Tanzimattan Bu Yana Fikir Hareketleri
(1986-87 yılı ders notları, İstanbul Üniversitesi)
Fikri, edebiyattan ayıramayız.
Fikirle ideolojiyi birbirine karıştırmamak gerekir.
Sanat eserleri mutlaka bir fikrin ürünüdürler.
Bir edebiyatçının ortaya attığı fikirlerin, yaşadığı devirde
bir mânâsı vardır.
Edebi eseri anlamak için devrin fikri zeminin tanımak
gerekir.
Edebi eserler yoluyla da devrin fikir hayatını tanımak
mümkündür.
Edebi eser, yazıldığı devrin bir nevi hafıza kaydıdır.
Tarihimiz boyunca karşılaştığımız eserler tefekkür hayatımızın
kaydını ve tekamülünü sunar bize.
Divan-ü Lügat-it Türk’ün
müellifi Kaşgarlı Mahmut, bu eseri
Araplara Türkçe öğretmek amacıyla yazmıştır. Demek ki o devirde Türkçe,
öğrenilmesi gereken bir dildi ve Türkler siyasi bakımdan ileri bir
milletti.
Fuat Köprülü’nün belirttiği gibi 15 ve 16. Asırlarda
Türklerin nasıl yaşadığını bilmiyoruz. Günlük hayatları hakkında bilgimiz yok.
Bunun sebebi de divan edebiyatının hiçbir şeyi açıktan açığa söylememesidir.
Buna karşılık divan şiirinde dönemin fikir hayatını görmek mümkündür.
Tefekkür hayatımızı takip etmek istiyorsak edebi eserleri
incelemeliyiz.
Şairler ve edebiyatçılar geçmiş devirlerde toplumun en önde
gelen kişileri olarak görülüyorlardı.
Özetle, edebi eserin fikri, yazıldığı dönemin fikir hayatına
ayna tutmaktadır.
Türkler, Orta Asya’dan –ağırlıkla Batı’ya olmak üzere-
dünyanın dört bucağına yayılmış ve çeşitli milletlerle kültür alışverişinde
bulunmuşlardır. Türkler üzerinde en fazla tesiri olan kültür İslam’dır. Türkler
İslamiyet’le şahsiyetlerini buldular ve Türk dendiğinde İslam akla gelmeye
başlandı.
Türklerin Batı ile münasebeti mücadele şeklinde başlar.
Türklerin Batı’ya bakışı geçmiş dönemlerde küçümser
nitelikte olmuştur.
İslam’ın Türkler aracılığıyla yayılmakta olduğu devirlerde
Hıristiyan Batı’nın Müslümanlara verecek bir şeyi yoktu. İlerleyen devirlerde
Hıristiyan âlemindeki gelişmelere kayıtsız kalmamız özellikle 18. Yüzyıldan
sonra Türklerin –Batı karşısında- gerilemesiyle sonuçlanmıştır.
18. asırda Aziz
Efendi (öl. 1798) adlı Berlin elçisinin Fransızcadan bazı masalları
Türkçeye uyarlaması dışında, Batı’ya açılma söz konusu olmamıştır.
13. asrın askeri ve siyasi tablosu
Türklerin Batı’ya ilgisizliğine karşın, Batı özellikle
İstanbul’un fethinden itibaren Türklere karşı düşmanlık beslemektedir. Osmanlı
Devletine karşı bir hareket söz konusu olduğunda Batılı ülkeler kolayca ittifak
oluşturmuşlardır.
Kanuni’nin veziri
Lütfü Paşa’nın Âsâf-nâme’sinden itibaren her devirde devlet adamları
layihalar hazırlatmışlar fakat yönetimdeki gerileme önlenememiştir.
Kuruluş ve yükselme devrelerini tanzim eden bir bilgi ve
iman anlayışı vardır. Yükseliş devrinde din önemli bir amaçtır. Dini otorite
padişahların karşısına çıkabilen ve hatta istediğini yaptırabilen büyük bir
müessesedir. Dini otorite zamanla gerilik unsuruna dönüşür. Yükseliş devrinin
iki önemli müessesesi olan medrese ve tekke birbirine girer.
Aynı dönemde Batı, coğrafi keşifler aracılığıyla elde ettiği
hammadde ve ucuz(!) işgücü sayesinde teknikte önemli ilerlemeler kaydediyordu.
Yeni pazarlar bulmak amacıyla Osmanlı topraklarına saldırmaya başlarlar.
1699 Karlofça ve 1718 Pasarofça anlaşmalarından sonra Rusya,
askeri ve siyasi bir tehdit olarak varlığını göstermiştir. Osmanlı’nın geri
kalmışlığının farkına varması bu yolla olmuştur. Batı’ya elçiler gönderilmeye
başlanır. Bu bir uyanıştır ancak yeterli olmamıştır. 1716’da Rochefort adlı Fransız subay Osmanlı
ordusunda mühendis subaylar kıtası kurulması için taslak hazırlar. Başka bir
yabancı itfaiye teşkilatının kurulmasına ön ayak olur. Donanma alanında da
yenilikler yapılır. Fransız tarzı moda olmaya başlar. Fransız bahçe, dekorasyon
ve tanzimleri moda olur. Lale Devri’nde mimaride rokoko tarzının denendiği
yapılar dikkat çeker. Lale Devri boyunca devam eden bu gibi yenilik hareketleri
İran savaşı ve Patrona Halil
İsyanı’yla sona erer.
Batı’da 1480 yılında faaliyete geçen matbaa ancak 1727
yılında Osmanlı topraklarına ulaşabilir.
İspanya’dan gelen Yahudiler Şeyhülislam’ın izniyle 1494
yılında ilk matbaayı kurarlar ancak bu matbaada da Türkçe eser basılmasına izin
verilmez. 1567’de Ermeniler ve 1627’de de Rumlar matbaa kurarlar. 28 Mehmet
Sait Çelebi ve İbrahim Müteferrika 5 Temmuz 1927’de ilk matbaayı kurarlar.
Bizim medeniyetimiz ve edebiyatımız Batı’nın ilerleyişinin
farkında değildi. 8-11. Asırlar arasındaki müspet ilim seviyesini bile devam
ettiremiyorduk. Mutevel adlı belagat
kitabı medreselerde yüzyıllarca okutulmuş ve hiçbir değişiklik yapılmamıştır.
Fransız İhtilali
İhtilalin Osmanlı için de önemli etkileri oldu. İhtilalle
birlikte birçok imparatorluk parçalanmaya başlarken Osmanlı imparatoru 3. Selim ıslahat hareketlerine girişir.
Şehzadeliği döneminde 16. Louis ile
yazışan 3. Selim Fransız öğretmenler vasıtasıyla reform hareketlerine başlar.
Nizam-ı Cedid adında yeni ordu kurar.
Ebubekir Râtıb Efendi’yi
Viyana’ya yollar. Ebubekir Râtıb Efendi
oradaki hükûmet ve yönetim ile ilgili bir rapor hazırlar. Avrupa’nın birçok
şehrine elçiler gönderilir.
Bu dönemde ağırlıkla siyasi ve askeri konulara dikkat
edilir. Avrupa’daki ilerlemenin temeli olan bilim ve teknik göz ardı edilir.
1798-1802 yıllarında cereyan eden Türk-Fransız savaşı ile bu yenileşme
hareketleri sona erer.
Bilim alanında ihmal edilen yenileşme çalışmalarına 2. Mahmut devrinde başlanır. Bu dönemde
çok çeşitli sivil okullar açıldı. Bu okullarda Fransızca mecburi dil olarak
okutuldu.
1833 yılında
Bab-ı Ali’de tercüme odası kuruldu.
Avrupa’nın belli başkentlerinde sürekli olarak faaliyette
kalacak diplomatik memuriyetler kuruldu. Kurulan bu memuriyetlerde görev alan
insanlar daha sonraki yıllarda başlayan reform hareketlerini başlatan kimseler
oldular.
2. Mahmut
döneminde merkezi idarenin önemi arttırıldı. İlk nüfus sayımı bu dönemde
yapıldı. İlk resmi Türk gazetesini çıkarttı (Takvim-i Vekayi).
Askeriyede kıyafet değişikliği yaptırdı.
2. Mahmut’un
ölümünden sonra 1839’da tahta çıkan Abdülmecit,
babasının yolundadır. En büyük yardımcısı Bezmialem
Valide Sultan’dır. O yıllarda İngiltere’de olan Mustafa Reşit Paşa hariciye nezaretine getirilir.
1839 Tanzimat Fermanı
Fermanın esasları
Can emniyeti olacaktır. Devlet halkın ırz, namus ve malını
korumakla mükelleftir.
Askere alınma süreleri belirlenecektir.
Fermandaki önemli bir hususta vergilendirmelerdir. Devletin
korunması için vergiye ihtiyaç vardır. Tanzimat’tan önce geçerli olan iltizam
sistemi çokça suiistimal ediliyordu. Yeni düzenlemeyle herkesin gücüne göre
vergi ödemesi esası getirildi.
Hukuk alanında da önemli değişiklikle yaşandı; Fermanla
birlikte su ispatlanmadan cezalandırma yapılmayacağı, idamla cezalandırılan bir
hükümlünün malı/vasiyeti verasetle yakınlarına intikal edecektir.
Fermanla birlikte Meclis-i
Ahkâm-ı Adliyye adıyla bir komisyon kurulmasına ve bu komisyon aracılığıyla
devleti ihya edecek huşuların belirlenmesine karar verildi.
Ceza kanun-namesi tertip edilmesine karar verildi.
Rüşvetin önüne geçebilmek için bütün memurlara ihtiyaçlarına
göre maaş ödenmesi kararı alındı.
Müslüman ve Müslüman olmayanları kanun önünde eşit kabul
eden bu ferman İslami geleneğe bağlı içtihadın terk edilmesi anlamına
gelmektedir.
Tarihi boyunca azınlıkların haklarını korumaya özellikle
dikkat eden Osmanlı Devleti’nin yayınladığı bu fermanda yer alan azınlıkların
can ve mal emniyetini garantiye alan maddeler dikkat çekicidir. Fermanın
yayınlandığı tarihe kadar vuku bulmamış bir duruma karşı önlem niteliğindeki bu
maddeler azınlıkların, ilerleyen yıllarda çıkartacakları kargaşa ve terör
olaylarına karşı can ve mal güvenliklerinin bizzat isyan edecekleri iktidar
tarafından güvence altına alınacağının beyanıdır. Sadece bu nedenle Tanzimat
Fermanı’nın Osmanlı Devleti’nin kendi iradesi dışında, bir dayatma karşısında
ilan edildiğini söyleyebiliriz.
Tanzimat Fermanı’yla birlikte bütün teba kanunlar önünde
eşit kabul edildi ne var ki devletin yükünü çeken yine Müslümanlar oldu
(askerlik hizmeti gibi).
(Bir ülkenin yıkılması
için devlet eliyle kanunsuzluğun ne kadar önemli olduğunu buradan
görebiliyoruz; devlet, üzerinde yükseldiği tebaya zulmederken farklı uyrukları
kayırıp kollamalıdır ki yıkılabilsin).
Hazinenin borçlarını takip etmek ve para politikalarını
belirlemek amacıyla Osmanlı Bankası açılır.
İlk kâğıt para basılır ancak bunlar daha ziyade hazine
bonosu işlevindedir.
Faize dayalı bu tedbirler zamanla tehlike haline gelir;
sahteleri basılır, para karşılığı dolaşıma sokulur. Bu gibi nedenlerle dış
borçlanmaya gidilir.
1845 Hatt-ı Humayun’u
ile milli eğitim meclisi kurulur. Yeni okulların kurulmasına karar verilir.
Kurulan bu meclis, sürekli bir meclis-i maarif-i umumiye kurulmasını teklif
eder. Önerilen bu meclis 1847’de kurulur.
Reşit Paşa,
pozitivizmin kurucu üstadı August Comte
hayranıdır. Comte’la maktuplaşmış olan Reşit
Paşa pozitivizmin etkisi altındadır.
19. yüzyılın ilk yarısında yapılan bu yenileşme
hareketlerinin ortak gayesi, her fırsatta Osmanlı’yı yıkmak için adımlar atan
Avrupa devletlerini oyalamaktır.
Yenileşme hareketleri yanlış değildi fakat eksikti;
imparatorluk iktisadi bakımdan zor durumdaydı ve buna karşı bir tedbir
düşünülmemişti. Batı mallarının yurda girişinden sonra, yabancı ülkelerin ucuz
mallarına rağbet eden halk, yerli üreticiyi zor duruma düşürmüştür, pek çok
küçük esnaf yok olmuştur bu süreçte.
Tanzimat’tan sonra Batı’nın kültür ve medeniyeti yerine
siyasi ve iktisadi nüfuzu topraklarımıza girmiştir.
Tanzimat devrinin öncü ismi Reşit Paşa, söz sahibi olmasına rağmen kararlarını hiçbir zaman
kendi başına alamamıştır; danıştığı ve birlikte kararlar aldığı iki meclis
vardı: Encümen-i daniş ve meclis-i maarif. Bu durumu parlamenter
rejime giden yoldaki bir adım olarak değerlendirmek mümkündür.
Batılı devletlerce ıslahat kisvesi altında Devlet’e
dayatılan teklifler ve tazyikler ağırlıkla Hıristiyanların hukuk ve
imtiyazlarını genişletmek maksadındaydı. Ali Fuat Türkgeldi’nin Edvâr-ı Islahat
adlı eseri bu düşünceyi savunur.
Tanzimat’tan önce Müslümanlar ve gayri Müslümler vardı.
Tanzimat, bu ayrımı ortadan kaldırmaya çalışırken yeni bir toplum oluşturmak
gayreti içerisindedir.
1854 yılında Osmanlı ordusu Ruslar karşısında ağır bir
yenilgi alınca bunca yıl yapılan modernizasyon çalışmalarının bir işe
yaramadığı sonucuna varılır.
18 Şubat 1856 yılında Paris Antlaşması’nın ön şartı olarak
yeni bir ıslahat fermanı ilan edilir.
Yeni fermanla vergi intizamı ve 1839 fermanının kötü
uygulanan maddelerinde düzenleme yapılır. Tüm Osmanlı tebası kanun önünde eşit
kabul edilir.
1856 Islahat Fermanı
Tanzimat Fermanı’nın bir nevi teyididir.
Hıristiyanlara kendi aralarında meclis kurma hakkı tanındı.
Hıristiyanlar bu tarihten sonra dini liderlerini belirleme
ve seçmede, kendi okulları, ayin yerleri ve hastane gibi yerlerin kurulmasında
tamamen serbest bırakılıyor.
Azınlıklara inanç serbestliğinin yanında memuriyetlere
getirilme konusunda da özel haklar verildi. Azınlıkların devlete ait askeri ve
sivil okullara girmesinin önünde bir engel kalmadı.
(Kuruluş ve yükselme
devirlerinde azınlıklara mensup kimseleri Devlet alıp eğitir ve yüksek
makamlara kadar yükselmelerinin önünü açardı, Devlet’in son döneminde bu iş
Batılıların tasarrufuna devrolunmuş).
Hıristiyanlar diğer dinlere mensup kişilerle hukuki
uyuşmazlıklarında kendi aralarında muhakeme yapabilecek ve tüm azınlıklar
mahkemelerde kendi inançlarına göre yemin edebilecekler.
Askere alınmaları söz konusu olduğunda azınlıklar kendi
iradelerine göre karar alabilecekler.
Islahat Fermanı, azınlıklara verilen hakların pekiştirilip
arttırılması için ilan edilmiştir.
Fermanı, Reşit Paşa’nın yetiştirdiği Ali ve Fuad Paşa’lar
hazırlamışlardır.
Fermanın ardından 1858’de Arazi kanun-namesi ve ceza
kanun-namesi, 1860’da ticaret kanunlarının düzenlenmesi, 1861’de deniz ticareti
kanununun düzenlemesi yapılmıştır.
1859 tarihinde Batılı devletler Osmanlı Devleti’ne bir nota
verirler; gerekçesi gelişmelerin istenilen hızda olmamasıdır.
Devlet bu notaya karşılık, ilerlemenin mali sıkıntılardan
dolayı istenilen süratte yapılamadığı cevabını verir. Bu dönemde Devlet dış
borçlanmaların yanında Galata bankerlerinden de yüksek faizle borç paralar
almaktadır.
Aynı dönemde edebiyatımızda Fransız edebiyatının etkileri
gözlemlenmeye başlar.
Bu dönemin önemli bir hadisesi de Kuleli Vak’ası’dır.
Lağvedilen Yeniçerilerin isyan hareketidir. Amaç Abdülmecit’i öldürüp yerine Abdülaziz’i
getirmekti.
Ruslara karşı kazanılan Kırım Harbi ve Tuna Zaferi ıslahat
hareketlerinin meyvelerini vermesi ordunun kendi içinde güçlenmesini sağlar.
Abdülmecit’in
yerine tahta geçen Abdülaziz
döneminde yönetim Ali ve Fuad Paşa’ların kontrolündedir.
Eyalet sisteminden vilayet sistemine geçilmiştir.
Süveyş Kanalı’nın hafriyat çalışmalarına başlanması Mısır’ın
önemini arttırmış ve bu gerekçeyle Hidiv
İsmail Paşa imtiyazlar istemiştir.
1867 yılında reformların hızlandırılması için Fransızlar,
Devlet’e nota veriyor. Bunun üzerine Osmanlı tarihinde bir ilk yaşanıyor: Abdülaziz, 3. Napolyon’un davetine icabet
ederek Paris ve Londra’yı kapsayan bir seyahate çıkıyor.
Yeni Osmanlılar
bu devirde ortaya çıktı. Devlet’in içinde olduğu siyasi ve iktisadi
sıkıntıların Batılıların iştahını kabartmış olması bu gibi cemiyetlerin ortaya
çıkmasına neden olmaktaydı.
Kuleli Vak’ası’ndan sonra ortaya çıkan bu cemiyetin
Siyonistler ve Masonlar aracılığıyla teşkil edildiği düşünülebilir. Gidişattan
memnun olmayan aydınlar, meşrutiyet düşüncesinin pazarlanması yolunda
çalışmışlardır.
Yeni Osmanlılar arasında Ziya Paşa, Namık Kemal, Mahmut Nedim Paşa, Ali Suavi, Mehmed Bey, Reşad
Paşa, Şakir Paşa, Agah Efendi, Ebuzziya Tevfik ve Ayetullah Bey gibi hem aydın hem de saray mensupları vardır.
Cemiyet 1867’de bir program hazırlar. Çalışmalarına mani
olacağından endişe ettikleri Ali Paşa’yı
devirmek ve yerine Mahmut Nedim Paşa’yı
sadrazam yapmak isterler.
Ali Paşa,
durumdan haberdar olur ve cemiyeti dağıtır. Bu olaydan sonra cemiyet çok ciddi
siyasi sonuçlar sebep olur.
Hidiv olmak hayali içindeki Mustafa Fazıl Paşa, bu emeline ulaşamadığı için kırgınlık
içerisindedir. Tam bu noktada dağıtılan cemiyete arka çıkar. Şehzade Murat Efendi’de cemiyeti
korumaktadır. Cemiyetin yeni gayesi Abdülaziz’i
devirip Şehzadeyi tahta çıkarmaktır.
Cemiyet bazen Madam
Flori’nin evinde bazen de Mustafa
Fazıl Paşa’ya ait mekânlarda toplanıp darbe planları yapıyordu.
Cemiyetten bir gurup Paris’te Devlet aleyhinde yayınlar
neşredip bu yayınları ülkeye sokmaya başlar. Meşrutiyet lehinde propaganda
yapmalarına karşın Ali Paşa’nın
çabaları sonucu bu yayınlar istenilen sonuçları sağlayamaz.
1867 yılı oldukça önemlidir: Padişahın Avrupa seyahati,
Şura-i Devlet’in kurulması, yabancı devletlere gayrı menkul satın alma hakkının
verilmesi, medeni kanun için çalışmalar yapılması, mecelle cemiyetinin
kurulması, Avrupa devletlerinin yeni ıslahat projeleri hazırlayarak Bab-ı
Ali’ye baskı yapmaları bu yılın önemli olaylarıdır.
Ali ve Fuad Paşalardan sonra Mahmud Nedim Paşa ve Hüseyin Avni Paşa devlet idaresini ele
alırlar.
Abdülaziz’in
Avrupa seyahatinden sonra Mustafa Fazıl
Paşa cemiyeti himaye etmeye devam etmez ve İstanbul’a döner. Mustafa Fazıl Paşa’nın ardından Namık Kemal ve Ziya Paşa’da İstanbul’a dönerler.
Padişahla uzlaşan cemiyet aşırılık yapmama kararı alır. Buna
rağmen Namık Kemal’in İbret gazetesindeki yazıları ve sahnelediği oyunlar
yönetimi rahatsız etmeye devam eder. Vatan Yahut
Silistre piyesindeki isyana teşvik havası Namık Kemal’in Magosa’ya sürülmesine neden olur.
Ebuzziya Tevfik
ve Mithat Efendi Rodos’a, Nuri ve Hakkı Beyler Akka’ya sürülürler.
Abdülaziz’i
devirme planlarına hız verilir. Hüseyin
Avni Paşa, Rüştü Paşa ve Mithat Paşa’da bu çalışmalara dahil
olurlar.
Tanzimat döneminde
eğitim
Tanzimat’ın belli bir maarif politikası yoktur. İlköğretimin
yaygınlaşmadığı görülür. Orta öğretim sahasında mektepler açılır ve bu da
öğretmen yetiştirme mecburiyeti doğurur. Rüştiye okulunun açılmasında başarı
elde edilir. Kız okulları açılmıştır. Mühendishane, harbiye ve tıbbiye
açılıyor. Asıl gelişmeler mekteplerdeki tedrisatta olmuştur. Bu okullarda Fransızca
okutuluyordu. Hocaların büyük bir kısmı da Fransız’dı. Bu nedenle öğrencilerin
kafa yapısında değişimler yaşanıyordu. Mac
Farlane adlı bir zat 1847’de tıbbiyeyi ziyaret eder. Kadavra üzerinde
çalışan öğrencilere, bunun İslam’a uygun olup olmadığını sorduğunda
öğrencilerden Fransızca olarak “dini Galatasaray’da aramayın” cevabını alır.
Zihniyet değişimi açısından önemli gözlemlerdir bunlar.
Mecmua-i Fünûn ve
Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye’de yeni
Batılı fikirler gelişmeye başlar. 1864’de Rum, Ermeni, Katolik, Protestan,
Musevi cemaatlerinden temsilcilerinde aralarında bulunduğu Meclis-i Kebir-i Maarif kurulur.
Fransız hükumetinin tavsiyesiyle Fransız eğitim bakanı Victor Duruy, bir eğitim projesi
hazırlar. Bu projeye dayanılarak 1869’da Maarif-i
Umumiye Nizamnamesi hazırlanır.
1870’de Darülfünun
açılır. Galatasaray ve Robert Koleji açılır. Fransız, Alman, Avusturya, İngiliz
ve İtalyan’lar kendi yapılarına uygun okullar açtılar.
Osmanlı’nın son devirlerinde toplumun hemen her alanında
gayrı Müslimlerin üstün olmalarının önemli bir nedeni de bu okullardır.
Batılı siyasi ve içtimai görüşler Şinasi, Namık Kemal ve Ziya Paşa gibi edebiyatçıların
kalemleriyle daha da gelişti. Edebiyat çevreleri Batılı düşünceler
istikametinde bir efkâr-ı umumiye oluşturmaya çalışmışlardır.
Gazetelerin de fikir hayatının değişmesi ve gelişmesinde
önemli bir yeri vardır.
Resmi olmayan ilk gazete William Churchill’in Ceride-i Havadis’idir(1840). Bu gazeteyi 20
yıl kadar sonra Tercüman-ı Ahvâl ve Tasvir-i Efkâr takip eder.
Avrupa’dan gelen tiyatro guruplarının da toplumsal hayatın
değişiminde dikkate değer bir yeri vardır; tiyatro gurupları aracılığıyla
Osmanlı topraklarında farklı toplumsal yapılar ve hayatlar sergileniyordu.
Kanun-i Esasi’yi ilan etmek sözüyle Yeni Osmanlıların desteğini
arkasına alan Şehzade Murat, Abdülaziz’in halledilmesiyle tahta
çıkar. Tahta çıktıktan sonra Kanun-i Esasi’yi ilan etmekten vazgeçip cinnet
geçirir. Tahttan indirilir ve yerine 2.
Abdülhamid tahta çıkar.
Mithat Paşa
Kanun-i Esasi için acele eder ancak 2.
Abdülhamid temkinlidir. Kanuna yeni bir madde ilave eder; 113. Madde
“padişah memleket için muzır bulduğu kimseleri yurtdışına çıkarabilecektir”
şeklindedir. Namık Kemal bu maddeye
şiddetle karşı çıksa da Mithat Paşa
acele ettiği için kabul eder. 2.
Abdülhamid, Mithat Paşa’yı
sadrazam yapar. 1877’de meclis açılır. 69 üye Müslüman 46 üye gayrı Müslim’dir.
Meclisin ilk toplantısında kavga çıkmıştır. Meclisin ilk kararı Rusya ile savaş
olmuştur. Padişah bu karara karşıdır. 1876’da Sırbistan, Karadağ ve
Bulgaristan’da isyan çıkar. İsyanlar bastırılmış ve Rusya hemen ateşkes ilan
etmiştir. 1877-78 Osmanlı-Rus savaşı (93 Harbi) Devlet’in bünyesinde derin
yaralar açar. Savaşın sonunda Ruslar Yeşilköy’e kadar ilerlediler. Bunun
neticesinde padişah, Mithat Paşa’yı sadrazamlıktan azledip, Akkaya’ya sürer. Diplomatik
yollarla Ruslar çekilmeye ikna edilir. Padişah 113. Maddeyi devreye sokar,
zararlı gördüğü kişileri sürgüne gönderir. Meclisi kapatır fakat Kanun-i
Esasi’yi kaldırmaz.
2. Abdülhamid
Devleti, kendi kurduğu bir danışma meclisi ile idare eder.
Ali Suavi’yi
Galatasaray’a müdür tayin eder. Eşi İngiliz olan Ali Suavi, Üsküdar Komitesi adı verilen bir cemiyet kurar. Bu
cemiyet, Yeni Osmanlıların devamı niteliğindedir.
19 Mayıs 1878’de Basiret
gazetesinde bir yazısında ülkenin güçlüklerini ortaya koyacağım der. Ertesi gün
11 sularında Çırağan Sarayı önünde 500 kişilik bir gurup toplanır. Bunların
içinden başlarında Ali Suavi’nin
olduğu bir gurup Saray’a hücum eder. Ayaklanma bastırılır. Ali Suavi öldürülür.
5. Murat, Yunan
uyruklu Kleanti Skalyeri’yle
mektuplaşmaktadır. Çengelköy Mason locasının üstad-ı azam’ı olan Skalyeri, 2. Abdülhamid’in yerine 5.
Murat’ın tahta geçmesi yolunda kulis yapmaya başlar. Avrupa’daki mason
locaları nezdinde kıtanın önde gelen devletleriyle temasa geçer. Bir komite
kurulur ve darbe planlarına başlanır. 2.
Abdülhamid bu gelişmeleri haber alınca Skalyeri
Avrupa’ya kaçar.
Saltanatı boyunca 2.
Abdülhamid’e karşı bu tip pek çok darbe çalışması yapılır. Bu nedenle de
padişah, çok sıkı bir kontrol sistemi kurmuştur. Saltanatın ilk 10 yılı
reformlarla doludur. Padişaha yardımcı olan Küçük Sait Paşa vardır. Her ikisi için de memleketin kalkınmasının
temeli eğitimdir.
1859’da kurulan mülkiye mektebini 1877’de yeniden tanzim
eder. Taşradan gelen öğrenciler için yatılı imkânı sağlar. 1861’de mezun sayısı
31 olan okul bu dönemde 295’i yatılı olmak üzere 395 mezun verir. Tahta
çıktığında birkaç tane olan basımevlerinin sayısı 1908 yılına gelindiğinde 99’a
ulaşır. Mizancı Murat’ın 1890 tarihli
bibliyografya kitabında o devreye ait (1876-1890) basılmış kitap sayısı
4000’dir.
Ulaşım ve haberleşme alanlarında da çok önemli ilerlemeler
yaşandı. Demiryolları birkaç bin mile çıkarken imparatorluğun tamamını kaplayan
telgraf şebekesi yapıldı.
Abdülhamid’i
devirecek olanlarda yine onun açtırdığı okullarda yetişen öğrencilerdir. 1889
yılında askeri tıbbiyenin bahçesinde bir cemiyet kuruldu. İbrahim Temo, Mehmed Reşid,
Abdullah Cevdet, İshak Sükûti ve rivayete göre Bakülü Hüseyinzâde Ali bu cemiyettedir.
Bu cemiyet İstanbul’daki sivil, askeri ve tıbbi okullarda taraftar kazandı.
Cemiyet, kendilerinden önceki Yeni
Osmanlılar gibi İtalyan Carbonari
Mason derneğini örnek almıştır. Hücreler halinde örgütlenen cemiyette her üye
bulunduğu hücre içerisinde bir numara alıyordu. 1. Hücrenin üyesi İbrahim Temo’nun numarası 1/1
şeklindeydi.
Dernek üyeleri Galata Fransız postanesi aracılığıyla
Paris’teki cemiyetle haberleşiyorlardı. La
Jeune Turquie adında bir de gazete çıkarırlar. Bursa’dan Ahmet Rıza, bir sergi için gittiği
Paris’te bu cemiyete katılır. Ahmet Rıza,
Comte’un talebesiydi. 1895 yılında Meşveret gazetesini yayınlamaya
başladı. Bu gazetenin (pozitivistlerden esinlenerek kullandıkları) intizam ve
terakki şeklinde bir sloganı vardı. İstanbul’daki cemiyet muhtemelen bu tesirle
İttihat ve Terakki adını aldı.
Cemiyetin ismiyle ilgili bir diğer kaynak; masonların
progret ve union şeklindeki sloganlarıdır (gelişme ve birlik).
Ahmet Rıza,
Abdülhamid’e memleketin duruma hakkında bir layiha sunup Mısır’a gider.
Aynı dönemde yeni bir darbe girişimin olur. Abdülhamid, darbe yanlılarını sürgüne yollar. Paris, Cenevre ve
Kahire’de Abdülhamid karşıtı merkezler kurulur. Merkezler arasında çekişmeler
yaşanırken Cenevre’de bulunan Mizancı
Murat gurupların başına geçer ve Ahmet
Rıza’yla rekabet eder.
Abdülhamid, Ahmed
Celaleddin Paşa’yı Avrupa’ya gönderir. Ahmed
Celaleddin Paşa, Mizancı Murat ile
birlikte İstanbul’a döner.
Aynı dönemde damat Mahmud
Celaleddin Paşa, 2 oğluyla birlikte Avrupa’ya kaçar. Saraydan birinin
kaçması Jön Türkleri kuvvetlendirir.
Avrupa’daki Jön Türkler Prens
Sabahattin başkanlığında 4 Şubat 1902’de bir kongre yaparlar. Kongrede
propaganda ve neşriyat yapmanın yeterli olmadığını, amaçlarına ulaşabilmek için
silahlanmaları gerektiğini kararlaştırırlar. Silahlanmak için İngilizlerden
yardım isterler.
Reform için Batı’nın baskı yapması gerektiğine inanan Prens Sabahattin Teşebbüs-i Şahsi ve
Adem-i Merkeziyet Cemiyeti’ni kurar.
1906’da Avrupa’da çeşitli noktalarda ihtilal hücreleri
kurulur. 1907’de Ermeni Taşnak Cemiyeti Abdülhamid’e
karşı kuvvetlerin birleşmesi için bir kongre düzenler.
1908 İhtilali
Jön Türkler arasında fikir ayrılıkları vardı.
Âdem-i merkeziyetin temini için dini ve milli azınlıklara
birtakım haklar verilmesini isteyen liberaller vardı.
Bunların karşısında kavmiyet fikri etrafında kümeleşen
milliyetçiler vardı. Prens Sabahattin
ile Ahmet Rıza karşı karşıya gelir. Ahmet Rıza daha fazla taraftar kazanır
ve iktidara geçer.
Liberaller kendi içlerinde Ahrar, Hürriyet ve İtilaf adı
altında fırkalara ayrılırlar.
İktidara geldiklerinde bütün sorunların çözüleceğini sanan
Jön Türkler, ummadıkları bir tabloyla karşı karşıya kalırlar. Balkanlarda
karışıklıklar çıkar. Avusturya, Bosna ve Hersek’i ilhak eder. Bulgarlar
bağımsızlıklarını ilan ederler. Girit, Yunanistan’a katıldığını beyan eder.
İtalyanlar Trablusgarb’a asker çıkarır ve çok geçmeden Balkan devletleri
birleşerek Osmanlı Devleti’ne karşı savaş ilan ederler.
Gerek parti içindeki çekişmeler gerek ülke dışı siyasi
gelişmeler İttihat ve Terakki’nin prestij kaybetmesine neden oldu.
İttihat ve Terakki, 12 Nisan tarihinde bir bildiri yayınlar
ve artık gizli bir cemiyet olmadığını, siyasi bir parti olduğunu açıklar. Aynı
gece büyük bir isyan çıkar.
31 Mart Vak’ası
Başkenti saran isyanı bastırmak için Selanik’teki Hareket
Ordusu yola çıkar. İsyanı bastırır. Abdülhamid
tahttan uzaklaştırılır. Böylece merkezi otorite İslam âleminden çekilmiş olur.
Buna en çok emperyalist Batı ülkeleri sevinir. İslam âleminin başında otorite
kalmayınca, tüm İslam coğrafyası Batılılar için pazar haline gelir.
Edebiyatımızda Abdülhamid
döneminin psikolojisi hakkında bilgi veren iki kaynak; Mehmet Akif’in Süleymaniye Kürsüsünden şiiri ve Ömer Seyfettin’in Efruz Bey’i.
İmparatorluğun etrafını saran ateş çemberi İttihat ve
Terakki’yi Almanlarla yakınlaştırır.
Muhalif unsurlara karşı Divan-ı Harp kurulur. İttihat ve
Terakki iktidarı, organize zulüm mekanizması haline gelir.
Meclis içinde İmparatorluğun yıkımı odaklı tartışmalar devam
ederken İttihat ve Terakki’ye muhalif olan partiler bir çatı altında birleştiler.
İttihat ve Terakki milli değerlerden iyice uzaklaştı. 1911 yılından itibaren Ziya Gökalp’in etkisiyle, İttihat ve Terakki
partisi Turancı fikirlerin tesirine girer. Osmanlı Devleti’nin Almanlarla
yakınlaşması İngilizlerin şark siyasetinin değişmesine sebep oldu. O döneme
kadar Osmanlı’nın toprak bütünlüğünün korunmasını kendi menfaatine gören
İngilizler, bu dönemde Fransa ve Rusya ile ortak politikalar üreterek itilaf-ı
müsellesi kurdular. Karşı cephede de Almanya, Avusturya-Macaristan ve İtalya’da
ittifak-ı müsellesi kurdular.
Enver, Mithat ve Cemal Paşaların elinde olan İmparatorluk, 1. Dünya Savaşı’na girer
ve savaştan yıkımla çıkar.
Ahmet Hamdi Tanpınar’a
göre Tanzimat İdeolojileri
Medeniyet ve medeniyetçilik / Osmanlıcılık ve İslamcılık
Batıcılık ile medeniyetçilik farklı kavramlardır. Şinasi, Reşid Paşa’yı medeniyet resulü olarak telakki eder ama bu resul
maksadında başarılı olamamıştır. Edebiyatımız da yüzünü tamamen Batı’ya
dönmüştür bu dönemde.
Terakki Meselesi (Namık Kemal, İbret gazetesinde
neşredilmiştir)
…insan çalışma ile tabiat hadiselerini izah eder. Bunlar
medeni insanlardır.
Bütün medeni memleketleri dolaşmaya gerek yoktur, yalnız
Londra’da insanın yarattığı güzellikler insanın aklını başından alır. Londra’ya
âlemin örneği dense yeridir.
Bu memleket sanki medeniyet ağacı gibidir.
Londra’da biri adalet hükümlerinin cereyanını görmek isterse
ilk dikkat çeken parlamentodur.
Bir de parlamentonun kanunlarını uygulayan hakimler vardır
ki adaletten asla ayrılmazlar.
Medeni memleketlerde insan âleme, maddeye hükmetmiştir.
Tanzimat’tan sonraki fikir hareketlerinden biri de
Osmanlıcılıktır.
Osmanlıların içinde çeşitli din ve kavimlerden topluluklar
bulunur. Osmanlılar İslam dünyasını imar etmişlerdir. Bütün imkânlarını İslam
âlemi için seferber etmişlerdir.
18. asırdan sonra Devlet zayıf düşmeye başlamış ve Batılı
ülkeler Osmanlı içindeki kavimlere el atmaya başlamışlardır.
Osmanlı Devleti Rusya karşısında mağlup olmaya başladıktan
sonra içerideki kavimlerde de memnuniyetsizlikler dillendirilmeye başlandı. Ruslar
da diğer Batılı ülkeler gibi Osmanlı bünyesindeki çeşitli kavimlerin himayesini
üstlenmek peşindedir.
Tanzimat Fermanı’yla birlikte ilan olunan tüm kavimlerin
eşit sayılacağı esası Osmanlıcılık düşüncesinin ilk resmi beyannamesi olarak
kabul edilebilir.
Galatasaray ve Mekteb-i Mülkiye gibi önemli okullarda
azınlıklar için geniş kontenjanlar açılması azınlıklara verilen ayrıcalıklar
açısından önemlidir.
3. Selim
zamanından itibaren ticari imtiyaz kazanmaya başlayan azınlıklar, Osmanlı
Devleti zayıflamaya başladığında ticareti iyice kontrol altına almışlardır.
Vatan fikri de bu dönemde gelişmiştir. Kavmiyet veya din
birliği dışında, insanları bir arada tutmanın bir formülü olarak Batılı
ülkelerde olduğu gibi, dilleri ve dinleri farklı olan insanları menfaat esası çevresinde
bir arada tutmak fikriyle vatan düşüncesi gelişmeye başlar.
Tarih boyunca Allah için savaşmış olan bir ordunun vatan
fikri uğruna ne derece savaşabileceği sorusu Cevdet Paşa tarafından gündeme getirilmişse de Ali ve Fuat Paşalar
vatan fikri tesis etmek gayretine devam ettiler. Vatan fikrinin gelişmesinde Namık Kemal önemli yer tutar.
1986 yılında üyeleri azınlık unsurlardan oluşan Meclis-i
Kebir-i Maarif adında bir çeşit yüksek eğitim kurumu tesis edilir. Laik eğitim
ve Osmanlılığı teşvik eden Fransız hükumetinin tavsiyeleriyle 1867’de yeni bir
proje hazırlanır. Victor Duruye’dir.
Galatasaray’ın müfredatı bu programa göre şekillenir.
İmtizâc-ı Akvâm
(Namık Kemal)
Kavimlerin birleşmesi başlıklı bu makale Namık Kemal’in düşüncelerini özetliyor
olması bakımından önemlidir.
Lisan ve ırk bakımından farklılıkları olan çok çeşitli
milletlerin yüzyıllarca Osmanlı Devleti çatısı altında yaşamış olmalarından
dolayı Namık Kemal, din ve lisan
birliğinin olmayışının bir milletin dağılma sebebi olamayacağı kanaatine
ulaşır. Madem ki, hukuk ve menfaat bakımından eşitiz o zaman lisanımız ve
dinimiz başka diye niçin ayrılmak istiyoruz? İşte bu Namık Kemal’in Osmanlıcılık düşüncesinin dayanağıdır.
Başarılı olmak daima birlikten doğmuştur. Bize düşen her
mezhepten öğrenci alan okullar açmaktır.
Ahmet Midhat Efendi’nin
Hüsn-i İnkılap Mukaddime-i Evvel Devlet-i Âliye Tarihine Bir Nazar
Devlet-i Âliye’nin ve diğer devletlerin tarihine bakılacak
olursa görülüyor ki dünya üzerinde insanlığın şahsına layık olan ilk medeni
hükûmeti Osmanlılar kurmuşlardır. Osmanlı Devleti bir İslam devleti olarak
teşekkül etmemiştir. Daha evvel kurulmuş olan İslam devletleri dinin
kendilerine verdiği bir vazife olarak diğer insanlara adaletli davranmışlar ve
kendilerine emanet kabul etmişler ama hiçbir zaman onlarla kaynaşmamışlardır.
Türklüğün pekçok güzel ahlakı Osmanlılarda devam etmiş ve bu Bizans’ın
ahlaksızlığını bertaraf etmiştir.
İslamcılık
Batı karşısındaki yenilgilerimiz ve gerileyişimize çare
arayan münevverlerimizin bazıları bozulan müesseselerin düzeltilmesi fikrini bazıları
ise İslamcılığa sarılma fikrini önermişlerdir.
Batılıların, İslam terakkiye manidir propagandasının bazı
aydınları etkisi altına alması da İslamcılık düşüncesinin gelişmesine sebep
olmuştur. İslam düşüncesini ele alan münevverlerimiz, olaylara İslamın
penceresinden bakmaya başlamışlardır.
Yeni Osmanlılar Batılılaşma konusunda daha dikkatli olunması
gerektiğini çünkü Tanzimat’ın milli olmadığını söylüyorlardı. Tanzimat, Avrupa
ile İslam’ı karşı karşıya getiriyordu.
1834’te Meclis-i Meşayin ve Darü’l-Hikmet-i İslamiyye adlı
yeni müesseseler kuruldu. Yeni açılan rüştiye ve idadilerin müfredatları için
yeni ders kitapları kaleme alınmıştır. Bu yolla dini ilimler medrese dışına
çıkmış oluyordu. İslam mantığı ve hukuk bilgisi Türkçeleşen ders kitapları
sayesinde Batılı fikirler karşısında taraf bulmuştur.
1864 yılında Cemiyet-i Tedrisiye-i İslamiyye adlı bir
cemiyet kurulur. Halka dersler verip Darüşşafakayı açar. Bütün bunlar
İslamcılık için zemin teşkil eder.
Namık Kemal ve Ziya Paşa şeriattan yanayken Ali Suavi laiklikten yana tutum
yakınır. Ziya Paşa’nın Terkib-i Bend
ve Terci-i Bend adlı eserleri ve Endülüs Tarihi adlı çalışması edebiyatımızda
yeni bir dönem açacaktır.
İşgal altında olan Mısır, Tunus, Cezayir ve Arabistan
kıyıları, Halifenin önderliğinde kurtuluş bekliyorlardı ve bu durum da
İslamcılığın yerleşmesi için olumlu bir koşuldu.
Avrupa medeniyetinin sahip olduğu terakkinin büyük ölçüde
İslam medeniyetinden alındığına dikkat çeken Namık Kemal, körü körüne Batı’yı taklit etmenin yanlışlığını
vurgulayarak İslamcılığın ilerlemeye engel teşkil etmediğini savunur (Renan Müdafaanamesi).
Namık Kemal,
Avrupa modernizmini alıp Asya’ya yaymak ve bununla Avrupa’nın karşısına bir
kuvvet çıkarmak idealiyle İslamcılığı benimser. Celaleddin Harzemşah
piyesindeki Celal tipi onun İslamcı fikirlerinin tezahürüdür.
Cevdet Paşa,
Tanzimat döneminde yapılan reformlarda İslam hukuku ve İslam düşüncesini
savunmuştur.
Batılılaşma hareketleri devlet adamları ve ulemanın cehaleti
ve yanlış düşünceleriyle Batılı siyaset adamlarının oyunlarına alet olmaları
yüzünden başarısız olmuştur. Cevdet Paşa’ya göre Osmanlı’nın yaşaması Batı’yı
taklit etmekle ya da Batı’yı reddetmekle değil, Batı’dan alınacak taze bilgi ve
teknolojiyle maziyi ihya ederek mümkün olabilir.
Osmanlı’nın güç kaybetmeye devam ettiği son dönemlerinde
modernleşme hareketlerine devam eden bunun yanı sıra İslamcı düşünceyi de
destekleyen Abdülhamid, Celaleddin Afgani’yi İstanbul’a davet
ederek, Pan-İslamizme destek verdiğini açıkça ortaya koymuştur.
Celaleddin Afgani’nin İstanbul’a gelmesiyle birlikte Pan-İslamcı
bir kitle özellikle Rumeli ve çevresinde kalabalıklaşmıştır. Bölgede kendi
siyasi otoritesini kaybetmeye başlayan Osmanlı, bu sayede ortak bir ideal
etrafında bölge halkını elinde tutmaya çalışmıştır.
İslam medeniyetinin en ileri safhasını yaşadığı yıllarda
eserler vermiş İslam alimlerinin eserleri tercüme ettirilerek basımları
yapılmıştır.
Akyiğitzade Musa
Efendi’nin Avrupa Medeniyetine Bir Nazar adlı eseri “asri medeniyetin
temelleri Hz. Muhammed’in
hadislerindedir” sözüyle başlar. Eserde, Avrupa’yı Ortaçağ karanlığından
kurtaran İslam’dan söz edilmektedir.
Mizancı Murat’da Abdülahmid’in hilafeti altında bütün
İslam âleminin birleşmesini istemektedir. Turfanda mı Yoksa Turfa mı adlı
romanında Tanzimat sonrası neslin İslamcı ideali ile eski neslin Osmanlıcılık
düşünceleri arasındaki çatışma işlenir.
Sebilü’r-Reşad, Sırat-ı Müstakim, Ceride-i İlmiyye ve Mahfil
adlı dergiler, İslamcı düşüncenin yaygınlaşmasını sağlamışlardır.
3. Selim’den beri yenileşme hareketlerinin karşısına çıkan
gericiliğin sebeplerinin başında taassup gelir. Taassup ve bilgisizlik
ilerlemenin önündeki en ciddi engellerdir.
Mehmet Akif Ersoy
1873’de İstanbul’da doğdu. Akif, buhranlarla dolu bir devirde şiiri ile halka yol göstermek
ister. Üstünde durduğu en önemli hususlar “çalışmak” ve “eğitim”dir.
“Bilenle bilmeyen bir olur mu? Tabii ki olmaz. Biri hayvan
biri insandır.”
Akif’in vatan
selameti için önerdiği iki yol vardır:
-Müslümanların din birliği etrafında toplanmaları.
-Gayri-Müslimlerin vatan birliği etrafında toplanmaları.
Akif’in edebiyat
anlayışında sosyal fayda esastır.
Akif’in sanat
anlayışında iyiliği emretmek, kötülüğü menetmek esastır.
Şark Manzumesi adlı eseriyle İslam âleminin portresini
ortaya koyar.
Dilsiz millet gibi şivesiz dil de yaşayamaz diyen Akif, milli edebiyattan yanadır.
Türkçülük
Tarih boyunca Asya’dan Batı’ya doğru ilerlemiş olan Türklerin
tarihinde Müslümanlık önemli değişikliklere yol açtı, sahip olduğu değerleri İslam’la
sentez haline getiren Türkler, Osmanlı Devleti’yle birlikte tarihlerinin en
büyük ve ihtişamlı İmparatorluğunu kurdular.
Osmanlı Devleti’nde Milliyetçi akım daha çok Kırım Harbi
sonrasında ortaya çıkar.
Osmanlı tabiri Tanzimat’tan sonra kullanılmaya başlanmıştır.
Ahmet Vefik Paşa’nın
Lehçe-i Osmani adlı lügati, Ali Suavi’nin
Türk lehçelerinden söz eden yazıları, Ahmed
Cevdet Paşa’nın Kava’id-i Osmaniye adlı gramer kitabı ve Şemseddin Sami’nin Türkçe üzerinde
durması millileşme tesiriyledir.
Osmanlı coğrafyasında yayılan milliyetçilik ve Türkçülük
akımlarının altında, 1848 yılında Polonya’da gerçekleştirilmek istenen ancak
başarısızlıkla sonuçlanan ihtilal teşebbüsünün müsebbiplerinin Osmanlı
topraklarına sığınmış olmalarının da etkisi olduğunu söylemek mümkündür.
Türkçülük hakkındaki ilk araştırmalar Macarlar tarafından
yapılmıştır. Macar alimleri 1839 yılında İran’ın kuzeydoğusunu işaret eden
Turan sözcüğünü Orta ve Güney-doğu Asya’daki Türk topraklarını tanımlamak için
kullanırlar.
Ahmet Vefik Paşa’nın
Türklerin dillerinin Osmanlıdan ibaret olmadığını, Avrupa’dan Pasifik’e kadar uzanan
bir kavmin batı kolu olduğunu belirtmesi önemlidir.
Süleyman Paşa,
İslam öncesi Türk tarihi hakkında eser vermiştir. Süleyman Paşa ayrıca İlm-i Sarf-ı Türkî adında bir de gramer kitabı
neşretmiştir.
Şemseddin Sami
İslam öncesi Türk dilinden bahseden ilk müellifimizdir.
İlk önemli türkoloğumuz Necib
Asım’dır.
Güney Asya, Volga ve Kırım’dan dış Türklerin çalışmaları da
Türkoloji alanında önemlidir. Bunların arasında İsmail Gaspıralı, çalışmalarıyla öne çıkar. Mirza Feth Ali Ahundzade, alfabe değişikliğini öneren ilk kişidir. Turan
adında bir şiiri bulunan Hüseyinzade Ali
Bey, Ağaoğlu Ahmet ve Yusuf Akçura diğer önemli isimlerdir.
Tercüman-ı Hakikat gazetesi,
Türkçenin Arapça ve Farsçadan ayrı bir dil olduğunu ve bu nedenle gramer ve
sözlüğünün hazırlanması gerektiğinin altını çizer.
Dilde sadeleşme çabalarının da Türkçülük hareketinin
gelişmesine katkıları olmuştur.
1897 Türk-Yunan savaşı Türk şuurunun uyanmasına neden olur.
Herkes savaşa gitmek ister. Bu durum edebiyata da akseder:
Recaizade Mahmud
Ekrem – Kırmızı Mektuplar
Ali Ekrem –
Vasiyet
Halid Ziya –
Osman
Ahmet Hikmet –
Nakiye Hala
Hüseyin Cahit –
Topal
Cenap Şahabettin –
Eytan-ı Şüheda gibi eserler bu savaşın tesiriyle yazılmışlardır.
24 Aralık 1908’de İstanbul’da Türk Derneği kurulur. Derneğin
başkanı Şehzade Yusuf İzzettin Efendi’dir.
Türk dilinde görülen Türkçülüğün en önemli yayın organı Ömer Seyfettin ve Ali Canip’in Genç Kalemler adlı dergisidir. 1911 yılında
çıkmaya başlar. Ziya Gökalp’in Turan
şiir burada yayınlanmıştır. 1911 ve 1912 yılları Türkçülük akımının geliştiği
yıllardır. Ancak Trablusgarp ve Balkan savaşlarından kayıplarla çıkmamız Türkçülük
karşıtı söylemlere gerekçe olmuştur.
Hamdullah Suphi
bu dönemdeki söylevleriyle akıma destek verir.