîd'i Burnu Kurtardı)

(Adnan Evleniyor) Zengin olan Adnan Belkıs’la evlendi.

(Adnan Romanını Yazıyor)

(Vekilharç Süleyman) Süleyman, Adnan’ın Nişantaşı’ndaki konağında kâtip.

(Sevişen Karı Koca) Aralarındaki gerilim sürekli, kavga edecek gibiler.

(Eskimek İhtiyacı) Sonradan zengin olan Adnan asalet noksanlığı hissediyor, eskimek ihtiyacı bu yüzden.

(Üç Sükût) Adnan Belkıs’a katlanıyor.

(Harbi Umumîde)

(Adnan Zengin)

(Adnan Çok Zengin)

(İlâç Kokan Mektup)

(Sakallı Vasfi ve Umumî Muharebe)

(Yamalı Gömlek) Melâhat bohçacılık yapıyor

(Bir Türlü Memuriyet Alamayan Adam) Dalkavuk Nail, yanlış politikalara dalkavukluk ettiği için memuriyet alamıyor.

(Müsavi Dalkavuk) Eski Ateşeneval Naşit, dalkavukluk ediyor ama bunu dikkatlice yapıyor.

(Hasta Olmadan Ölen Adam) Hidayet öldü.

(Galata’da Pactole Nehri) Adnan Moiz’in değişken/kaypak karakterli oluşunu müşahede ediyor

(İftira... Hep İftira) Adnan bir ara Moiz’in karısı Raşel’i süzüyor.

(Ziyafet) Moiz’in konağında yemekli sohbet ortamı…

(Nihayet) Adnan Raşel ile baş başa kalıyor.

(Yatakta Saat Beş Çayı) Raşel kocasını bir süre daha Adnan’la aldatmaya karar veriyor.

(Sarıkamış) Adnan’ın konağında toplananlar sohbet ediyor.

(Bahtsız Kadınlar) Raşel sefaretten bir sevgili edinmeye çalışıyor, bunun için Adnan’ı araç olarak kullanıyor.

(Her Zaman Gidilmesi Lâzımgelen Balo) Raşel, Adnan sayesinde katıldığı davetlerde sefaretten birilerinin şehvetini cezbetmeyi başardı ve artık Adnan’a ihtiyacı kalmadı.

(Alfred Cevat) Belkıs’ın akrabası/kuzeni, Cevat konağa yerleşiyor.

(Uşak Ahmet) Adnan’ın karısı Belkıs, konağa uşak edindi

(Gastein Kaplıcaları) Belkıs, yabancı misafire bayılıyor.

(İnci Gerdanlık) Belkıs’ın gerdanlığı çalınıyor, çalan kişi Cevat.

(Agamemnon Zırhlısında Osmanlı İmparatorluğunun Tabutu)

(Kibar Adam) Çarlık Rusyasından İstanbul’a sığınan tipler… Belkıs bunlar arasından bir Rus Prense dikkat kesiliyor.

(Ayrılıyorlar) Adnan artık parasızdı ve Belkıs’ın Adnan’la evli kalmasının bir anlamı kalmamıştı.

(Alfred Cevatın İsim Günü) Cevat, isim gününde çok içip saçma sözler konuşuyor.

(Platin Tabaka) Cevat, Raşel’den aldığı tabakayı sattı, parası bitene dek otelde kaldı.

(Rus Prensi) Rus Prensiyle evlenen Belkıs, paraları bitene dek Peşte’de yaşadı. Para bitince Beyoğlu’na döndüler.

(Dayak) Morfinsiz kalan kocası Belkıs’ı dövdü. Belkıs Amerika’ya gitmeye karar verdi, gitti ve intihar etti.

(Bir Bohça, Bir Çanta) Önce Dilaver ardından Prenses Bahire Adnan’ı davet ediyor.

(Prens Hasan'ın Köşkü) Adnan kendisine bir davet gelir ve yüksek maaşlı bir arpalık bulur umuduyla vakit geçiriyor.

(Gazetelerde Bir Telgraf) Adnan zatürre oldu.

(Hesap Meselesi) Cevat’la dost hayatı yaşayan Raşel hamile kaldığını telgrafla kocası Moiz’e bildiriyor. Moiz’in intihar haberi geliyor. İntiharın sebebi, iflas etmiş olması.

(Avukat) Mesleğini icra etmeyi denedi fakat pintiliğinden dolayı muvafık olamıyor.

(Adnan’ın Yazıhanesinde) Adnan müşteri/müvekkil bekliyor.

(Hasta Avukat) Kocasından boşanmak isteyen Bihter, ödeme olarak kendini sunuyor Adnan’a.

(Cinayet) Cevat öldü.

(Hasta Olamıyordu)

(Osmanlı İmparatorluğunda İlk Saklanan Devlet Sırrı) Borç istemek üzere Naşit’in konağına giden Adnan eli boş ayrılır oradan.

(Hekim Meselesi) Adnan doktora görünemeyecek kadar parasız.

(Adnan Yine Edebiyat Hocası) Süheyla rüya görüyor; Adnan ölmüş, oğlu doğmuş, büyümüş…

(Yazıhaneye İş Geldi) Cevat’ın anası, oğlunun katilinin idamını temin etmesi karşılığında Adnan’a para ödüyor.

(Bir Şahit Daha) Yalancı şahit aranıyor.

(Sisyphe Kayası) Adnan’ın sanata dair düşünceleri.

(Ambidextre Bir Adalet) Yeterince para ödendikten sonra mahkemelerden istenilen sonucu almak hiç zor değil.

(Han Kahvecisinin Anlattıkları) Öldükten yıllar sonra bile Macide’nin dedikodusu yapılmaya devam ediyor.

(Kalpaklı Misafir) Ankara’dan davet bekleyen Adnan, umduğunu bulamadı ve durumu kabullendi.

(Belkıs, Süheylâ)

(Cinayet Mahkemesinde) Cevat’ı öldüren Ahmet Macidenin oğluymuş ve burumda babası da Adnan oluyor. Mahkeme Ahmet için idam cezasını uygun gördü.

(Salim) Süheyla’nın çocuğu doğdu.

(İki Kocakarı) Konağa gelenler.

(Hizmetçi Şefika) Adnan’ın konaktaki ve ömründeki son günleri.

(Bozdoğan Kemerinin İmamı) Adnan öldü.

(İki Cenaze) Ölünün arkasından konuşmalar…

(Zati Akdesi Hazreti Tesadüf) Katil Ahmet idamdan kurtuldu.

(Bir Mektup Zarfı) Evrakı metrukesi yakılmak üzere toplandı.

Mithat Cemal hakkında

1885’de İstanbul’da doğmuş, yetişmiş, yaşamış ve İstanbul’da vefat etmiş…

Babası İşkodra eşrafından Selim Sırrı Bey

“Bir defa bilmediğim ve görmediğim hiç bir şeyden bahsetmedim.”

Mehmet Akif'le güçlü bir dostluk ilişkisi içindedir.

Sonradan sadrazam da olan Hakkı Paşa’nın dikkatini rek erek İdare Hukuku muallim muavinliğinde bulunduğu yıllar. Mithat Cemal’i mesleğine bağlayan etkenler arasında…

 

Meşrutiyet döneminde / tiyatro eserlerine ilgi artıyor.

İlk denemesi “Kemal” / Dört perdelik mensur piyes.

28 Kânun-i Evvel” / üç perdelik manzum piyes

Nefais-i Edebiye (iki cilt), Hitabet Dersleri

“Tarla,” “Nargile,” “Tesadüfen” gibi şiirleri bilinir…

Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır / Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır” gibi özdeyiş biçim inde dizeleri bulunur…

Fecr-i Âti beğenisiyle aruz ısrarını sürdüren Mithat Cemal Kuntay’a Türk şiirinde fazla yer bulunamaz.

 

Mithat Cemal, her zam an temiz, zarif ve gençti. Yaşlandı, fakat ihtiyarlamadı.

 

Mehmet Akif kitabı, merhuma dikilebilecek en iyi mezar taşıdır.

 

Nükteyi, kendisine karşı bile olsa feda etmezdi.

 

(Üç İstanbul) üç devri ev ve insan örneklerinde göstermek istedi

 

Gözlemlerle beslenen bu ayrıntı zenginliği, kişilerin alabildiğine sahih oluşu romanda kendini duyuruyor, romanı çekici yapıyor; ama yaşayıp gördüğü (daha doğrusu görüp öfkelendiği) birçok gereksiz ayrıntıya kıyamayışı, romanını bunlardan ayıklayamayışı, romanın dağılmasına, iç örgüsünün gevşek olmasına yol açıyor...

 ...

Üç İstanbul / Notlar

93 Muharebesi

Döndü, baktı: Oda kapısı yine kendi kendine açılıyordu: hem de bununla üçüncü defa.

Zaten, Adnan ne vakit romanını yazmaya otursa, mutlaka bir aksilik olacaktı

 

93 harbinde üç şeyin hududu yoktu: Hastalığın, açlığın, vatan toprağının!

 

Sultan Hamit, sulhu Moskova’da imzalamanın kolayını Yıldız sarayında bir İngiliz mebusu ve bir İngiliz amiraliyle konuşuyor (s. 32).

 

Ayastafanos’ta bir Ermeni’nin köşkünde’ Grandük Nikola ile Hariciye Nazırı Saffet Paşa, Osmanlı İmparatorluğunun battığını alaturka saat on birde tasdik ediyorlar: 93 muharebesi bitti.

 

Ertesi günü Moskof başkumandanı, Yıldız sarayındaki akşam ziyafetine alaturka saat on birde davetli.

 

Sarayda ziyafet verilirken İstanbul sokaklarına sandık, yastık, bohça, muhacir yığılıyordu. Fesli iskeletler; paltosu ile ölenler: iki gözden ibaret yüzler; bohçalaşan kadınlar...

 

Hidayet yirmi yedi yaşında, bâlâ rütbeli ve Osmanlı imparatorluğunun devlet adamlarındandır.

Adnan’ın Yıkılan Vatan adında siyasî bir roman yazdığını duyunca Hidayet ona salonlarını açmış…

Hidayet’in curnalcılığını Adnan başkalarından da bazan duyuyordu

 

Siyah ve Beyaz

Beyoğlu’nda, İbil sokağındaki bu eve Adnan ve Moiz, Tevfik Hoca’yı bu gece zorla götürüyorlar.

Galata’daki mezesi bol birahaneye girdiler (s. 39).

Hukuktan yeni çıkan üç adam, hayatta ne olacaklarını konuşacaklardı.

 

Başka renkte yama ve sefaletin en son rengi olan siyah, ikisinin de vakasından, paçasından sarkıyordu.

 

Adnan, İbil sokağındaki evin kapısını çalarken, Moiz (…) — Hayata bu kapıdan girilir Hoca, dedi.

 

Koridorunda Meryem Ana kandili yanan evden sabaha yakın döndüler

 

İki Uyku

Kalktı. «Muhacir Çocuğu» diye romanına bir fasıl yazmaya başladı…

Bir iki satırını bir müelliften aldığı bu faslı Adnan, kendi ıstırabını anlatan bir adamın sevinciyle yazıyordu: Istırap, gururuydu ve gururunu gösteren insan sevinirdi.

93'ün şubat ayı, takvimin bütün şubatlarından soğuktu. Kış, Moskof ve muhacirlik el ele vermişler, Adnan’ın çehresindeki güzelliği bir yumruk gibi ezmişlerdi.

 

Adnan veremden ölen teyzesini düşünerek anasının öksürüğünü dinledi.

 

Birbirine Benzemeyen İki Dost

Adnan Direklerarası’nda Raif’i bulacak ve ilk defa Abdülhak Hâmit'i göreceklerdi.

Tevfik evlenmiş ayol!

 

Şark Odası

Hidayet’in, Sacit, hususî kâtibidir; Süleyman da kıdemli dalkavuğu ve eski Cön Türk.

Hidayet. Adnan’a, üç gün evvel bir iş bulmuştu: Erkânıharp Müşirinin kızına tarih dersi vermek.

(Adnan) yalnız tesadüfe inanıyordu: Ailesinin, memleketinin, mektebinin Allahlarını birer birer atarak kendine bir put yaratmıştı: Tesadüf.

 

Sait Paşa, Moskof baş tercümanıyla Sultan Hamid’in huzurundaydı; Tercüman huzurdan çıkacak ve Sait Paşa, Adnan’ı Galatasaray’ına koymak için iradesini alacaktı.

«Suavi beş dakika sonra çıldırsaydı» Adnan, Sultani’ye girmiş çıkmıştı.

Abdülhamid bile tesadüftü. Yalnız, yirmi beş milyon tahammülün tesadüf olmasına inanmıyordu.

…gözünde tek gözlük, yakarında çiçek, genç ve buruşuk derisiyle tövbekar bir orospuya benzeyen bir adam girdi: Süleyman.

 

Geç Kalan Adam

Maliye. Nazırına gitmeyecek miydi? Saatine baktı: Oooo... Geç kalmıştı! Zaten o. daima geç kalan adamdır.

Maliye’de,

— Geç kaldınız efendim. Nazır Paşa Hazretleri gideli bir çeyrek saat oldu: yarın geleceksiniz, dedi.

 

Satılan Küpe

Mahalle hekimi, hastanın odasından çıkınca Adnan’ı bir köşeye çekti ve o yaz Heybeli’de mutlaka ev tutmalarını söyledi. Adnan acı acı güldü. Adada ev tutmak için verem olmak kâfi miydi?

 

Kapalıçarşı'da, az konuşan kuyumcu, elmasını o kadar ucuza kapattı ki, beşlik banknotları sayarken telâşla. Adnan'a bir kâğıt fazla verdi.

(Annesi) — Zaten adam senden küpeyi bedava almış Mehmet! Ne diye geri vereceksin? diyordu.

Adnan, hayatında ilk defa bir hırsızlık imkânının önündeydi, sevindi…

 

Küpeyi satmakla Ada’ya gidemiyorlardı. Esnafa biriken borçlar ödenince kalan para azdı…

 

Raif gibi namuslu bir adam, onun hocalığına mademki seviniyordu, Adnan bu hocalığı kabul edecekti.

 

500 lira

Maliye nazırının kürklü paltosu, teşrifatta Nazırdan sonra. Müsteşardan evvel gelir.

Maliye Nazın Abdülhamid'in vükelâsından olduğu halde namusludur.

 

Nuri Bey. O, Abdülhamid’in sut kardeşi ve Namık Kemal’in arkadaşıdır

 

Nazır Fransızca, Ramber Türkçe bilmedikleri halde ikisi de tercümanı dinlemezler, birbirlerinin yüzlerine bakın kırdı ve Ramber daima Nazır’ın rejiden Türkçe borç para istediğini. Nazır da daima Ramber'in bu borcu Fransızca vermeyeceğini — birbirlerinin suratlarından— anlarlar ve tercüman boş yere yorulur, iki dilde kuvvetli kelimeler aradı. Şimdi borcun Fransızcasını dinlemeden, Ramber, istenilen paranın ne kadar olduğunu Nuri Bey’dcn, o da Nazır'dan sordu.

Nazır, küçük diline dolanan bir sesle cevap verdi:

— Beş yüz lira!

Nuri Bey sakalına kadar sapsarı oldu. O gün devlet hâzinesinde 500 lira yoktu; Osmanlı İmparatorluğu 600 senelik sakalıyla dileniyordu.' / s. 72

 

Mektupçu

Mektupçu, Adnan’a, ders günlerini kısaca söyleyecek…

Adnan’ın bu kayıtsızlığına kızan mektupçu, aruz, vezninde öksürdükten sonra…

 

Buharî’yi Yaktılar

Aksaray’ın meczub “Çıplak Ahmet”i fırladı,

— Buhari'yi yaktılar! dedi, kaçtı.

 

(Adnan) Onun gözünde iki İstanbul vardır: “Camilerin kurşun kubbelerinde fetih ordularının miğferleri duran İstanbul! Bir devin ufka yuvarlandığı bir dağ: Süleymaniye Camii! Altında bir millet ayağa kalkıyor gibi duran kubbe! Süleymaniye’nin bu kubbesi ufuktan sökülmelidir ki, İstanbul ne kel, ne uyuz bir topraktır anlaşılsın...

Sonra bu minareler: Gökyüzünü madalyon bir ayna parçası gibi tutan birer kız kadar narin minareler! Bunların ucuna her fetih bayrağından takılan bir hilâl! İstanbul, Süleymaniye yapıldığı gün bizim oldu!”

Bir de ikinci İstanbul: “Beyoğlu! Damarsız, kansız bir toprağın ayağa kalkmasını andıran bu beyaz binalar... Çamurun bayramlık elbisesini giydiği, taşın sonradan görme olduğu bu caddeler...

İçinde Konyalı Rumun, Antepli Ermenilerin komita oynadığı odalar!

Beyoğlu, fethedilmeyen İstanbul’dur.” / s. 76

 

Bu saatte kütüphane kapalıydı. Koca Ragıp’ın bahçedeki kabrine gözlerini dikti…

(Eczacı) — Duydunuz mu, Kur‘an-ı yakmışlar! dedi.

Çemberlitaş’ta yanan «Buharî», Aksaray’da «Kur’an» olmuştu.

 

Kazasker Konağı

(Sait ve Ratip) Adnan'la Moiz’in at hırsızına benzediklerinde ittifak ederek gülüştüler.

 

Hidayet Beyi çocukken amcası, Şehzade Abdülhamid Efendi'nin Kâğıthane’deki köşküne götürürdü. Şevketmeap efendimizin o zaman bir küçük kızı vardı. Bunu büyüyünce Hidayet Beyefendiye vermek istiyordu.

Fakat bir gün bu kız piyano çalarken annesi bir kibrit çakar, kızın bürümcek elbisesi tutuşur, kız yanarak ölür. Bu izdivaç da kalır.

 

Üç Şapka

Hidayet’in iftarı bu akşam kalabalık olacak.

Eski Sivas Valisi Hacı Hulusi Paşa âmedî hulefasından Hatip, şifre mümeyyizi Sait, Sefaret müsteşarı Nail, Ataşenaval Naşit, Adnan, Moiz, hepsi Hidayet’in konağına başka başka sokaklardan giderler…

 

— Bu herif deli mi yoksa? dedi.

— Deli, meli değil; klasik edepsiz.

 

İstanbul’da üç şapka vardır. Çamlıca tepesinden evvel bu üç şapka görülür. Reji’deki Ramber’in, Düyunuumumiyeci Berje’nin, şimendiferci Hügnen’in kafasında duran üç serpuş!

 

Bunlar da Hidayetin Konağına İftara Gidiyorlar

Hidayet’in konağında hususî kâtip Sacit: Tapu müdürü Senih Efendi, komşusu Sakallı Vasfi’yi bu gece Hidayet’e takdim edecek.

 

Hidayet’in Konağı

Tek gözlüklü Süleyman kalabalık bir adamdı; kaşları, kolları harekete geçerek, genzinden çıkan dört, beş sesle konuşurken, insan bir zümre konuşuyor sanırdı…

 

(Nail) Sultan Hamid olmasaydı, Osmanlı İmparatorluğunu Avrupa çoktan taksim ederdi!

Adnan da küçülmemek için. Nail kadar haykırdı;

— Hangi Osmanlı İmparatorluğu? Dünyada böyle bir şey mi var?

— Memleketi taksim mi ederlermiş? Memleketin zaten neresi benim? Ereğli'de kömür Fransız! Haydarpaşa’da demir Alman! Yalnız Yemen’de dökülen kan Türk!

— Vallahi Avrupa Efendimizden korkar mı bilmem; fakat efendimiz, eskiden Moskof Çarından korkuyordu, sonra elçisinden korkmaya başladı; şimdi tercümanından korkuyor. Zaten neden korkmuyor ki? Sahilden korkuyor; kalem sesinden ayak sesine kadar her gürültüden korkuyor; gazeteden, reçeteden korkuyor; kendi karyolasından korkuyor; kendi kafiyesinden korkuyor: öperken çocuğundan, çocuk yaparken karısından korkuyor... Korkacak kimse bulamazsa aynada kendisinden korkuyor... Abdülhamid sağ kaldıkça Osmanlı İmparatorluğu masrafsız batacaktır, Avrupa para ve asker harcamayacaktır; onun için bizi taksim etmiyorlar! / s. 101

 

…sefalet muziptir ve fıkaralığın insan vücuduna oyduğu izler, uzaktan kır gibi görünen kemik gölgeleri, suyun heyecanı ve sabunun inadıyla kaybolamazdı. İnsan derisinin temiz olduğu belli olması için altında kan lâzımdır: Moiz, temizlenince büsbütün çirkin olmuştu.

 

(Süleyman, Ratip'ı anlatıyor) Sultan Hamid’e damat olacaktı; fakat frengisi var diye dayısı curnal etti. Bu curnal üzerine Ratip damat olamadı, siyasi mağdur oldu…

 

(Süleyman, Avukat Tevfik’i anlatıyor) Her ölenin mirasçısı odur, her doğanın da velisi o... Yıkılan evin enkazı, yapılan evin arsası onundur; şahit kiralar; dava satar; borç yaratır; ölüye mülk sattırır; kıza çocuk doğurtur...

 

Malîye Nazırı

Adnan, o gün onuncu ders için geldiği konaktan kızın adını öğrenerek çıktı: Süheylâ!

 

Süheylâ

Sessiz bir konak!.. Yirmi oda dolusu bir kimsesizlik!

(ücretine zam yapılması üzerine Süheyla’yı düşmanı olarak görmeye başladı. Süheyla aile sırlarından bahis açmak suretiyle Adnan’ın güvenini tekrar kazandı.)

 

Korkunç Komiteler

Süheylâ ile evlenecekti.

…düşünmeye başladı: Maliye nazırının kızı bu eve nasıl gelin gelirdi?

 

Beklenilmeyen Misafir

Süleyman:

— Azizim. Hidayet soyca delidir! Büyük babası Kazasker Gıyasettin Efendi “Pembe Yalının Deli Mollası” diye Beylerbeyinde bir tarihtir. Gençliğinde ölen babası ise salı geceleri uğursuzdur diye karısıyla münasebette bulunmazmış.

Ya Saraydaki amcası? O. artık zırdeli! Ne divane olduğu fotoğrafından belli, Fırlayan gözleri resminin çerçevesine sığmıyor. Sokağa çıkacağı zaman geri geri koşar, sonra sokak kapısına doğru yavaş yavaş yürür, sıra sağ ayağına gelmezse bir türlü sokağa çıkmazmış.

 

Adnan Tarih Hocası Oluyor

Bu Erkânıharp Müşirinin ne kadar korkunç bir saray adamı olduğunu İstanbul’da bilmeyen yoktu. Adnan onun konağına nasıl giderdi?

Fakat bu isyan, Adnan’ın yalnız gözlerindeydi, içi çoktan mağlûptu ve Hidayet’in uzun bir ricasıyla hocalığı kabul elti.

 

Belkıs

Şimdi onun gözünde Maliye Nazırının kızı Süheylâ bütün kızlardan biriydi. Erkânıharp Müşirinin kızı Belkıs ise hiç görülmemiş bir işkence kadar başkaydı, insanı mustarip edecek kadar güzeldi.

 

Tekirdağlı Cemile Hanım

Namuslu sesi, dindar gözleri vardı; entarisine bile kıldığı namazlar sinmişti.

Tekirdağlı Cemile bir aydan beri Erkânıharp Müşirinin mermer yalısında misafirdi.

 

Adnan’a Devlet Kuşu Konacaktı

Cemile, bu çay masasında, bugün Adnan’ın yüzüne bakarken karar verdi: Belkıs’ı Adnan’a verecekti! Bu Belkıs, / Cemile’nin Teğirdağı’ndaki kızı Belkıs’tı.

Tekirdağı’nda, Cemile’yi kocası müezzinle yakaladıktan bir dakika sonra dövmüş, bir hafta sonra da boşamıştı. Çünkü vak'a ancak bir hafta sonra duyulmuştu.

Çabuk dul kaldığı için Cemile’nin bir tek çocuğu vardı

Kız, toparlak ve kırmızı olduğu için Tekirdağı’nda ona güzel diyorlardı. Yüzünde oniki çocuk doğuracak kadar kan vardı.

 

Bahriye Miralayı Hüsrev

…karşısında Bahriye Miralayı Hüsrev durdu. Adnan’ın yüzü bitmemiş bir resme benzedi: Kopmuş çizgilerle, tamamlanmamış bakışlarla, bu yüz, bir ressamın ancak birkaç ay sonra imzasını koyabileceği bir taslaktı.

 

Adnan'la birkaç haftada arkadaş oldular. Birbirlerini isimleriyle çağırıyorlardı. Hüsrev, Adnan’ın yanında Abdülhamid’e pislik isimleriyle sövüyordu.

…Almanya imparatoru tenkit edilir; bizimkine ancak sövülür, diyordu.

 

…karısını sevmediğini Adnan’a söyledi: “Belkıs kemikliymiş!”

 

Süheylâ’nın Çocuk Olmadığı Anlaşılıyordu

Süheylâ’nın Adnan’a çıldırdığını Maliye Nazırı’nın konağında kimse anlamıyordu.

 

— Hanım, hanım, Süheylâ, Adnan’ı seviyor!

Bir felâketin birdenbire söylenmesi ikinci bir felâkettir. Cemalifer mahvoldu. Bir kız nikâhlanmadan evvel bir erkeği nasıl severdi? İşte orospuluk bu demekti.

 

Hacı Kâhya, Emiri Efendi’nin kahvesinin köpüklü olmasına bugün çok dikkat etti. Çünkü ona Adnan’ın ecdadını soracaktı.

Sordu.

Şark âlimi, kahvenin telvesini içmekten vazgeçti; somurttu.

— Hangi Adnan? dedi. Şu Hidayet hergelesinin konağından çıkmayan Adnan katırı mı?

 

Paşa Nihayet Bulundu

Süheylâ sordu:

— Bir defa söylemiştiniz Adnan Bey, unuttum; büyük babanızın adı neydi?

 

Siiheylâ’yı ne kadar istemediğini bilseler verirlerdi; çünkü hayat böyleydi; insanın istemediği şey ayağına gelirdi. Fakat Adnan’ın Süheylâ’yı istemediğini bu konakta nasıl bilirlerdi?

“Şimdi geliyorum,” diye odadan giden Süheylâ’nın bu “şimdi”si yarım saat sürdü.

 

Bir Hasbihal

Bozdoğan Kemerindeki konak... Süheylâ’nın Adnan’dan ders aldığı oda...

 

(Maliye Nazırı Tevfik Fikret’in şiirlerinden söz ediyor)

 

Maliye Nazırı içini çekti:

— Ne talihsiz adamım, bilmezsin oğlum! Mâliyeye Nazır olduğum gün hazinede kaç lira buldum? Ne tahmin edersin? / On yedi lira!

 

Haberi Olmadan Düşman Kazanıyor

Kendisini Hidayet’e çekiştiriyor diye Sakallı Vasfi; kızını olmadı diye Tekirdağlı Cemile; Dağıstanlı Hoca’nın Hubyar’daki evinde karısına söylediği lâkırdıyı duyan Beyoğlu’ndaki umumhanede Samatyalı Filareti ve Adnan, Maliye Nazırı’nın kızını alacak diye bu Samatyalı güzel Filareti, hepsi Adnan’a düşmandırlar.

 

Son Ders

Adnan, Süheylâ’yı istemeyince Hacı Kâhya bile dayak yemiş gibi küçülmüştü.

 

Bir gün, Süheylâ derse inerken Cemalifer söyleniyordu: “Bu adam hâlâ dersi bırakmayacak mıydı?” Süheylâ da bu derslerin bitmesini istiyordu. Kendisini istemeyen adamı her hafta görüp ne olacaktı?

— Sizi böyle tahmin etmiyordum! dedi.

Adnan, kendini soğuklaştıran bir sesle:

— Bir deliyi affet, Süheylâ! diyordu.

Süheylâ:

— Beni hakikaten seviyor musun Adnan? dedi.

 

Oda kapısı vuruluyordu. Adnan bembeyazdı. Titriyordu.

Nasıl ölmediğine şaşıyor:

— Çocuk musun Süheylâ hanım? Ev halkına, komşulara rezil oluyoruz, diyordu.

 

Üç Konak

Adnan artık Belkıs’tan, Hidayet'ten kaçmak istiyordu. Süheylâ ile evlenecekti.

Dağıstanlı Hoca’ya koştu.

Maliye Nazırı’nın kızıyla evlenmeğe karar verdiğini söyledi.

…ertesi sabah uyanınca bir sevdiğinin ölüsünü hatırlamış gibi acı duydu: Süheylâ ile evlenmeye dün ne çabuk karar vermişti!

 

Avukat Tevfik Hoca

Adnan, Maliye Nazırı'nın konağındaki dersi elinden kaçırdıktan sonra paraca sarsıldı: Avukatlık edecekti.

(Moiz) Merak etme! Tevfik Hoca bir seneden beri hiç utanmıyor. İki yıl evvel bir parça namusluydu. Geçen yıl bazan, vesile düştükçe utanıyordu. Bu sene artık utanma mutanma kalmadı. Ne kadar namusu varsa paraya kalbetti! Yükte hafif, bahada ağır ne rezalet ararsan Tevfik’te bulursun!

 

Adnan ve Tevfik Hoca, ikisi de başka başka adamdılar. Ancak müşterilerden aldıkları paraları taksim ederlerken ikisi de birbirlerine benziyorlardı. Fakat tuhaftır, zaman geçtikçe iş azalıyordu.

Theodore Herzl adındaki bu peygamber Tarabya’da Abdülhamid’in misafiridir.

…bu adam, Filistin'de Abdülhamid’den yer satın almak için İstanbul’a geldi. Orada Yahudi devleti kuracak... İşte senin uyuz Moiz dün Tarabya’da ona gitti.

 

Belkıs’ın Babası

Kocası gittikten sonra Belkıs kibirli bir neşe takındı.

Adnan’la derse başladılar.

(Belkıs’ın babası padişahı yüceltiyor ve Adnan hararetle ona karşı çıkıyor.)

 

Erkânıharp Müşiri sarardı; bir zaman riyaziye hocalığı ettiği için kendisinin riyaziye âlimi olduğuna yine kendisinin verdiği bir karar vardı. Bu kararı, mukaddes din eşyası gibi, hayatının bir köşesine kilitlemiş, taptıracak adam bulursa köşesinden çıkarıp gösteriyordu.

 

Bayram Tebriki

Hidayet:

— Hazır Saray’a gelmişken sana dünyanın yedi acibesinden sekizincisini göstereyim! Avrupa kıt’asında okuyup yazması olmayan bir müşir!

…bu adam Belkıs'ın babasıydı.

“Abdülhamid kaldırımcıyı niçin müşir yapmıştı?”

Hidayet alay ederek cevap verdi:

— Müşirlikten sonra başka rütbe olmadığı için!

 

Halep Çıbanlı Kadın

Kadri’ye bayram tebrikine istemeyerek gidiyordu. Kadri ondan altı ay evvel sekiz lira ödünç almıştı.

(Kadri’nin karısına bakarken) Adnan’ın ve kadının gözleri birbirine sarılan iki vücut kadar manâlıydı.

(Kadri’yle) …günler geçtikçe sanki kardeş oldular.

Kocasını sevmeyen kadın on üç yaşından beri beklediği erkeği Adnan’da bulmuştu

Kadri’yi hastaneye kaldırdılar.

 

Hastanede

Guraba Hastanesinde kanserden yatıyordu.

Bir ölüm hastası için, ziyarete gelen adam, hastanın hâlâ yaşadığını anlatan biriydi. Hasta, gelen adamla beraber yaşamaya, onun kadar kendini hayatta bulmaya başlardı. Bu ziyaret, hastanın çıkamayacağı sokağın hastaya gelmesi, dışarının odaya girmesiydi. Adnan bunu bilmiyordu (s. 224)…

 

Kadri öldüğü gün, Adnan, hastayı yeniden hatırlayacak kadar unutmuştu.

 

Zehra’yı hastanede sokak kılığı ile gördüğü gündenberi soğumuştu

 

Sofular Mahallesi

(Senih Efendi’nin evi burada)

 

Tapu Müdürü Senih Efendi

Yatakta büsbütün çirkinleşen Senih Efendi, Macide’nin dokuz seneden beri her gece sarılıp yattığı bir işkenceydi.

 

Rahat Koca

Senih efendi, bir gece karısı Macide’ye müjde verdi: Adnan’ı damat alacaktı.

 

Adnan’ın adı geçtikçe Melâhat kırmızıydı... Bıyığı terlemiş bir aşiret reisinin oğluna benzeyen esmer, kıllı Melâhat’e Adnan ne derece koca olur?

 

Macide

 

İş Adamı

Senih Efendi, Adnan’ı damat etmeye son kararını verince bunu çocuğa tebliğ için vasıta düşünmüştü.

 

Kadın Hırsızı

Adnan bu eve iç güveysi girerse Macide, üvey kızı Melâhat’i çok sevmeye şimdiden hazırlanmıştı.

 

Kadın, Değişen Kadındır

Süleyman için kadın demek, değişen kadın demektir. Bir yıl giyilen çamaşırı anlıyor, fakat bir ay süren kadını anlamıyordu.

 

Diş Ağrısı

Macide, son üç ay erkeksizdi. Her gün hırçındı.

 

Üç Ses

— Adnan evlenmiyor!

Bunu, bir ay evvel Cön Türk Süleyman. Macide’ye gündüz yatakta, Senih Efendi’ye de gece konakta — Hidayet’in konağında söylemişti—

 

Nihayet Onikilerin Reisi Arap Avnullah Paşa, Melâhat’a birisini buldu. / Tufan Efendi’nin oğlu Sait

 

Nazik Adam

Dahiliye’de Şifre Mümeyyizi Sait, çok hususi Adamdı.

…nazikti. Dudağında tebessüm memuriyet haline gelmiştir…

…bu Sait, Senih Efendimin kızı Melâhat'ı aldı. Dün geceden beri Sofular'daki evde iç güveysi.

 

Kadın Anlatılmak İçindir

Cön Türk Süleyman, bir kadınla münasebetini anlatmazsa rahatsız olurdu

Macide’yi önüne gelene anlatmaya başladı.

 

Mahalle Kahvesi

(dedikodular… Süleyman bir kadınla basılmış, dayak yemiş)

 

Direklerarası

Maliye’de Kâtip Dilâver: Direklerarasının Don Kişot’u.

(Dilaver, Süleyman’ın kiminle ve nerede basıldığını anlatıyor; ölen Kadri’nin dul karısı Zehra, meğer kerhane işletiyormuş)

 

Tarihin Kahramanları ve Av Kuşları

Erkânıharp Müşirinin mermer yalısı. Belkıs’ın Adnan’dan tarih dersi aldığı salon.

 

Macide Kocasına Niçin Kızıyordu?

Melâhat’i evlendirmek için, Sofular’daki eve kadar gelen Süleyman’ı Senih Efendi o kadar sevmişti ki, onun felâketine ağlayamadığı için karısı Macide’den utandı; odadan çıktı.

 

Fuzulî’nin Anlatılamayan Beyti

Başkâtip, Tapu Müdürüne daima böyle edebiyat muammaları sorardı, bundan onun cahil olduğunu ve Senih Efendi’nin olmadığı anlaşılırdı. Bu gün yine bir sual sorulmuş, maksat hâsıl olmuştu.

 

Zaptiye Nazırı:

— Bu imzayı tanıyor musunuz? dedi; bir mektup uzattı.

Senih Efendi mektubun imzadan evvel el kabını gördü: “Gülgonca cenanım, sevgili Süleymanım!” / Karısı Macide

 

Senih Efendi yere yuvarlandı. Felç gelmişti.

 

Aç ve Çıplak İnsan Vücutları

Süleyman’dan sonra Macide erkeksiz kaldı.

Hizmetçi kadın telâşla koştu:

— Kapıda bir araba durdu; sizi istiyorlar! dedi.

Macide anladı: Senih Efendi ulâ evveli olmuştu, içmiş ve arabayla gelmişti

Senih Efendiyi polisle arabacı, sokak kapısında Macide’nin kollarına bıraktılar.

Senih Efendi söyleneni anlıyor, fakat konuşmuyordu.

 

Camdan Gözler

(Adnan) Senih Efendi’yi yoklamaya geldi

Macide’yi iki kadın olarak düşünüyordu: Bu kadar ihtiyar bir adamla evler meşeydi orospu Macide, anne Macide’ydi

 

Adnan, Macide’nin kollarında kendisini ilk erkek sanıyordu.

…bundan sonra Adnan, Macide’ye bir haftada üç kere gitti; her defasında cam gözleri Macide’nin odasında unutuyor, sofada karşısında buluyordu.

 

Kımıldayan Leke

Sokakta herkes sanki Macide’nin karnındaki piçi bilen gözlerle Adnan’a bakıyor gibi, Adnan sokağın kalabalığından utanıyordu.

Büyük ıstırabının içinde bile piçi, kımıldayan lekeye benzeterek bir nevi edebiyattan kurtulamıyordu.

 

…Macide, düşürdüğü çocuğa ağlamaya başlayınca Adnan birdenbire mesut olanların o andaki faziletleriyle:

— Sen üzülme Macide; ben seni bahtiyar edeceğim, göreceksin (s. 288)…

 

Fıkaralık Maskaralık

Fıkaralık üstüste dört ağzı olan kuyudur. İnsan evvelâ mülkünü satar; bu, kuyunun birinci ağzıdır. Sonra malım sa-tar, bu da ikinci uçurumdur. Daha sonra borç eder ve en sonra dolandırır; bunlar da kuyunun üçüncü, dördüncü karanlığıdır.

(Sakallı Vasfi beşinci seviyede)

 

Adnan Romanını Yazıyordu

Kendini, çizerken bir müellife, yazarken bir başka müellife benzetiyordu. İnsanın kendisi olması ne kadar güçtü! / s. 293

 

Sokak kapısı hızlı hızlı vurulmağa başladı; Şefika tekrar kapıya koştu.

Adnan kendi kendine, «Basıldık!» dedi.

 

Zaptiye Nezaretine bile, o. kaleminden korkulduğu için gelmemişti? Demek ki onu felâkete bile Süleyman sürüklüyordu?

 

Nazır:

— Onunla münasebetin nereden?

Adnan:

— Hidayet Beyin konağından.

Bu sefer Nazır korktu: Karşısına Hidayet’in adı dikilmişti.

— Seni curnal eden kimdir biliyor musun

Adnan:

— Vasfi? Sakallı Vasfi?

Nazır:

— Ben söylemiş olmadım ha!

 

Vekilharç Salih

…Adilim, bu sarhoş adamın bütün lâkırdılarının yalan olduğunu anladı

 

Sakallı Vasfi

Vasfi artık namusunu bol bol satacak yer bulmuş, seviniyordu: Taife sürgün giden Habibullah’a Hicaz valisi yüz veriyordu. Vasfi, hemen valiyi curnal etti, ve hemen Sivas’ta bir sancağa mutasarrıf oldu.

 

Mânalı Gözyaşları

Belkıs’ın hemşiresi bu hafta Avrupa'dan dönüyordu.

— Kardeşimi çok beğeneceksiniz, benim gibi değil, o, hem güzeldir, hem başkadır!

Müşir'in Avrupa’dan gelen kızının fücceten öldüğünü görünce dona kaldı.

Gazetede ikinci (bir irtihali azîm) gözüne ilişti: Süheylâ’nın babası ölmüştü!

İki cenazeden hangisine gitmeliydi?

 

Büyük Yanlış

 

Nişantaşı’nda Sarah Bernhardt

Adnan, Avukat Tevfik Hoca’nın namussuz olduğuna nihayet karar verdi; ondan ayrıldı.

Vapurda Şark âlimi Ali Emirî Efendi’ye rastladı.

Sakallı Vasfi, (…) katil Tatar Mehmet’in torunuymuş.

 

(Ataşenaval Naşit) — Bil bakalım Belkıs abla, dün gece bizde kim vardı?

Belkıs:

— Haberim var; konağa Sarah Bernhardt’ı davet etmişsiniz.

 

Adnan’a tanımadığı bir adam yanaştı. Hani bazı adamlar vardır, hem sivildiler, hem de polis oldukları bellidir, onlardan biri.

İttihat ve Terakki’den Adnan'a gelen mektup, Beşiktaş Muhafızı'nın elindeydi

 

Geceleri Kalabalık Ev

Macide, lohusa taklidi yaptığı günden sonra Adnan’ı bir daha görmedi. Henüz duymamıştı: Adnan, Selanik’teki cemiyetçilerin İstanbul'daki adamı olarak hapisteydi.

Sofular’daki evde Macide’nin odası artık dükkândı: Macide’nin her gece pazarlık edildiği dükkân...

Macide’nin çıplak etinde erkek ellerinin çaldığı davulları, darbukaları, Semih Efendi camdan gözleriyle yatağından dinliyordu.

Kazandığı paralardan bir kısmını (…) eczacının karısı Sürpuhi ile Adnan’a hapishaneye gönderiyordu. Sürpuhi (…) Bu paraları Adnan’a getirmiyordu…

 

Ahbapsız Cenaze

Senih Efendi / Ölmüştü

Adnan'ın anası dün gece ölmüştü. Bunu Sürpuhi’ye söyleyen Eczacı Karnik iki gün evvel Adnan’ın Trablusgarp’e sürüldüğünü de fısıldamıştı Fakat Sürpuhi bunu Macide’ye açmadı / s. 331

 

Sekiz Yataklı Ev

Kadın, artık her gece yatağında muntazam çalışıyordu. Nihayet yıprandı: ucuz kadın oldu; bedava kadın oldu, en sonra yalnız kadın oldu

 

Yalan Söylemeyen Adam

Çilli Mahmut

Macide verem olduğunu bir türlü bilmiyordu. Kadına ömründe ilk defa talihi bu yüzden gülmüştü: Verem olduğunu bilmemek!

Kadın, uzun süren bu göğüs nezlesinden bir gün şikâyet ediyordu. O gün fazla içen Çilli Mahmut. “Ne nezlesi? Verem!” deyiverdi.

 

10 Temmuz İnkılâbı

Macide’nin evi taşlanıyordu.

Cenaze’yi Oniki’ler kaldırdı.

 

İki Sandık

Sakallı Vasfi’yi polisteki bir gizli vazifenin başına geçirdiler.

…karısı Seniha ölmüştü

 

Islahat Lâyihası

Karısı Seniha öldükten bir hafta sonra, Sakallı Vasfi, Senih Efendi’nin kızı Melâhat’le evlendi.

 

Mermer Yalı Yıkılıyor

İnkilâptan sonra avukatlığa başlayan Adnan, artık Belkıs’ın hocası değildi, ailenin avukatıydı.

 

Kızıyorlardı

 

Adnan Bir Taksim, Üç İttihadı Terakki İdi

Avukat Tevfik Hoca, Adnan’ın zengin olduğunu duyunca, onu da kendi gibi namussuz sandı

 

Abdülhamîd'i Burnu Kurtardı

…adı çıkan maskaralardan korkum yok; onların fiyatı üstünde... Meçhul edepsizlerden kork.

 

…en korkunç düşmanınız Fatih’teki yobazlardır. Sarıktan korkun. Müslümanlık geç kalan bir saattir derler. Hayır. «Ali-Muaviye» vak’asından beri bu saat hiç işlemiyor, durmuştur.

 

Adnan Evleniyor

Kim derdi ki, Belkıs tahtından Adnan’ın ayaklarına yuvarlanacaktı.

 

Adnan Romanını Yazıyor

 

Vekilharç Süleyman

Belkıs’la evlenince, Adnan’ın Nişantaşı’ndaki büyük konağında Süleyman’ın adı artık kâtipti, ama yalnız adı!.. Kendi gene vekilharçtı. Bütün mânâsıyla vekilharç: Yani çalıyordu; ancak namuslu adamların kabalığını taklit etmeyi unutmayarak. Nazik olmak hırsızlığın itirafı olurdu,

 

Sevişen Karı Koca

Haftada bir kaç kere gözleriyle kavga ediyorlardı.

 

Eskimek İhtiyacı

Adnan, kendisi yeni adamdı.

 

Üç Sükût

Belkıs ne yapsa, Adnan onu boşamayacaktı.

 

Harbi Umumîde

Tarih iki türlü düşman kaydeder: Önden vuran, arkadan vuran. Fakat Harbi Umumi’de üçüncü bir nevi düşman daha görüldü: Yandan vuran. Türk ordusunu yan yana yürüyenler vurdular. Yaralarımızdaki kurşunlardan bir kısmı, bizim paralarımızla alındı.

 

Beş dişli, altı yaşlı Ermeni çocuğundan sekiz dişli seksen yaşlı Ermeni ihtiyarına kadar ağızlarda kanlı bir edebiyat Ermeni dilinin salyası ve Ermeni mutfağının salçasıyla çalkanıyor.

 

Adnan Zengin

Sokakta kendi kendine yürürken bile beyanı mütalâa eden bir yüzü var.

Aksaray’daki küçük evinde kalan tabii omuzlarını bir türlü bulamıyordu.

 

Adnan Çok Zengin

Para maddi mesafeyi azaltırken, mânevisini çoğaltıyordu; Adnan istediği yere beş dakikada giriyordu; her istediği şey beş dakikada cebinde, midesinde, kollarındaydı. Fakat memleketin felâketleri ondan kaçıyordu, uzakta duruyordu; İstanbul’un kapısında üst üste yığılan genç ölüleri, Çanakkale’de, balya balya şehitleri —sanki Çin’de vebadan ölenlerdi— uzaktan seçemiyordu.

 

İlâç Kokan Mektup

imzasız mektup Süheylâ’nındı.

bu servetin namussuz olduğunu Süheylâ’nın bu «imlâsız» mektubu mu ispat edecekti?

 

Sakallı Vasfı ve Umumî Muharebe

Hürriyet ve İtilâf bir gün hükümete geçecek. Vasfi. Adliye Nazırı olacaktı. Fırkanın hükümete geçeceğinden emindi. Çünkü, Hürriyet ve İtilâf, Rum Patrikhanesiyle birleşmişti; Moskof Çarı’na da İstanbul’u vaadetmişti. Fakat bütün ümitler boşa çıktı. Vasfi, İttihat ve Terakki’den kovulduğuna kahırlandı.

 

Yamalı Gömlek

 

Bir Türlü Memuriyet Alamayan Adam

Nail de birkaç yıl inkilâba sövdü. Fakat «muhalif olduğuna» kimsenin telâş etmediğini görünce Meşrutiyete dalkavukluk etmeye başladı

Fakat yine bir türlü memuriyet alamıyordu.

 

Müsavi Dalkavuk

Eski Ateşeneval Naşit

10 temmuzdan sonra Naşit’in rütbesi tasfiyeye uğradı, tekaüt edildi. Babasından kalan parayı Avrupa’nın her tarafında yedi: şimdi bu servetten elinde ufak bir parçayla Avrupa’dan dönmüştü: elbiseye nisbet düğme kadar küçük bir kısım. Fakat Naşit bu parçayla Sarkl Doryan’da yatıp kalkmaya dikkat ediyor, çehresini kulübün çerçevesinde göstermeye çalışıyordu.

 

Fakat Naşit’in çek ince tarafı vardı: Sanatların en incesi olan dalkavukluğu —dalkavukluk ettiği adama müsavi kalmak şartıyla— yapmak.

 

Hasta Olmadan Ölen Adam

Hidayet, hiç bir hastalığı olmadığı halde öldü

Bir ay sonra Hidayet’in eşyası satılıyordu.

 

Galata’da Pactole Nehri

Harbi Umumîde ölenlerle Borsadan bakıyordu. Adnan, bu adamla konuşurken her adımda bir pisliğe basıyordu.

 

İftira ... Hep İftira

Zengin olmak insanın mutfağının, yatağının, sokağının kendi elinden çıkıp hekimin eline geçmesi demekti.

 

Ziyafet

Moiz’in karısı Raşel

 

Nihayet

Moiz yarı yolda inmiş, onları yolun uzun bir kısmı için yalnız bırakmıştı. Fakat Raşel bu yalnızlığın Adnan’la bir baş başa kalmak olmamasına o kadar çok dikkat etmiş, birdenbire otomobilin köşesine toplanarak aralarına o kadar mesafe sokmuş ve bu mesafenin tesadüfen olmadığını o gün o kadar açık tavırlarla anlatmak istemişti ki, bu gece aynı 'otomobilde o mesafe büsbütün kaybolduğu halde Adnan o acıyı hâlâ unutamamıştı, terbiyeli bir erkek tevekkülü ile oturuyordu.

 

Yatakta Saat Beş Çayı

Raşel, caddenin fena tesadüflerinden vücudunu kapının kanadıyla gizleyerek, kolunu uzattı, Adnan’ı bileğinden çekti.

Raşel'in beyaz parmağı, dudağını ikiye böldü, hiç bir şey söylemeyen Adnan’a duyulmayan sesle, «Sus!» dedi. Bu ses, bu kelime evi yatak odasına döndürdü.

 

Kocasını bütün bir yaz Adnan’la aldatmaya karar veren Raşel, şimdi Adnan için dünyanın en iyi yürekli, en berrak ruhlu kadınıydı.

 

Sarıkamış

Vaktiyle Hidayet’e gidenler, şimdi Adnan’a geliyorlar.

(Binbaşı anlatıyor) Allahüekber bize doksan bin ölüye mal oldu. Bu ölüler Şark vilâyetlerinin yayla çocuklarıdır: Uzun boylu, geniş omuzlu Ölüler!.. Emin ol bey, Pamir yaylasında bu kadar gürbüz Türk yetişmemiştir. Az millet Allahına bu kadar dinç ölü göndermiştir.

 

Bahtsız Kadınlar

Kıskanan kadında bir ormanlık kudurmuş hayvan vardır. Erkeği kıskanan kadında değil, kadını kıskanan kadında... Bu kadın hem kendine ıstıraptır, hem başkasına.

Baloya giden Raşel'in orospu olduğunda ittifak edildi

 

Her Zaman Gidilmesi Lâzımgelen Balo

 

Alfred Cevat

Ataşenaval Naşit’in ana ayrı kardeşi Ahmet Cevat.

Meşrutiyetten sonra Sultanî Mektebinden Paris’e kaçtı.

Fransız ordusuna gönüllü yazıldı.

Fransız fırkası Kumkale’ye hücum ettiği vakit Alfred Cevat esir düştü.

Adnan’ın konağında Belkıs'a sığındı. Evden dışarı çıkamıyordu.

Cevat için vatan insanın viski bulduğu yerdi.

 

Uşak Ahmet

Prenses Bâhire, Süheylâ’nın yanına gitti. Oradan Adnan’ı parmaklarıyla çağırdı, — tanıştıklarını bilmiyormuş gibi — Süheylâ’yı Adnan’a takdim etti.

 

Gastein Kaplıcaları

Belkıs, misafire erkek diye değil, Avrupalı diye bayılıyordu.

Âlimle Almanca konuşan karısını Adnan bu gece yeniden çok beğendi.

 

Gece karanlığında dilenciler hırsızlara benzerler. Dilenen ele gecenin karanlığı tabanca kabzası gibi dolar.

 

İnci Gerdanlık

Zengin evlerin ne kadar kalabalık olduğu felâket ve sevinç zamanlarında belli oluyordu: Odalar, sofalar birdenbire kalabalıktı. Anasını hatırladı: “Boş evde ölmüştü; fıkaralık açlık değildi; fıkaralık kimsesizlikti”

 

Hırsızın kim olduğunu asıl Adnan anlamıştı; Cevat bir haftadan beri gerdanlığı yiyordu…

Fakat Belkıs'ın amcasının oğlu hırsız olamazdı.

Cevat / hırsızı gösterdi: Uşak Ahmet!

 

Agamemnon Zırhlısında Osmanlı İmparatorluğunun Tabutu

Vatanı varsa tek insan yirmi beş milyon insanla beraber yürür, beraber oturur, beraber yatar kalkar. 1918 mütarekesi demek, yirmi beş milyon insan kollarını uzattıkça birbirlerinin ellerini tutamayacaklar demektir.

Toprakta bir kabirlik, bir kunduralık vatan kalmadı: Ölü vatanına gömülmüyor, diri, vatanına basmıyor.

 

Adnan / Üç aydan beri fıkaraydı.

 

Kibar Adam

Çarlık Rusyasının Harbi Umumîde İstanbul Elçisi Mösyö Nikola Çarikof’un karısı. Çarlık düştükten sonra Çarikof İstanbul’da gizli ve namuslu bir fıkaralık içinde öldü. Şimdi karısı, hususî lisan hocalıklarıyla geçiniyordu. Bebek’teki ufak evde faziletin kibri, fıkaralığın klişe olan soğuk terbiyesine düşmekten onu kurtarıyordu.

 

Belkıs, odada Prensin kollarından kalan çizgilere bakıyor, kocasından, memleketinden bu adama kaçmak istiyordu.

 

Ayrılıyorlar

Çok terbiyeli boşandılar.

 

Alfred Cevat’ın İsim Günü

Alfred Cevat, hep Raşel’in evinde.

 

Platin Tabaka

 

Rus Prensi

Mesut olacak kadar kıskanılmayınca Belkıs da kendini mesut bulmamaya başladı. Kocasının Prens olması altı ayda eskidi; parası da sekiz ayda bitti.

Parası bitince Prensin ahlâkı büsbütün meydana çıktı

 

Dayak

(Belkıs) Newyork’a kaçmayı düşündükçe orada en tatlı hayretlere hazırlanıyordu.

Belkıs’ı Amerika'da bekleyen saadetlerin üzerinden üç ay geçmişti. Bir gün Serkl Doryan’da Hariciye mümeyyizi Burhan, eski Ataşenaval Naşit’e Belkıs’ın Amerika’da intihar ettiğini söyledi

 

Bir Bohça, Bir Çanta

 

Prens Hasan'ın Köşkü

Bir zamandan beri Adnan’a Ankara’dan mektup da gelmiyordu: Prens Hasan somurtuyordu: «Bu adamı köşklerine boş yere mi almışlardı?»

 

Gazetelerde Bir Telgraf

(Adnan) Gözleri kapandı. Otuz dokuz ateşle daldı. Hekim, Prenses Bahire’ye, hastanın zatürre olduğunu söyledi.

 

Hesap Meselesi

(Raşel) «Namus kurbanı kocacığım!» Sonra Cevat’a gözlerim iki misli açtı: «Sen öldürdün onu! Sen! Sen! Sen..» diye haykırdı.

 

…kocasının niçin kendisini vurduğunu mutlaka öğrenmek isteyen kadına:

— Hesap meselesi Madam! Bankaya geliniz, anlarsınız, dedi. Telefonu kapadı.

 

Avukat

Prenses Bahire, Adnan’la Süheylâ’yı evlendiriyor,

Harbi Umumide, yazıhanesinin kapısında hiç adı yoktu. Öyleyken, o yazıhanede zengin olmuştu. Öyleyse tabelâyı değiştirmeyecekti. Fakat?.. Evet, fakat bir şeyini mutlaka değiştirmeliydi. Buldu. Adını değiştirecekti: «Mehmet Adnan», «Adnan Salim» oldu.

Ancak «Mehmet Adnan »a gelmeyen müşteriler, «Adnan Salim»e de gelmediler.

 

Adnan’ın Yazıhanesinde

 

Hasta Avukat

Ataşenaval Naşit’in hemşiresi / sefaret müsteşarı Nail’in karısı / Kadın yarım saatten beri kocası Nail’in, ne namussuz adam olduğunu anlatıyordu. Adnan:

— Vah hanımefendiciğim; dedi; demek ki boşanıyorsunuz? Demek bu adam sizi bedbaht etti?

 

Bir buçuk saatte yazıhane, ev olmuştu. Onlar da karı koca!

 

Adnan, Bihter’e hayretle bakıyordu: İnsanlar, kendi rezaletlerini başkalarında görünce ne çabuk iğreniyorlardı!

 

Cinayet

Uşak Ahmet, Raşel’in koynunda Cevat’ı vurmuştu.

 

Hasta Olamıyordu

Tek müşteri gelmeyen yazıhanesine her gün koşarak gidiyordu.

 

Osmanlı İmparatorluğunda İlk Saklanan Devlet Sırrı

İstihdafta Hidayet’in, Meşrutiyet’te Adnan’ın konağında toplananlar, Mütareke’de hep Naşit’in salonunda...

 

Hekim Meselesi

 

Adnan Yine Edebiyat Hocası

…ikisi de yirmi beş sene evvel Eşber’in okunduğu masaya karşılıklı oturdular.

 

Kadınları kocaları değil, âşıkları severler. Niçin? Çünkü kadınlar kocalarıyla susarlar, âşıklarıyla konuşurlar da onun için.

İnsanlara mazisinden ne kadar az şey kalıyordu!

Halayık telâşla odaya girdi: haykırdı:

— Beyefendi öldü!

Adnan’ın cenazesi beş dakikada kalktı. İkinci beş dakikada Süheylâ’nın bir erkek çocuğu oldu: Salim! Üçüncü boş dakikada Salim yirmi yaşındaydı.

Süheylâ birdenbire uyandı; şezlongdan yarı vücuduyla kalktı: Odaya Adnan giriyordu:

— Bu ne bilmez öğle uykusu Süheylâ? Akşam oldu iki gözüm.

 

Yazıhaneye İş Geldi

İşsiz yazıhaneler, sarnıç gibi ses verir: Adnan’ın da elinden düşen kalem, odada kıyamet kopardı.

 

Hanım, Raşel’in evinde vurulan Cevat’ın anasıymış!

 

Katil Ahmet’in on dokuz yaşında olduğunu bilen şahitler vardı. Vasfi bunları tanıyordu.

 

Bir Şahit Daha

Salih Efendi, bak bana! Hüsrev’in şahitliğine artık hacet kalmadı. Zaten herifin namussuzluğu, çehresinden fazla belli oluyordu. Mahkemeye şüphe gelebilirdi. Onun yerine Rıdvan şahitlik eder... Bunun edepsiz olduğu yüzünden pek belli olmuyor, değil mi?

Kâtip Salih güldü:

— Eğer fazla dikkat edilmezse fark edilmiyor!

 

Sisyphe Kayası

Sanat bir kayaydı; Adnan, romanında bu kayayı bir dağın tepesine çıkarmaya çalışıyor, kaya, dağın ucuna yaklaşırken Adnan’ın ellerinden kopuyor, yuvarlana yuvarlana bir uçurumun dibinde duruyordu: Bir karanlığın koynunda bir sıfır!

O, bu sıfırla tam otuz beş sene uğraştı.

Kocaman bir kitap yazdığını sanan adam, arkasında bir tek satır bırakamayacaktı. Hayvanlar bile bu kubbede nevilerinin seslerini bırakırlardı.

Sanat, «hayat» dediğimiz yalanı gerçek sanmak için uydurduğumuz ikinci bir yalandı.

 

Ambidextre Bir Adalet

Tezkiye ne kadar ucuzdu. Çilli Mahmut’un namuslu olması için imama yedi lira göndermişti. Rıdvan’ın namusu üç buçuk liraydı. Hafız İsmail iki liraya namusluydu.

 

Han Kahvecisinin Anlattıkları

Aksaraylıların gözünde Macide o kadar fahişeydi ki, öldükten sonra bile ona bu iftira yakışıyordu.

 

Kalpaklı Misafir

…Yani kaç aydır yazıhane kirasını, kâtip aylığını...

Süheylâ:

— Evet!

Adnan:

— Sen veriyorsun hep? Öyle mi?

Süheylâ:

— Evet! Ben veriyorum hep.

 

Kalpaklı misafir, Habibullah Efendi’nin yeğeniydi.

 

Belkıs, Süheylâ

Uyku ne kadar da kadın gibi! Beklemeyeceksin ki gelsin.

…bu izdivaçta dört zalim sebep vardı: Adnan’ın zatürreesi, Süheylâ’nm gözyaşı, Belkıs'ın ölmesi, Adnan’ın servetinin bitmesi...

 

Cinayet Mahkemesinde

Süleyman şaşırmıştı: Sacit’in kulağına eğildi:

— Vay canına, bu avukatlık ne tuhaf şey Sacit? dedi. Bu Cevat yok mu, Adnan’ın eski karısının inci gerdanlığını çalan heriftir. Adnan bunu evinden köpek gibi kovdu; şimdi methede ede göklere çıkarıyor.

 

Sakallı Vasfi / bir zat çıkıyor; bu muhterem kadınla evleneceğim diye aldatarak münasebette bulunuyor. Bu Macide Hanımın bu adamdan bir erkek çocuğu oluyor; fakat bu adam, kadım ve çocuğu kovuyor; Macide Hanım kahrından verem oluyor, ölüyor. Doğan çocuk da bugün mahkemenizin huzuruna bir katil maznunu olarak çıkıyor,

 

(Adnan) Ahmet’te kendisini gördü. Burun, çene kemiği, gözler hep kendiydi.

 

Demek kendi oğlunu astırmak için aylarca çalışmış, yalancı şahitler satın almış, lâyihalar yazmış, mahkemede nutuklar söylemişti.

 

Aynı adam için iki avukattan biri “çamur” öteki “güneş” diyor. Bence katili bırakmalı, bu iki avukatı asmalı.

 

Reis:

— Heyet senin idamına karar verdi; bu kararı bir hafta içinde temyiz edebilirsin, dedi.

 

Salim

 

İki Kocakarı

Süheyla’nın anası Cemalifer / Tekirdağlı Cemile

…evi var diye Tekirdağlı Cemile’nin hırçınlığı, sabah “terbiyesizlik” olarak başlıyor, ikindi vakti “edepsizlik” olarak bitiyordu.

 

Hizmetçi Şefika

— Bir hanım geldi; Şefika hanım. Annenizin hizmetçisiymiş, dedi.

Süheylâ:

— Söyle başka zaman gelsin.

Adnan:

— Hayır, al getir... Anam bu kadının elinde öldü, Süheylâ.

 

Bozdoğan Kemerinin İmamı

imam haykırdı:

— İnanmazsanız okuyun işte! Bu herif gâvurdur demez miydim size!

“Çok değerli edip ve avukat Mehmet Adnan biraderin vefat ettiği teessürle haber alınmıştır.

Bütün Mason biraderlerin bu aziz cenazeyi sanii azami kâinatın rahmetine kadirşinas elleriyle tevdi etmeleri için bugün Bozdoğan Kemerindeki evinde saat on birde bulunmaları bütün biraderlerden rica olunur.

Türkiye Masonluğu Maşriki Azami Namına.”

 

İki Cenaze

Hacı Hulusi Paşa / Adnan

 

Öldü diye kalktık, geldik, yoksa müteveffanın maşayla tutulacak yeri yoktur

 

Zati Akdesi Hazreti Tesadüf

…katil Benli Ahmet idamdan kurtuldu

 

Bir Mektup Zarfı

Adnan’ın kâğıtlarını konağın kalfası, bir çamaşır sepetine koyuyordu. / hepsi yakılacaktı…

...


31 Ekim 2022 Pazartesi

Filibeli Ahmet Hilmi - Âmâk-ı Hayal

 Filibeli Ahmet Hilmi - Âmâk-ı Hayal

Birinci Kitap


Raci'nin Hatıratı

... şehri Osmanlı topraklarının en büyük ve en güzel şehirlerinden biridir.

…hakikaten dikkat çekici olan, evime yakın eski bir kabristandı.

 

Dindar ve iyi bir annenin olanca özeniyle geçen çocukluğum

Sonraları mükemmel bir eğitim gördüm. Haddinden fazla zeki olduğumdan bilgi bakımından yaşıtlarımdan üstündüm.

…bilgilerimi artırmaya okuldan sonra başladım.

Ben küfür ile imandan, ikrar ile inkârdan, tasdik ile kuşkudan meydana gelmiş bir şey olmuştum.

Herkes için pek doğal olan şeyler benim için başka bir şekil alıyordu.

 

Dört yıl süren bu ikinci çalışma hayatımda da hiçbir şey kazanmadığım gibi her yeni öğrendiğim şey de kuşku ejderhasına gıda olduğundan bir kere daha düştüm.

Rahat ve teselliyi kendimden geçmekte aradım. En şuh ve çapkın arkadaşlarımın aşırılıkta reisi oldum.

Arkadaşlarım / …güzel tahsil görmüş, vicdanlı ve namuslu gençlerdi. Ancak eğlenceye düşkün, sefahat ve zevk perisine tabiydiler.

Bir kısmı ise Ramazan kandillerini görünce Müslüman olduğunu hatırlayan Müslümanlardandı.

 

…bir kır âlemi yapma fikrini arkadaşlardan birkaçı ortaya attı.

Yerküre dediğimiz bu geçici ikametgâhı derin bir hüzne kapılmadan seyretmek acaba mümkün mü?

Kasabaya vardığımızda evvelce birkaç kere misafiri olduğumuz bir zat tarafından karşılandık. O geceyi dostumuzun evinde geçirdik

En güzel yeri seçtik. Ancak o mevkide bizden önce gelmiş iki kişi vardı.

İki serseri, iki dilenci, iki sarhoş, iki derviş...

Tesadüfen pejmürdelerin yanına düşmüştüm. Bunlar konuşuyor, ben dinliyordum.

Bunların sohbetinden ilkin deli olduklarına hükmettim. Hakikaten deliydiler. Lakin delilerin meczup denilen cinsinden.

Yaşlı deli, genç deliye diyordu ki:

Bu âlemde her ne varsa benim sıfatımdır. Ben olmasam bir şey olmazdı. Ben hepim yahut hiçim

Elimde olmadan söze karıştım:

- Acayip! Varla yok eşit olur mu? Mesela ben şimdi varım, yarın yok olacağım. Bu iki hal arasında fark yok mu? dedim.

Deli, başını çevirdi, kahkahayı kopardı:

-Vay! Sen varsın ha! dedi. Acaba var mısın?

Kalkıp gittiler.

 

...kasabasında üç gün kaldık. Bu üç günü arkadaşların şikâyet ve ısrarına rağmen tek kelime etmeden kendimi bilmez bir halde geçirdim.

Dönüşümüzün ikinci günüydü / mezarlığa girdim. / bir kulübe gözüme ilişti.

Elli yaşlarında zannedilen bu adamın başında yeşil bir takke vardı ki kırk elli kadar ayna parçası yapıştırılarak süslenmişti.

Safa geldiniz nurum, buyurunuz! Dedi (s. 10)

 

- Sizin isminiz nedir?

- Benim adım çoktur.

"Aynalı Dede" adıyla bilinirim. Ama sen istersen "Adem Baba" de.

 

Akıl denklemiyle hakkı itiraf mümkündür. Fakat bilmek, anlamak mümkün mü?

Aynalı Baba'yla birer kahve daha içtik.

 

BİRİNCİ GÜN / Hiçlik Zirvesi

…bir ney çıkardı, hafif ve latif bir ahenge başladı.

Zahiren bir şey hissetmezken kendimi garip bir alemde görmeye başladım. Hayalin derinliklerine dalmıştım

Görüyordum ki iklimimize benzemeyen bir ovadayım.

Ara sıra bana söz söyleyen bir de arkadaşım vardı. Ancak cismini göremiyordum

- Hindistan'dayız, Hiçlik Zirvesi'ne gidiyoruz, dedi.

Arkadaşım gümüş gibi parlak bir dereciğin kenarında bir kulübeye doğru gitmemi söyledi.

İçinde genç bir adam vardı.

Bir ağacın gölgesinde oturduk. Bana dedi ki:

- Hiçlik Zirvesi'ne insan cinsinin binde, yüz binde biri çıkamaz. Çünkü ona çıkmak için insan kendine hâkim olmalı. Bir kalpte emel olursa, yollarda kalır.

Buda'nın huzurundaydım.

Tırmandığımız yolun her iki tarafı görülmedik güzellikler sergileyen türlü çiçeklerle doluydu.

…saraya vardık.

Ortasında bir sofra kurulmuş

…yemekten yersen buradan dönmen, benden ayrılman gerekir" diyordu.

Saraydan çıkacağımız sırada cennet hizmetkârlarını andıran bir delikanlı huzuruma geldi. Elinde altın tepsi içinde üç tane billur kâse…

Kâseyi dudaklarıma temas ettireceğim sırada Buda elime vurdu. Kâse yere düştü.

Ertesi gün seher vakti yolumuza devam ettik.

Öğlen vakti karşımızda bir saray göründü.

Buda dedi ki:

- Bu saray, insanların ayağının kaydığı yerdir. Bu saray, imtihan sıratıdır.

Sebat ve mertliğin sağlam ipine yapışanlar bu sıratı geçer. İlerisi Hiçlik Zirvesi'dir. Lakin buradaki cana can katan gösterişe kapılanlar hayıflanma ve üzüntü vadisine düşer.

Gözlerim kamaştı, karardı. Dizlerimin bağı çözüldü.

Vuslat ne kadar sürdü, bir an, bir an. Gök gürlemesi gibi bir ses yeri göğü inletti. Gürültülü bir deprem adeta dünyayı altüst etti. Düşen bir yıldırım sarayı titretti. O büyük bina bir avuç toprak yığını gibi eridi, yıkıldı.

(Buda) - Ey ahdine vefa etmeyen insan! Ey namert adam! Ey kadın meşrepli adam, yazık sana! Sözünde durmadın, istenen noktaya varmadın.

Gözlerimi açtım. Aynalı Baba'nın mütebessim ve yumuşak çehresi, mahzun gözleri gözlerime ilişti.

- Evladım, Hiçlik Zirvesi'ne yükselmek kolay değil.

Kolay değil... Değil... dedi.

 

İKİNCİ GÜN / Zerdüşt

Ertesi gün / Erkence mezarlığa geldim.

Biraz sonra neyin sesi hafif, latif bir inilti halini aldığı sırada dalmışım. Görüntü başladı. Belh şehrinde bir evde bulunuyordum.

- Bugünden itibaren kırk gün Temaşa Bayramı'dır. Şimdi tellallar seslenecek ve herkesi sınava davet edecek. Herkes birer birer Zerdüşt'ün huzuruna çıkacak. Her kim hak sözü söyleyebilirse hakikatleri izlemeye izinli olur, alnına saadet çizgisi çekilir. Her kim söyleyemezse mahrum kalır, alnına bedbahtlık satırı çekilir.

Ben hiçbir şey bilmediğim için haliyle imtihanı vermeyecektim. Alnıma bedbahtlık satırı çekilecekti. Geldiğime pişman oldum.

Zerdüşt sordu:

- Nereden geldin?

Kalbime ilham edilen şu cevabı verdim:

- Nedensiz ve niçinsiz İzed'den.

 

Huzurdan çıktım. Alnımdaki yeşil çizgiyi gören halk hürmetle safları açmakta ve bana yol vermekteydi.

Rehberim beni bir odaya götürdü ve dedi ki:

- Pek dehşetli bir savaşa gireceksin.

Akşama kadar uçtuktan sonra büyük ve heybetli bir dağın eteğine ulaştık.

Rehberime bu dağı sordum. "Fark Dağı" cevabını aldım.

Nihayet dağın tepesine vardık. Dünya kadar geniş bir meydan görülüyordu. Bu meydanın sol tarafına gelen yarısı en karanlık gecelere parlak dedirtecek kadar karanlıktı. Sağa gelen yarısı ise nura sönüklük dedirtecek kadar parıltılıydı.

Sanki mahşer meydanını andıran bu yerde sayısız insan toplanmıştı.

…bunlardan nur tarafında bulunanının üzerinde Hürmüz oturmakta / Karanlıklar içinde kurulmuş olan tahtın üzerinde en korkunç ifritlerden daha çirkin, en kötü cinlerden daha iğrenç yüzlü Ehrimen oturmaktaydı.

Asılı tahtın üstünde insan hayalinin bütün tutkusuyla arzuladığı bütün güzellikleri canlandırmış bir peri vücudu ayaküstü duruyor ve elinde bir küre tutuyordu. Bu kürenin doğudaki yarısı aydınlık ve batıdaki yarısı karanlıktı.

(Önce Hürmüz ardından Ehrimen konuştu)

…her ikisi birbirini yalanlaya yalanlaya nihayet birbirine hücum edecek oldular,

Hürmüz:

- Beni seven meydana çıksın! dedi.

Aynı sözü Ehrimen de söyledi. O aralık ben de rehberimle beraber sağ taraftaki savaşçılara katıldım.

Kâh Ehrimen tarafı, kâh bizim taraf galip geliyordu.

Nifak Cadı / Muhabbet Pehlivan

Gazap Pehlivan / Hikmet Pehlivan

- Hikmet Pehlivan sensin!

"Hikmet, Gazap'ı hileyle vurdu" diyorlardı.

…küre baştan başa nur olmaya başladı.

…öğlen karşıma yüzü örtülü bir pehlivan çıktı.

Hürmüz pek mahzun oldu. Meçhul gence hitaben:

- İzed! İzed! Maksadın nuru mahvetmek mi? Merhamet ... Merhamet ... Merhamet! dedi.

File binen pehlivan mağrurca meydanı dolaştı. Gök gürültüsüne benzer bir nara attı.

- Ey benim kudretimi inkâr eden gafiller! Bilin ki ben pehlivanlar pehlivanı, kahramanlar kahramanı Nefs-i Emmare'yim. Şimdiye kadar bir şekilde mağlup etmediğim kimse yoktur.

…tam kılıcı böğrüne sokacağım sırada yüzündeki perdeyi kaldırdı.

Hayalin ötesinde bir güzellik gözlerimi kamaştırdı. Kılıç elimden düştü.

- Ya Ehrimen! Hikmet'i öldürmedim, esir ettim. Mutfağımızda soğan soyar. Tam kendisine münasip bir hizmettir, dedi.

…küreden yavaş yavaş nur kalkmakta ve karanlıklar her tarafı kaplamaktaydı. Ehrimen tarafı galip gelmişti.

İşte o sıradaydı ki uzaktan bir ses işitilmeye başladı.

…ejderhaya binmiş olan bu pehlivan güzellik timsali yahut güzellik kaynağı denecek kadar güzeldi.

İsmi Aşk olan bu pehlivan bize yaklaştıkça Nur Perisi'nin elindeki küre parlamakta ve aydınlık, karanlıkları kovmaktaydı.

Aşk, ejderhasını bize doğru yanaştırdı.

Gayet latif ve laubali bir tavırla:

- Ey Emmare! Bana da karşı duracak mısın? dedi.

Emmare alçakgönüllülükle filden yere indi. Aşkın önünde diz çöktü:

- Sen herkesin olduğu gibi benim de efendim, velinimetimsin.

Meydanda yalnız Aşk kaldı.

- Ya Hürmüz! Ya Nur! Selam olsun sana. Sana ki karanlıkların değeri seninle bilindi, dedi.

Daha sonra Ehrimen'e:

- Ya Ehrimen, ya Deycur! Selam olsun sana. Sana ki nurun değeri seninle bilindi, dedi.

Gözlerimi açtığım vakit Aynalı'nın gülümseyen yüzünü gördüm.

 

ÜÇÜNCÜ GÜN / Devr-i Daim

Kendimi on iki yaşında bir çocuk olarak gördüm.

Babam yüz on yaşında bir ihtiyardı. Sanskrit lisanıyla konuşuyorduk.

- Oğlum, yaşın on ikiyi buldu. Artık kendini ve kainatı bilecek zamanın geldi. Seni büyük üstada götüreceğim.

…şaşaalı bir düğün başladı.

Üçüncü gün seksen yaşında bir fakir bana kalfa tayin edildi.

Rehberim:

- Oğlum, ilim ve hikmetin kıymetini öğrenmek için yaya gideceksin.

Kulübede yalnız suyla dolu bir çanak vardı.

…suya bakıyordum.

…gaipten gelen bir ses işitmeye başladım.

 

Bir an hiç oldum. Bir an sonra yine sonsuzluk sahasını fark etmeye başladım.

İsrafil ezanını okuyordu

Bir anda milyonlarca asır geçti, yine bir an. Yorulmuş gibi oldum.

…avucuma sığacak kadar küçük bir alem görüyordum.

Bu mahalle tamamen suyla çevrili bir küreydi. Suya bakarken akıl ermez bir cazibe beni oraya çekti. Ilık bir halde olan suyun içine girer girmez kendimi milyonlarca tuhaf hayvanı içime almış gördüm.

Ne kadar vakit geçti, ne oldu, nasıl oldu bilmem. Bu defa kendimi yalnız denizde değil, karada da birçok hayvanın vücudunda gördüm.

Temiz havanın ciğerlerime nüfuzunu hissettikçe oluşan keyif ve zevkten vecde gelerek milyonlarca bedende koşuyor, oynuyordum.

Bir gün (…) emanet olan sırlar birer birer o bedende toplanıyordu. Diriltici, manevi bir nefes, renksiz, yersiz bedenimi kaplayıp ele geçirdi.

Her zerre sanki beni selamlıyor, her taraftan burnuma amberli koku geliyor,

Bir mest hali, bir sarhoşluk beni istila etti. Mana diliyle "Elhamdülillah" dedim.

Gaipten gelen bir ses bütün evrene ilan ediyordu:

Doğdu şimdi şems-i idrak aleme

istivagahtır dimağ-ı ademi

Nur-i Hak'tır şebçerağ-ı ademi

Ey melaik! Baş eğin hep Adem'e.

Gözlerimi açtım.

- Hepsi secde etti! dedim.

- Evet, dedi Aynalı, nefsindeki gurur sıfatı yani şeytan hariç!

 

DÖRDÜNCÜ GÜN / İmtihan Meydanı, Arifler Meclisi

Aynalı beni aldı, mezarlığın en ücra ve caddeye uzak köşesine götürdü.

- Git şu mezarın üzerine uzan.

Aynalı'nın çaldığı neyin hazin iniltilerini dinleye dinleye dalmışım. Gördüm ki bir yatak içinde yatıyorum. Oda zifiri karanlık

…Bir adam içeri girdi:

- Kalktın mı oğlum? dedi.

Anladım ki gelen adam babammış.

Oda tam manasıyla karanlıkken babam aydınlık olduğunu iddia ediyordu.

Biraz sonra odaya annem olduğunu iddia eden bir kadın, birçok amcalarım, dayılanın ve başka akrabalarım girdi. Babam bunlara yana yakıla çıldırmak üzere olduğumu söyledi.

…bu biçarelerin tümü beş duyunun en yüksek ve olmazsa olmazı olan görmeden, gözden mahrumdu.

…dörder ayaklı olmuş, olanca kuvvetleriyle zıplamaya başlamışlardı.

…memleketin padişahı, vezirleri, âlimleri evimize doldu. Hepsi bana şu garip "Beyaz İfrit'in Sarı Şeytanı Hazretleri" unvanını vererek haddinden fazla hürmet etmekteydi.

Bir gün ilahiyat üniversitesinin mezuniyet sınavlarına gittim.

Bibi adında, zekâsıyla meşhur bir talebeye sorular soruldu. Âlemlerin yaratılışı hakkında şöyle bir ifadede bulundu:

- Bundan birçok sene, Tata adlı âlimin sözüne göre…

Bir hafta sonra / Âlimler iki grup olmuşlardı. Tantan (ilerici) ve Tuntun (tutucu)

Kahkahalarla uyandım.

İşte varlıkların hakikatlerine nispetle insanların ilmi…

 

BEŞİNCİ GÜN / Azamet Meydanı

Erkence kulübemin önüne uzandım. Her zamanki tuhaf uyku ve garip gözlem başladı. Kendimi Ayasofya Camii'nin müezzini görüyordum.

…iri bir kuş minareye yaklaştı. Beni pençesiyle kaptığı gibi arkasına oturtarak uçtu gitti.

- Ben meşhur Simurg'um. Korkma, sana bir zarar gelmez.

Havanın rengi laciverdi, pek koyu laciverdi olduktan sonra birdenbire tam karanlık yüz gösterdi.

Uzay boşluğunda…

- Ey taş! Sen nesin, nereden geldin, nereye gidiyorsun? dedim.

Simurg içimden geçeni anlayarak:

- Evet, bu taş eskimiş, parçalanmış bir alemin kalıntılarındandır. Birkaç kuyrukluyıldızın birleşik cisminde hizmet etti. Şimdi de güneşin etrafında özel bir yol takip ediyor. Dünya atmosferine girerse diğerleri gibi bir göktaşı olacaktır, dedi.

Sonsuz bir okyanus, âlemi kaplamıştı.

Simurg içimden geçenleri anladı:

- Merih gezegenindeyiz, dedi.

Şaşkınlıktan kendimi alamadım:

- Bizim dünyamıza ne kadar benziyor!

- Evet, dedi Simurg, çok benzer. Lakin biraz daha mükemmeldir. Zira daha eskicedir.

Yüzlerce, binlerce küçücük gezegene, birçok kuyrukluyıldıza, semavi şose yollar oluşturan sayısız çökmüş âlemin kalıntılarına tesadüf ettik.

- Seyahate çıkalı bir seneye yakın oldu. Bilmem ki âlemlerin Sidre-yi Münteha'sına yaklaştık mı? dedim.

Güldü:

- Hey çocuk! Alimlerinizin keşfettiği binlerce alemden henüz bir tanesinin milyonda bir kısmını bile seyretmedik. Heyhat! Süratle milyonlarca sene dolaşsak, evrenin bir mahallesini ancak gezebilmiş sayılırız! diye ekledi.

- Yarabbi! Yarabbi! Bu nedir? Bu idraki yakan genişlik ve büyüklük nedir? dedim.

- Buna Azamet Kaf'ı derler, sonsuzdur, dedi.

 

Korku ve titremeyle birlikte gittikçe büyümekte olan güneşe doğru baktım kaldım. Güneş ilkin büyük bir tarla gibi görünüyordu. Nihayet ufku kapladı. Karşımda her türlü fikir ve hayalin ötesinde bir ateş denizi vardı.

Gözümü açtığım vakit kendimi kavuklu zatın mezarı üzerinden yuvarlanmış, yerde yatar gördüm. Aynalı, kahve pişiriyordu.

- Maya bir olduktan sonra pire de bir, fil de bir.

 

ALTINCI GÜN / Kaf ve Anka

On sekiz yaşında, Hint padişahının oğluymuşum.

- Şehzadem, Hindistan'a eski zamanlardan beri bir ejderha musallat olmuştur.

Her yedi senede bir kere gelip hepimize "Bu kervan nereye gidiyor?" diye sorar.

…tümü yirmi yaşında olmak üzere yedi delikanlı ile yedi bakire kız kendisine kurban verilir. Bunları yuttuktan sonra "Yedi sene sonra yine geleceğim. Sorumun cevabım Kaf Dağı'ndaki Anka'dan öğrenebilirsiniz" deyip gider.

Bazılarına göre Kaf Dağı dünyamızı çepeçevre kuşatmış zümrütten bir dağdır. Diğerlerine göre dünyanın tam ortasında semaya baş çekmiş tek ve büyük bir dağdır.

Memleketimizi ejderhadan kurtarmak üzere Kaf Dağı'nı aramaya çıkacağım

Himalaya Dağlarının ötesinde bir inzivahane vardır ki onun içinde sağlam ilim sahibi ve engin görüşlü, benzersiz bir bilge yaşamaktadır. / gidilecek yönü ona sormalı.

…buradan yedi ay mesafede Milest şehri harabeleri vardır. Orada bir kuyu vardır ki kuyunun ağzı, işlemeli bir taş kapakla kapalıdır. Bazen bu kapak bilinemeyen bir sebeple açılır. Şimdi gider, o kuyunun yanında beklersin. Şayet nasibin var da kapak açılırsa kuyudan içeri bir iple inersin. Orada bir deliğe rastlayacaksın. Onu takip ederek git. İlerisinde bir meydan görürsün, meydanın ortasında bir saray. Saraya gir. Üst katta bir mermer dolap içinde bir çekmece bulursun. Onu al kuyuya dön. Şayet kapağı henüz açık bulursan, ipe sarılarak dışarı çıkarsın. Kapak kapanmış ise mahvoldun demektir. Yeryüzüne çıkarsan sandık içindeki levhayı oku.

İki sene kadar çeşitli milletler arasında dolaşarak yüzlerce şehri gezdik. Kaf Dağı hakkında doğru bir bilgiye ulaşamadık.

Serendip'e giderek Âdem Tepesi'ndeki münzeviyi bulmaya ve levhaları göstermeye karar verdik.

Birinci levhadaki şiir Kaf ile Anka'yı bildiriyor. (Kulağıma gereken açıklamayı yaptı.)

Meğer seyahate çıkalı yedi sene olmuşmuş. Varışımız ejderhanın gelmesinden bir gün evveline rastladı.

 

- Bu kervan nereye gidiyor? dedi.

- Ey izansız ifrit! Bu tekâmüle muhtaç âlemler, bu dönmeye mahkûm kervan hayalin benzersiz sırrına, güzelliğin cezbedici nuruna doğru koşup gidiyor.

Ejderha bu sözleri işittiği gibi beyni parçalayacak şekilde haykırdı ve silkindi. On beş on altı yaşında peri vücudu bir kız oldu.

 

YEDİNCİ GÜN / Azamet Okyanusu ve Ululuk Girdabı

Bugün Aynalı Baba pek neşeliydi.

Zararsız'ın âleme ayak basması iki kişinin sevincine değmez mi? / s. 74

Dalmışım.

Tellallar:

- Cablisa şehrine kervan gidiyor! Yolcular akşama kadar kervana katılsın, yoksa kalırlar! diye bağırıyordu.

Alnımın ortasında tek gözüm vardı. İki kol yerine göğsümden çıkmış bir kolum olduğu gibi direk şeklinde bir ayağım vardı.

Gümüş evden çıktım. Bütün şehir gümüştendi. İki ayaklı bir merkebe binerek şehir dışındaki kervana yetiştim.

İki ayaklı merkep üzerinde yedi sene yol yürümek…

…tam yedi senede Cablisa şehrine vardık. Bu şehir altından yapılmıştı.

İrfan Cenneti'ne hareket ettik. Burası dünyanın sonunda yer alan Cablisa şehrinin bir fersah ötesindeydi.

Engin denizin ortasında akıl almaz bir şelale, cennetin yüzeyine doğru akıyordu. Azamet Okyanusu'nun bu şelalesine "Tecelli" ismi verilmişti. Bu şelaleden akan su bir fındık kabuğunun içine giriyor ve orada gözden kayboluyordu.

Bir an sonra büyük bir gürlemenin başlangıcını işitmekle hepimiz ölüler gibi kendimizi kaybettik ve bitkin halde yere serildik. Bir an sonra yine kendimize geldik. Lakin bu defa gözlerimiz, ellerimiz, ayaklarımız çiftti.

 

SEKİZİNCİ GÜN / Ebedi Muamma

Gözümü yumduğum vakit kendimi bir dershanede, heybetli bir öğretmenin huzurunda buldum.

Ben Nanken şehri ahalisinden, ilim ve marifet talibi bir gençtim.

Brahman'ı buldum. İşte şimdi onun ilk dersinde bulunuyordum.

- Ey Çinli öğrenci! Müşkülün nedir? Ne arıyorsun?

- Ebedi muammayı. /  Ruhun hakikatini.

- Ruhu diriler bilemez, ölmeye razı mısın?

- Evet.

- Yanıma gel.

Brahman'ın emri üzerine beni bir halvethaneye götürdüler. Burası ancak tek kişinin sığacağı kadar dar ve karanlık bir yerdi. Orada akşama kadar "Om, Om" diyerek zikrettim.

Yedi sene bu garip hapishanede kaldım,

Ben tarif ve tasviri müşkül bir hal almıştım. İlkin hava basıncı bana yetmiyormuş ve yürürken uçuyormuşum gibi garip bir hal hissediyordum.

Brahman ile ben, tavan ile yer arasında, semada asılı duruyorduk.

 

Ruhu hala anlamadın mı?

 

…olmak için evvela olmamak gerekir.

 

- Nur Dağı'na git, orada müşkülün hallolur.

 

…bir bebek, yolumun ortasında yatıyordu.

- Yoklukla varlığın tek şey olduğunu kim kanıtlayabilir? Böyle bir söz bile cinnettir. Bunu kim kanıtlayabilir?

- Kim mi? dedi Aynalı Baba. Bilmek ile bilmemeyi bir tutan deliler!

 

DOKUZUNCU GÜN / Ulular Meclisi

Bugün Aynalı'nın tavrında bir durgunluk, bakışında biraz hüzün vardı.

 

Zahit, bize tan eyleme

Hak ismi okur dilimiz…

 

Dalmışım. Görüyordum ki gayet büyük bir sarayın içinde, pek küçük bir pencerenin önündeyim.

 

- Beşeriyet gelmiş, bize bir soru soracakmış. Onayınız olursa gelsin, dedi.

Beşeriyet adını alan bu adam sefil ve hastalıklı bir zavallıydı.

 

Beşeriyet dedi ki:

- Hiç olmazsa bu kadar sefalete niye katlandığımı, neden intihar etmediğimi anlasam...

 

Cenab-ı Halil:

- Saadet çalışmak, kazanmak ve kazancını diğer insanlarla paylaşmaktadır.

Cenab-ı Kelim:

- Saadet, nefsini Firavun ihtiraslarından kurtarmaktadır.

Cenab-ı Adem:

- Saadet, şeytana uymamak ve Havva'ya aldanmamaktadır.

Konfüçyüs:

- Bir tencere pirinç pilavına bütün lezzetleri sığdırmaktadır.

Eflatun:

- Daima yücelikleri düşünmektedir.

Aristo:

- Mantık! İşte saadet.

Zerdüşt:

- Saadet, karanlıkta kalmamaktır.

Brahma:

- Saadet mi? Herkesin zannı neyse onun aksidir.

Cenabı Mesih:

- Saadet, maziyi unutmak, bugünü hoş görmek, geleceği düşünmemekle mümkündür.

Lokman:

- İnsanlar bu kelimeyi bütün özlemlerini bir sözle ifade etmek için icat etmişler.

Hızır:

- Saadet, bitmek bilmeyen arzuların giremediği gönüllerde bazen şimşek gibi parlayan bir hayalettir.

Buda öfkeyle ayağa kalktı:

- Ey Beşeriyet! Saadet yokluğun güzel isimlerindendir. Nirvana!

O vakit reis ayağa kalktı:

- Ey Beşeriyet! Saadet, hayatı olduğu gibi kabul, zorluklarına rıza, ıslahına gayrettir! dedi.

Beşeriyet ayağa kalktı ve:

- Ya Fahr-i Alem Beşeriyet’n dertlerini anlayan, ilacını bulan yalnız sensin! dedi.

Gözlerimi açtığım vakit beyhude yere Aynalı'yı aradım.

Yanımda bir pusula buldum. Üzerinde şu sözler yazılmıştı:

Elveda! Gün gelir ki yine görüşürüz.

Akşama kadar mezarlıkta hazin hazin ağladım.

 

İKİNCİ KİTAP

MANİSA TIMARHANESİ

 

Sami'den Raci'ye Mektup

Azizim Raci,

Sarhoşluk devresinden sonra hastalık devresine gireceğini tahmin ediyordum. Tahminim esasen değil, şeklen yanlış çıktı. Seni kansızlık, verem ve bunlar gibi bir hastalığa yakalanacak sanırken, bu defa henüz isim veremediğim ... Yok, yok, veremediğim değil, zarif bir isim bulamadığım bir hastalığa tutulduğunu haber aldım (s. 95).

 

Raci’den Sami’ye Mektup

Sevgili Sami,

Mektubunu aldım, hatırın için beş on dakika hayalimin derinliklerini terk ederek karanlık bir çukura benzeyen şu âleme çıktım.

Derdime bilim dünyasında deva aradım, bulamadım. Sonra... Bir garip âleme düştüm.

Böyleyken ben yine açım! Ruhum, kendisini doyuracak kanaat gıdasını henüz bulmadı. Arıyorum, arıyorum. Ne mi diyeceksin. Hiç!

Geçen gün, mensup olduğum dertlilerin rasathanesi hükmünde bulunan bir mezarlıkta geziniyordum.

Mezarlıkta bir deli gördüm. Eline geçirdiği bir teraziyle oynuyordu. Ne yaptığını sordum, bana su cevabı verdi:

- Ahmaklıkla bilgiyi tartıyorum.

- Bundan maksadın?

- Mevcut malımı anlamak.

- Ee, ne buldun bakayım?

- Ahmaklığım o kadar ağır ki... Sanırım zamanın Karun'u benim.

Bu ne demektir? Sana anlatmak müşkül. Lakin iste benim halim (s. 98).

 

Bu tımarhaneye girmek pek kolaydı. Güllabilere göre tımarhaneye her getirilen deliydi. Lakin akıllılar için bu adamlarca hiçbir ölçüt olmadığından tımarhaneden çıkmak pek müşküldü.

 

Raci tımarhaneye gireli on beş gün olmuştu. Bir gün hafif deliler, yeni gelmiş bir deliyi karşılamakla meşgul oluyordu.

Tımarhaneye gelen yeni deli, Raci'nin kaybettiği ve bulmak ümidiyle Anadolu'nun yarısını dolaştığı halde bir yerde izine tesadüf edemediği Aynalı Baba'ydı.

 

Makam Delisi

Bu âlemde her şey göreceli oluyor. Bu takdirle cinnet de kâh saadet kâh felaket sayılmaya değer bir durum.

 

Çifte Hafızlar

Bu iki deliden biri hakikaten hafızmış, diğeri ise bir arabacı. Bunlara Çifte Hafız denmesinin sebebi, arabacının diğerini her defasında taklit etmesinden ileri geliyordu.

 

Deliliği Akıllılığından Daha Makul Bir Deli

Doktor Kurusıkı hakikaten filozoftu diş ağrısına çare olmak üzere çene kemiklerinin çıkarılmasını tavsiye ederdi.

 

YENİ BİR HAYALLER DİZİSİ

Ab-ı Hayat

Tibet topraklarında yer alan bir kasabada odunla dolu ocağın karşısında oturuyor, hayatın bütün kıymetini, zevkini hissediyordum.

Karşımızda bir beşik içinde ikinci evladımız uyuyordu.

Bir sürü endişe.

Brahman'la beraber ab-ı hayatı aramaya gidecekler güneş doğarken hazır olsun!

Garip tesadüf.

- Ab-ı hayat karanlıklar memleketinde bulunur. Orada Cilve-yi Zuhur adlı büyük bir dağ vardır ki bunun bir tepesine Kaf Dağı adı verilir. Bu dağlardan Mihnet, Firkat adlı bir ırmak akar. İşte herkesin bildiği ve istediği ab-ı hayat bu ırmağın suyudur. Gerçi diğer bir ab-ı hayat daha varsa da ...

- Ya!..

- Onu kimse istemez.

- Acaba niçin?

- İçeni yok ettiği için.

 

Bize bakıyordu, acaba görüyor muydu?

 

Güzellik ve Hayal

Ben vardım lakin bu varlık maddi ve cismani değildi. Görüyordum ama neyi?

Renk ve görünmeden arınmış bir fezayı, bir okyanusu ...

…bana benzer bir zatın yanıma geldiğini gördüm. Kim olduğunu sordum:

- Hazırlara Hızır'ım dedi

 

- İşte görüyorsun ki bu bir zandan ibaretmiş. Nasutsuz Şahadet olmaz, lakin Şahadetiz Nasut olur. Yani böyle bir tasavvur mümkündür (s. 118).

 

 

Ebedi Hayalet

Olimpos dağlarının eteklerinde, çimenlerle süslü bir vadide şöylece yan yatmıştım.

 

- Nasılsın? Ne haldesin?

- Çok iyiyim, dedim. Jüpiter'e hamdolsun!

 

Emek ve Mükâfat

Herkes bir sene evvel ne yaptığını ve bir sene sonra ne yapacağını bildiren belgeleriyle büyük meydana gelsin.

Ben, hayal bu ya, sosyoloji âlimlerinden ve sosyalist erkânındanmışım.

 

Mücevherden Zincir, Âlemin Nasibi

Bir süre dinlendikten sonra sağ tarafa doğru uçmaya başladım. Benim gibi serserice uçmakta olan bir zata tesadüf ettim. Selam verdim.

- Burası berzah âlemidir. Ben Fisagoras'ım (s. 141).

 

A'MAK-I HAYAL’E -HAYALİN DERİNLİKLERİ'NE- EK

İnsanın yegâne marifeti bir şey bilmediğini itiraf ve tasdikidir.

 

- Evlat neredeydin?

- Varlık âlemi bazı böyle olur.

 

Kendimi karıncalar arasında ve binlerce sokaklı bir karınca yuvasında, karınca şeklinde buldum.

…karınca beylerinden birisinin oğluymuşum.

beygirlerin işemesi…

 

Leylalı Mecnun

Görüyordum ki Emel şehrinin eşraf ve tanınmış zenginlerinden birinin oğluymuşum.

 

Bir gün geldi ki artık uzun bir hüzün ve düşünceden kendimi alamaz olmuştum.

Nihayet uzakça bir köyde oturan, ilim ve kehanetle tanınmış bir münzeviyi getirdiler.

- Ey efendi! Oğlumuz seviyor, aşk hastasıdır, cevabında bulundu.

Zavallı babam sordu:

- Muhterem efendim, kimi seviyor?

Bilge:

- Hiç kimseyi. İşte aşkın en tehlikeli şekli budur.

- Efendi oğlumuzun bağrını yakan aşk mutlak aşktır.

Bu aşka bir hedef bulmalı…

 

Bir gün hazin bir fasıl henüz tamamlanmıştı ki sokakta dolaşan bir tellal gür sesiyle:

- Kapalı bir sandık satıyorum. Değeri bin altındır. Lakin içinde ne var bilmiyorum. Kimse de bilmiyor. Bu sandığı alan da pişman, almayan da.

Tellalın bu feryadını ebeveynim de duymuş olduklarından belki içinde beni eğlendirecek bir şey çıkar diye derhal satın almışlardı.

 

Sayısız anahtar getirildi. İki gün uğraştım, uyan olmuyordu.

 

Sandığın içinde yalnız bir resim ve bir kağıt vardı.

Bu sandıktaki resim Maksut şehri padişahı Sultan Keramet'in kızı Ayine-yi Aşk Banu'nun resmidir.

Ey bu resmi görecek olan zavallı! Sen onun sahibine âşık olmakla başını belalara uğratacaksın.

 

Resme baktığımda boğuk bir feryat ve çığlık çıkarıp bayılmışım.

Ayine-yi Aşk Banu'yu sevmiştim. Çok kısa bir sürede kendimi topladım. Adeta hiç hasta olmamış gibiydim. Cananımın resmi elimden, hayali kalbimin levhasından düşmüyordu (s. 156).

 

…acıktı bir vedadan sonra yola çıktık.

Nihayet / Cablisa iklimine, Maksut şehrine ulaşmak mümkün oldu.

…sultanın sarayına gittik.

…bu uzun seyahate katlanmamızın sebebini sordular. Sebep ve maksadımız arz edilince çehreleri karıştı.

…şimdiye kadar binlerce yeniyetme genç, bu kızın uğrunda heder ve mahvoldu. Her talibe bir şeyler soruyor. Cevap veremeyen ölümle yüz yüze kalıyor. Ancak cevap verenle evlenecektir.

 

Beri perdenin ortası hizasındaki sedire oturtuldum.

Bir müddet sonra perde kaldırıldı. Yüksek bir sedir üstünde oturmuş olan Ayine-yi Aşk'ın yüzü peçeliydi.

- Delikanlı, gel bu sevdadan geç! Sorularıma cevap veren olmadı, cevap verecek kudreti olanlarsa benim vuslatımdan müstağnidir. Beni arzu edenlerse bu cevabı asla veremez.

 

…iyi dinle delikanlı! Evvela elif mi noktadan, yoksa nokta mı eliften çıktı? İkincisi, ne vakit oldu? Üçüncüsü, elifle noktanın birliğini bilfiil ispat edebilir misin? Bu soruların ardından yüzündeki peçeyi kaldırdı. Ben o eşsiz güzelliği görünce göz kamaştırıcı zevke dayanamayarak "Allahüekber!" feryadıyla düşüp bayıldım.

Gözümü açtığım zaman Aynalı Baba komik bir tavırla söylüyordu…

 

Leylasız Mecnunlar

Bugünkü hayalim dün kesildiği yerden başlamıştı. Ben bayılmıştım. Ayine-yi Aşk da benim ardımdan bir ah çekerek bayılmış olduğundan onu saraya, beni meskenime getirmişler.

Ben karar vermiştim. Eğer sorulara cevap vermezsem intihar edecektim.

Kahine soruları tekrar ettim ve bunların cevaplarını nasıl vereceğimizi sordum. Dedi ki:

-Oğlum bu suallerin cevaplarını ancak Vadi-yi Cünun sakinleri bilir.

Ben:

- Ee güzel, bu memleket ne taraftadır?

Kahin:

- Her tarafta.

Ertesi gün yola çıkmıştık Üç ay birçok şehir ve kasabayı boşu boşuna dolaştık. Vadi-yi Cünun denilmeye layık bir yer bulamadık.

Kahinle kahvelerimizi içerken mezarlıktan bir kahkaha işitiliyordu. Ardından diyordu ki:

Mekânsız olan iki yer var ki biri meskenidir

Biri Vadi-yi Hayret, birisi Şehr-i Cünun

Kahin sevinçle:

- Evladım, işte Şehr-i Cünun'u bulduk. Kalk haydi, sakinlerine tanışalım ve görüşelim, dedi.

"Halı işte şimdi görüşebileceğiz" diye yanaştım ve gelen zata:

- Beyefendim, hoş ve safa geldiniz.

Gelen - Aaa, safa gelemedim.

Ben - Efendim, isminiz?

Gelen - Her dakika değişir.

Ben - Şu halde kimsiniz efendim?

Gelen - Ben ne bileyim?

 

- Hey millet, işte nokta! dedi. (Sonra nefesiyle ısıta ısıta uzattı ve) İşte elif! dedi.

O vakit Mecnun ayağa kalktı ve:

- Elifin başka ismi varsa söyle, dedi.

 

- Delikanlı! İşte şimdi Leylasız Mecnun oldun. Çünkü Mecnun, Leyla oldu. Aradan Leyla da çıkarsa, o vakit elifin kulağıma söylenen diğer ismini öğrenebilirsin, dedi.

Ben aşırı haz içinde gözümü açtım.

 

Aynalı'nın Ebedi Uzleti

- Ee evladım, ben artık buradan göçüyorum. Görünüşte ayrılmamız lazım geldi.

- Ne yapalım evladım, gidiş geliş alemidir. Görünüşüne niye bakmalı?

Görünmez şimşek miydi bilmem, pek acıktı bir vedayla ayrıldık. Bütün gece uyku uyumadım. Seher vakti mezarlığa gittim.

 

Sevdiklerimden oluşan küçük bir cemaatle döndüm ve sevdiği ağaç altına defnettik.

 

…yadigâr olarak bana kalan eşya bir büyük, iki küçük cezve, dört beş fincan, yüz dirhem kadar şeker ve kahve, bir tane el yazması Kuran-ı Kerim ve ufak bir cep defterinden ibaretti.

 

Saadet

Her insan, / saadet aramaya başlar.

Lakin insan -insanıkamil müstesna olmak şartıyla- aradığı, istediği ve özlediği saadetin mahiyetini pek de bilmediği halde yine bilmediği bu meseleye bir had ve hudut tasavvur etmez ve tayin eylemez. Nice mesutlar vardır ki bu hırs ve tutku yüzünden mesut olmadığı zannında bulunur (s. 171).

 

Bir Kahve Alemi

.... senesinde Filistin'in .... şehrinde bulunuyordum.

 

- Aynalı Baba, seni beyler istiyor, buyrun! dedi.

 

Beni bilenler bilmeyenlere masa aşırı kim olduğumu anlatıyordu. Söyledikleri "Zararsız, tuhaf bir deli" cümlesiyle özetlenebilirdi.

 

Azizim, siz insanoğluna hizmetten vazgeçerek bu yaşantıyı ve garip kıyafeti niye tercih ettiniz?

Genç müdürün hal ve sözünde haddinden fazla saygı ve tam anlamıyla saflık vardı.

Ben insanlardan o kadar çok ihanet gördüm ki onlara fenalık etmemek şartıyla şu huzur veren şekilde ömrümü geçirmeyi daha uygun buldum (s. 182).

 

Gençlik İksiri

Suriye'nin .... şehrinde ....

…altmışından sonra evlenmeye kalkışmıştı. Acaba niçin?

 

- Haberin var mı ya Aynalı Baba? .... Bey'in nişanlısı .... Hanım kendisini görmeyi arzu etmiş.

 

.... Bey'e sıkça gidiyordum. Altı ay kadar pek hoş ve faydalı sohbetler ettik.

 

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

2. Basım, Ocak 2020