XVII. YÜZYIL TÜRK EDEBİYATI
Ünite 1
17. Yüzyılda
Tarihi ve Sosyo-Kültürel Hayat
Dönemin en belirgin özelliği siyasi ve sosyal
istikrarsızlıklardır. Bu dönemde dokuz padişah tahta çıkmış, vezirlik makamında
da 62 farklı isim yer almıştır.
Hâile-i Osmaniyye olarak adlandırılan II. Osman’ın katli, yönetimdeki
bozulmanın en net göstergesidir.
Celali isyanları sosyal hayatı olumsuz yönde
etkiledi.
IV. Murat, yaşanan olumsuzluklar karşısında 1634’ten itibaren
çok sert tedbirler almaya başladı.
IV. Murat’tan sonra tahta çıkan Sultan İbrahim, asabi, müsrif ve kararlarında tutarsız biriydi.
Samur merakı nedeniyle hazineyi çarçur etmiştir. Halkın rahatsızlığı artınca Sultan İbrahim tahttan indirilip yerine
henüz yedi yaşındaki IV. Mehmet
tahta çıkarılmıştır.
Kösem Sultan’ın başını çektiği saray entrikaları bu dönemde
çığırından çıktı. Padişahı zehirlemeye çalışan Kösem Sultan yakayı ele verince çetesiyle birlikte katledildi.
Bu dönemin sadrazamları Köprülü Mehmet Paşa ve oğlu Fazıl
Ahmet Paşa istikrar yönünde ivme kazandırmışlardır. 1683 tarihli Viyana
bozgunu ile birlikte iyi günler tarih sayfalarında yâd edilir hale geldi.
Avrupa’da yüzyıldır devam eden uzak deniz
seferleriyle birlikte sömürgecilik faaliyetleri kıtanın zenginleşmesini
sağlamış, buna paralel olarak bilim ve düşünce alanında önemli isimler ortaya
çıkmıştır. Sanat ve edebiyatta da Cervantes
ve Shakespeare bu yüzyılın öne çıkan
isimleridirler.
1609’da ilk süreli yayın (Strassburg Zeitung) yayın
hayatına başladı.
1621’de ilk İngilizce gazete basılmış; 1631’de ilk resmî gazete sayılan
“Gazzette de France” çıkarılmıştır. 1666’da ilk bilimsel dergi kabul
edilen “Journal des Savants of the
Parisian Academie” yayımlanmıştır.
Köle ticaretiyle genişleyen tarım ekonomisi ve Katoliklerle
Protestanlar arasında başlayan “Otuz Yıl Savaşları” (1618-1648) bu yüzyıla damgasını
vuran önemli olaylardır.
Kadızadeliler, XVII. yüzyılda sosyal, kültürel ve dinî alanda
gittikçe alevlenen ve devletin bünyesini de sarsan bir düşünce akımının
temsilcileri idiler. “Kadızadeliler hareketinin amacı, İslam’ı Kur’ân-ı Kerim ve Resul-i Ekrem’in sünneti dışındaki bidat sayılan unsurlardan
arındırmak ve bu anlayışı devletin bütün kademelerine yaymak olarak
nitelendirilebilir”.
IV. Murat’ın tütün yasağı getirmesi ve kahvehaneleri yıktırması
gibi kararlarının arkasında da Kadızadelilerin etkisi vardır.
Naima, Kadızadelilerin elde ettiği bu gücün zamanla
rüşveti meşrulaştırma, haksız kazanç sağlama ve makamları parayla satmaya kadar
varan bir duruma geldiğini yazmaktadır.
1656’daki Çınar
Vakası (veya Vaka-i Vakvakiyye)
adı verilen hadise ile pek çok kişi katledilerek çıkarcı, rüşvetle servet
biriktiren ve devlette kargaşa çıkaran çevrelere gözdağı verilir.
Köprülü Mehmet
Paşa Kadızadelilerin bir
fitne grubu haline geldiğini tespit ederek bu hareketin önün almıştır.
Sebk-i Hindî; Hint düşüncesi ile İran şiir geleneğinin
sentezinden oluşan bu yeni üslup, Türk edebiyatı üzerinde de etkili olmuştur.
Bu yüzyılda özellikle klasik edebiyat şairlerinin
musikiye yönelmeleri ve güfte yazmaları dikkat çekici bir durumdur.
Bu yüzyılda musiki mecmualarının yazılması da önemli
bir gelişme olarak kaydedilmelidir. Bilhassa, asıl ismi Alberto Bobowsky olan Leh asıllı Ali Ufkî Bey’in pek çok saz ve söz eserini eski Batı notası ile
kayıt altına alması çok sayıda eserin kaybolmasını önlemiş ve günümüze hazine
değerinde eserlerin ulaşmasını sağlamıştır.
XVII. YÜZYILDA
TÜRK EDEBİYATI
Bahtî
mahlasıyla daha çok dinî nitelikli şiirler söyleyen I. Ahmet, atlara olan özel ilgisinden dolayı “usta binici” anlamındaki
Farisî
mahlasını kullanan Genç Osman, Muradî
mahlaslı IV. Murat, Vefayî
mahlaslı IV. Mehmet hem padişah hem
de şair olarak sanat hayatında yer almışlardır.
Bu dönemde, eserlerindeki farklı üslup ve söyleyiş
kudretiyle öne çıkanlar şunlardır: Ganizade
Nadirî, Azmizade Haletî, Nefî, Nevizade Atayî, Şeyhülislam Bahayî, Şeyhülislam
Yahya, Riyazî, Fehim-i Kadîm, Cevrî, Nailî-i Kadîm, Nedîm-i Kadîm, Neşatî,
Mezakî, Sükkerî, Nazım, Fasih Ahmet Dede, Rasih, Ramî Mehmet Paşa, Nabî, Sabit.
Bu dönemde başlıca dört önemli üslup ve bunların
temsilcilerinden bahsedilebilir:
1. Bakî Tarzını Devam Ettiren Gelenekçiler
2. Yeni Üslup Arayışındaki Şairler
3. Hikemî ve Mahallî Tarzın Temsilcileri
4. Tasavvufi Şiir Mensupları
Bakî Tarzını
Devam Ettiren Gelenekçiler
Bakî’nin zarif, ahenkli ve nükteli gazel tarzı, XVII.
yüzyılda Şeyhülislam Yahya, Bahayî,
Mezakî ve Nedîm-i
Kadîm gibi şairler tarafından sosyal bir içerikle de zenginleştirilerek sürdürülmüştür.
Yeni Üslup
Arayışındaki Şairler
Sebk-i Hindî,
XVII. yüzyılda Fehim-i Kadim, Şehrî,
İsmetî, Nailî ve Neşatî gibi
divan şairlerini etkilemiştir. Özellikle Nailî
ve Neşatî, Hint üslubunun XVII.
yüzyıldaki en önemli temsilcileri olarak tanınır.
Hikemî ve
Mahallî Tarzın Temsilcileri
Hikemî tarzın en büyük ustası sayılan Nabî’den (1642-1712) önce Azmizade Haletî (1570-1631), “hakimane
şiir söyleme” anlayışını rubai tarzındaki ısrarıyla benimsemiş görünür.
Hakîmâne şiir söyleme anlayışı, İran edebiyatında Şevket-i Buharî ve Saib-i Tebrizî tarafından temsil edilmiştir.
XVII. yüzyılda Erzurum’da Şanî ve Abî; Urfa’da Reşîd ve Faik; Edirne’de Cahidî, İbrahim
Gülşenî ve Abdülhay
Celvetî gibi şairler, klasik
kültürle beslenen ve aruz veznini ustaca kullanan popüler şairlerdendir. Bu
şairlerden bir kısmı İstanbul’a gelerek eserlerini burada verdiği hâlde
birçoğu, kendi muhitinde yaşamayı yeğlemiştir.
Nazire mecmuası düzenleme geleneği, XVII. Yüzyılda Budinli Hisalî tarafından devam
ettirilmiştir. Onun Metaliü’n-Nezair’i
(y. 1652) ve derleyeni bilinmeyen nazire mecmuaları ile bu gelenek devam
etmiştir.
Tasavvufi Şiir
Mensupları
Halvetiliğin XVII. yüzyılda pek çok şöhretli halife
yetiştiren temsilcisi Elmalılı Ümmî
Sinan, Kutbü’l-Meani’si ve Divan’ıyla sufi şiirin önde gelen
temsilcileri arasına girmiştir.
Niyazî-i Mısrî, Ümmî Sinan’dan aldığı feyzi İbn Arabî’nin
görüşleriyle yorumlayarak tasavvuf edebiyatı içinde müstesna bir konum elde
etmiştir.
İsmail Hakkı Bursevî
(1653-1725) de bir divan tertip etmiştir (Yurtsever 2000).
XVII. yüzyıl mutasavvıf şairlerinden Sunullah Gaybî de ilahilerinde hece veznini
tercih etmekle birlikte, aruz vezniyle de şiir kaleme almıştır.
Bu dönemde pek çok mensur eser de kaleme alınmıştır.
Kâtib Çelebi’nin Düsturü’l-Amel ile
Mizanü’l-Hakk adlı eserleri dikkat çekicidir.
Koçi Bey’in, Sultan IV. Murat’a sunduğu Koçi Bey Risalesi de devlet teşkilatındaki
bozulmaları ve bunlara karşı alınacak tedbirleri konu edinmiştir.
Yüzyılın en ilgi çekici eseri, Evliya Çelebi’nin on ciltlik Seyahatname’sidir.
Devrin seyahat türünde yazılmış eserlerinden biri de
Nabî’nin Tuhfetü’l-Harameyn adlı eseridir.
Kâtib Çelebi’nin Cihannüma
adlı coğrafya kitabı, türün bu yüzyıldaki önemli örneklerindendir
Peçevî İbrahim
Efendi, Tarih-i Peçevî adlı eserinde 1520-1639 yılları arasındaki tarihî
olayları anlatmıştır.
Naima’nın kaleme aldığı Naima Tarihi’nde 1591 ile 1659 yılları arasında geçen tarihi
olaylar anlatılmaktadır. Naima Tarihi, XVII. yüzyılın sosyo-ekonomik durumunu
tahlil etmesi ve çözülme dönemiyle ilgili değerlendirmeleri bakımından önemli
bir eserdir.
Kâtib Çelebi Fezleke adlı eserinde, 1591 ile 1655 yılları arasındaki
tarihî olayları nakletmektedir.
Dönemin ünlü nasiri Veysî’nin, Sultan I. Ahmet’e sunduğu Hâbname’si ve Siyer-i Veysî
adlı eseriyle Nergisî’nin Nihalistan’ı ve Münşeat’ı genel olarak süslü ve estetik nesir örnekleri olarak
kabul edilmektedir.
Ünite 2
17. Yüzyılda
Şeyhülislam Şairler
Osmanlı toplumunda şeyhülislamlık makamına erişen
yüz otuz bir bilginden kırk dördünün şiirle meşgul olduğu söylenir.
Divan sahibi şeyhülislamlardan Kemal Paşazade, Yahya Efendi, Bahayî Efendi, Esat Efendi, İshak Efendi
ve Ataullah Efendi divan şiiri
geleneğine çok önemli katkılar sağlamış ve iz bırakabilmişlerdir.
ŞEYHÜLİSLAM
YAHYA (1553-1644)
Babası Zekeriya
Efendi, şeyhülislam makamına erişmiş bilginlerdendir. Meylî mahlasıyla şiirler
söylemiştir.
1603 tarihinde İstanbul kadılığına getirilmiştir. 1622
yılından itibaren üç kez şeyhülislamlık makamına atanmış, arada üç yıl süren
kesinti sayılmazsa ölene kadar bu makamda kalmıştır (1644).
Yahya, gazel şairidir
Divan şiirindeki yerlilik arzusu XVII. yüzyılda
Şeyhülislam Yahya tarafından temsil edilir. Şiirlerinde mahallî unsurlara yer
verir. İstanbul ve Edirne’yi anlatır. Tabiat tasvirlerine bahar, kış ve nevruz
manzaraları ekler.
Şeyhülislam
Yahya’nın en önemli eseri
divanıdır. Şeyhülislâm Yahyâ Divanı
geçen asrın başında İbnülemin Mahmut
Kemal’in sunuşuyla eski harflerle (İstanbul 1334), daha sonra iki kez yeni
harflerle basılır (Ertem 1995; Kavruk 2001). Divandan başka Yahya
Efendi’nin fetvaları, Kaside-i
Bürde’ye yazdığı Arapça tahmisi ve Kemal Paşazade’den tercüme
ettiği
Nigaristan adlı bir eseri vardır.
ŞEYHÜLİSLAM
BAHAYÎ (1595-1654)
Aile kökeni, babası yoluyla Hoca Sadettin’e, annesi tarafından ise Ebussuut Efendi’ye dayanan Mehmet
Bahayî, kazasker Abdülaziz Efendi’nin
oğludur.
1631’de Selanik, 1633’te Halep kadısı oldu. Ancak
keyif verici maddelere düşkünlüğünden dolayı Kıbrıs’a sürüldü. 1649’da şeyhülislamlığa
getirilen Bahayî, bu görevde uzun
süre kalamamıştır.
Şeyhülislam Bahayî
şairliği yanında latifeleriyle de tanınır. Şiirde Şeyhülislam
Yahya’nın etkisinde kalmış ve Yahya tarafından ona Bahayî
mahlası verilmiştir.
Bahayî Divançesi, çok beğenilmiş ve zevkle okunmuştur. Divançesinde
altı kaside, “Sakiname” ve “Niyazname” başlıklı iki küçük mesnevi, dört kıta,
iki tarih kıtası, kırk gazel ve on sekiz rubai vardır.
Ünite 3
17. Yüzyılda
Yenilik Arayışları ve Nefî
Sebk-i Hindî, dönemin şairlerinin eserlerinde
belirginleşen hayal inceliği, terkipli söyleyişlere dayalı paradoksal imgeler
ve alışılmamış bağdaştırmaların kullanımı gibi özellikleriyle bu üslubun
temsilcisi olmayan şairleri de etkiler.
Mustafa Haletî’nin
rubai söylemede, Nefî’nin ise
kaside tarzındaki ısrarı ve yenilik arayışları daha sonra yetişen
şairler tarafından fark edilerek nazire geleneği içinde karşılığını bulur.
NefÎ
Pasinler sancakbeyi Mirza Ali’nin torunu, Sarıkamış sancakbeyi Mehmet’in oğludur. Adı, Ömer;
ilk kullandığı mahlası “zararlı, zarara ait” anlamındaki Darrî’dir.
Gelibolulu
Mustafa Âlî, şaire, Nefî
(yararlı, faydaya ait) mahlasını verdi.
Şöhretinin zirvesine IV. Murat (1623-1640)
zamanında ulaştı.
Hicivleri hayatına mal oldu.
Nefî, kaside nazım şeklinde ulaştığı söyleyiş ve anlatım
ustalığıyla çağdaşlarını olduğu kadar kendisinden sonra gelenleri de
etkilemiştir. Öyle ki ondan sonra kaside söyleyen her şair Nefî Divanı’nı, hicve meyledenler de Siham-ı Kaza’yı dikkate almak zorunda kalmıştır. Nefî Divanı’nda 62 kaside yer alır.
Eserlerini hep mizacının anahtarı sayılabilecek ilk
mahlasının etkisi altında yazmıştır.
Eserleri:
Türkçe Divan: Nefî’nin en önemli eseridir. Kahire’de ve
İstanbul’da eski harflerle basılmış, çeşitli antolojilere Nefî Divanı’ndan örnekler alınmıştır.
Farsça Divan: Fazla hacimli bir eser değildir. Şairin
rubailerini (171 adet) ve “Tuhfetü’l-
Uşşak” başlıklı uzun bir mazumesini
(97 beyit) ihtiva etmesi bakımından önemlidir.
Siham-ı Kaza:
Nefî’nin en ünlü eseridir. Hicivlerinin bir araya getirildiği bu eserde, hicvin
ve mizahın bütün çeşitlerine örnek bulunabilir.
Ünite 4
Sebk-i Hindi ve
Nailî
Arapça bir sözcük olan sebk, lügatlarda “altın veya
gümüşü eritme, yayılmış hâle getirme, arıtma, süzme, akıtma ve kalıba dökme”
anlamlarıyla yer almaktadır. Bundan türetilen sebike sözcüğü de “eritilerek
kalıba dökülmüş bir parça altın veya gümüş” anlamına gelmektedir. Sebk
kelimesinin edebî terim olarak anlamı ise “ibarenin tarz ve tertibi; tarz,
üslup, şive, gidiş, yol, biçim ve usül”dür.
Hindistanlılar, Farsça vasıtasıyla İslam dinini
tanımışlardır. Fars edebiyatı, Hindistan’daki altın çağını Türk hanedanlarının egemenliğinde
yaşamıştır. Bu da tarihsel olarak İran’da Safeviler, Hindistan’da Babürlüler dönemlerine
(1526-1858) rastlar.
Sebk-i Hindî
tek koldan değil üç koldan gelişmiştir. Bu kollar; İran Kolu, Isfahan
Kolu ve İfrati Kol olarak isimlendirilmiştir.
İran Kolu, şiirin günlük hayat tecrübelerinden faydalanması
ve bütüncül bir aşk ile mutlak bir sevgiliden yararlanması düşüncesindedirler.
Bu tarzla yazan önemli isimler Hindistan’da Urfî ve Nazirî; İran’da
ise Muhteşem ve Şifayî’dir.
İsfahan Kolu, İran’dan Hindistan’a göçen şairlerce oluşturulmuştur.
Bu kol, karışık ve müphem ifadelerde aşırılığa kaçmadan aşk konusunu daha
heveskâr ve sevgiliyi daha soyut anlatımla ele almıştır. Urfî ve Saib en önemli
temsilcileridir.
Sebk-i Hindî’nin İfrati Kolu ise Hindistan’da yetişen şairlerce oluşturulmuştur.
Aşırı hayalcilik ve mazmunlarda derinleşme bu tarzın en belirgin özelliğidir. Şah Cihan zamanında Celal Esir
tarafından geliştirilmiş ve Şevket-i
Buharî, Bîdil-i Dehlevî gibi şairler tarafından devam ettirilmiştir. İfrati kolunun Türk edebiyatını daha çok etkilediği
kabul edilmektedir.
Sebk-i Hindî’nin Türk edebiyatına etkisi XVII.
yüzyılda başlar. Bunda da Nailî, Fehim, Nefî ve Nabî’nin rolü vardır. Fuat Köprülü,
bu üslubun tesirinin, özellikle XVIII. Asırda Şevket ve Saib’in
etkisiyle iki kol hâlinde yayıldığını belirtmektedir. Nedîm ve Şeyh Galip üzerinde Şevket’in; Nabî, Koca Ragıp Paşa ve
takipçilerinin üzerinde ise Saib’in
etkisi olduğunu söyler (Köprülü
2006: 379).
Türk şairlerini en çok etkileyen ve örnek alınan
şairler Saib-i Tebrizî, Şevket-i Buharî,
Urfî-yi Şi razî, Talib-i Amulî ve Kelîm-i
Kâşanî’dir. Hatta Şevket-i Buharî, İran ve Hindistan’dan
çok, Osmanlı toprakların da tanınmıştır.
Sebk-i Hindî’nin
Özellikleri
Şiirin temelinde söz ve anlam vardır. Arap edebi
yatında genellikle söz güzelliğine önem verilirken İran edebiyatında dönem dönem
sözün veya anlamın ön planda yer aldığı görülmektedir.
Hint üslubunun temsilcileri genellikle toplumun orta
sınıfından insanlardır. Mevlevilik, birçoğunun ortak paydasıdır.
Anlam
Özellikleri
Sebk-i Hindî’de diğer üsluplara göre daha girift bir
anlam söz konusudur. Bu giriftlik ise anlamdaki derinlik ve genişlikten
kaynaklanmaktadır.
Hint üslubundaki bu anlam derinliği ve giriftliği
çoğu zaman, anlaşılması zor ifadeler ortaya çıkarmıştır.
Sebk-i Hindî şiirinde anlam bu derece genişleyip derinleştikçe hayal
unsurları önem kazanmıştır.
Bu üslupta,
yaşanılan çevreden ve günlük hayattan uzaklaşılmış; insanın dış
dünyasından çok, iç dünyasına yönelinmiştir.
Sebk-i Hindî şiirinin konusu ıstıraptır.
Hint üslubundaki anlam derinliği ve hayal enginliği
eskiden beri kullanılagelen mazmunları yetersiz kılmıştır. Şiirin konusu
değişip insan ruhunun derinliklerine inildikçe, muhayyile genişledikçe yeni
mazmunlara ihtiyaç duyulmuştur.
Hint üslubunun en önemli özelliklerinden biri de
şiirde tasavvufun çok geniş bir
şekilde yer almasıdır.
Soyut kavramlar ile somut nesneler ve varlıklar
arasında ilişki kurarak imgeler oluşturmak, Hint üslubunun önemli
özelliklerindendir.
İnsan mantığını zorlayan hayal genişliği ve sınırsızlığı,
şairlerin mübalağa sanatını çok kullanmalarına sebep olmuştur.
Sebk-i Hindî şairlerinin, mübalağa sanatının yanı
sıra en çok kullandıkları sanatlardan biri de tezattır.
Sebk-i Hindî şiirinde mübalağa
ve tezat sanatının yanı sıra istiare, hüsn-i talil, telmih gibi
anlama dayalı edebî sanatlar daha sık kullanılmıştır. Böylece sözün az,
anlamın yoğun olması sağlanmıştır.
Mananın çok büyük önem kazandığı Sebk-i Hindî
şiirinde söz ikinci planda kalmıştır.
Hint tarzı şiirlerde dil; ince, nazik ve süslüdür.
Yeni hayalleri dillendirmek için şairler zincirleme
tamlamalar kullanmayı tercih etmişlerdir. Özellikle Farsça kelimelerle yapılan
zincirleme tamlamalar çok kullanılmıştır. Dil kullanımındaki bu tercihlerin
anlamın bulanıklaşmasına neden olduğu da bir gerçektir.
Nailî
Asıl adı Mustafa’dır. Babası maden kalemi
kâtiplerinden Pirî Halife’dir. Bu nedenle, Nailî’den kaynaklarda “Pîrîzade”
diye söz edilir. Nâilî, küçük yaşta anne ve babasını yitirmiş, bütün ömrü maddi
ve manevi sıkıntılarla geçmiştir.
Dönemin şair tezkirelerinde ve biyografi
kitaplarında onun şair olarak yenilikçi kişiliği ve tasavvuf konusundaki
yetkinliği vurgulanır.
Nailî’nin edebî kişiliğinin bileşenleri şu sözcüklerden oluşur: Gazel,
Sebk-i Hindî, ıstırab ve tasavvuf.
Kasidelerinde, Nefî gibi nesip yerine fahriyeyle
şiirlerine başlar.
Türk şiirinin ilk şarkı şairi kabul edilir.
Eserleri:
Tek eseri mürettep divanıdır. Şair, Divan’ını
hayattayken kendisi tertip etmiştir.
Divanı-ı Nailî, ilk defa Mısır Bulak Matbaasında basılmıştır
(1253). Haluk İpekten tarafından Nailî Divanı’nın yazma nüshaları
karşılaştırılarak hem bilimsel neşri (1970) hem de popüler baskısı (1990)
yapılmıştır.
Ünite 5
Hikemî Tarz ve
Nabî
Hikemî tarz ya da hakîmane tarz düşünceyi esas alan,
amacı düşündürmek ve öğüt vermek olan şiir tarzıdır. Şiirdeki hikemî tarz,
edebiyat açısından bakıldığında düşünceye dayalı hikmetli söz söyleme olarak da
tanımlanır.
Bir toplumun hayata bakışını, yaşama biçimini
belirleyen davranışlarla ilgili olan ahlak anlayışı, hikmetin öncelikle
ilgilendiği ana konulardandır.
Hikmet; felsefenin de ötesinde, nedenlerin bilgisi
olarak düşünüldüğünde bunun ilahî bilgi ya da nedenlerin gerçek bileninin Allah
olduğu inancıyla yakından ilgilidir.
Nabî ve tarzın diğer şairleri hikmeti daha çok Kur’an’da
kullanıldığı gibi “derin kavrayış ve bilgi, sır, ilahî sır, öğüt” vb. olarak
anlamış ve bu anlamlarda kullanmışlardır.
Telmih, tevriye, kinaye gibi özlü anlatımda önemli olan söz sanatlarıyla
birlikte irsal-i mesel kullanımı hikemî şiirde revaçtadır. Bu bağlamda
hikemî şiir için atasözü, deyim ve halk söyleyişi kullanımı önemlidir.
Hikemî şiir kavramını önce İran’da Feridüttin Attar ortaya atmıştır. XVII.
yüzyılda, hikemî şiirin İran’daki temsilcileri Şevket-i Buharî ve Saib-i Tebrizî’dir.
Ramî Mehmet Paşa, dönemin Nabî
takipçilerindendir. Başka bir şair de Sabit’tir.
Sabit’in şiirleri çoğunlukla hikemî
tarzda olup öğretici olma amacıyla söylendiği izlenimini bırakmaktadır.
Nabî yolunda yürüyenler: Seyyid Vehbî, Raşid, Samî, Asım, Münif, Koca Ragıp Paşa,
Haşmet, Fıtnat
Hanım, Sünbülzade Vehbî, Sürurî, Keçecizade İzzet Molla.
Azmizade Haletî de rubaileriyle şiirde düşünce yolunu
izlemiştir. Onun rubai türünü bu dönemde geliştirmesinde, dönemin düşünce ağırlıklı
şiir anlayışının etkisi vardır.
Nabî’den sonra onun yolunda yürüyenler arasında en
güçlü şair, on sekizinci yüzyılda yaşamış olan Koca Ragıp Paşa’dır.
Nabî
Hayriyye
adlı ünlü mesnevisinden öğrendiğimize göre Nabî’nin asıl adı Yusuf olup 1642 yılında
eski adı Ruha olan Urfa’da
doğmuş; çocukluğunu ve ilk gençliğini memleketinde geçirmiştir.
İstanbul’a gelişinden bir süre sonra, çeşitli devlet görevlerinde bulunmuştur. IV.
Mehmet’in de yakınlığını elde eden Nabî, Mustafa Paşa’yla birlikte IV.
Mehmet’in Lehistan (Polonya)
Seferi’ne katılmış ve orada Kamaniçe Kalesi’nin
fethinde bulunmuştur. Fethinden sonra Fetihname-i
Kamaniçe adlı eserini yazdığını biliyoruz. Surname adlı mesnevisini yine İstanbul’da bulunduğu dönemde
yazmıştır. Hac yolculuğu izlenimlerini Tuhfetü’l-Harameyn
adlı eserinde anlatmıştır.
Görevinden ayrıldıktan sonra etrafındaki insanların
tavır değiştirmelerinden etkilenen sanatçıya bu durum ünlü Azliyye kasidesini yazdırmıştır.
Nabî’nin yaşadığı yerler arasında en uzun süre
kaldığı şehir Halep’tir. Oğlu Hayrullah için ünlü eseri Hayriyye adlı mesnevisini ve Hayrabad’ı
Halep’te yazmış ve divanını düzenlemiştir.
Eserleri:
Nabî’nin, altısı manzum dördü mensur olmak üzere on
eseri vardır. Ancak ününü daha çok manzum eserleri yani şairliğiyle yapmıştır.
Manzum eserleri şunlardır: Türkçe Divan,
Farsça Divançe, Hayriyye, Hayrabad, Terceme-i Hadis-i Erbain ve Surname.
Türkçe Divan:
Divanın başındaki yüz beyitlik tevhid kasidesi,
şairin geniş din ve edebiyat kültürünün izlerini taşır.
Nabî, kasidelerinin çoğunun nesip bölümlerinde
alışılmış tasvir konularından farklı olarak kasideyi sunduğu kişinin tasviri ya
da tarihi bilgi ve hikemî anlatıma yer verir. Medhiyye bölümleri daha samimi bir
anlatımla yazılmış, fahriye bölümleri ise oldukça kısa tutulmuştur.
Farsça Divançe:
Yirmi altı sayfalık divançede Farsça gazelleri,
başta Mevlana, Yavuz Sultan Selim, Hafız ve Camî olmak üzere bazı şairlerin
gazellerine yazılmış tahmisler izler. Divançede yirmi dolayında tahmis
bulunmaktadır.
Hayriyye:
Halep’te 1701 tarihinde yazılmıştır. Nasihatname
türünde yazılmış olan bu didaktik mesneviyi Nabî, oğlu Ebulhayr Mehmet
için, onun hayatta izlemesi gereken yolu göstermek, ona öğüt vermek amacıyla
yazmıştır.
Hayriyye, klasik dönemdeki nasihatname türünün,
edebiyatımızda bilinen en başarılı örneği olarak tanınmıştır.
Hayrabad:
Nabî’nin Halep’te 1705 yılında yazdığı ikinci
mesnevisidir. Âşıkane konulu eser, İranlı şair Feridüttin Attar’ın İlahîname’sinden
etkilenilerek yazılmıştır.
Surname:
IV. Mehmet’in şehzadelerinin 1675 yılında Edirne’de yapılan
sünnet düğününü anlatmak için yazılmış bir mesnevidir. Edebiyatımızdaki surname türünün önde gelen
örneklerindendir.
Terceme-i Hadis-i Erbain:
İranlı şair Molla
Camî’nin Kırk Hadis Tercümesi’nin
Türkçe manzum tercümesidir.
Fetihname-i Kamaniçe:
Gazavatname türünde yazılmış mensur bir eser olup IV. Mehmet’in 1671’de yaptığı ve sefere
Musahip Mustafa Paşa’yla birlikte Nabî’nin de katıldığı Lehistan
(Polonya) Seferini, bu sefer sırasında Kamaniçe Kalesi’nin alınışını anlatır.
Tuhfetü’l-Harameyn:
Nabî’nin hac ziyareti sırasındaki yolculuk
izlenimlerini konu edinir.
Zeyl-i Siyer-i Veysî:
Veysî’nin, Hz.
Muhammed’in doğumundan Bedir Savaşı’na kadar geçirdiği dönemde yaşadığı
olayları anlattığı siyerine Nabî, Mekke’nin alınış bölümünü eklemiştir.
Münşeat:
Nabî’nin yazmış olduğu özel ve resmî mektupları
içinde bulunduran mensur eseridir. Dili, başka münşeatlarda olduğu gibi oldukça
sanatlıdır.
Gelenekselin dışında yeni şiir tarzı için gözlerini
önce İran’a çeviren Nabî, orada
kendi durgun ve akılcı mizacına uygun olan ve düşünmeyi, düşündürmeyi ön plana
alan şiiri bulmuştur. O zamanda bu tarzın İran’daki temsilcisi Tebrizli Saib’dir. Nabî, Saib’in etkisinde kalır.
Nabî’nin şiirine en çok yakışanı ariflik ya da
hakîmlik, bilgelik; yani basiretle, aklıselimle düşünme, düşündürme ve
görüneni, olup biteni değerlendirmedir.
Onun savunduğu ve değer verdiği insan tipi, hakîm
yani bilge insan tipidir. Bu tipin belirgin özellikleri ise ilahî düzeni
anlamak için gereken basirete, sağduyuya, karar ve ölçüye sahip olmaktan geçer.
Ahlak, insanın davranışlarında kendini gösterir.
Davranışların kaynağı ise karakterdir. Davranışlar iyi ve doğru davranışlar
olduğu takdirde onların kaynağı olan karakter de güzeldir.
Ünite 6
17. Yüzyıl Türk
Edebiyatında Mesnevi
Siyasi bakımdan oldukça hareketli olan bu dönemdeki
eserlerde siyasal gerginlikler yankı bulur. Mesnevilerde bir yanda dini
içerikler bir yanda da açık-saçık, eğlencelik içerikler işlenir.
Nevizade Atayî bu dönemin hamse sahibi ismidir. Hamsesinde Sakiname (Âlemnüma),
Nefhatü’l-Ezhar, Sohbetü’l-Ebkâr, Heft-Hân ve Hilyetü’l-Efkâr isimli mesneviler
yer alır.
Nergisî de mensur eserleriyle bir hamse tertip etmiştir.
Bu yüzyılda Nabî,
Sabit, Simkeşzade Feyzî ve Nadirî
de mesnevileriyle tanınır.
Sabit, Ethem ü Hüma adlı eserinin dışındaki
mesnevileriyle gündelik hayatın her türlü ayrıntısını açık saçık anlatımlarla
manzum hikâyelere dönüştürür.
XVII. yüzyıl mesnevileri:
a. Aşk konulu mesneviler
b. Temsilî mesneviler
c. Eğitici ve öğüt verici mesneviler
d. Yerli ve realist mesneviler
e. Tarihî ve destanî nitelikli mesneviler şeklinde
tasnif edilmelidir.
AŞK KONULU
MESNEVİLER
Bursalı Mustafa Hevayî,
Bağdatlı Zihnî ve Rifatî’nin Yusuf u Züleyha’sı, Faizî ve Rifatî’nin Leyla vü Mecnun’u, Fasih Dede’nin Hüsrev ü Şirin ve Mahmud u Ayaz isimli mesnevileri bu
yüzyılda klasik aşk mesnevileri arasında değerlendirilebilecek eserlerdir.
Nabî’nin Hayrabad’ı ve Sabit’in
Edhem ü Hüma’sı
(Sabit’in bu eseri, İstanbul hayatından sahnelerin ve bahar tasvirlerinin
dikkat çektiği, yerli unsurlarla zenginleştirilmiş bir aşk mesnevisidir) yeni
mesnevi konuları arasında ele alınmalıdır.
Sabit (öl. 1712)
Asıl adı Alaattin Ali’dir.
Atasözlerini, halk tabirlerini, günlük konuşma
dilinin kelime ve tabirlerini şiire taşımakla tanınır.
Sabit Divanı’nın tenkitli metni yayımlanmıştır (Karacan 1991). Sabit’in hamse
oluşturacak kadar mesnevisi vardır. Mesnevileri şunlardır: Zafername, Edhem ü Hüma, Berbername, Derename,
Amru’l-Leys.
TEMSİLİ
MESNEVİLER
Gerçek hüviyeti dışında kahramanları mecaz ve
sembollerden kurulu anlatılara temsilî veya alegorik hikâyeler ismini
veriyoruz.
Fedayî Dede’nin Mantıku’l-Esrar’ı, Feridüttin Attar’ın Mantıku’t-Tayr isimli eserinin tercümesi
niteliğindedir.
Ömer Fuadî, Attar’ın 333 beyitlik Bülbülname’sini genişleterek yazdığı
eserine Bülbüliyye
adını vermiştir.
Şanî Mehmet
Efendi’nin Gülşen-i Efkâr
isimli eseri 1800 beyitlidir.
Simkeşzade Feyzî’nin Gamze vü Dil adlı eseri tasavvufî düşünceler,
telmihler ve Halvetî tarikatının adabını dair anlatılarla örülü temsilî bir
mesnevidir.
EĞİTİCİ VE ÖĞÜT
VERİCİ MESNEVİLER
XVII. yüzyılda Osmanlı toplumunun yaşadığı siyasî ve
sosyal sıkıntıların mensur eserlere ve mesnevilere daha fazla yansıdığı görülür.
Nevizade Atayî, mesnevilerinde genellikle didaktik bir üslup
benimsemiştir.
Nefhatü’l-Ezhar’ı Nizamî’nin
Mahzenü’l-Esrar’ı ile Emir Hüsrev’in Matlau’l-Envar’ı örnek alınarak yazılmış tasavvufi
mesnevilerdendir. Eser yirmi nefha ve her nefhanın sonunda yer alan yirmi
hikâyeden oluşur. Nefhalar, mistik ve didaktik konuları içerir.
Sohbetü’l-Ebkâr, kırk sohbet ve ona uygun kırk hikâyeden oluşur. XVII.
yüzyılda ilmiyenin bozulması, rüşvet ve adam kayırmanın devlette yaptığı yıkım,
makam ve mevkilerin nasıl satıldığı bu hikâyelerde anlatılır.
Yüzyılın nasihat ve eğitim amaçlı olduğu kadar
toplumun aksayan yönlerini de eleştiren en önemli eseri Nabî’nin Hayriname olarak
da bilinen Hayriyye’sidir.
XVII. yüzyılda dinî konuları işleyen mesneviler
arasında miraçnameler yazılmıştır. Neşatî’nin,
türün en güzel örneği sayılan Hilye-i
Hakanî’yi örnek alarak yazdığı Hilye-i Enbiya’sı ve Nevizade Atayî’nin Hilyetü’l-Efkâr’ı merkeze Hz. Peygamberi alan
eserlerdir. Cevrî’nin Hilye-i Çihâryâr-ı
Güzîn adlı eserinde ise dört büyük halifenin hilyesi anlatılmıştır.
Manzum şairler tezkiresiyle de dikkati çeken Güftî’nin Hilye-i Aşere-i Mübeşşere isimli eseri bu dönemin
dikkate değer bir diğer hilyesidir.
Yüzyılın müstakil ilk miraçnamesi Muslihittin Vahyî’nin Miracu’l-Beyan
isimli eseridir. Türün diğer örneklerinden farklı olarak sufilerin tasavvuf
yolunda yaşadıkları hâl ve mertebeleri konu alır. Simkeşzade Feyzî’nin, şeyhi Abdulahad Nuri’nin isteği üzerine
yazdığını söylediği Miraçname-i Resul-i Ekrem, kâmil bir zatın
Abdulahad Nuri’ye sorduğu; “Miracın sırrı”, “Burak’ın vasfı”, “Peygamberin
nereye kadar gittiği”, “Kabe Kavseynin anlamı” gibi konularda verilen
cevapların nazma çekilmesinden oluşur.
Simkeşzade Feyzî
(1636-1691)
Başlangıçta “Simî”
mahlasını kullanan Feyzî’nin adı Hasan’dır. Eserlerinde devrine göre daha sade
bir dil kullanımını tercih etmiş, mahallî kelimelere ve deyimlere yer
vermiştir.
Cevrî, Yazıcı Salih’in Şemsiyye adlı eserini yeniden nazma çekerek Melhame adını verir. Takvim, günler,
yıldızlar, ay ve güneş tutulması gibi konuların işlendiği eser, geniş
kitlelerce okunmuştur. Şairin bir diğer mesnevisi Mart (Azer) ayından başlamak
üzere on iki ayın özelliklerinden bahsettiği Nazm-ı Niyaz’ıdır.
Manzum sözlük geleneği bu yüzyılda da devam
ettirilir. Gencî Pîr Mehmet’in 1631
yılında yazdığı Genc-i
Leal’i iki bölümden oluşur. Birinci bölümü Arapça-Türkçe, ikinci
bölümü ise Farsça-Türkçe bir sözlüktür.
Hakî Mustafa
Üsküdarî’nin Menazimü’l-Cevahir’i
Arapça-Farsça-Türkçe olarak yazılmış bir sözlüktür.
Hasan Ziyaî’nin Kân-ı Maani’si ise 716 beyit tutarında
Farsça-Türkçe bir sözlüktür
Riyazî’nin Düsturü’l-Amel’i Farsça-Türkçe ansiklopedik bir
lügat olup 1050 civarında deyim, tabir ve bazı kelimelerin özel kullanımlarına
yer verir.
Güftî’nin Teşrifatü’ş-Şuara isimli eseri Türk edebiyatının
ilk manzum şairler tezkiresidir.
YERLİ VE REALİST
MESNEVİLER
Sakinameler; işret meclislerinin anlatıldığı,
meyhane etrafında oluşan şarap, kadeh, sürahi, saki, çalgı, mutrıb gibi
kavramların bütün çağrışımlarıyla işlendiği edebî eserlerdir.
XV. yüzyılda Ahmed-i
Daî’nin ve XVI. yüzyılda Revanî’nin
oldukça başarılı örneklerini verdiği sakiname türü, XVII. yüzyılda hayli rağbet
görmüştür. Azmizade Haletî, tasavvufî
aşkın işlendiği 520 beyit tutarında bir sakiname yazmıştır. Rubaileriyle
tanınan Azmizade Haletî,
“Sakiname”sinde ilahî aşkı anlatır. Atayî’nin
II. Osman’a ithaf ettiği Âlemnüma
olarak da bilinen sakinamesi türün önemli örneklerindendir.
Şeyhülislam
Yahya da 77 beyitlik
“Sakiname”sinde mey, saki, şarap, rind, cam, sahba gibi
bezm (işret, eğlence) ile ilgili tabirleri tasavvufi
karşılıklarıyla kullanarak sembolik bir eser ortaya koymuştur. Tıflî’nin “Sakiname”si ise mensup
olduğu Bayramiye tarikatinin silsilesini konu alması açısından ilginç bir
örnektir.
Riyazî Sakiname’sinde, bir eğlence meclisini bütün
ayrıntılarıyla anlatılır.
Şehrengiz
Neşatî’nin Edirne Şehrengizi, 144 beyitlik kısa bir
mesnevidir.
Tab‘î ve Fehîm’in
İstanbul
Şehrengizleri, Gelibolulu
Vecihî’nin Gelibolu
Şehrengizi içerdikleri somut ve gerçek çevre tasvirleri ve
mesleklere dair verdiği bilgiler açısından kayda değer eserlerdir.
Sabit’in Derename adlı eseri 162 beyitten oluşan kısa bir
mesnevidir. Diğer adı Hâce Fesâd ve Söz Ebesi olan eserde sarkıntılık
ele alınır.
Sabit’in Berbername adlı eseri 93 beyit olup Çorlu’daki bir
berber çırağının başından geçenleri anlatır. Eser müstehcen teşbihler ve argo
tabirlerle doludur.
Sabit’in Amru’l-Leys adlı mesnevisi de kaba söz ve
ifadelerin kullanıldığı folklorik bir eserdir.
TARİHÎ VE
DESTANÎ NİTELİKLİ MESNEVİLER
Güftî’nin Zafername’si ve Cevrî’nin Selimname’si de tarihsel bağlamları olan
eserlerdir. Cevrî, XVI. yüzyılda İdris-i Bitlisî’nin yazdığı Selimname’yi
güncelleştirip yeniden yazmıştır. Bu asrın tarihî ve destanî özelliği olan
eserlerinden biri de Ganizade Nadirî’nin
Şehname’sidir (hem gazavatname hem de fetihname özelliği
taşır).
Ganizade Nadirî (1572-1626)
Asıl adı Mehmet’tir. Manzum ve mensur eserleri
bulunan Nadirî, Miraciyye
ve Şehname’siyle
tanınır. Divanı ve münşeatı vardır.
Ünite 7
17. Yüzyıl Türk
Edebiyatında Nesir
Nesir tarzında yazılan eser, yüksek edebî ve bediî
nitelikleri taşıyorsa buna inşa; inşa yapan,
yani edebî nesir örneği veren kişiye ise münşi
denir.
XVII. yüzyıl, nesir sahasında inşa dediğimiz estetik
nesir tarzının en yüksek düzeye ulaştığı bir dönemdir.
XVII. yüzyıl nesrinde mektup türünün önemli bir yer
tuttuğu dikkat çeker.
Bu estetik üslupta söz varlığının yaklaşık dörtte
üçü Arapça ve Farsça kelimelere dayanıyordu.
Secinin de önemli bir ses unsuru olarak kullanıldığı
bu üslupta ahenk hep ön plandadır.
MENSUR TÜRLER
Tezkireler Dışındaki Biyografi Eserleri
Bunların başında Şakayıku’n-Nu‘maniyye
çeviri ve zeyilleri gelir. Mecdî’nin
Hadayıku’l-Hakayık
adlı Şakayık tercümesine Nevizade Atayî’nin
zeyil olarak kaleme aldığı Hadayıku’l-Hakayık fî Tekmileti’ş-Şakayık,
Kanunî’den IV. Murat zamanına kadar yetişen bin civarında bilgin ve şeyhin
biyografisini içerir.
Bu yüzyılda biyografi ve bibliyografya alanında Kâtip Çelebi’nin Keşfu’z-Zünun ve
Süllemü’l-Vusul’ü gibi Arapça eserler yazılmıştır.
Baldırzade
Selisî tarafından kaleme
alınan Ravza-i
Evliya da bu asrın biyografi eserlerindendir.
Tarihler
İbrahim Peçevî, Kanunî devri başlarından IV. Murat’ın ölümüne
kadar gerçekleşen olayları anlattığı Tarih-i- Peçevî adlı eserinde, devrinde yetişen
devlet adamları, bilginler, şeyhler ve askerî sınıftan kimselerin
biyografilerine yer verir.
Hasan Beyzade
Ahmet ise geleneğe uyarak Tarih-i Âl-i Osman’ı
kaleme alır.
Karaçelebizade
Abdülaziz’in Ravzatü’l-Ebrar’ı
ise genel bir dünya tarihi olup dört bölümden oluşur.
Karaçelebizade’nin Kanunî’nin cülusundan ölümüne kadarki siyasi
olayları ve devrin vezirleri ve bilginlerinin biyografilerini kaleme aldığı Süleymanname’si,
Revan ve Bağdat fethini anlatan Tarih-i Feth-i Revan ve Bağdad’ı da bu asırda yazılan
tarih kitapları arasında yer alır.
İlk Osmanlı vakanüvisi olan Naima, altı ciltlik Tarih-i Naima’sında vezirler, bilginler ve
şeyhlerin biyografilerine de yer verir.
Abdurrahman
Hıbrî’nin Defter-i Ahbar
adlı tarihinin yanı sıra Edirne’yi tarihi, mimarisi, coğrafi yapısı,
bilginleri, devlet adamları ve şairleriyle etraflı bir şekilde anlattığı Enisü’l-Müsamirin’i
de bir şehir tarihi olarak bu yüzyılda yazılan önemli eserlerdendir.
Koçi Bey’in Risale-i Koçi Bey’i, devlet işlerindeki
bozulmaların, kaynakları ve örnekleriyle anlatıldığı layihalardan (raporlar)
oluşmaktadır.
Gazavatnameler
Ahmet bin Osman’ın Menakıb-ı Tiryaki Hasan Paşa ve Faizî’nin Hasenat-ı Hasan’ı bu yüzyılın ilk
gazavatnameleridir. Vasıtî’nin Sadrazam
Kuyucu Murat Paşa’nın Ungurus ve Bağdat seferlerini anlatan Telhisat’ı
bu dönemin kayda değer gazavatnameleridir.
Münşeat Mecmuaları
Veysî, devlet adamlarına çeşitli nedenlerle yazdığı
tebrikleri, istidanameleri (dilekçe), kimi dostları ile mektuplaşmalarını Münşeat
adı altında bir araya getirmiştir.
Nabî’nin Münşeat’ı onun hayatı boyunca yazdığı tebrik,
teşekkür, arîza (bir istek, talep bildiren mektup) konulu çeşitli
mektuplarından oluşan bir mecmuadır.
Okçuzade Mehmet
Şahî de Münşeat Mecmuası
sahibidir.
Süheylî mahlasıyla şiirler de söyleyen Ahmet Hemdemi Çelebi de başkalarının yazdığı mektup örneklerini
derleyerek bir münşeat hazırlamıştır.
Seyahatnameler
Evliya Çelebi’nin 10 ciltlik seyahatnamesi ve Nabî’nin Tuhfetü’l-Harameyn’i, bu yüzyılın
eserleridir.
Surnameler
Abdî’nin Surname-i Muhammed bin İbrahim Han veya Vakayiname-i Sur-ı
Hümayun gibi farklı isimlerle tanınan eseri IV. Mehmet’in
şehzadeleri Mustafa ve Ahmet için yapılan sünnet düğünü ile kızı Hatice
Sultan’ın düğününü anlatmaktadır.
Sefaretnameler
Kara Mehmet Paşa’nın 1665 yılında sefir (elçi) olarak Avusturya’ya
gidişinde yaşadıklarını ayrıntılı olarak anlattığı Viyana Sefaretnamesi, bir sonraki
asırda yaygınlaşacak olan türün ilk ve bu yüzyılın tek örneğidir.
Şerhler
Ankaralı İsmail
Rusuhî’nin Fatihü’l-Ebyat
adlı şerhiyle Sarı Abdullah’ın
Cevahir-i
Bevahir-i Mesnevi adlı eseri ilgi
çeken Mesnevi şerhleridir.
Diğer Türler /
Eserler
Kefeli Hüseyin’in mensur biyografilerden ve tefeül (fal bakma)
hikâyelerinden oluşan Razname’si ile Süheylî Ahmet Çelebi’nin anlattığı
mensur hikâyeleri içeren Acaibü’l- Mesair ve
Garaibü’n-Nevadir’i de XVII. yüzyıl Osmanlı nesrinin önemli
eserleridir.
ESTETİK NESRİN
İKİ ÖNEMLİ TEMSİLCİSİ: VEYSÎ VE NERGİSÎ
Ziya Paşa “Şiir ve İnşa”
başlıklı makalesinde Münşeat-ı Feridun’da,
Veysî ile Nergisî’nin eserlerinde ve bu tür diğer eserlerde üçte bir oranında
bile Türkçe kelime bulunmadığından, sıradan bir konuyu anlatırken dahi belagat
gösterilerine başvurulduğundan, sırf sanatlı olsun diye karışık ve zincirleme
tamlamalar kullanıldığından yakınır.
Veysî (1561-1628)
Asıl adı Üveys’tir.
Kadı Mehmet Efendi’nin oğlu ve şair Makalî’nin
yeğenidir.
Eserleri
Siyer-i
Veysî
(Dürretü’t-tâc fî Sîreti Sâhibi Mi‘râc):
Hz. Peygamber’in Bedir Savaşı’na kadarki hayatını anlatır. Esere Nabî, Zeyl-i Siyer-i Veysî adında bir zeyil yazmıştır.
Hâbname (Vakıaname): Ağır bir dile sahip olmasına rağmen estetik açıdan
güzel ve orijinal bir eserdir. Bir tür siyasetnamedir.
Nergisî (ö. 1635)
Saraybosna’da doğan Nergisî’nin asıl adı Mehmet’tir.
Saraybosna’da doğan Nergisî’nin asıl adı Mehmet’tir.
Eserleri
En meşhur eseri Hamse’sidir. Nihalistan, İksir-i Saadet, Meşakku’l-Uşşak,
Kanunu’r-Reşad ve Gazavat-ı Mesleme’den oluşan eser, mensur
eserlerden tertip edilen ilk hamse örneğidir.
Nihalistan: Cömertlik, aşk, ibret verici olaylar,
konukseverlik ve tövbekârlık konularına ayrılmış “nihâl” adı verilen beş ana
bölümde toplanmış yirmi beş hikâyeden oluşan bir eserdir
Meşakku’l-Uşşak: Biri bizzat Nergisî’nin başından geçen on gerçekçi
aşk hikâyesinden oluşur (Selçuk 2009).
Şeyhülislam
Yahya Efendi’ye ithaf ettiği Münşeat’ı
da oldukça önemlidir.
Nergisî’nin ifadeleri, Veysî’ye
oranla biraz daha tumturaklıdır ama anlam kapalı değildir.
Evliya Çelebi (1611-1684?)
10 Muharrem 1020 günü (25 Mart 1611) İstanbul’un
Unkapanı semtinde doğmuştur.
Saray-ı Hümayun kuyumcubaşısı Derviş Mehmet Zıllî
Efendi’nin oğludur.
Evliya Çelebi’de seyahat merakı bir rüya motifiyle
temellendirir. Şöyle ki rüyasında İstanbul’da bir camide Hz. Peygamber’i
kalabalık bir cemaat arasında görür. Heyecanla elini öperken ondan şefaat
dileyecek yerde heyecanla “Seyahat ya Resulallah!” der. Hz. Muhammet de gülerek
onu seyahatin yanı sıra şefaat ve ziyaretle müjdeler.
İstanbul dışına ilk seyahatini Bursa’ya yapar.
Uzak ilk seyahati ise Trabzon’adır.
Azak Kalesi’nin geri alınması için yapılan sefere
katılarak Kırım’a geçer.
Girit seferine katılır.
Şuşik Seferi’ne katılmıştır.
Tebriz, Bakü, Tiflis, Revan ve Gümüşhane’yi dolaşır.
Şam’a giden Evliya Çelebi, buradan Suriye ve
Filistin’in birçok şehrini gezer.
Rusçuk, Silistre ve Babadağı illerini gezer.
Sofya’ya gitmiş ve bu esnada bütün Rumeli’yi
dolaşmıştır.
Avusturya seferine katılır.
Belgrat’a döndükten sonra Hersek’e ve ardından
Macaristan’a geçer.
Danimarka, Hollanda ve Branderburg’u gezer.
Kırım yoluyla Kafkasya’ya geçen Evliya Çelebi bu
civarı dolaştıktan sonra 1668 yılında Azak Kalesi’ne geçmiştir.
Hac farizasını yerine getirdikten sonra Mısır’a
gitmiş, Sudan ve Habeşistan’ı gezmiştir.
Evliya Çelebi hiç evlenmemiştir. Mizaha yatkın, hoş
sohbet, taklidi seven, nüktedan, hazırcevap, herkesle iyi geçinen ve katıldığı
meclislerde sözü dinlenen biridir.
Seyahatname
Eserin asıl ve tam adı Tarih-i Seyyah Evliya Çelebi’dir.
“Orta nesir” diye tabir edilen, yer yer secilerle
süslenmiş bir üslupla yazılan eser, okuyucuyu güldüren mübalağalı anlatımı,
samimi ifade tarzı, güçlü tasvirleriyle de tamamen orijinal ve kendine özgüdür.
Kâtip Çelebi (1609-1657)
1609 yılında İstanbul’da doğmuştur. Asıl adı
Mustafa’dır. Abdullah adlı, ilme meraklı ve dindar bir zatın oğludur.
Kâtip Çelebi olarak bilinen müellife Divan-ı Hümayun mensupları Hacı Halife demişlerdir. Batı
dünyasında da bu adıyla, Hacı Kalfa
olarak şöhret bulmuştur.
1630’da Hüsrev Paşa’nın maiyetinde Hemedan ve Bağdat
seferlerine katılır. Bu seferler sırasındaki gözlemlerini Cihannüma ve Fezleke adlı eserlerinde anlatır.
Coğrafyaya ve harita yapımına ilgi duyması, Girit
Seferi (1645) dolayısıyla başlar.
Eserleri
Fezleke
(Fezleketü’t-Tevarih): Tarih-i Kebîr
olarak da nitelenen bu Arapça eser, kâinatın yaratılışından 1641 yılına kadar
gelen genel bir tarih olup müellif hattıyla yazılmış tek nüshası Beyazıt Devlet
Kütüphanesi’ndedir. 1592-1655 yılları arasındaki olayların anlatıldığı Türkçe
Fezleke ise Arapça Fezleke’ye zeyil mahiyetindedir.
Keşfu’z-Zünun: Kâtip Çelebi’nin yirmi yıl gibi uzun bir sürede
hazırladığı bibliyografik eseridir.
Eserde, kitapların dili, yazılış tarihi, konusu,
müellifi, müellifin diğer eserleri gibi konularda bilgiler verilir.
Keşfu’z-Zünun’da on beş bine yakın kitap ve risale,
on bin kadar müellif adı geçmekte, üç yüzü aşkın bilim dalı hakkında da bilgi
verilmektedir.
Cihannüma: Kâtip Çelebi, iki bölüm hâlinde hazırladığı bu
coğrafya kitabının ilk bölümünü denizler, ırmaklar ve adalara, ikinci bölümünü
karalara ayırmıştır.
Mehmet Âşıkî’nin Menazilü’l-Avalim’ini esas alarak yazmaya
başladığı eserinde Batılı kaynakları da değerlendirmiş, İspanya, Mağrip (Kuzey
Afrika), Avrupa içleri ve muhtelif Anadolu şehirlerini, hatta Batılı kaynaklara
dayanarak Japonya ve bazı Uzak Doğu ülkelerini dahi anlatmıştır.
Tuhfetü’l-Kibar
fi Esfari’l-Bihar: 1645’te
başlayan ve yıllarca süren Girit Seferi dolayısıyla, Osmanlı’nın ilk
devirlerinden 1656 yılına kadar deniz savaşlarının anlatıldığı bir eserdir.
Mizanül’Hakk
fî İhtiyari’l-Ehakk: İslam
dünyasında uzun zaman gündem oluşturan bazı güncel konuların tartışılmasına son
vermek amacıyla yazılmış bir eserdir.
Elinize sağlık cidden çok güzel hazırlamışsınız...
YanıtlaSilemeğinize sağlık devamını bekliyoruz diğer derslerden de olursa çok memnun oluruz😊
YanıtlaSil