27 Haziran 2012 Çarşamba

Tanzimattan Bu Yana Fikir Hareketleri


Tanzimattan Bu Yana Fikir Hareketleri
(1986-87 yılı ders notları, İstanbul Üniversitesi)

Fikri, edebiyattan ayıramayız.
Fikirle ideolojiyi birbirine karıştırmamak gerekir.
Sanat eserleri mutlaka bir fikrin ürünüdürler.
Bir edebiyatçının ortaya attığı fikirlerin, yaşadığı devirde bir mânâsı vardır.
Edebi eseri anlamak için devrin fikri zeminin tanımak gerekir.
Edebi eserler yoluyla da devrin fikir hayatını tanımak mümkündür.
Edebi eser, yazıldığı devrin bir nevi hafıza kaydıdır.
Tarihimiz boyunca karşılaştığımız eserler tefekkür hayatımızın kaydını ve tekamülünü sunar bize.
Divan-ü Lügat-it Türk’ün müellifi Kaşgarlı Mahmut, bu eseri Araplara Türkçe öğretmek amacıyla yazmıştır. Demek ki o devirde Türkçe, öğrenilmesi gereken bir dildi ve Türkler siyasi bakımdan ileri bir milletti. 
Fuat Köprülü’nün belirttiği gibi 15 ve 16. Asırlarda Türklerin nasıl yaşadığını bilmiyoruz. Günlük hayatları hakkında bilgimiz yok. Bunun sebebi de divan edebiyatının hiçbir şeyi açıktan açığa söylememesidir. Buna karşılık divan şiirinde dönemin fikir hayatını görmek mümkündür.
Tefekkür hayatımızı takip etmek istiyorsak edebi eserleri incelemeliyiz.
Şairler ve edebiyatçılar geçmiş devirlerde toplumun en önde gelen kişileri olarak görülüyorlardı.
Özetle, edebi eserin fikri, yazıldığı dönemin fikir hayatına ayna tutmaktadır.

Türkler, Orta Asya’dan –ağırlıkla Batı’ya olmak üzere- dünyanın dört bucağına yayılmış ve çeşitli milletlerle kültür alışverişinde bulunmuşlardır. Türkler üzerinde en fazla tesiri olan kültür İslam’dır. Türkler İslamiyet’le şahsiyetlerini buldular ve Türk dendiğinde İslam akla gelmeye başlandı.
Türklerin Batı ile münasebeti mücadele şeklinde başlar.
Türklerin Batı’ya bakışı geçmiş dönemlerde küçümser nitelikte olmuştur.
İslam’ın Türkler aracılığıyla yayılmakta olduğu devirlerde Hıristiyan Batı’nın Müslümanlara verecek bir şeyi yoktu. İlerleyen devirlerde Hıristiyan âlemindeki gelişmelere kayıtsız kalmamız özellikle 18. Yüzyıldan sonra Türklerin –Batı karşısında- gerilemesiyle sonuçlanmıştır.
18. asırda Aziz Efendi (öl. 1798) adlı Berlin elçisinin Fransızcadan bazı masalları Türkçeye uyarlaması dışında, Batı’ya açılma söz konusu olmamıştır.

13. asrın askeri ve siyasi tablosu
Türklerin Batı’ya ilgisizliğine karşın, Batı özellikle İstanbul’un fethinden itibaren Türklere karşı düşmanlık beslemektedir. Osmanlı Devletine karşı bir hareket söz konusu olduğunda Batılı ülkeler kolayca ittifak oluşturmuşlardır.
Kanuni’nin veziri Lütfü Paşa’nın Âsâf-nâme’sinden itibaren her devirde devlet adamları layihalar hazırlatmışlar fakat yönetimdeki gerileme önlenememiştir.
Kuruluş ve yükselme devrelerini tanzim eden bir bilgi ve iman anlayışı vardır. Yükseliş devrinde din önemli bir amaçtır. Dini otorite padişahların karşısına çıkabilen ve hatta istediğini yaptırabilen büyük bir müessesedir. Dini otorite zamanla gerilik unsuruna dönüşür. Yükseliş devrinin iki önemli müessesesi olan medrese ve tekke birbirine girer.
Aynı dönemde Batı, coğrafi keşifler aracılığıyla elde ettiği hammadde ve ucuz(!) işgücü sayesinde teknikte önemli ilerlemeler kaydediyordu. Yeni pazarlar bulmak amacıyla Osmanlı topraklarına saldırmaya başlarlar.
1699 Karlofça ve 1718 Pasarofça anlaşmalarından sonra Rusya, askeri ve siyasi bir tehdit olarak varlığını göstermiştir. Osmanlı’nın geri kalmışlığının farkına varması bu yolla olmuştur. Batı’ya elçiler gönderilmeye başlanır. Bu bir uyanıştır ancak yeterli olmamıştır. 1716’da Rochefort adlı Fransız subay Osmanlı ordusunda mühendis subaylar kıtası kurulması için taslak hazırlar. Başka bir yabancı itfaiye teşkilatının kurulmasına ön ayak olur. Donanma alanında da yenilikler yapılır. Fransız tarzı moda olmaya başlar. Fransız bahçe, dekorasyon ve tanzimleri moda olur. Lale Devri’nde mimaride rokoko tarzının denendiği yapılar dikkat çeker. Lale Devri boyunca devam eden bu gibi yenilik hareketleri İran savaşı ve Patrona Halil İsyanı’yla sona erer. 
Batı’da 1480 yılında faaliyete geçen matbaa ancak 1727 yılında Osmanlı topraklarına ulaşabilir.
İspanya’dan gelen Yahudiler Şeyhülislam’ın izniyle 1494 yılında ilk matbaayı kurarlar ancak bu matbaada da Türkçe eser basılmasına izin verilmez. 1567’de Ermeniler ve 1627’de de Rumlar matbaa kurarlar. 28 Mehmet Sait Çelebi ve İbrahim Müteferrika 5 Temmuz 1927’de ilk matbaayı kurarlar.
Bizim medeniyetimiz ve edebiyatımız Batı’nın ilerleyişinin farkında değildi. 8-11. Asırlar arasındaki müspet ilim seviyesini bile devam ettiremiyorduk. Mutevel adlı belagat kitabı medreselerde yüzyıllarca okutulmuş ve hiçbir değişiklik yapılmamıştır.

Fransız İhtilali
İhtilalin Osmanlı için de önemli etkileri oldu. İhtilalle birlikte birçok imparatorluk parçalanmaya başlarken Osmanlı imparatoru 3. Selim ıslahat hareketlerine girişir. Şehzadeliği döneminde 16. Louis ile yazışan 3. Selim Fransız öğretmenler vasıtasıyla reform hareketlerine başlar. Nizam-ı Cedid adında yeni ordu kurar.
Ebubekir Râtıb Efendi’yi Viyana’ya yollar. Ebubekir Râtıb Efendi oradaki hükûmet ve yönetim ile ilgili bir rapor hazırlar. Avrupa’nın birçok şehrine elçiler gönderilir.
Bu dönemde ağırlıkla siyasi ve askeri konulara dikkat edilir. Avrupa’daki ilerlemenin temeli olan bilim ve teknik göz ardı edilir. 1798-1802 yıllarında cereyan eden Türk-Fransız savaşı ile bu yenileşme hareketleri sona erer.
Bilim alanında ihmal edilen yenileşme çalışmalarına 2. Mahmut devrinde başlanır. Bu dönemde çok çeşitli sivil okullar açıldı. Bu okullarda Fransızca mecburi dil olarak okutuldu.
1833 yılında Bab-ı Ali’de tercüme odası kuruldu.
Avrupa’nın belli başkentlerinde sürekli olarak faaliyette kalacak diplomatik memuriyetler kuruldu. Kurulan bu memuriyetlerde görev alan insanlar daha sonraki yıllarda başlayan reform hareketlerini başlatan kimseler oldular.
2. Mahmut döneminde merkezi idarenin önemi arttırıldı. İlk nüfus sayımı bu dönemde yapıldı. İlk resmi Türk gazetesini çıkarttı (Takvim-i Vekayi).
Askeriyede kıyafet değişikliği yaptırdı.
2. Mahmut’un ölümünden sonra 1839’da tahta çıkan Abdülmecit, babasının yolundadır. En büyük yardımcısı Bezmialem Valide Sultan’dır. O yıllarda İngiltere’de olan Mustafa Reşit Paşa hariciye nezaretine getirilir.



















1839 Tanzimat Fermanı
Fermanın esasları
Can emniyeti olacaktır. Devlet halkın ırz, namus ve malını korumakla mükelleftir.
Askere alınma süreleri belirlenecektir.
Fermandaki önemli bir hususta vergilendirmelerdir. Devletin korunması için vergiye ihtiyaç vardır. Tanzimat’tan önce geçerli olan iltizam sistemi çokça suiistimal ediliyordu. Yeni düzenlemeyle herkesin gücüne göre vergi ödemesi esası getirildi.
Hukuk alanında da önemli değişiklikle yaşandı; Fermanla birlikte su ispatlanmadan cezalandırma yapılmayacağı, idamla cezalandırılan bir hükümlünün malı/vasiyeti verasetle yakınlarına intikal edecektir. 
Fermanla birlikte Meclis-i Ahkâm-ı Adliyye adıyla bir komisyon kurulmasına ve bu komisyon aracılığıyla devleti ihya edecek huşuların belirlenmesine karar verildi.
Ceza kanun-namesi tertip edilmesine karar verildi.
Rüşvetin önüne geçebilmek için bütün memurlara ihtiyaçlarına göre maaş ödenmesi kararı alındı.
Müslüman ve Müslüman olmayanları kanun önünde eşit kabul eden bu ferman İslami geleneğe bağlı içtihadın terk edilmesi anlamına gelmektedir.
Tarihi boyunca azınlıkların haklarını korumaya özellikle dikkat eden Osmanlı Devleti’nin yayınladığı bu fermanda yer alan azınlıkların can ve mal emniyetini garantiye alan maddeler dikkat çekicidir. Fermanın yayınlandığı tarihe kadar vuku bulmamış bir duruma karşı önlem niteliğindeki bu maddeler azınlıkların, ilerleyen yıllarda çıkartacakları kargaşa ve terör olaylarına karşı can ve mal güvenliklerinin bizzat isyan edecekleri iktidar tarafından güvence altına alınacağının beyanıdır. Sadece bu nedenle Tanzimat Fermanı’nın Osmanlı Devleti’nin kendi iradesi dışında, bir dayatma karşısında ilan edildiğini söyleyebiliriz.
Tanzimat Fermanı’yla birlikte bütün teba kanunlar önünde eşit kabul edildi ne var ki devletin yükünü çeken yine Müslümanlar oldu (askerlik hizmeti gibi).
(Bir ülkenin yıkılması için devlet eliyle kanunsuzluğun ne kadar önemli olduğunu buradan görebiliyoruz; devlet, üzerinde yükseldiği tebaya zulmederken farklı uyrukları kayırıp kollamalıdır ki yıkılabilsin).
Hazinenin borçlarını takip etmek ve para politikalarını belirlemek amacıyla Osmanlı Bankası açılır.
İlk kâğıt para basılır ancak bunlar daha ziyade hazine bonosu işlevindedir.
Faize dayalı bu tedbirler zamanla tehlike haline gelir; sahteleri basılır, para karşılığı dolaşıma sokulur. Bu gibi nedenlerle dış borçlanmaya gidilir.
1845 Hatt-ı Humayun’u ile milli eğitim meclisi kurulur. Yeni okulların kurulmasına karar verilir. Kurulan bu meclis, sürekli bir meclis-i maarif-i umumiye kurulmasını teklif eder. Önerilen bu meclis 1847’de kurulur.
Reşit Paşa, pozitivizmin kurucu üstadı August Comte hayranıdır. Comte’la maktuplaşmış olan Reşit Paşa pozitivizmin etkisi altındadır.

19. yüzyılın ilk yarısında yapılan bu yenileşme hareketlerinin ortak gayesi, her fırsatta Osmanlı’yı yıkmak için adımlar atan Avrupa devletlerini oyalamaktır.
Yenileşme hareketleri yanlış değildi fakat eksikti; imparatorluk iktisadi bakımdan zor durumdaydı ve buna karşı bir tedbir düşünülmemişti. Batı mallarının yurda girişinden sonra, yabancı ülkelerin ucuz mallarına rağbet eden halk, yerli üreticiyi zor duruma düşürmüştür, pek çok küçük esnaf yok olmuştur bu süreçte.
Tanzimat’tan sonra Batı’nın kültür ve medeniyeti yerine siyasi ve iktisadi nüfuzu topraklarımıza girmiştir.
Tanzimat devrinin öncü ismi Reşit Paşa, söz sahibi olmasına rağmen kararlarını hiçbir zaman kendi başına alamamıştır; danıştığı ve birlikte kararlar aldığı iki meclis vardı: Encümen-i daniş ve meclis-i maarif. Bu durumu parlamenter rejime giden yoldaki bir adım olarak değerlendirmek mümkündür.
Batılı devletlerce ıslahat kisvesi altında Devlet’e dayatılan teklifler ve tazyikler ağırlıkla Hıristiyanların hukuk ve imtiyazlarını genişletmek maksadındaydı. Ali Fuat Türkgeldi’nin Edvâr-ı Islahat adlı eseri bu düşünceyi savunur.
Tanzimat’tan önce Müslümanlar ve gayri Müslümler vardı. Tanzimat, bu ayrımı ortadan kaldırmaya çalışırken yeni bir toplum oluşturmak gayreti içerisindedir.
1854 yılında Osmanlı ordusu Ruslar karşısında ağır bir yenilgi alınca bunca yıl yapılan modernizasyon çalışmalarının bir işe yaramadığı sonucuna varılır.
18 Şubat 1856 yılında Paris Antlaşması’nın ön şartı olarak yeni bir ıslahat fermanı ilan edilir.
Yeni fermanla vergi intizamı ve 1839 fermanının kötü uygulanan maddelerinde düzenleme yapılır. Tüm Osmanlı tebası kanun önünde eşit kabul edilir.

1856 Islahat Fermanı
Tanzimat Fermanı’nın bir nevi teyididir.
Hıristiyanlara kendi aralarında meclis kurma hakkı tanındı.
Hıristiyanlar bu tarihten sonra dini liderlerini belirleme ve seçmede, kendi okulları, ayin yerleri ve hastane gibi yerlerin kurulmasında tamamen serbest bırakılıyor.
Azınlıklara inanç serbestliğinin yanında memuriyetlere getirilme konusunda da özel haklar verildi. Azınlıkların devlete ait askeri ve sivil okullara girmesinin önünde bir engel kalmadı.
(Kuruluş ve yükselme devirlerinde azınlıklara mensup kimseleri Devlet alıp eğitir ve yüksek makamlara kadar yükselmelerinin önünü açardı, Devlet’in son döneminde bu iş Batılıların tasarrufuna devrolunmuş).
Hıristiyanlar diğer dinlere mensup kişilerle hukuki uyuşmazlıklarında kendi aralarında muhakeme yapabilecek ve tüm azınlıklar mahkemelerde kendi inançlarına göre yemin edebilecekler.
Askere alınmaları söz konusu olduğunda azınlıklar kendi iradelerine göre karar alabilecekler.
Islahat Fermanı, azınlıklara verilen hakların pekiştirilip arttırılması için ilan edilmiştir.
Fermanı, Reşit Paşa’nın yetiştirdiği Ali ve Fuad Paşa’lar hazırlamışlardır.
Fermanın ardından 1858’de Arazi kanun-namesi ve ceza kanun-namesi, 1860’da ticaret kanunlarının düzenlenmesi, 1861’de deniz ticareti kanununun düzenlemesi yapılmıştır.

1859 tarihinde Batılı devletler Osmanlı Devleti’ne bir nota verirler; gerekçesi gelişmelerin istenilen hızda olmamasıdır.
Devlet bu notaya karşılık, ilerlemenin mali sıkıntılardan dolayı istenilen süratte yapılamadığı cevabını verir. Bu dönemde Devlet dış borçlanmaların yanında Galata bankerlerinden de yüksek faizle borç paralar almaktadır.
Aynı dönemde edebiyatımızda Fransız edebiyatının etkileri gözlemlenmeye başlar.
Bu dönemin önemli bir hadisesi de Kuleli Vak’ası’dır. Lağvedilen Yeniçerilerin isyan hareketidir. Amaç Abdülmecit’i öldürüp yerine Abdülaziz’i getirmekti.
Ruslara karşı kazanılan Kırım Harbi ve Tuna Zaferi ıslahat hareketlerinin meyvelerini vermesi ordunun kendi içinde güçlenmesini sağlar.
Abdülmecit’in yerine tahta geçen Abdülaziz döneminde yönetim Ali ve Fuad Paşa’ların kontrolündedir.
Eyalet sisteminden vilayet sistemine geçilmiştir.
Süveyş Kanalı’nın hafriyat çalışmalarına başlanması Mısır’ın önemini arttırmış ve bu gerekçeyle Hidiv İsmail Paşa imtiyazlar istemiştir.
1867 yılında reformların hızlandırılması için Fransızlar, Devlet’e nota veriyor. Bunun üzerine Osmanlı tarihinde bir ilk yaşanıyor: Abdülaziz, 3. Napolyon’un davetine icabet ederek Paris ve Londra’yı kapsayan bir seyahate çıkıyor.  
Yeni Osmanlılar bu devirde ortaya çıktı. Devlet’in içinde olduğu siyasi ve iktisadi sıkıntıların Batılıların iştahını kabartmış olması bu gibi cemiyetlerin ortaya çıkmasına neden olmaktaydı.
Kuleli Vak’ası’ndan sonra ortaya çıkan bu cemiyetin Siyonistler ve Masonlar aracılığıyla teşkil edildiği düşünülebilir. Gidişattan memnun olmayan aydınlar, meşrutiyet düşüncesinin pazarlanması yolunda çalışmışlardır.
Yeni Osmanlılar arasında Ziya Paşa, Namık Kemal, Mahmut Nedim Paşa, Ali Suavi, Mehmed Bey, Reşad Paşa, Şakir Paşa, Agah Efendi, Ebuzziya Tevfik ve Ayetullah Bey gibi hem aydın hem de saray mensupları vardır.
Cemiyet 1867’de bir program hazırlar. Çalışmalarına mani olacağından endişe ettikleri Ali Paşa’yı devirmek ve yerine Mahmut Nedim Paşa’yı sadrazam yapmak isterler.
Ali Paşa, durumdan haberdar olur ve cemiyeti dağıtır. Bu olaydan sonra cemiyet çok ciddi siyasi sonuçlar sebep olur.
Hidiv olmak hayali içindeki Mustafa Fazıl Paşa, bu emeline ulaşamadığı için kırgınlık içerisindedir. Tam bu noktada dağıtılan cemiyete arka çıkar. Şehzade Murat Efendi’de cemiyeti korumaktadır. Cemiyetin yeni gayesi Abdülaziz’i devirip Şehzadeyi tahta çıkarmaktır.
Cemiyet bazen Madam Flori’nin evinde bazen de Mustafa Fazıl Paşa’ya ait mekânlarda toplanıp darbe planları yapıyordu.
Cemiyetten bir gurup Paris’te Devlet aleyhinde yayınlar neşredip bu yayınları ülkeye sokmaya başlar. Meşrutiyet lehinde propaganda yapmalarına karşın Ali Paşa’nın çabaları sonucu bu yayınlar istenilen sonuçları sağlayamaz.
1867 yılı oldukça önemlidir: Padişahın Avrupa seyahati, Şura-i Devlet’in kurulması, yabancı devletlere gayrı menkul satın alma hakkının verilmesi, medeni kanun için çalışmalar yapılması, mecelle cemiyetinin kurulması, Avrupa devletlerinin yeni ıslahat projeleri hazırlayarak Bab-ı Ali’ye baskı yapmaları bu yılın önemli olaylarıdır.
Ali ve Fuad Paşalardan sonra Mahmud Nedim Paşa ve Hüseyin Avni Paşa devlet idaresini ele alırlar.
Abdülaziz’in Avrupa seyahatinden sonra Mustafa Fazıl Paşa cemiyeti himaye etmeye devam etmez ve İstanbul’a döner. Mustafa Fazıl Paşa’nın ardından Namık Kemal ve Ziya Paşa’da İstanbul’a dönerler.
Padişahla uzlaşan cemiyet aşırılık yapmama kararı alır. Buna rağmen Namık Kemal’in İbret gazetesindeki yazıları ve sahnelediği oyunlar yönetimi rahatsız etmeye devam eder. Vatan Yahut Silistre piyesindeki isyana teşvik havası Namık Kemal’in Magosa’ya sürülmesine neden olur.
Ebuzziya Tevfik ve Mithat Efendi Rodos’a, Nuri ve Hakkı Beyler Akka’ya sürülürler.
Abdülaziz’i devirme planlarına hız verilir. Hüseyin Avni Paşa, Rüştü Paşa ve Mithat Paşa’da bu çalışmalara dahil olurlar.

Tanzimat döneminde eğitim
Tanzimat’ın belli bir maarif politikası yoktur. İlköğretimin yaygınlaşmadığı görülür. Orta öğretim sahasında mektepler açılır ve bu da öğretmen yetiştirme mecburiyeti doğurur. Rüştiye okulunun açılmasında başarı elde edilir. Kız okulları açılmıştır. Mühendishane, harbiye ve tıbbiye açılıyor. Asıl gelişmeler mekteplerdeki tedrisatta olmuştur. Bu okullarda Fransızca okutuluyordu. Hocaların büyük bir kısmı da Fransız’dı. Bu nedenle öğrencilerin kafa yapısında değişimler yaşanıyordu. Mac Farlane adlı bir zat 1847’de tıbbiyeyi ziyaret eder. Kadavra üzerinde çalışan öğrencilere, bunun İslam’a uygun olup olmadığını sorduğunda öğrencilerden Fransızca olarak “dini Galatasaray’da aramayın” cevabını alır.   
Zihniyet değişimi açısından önemli gözlemlerdir bunlar.
Mecmua-i Fünûn ve Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye’de yeni Batılı fikirler gelişmeye başlar. 1864’de Rum, Ermeni, Katolik, Protestan, Musevi cemaatlerinden temsilcilerinde aralarında bulunduğu Meclis-i Kebir-i Maarif kurulur.
Fransız hükumetinin tavsiyesiyle Fransız eğitim bakanı Victor Duruy, bir eğitim projesi hazırlar. Bu projeye dayanılarak 1869’da Maarif-i Umumiye Nizamnamesi hazırlanır.
1870’de Darülfünun açılır. Galatasaray ve Robert Koleji açılır. Fransız, Alman, Avusturya, İngiliz ve İtalyan’lar kendi yapılarına uygun okullar açtılar.
Osmanlı’nın son devirlerinde toplumun hemen her alanında gayrı Müslimlerin üstün olmalarının önemli bir nedeni de bu okullardır.

Batılı siyasi ve içtimai görüşler Şinasi, Namık Kemal ve Ziya Paşa gibi edebiyatçıların kalemleriyle daha da gelişti. Edebiyat çevreleri Batılı düşünceler istikametinde bir efkâr-ı umumiye oluşturmaya çalışmışlardır.
Gazetelerin de fikir hayatının değişmesi ve gelişmesinde önemli bir yeri vardır.
Resmi olmayan ilk gazete William Churchill’in Ceride-i Havadis’idir(1840). Bu gazeteyi 20 yıl kadar sonra Tercüman-ı Ahvâl ve Tasvir-i Efkâr takip eder.

Avrupa’dan gelen tiyatro guruplarının da toplumsal hayatın değişiminde dikkate değer bir yeri vardır; tiyatro gurupları aracılığıyla Osmanlı topraklarında farklı toplumsal yapılar ve hayatlar sergileniyordu.
Kanun-i Esasi’yi ilan etmek sözüyle Yeni Osmanlıların desteğini arkasına alan Şehzade Murat, Abdülaziz’in halledilmesiyle tahta çıkar. Tahta çıktıktan sonra Kanun-i Esasi’yi ilan etmekten vazgeçip cinnet geçirir. Tahttan indirilir ve yerine 2. Abdülhamid tahta çıkar.

Mithat Paşa Kanun-i Esasi için acele eder ancak 2. Abdülhamid temkinlidir. Kanuna yeni bir madde ilave eder; 113. Madde “padişah memleket için muzır bulduğu kimseleri yurtdışına çıkarabilecektir” şeklindedir. Namık Kemal bu maddeye şiddetle karşı çıksa da Mithat Paşa acele ettiği için kabul eder. 2. Abdülhamid, Mithat Paşa’yı sadrazam yapar. 1877’de meclis açılır. 69 üye Müslüman 46 üye gayrı Müslim’dir. Meclisin ilk toplantısında kavga çıkmıştır. Meclisin ilk kararı Rusya ile savaş olmuştur. Padişah bu karara karşıdır. 1876’da Sırbistan, Karadağ ve Bulgaristan’da isyan çıkar. İsyanlar bastırılmış ve Rusya hemen ateşkes ilan etmiştir. 1877-78 Osmanlı-Rus savaşı (93 Harbi) Devlet’in bünyesinde derin yaralar açar. Savaşın sonunda Ruslar Yeşilköy’e kadar ilerlediler. Bunun neticesinde padişah, Mithat Paşa’yı sadrazamlıktan azledip, Akkaya’ya sürer. Diplomatik yollarla Ruslar çekilmeye ikna edilir. Padişah 113. Maddeyi devreye sokar, zararlı gördüğü kişileri sürgüne gönderir. Meclisi kapatır fakat Kanun-i Esasi’yi kaldırmaz.
2. Abdülhamid Devleti, kendi kurduğu bir danışma meclisi ile idare eder.
Ali Suavi’yi Galatasaray’a müdür tayin eder. Eşi İngiliz olan Ali Suavi, Üsküdar Komitesi adı verilen bir cemiyet kurar. Bu cemiyet, Yeni Osmanlıların devamı niteliğindedir.
19 Mayıs 1878’de Basiret gazetesinde bir yazısında ülkenin güçlüklerini ortaya koyacağım der. Ertesi gün 11 sularında Çırağan Sarayı önünde 500 kişilik bir gurup toplanır. Bunların içinden başlarında Ali Suavi’nin olduğu bir gurup Saray’a hücum eder. Ayaklanma bastırılır. Ali Suavi öldürülür.
5. Murat, Yunan uyruklu Kleanti Skalyeri’yle mektuplaşmaktadır. Çengelköy Mason locasının üstad-ı azam’ı olan Skalyeri, 2. Abdülhamid’in yerine 5. Murat’ın tahta geçmesi yolunda kulis yapmaya başlar. Avrupa’daki mason locaları nezdinde kıtanın önde gelen devletleriyle temasa geçer. Bir komite kurulur ve darbe planlarına başlanır. 2. Abdülhamid bu gelişmeleri haber alınca Skalyeri Avrupa’ya kaçar.
Saltanatı boyunca 2. Abdülhamid’e karşı bu tip pek çok darbe çalışması yapılır. Bu nedenle de padişah, çok sıkı bir kontrol sistemi kurmuştur. Saltanatın ilk 10 yılı reformlarla doludur. Padişaha yardımcı olan Küçük Sait Paşa vardır. Her ikisi için de memleketin kalkınmasının temeli eğitimdir.
1859’da kurulan mülkiye mektebini 1877’de yeniden tanzim eder. Taşradan gelen öğrenciler için yatılı imkânı sağlar. 1861’de mezun sayısı 31 olan okul bu dönemde 295’i yatılı olmak üzere 395 mezun verir. Tahta çıktığında birkaç tane olan basımevlerinin sayısı 1908 yılına gelindiğinde 99’a ulaşır. Mizancı Murat’ın 1890 tarihli bibliyografya kitabında o devreye ait (1876-1890) basılmış kitap sayısı 4000’dir.
Ulaşım ve haberleşme alanlarında da çok önemli ilerlemeler yaşandı. Demiryolları birkaç bin mile çıkarken imparatorluğun tamamını kaplayan telgraf şebekesi yapıldı.
Abdülhamid’i devirecek olanlarda yine onun açtırdığı okullarda yetişen öğrencilerdir. 1889 yılında askeri tıbbiyenin bahçesinde bir cemiyet kuruldu. İbrahim Temo, Mehmed Reşid, Abdullah Cevdet, İshak Sükûti ve rivayete göre Bakülü Hüseyinzâde Ali bu cemiyettedir. Bu cemiyet İstanbul’daki sivil, askeri ve tıbbi okullarda taraftar kazandı. Cemiyet, kendilerinden önceki Yeni Osmanlılar gibi İtalyan Carbonari Mason derneğini örnek almıştır. Hücreler halinde örgütlenen cemiyette her üye bulunduğu hücre içerisinde bir numara alıyordu. 1. Hücrenin üyesi İbrahim Temo’nun numarası 1/1 şeklindeydi.
Dernek üyeleri Galata Fransız postanesi aracılığıyla Paris’teki cemiyetle haberleşiyorlardı. La Jeune Turquie adında bir de gazete çıkarırlar. Bursa’dan Ahmet Rıza, bir sergi için gittiği Paris’te bu cemiyete katılır. Ahmet Rıza, Comte’un talebesiydi. 1895 yılında Meşveret gazetesini yayınlamaya başladı. Bu gazetenin (pozitivistlerden esinlenerek kullandıkları) intizam ve terakki şeklinde bir sloganı vardı. İstanbul’daki cemiyet muhtemelen bu tesirle İttihat ve Terakki adını aldı.
Cemiyetin ismiyle ilgili bir diğer kaynak; masonların progret ve union şeklindeki sloganlarıdır (gelişme ve birlik).
Ahmet Rıza, Abdülhamid’e memleketin duruma hakkında bir layiha sunup Mısır’a gider. Aynı dönemde yeni bir darbe girişimin olur. Abdülhamid, darbe yanlılarını sürgüne yollar. Paris, Cenevre ve Kahire’de Abdülhamid karşıtı merkezler kurulur. Merkezler arasında çekişmeler yaşanırken Cenevre’de bulunan Mizancı Murat gurupların başına geçer ve Ahmet Rıza’yla rekabet eder.
Abdülhamid, Ahmed Celaleddin Paşa’yı Avrupa’ya gönderir. Ahmed Celaleddin Paşa, Mizancı Murat ile birlikte İstanbul’a döner.
Aynı dönemde damat Mahmud Celaleddin Paşa, 2 oğluyla birlikte Avrupa’ya kaçar. Saraydan birinin kaçması Jön Türkleri kuvvetlendirir.  

Avrupa’daki Jön Türkler Prens Sabahattin başkanlığında 4 Şubat 1902’de bir kongre yaparlar. Kongrede propaganda ve neşriyat yapmanın yeterli olmadığını, amaçlarına ulaşabilmek için silahlanmaları gerektiğini kararlaştırırlar. Silahlanmak için İngilizlerden yardım isterler.
Reform için Batı’nın baskı yapması gerektiğine inanan Prens Sabahattin Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti’ni kurar.
1906’da Avrupa’da çeşitli noktalarda ihtilal hücreleri kurulur. 1907’de Ermeni Taşnak Cemiyeti Abdülhamid’e karşı kuvvetlerin birleşmesi için bir kongre düzenler.

1908 İhtilali
Jön Türkler arasında fikir ayrılıkları vardı.
Âdem-i merkeziyetin temini için dini ve milli azınlıklara birtakım haklar verilmesini isteyen liberaller vardı.
Bunların karşısında kavmiyet fikri etrafında kümeleşen milliyetçiler vardı. Prens Sabahattin ile Ahmet Rıza karşı karşıya gelir. Ahmet Rıza daha fazla taraftar kazanır ve iktidara geçer.
Liberaller kendi içlerinde Ahrar, Hürriyet ve İtilaf adı altında fırkalara ayrılırlar.
İktidara geldiklerinde bütün sorunların çözüleceğini sanan Jön Türkler, ummadıkları bir tabloyla karşı karşıya kalırlar. Balkanlarda karışıklıklar çıkar. Avusturya, Bosna ve Hersek’i ilhak eder. Bulgarlar bağımsızlıklarını ilan ederler. Girit, Yunanistan’a katıldığını beyan eder. İtalyanlar Trablusgarb’a asker çıkarır ve çok geçmeden Balkan devletleri birleşerek Osmanlı Devleti’ne karşı savaş ilan ederler.
Gerek parti içindeki çekişmeler gerek ülke dışı siyasi gelişmeler İttihat ve Terakki’nin prestij kaybetmesine neden oldu.
İttihat ve Terakki, 12 Nisan tarihinde bir bildiri yayınlar ve artık gizli bir cemiyet olmadığını, siyasi bir parti olduğunu açıklar. Aynı gece büyük bir isyan çıkar.

31 Mart Vak’ası
Başkenti saran isyanı bastırmak için Selanik’teki Hareket Ordusu yola çıkar. İsyanı bastırır. Abdülhamid tahttan uzaklaştırılır. Böylece merkezi otorite İslam âleminden çekilmiş olur. Buna en çok emperyalist Batı ülkeleri sevinir. İslam âleminin başında otorite kalmayınca, tüm İslam coğrafyası Batılılar için pazar haline gelir.
Edebiyatımızda Abdülhamid döneminin psikolojisi hakkında bilgi veren iki kaynak; Mehmet Akif’in Süleymaniye Kürsüsünden şiiri ve Ömer Seyfettin’in Efruz Bey’i.  
İmparatorluğun etrafını saran ateş çemberi İttihat ve Terakki’yi Almanlarla yakınlaştırır.
Muhalif unsurlara karşı Divan-ı Harp kurulur. İttihat ve Terakki iktidarı, organize zulüm mekanizması haline gelir.
Meclis içinde İmparatorluğun yıkımı odaklı tartışmalar devam ederken İttihat ve Terakki’ye muhalif olan partiler bir çatı altında birleştiler. İttihat ve Terakki milli değerlerden iyice uzaklaştı. 1911 yılından itibaren Ziya Gökalp’in etkisiyle, İttihat ve Terakki partisi Turancı fikirlerin tesirine girer. Osmanlı Devleti’nin Almanlarla yakınlaşması İngilizlerin şark siyasetinin değişmesine sebep oldu. O döneme kadar Osmanlı’nın toprak bütünlüğünün korunmasını kendi menfaatine gören İngilizler, bu dönemde Fransa ve Rusya ile ortak politikalar üreterek itilaf-ı müsellesi kurdular. Karşı cephede de Almanya, Avusturya-Macaristan ve İtalya’da ittifak-ı müsellesi kurdular.
Enver, Mithat ve Cemal Paşaların elinde olan İmparatorluk, 1. Dünya Savaşı’na girer ve savaştan yıkımla çıkar.

Ahmet Hamdi Tanpınar’a göre Tanzimat İdeolojileri
Medeniyet ve medeniyetçilik / Osmanlıcılık ve İslamcılık
Batıcılık ile medeniyetçilik farklı kavramlardır. Şinasi, Reşid Paşa’yı medeniyet resulü olarak telakki eder ama bu resul maksadında başarılı olamamıştır. Edebiyatımız da yüzünü tamamen Batı’ya dönmüştür bu dönemde.

Terakki Meselesi (Namık Kemal, İbret gazetesinde neşredilmiştir)
…insan çalışma ile tabiat hadiselerini izah eder. Bunlar medeni insanlardır.
Bütün medeni memleketleri dolaşmaya gerek yoktur, yalnız Londra’da insanın yarattığı güzellikler insanın aklını başından alır. Londra’ya âlemin örneği dense yeridir.
Bu memleket sanki medeniyet ağacı gibidir.
Londra’da biri adalet hükümlerinin cereyanını görmek isterse ilk dikkat çeken parlamentodur.
Bir de parlamentonun kanunlarını uygulayan hakimler vardır ki adaletten asla ayrılmazlar.
Medeni memleketlerde insan âleme, maddeye hükmetmiştir.

Tanzimat’tan sonraki fikir hareketlerinden biri de Osmanlıcılıktır.
Osmanlıların içinde çeşitli din ve kavimlerden topluluklar bulunur. Osmanlılar İslam dünyasını imar etmişlerdir. Bütün imkânlarını İslam âlemi için seferber etmişlerdir.
18. asırdan sonra Devlet zayıf düşmeye başlamış ve Batılı ülkeler Osmanlı içindeki kavimlere el atmaya başlamışlardır.
Osmanlı Devleti Rusya karşısında mağlup olmaya başladıktan sonra içerideki kavimlerde de memnuniyetsizlikler dillendirilmeye başlandı. Ruslar da diğer Batılı ülkeler gibi Osmanlı bünyesindeki çeşitli kavimlerin himayesini üstlenmek peşindedir.
Tanzimat Fermanı’yla birlikte ilan olunan tüm kavimlerin eşit sayılacağı esası Osmanlıcılık düşüncesinin ilk resmi beyannamesi olarak kabul edilebilir.
Galatasaray ve Mekteb-i Mülkiye gibi önemli okullarda azınlıklar için geniş kontenjanlar açılması azınlıklara verilen ayrıcalıklar açısından önemlidir.
3. Selim zamanından itibaren ticari imtiyaz kazanmaya başlayan azınlıklar, Osmanlı Devleti zayıflamaya başladığında ticareti iyice kontrol altına almışlardır.
Vatan fikri de bu dönemde gelişmiştir. Kavmiyet veya din birliği dışında, insanları bir arada tutmanın bir formülü olarak Batılı ülkelerde olduğu gibi, dilleri ve dinleri farklı olan insanları menfaat esası çevresinde bir arada tutmak fikriyle vatan düşüncesi gelişmeye başlar.
Tarih boyunca Allah için savaşmış olan bir ordunun vatan fikri uğruna ne derece savaşabileceği sorusu Cevdet Paşa tarafından gündeme getirilmişse de Ali ve Fuat Paşalar vatan fikri tesis etmek gayretine devam ettiler. Vatan fikrinin gelişmesinde Namık Kemal önemli yer tutar.
1986 yılında üyeleri azınlık unsurlardan oluşan Meclis-i Kebir-i Maarif adında bir çeşit yüksek eğitim kurumu tesis edilir. Laik eğitim ve Osmanlılığı teşvik eden Fransız hükumetinin tavsiyeleriyle 1867’de yeni bir proje hazırlanır. Victor Duruye’dir. Galatasaray’ın müfredatı bu programa göre şekillenir.

İmtizâc-ı Akvâm (Namık Kemal)
Kavimlerin birleşmesi başlıklı bu makale Namık Kemal’in düşüncelerini özetliyor olması bakımından önemlidir.
Lisan ve ırk bakımından farklılıkları olan çok çeşitli milletlerin yüzyıllarca Osmanlı Devleti çatısı altında yaşamış olmalarından dolayı Namık Kemal, din ve lisan birliğinin olmayışının bir milletin dağılma sebebi olamayacağı kanaatine ulaşır. Madem ki, hukuk ve menfaat bakımından eşitiz o zaman lisanımız ve dinimiz başka diye niçin ayrılmak istiyoruz? İşte bu Namık Kemal’in Osmanlıcılık düşüncesinin dayanağıdır.
Başarılı olmak daima birlikten doğmuştur. Bize düşen her mezhepten öğrenci alan okullar açmaktır.

Ahmet Midhat Efendi’nin Hüsn-i İnkılap Mukaddime-i Evvel Devlet-i Âliye Tarihine Bir Nazar
Devlet-i Âliye’nin ve diğer devletlerin tarihine bakılacak olursa görülüyor ki dünya üzerinde insanlığın şahsına layık olan ilk medeni hükûmeti Osmanlılar kurmuşlardır. Osmanlı Devleti bir İslam devleti olarak teşekkül etmemiştir. Daha evvel kurulmuş olan İslam devletleri dinin kendilerine verdiği bir vazife olarak diğer insanlara adaletli davranmışlar ve kendilerine emanet kabul etmişler ama hiçbir zaman onlarla kaynaşmamışlardır. Türklüğün pekçok güzel ahlakı Osmanlılarda devam etmiş ve bu Bizans’ın ahlaksızlığını bertaraf etmiştir.

İslamcılık
Batı karşısındaki yenilgilerimiz ve gerileyişimize çare arayan münevverlerimizin bazıları bozulan müesseselerin düzeltilmesi fikrini bazıları ise İslamcılığa sarılma fikrini önermişlerdir.
Batılıların, İslam terakkiye manidir propagandasının bazı aydınları etkisi altına alması da İslamcılık düşüncesinin gelişmesine sebep olmuştur. İslam düşüncesini ele alan münevverlerimiz, olaylara İslamın penceresinden bakmaya başlamışlardır.
Yeni Osmanlılar Batılılaşma konusunda daha dikkatli olunması gerektiğini çünkü Tanzimat’ın milli olmadığını söylüyorlardı. Tanzimat, Avrupa ile İslam’ı karşı karşıya getiriyordu.
1834’te Meclis-i Meşayin ve Darü’l-Hikmet-i İslamiyye adlı yeni müesseseler kuruldu. Yeni açılan rüştiye ve idadilerin müfredatları için yeni ders kitapları kaleme alınmıştır. Bu yolla dini ilimler medrese dışına çıkmış oluyordu. İslam mantığı ve hukuk bilgisi Türkçeleşen ders kitapları sayesinde Batılı fikirler karşısında taraf bulmuştur.
1864 yılında Cemiyet-i Tedrisiye-i İslamiyye adlı bir cemiyet kurulur. Halka dersler verip Darüşşafakayı açar. Bütün bunlar İslamcılık için zemin teşkil eder.
Namık Kemal ve Ziya Paşa şeriattan yanayken Ali Suavi laiklikten yana tutum yakınır. Ziya Paşa’nın Terkib-i Bend ve Terci-i Bend adlı eserleri ve Endülüs Tarihi adlı çalışması edebiyatımızda yeni bir dönem açacaktır.
İşgal altında olan Mısır, Tunus, Cezayir ve Arabistan kıyıları, Halifenin önderliğinde kurtuluş bekliyorlardı ve bu durum da İslamcılığın yerleşmesi için olumlu bir koşuldu.
Avrupa medeniyetinin sahip olduğu terakkinin büyük ölçüde İslam medeniyetinden alındığına dikkat çeken Namık Kemal, körü körüne Batı’yı taklit etmenin yanlışlığını vurgulayarak İslamcılığın ilerlemeye engel teşkil etmediğini savunur (Renan Müdafaanamesi).
Namık Kemal, Avrupa modernizmini alıp Asya’ya yaymak ve bununla Avrupa’nın karşısına bir kuvvet çıkarmak idealiyle İslamcılığı benimser. Celaleddin Harzemşah piyesindeki Celal tipi onun İslamcı fikirlerinin tezahürüdür.
Cevdet Paşa, Tanzimat döneminde yapılan reformlarda İslam hukuku ve İslam düşüncesini savunmuştur.
Batılılaşma hareketleri devlet adamları ve ulemanın cehaleti ve yanlış düşünceleriyle Batılı siyaset adamlarının oyunlarına alet olmaları yüzünden başarısız olmuştur. Cevdet Paşa’ya göre Osmanlı’nın yaşaması Batı’yı taklit etmekle ya da Batı’yı reddetmekle değil, Batı’dan alınacak taze bilgi ve teknolojiyle maziyi ihya ederek mümkün olabilir.
Osmanlı’nın güç kaybetmeye devam ettiği son dönemlerinde modernleşme hareketlerine devam eden bunun yanı sıra İslamcı düşünceyi de destekleyen Abdülhamid, Celaleddin Afgani’yi İstanbul’a davet ederek, Pan-İslamizme destek verdiğini açıkça ortaya koymuştur.
Celaleddin Afgani’nin İstanbul’a gelmesiyle birlikte Pan-İslamcı bir kitle özellikle Rumeli ve çevresinde kalabalıklaşmıştır. Bölgede kendi siyasi otoritesini kaybetmeye başlayan Osmanlı, bu sayede ortak bir ideal etrafında bölge halkını elinde tutmaya çalışmıştır.
İslam medeniyetinin en ileri safhasını yaşadığı yıllarda eserler vermiş İslam alimlerinin eserleri tercüme ettirilerek basımları yapılmıştır.
Akyiğitzade Musa Efendi’nin Avrupa Medeniyetine Bir Nazar adlı eseri “asri medeniyetin temelleri Hz. Muhammed’in hadislerindedir” sözüyle başlar. Eserde, Avrupa’yı Ortaçağ karanlığından kurtaran İslam’dan söz edilmektedir.
Mizancı Murat’da Abdülahmid’in hilafeti altında bütün İslam âleminin birleşmesini istemektedir. Turfanda mı Yoksa Turfa mı adlı romanında Tanzimat sonrası neslin İslamcı ideali ile eski neslin Osmanlıcılık düşünceleri arasındaki çatışma işlenir.
Sebilü’r-Reşad, Sırat-ı Müstakim, Ceride-i İlmiyye ve Mahfil adlı dergiler, İslamcı düşüncenin yaygınlaşmasını sağlamışlardır.
3. Selim’den beri yenileşme hareketlerinin karşısına çıkan gericiliğin sebeplerinin başında taassup gelir. Taassup ve bilgisizlik ilerlemenin önündeki en ciddi engellerdir.

Mehmet Akif Ersoy
1873’de İstanbul’da doğdu. Akif, buhranlarla dolu bir devirde şiiri ile halka yol göstermek ister. Üstünde durduğu en önemli hususlar “çalışmak” ve “eğitim”dir.
“Bilenle bilmeyen bir olur mu? Tabii ki olmaz. Biri hayvan biri insandır.”
Akif’in vatan selameti için önerdiği iki yol vardır:
-Müslümanların din birliği etrafında toplanmaları.
-Gayri-Müslimlerin vatan birliği etrafında toplanmaları.
Akif’in edebiyat anlayışında sosyal fayda esastır.
Akif’in sanat anlayışında iyiliği emretmek, kötülüğü menetmek esastır.
Şark Manzumesi adlı eseriyle İslam âleminin portresini ortaya koyar.
Dilsiz millet gibi şivesiz dil de yaşayamaz diyen Akif, milli edebiyattan yanadır.

Türkçülük
Tarih boyunca Asya’dan Batı’ya doğru ilerlemiş olan Türklerin tarihinde Müslümanlık önemli değişikliklere yol açtı, sahip olduğu değerleri İslam’la sentez haline getiren Türkler, Osmanlı Devleti’yle birlikte tarihlerinin en büyük ve ihtişamlı İmparatorluğunu kurdular.
Osmanlı Devleti’nde Milliyetçi akım daha çok Kırım Harbi sonrasında ortaya çıkar.
Osmanlı tabiri Tanzimat’tan sonra kullanılmaya başlanmıştır.
Ahmet Vefik Paşa’nın Lehçe-i Osmani adlı lügati, Ali Suavi’nin Türk lehçelerinden söz eden yazıları, Ahmed Cevdet Paşa’nın Kava’id-i Osmaniye adlı gramer kitabı ve Şemseddin Sami’nin Türkçe üzerinde durması millileşme tesiriyledir.
Osmanlı coğrafyasında yayılan milliyetçilik ve Türkçülük akımlarının altında, 1848 yılında Polonya’da gerçekleştirilmek istenen ancak başarısızlıkla sonuçlanan ihtilal teşebbüsünün müsebbiplerinin Osmanlı topraklarına sığınmış olmalarının da etkisi olduğunu söylemek mümkündür.
Türkçülük hakkındaki ilk araştırmalar Macarlar tarafından yapılmıştır. Macar alimleri 1839 yılında İran’ın kuzeydoğusunu işaret eden Turan sözcüğünü Orta ve Güney-doğu Asya’daki Türk topraklarını tanımlamak için kullanırlar.
Ahmet Vefik Paşa’nın Türklerin dillerinin Osmanlıdan ibaret olmadığını, Avrupa’dan Pasifik’e kadar uzanan bir kavmin batı kolu olduğunu belirtmesi önemlidir.
Süleyman Paşa, İslam öncesi Türk tarihi hakkında eser vermiştir. Süleyman Paşa ayrıca İlm-i Sarf-ı Türkî adında bir de gramer kitabı neşretmiştir.
Şemseddin Sami İslam öncesi Türk dilinden bahseden ilk müellifimizdir.
İlk önemli türkoloğumuz Necib Asım’dır.
Güney Asya, Volga ve Kırım’dan dış Türklerin çalışmaları da Türkoloji alanında önemlidir. Bunların arasında İsmail Gaspıralı, çalışmalarıyla öne çıkar. Mirza Feth Ali Ahundzade, alfabe değişikliğini öneren ilk kişidir. Turan adında bir şiiri bulunan Hüseyinzade Ali Bey, Ağaoğlu Ahmet ve Yusuf Akçura diğer önemli isimlerdir.
Tercüman-ı Hakikat gazetesi, Türkçenin Arapça ve Farsçadan ayrı bir dil olduğunu ve bu nedenle gramer ve sözlüğünün hazırlanması gerektiğinin altını çizer.  
Dilde sadeleşme çabalarının da Türkçülük hareketinin gelişmesine katkıları olmuştur.
1897 Türk-Yunan savaşı Türk şuurunun uyanmasına neden olur. Herkes savaşa gitmek ister. Bu durum edebiyata da akseder:
Recaizade Mahmud Ekrem – Kırmızı Mektuplar
Ali Ekrem – Vasiyet
Halid Ziya – Osman
Ahmet Hikmet – Nakiye Hala
Hüseyin Cahit – Topal
Cenap Şahabettin – Eytan-ı Şüheda gibi eserler bu savaşın tesiriyle yazılmışlardır.

24 Aralık 1908’de İstanbul’da Türk Derneği kurulur. Derneğin başkanı Şehzade Yusuf İzzettin Efendi’dir.
Türk dilinde görülen Türkçülüğün en önemli yayın organı Ömer Seyfettin ve Ali Canip’in Genç Kalemler adlı dergisidir. 1911 yılında çıkmaya başlar. Ziya Gökalp’in Turan şiir burada yayınlanmıştır. 1911 ve 1912 yılları Türkçülük akımının geliştiği yıllardır. Ancak Trablusgarp ve Balkan savaşlarından kayıplarla çıkmamız Türkçülük karşıtı söylemlere gerekçe olmuştur.
Hamdullah Suphi bu dönemdeki söylevleriyle akıma destek verir.