CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK ŞİİRİ
Ünite 1
Tarihsel
Toplumsal Edebi Şartlar
Tanzimat döneminden itibaren
edebiyatımız batı etkisi altında gelişme göstermiştir.
23 Temmuz 1908’de İttihat ve
Terakki’nin baskısıyla Kanun-i Esasi yeniden yürürlüğe girer.
II. Meşrutiyet dönemi boyunca otuza
yakın siyasi parti kurulmuş ve beş defa seçim yapılmıştır.
Cumhuriyet öncesi dönemde etkili
olan düşünce akımları Türkçülük, İslamcılık ve Batıcılık (Tevfik Fikret ve Abdullah
Cevdet, şiirleriyle bu akıma destek olmuşlardır) olmuştur. II. Meşrutiyet
döneminin ilk yıllarında etkili olan Osmanlıcılık akımı da bazı aydın
çevrelerinde taraftar bulmuştur. Osmanlıcılık akımı Balkan Savaşlarından sonra
etkisini yitirmiştir.
Sırat-ı
Müstakim ve Sebilü’r-Reşad adlı dergiler, Sultan
Abdülhamid’in de desteğiyle İslamcılık akımının yaygınlaşmasında etkili
olmuştur.
Cumhuriyet döneminde de çok etkili
olan Türkçülük akımının
temel esasları;
Dilde Türkçülük, estetik Türkçülük,
ahlaki Türkçülük, hukuki Türkçülük (demokratik halk hükûmeti kurma düşüncesi),
dini Türkçülük (Türkçe ibadet taraftarıdırlar), ekonomik Türkçülük
(karma-ekonomik düzen), siyasi Türkçülük (halkçı ve Türkçü politikaların desteklenmesidir),
felsefi Türkçülük…
Trablusgarp Savaşı ve hemen
ardından Balkan Savaşlarında verilen ağır kayıplar edebiyatımızın
tematiklerinin kaynağını oluşturmuştur.
II. Meşrutiyet
Dönemi Biçim ve Dil
Milli Edebiyat akımı Türkçülük ve
uluslaşma çabalarının ürünü olarak dikkate çekmektedir. Bu dönemde yazı diliyle
konuşma dili arasındaki mesafe kapanmaya başlamıştır.
Milli Edebiyat ≡ milli dil
Dilde sadeleşme cumhuriyetin
ilanından önce meyve vermeye başlamış olan bir akımdır. Ömer Seyfettin, Refik
Halit, Yakup Kadri, Halide Edip ve Reşat Nuri’nin erken dönem eserleri
edebiyatımıza bu çerçevede katkı yapmıştır.
Aruz / Hece tartışmaları bu dönemde dikkat çeken bir diğer konudur. Mehmet Emin Yurdakul 1898’de
yayımladığı Türkçe Şiirler adlı
eseriyle bu yönde ilk adımı atan isimdir.
Şiirde ferdi duyguların öne çıkması
Edebiyat-ı Cedide’den itibaren artarak devam eder. Erken dönemde ferdi
temalarda milli temalar, aynı söylem içerisinde, iç içedir (Ahmet Haşim müstesna).
Cumhuriyet öncesi dönemin savaş
şiirleri;
Abdülhak
Hâmid’in İlhâm-ı Vatan, Fâik Âli’nin
Elhân-ı Vatan, Nigâr Hanım’ın Elhân-ı
Vatan, Ali Ekrem’in
Ordunun Defteri, Mehmed Ali Tevfik’in Turanlı’nın
Defteri,
Mehmed
Emin’in Ordunun Destanı, Zafer Yolunda, Halid Fahri’nin Cenk Duyguları adlı kitaplarıdır.
İsmi verilen bu kitapların dışında Abdülhak Hamid’in Girit İçin, İlham-ı Nusret,
Cenap Şahabettin’in Hilal-i Giryan, Emin Bülent’in Kin, Mehmet Akif’in Çanakkale Şehitlerine başlıklı şiirleri, Bülbül, Mithat Cemal’in Kuvvete, Orhan Seyfi’nin Ordu Kafkasya’ya Girince, Yusuf Ziya’nın Kafkasya’dan Kalanlara, Yahya Kemal’in 1918 adlı şiirleri yine savaş konuludur.
Meclis’in Ankara’da açılmasıyla
birlikte edebiyatta Anadolu ilgisi artmaya başlar. Halk, millet, memleket,
vatan ve çağdaş medeniyet kavramları dönem edebiyatının başlıca kavramları ve
konuları arasında yer alır.
Devrim tarihinin en hızlı dönemleri
edebiyat tarihimiz açısından da bir hayli dinamiktir. Mehmet Kaplan’ın
yakıştırmasıyla bu dönem edebiyatı destani ruh taşımaktadır.
Milli Şef döneminde Tercüme Dergisi’nin etkinliği dikkate
değerdir.
Ünite 2
1920-1940
Arası Türk Şiiri
İstiklal Harbi’nden çıkmış ve yeni
bir Cumhuriyet kurmuş olmanın coşkusu şiirde kendini hissettirir. Bu durum
eskiyi reddediş ve yeniye övgü şeklinde tezahür eder.
Bu dönemde eser veren şairler ve
eserleri;
Hüseyin
Siret: Bağbozumu (1928),
Kıvılcımlı Kül (1937)
Süleyman
Nazif: Malta Geceleri (1924)
Mehmet
Behçet: Buhurdan (1925)
Fazıl
Ahmet Aykaç: Kırpıntı (1924)
Neyzen
Tevfik: Azab-ı Mukaddes
(1924)
Halil
Nihat Boztepe: Ayine-i Devran
(1924), Mahitab (1924), Ağaç Kasidesi (1947)
Rıza
Tevfik: Serab-ı Ömrüm (1934)
Samih
Rifat, şiirleri
kitaplaşamasa da gazete ve dergilerde bu dönemde yayımlanan eserleriyle dikkat
çekmiştir.
Mehmet
Emin’in Mustafa Kemal (1928) ve Ziya Gökalp’in Altın Işık adlı eserleri dönemin edebi ortamında yankı bulmamış
eserler arasındadır.
Ortak noktaları aruz vezninde ısrar
olan Ahmet Haşim, Yahya Kemal ve Mehmet Akif, bu dönemin en güçlü
şairleridir.
Mehmet
Akif Ersoy
Hamasi edebiyatın Namık Kemal’den
sonraki temsilcisidir.
Şiirinin özellikleri;
Şiirlerindeki doğallık, şiirlerinde
konuşma diline yaklaşması, gerçekçi tasvirlerle çarpıcı ve alışagelmemiş
metaforların bir arada kullanılmasıyla elde edilen orijinal imgeler, vezin ve
kafiye konusundaki başarısı, şiirindeki diyalog tekniği, mesaj yüklü
dizeleriyle elde ettiği öğretici etki.
Eserleri;
Safahat (1911)
Süleymaniye Kürsüsünde (1912)
Hakkın Sesleri (1913)
Fatih Kürsüsünde (1914)
Hatıralar (1917)
Asım (1924)
Gölgeler (1933)
Yahya
Kemal Beyatlı
Batı şiiriyle geleneksel şiirimizi
başarıyla sentezlemiştir. Derslerini izlediği Albert Sorel’den tarih bilinci, parrnasyen şair J.M. de Heredia’dan da klasik
metinlerde olduğu gibi temiz, sade ve sağlam şiir dili bilincini almıştır. Yakup
Kadri’yle birlikte savundukları Nev-Yunanilik akımı bu düşüncelerden
beslenmiştir.
Yahya Kemal, şiirin “duygunun lisan
haline gelinceye kadar yoğrulması” olduğunu söyler.
Duyguyu dile, dili sese
dönüştürecek olan deruni ahenk ve tarih bilinci olacaktır.
İmtidat: Bergson’un “süre”sine benzer. Süreklilik,
değişerek devam etmek, devam ederken değişmek gibi anlamları içeren bir
kavramdır. Yahya Kemal’in sanat anlayışının anahtarı bu kavramdır.
Eserleri;
Kendi
Gök Kubbemiz (1961)
Eski
Şiirin Rüzgârıyla (1962)
Rubailer
ve Hayyam Rubailerini Türkçe Söyleyiş
(1963)
Bitmemiş
Şiirler (1976)
Ahmet
Haşim
Göl
Saatleri (1921) ve Piyale
(1926) şairin şiirleri tamamen ferdîdir. Toplumsal olaylara şiirlerinde yer
vermez. Sembolizmin etkisindeki şair yeni Türk edebiyatında saf şiirin öncüsü
olmuştur. Piyale’nin başında yer verdiği “Şiir
Hakkında Bazı Mülahazalar” başlığı altında ele aldığı şiirde mana ve vuzuh
konulu yazısı Türk şiirinin modernleşme sürecindeki temel taşlarından biridir.
Şair bu yazısında şiirin
anlaşılmaya ihtiyacı olmayan sözle musiki arasında sözden ziyade musikiye yakın
bir ara-dil olduğunu belirtmiştir. Yahya Kemal’in deruni ahenk kavramıyla bu
görüş arasında paralellik vardır.
Dergâh
Dergisi
1921-23 yılları arasında on beş
günde bir olmak üzere 42 sayı çıkmış olan Dergâh dergisi, cumhuriyet döneminin
ilk yıllarında şairlerimiz üzerinde etkisi olan önemli bir yayın organıdır. Derginin
ismi için Ahmet Haşim “haşhaş”, Yahya Kemal ise “ithaf” ismini önermiştir.
Dergâh’ın yayın politikasında Yahya
Kemal’in düşüncelerinin belirleyici olduğu dikkat çekmektedir.
Yahya Kemal’in ilk sayıda
yayımlanan “Üç Tepe” adlı yazısı bildiri niteliğindedir: Tanzimatçılar dünyaya
Çamlıca tepesinden bakarken Servet-i Fünûncular Tepebaşından bakmışlardı. Yahya
Kemal bunların karşısına Milli Mücadele’nin simgesi olan Metristepe’yi çıkarır.
Dergide yayınlanan Mustafa Şekip (Tunç)’un makaleleri ve Bergson
çevirileri modern-mistik eğilimlerin oluşmasında etkili olmuştur.
1.
Kuşak Hece Şairleri
Orhan Seyfi Orhon, Halit Fahri Ozansoy,
Enis Behiç Koryürek, Yusuf Ziya Ortaç, Faruk Nafiz Çamlıbel, “Hecenin Beş Şairi” veya “Beş Hececiler” olarak
anılmaktadırlar. Bu isimlere öncekilerden Mehmet Emin, Ziya Gökalp, Şükufe
Nihal Başarır, İbrahim Alaettin Gövsa ve Halide Nusret Zorlutuna da eklenerek
“On Hececiler” de denilmiştir.
Hececiler sade Türkçenin, İstanbul
Türkçesinin şiir dili haline gelmesini sağladılar.
Hecenin
2. Kuşağı ve Ritmin Zaferi
Ahmet Hamdi Tanpınar, Ahmet Kutsi
Tecer, Necip Fazıl Kısakürek, Ahmet Muhip Dıranas, Cahit Sıtkı Tarancı, bu
isimler hecenin ikinci kuşağını oluşturan şairlerdir. Hem biçim hem de içerik bakımından
şiire yenilikler getiren Ercüment Behzat Lav ve Nâzım Hikmet ise üçüncü kuşağı
oluşturur (Memleket Edebiyatı).
Adını ilk kez Altın Kitap dergisinde yayımlanan Musul Akşamları şiiriyle duyuran Ahmet Hamdi, şiirlerinin tamamını 1961’de kitaplaştırdı.
Düşünceleri Yahya Kemal çizgisindeki şairin şiirlerinde Ahmet Haşim’in etkisi
hâkimdir.
Ölüm, yalnızlık ve hüzün gibi ferdi
içerikli ilk şiirleri Dergâh’ta
yayımlanan Ahmet Kutsi Tecer
ilerleyen dönemde halk kültürü ve ülke gerçeklerine yönelir. Ülkü dergisi etrafındaki etkinlikleri ve
Âşık Veysel’i kültür dünyamıza
tanıtması önemlidir. Şiirlerinde canlı bir Türkçe, ritim ve ses özellikleri
dikkat çeker.
Fahriye Abla şiiriyle popüler olan Ahmet Muhip Dıranas, Türk şiirinde
hecenin son halkasını teşkil eder. Dil ve duyarlılık bakımından en çok dikkat
çeken isimlerden biridir.
Cahit
Sıtkı, hecenin 2. Kuşağında
dikkat çeken bir diğer şairdir. Şiirleri Ömrümde
Sükût (1933), Otuz Beş Yaş (1946), Düşten
Güzel (1952) ve Sonrası (1957)
adlarıyla yayımlandı. Şiirlerinde sese ve ahenge önem veren şair, şiirlerinde
duyguyu ritme dönüştürmeye çalışır.
Hecenin ikinci kuşağında yalın
Türkçe ve hece vezni şiirimize tamamen hâkimdir. Bu dönemin şiirinin
özellikleri;
Sembolizmin yanında halk şiirinin
özellikleri bir aradadır.
Dönemin şiiri biçim ve özde
titizdir. Ses ve ahenk öğeleriyle özgün imge ve anlam öğeleri sıkı şekilde
kaynaşmıştır.
Şiirde anlamın sezdirilmesine
öncelik verilmiştir.
İlk kuşağın epik ve didaktik
tarzına karşılık bu kuşak şairleri lirizmin peşindedir.
Şiirin amacı yine kendisidir yani
saf şiir anlayışına bağlıdırlar.
Memleket
Edebiyatı
Cumhuriyetin kuruluşundan hemen
önce kimlik oluşturucu bir öğe olarak ele alınan Anadolu, din ve soy
etkenlerinin dışında Anadolu’nun maddi ve manevi gerçekliğini esas alan
ulusçuluk düşüncesinin güdümündedir. Nurettin
Topçu buna ek olarak felsefi ve mistik bir derinlik katmıştır Anadolu
düşüncesine.
Memleket edebiyatı kapsamında
Anadolu düşüncesinin şiirimizdeki başlangıcı Faruk Nafiz Çamlıbel’in Çoban
Çeşmesi (1926) adlı şiiri olarak kabul edilir. Bu kitaptaki “Sanat” adlı
şiir hem şairin hem de memleket şiirinin poetikası gibidir. Şair, “Han Duvarları”
adlı şiiriyle bu akımın en tanınmış ürününü verir.
Gurbet şairi olarak tanınan Kemalettin Kamu, şiirleriyle Faruk
Nafiz’in yolunu izlemiştir. Memleket şairlerinden Ömer Bedrettin Uşaklı’nın Deniz
Sarhoşları (1926), Yayla Dumanı
(1934) ve Sarıkız Mermerleri (1940)
adlı kitaplarındaki şiirleriyle Anadolu manzarası resmeder.
Zeki
Ömer Defne, halk şiiri geleneği
ile modern dünyayı kucaklamaya çalışır.
Bedri
Rahmi Eyüboğlu, folklor motiflerini
renkli ve coşkulu bir dille kullanmıştır.
Sanatı zayıf olsa da ele aldığı
konular itibariyle Behçet Kemal Çağlar’ı
da Memleket Şairleri dahilinde kabul edebiliriz (Faruk Nafiz’le birlikte Onuncu
Yıl Marşı’nı yazmıştır).
Orhan
Şaik Gökyay ile Arif Nihat Asya bu kuşağın hamasi
sesleridir.
Memleket Edebiyatının konularının
yerel olması ilerleyen dönemde taraftar bulmasını güçleştirmiştir.
Yeni
Oluşumlar / Yedi Meşaleciler
Muammer
Lütfi’nin Yedi Meşale adında ortak bir kitap
çıkartmaya çalıştığı şairler Sabri Esat
Siyavuşgil, Yaşar Nabi Nayır, Vasfi Mahir Kocatürk, Cevdet Kudret Solok ve Ziya Osman Saba ile hikâyeci Kenan Hulusi Koray cumhuriyet döneminin
ilk edebiyat topluluğu olan Yedi Meşalecileri
teşkil ederler.
Memleket edebiyatından bıktıklarını
dile getiren bu isimlerin tepkisi gençlik hevesi olarak kalmıştır.
Ortak kitaptan sonra Odalar ve Sofralar (1933) adında bir
kitap yayımlayan Sabri Esat, çeviri
ve bilimsel meşgalelere yönelir. Kahramanlar
(1929) ve Onar Mısra (1932) adlı
eserlerin sahibi Yaşar Nabi, Varlık dergisini yönetir. Vasfi Mahir, Tunç Sesleri (1935), Geçmişten
Geceler (1936), Bizim Türküler
(1937) ve Ergenekon (1941) adlı
eserleri yazdıktan sonra zamanını edebiyat tarihi çalışmalarına ayırır. Cevdet Kudret, Birinci Perde (1929) adlı eserinden sonra eleştiri ve edebiyat
tarihi türlerine yönelir. Ziya Osman
Saba ise Sebil Güvercinler
(1943), Geçen Zaman (1947) ve Nefes Almak (1957) adlı eserleriyle
kendine müstesna bir yer edinmiştir. Şiirlerinde ev ve ev içi imgelerini
sadelikle şiirleştirmesi dikkat çeken niteliğidir.
Yedi Meşaleciler kısa soluklu
olsalar da şiirlerindeki ince duyarlılık ve dış dünyayı ressam dikkatiyle
resmeden dizeleriyle dikkat çekmişlerdir.
Türk
Şiirinde Kaynak Arayışları: Mitoloji, Folklor, Sembolizm
Yeni kurulan cumhuriyetle birlikte
dilde sadeleşme edebiyat ortamında karşılık bulmuş ve dildeki bu yenilik
kendine kültürel bir dayanak bulmak ihtiyacı içerisine girmiştir. Bu çerçevede Ahmet
Kutsi Tecer’in izindeki bir gurup halk kültüründen beslenmeye çalışmış, bir
başka gurup Ziya Gökalp’in izinde Türk mitolojisinden faydalanmaya çalışmış
diğer bir gurup ise Ahmet Haşim ve Tanpınar çizgisinde sembolizmden ilham
alarak kültürel bir yapı arayışı içinde olmuştur. Halk kültürü ve mitoloji
odaklı arayışların Türk şiirine yatay (kültürel kimlik olarak katkı yaptığı
için), sembolizmin ise dikey boyut kattığı düşünülebilir (yapısal katkı yaptığı
için).
Ünite 3
Garip
Hareketi
Ankara Erkek Lisesi’nden itibaren
arkadaşlıkları devam eden Orhan Veli, Melih Cevdet ve Oktay Rifat’ın başlattığı
yenilikçi harekettir. İlk şiirleri okulun yayın organı olan Sesimiz adlı dergide yayımlanır.
1936’dan itibaren Varlık dergisinde
görülürler. Bazı şiirlerinde Mehmet Ali Sel müstearını
kullanan Orhan Veli ilk şiirlerinde
(1936-37) başarılı bir hece şairidir. 1938’de yayımladığı Kitabe-i Seng-i Mezar (Süleyman Efendi ve nasırı hakkındaki şiir) şiiri
alayla karşılanmıştır.
1941’de yayımladıkları Garip adlı
ortak yayının önsözünde şiir ve sanat anlayışlarını açıkladılar. Bu üçü dışında
bugün artık isimleri hatırlanmayan pek çok şair zamanla bu harekete dâhil
olmuştur. Orhan Veli 1945’ten sonra yenilikçi anlayışının keskin çizgilerini
yumuşatır; klasik şiirin imkânlarını şiirlerine kabul eder.
Garipçiler özellikle şairane kabul
edilebilecek sözcükleri şiirlerinden uzak tutmuşlardır. Sözcük ve konu
seçiminde şiirin ele almadığı alanları kullanmışlardır. Orhan Veli özellikle
geleneksel şiirin sahip olduğu estetik nitelikler ve bunların bağlı olduğu
sosyal değerlere karşı tavır takınmıştır.
Konuşma dilindeki sözcükleri yine
konuşma dili içindeki anlam örgüleri dâhilinde kullandılar.
Dizeleri şekil ihtiva eden yapısal
kurallarının dışında kullandılar. Bu sayede anlam, şiirin bütününe açılma
imkânı elde etmiştir. Bu tarz şiirlerde anlam genelde şiirdeki son dizeye
taşınmıştır.
Yinelemeleri anlamı pekiştirmek
amacıyla kullandılar.
Şiirde mizahın etkisini
arttırdılar. Garip şiiri en çok bu yönüyle tanınmıştır.
Şiirlerde görülen öyküleme
teknikleri ve duygusal söylem Garip şiirinin diğer özelliklerindendir.
Orhan Veli’nin 1945’te yayımlanan Vazgeçemediğim kitabındaki “İstanbul Türküsü” adlı şiiri Garip
hareketinin dönüm noktasıdır. Bu şiirle birlikte Orhan Veli, halk şiiri
öğelerini kullanmaya başladı. Bu ılımlı tavır 1949’da çıkarmaya başladıkları Yaprak dergisindeki şiirlerde de devam
eder.
Garip
Önsözü
Garipçiler ilk olarak Ulus gazetesinin düzenlediği “Şiir Ölüyor mu” isimli ankete verdikleri
cevapla Garip hareketinin muhtevasını açıkladılar. Burada Garipçiler geleneksel
şiiri keskin biçimde reddettiler. Onlara sanat itikat tellallığı yapmamalıdır.
Orhan Veli daha sonra Resimli Hayat’ta
Emin Karakuş’un yaptığı mülakatta (Türk Edebiyatını İnkâr Eden Genç) aynı
tavrı sürdürmüştür. Varlık dergisinde
yayımlanan “Garip”, “Ahenk ve Tasvir”, “Taklit” ve “Şairane” başlıklı seri yazılarında
düşüncelerini temellendirmiş daha sonra bu yazıları düzenleyerek Garip adlı
kitapta önsöz olarak kullanmıştır.
Garip önsözünde öne çıkan düşünceler;
Gelenek şiiri konuşma dilinden
uzaklaştırmıştır. Gelenek şiirinin ana öğeleri vezin ve kafiye şiirin esası
durumuna gelmiştir. Hâlbuki bu yanlıştır. Vezin ve kafiye şiir dilini
doğallıktan uzaklaştırıyor.
Söz ve anlam sanatlarının niceliği
şiire ve edebiyata yeni bir değer kazandırmaz.
Çağlar boyunca şiir, egemen sınıfın
emrinde kalmıştır. Yeni şiirin dayanağı azınlık bir kesim olmayacaktır.
Şiirde resim ve müzik diğer
sanatlara özenmek zayıflık göstergesidir. Her sanat alanının kendine özgü imkânları
vardır ve bunlarla varolmalıdır. Sanatçının başarısı bilinçaltının doğallığını
dışa vurmadaki başarısıyla doğru orantılıdır (bu çerçevede kavram olarak
sürrealizme yaklaşırlar, pratikte anlamın peşinde olmaları sürrealistlerle
aralarındaki farkı teşkil eder).
Belli akımlar ve ekoller
beraberlerinde kurallar getirdiği için şiirin önünde engeldirler.
Sıradan insanın şiirini yazmak
peşindedir Garipçiler.
Güzel olan sözcükler arasındaki
anlam bütünlüğüdür. Şiiri doğal akışına ulaştırmak için yapılması gereken
şairane söyleyişi terk etmektir.
Modernizm
ve Orhan Veli
Sembolistlerden sonra Avrupa’da
etkili olan akımların tümü başlangıçta modernizm sözcüğüyle ifade ediliyordu.
Dadaiz, sürrealizm, fütürizm gibi bu akımların ortak paydası iki dünya savaşı
arasındaki bunalım dönemine ait olmalarından kaynaklanan eleştirel tutumdur. Bu
akımlardan sürrealizm, Garipçiler üzerinde etkili olmuştur.
Garipçilerin Türk şiirine etkisi
muazzamdır. Geleneksel şiiri yerle bir eden Garipçiler Türk şiirini geri
dönülemeyecek şekilde modernize etmişlerdir. Ziya Osman Saba ve Ahmet Hamdi
gibi hecenin büyük şairleri bile Garip hareketinden sonra serbest şiire
geçmişlerdir.
Ünite 4
Nâzım
Hikmet ve Toplumcu Gerçekçi Şiir
Nâzım Hikmet Ran, 1902’de
Selanik’te doğdu. Annesinin ismi Celile’dir. İstanbul’da bahriye mektebini
bitirdi (1919). İlk şiirlerini Mevlevî ve şair olan dedesi Nâzım Paşa etkisinde
yazmaya başlar. 17 yaşında yazdığı “Serviliklerde”
başlıklı şiirini Yahya Kemal’in düzelttiğini söyler.
1918’den itibaren Yeni Mecmua,
Kitap, Alemdar, Ümit gibi dergilerde şiirleri yayımlanmaya başlar. Hece vezni,
kafiye ve dil bakımından ilerleme kaydettiği gözlenen ilk şiirlerinde ulusal
duygular dikkat çeker.
1921 yılında cepheye katılmak üzere
İnebolu’dayken Spartakistlerle tanışır (Alman
asıllı Bolşevik örgüt). Gurup içerisinden Sadık
Ahi’den (Mehmet Eti) Bolşevik Devrimi, Marksizm, sosyalizm gibi kavramları
öğrenir ve derhal etki altına girer.
Vâlâ
Nureddin’le birlikte Bolu’ya
öğretmen olarak ataması gelir. Bir süre öğretmenlik yaptıktan sonra Batum
üzerinden Moskova’ya geçer. İki yıl ekonomi politik dersi görür. Bu dönemde Mayakovski ve Rus fütüristleriyle
tanışır onların sanat anlayışı ekseninde şiirine yön vermeye başlar. Vezinsiz
ve basamaklardan oluşan şiir biçimini ilk defa bu yıllarda denemeye başlar.
1924’te yurda döner. Aydınlık ve Orak-Çekiç
dergilerinde çalışır. TKP’ye üye olur. 1925’te yurt dışına kaçar. İstiklal
Mahkemesi, gıyabında 15 yıl mahkûmiyet kararı alır. 1926’da Viyana’da parti
kongresine katılır. İlk şiir kitabı Güneşi
İçenlerin Türküsü (1928) Bakü’de basılır.
Çıkan af yasasından yararlanmak
üzere yurda döner. Hopa’da tutuklanır. Üç ay hapse mahkûm edilir. Tahliyeden
sonra Resimli Ay dergisinde çalışmaya başlar. 835 Satır ve Jokond ile
Si-Ya-U adlı kitaplarını yayımlar (1929).
“Putları Yıkıyoruz” adlı yazısıyla Abdülhak Hamid ve Mehmet
Emin Yurdakul’u sert şekilde eleştirdi. 1929’dan itibaren verimli bir
döneme girdi.
Varan
3, 1+1=Bir, Sesini Kaybeden Şehir, Benerci Kendini Niçin Öldürdü, Gece Gelen Telgraf adlı şiirleri ile Kafatası, Bir Ölü evi adlı oyunları yayımlanır.
1933-38 yılları arasında Portreler, Taranta Babu’ya Mektuplar, Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı,
Yolcu adlı eserleri yayımlanır. Bir yandan da hakkında açılan davalarla uğraşır.
Çeşitli davalardan toplam 28 yıl hapse mahkûm edilir. 1950’ye dek sürecek
mahpus yılları başlar. İstanbul, Ankara, Çankırı ve Bursa cezaevlerinde yatar. Cezaevindeyken
Kuvayi Milliye Destanı, Memleketimden
İnsan Manzaraları, Saat 21-22 Şiirleri, Rubailer adlı şiir kitaplarını ve Ferhat ile Şirin, Sabahat adlı oyunlarını yazar.
1949’dan itibaren yurt içi ve
dışında “Nâzım’a Özgürlük” kampanyaları başlar. İki defa açlık grevine girer.
14 Mayıs seçimlerinde iktidara gelen Demokrat Parti tarafından serbest
bırakılır.
Kendisine pasaport verilmemesi ve
askere çağrılması üzerine Haziran 1951’de yurdu terk eder. Bakanlar kurulu
kararıyla vatandaşlıktan çıkarılır. 1954’te Leh vatandaşlığına geçer. Borzenski adını alır. 1963’te
Moskova’da ölen şaire 5 Ocak 2009’da yeniden Türk vatandaşlığı verilmiştir.
Hayatını sosyalizm düşüncesine
adamış olan şairin sosyalist kimliğinin yansımaları sanatında da açıkça
görülür. Aşkları ve memleket özlemi şiirlerinde öne çıkan diğer temalarıdır.
Nâzım
Hikmet’in Türk Şiirindeki Yeri
1922’de yazdığı “Açların Gözbebekleri” (basamaklı şiirin
ilk örneğidir) edebiyatımızda yeni bir biçim, tarz ortaya koymuştur.
İlk şiirlerinden itibaren şiirinin
ritim ve ses özellikleri dikkat çeker. Şiirlerinde dinamik bir müzikalite
vardır.
1938’e kadarki şiirlerinin hitap
gücü dikkat çekerken bu tarihten sonraki şiirlerinde öyküleme tekniğini daha
sık kullandığı ve lirizmin öne çıktığı görülür.
Nâzım Hikmet’in şiirinin en çok
dikkat çeken özelliği biçim ve içerik unsurlarının uyumudur.
Nâzım Hikmet’in şiirinin
özellikleri;
Şiirinin dış görünüşü, biçim
özellikleri,
İçeriğe uygun sesleri bulmak,
Sinematografik anlatım,
Edebiyatın çeşitli türlerinin
özelliklerini bir araya getirme; hem birimde hem de bütünde olarak anlam
vurgusu,
Modernist ve geleneksel unsurları
bir arada kullanabilme,
Bütün bu nitelikleri sosyalizmle
harmanlama…
Şiirinin gücü Nâzım Hikmet’e
popülarite kazandırmışsa da Türk şiirinde çığır açıcı etkisi olmamıştır.
Bugün ismi hatırlanmayan bazı
isimler 30’lu yıllardan itibaren Nâzım Hikmet’in etkisinde şiirler yazmıştır. İlhami Bekir bunlar arasında ilk akla
gelenidir. Birçok şiirinde Nâzım Hikmet’i adeta taklit etmiştir. 24 Saat adlı kitabıyla Türk edebiyatında
işçileri konu edinen ilk şair kabul edilir.
Hasan
İzzettin Dinamo, Nâzım Hikmet’in
etkisinde yazdığı şiirlerini Deniz Feneri
adlı kitapta topladı (1937).
Asıl işi mimarlık olan Nail V. Çakırhan, 1+1=Bir (Nâzım Hikmet’le birlikte, 1930) ve Daha Çok Onlar Yaşamalıydı (Bütün şiirleri, 1996), adlı
kitaplarındaki şiirlerinde Nâzım Hikmet’in etkisi altındadır.
Toplumcu
Gerçekçi Edebiyat Anlayışı
Gerçekçi anlayış, gözlemci,
eleştirel ve toplumcu gerçekçi olmak üzere üç alt kategoride incelenebilir.
Gözlemci gerçekçilik, dış gerçekliğin esere olduğu gibi yansıtılması; eleştirel
gerçekçilik, gözlemin eleştirel bir nitelik taşımasını isterken toplumcu
gerçekçilik, tezlidir ve gerçekçiliği Marksizmle yorumlar. Toplumcu
gerçekçiliği Marksizmin sanat hayatındaki versiyonu olarak düşünmek yanlış
olmaz.
1934’te Moskova’daki yazarlar birliği
kongresinde Gorki, toplumcu
gerçekçiliğin ölçülerini ortaya koymuştur:
a) Toplumcu gerçekçilik bir tezi savunur.
b) Sosyalist bireysellik ancak kolektif emek
içerisinde gelişebilir. Edebiyatta insanı belirleyen en temel öğe
kolektivizmdir.
c) Yaşam eylem ve yaratmadır. Yaşam maddi olandır,
doğayla sınırlıdır.
d) Sosyalist bireyselliğin geliştirilmesi toplumcu
gerçekçiliğin temel amacıdır.
Ercüment
Behzat Lav
Almanya’da öğrenciyken dadaizm ve
gerçeküstücülükten etkilenen Lav, serbest tarzda şiirler yazar. Şiirlerinde yer
yer toplumsal gerçekçi motifler görülse de bütünüyle bu çerçevede düşünülmemesi
gereken Lav, kesin bir ideolojiye bağlılık gösteremez. Şiirinin asıl amacı,
yerleşik düzene başkaldırıdır. Şair şiirlerinde, içerikten ziyade biçime ağırlık
vermiştir. Şiirlerini S.O.S. (1931), Kaos (1934), Açıl Kilidim Açıl (1940), Mau
Mau (1962), Üç Anadolu (1964)
adlı kitaplarda toplamıştır.
Toplumcu
Gerçekçi 1940 Kuşağı
Rıfat
Ilgaz (Yarenlik, Sınıf,
Yaşadıkça)
Cahit
Irgat (Bu Şehrin Çocukları,
Rüzgârlarım Konuşuyor, Ortalık, Irgatın Türküsü)
A.
Kadir (İbrahim Abdülkadir Meriçboyu) (Tebliğ)
M.
Niyazi Akıncıoğlu (Haykırışlar)
Ömer
Faruk Toprak
Enver
Gökçe
Mehmet
Kemal (Kurşunluoğlu)
Arif
Damar
Ahmet
Arif
Şükran
Kurdakul
Hasan İzzettin Dinamo ve Attila İlhan’ı
da bu listeye dâhil edebiliriz.
Nâzım Hikmet’in izinden giden bu
şairlerin ortak noktaları Milli Şef’in baskısından mustarip olmalarıdır.
Öyküleme tekniğini daha çok
kullanan bu şairler ses ve ahenk özellikleri bakımından Nâzım Hikmet’in
şiirinin yanına yaklaşamazlar.
Rıfat
Ilgaz bazı şiirlerinde
Garipçilere yaklaşır. Şiirleriyle Cahit Irgat’ta hem toplumcu gerçekçi hem de
Garipçiler arasında kalır. Bazı şiirlerinde metafizik imgeler de mevcuttur.
Mavi
Hareketi
Adını 1952-56 tarihleri arasında 32
sayı yayımlanmış olan Mavi adlı dergiden alır. Edebiyatımıza daha çok
düzyazı alanında katkı yapmıştır. Orhan Duru, Ferit Edgü, Tarık Dursun K,
Tahsin Yücel, Demir Özlü gibi isimler bu dergiyle edebiyat ortamına girdiler. Derginin
toplumcu gerçekçi çizgiye geçmesi Ahmet
Oktay ve Attila İlhan’ın
yazılarıyla olmuştur. Attila İlhan “Sosyalizm Realizm Münasebetleri Yahut
Başlangıç” adlı yazısında başta Garipçiler olmak üzere, toplumcu gerçekçi
şairleri ve diğer bazı şairleri eleştirir. Attila İlhan’ın yazılarıyla başlayan
sosyal realizm anlayışı dergideki bütün yazıları kuşatır. Derginin asıl önemi
Attila İlhan’ın Orhan Veli’yi bopstil (züppe) olarak nitelemesidir. Attila
İlhan’ın şiirin poetik değerlerini yeniden edebiyatçılarımıza hatırlatması,
Garipçilerin şairler üzerindeki sarsıcı etkisini durdurmuştur. Bu hareketin şairleri Attila İlhan, Ahmet
Oktay, Özdemir Âsaf, Arif Damar ve Hasan Hüseyin Korkmazgil’dir.
Attila
İlhan
1946’da CHP şiir yarışmasında “Cebbar Oğlu Mehemmed” adli şiiriyle
Cahit Sıtkı’nın “OtuzBeş Yaş” adlı
şiirinin ardından ikinci oldu (Üçüncü olan eser Fazıl Hüsnü’nün “Çakır Destanı”ydı).
Şiirinin kaynaklarından biri Nâzım
Hikmet’tir. Şairin ilk yıllardaki şiirlerinde folklordan gelen öğeler, ses
özelliklerine dikkat eden öyküleyici anlatım dikkat çeker. 1950’den sonra
Garipçilere karşı çıkarken şiirin düz ve yalın olamayacağını, zengin
benzetmelerle, içli ve derin olabileceğini, kendine özgü bir söyleyiş özelliği
taşıması gerektiğini söyler.
40 kuşağı toplumcu şairlerinin
devlet baskısı altında kalmaları nedeniyle Garipçilerin popülaritesi artmıştır.
Buna karşılık 40 kuşağı toplumcuları feodal motifler ve çocuk realizmi arasında
kalarak kendini tüketmiştir. Attila İlhan kendini sosyal realizm adını verdiği bir
anlayışla diğerlerinden ayırır.
İsmet İnönü’ye karşı olarak Mustafa
Kemal Atatürkçülüğü dediği Atatürkçülükle Marksizm arasında; ulusçu-ulusalcı
düşünce ile Türk tarihi arasında bağlantılar kurmak, kendi ifadesiyle “bileşim”
oluşturmak ister.
Sol düşünceyi Atatürk düşüncesiyle
birleştirmeye çalışan şair toplumcu gerçekçi anlayışı divan şiiri estetiğiyle
renklendirmek ister. Onun bu arayışları şiirini Nâzım Hikmet etkisinden
kurtarmıştır.
Sonuç olarak Attila İlhan, Batı
şiiri estetiği ile gelenek arasında sentez kurmak isteyen şehirli, entelektüel
ve toplumcu öznenin şiirini yazmıştır.
Attila İlhan’ın şiirini üç dönemde
ele almak mümkündür:
Toplumcu gerçekçi dönem (Sisler Bulvarı ve Duvar)
Bireyselliğin varoluş içinde
algılandığı dönem (Yağmur Kaçağı, Ben
Sana Mecburum, Bela Çiçeği ve Yasak Sevişmek)
Divan şiiri birikiminden
yararlandığı dönem (Tutuklunun Günlüğü
ve sonraki şiirleri)
Ahmet
Oktay
Dr.
Kalligari’nin Dönüşü (1966) ve Yol Üstündeki Semender (1987) önemli
şiirlerinin yer aldığı kitaplarıdır. Epik söylem, toplumsal duyarlılık ve
sözcük zenginliği şiirlerinin belirgin özelliğidir.
Ünite 5
Modern
Türk Şiirinde Metafizik Eğilimler
Metafizik sözcüğü ilk olarak
Aristoteles’in eserlerini tasnif eden Andronikos’un,
“Prote Philosophia” adlı kitaba Meta ta Physika demesiyle ortaya çıkmıştır.
Ortaçağdan itibaren sözcüğün
içeriği tefekkür kavramıyla örtüşür niteliğe büründü. Günümüzdeki kullanım
alanı da daha çok tanrısal olanı düşünme şeklindedir.
Metafizik / mistik düşünce /
Bergson’un “sezgi” kavramı, bütün bunlar maddi alanın ötesini, görünenin
ötesini işaret eden içeriklere sahiptir.
Sanat,
Metafizik ve Mistisizm
Gücünü daha çok imaj unsurundan
alan şiir için mistik/metafizik alan zengin bir kaynaktır. Klasik dönemdeki
tasavvufi içerikli şiirler bunun örneğidir. Aynı çizgi yeni Türk edebiyatı
döneminde de devam etmiştir: Abdülhak
Hamid’in Makber, Külbe-i İştiyak,
Kürsi-i İstiğrak gibi şiirleri metafiziğe dairdir.
Cumhuriyet döneminde de metafizik
içeriğe eğilimli şairlerimizin sayısı azımsanamayacak kadar fazladır. Bununla
beraber belli bir ekol oluşturamamışlardır (metafizik kurguların sistematiği
olmaz, kişisel algıya/sezgiye dayalı gelişim gösterirler).
Ahmet İnam, “Türk Şiirinde Mistik
Eğilimler” başlıklı yazısında altı ayrı mistik tavırdan söz eder: Hasta
mistisizm (Necip Fazıl), sanat mistisizmi (Ahmet Hamdi), yaşama mistisizmi (Âsaf
Halet), aşama olarak mistisizm (Fazıl Hüsnü), ruhsal mistisizm (Behçet
Necatigil) ve kurtuluş olarak
mistisizm (Sezai Karakoç).
Necip
Fazıl Kısakürek
1950’den 1980’lere kadarki dönemde
Türk şiirinin en çok dikkat çeken şairlerindendir. Şiiri öncelikle Nâzım
Hikmet’in materyalist şiirine tepki gösterir. Metafizik duyarlılığı saf şiir
anlayışına varoluş sorunlarını katarak geliştirir. Memleket edebiyatı içinde
hece şiirini sıkıştığı tekdüzelikten kurtarıp zirveye taşıyan şair siyasi,
aksiyoner kişiliğiyle de ilgiyi üstünde tutmuştur.
Necip Fazıl, 1905’te Çemberlitaş’ta
doğdu.
Heybeliada bahriye mektebinde
okurken edebiyata ilgi duyar. 1921’de Darülfünun felsefe şubesine kaydolur. Bergson üzerine çalışmalar yapan M. Şekip Tunç’un derslerini takip eder.
Devlet bursuyla felsefe tahsili için Paris’e gider. Gece hayatı, kumar gibi
alışkanlıklar edinerek yurda döner. “Kaldırımlar”
adlı şiirini bu dönemde yazar.
Bankalarda memur-müfettiş ve
çeşitli okullarda öğretmenlik yaptı. 1942’den sonra geçimini basın-yayın
yoluyla temin etti. Ağaç ve Büyük Doğu dergilerini çıkardı.
1934’te tanıştığı Abdülhakim Arvasi onun hayatında dönüm
noktasını teşkil eder. O tarihe kadar şiirlerinde ferdi duyguları dile getiren
şair artık dindar-muhafazakâr kitlenin şairi olarak anılmaya başlanacaktır. İlk
dönemi Kaldırımlar, ikinci dönemi Sakarya Türküsü temsil eder. Şair, 25
Mayıs 1983’te vefat etmiştir.
Şiir hakkındaki görüşlerini Ağaç
dergisinde “Manzara” ve Büyük Doğu’da
“Tanrı Kulundan Dinlediklerim”
başlıklı yazılarında açıklamıştır.
1946’da Büyük Doğu dergisinde “İdeolocya Örgüsü” başlığı altında
yayımlanan yazıları arasında Türk şiirinin en derli toplu, sorunlarını,
niteliklerini konu edinen yazılarını yayımlar (bu yazılar 1955’ten itibaren
şiir kitaplarında “Poetika”
başlığıyla yayımlanır). Bu yazılarında şairi ilahi emanetin sahibi, Tanrı ile
sıradan insan arasında bir yerde konumlandırır.
“Şiirde Usûl” ve “Şiirde Gaye”
başlıklı yazılarında şiirin nasıl yazıldığını anlatır. Ona göre remzî ve sırrî
olmak şiirin ana vasıflarıdır. Şiir somuttan soyuta gider. Şiirdeki somut
nesneler, eşyalar sembol olarak kullanılır. Heyecan, ahenk ve deha şiir için
gerekli değerlerdir.
“Kitabe” adlı ilk şiirini 1 Temmuz 1923’te Yeni Mecmua’da yayımlayan
şair ölümüne dek çeşitli konularda 100 kadar eser neşretmiştir. Şiir kitapları:
Örümcek
Ağı (1925)
Kaldırımlar (1928)
Ben
ve Ötesi (1932)
101
Hadis (1951)
Sonsuzluk
Kervanı (1955)
Çile (1962)
Şiirlerim (1969)
Esselam (1973)
Dinamik, sürekli değişim çabasında
bir şair olan Necip Fazıl özellikle gençlik yıllarında yazdığı şiirleri
ilerleyen dönemlerde sürekli değiştirmiş, yeniden düzenlemiştir.
Âsaf
Halet Çelebi
Çok geniş kültür coğrafyasından
gelen unsurlarla dikkat çeken çarpıcılık ve yalınlık taşıyan şiirler yazmıştır.
Fransızcanın yanı sıra Farsça,
Sanskritçe gibi bazı doğu dillerini de bilirdi. İlk şiirleri klasik tarzda
yazılmış gazellerdi ki bunların hiçbirine kitaplarında yer vermemiştir. 1937’den
itibaren şiirleri çeşitli dergilerde yayımlanır. He (1942) ve Lamelif
(1945) adlı kitaplarındaki şiirlerine yenilerini ekleyip Om
Mani Padme Hum (1953) adıyla yayımladı.
Şiir hakkındaki görüşlerini İstanbul’da “Benim Gözümle Şiir Davası” üst başlıklı yazı dizisinde izah
etmiştir.
Şiirle metafizik âlem arasında
kesin bir ilişki kurar. Saf şiirinin ilahi bir kaynağı olduğuna inanır.
Şiirlerinde hikâye ve tasvirden uzak durur. Şiir, kelimelerin bir araya
gelmesiyle oluşmuş büyük bir kelimedir. Saf şiir kendi öz formuna ulaştıktan
sonra artık ondan ne bir sözcük çıkartılabilir ne de ona ilave yapılabilir.
Anlamdan ziyade sembollere önem
verir. Kafiye ve vezni önemsemediği halde ritim ve ses unsurlarına ihtimam
gösterir.
Şiirinin kaynakları doğu
mistisizmi, tasavvuf, kutsal metinler ve çocukluğundan kalan masal ve
izlenimlerdir. Şiirlerinde ölüm, yokluk, sonsuzluk, çocuk bilinçaltı gibi
konuları ele almıştır.
Şiirlerinde sıkça anlamı
bilinmeyene yabancı dillerden alınma sözcükler, terkipler kullanır. Bu yabancı
sözcükler letrizmden farklı olarak sembol amaçlı olarak kullanılmıştır. Yani bu
sözcükler anlamlarından gayri bir değere sahiptirler.
Fazıl
Hüsnü Dağlarca
1914’te İstanbul’da doğdu. 1935’te
harp okulunu bitirdi. On beş yıl orduda çalıştı. Çalışma bakanlığına bağlı
olarak müfettişlik yaptı (1952-1960). Kitap adında bir yayınevi çalıştırdı.
1960-64 yılları arasında Türkçe adıyla aylık dergi çıkardı. 20 Ekim 2008’de
vefat etti.
Yayımlanan ilk eseri Yeni Adana
gazetesinde çıkan bir hikâyedir (1927). “Yavaşlayan
Ömür” adlı ilk şiiri ise 1933’te yayımlandı. 1935’te çıkan ilk kitabı “Havaya Çizilen Dünya” Necip Fazıl etkisinde yazılmış vezinli
kafiyeli şiirleri içerir. 1940’ta çıkan “Çocuk ve Allah” kitabıyla dikkat çekmiştir. Çocuk saflığıyla
varlığın gizemini kavramak, insan hayatının uzak yakın anılarının yansımaları,
çarpıcı imajlar ve lirizm eserin değerini arttıran faktörlerdir.
Cemal Süreya onun şiirlerini “sezgi
dönemi” (1955’e kadarki şiirleri) ve “akıl dönemi” (1955’ten sonraki şiirleri)
olmak üzere iki veçheye ayırır. İlk dönemdeki mistik unsurlar ikinci dönemde
azalmış bunun yerine aktüel, gündelik hayata dair konular şiirine dâhil
olmuştur. Konu yelpazesi en geniş şairlerimizden biridir. Biçim ve yapı
bakımından da şiirinde çeşitli formları görmek mümkündür. Lirik ve epik türde
çok sayıda şiiri vardır. Çok yazması (sadece şiir kitaplarının sayısı 60’ı
geçmiştir) bazı şiirlerinde sanat bakımından eksiklikleri de beraberinde
getirmiştir.
Ahmet Hamdi’den Cahit Zarifoğlu’na
birçok şairin şiirinde mistik vurgular dikkat çeker. Bu şiirlerin ortak
paydası, varlığın görülen âlemle sınırlı olmadığı, insanın varoluşunun görünen
dünyanın, tabiatın üzerinde bir görkeme meyyal oluşuna yapılan vurgudur.
Ünite 6
Modern
Türk Şiirinde Gelenekten Yararlananlar
Gelenek / anane / tradition
Guenon’a göre gelenek kavramı, doğu toplumları için
uygarlığa denktir.
T.S.
Eliot’a göre gelenek, tarih
bilinciyle birlikte geçmişin yaşanan an içerisinde değerlendirilmesidir.
Yeni Türk edebiyatı ilk yıllarından
itibaren geleneği reddetmeyi hatta onunla alay etmeyi istikamet bellemiştir. Yahya
Kemal müstesna olmak üzere Cumhuriyetin ilk dönemlerinde bu tavır devlet
politikası olmuştur. Özellikle divan edebiyatı odaklı bu eleştiriler,
aşağılamalar Abdülbaki Gölpınarlı’nın
Divan Edebiyatı Beyanındadır (1945)
adlı eserine dek devam etti.
Yahya
Kemal / Gelenek ile Gelecek Arasında
Tarih bilincine sahip bu şairimiz
divan edebiyatına istifade edilmesi gereken edebi ve kültürel bir değer olarak
bakabilmiştir.
Yahya Kemal, divan şiirine deruni
ahenk kazandıran ritmik yapı unsurlarının, mermer sağlamlığındaki söyleyiş
örneklerinin, kullanılan dilin, rind imajıyla simgeleşen insan tipini oluşturan
kültürün modern şiirin yapısal nitelikleri içerisinde işlenebileceğini düşündü
ve bunu şiirinde uyguladı.
1950’lerden itibaren geleneğe
yaklaşımlarda Yahya Kemal köprü konumundadır.
Bu tarihten sonra Hisar gurubu ağırlıkla
geleneğin biçimsel unsurlarını sürdürmek istedi.
Behçet Necatigil ve Hilmi Yavuz
gibi şairler geleneği kaynak olarak kullandılar.
Sezai Karakoç ve Ebubekir Eroğlu
gibi şairler ise geleneği uygarlık özü olarak kabul edip modern tarzdaki
şiirlerine bu özü taşımaya çalıştılar.
Hisar
Gurubu
1950-57 arasında 75, 1964-80
arasında da 202 sayı çıkmış olan Hisar dergisi etrafında toplanan
edebiyatçıların oluşturduğu bir topluluktur.
İlk olarak Garip akımına karşı
sistematik bir tavır ortaya koydular. Nâzım Hikmet merkezli toplumcu gerçekçi
akıma da karşı çıktılar. Hisarcılar şiirin küçük ve basit şeylerden neşet
ettiğini söylediler. Şiirlerinde biçime çok fazla önem verdiler.
“Güzel şiir ölçülü olmayabilir fakat mutlaka şekillidir.” Munis Faik (Ozansoy)
Yeni şiirin divan şiiri ve halk
şiiri geleneği üzerinde yükselmesi gerektiği düşüncesindeydiler.
Sanatçını bağımsızlığı (ideoloji
güdümlü yazmaması), sanatın milliliği, şiir dilinin yaşayan dil olması değer
verdikleri esaslardır.
Aruz, hece ve serbest biçimlerde
memleket edebiyatı duyarlılığını devam ettiren ürünler vermişlerdir.
Yahya Kemal’in divan şiiriyle
kurduğu yakınlığı halk edebiyatı geleneğiyle genişletmeye çalıştılar. Çaba sarf
ettiler ancak sanat yönü ve derinliği zayıf, tekdüze şiirler yazabildiler.
Gurubun önde gelen isimleri Fâik
Ali’nin oğlu Munis Faik, Mehmet Çınarlı, İlhan Geçer, Mustafa Necati Karaer, Yavuz Bülent Bakiler’dir.
Çınarlı’nın şiir kitapları;
Güneş Renkli Kadehlerle (1958)
Gerçek Hayali Aştı (1969)
Bir Yeni Dünya Kurmuşum (1974)
Zaman Perdesi (1983)
Güzelliklere Doyamam (1995)
Geçer’in şiir kitapları;
Şiirlerini Büyüyen Eller (1954)
Belki (1960)
Bir Bulut Geçti (1973)
Hüzzam Beste (1986)
Özlem Rıhtımı (1986)
Karaer’in şiir kitapları (sese verdiği önemle gurubun en
iyi şairi kabul edilir);
Sevmek Varken (1972)
Güvercin Uçurmak (1977)
Kuşlar ve İnsanlar (1982)
Kerem ile Aslı (1985)
Bakiler’in şiir kitapları;
Yalnızlık (1962)
Duvak (1971)
Harman (2001)
Geleneğin
Estetik Gücü / Behçet Necatigil ve Hilmi Yavuz
Behçet
Necatigil
İlk şiirlerinde Garip hareketinin
etkisindedir. 1963 tarihli Yaz Dönemi
adlı kitabından sonra kendi şiir kimliğini kurmuştur. Geleneğin yanında modern
Alman şiiri de onun için yol açıcı olmuştur. Divan şiirindeki birçok mazmun ve
fikri şiirine almıştır. Anlam yapı taslakları oluşturmak üzere klasik
edebiyatın imkânlarını kullanmıştır. Tevriye ve cinasları çokça kullanmıştır.
Tevriye sanatını çok seven ve çok kullanan şair bu sanata olan ilgisini İki Başına Yürümek (1968) adlı kitabının
ismiyle de işaret eder.
1961-1965 yılları arasında yazdığı
şiirlere Divançe ismini vermiştir.
Hilmi
yavuz
Şiir kitapları;
Bakış Kuşu (1969)
Bedreddin Üzerine Şiirler (1975)
Doğu Şiirleri (1977)
Yaz Şiirleri (1981)
Gizemli Şiirler (1984)
Zaman Şiirleri (1987)
Söylen Şiirleri (1989)
Ayna Şiirleri (1992)
Çöl Şiirleri (1996)
Akşam Şiirleri (1998)
Yolculuk Şiirleri (2001)
Hurufî Şiirler (2004)
2005 yılına kadar bütün şiirlerini Büyü’sün Yaz (2006) adı altında bir
araya getirdi.
Şiirin yapılan bir şey olduğunu
söyler. Onun içim sahihlik çok önemlidir.
Şiirinde gelenekle moderniteyi
bağdaştırmaya çalışır. Geleneği bir kimlik olarak gören şair, kavramı,
“değişenin içinden değişmeyeni çıkarmak, bulmak” şeklinde tanımlar (Yahya Kemal’in imtidat kavramıyla ilişkilidir).
Aruz kalıpları ve ritim bakımından
divan şiirinden faydalanan şair, metinlerarası göndermelerle divan edebiyatı ve
halk edebiyatı ürünlerini kendi metni içerisinde kullanır.
Geleneği
Yeniden Üretmek / Sezai Karakoç
Sezai Karakoç geleneği uygarlık
birikimi olarak kabul eder. Ona göre gelenek, peygamberler tarihidir, semavi
din çizgisidir. Her uygarlığın din çatısı altında yükseldiğine işaret eden şair
kendi geleneğimiz olan İslam gelenek olarak alıp geleceğe taşımak hedefindedir.
Genel düşüncesini “diriliş adıyla kavramlaştırmıştır.
Şairin gelenekle temasını iki
aşamada değerlendirir. İlk aşama şairin geleneğin birikimini fark etmesidir.
İkinci aşama ise bu birikim karşısında durabilmek, hesaplaşabilmek ve onun
karşısında var olmak, kendini ispat etmek çabasıdır. Bu noktada birçok şairin
paniğe kapılıp geleneğe sırt çevirebileceği hatta onu yadsımaya çalışacağı
muhakkaktır. Ancak ideal olan bu hesaplaşmayı göze almak ve gerçekten yeni
olanı vücuda getirmektir. Yapılacak yenilik biçimde değil; ruhta, özde
olmalıdır. Bunu başarmanın yolu artık eskimiş olanın içindeki ölmezliği
keşfetmekten geçer.
1967’de çıkan Hızırla Kırk Saat’ten itibaren yazdığı şiirlerinde amaç geleneksel
kültür birikiminin bugünün insanı için diriltici faktör olmasıdır.
Cumhuriyet dönemi Türk şiirinde
kendine özgü bir tarz ortaya koymuş olan Cahit
Zarifoğlu, ikinci kitabı Yedi Güzel
Adam (1973)’dan başlayarak Menziller
(1977) ve son kitabı Korku ve Yakarış
(1985)’taki şiirlerinde Sezai Karakoç’un
çizgisindedir.
Karakoç’un çizgisindeki bir diğer
şair de Ebubekir Eroğlu’dur. Eserleri;
Kuşluk Saatleri (1974), Kayıpların Şarkısı (1984), Yirmidört Şiir (1991), Şahitsiz Vakitler (1998), Sınır Taşı (2006), bu tarihe kadarki
bütün şiirlerini Berzah adlı eserde
bir araya getirdi, Sesli Harfler
(2011)
İkinci Yeni deneyimi, dini/mistik
şiir geleneği, divan şiiri birikiminin yanında modern İngiliz şiiri Eroğlu’nun
şiirinin beslendiği kaynaklardır.
Sevap
Defteri (1992) başlıklı deneme
kitabında klasik dönemin büyük şairlerinden söz eder.
Bazı kitaplarında “Aldı…” üst
başlığıyla klasik şiirimizden çeşitli şairlerin şiirlerini yeniden yazmıştır.
Bu durum nazire geleneğinin modern şekli olarak değerlendirilebilir. Eroğlu,
klasik şiiri yeniden üreten bir şairdir.
Gelenekten beslenen daha birçok
şairden söz etmek mümkündür. Divan ve halk şiiri özelliklerini sürdürmeye
çalışan M. Akif İnan bunlardan
biridir. Kendine özgü üslubu, söyleyiş tarzıyla Hüsrev Hatemi dikkat çeken bir diğer şairdir.
Ünite 7
İkinci
Yeni
1950’lerin ortalarında ortaya
çıkmış bir akımdır. Dönemin sosyal ortamı ve Garip hareketine duyulan tepki bu
akımı hazırlayan etkenlerdir. Orhan Veli etkisiyle basitliği övülesi bir şey
zanneden genç şairlerin sığ şiirlere temayül etmeleri şiirde tıkanmaya sebep
olmuştur. Attila İlhan’a göre hareketin sebebi Demokrat Parti yönetiminin
baskılarıdır. Turgut Uyar’da benzer bir noktaya çeker; Demokrat Parti’nin sebep
olduğu para enflasyonu karşılığında hızlı şekilde yaşanan değer değişmesinin bu
akımın ortaya çıkmasında etkili olduğu görüşündedir.
Bu akımın eleştirmeni olarak kabul
edilen Muzaffer Erdost, Pazar Postası’ndaki bir yazısında yeni
şiir hareketi için “İkinci Yeni” tabirini kullandı.
1953-55 yılları arasında adları
daha sonra bu hareket içinde anılacak olan bazı şairler yeni tarzda şiirler
yayımlamaya başladılar. 1956’dan sonra bu hareketin şiirleri ağırlıkla Pazar Postası’nda yayımlanmaya devam
etmiştir. 1960’tan sonra ise hareketin etkisi ortadan kalkmıştır. Kısa süreli
bu hareketin daha sonra bağımsız olarak şiirler yazmaya devam ettiler.
Hareketin ömrü kısa sürmüşse de modern Türk şiirinin kendini bulması bakımından
etkisi muazzam olmuştur. Modern Türk şiirinin membaı İkinci Yeni’dir demek
abartı olmaz.
Bazıları Oktay Rifat’ın Perçemli Sokak
(1956) adlı eserini (özellikle önsözü) bu akım için başlangıç noktası kabul
ederler. Bazıları ise hareketin gizli öncüsünün Attila İlhan olduğu görüşündedir.
Oktay
Rifat, “Bir sözün anlamı çoğu zaman o sözün gözümüzün önüne getirdiği
görüntüden başka bir şey değildir” dediği yazısında şiirde anlam ve
soyutlama konularına yeni bir tartışma başlatmıştır.
İkinci Yeni’nin öncü şairlerinden Ece Ayhan, “parasız yatılılar”
eliyle kurulduğunu söylediği İkinci Yeni’nin Türk edebiyatında ilk “sivil
şiir” olduğunu; öncülüğünü ise Sezai
Karakoç ve Cemal Süreya’nın
yaptığını belirtir.
Cemal
Süreyya (Gül, Güzelleme,
Üvercinka)
Edip
Cansever (Aşkın
Radyoaktivitesi, Yerçekimli Karanfil)
Turgut
Uyar (Göğe Bakma Durağı)
Sezai
Karakoç (Balkon)
Bu hareketin öncüsü olarak kabul
edilmelidirler. İlhan Berk ve Ülkü Tamer de İkinci Yeni’nin öncü
şairleri arasındadır. Sezai Karakoç daha sonra farklı bir çizgide şiirler
yazarak kendi ekolünü oluşturmuştur.
Özellikleri
Dil konusunda titizdirler. Dil onlar için iletişim aracı
olmanın ötesinde estetik form ve duyum için işlenmesi gereken mecradır. Buna
bağlı olarak İkinci Yeni şiirinde;
a) Sözdizimsel sapmalar
b) Alışılmamış bağdaştırmalar
c) Düz mantığa aykırı ifadeler
şiirin yapısal unsurları olarak
göze çarpar. Dildeki bu çalışmalardan dolayı İkinci Yeni şiiri anlamsızlıkla
suçlanmıştır. Bu oldukça acımasız bir yargıdır. İkinci Yeni şiirinde anlam
arka plandadır ama bu anlamın
yadsındığı sonucuna götürmemelidir.
İkinci Yeni şairleri için nesneler,
eşyalar ayrıcalıklı öneme sahiptir. Doğal, olağan durumundaki haliyle bile bir
nesne olağanüstü özellikler taşıyabilir. Şair, soyutlamalar yoluyla nesneyi
estetiğin konusu yapar.
Şiirleri başta resim
olmak üzere diğer sanatlarla yakın
ilgi/ilişki içindedir.
Sürrealist bir yazı otomatı gibi serbest çağrışımlara başvurur.
İnsanı toplum ve varoluş arasındaki sıkışmışlığı içinde
ele alır.
İlhan
Berk
Manisa’da doğdu. 1945-55 yılları
arasında öğretmenlik yaptı. 1955-69 yılları arasında Ziraat Bankası’nda
çevirmen olarak çalıştı. 2008 yılında Bodrum’da vefat etti.
İlk kitabı Güneşi Yıkanların Selamı, 1935’te
yayımlandı. İstanbul Kitabı (1947), Günaydın Yeryüzü (1952), Türkiye Şarkısı (1953), Köroğlu (1955) adlı eserleri toplumcu
anlayışla yazılmıştır. Şair sonraki yıllarda bu kitapları unutmak istediğini
söylemiştir. Sezai Karakoç, İlhan Berk için İkinci Yeni’nin her konudaki
“en”idir der (en soyut, en toplumcu vs.). Çeşitli konularda öne çıkabilmesi
onun deneyci bir şair olmasından ileri gelir.
Turgut
Uyar
Ankara’da doğdu. 1941’de askeri
okuldan mezun oldu. 1947-58 yılları arasında subay olarak orduda görev yaptı.
Emekli oluncaya kadar SEKA Ankara şubesinde çalıştı. 1985’te İstanbul’da vefat
etti.
“Yad” adlı ilk şiirini 1947’de Yedigün’de
yayımladı. 1963-65 yılları arasında çıkan Dönem dergisinin kurucuları arasında
yer aldı. Yeni Türk şiirinin evrelerini incelediği yazılarını “Bir Şiirden” (1983) adıyla yayımladı. Şiir
hakkındaki yazıları, söyleşileri ve diğer çalışmaları Korkulu Ustalık (2009) adıyla yayımlandı. İlk şiir kitabı Arz-ı Hal (1949) ve ikincisi Türkiyem (1952) Anadolu motifli, hece
kalıplarında yazılmış şiirleri içerir.
Dünyanın
En Güzel Arabistanı (1959)
Tütünler
Islak (1962)
Her
Pazartesi (1968)
Divan (1970)
Toplandılar (1970)
Kayayı
Delen İncir (1981)
Bazı eklemelerle birlikte toplu
şiirlerini Büyük Saat (1984) adıyla yayımladı.
Dünyanın
En Güzel Arabistanı adlı
kitabındaki “Akçaburgazlı Yekta”
tiplemesini konu edinen şiirleri çok ilgi gördü (az bile).
Şiirlerinde yer yer nesir cümlesine
yaklaşan dizeleri dikkat çeker. İç konuşma ve öyküleme teknikleriyle ördüğü
şiiriyle özgün bir lirizme ulaşır. Yalnızlık, hüzün ve sıkıntı temalarını çok yalın ve çok başarılı
biçimde kullanmıştır.
Ömer
Edip Cansever
Uzun yıllar Kapalıçarşı’da kuyumculuk
yaptı. İlk şiirlerini 13 yaşındayken Arkadaş
dergisinde yayımladı. Garip hareketi etkisinde yazdığı şiirleri İkindi Üstü adıyla yayımlandı. Şair daha
sonra bu kitabını yok saymaya çalışmıştır.
Dirlik
Düzenlik (1954) adlı ikinci
kitabına yine Garip hareketi etkisi altındadır ancak buradaki şiirlerde şair
kimliği ilerleme kaydetmiştir. 1957 tarihli Yerçekimli Karanfil ile adını iyice duyurur. Şiiri
de oturmuştur artık. Buradaki şiirlerinde yabancılaşma, doğa ve toplum içinde
yaşanan çelişkiler ve cinsellik temaları bundan sonraki dönemlerde de
Cansever’in şiirinin temel izlekleri olur. 1964’te çıkan Tragedyalar’a kadar İkinci Yeni çizgisinden sapmaz. Tragedyalar’da
ise farklılaşır; dizeleri işlevsizleştirir. Tiyatro oyunlarında kullanılan
diyalog, monolog ve iç-monologları kullanır. İlerleyen dönemlerde dramatik
anlatım tekniklerini kullanarak üslubunu geliştirir/açar. Ben Ruhi Bey Nasılım (1971) ve Bezik
Oynayan Kadınlar (1982) anlatım ustalığı ve bilinçaltı serpintilerinin
şiirleştirilmesiyle dikkat çeker. Şiirlerindeki tarihsel ve mitolojik motifler
çağrışım zenginliği sağlayarak şiirini güçlendir.
Cemal
Süreya
Erzincan’da doğdu. Ailesi Dersim
Harekâtı sırasında Bilecik’e sürüldü. Mülkiye’yi bitirip maliye müfettişi
olarak çalıştı. 1965’ten itibaren yayıncılık yaptı.
“Şarkısı Beyaz” adlı ilk şiiri Mülkiye
Fikir ve Sanat dergisinde çıktı (1953). 1966-70 yılları arasında Tomris Uyar’la birlikte Papirüs dergisini çıkardı. Yazılarının
bazılarını Şapkam Dolu Çiçekle (1976)
ve Günübirlik (1982) adlarıyla
kitaplaştırdı. 1958’de yayımlanan Üvercinka ile dikkat çekti. Şiirlerindeki orijinal
imajlar ve söyleyiş biçimiyle İkinci Yeni’nin öncüsü kabul edildi. Buna
karşılık şiirlerinde anlam asla geri planda ya da kapalı kalmadı. Şiirinin gücü
olağanüstü imajlar ve şaşırtıcı metaforlardadır. Üvercinka sözcüğü onun şiiri için anahtar olarak kullanılabilir.
Şiirlerinde ölüm, yalnızlık ve
melankolik hallerin karşısına erotizmi koyar. Lirizmle ironiyi, duyguyla
zekâyı, anlam çağrışımlarıyla sözcüklerin ses tınılarını başarıyla
harmanlamıştır.
Ece
Ayhan
Datça’da doğdu. Sivas Gürün’de
kaymakamlık yaptı (1962). 1966’dan sonra yayıncılık yaptı. Ömrünün son demini
huzurevinde geçirdi.
1954’ten itibaren çeşitli
dergilerde şiirleri yayımlandı.
İlk kitabı Kınar Hanım’ın Denizleri 1959’da çıktı. Bundan sonraki şiirlerinde
yoğun sürrealist anlatımıyla anlamı, şiirindeki zengin söz varlığının içinde
örtmüştür. Bakışsız Bir Kara Kedi
(1965) mensur bir şiirdir. Türk şiirindeki en ileri söyleyiş deneyleri bu
kitapta okunabilir.
Şiirindeki bozuk dil bilinçli bir
seçimdir. Rejim karşıtlığını rejimin dilini bozmakla gösterir.
Şiirin bilinen, görülen, gündelik
gerçeklikle ilgisi olmadığını söyleyen şair şiirini kültürel çağrışımlar
üzerinde kurar. Devlet ve Tabiat ya da
Orta İkiden Ayrılan Çocuklar İçin Şiirler (1973) ve Yort Savul (1977) çok ilgi
görmüştür.
Ülkü
Tamer
Gaziantep’te doğdu. Aktörlük,
yayıncılık ve çevirmenlik yaptı. İlk şiiri “Dünyanın
Bir Köşesinde Lucia”, 1954’te Kaynak
dergisinde yayımlandı.
Şiir kitapları;
Soğuk Otlar Altında (1959)
Gök Onları Yanıltmaz (1960)
Ezra ile Gary (1962)
Virgül’ün Başından Geçenler (1965)
İçime Çektiğim Hava Değil
Gökyüzüdür (1966)
Sıragöller (1976)
Bütün şiirlerini Yanardağın Üstündeki
Kuş (1986) adıyla yayımladı.
İngiliz, Amerikan şiirinin
etkisinde kalmıştır. Çocuksu duyarlılığı, ironinin sağladığı anlatım
özellikleri şiirinin öne çıkan unsurlarıdır.
İkinci
Yeni’den Diriliş Hareketine: Sezai Karakoç
İkinci Yeni’nin ilk döneminde
şiirleriyle bu akımın içinde yer alan Sezai Karakoç, metafizik ve gelenek
kavramlarıyla olan olumlu ilişkisiyle diğerlerinden ayrılır.
Diyarbakır’da doğan Karakoç,
ortaokulu Gaziantep’te liseyi Kahramanmaraş’ta bitirdi. 1955’te Mülkiye’den
mezun oldu. 1956-65 yılları arasında memurluk yaptı.
1955’te Şiir Sanatı dergisini çıkardı (2 sayı). 1960’tan itibaren
aralıklarla Diriliş dergisini
çıkarmaya başladı. Gazetelerde denemeleri yayımlandı. 1990’da Diriliş
Partisi’ni kurdu. Partisi 1997’de kapatıldı. Halen Diriliş Yayınları’nı
yönetmektedir.
“Sabır” adlı ilk şiirini Mehmet Levendoğlu müstearıyla
yayımladı. Heceyle yazdığı ilk şiirlerinde ifade gücü dikkat çeker. Uzun dönem
kitaplarına almadığı Monna Rosa şiiri
çok popüler oldu. Bu şiir Karakoç’un lirik döneminin başlangıcını teşkil eder.
İkinci Yeni’yle anılmasına sebep Körfez
(1959), Şahdamar (1962) ve Sesler (1968) adlı kitaplarıdır. İkinci
Yeni’den uzaklaştıktan sonra şiirinin merkezini metafizik kavramı
dolduracaktır. Kendi ifadesiyle “metafizik gerilimli şiirler” yazmaya
başlamıştır.
Epik şiirin modern dönemdeki
başarılı örnekleri olan Hızırla Kırk Saat
(1967), Taha’nın Kitabı (1968) ve Gül Muştusu (1969) adlı kitaplarıyla
kendi şiirini keskin biçimde ortaya koymuş olur. Dini duyarlılığa dayanan
zengin imajlar barındıran bu şiirleriyle çağının eleştirisini yapar. Anlamın
çağrışımlara bırakılmadığı, titizlikle ifade edildiği şiirlerdir bunlar.
Zamana
Adanmış Sözler (1975) kitabındaki “Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine”
başlıklı şiirin IV. bölümü çağdaş bir na’t olarak değerlendirilmiş ve modern
Türk şiirinin başyapıtları arasında kabul edilmiştir.
2000 yılında bütün şiirlerini Gündoğmadan adıyla yayımladı. Sezai
Karakoç, cumhuriyet dönemi Türk şiirinin en “yerli” şairidir.
Ünite 8
1960-1970
Dönemi Türk Şiiri
Türk şiiri bu dönemde poetikadan
uzaklaşıp politikaya yakınlaşmıştır.
Dönemin önde gelen şairleri;
Turgay Gönenç
Afşar Timuçin
Erdem Beyazıt
Hüsrev Hatemi
Cahit
Zarifoğlu
Egemen Berköz
Ataol Behramoğlu
Süreyya Berfe
Refik Durbaş
Güven Turan
İsmet
Özel
İsmet Özel
1944’te Kayseri’de doğdu. 1962’de Ankara’da
liseyi bitirdi.
Mülkiye’yi yarıda bırakıp uzun
zaman sonra Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi (1977). 1980 yılına
kadar sendikalarda, dergilerde ve Ticaret Bakanlığı’nda çalıştı. Bir ara Çıdam
Yayınevi’ni kurup yönetti.
“Yorgun” adlı ilk şiirini Yelken
Dergisi’nde yayımladı (1963). Ataol Behramoğlu’yla birlikte Halkın Dostları
dergisini yayımladı (1970-72). 1974’ten sonra Marksist çevrelerden uzaklaştı.
2000’li yılların başında muhafazakâr çevrelerle arasına mesafe koyup nevi
şahsına münhasır Türkçü vurguyla İstiklal Marşı Derneği’ni kurdu.
Şiir kitapları;
Geceleyin Bir Koşu (1967)
Evet İsyan (1969)
Cinayetler kitabı (1975)
Şiirler 1962-1974 (1980)
Celladıma Gülümserken Çektirdiğim
Son Resmin Arkasındaki Satırlar (1984)
Erbain/Kırk Yılın Şiirleri (1987)
Bir Yusuf Masalı (2000)
Of Not Being A Jew (2005)
Şiir hakkındaki düşüncelerini Şiir Okuma Kılavuzu (1980) adlı
kitabında dile getirdi.
İlk şiirlerinde İkinci Yeni’ye
yakın bir çizgidedir. Bu dönemdeki şiirlerinde imaj
önemli bir araçtır. Söz diziminde sözcüklerin gerilimini
yansıtacak düzenlemeler yapması dikkat çekti. Evet İsyan’da döneminin toplumsal-siyasal eğilimlerini başarıyla
şiire taşıdı ve toplumcu gerçekçi akım içerisinde kendine yer edindi.
İlk dönem şiirlerinde öne çıkan Kapitalist
sistem eleştirisi ikinci dönem şiirlerinde modernizm eleştirisine dönüşür.
Ataol
Behramoğlu
Çatalca’da doğdu. 1974’te Rus Dili
Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. 1970’ten itibaren Londra, Paris, Moskova gibi
şehirlerde bulundu. 1974’te yurda döndükten sonra Şehir Tiyatroları’nda
dramaturg olarak çalıştı. 1977’de Barış Derneği’nin kurucuları arasında yer
aldı. 1980 darbesinden sonra tutuklandı. On ay hapis yattı. 1983’te aynı
davadan 8 yıla mahkûm edildi. Fransa’ya kaçtı. 1989’da yurda döndü. Editörlük ve
T.Y.S. başkanlığı yaptı. İstanbul Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak
çalıştı.
İsmet
Özel’le birlikte Halkın Dostları (1970-72), kardeşi Nihat Behram’la birlikte Militan (1974-76), Fransa’da bulunduğu
dönemde Anka (1986) adlı dergileri
yayımladı.
Eylemci kimliği ile yazı hayatı iç
içedir.
Eserleri;
Bir Ermeni General (1965)
Bir Gün Mutlaka (1970)
Yolculuk, Özlem, Cesaret ve Kavga
Şiirleri (1974)
Ne Yağmur Ne Şiirler (1976)
Kuşatmada (1978)
Mustafa Suphi Destanı (1979)
Dörtlükler (1980)
İyi Bir Yurttaş Aranıyor (1983)
Bebeklerin Ulusu Yok (1988)
Aşk İki Kişiliktir (1999)
İlk şiirlerinde İkinci Yeni etkisi
görülse de şiirlerinin genelinde Nâzım Hikmet – Ahmet Arif çizgisinde
toplumcu-gerçekçi bir çizgidedir.
Şiirlerinde duygusal vurgu çok
kuvvetlidir. 1969’da Ant
dergisinde yayımlanan “Genç Şairler Savaş
açıyor” başlıklı oturumda dile getirdiği siyasal düşüncenin şiire
yedirilmesi yolundaki düşüncelerine paralel olarak Marksist ideolojinin
güdümünde şiirler yazdı. Epik şiir denemeleri de olan şair son dönemde
temalarını genişletmiş, aşk konulu şiirler de yazmıştır.
Erzurum’da doğan Refik Durbaş, 1971’den sonra
gazetecilik ve yayıncılık yaptı. Kuş
Tufanı (1971), Hücremde Ay Işığı
(1974), Nereye Uçar Gökyüzü (1983), Yol Uzundur Ama Ölümden Kısa (2002) şiir kitaplarının
bazılarıdır.
Anlık duyguları, ezilmiş kesimlerin
durumlarını duyarlılıkla şiire taşımıştır. Şiirlerinde halka yakın duran şair,
divan ve halk şiiri geleneğinden de yararlanmıştır.
Güven
Turan Sinop’ta doğdu. İngiliz
Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü 1967’de bitirdi. Reklam yazarlığı, okutmanlık ve
metin yazarlığı yaptı. Şiirden başka roman, öykü ve eleştiri türünde de eserler
verdi. Güneşler Gölgeler (1981), Peş (1982), Sevda Yorumları (1990), 101
Dize (1996) Gizli Alanlar (1997),
İz Sürmek (2001) şiir kitaplarından
bazılarıdır.
İmaj ve ayrıntılara önem veren şair
yalnızlık ve hüzün temalı şiirleriyle toplumcu şairlerden ayrılır. İçe dönük ve
izlenimcidir. Kısa ve kesik söyleyişlerle kendine özgü bir lirizm yakalamıştır.
Dini
Duyarlılığın Modern Görünümü / Cahit Zarifoğlu
Cahit
Zarifoğlu
Ankara’da doğdu. 1971’de Alman Dili
ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun oldu.
1976’da Mavera dergisini yayımladı. İlk şiirlerinden itibaren İkinci Yeni
ve modern Alman şiirinin özelliklerini taşıyan, insanın varlık içerisindeki
konumunu araştıran, giderek hikmete yönelen bir tutum içerisinde oldu. Şiirleri
taşıdığı hüzünle Turgut Uyar’a,
düşünce bakımından Sezai Karakoç’a,
imge zenginliği açısından Rilke’ye
yaklaşır. Bunlara rağmen o orijinal bir şairdir. Bu kendine özgü tavrı
nedeniyle kapalı ve anlaşılmaz bulunmuştur.
Cahit Zarifoğlu’na göre şiir
insandan ve maddeden bağımsız bir varlığa sahiptir. Şair, şiiri insana
ulaştıran bir kanal/yoldur. Şiire bu nedenle dışarıdan müdahalede
bulunulmamalıdır. Şiir de insanlar gibi Yaratan’a yönelme temayülü içindedir.
Bu nedenle metafiziksiz şiir olmaz.
İlk kitabı olan İşaret Çocukları (1967) adlı kitaptaki
şiirlerinde art arda gelen şaşırtıcı, özgün imge sağanağı şairi kuşağı içinde
öne çıkaran unsurlardır.
İkinci kitabı Yedi Güzel Adam (1973) destansı söyleyişin modern örneğidir. Bu
eserinde tasavvuf ve toplumsal içerik de şiirine dâhil olmuştur.
Menziller (1977) ve Korku
ve Yakarış (1985) tasavvufi içeriğin yoğunlaştığı şiirleri ihtiva eder.
Erdem
Beyazıt
Maraş’ta doğdu. Türk Dili ve
Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. Öğretmenlik, kütüphanecilik, memurluk yaptı. 1987’de
milletvekilliği yaptı. 2008’de vefat etti.
Mavera dergisinin kuruluşuna katkı yaptı. Akabe
Yayınları’nın kurulmasını sağladı.
Eserleri;
Sebep
Ey (1972)
Risaleler (1987)
Şiirlerinde ses unsuru önem arz
eder. Ses, anlamın sadece mahfazası değil yönlendiricisidir de.
Ünite 9
Çağdaş
Türk Şiiri
1970-1980
Arası Türk Şiiri
1970’li
Yıllar / Türk Şiirinin Tıkanma Dönemi
1970’ten sonra siyasi gündem poetik
içeriği bastırmış ve şiirde tıkanma yaşanmıştır. Edebiyatın yoğun olarak
politikayla içli dışlı olduğu süre boyunca bu durum devam eder. Burada dikkat
edilmesi gereken husus politik tavrın şiirde belirgin unsur olmasıdır; poetik
unsur geri planda kalmadığı halde şiirin ideolojik içeriği taşıyabildiğini
Nâzım Hikmet ve Ahmet Arif gibi şairlerden biliyoruz. Ancak bu dönemde
yazılanlar şiirden ziyade politik slogan değerinde metinlerdir.
Bu dönem şiirinin genel
özellikleri;
Şiirin siyasal mücadele aracı
olarak görülmesi,
Duyarlılık yerine duygusallığın öne
çıkması,
Geniş kitlelerin ilgisini çekecek
tematiklerin artması,
Şiirin ses ve imge gibi
unsurlarının göz ardı edilerek doğrudan konuşma üslubunun artması,
Nâzım Hikmet çizgisinde
toplumcu-gerçekçi anlayışa ilgi duyulması, ne var ki bu ilgi sadece dize düzeni
bakımından Nâzım Hikmet’in şiiriyle benzerlik gösterir.
Yangın Yılları (1979), Hüznün İsyan
Olur (1979), Dövüşen Anlatsın (1980) gibi kitapların sahibi Ahmet Telli; İlk İşim Uyanmak (1970),
Gelincik Günleri (1978), Uzun Yollar Yolcusu (1978) kitaplarının sahibi Hüseyin Yurttaş, Ahmet Ada, İsmail Uyaroğlu, Seyyit Nezir, Barış Pirhasan,
Abdülkadir Budak, Yaşar Miraç, Erol Çankaya, Veysel Çolak dönemin şairleri
arasındadır.
Toplumcu şairler dışında Necip
Fazıl-Sezai Karakoç çizgisindeki poetik oluşumlar da dikkate değerdir: Nuri Pakdil öncülüğünde yayımlanan Edebiyat dergisi çevresindeki
şairler ve Mavera dergisi çevresi, bu
dönemde İslami değerler ve Batı karşıtlığı noktasında birbirine yakın, benzer
içerikte şiirler yazmıştır.
Arif
Ay, Hira (1978), Dosyalar
(1980) ve Şiirin Kandilleri gibi
kitaplarında söyleyişi ve soyutlamaya dayalı imgeleriyle dikkat çeker.
Toplumsal eyleme dönük özelliği olan tasavvuf ve halk kültüründen gelen duygu
değerleriyle yazdığı Bir Savaşçıdır
Kalbim kitabının şairi Osman Sarı
öne çıkan şairlerdendir.
İçerik bakımından tasavvuf
kültüründen gelen öz ile çağdaş bireyin insan, tabiat ve toplumla
karşılaşmasını imgesel göndermelerle şiirler yazan Ebubekir Eroğlu, klasik şairlerin şiirlerine çağdaş anlamda
nazireler yazarak dikkat çekmiştir.
1970’ten sonra yazdıklarıyla
kendine özgü bir yer edinen Enis Batur,
deneysel şiirlerine halen devam etmektedir. Deneysel şiirler yazan bir diğer
şair Tarık Günersel, şiir tekniği ve
deneysel çabalarıyla dikkat çekmiştir.
Modern yaşamı ironiyle işleyen yalın
söyleyişli şiirleriyle Cahit Koytak
bu dönemde dikkat çeken bir diğer şairdir.
1980-2000
Yılları Arası Türk Şiiri
80 darbesinden sonra şiir yavaşta
olsa kendi doğal ortamına dönmeye başladı. Sloganlar şiirden temizlendi, saf
şiire yönelmeler başladı. Yönelişler
dergisi çevresi başta olmak üzere şiirde poetik değerleri önde tutan
edebiyatçıların sayısı arttı. Yönelişler’i
Şiir Atı, Poetika, Sombahar gibi
dergiler izledi. Ebubekir Eroğlu
şiir hakkındaki yazılarıyla bu yönde etkili olmuştur. 80’li yılların şiiri, 70
kuşağını tamamen göz ardı ederek İsmet Özel ve İkinci Yeni şairleri gibi diğer
dönemlerin şairlerinin izinden gitmeye çalıştı.
Adnan Özer, Ahmet Erhan, Arif Ay,
Cevdet Karal, Haydar Ergülen, Hüseyin Atlansoy, İhsan Deniz, Lale Müldür, M.
Mungan, Tuğrul Tanyol, Osman Konuk gibi şairler öne çıkan isimlerdir.
Adnan
Özer (Ateşli Kaval, Çıngırağın Ölümü, Zaman Haritası)
Sosyalist çizgidedir. Şiirinin
kültürel zemini Yunan mitolojisi, Anadolu efsaneleri, masalları ve halk
kültürümüzdür. Slogancı solcu şiire karşı tavır takınır. Kırsalı ve halkı
hayatı doğuran ve besleyen unsurlar olarak görür.
Ahmet
Erhan (Akdeniz Lirikleri, Sevda Şiirleri, Ölüm Nedeni Bilinmiyor)
80 sonrasının toplumcu-gerçekçi
şairi olarak tanınır. Akdeniz kültürünü kaynak olarak ele alır. İnsanı tarihsel
bir araç olarak görmeyen, köklerini geçmişten alan hümanizmle yeni bir estetik
arayış içine girer.
Haydar
Ergülen (Sırat Şiirleri, Eskiden Terzi, Nar, Üzgün Kediler Güzeli)
Yeni bir gerçekçilik arayışındaki
şair, Attila İlhan’ın imgeci tutumuna, Necatigil’in naif gerçekçiliğine ve
Hilmi Yavuz’un imgeci, mitik niteliğine yakınlık gösterir. “Ne olduğunu bilmediğim bir şeyin var
olduğuna inanıyorum şiirde” diyen şair insanın acı ve sıkıntılarını
hafifletmeye çalışan iyimser yaklaşımlar gösterir.
Hüseyin
Atlansoy (İntihar İlacı, Şehir Konuşmaları, Kaçak Yolcu, Yarın Bekleyebilir)
Sezai Karakoç çizgisindedir. Cahit
Koytak ve Osman Konuk’la sanatsal ve düşünsel çerçevede ortaklıkları vardır. Şiirinde
modernizme karşı eleştirel, ironik tavır öne çıkar. “Zeki fakat aynı zamanda egemen güçler tarafından ezik kalmaya mahkûm
edilmiş kişilerin elinde güçlü bir silahtır” der ironi için.
İhsan
Deniz (Mağara Külleri, Gecediloldu, Hurufî Melâl, Buz ve Fire)
Sezai Karakoç çizgisindedir.
Metafizik algıya önem verir. Medeniyet inşasının yapı taşlarından olan şiir bu
işlevini yerine getirebilecek şiirin şehirli kültürden doğabileceğini söyler.
Lale
Müldür (Kuzey Defterleri, Uzak Fırtına, Seriler Kitabı)
Şiirlerinde geniş bir coğrafyanın
izleri görülür. Biçim arayışları, metinlerarası göndermeler, lirizmden marjinal
eğilimlere uzanan söyleyiş özellikleri onun şiirinin dikkat çeken yanlarıdır.
Anlatımı genel olarak simgecidir.
Murathan
Mungan (Kum Saati, Yaz Geçer)
Duygusallığın öne çıktığı ferdi
şiirleriyle dikkat çeker. Şiirlerinde masal, mitoloji, halk öyküleri ve diğer
geleneksel anlatılardan yola çıkarak günümüz insanının toplum içi sorunlarını,
varoluşunu, yabancılaşmasını dile getirir. Geleneği zemin olarak ele almaz. Bu
arka plan kendi Asyalılığıyla hesaplaşan bireyin çıkış noktasıdır sadece.
Osman
Konuk (Seni Yalnız Ben Anlarım, Tehlikeli Belki, Beyaz Savunma)
Modern şiirin insanın dünya ve
tabiatla doğrudan ilişkisinin sonucu olduğunu söyleyen şair, modern şiirin
estetikle açıklanmaya çalışılmasına da karşıdır. Tabiat ve Tanrıyla olan
sözleşmenin bozulması onun için nirengi noktasıdır. Şehre ait insanın
traji-komik durumunu her yönüyle ele alan şiirleri vardır.
Tuğrul
Tanyol (Elinden Tutun Günü, Ağustos Dehlizleri, Oda Müziği, Büyü Bitti)
İkinci Yeni imgeciliği ile Hilmi
Yavuz’un metafizik algısı arasında kendine sezgisel bir duyuşla yeni imge ve
ses düzeni kurmaya çalışır. Şairin insanın değişmeyen yanlarını izlerdiği
söyler. Aşk, yalnızlık, ölüm ve anılar onun başlıca temalarıdır. Şiirinde
anlamdan ziyade imge ön plandadır.
Vural
Bahadır Bayrıl (Melek Geçti, Şer Cisimleri)
Gelenek ve metafizikle Hilmi Yavuz
tecrübesiyle buluşan şair, şiirin kurumsal sorunlarına da dikkat çekmeye
çalışmıştır.
80 sonrası dönemin ortak
özellikleri;
İmgeye önem vermek, sözü metafor
teknikleri içerisinde tutarak anlamdan ziyade duyuş ortaya koymak,
Dünya görüşü ne olursa olsun şiiri
bunun üstünde tutmak,
Şiirin çeşitli dönemleriyle temas
kurmak,
Bireyi ve bireyin sorunlarını
merkeze almak,
Biçimsel çeşitlilik (bu yapısal
çeşitlilik 80 sonrası şiiri hakkında genel bir yargı oluşmasına engel
olmaktadır),
Ünite 10
Cumhuriyet
Türk Şiiri Genel Değerlendirme
Şiirin kaynakları söz konusu
edildiğinde en çok gelenek kavramı mesele
edilir.
Gelenek iki düzlemde ele
alınabilir;
1) Kültürel gelenek
2) Edebi gelenek
Cumhuriyet dönemi şiirimizde hem
algı hem de uygulama alanı bakımından gelenekle kurulan ilişkiler çeşitlilik
gösterir.
İlk yıllarda yeni kurulan
Cumhuriyetin getirdiği heyecan edebi ürünlerin hemen tümünde görülür.
Bu bağlamda Yahya Kemal kolektif ruh, Mehmet
Akif iffihat-ı İslam, Ziya Gökalp
kültürel geleneğe atıfla milli tarihe atıf yaparak belirleyici yollar açmıştır.
Yeni kurulan Cumhuriyetin Osmanlı
kültürüyle bağını korumak endişesiyle Necip
Fazıl ve Sezai Karakoç İslami
vurguyla öne çıkarlar.
Klasik şiirin ses özellikleri başta
olmak üzere yapısal imkânlarından yararlanarak edebi birikimimizi ideolojik
tartışmalara mahal vermeyecek şekilde kullanmayı başaran Behçet Necatigil’in şiiri müstesna bir yere
sahiptir.
İkinci Yeni şairleri dil özellikleri ve biçim bakımından
gelenekten istifade etmiş ancak anlam alanı bakımından gelenekten tamamen ayrı
yeni bir şiir ortaya koymuşlardır.
Garip hareketi gibi kendilerinden önceki tüm edebi ve kültürel
birikimi yadsıyan akımın da Türk şiirinin kendi kimliğini bulmasında önemli bir
merhale olduğu dikkatten kaçmamalıdır. Orhan Veli ve arkadaşları idealize
edilmişi değil var olan alt kültürü şiire taşımışlardır.
Simge olarak kullanılıp yeni
imajlar elde etmeye imkân vermeleri ve adeta imge arşivi olarak
kullanılabilirliği gibi sebeplerle mitoloji bütün dönemlerde şiir (ve dahi
edebiyatın geneli) için eşsiz bir kaynak olmuştur. Fars, Arap, Yunan ve Türk mitolojisi
Osmanlı şiirinin beslendiği kaynaklardandır. Bu içeriğe sahip olan Şehname ve Târihi’l-Ümem
ve’l-Mülûk yüz yıllar boyu başvurulan eserlerin başında
gelmiştir.
Tanzimat döneminde özellikle Yunan
ve Latin kaynaklı mitolojik metinlere ilgi artar. Cumhuriyete yakın ortaya
çıkan Nev-Yunanilik ve daha sonra Ceyhun
Atıf ve Salih Zeki gibi
şairlerin yunan mitlerine yaptığı göndermeler sentetik görünüm arz ettikleri
için edebi yankı vermemişlerdir.
İkinci Yeni şairlerinin ilgi duyduğu mitler Hıristiyan, Pagan
ve Yahudi kaynaklı olanlardır.
Fransız sembolizmi ve toplumcu
gerçekçi edebiyat akımı şairlerin şiire bakışında yönlendirici olan akımlardır.
Ahmet
Haşim, anlamı geride bırakıp
daha çok şiirde müziği öne çıkarmaya çalışmıştır.
Ahmet
Hamdi ve Âsaf Halet için de müzik aynı öneme
sahiptir.
Şiiri kalpte doğan deruni ahengin
dile yansıması şeklinde izah eden Yahya
Kemal için şiirdeki anlam ve söz sanatları sadece içteki mananın doğru
biçimde ifade edilmesi için kullanılması gereken araçlar olarak kabul eder.
Necip
Fazıl görünen dünyaya dair
her şeyin şair tarafından sorgulanmasını ve bu yolla bireyin hakikate
ulaşmasına yardımcı olmasını şiirin ön koşulu kabul eder. Ona göre şiir mutlak
hakikati arama yoludur.
Şiirde fikri içeriği ve biçimsel
düzenlemeyi hakir gören Orhan Veli,
şiirin değerini ve önemini taşıdığı manada arar. Şiirin niteliği edasıdır.
Fazıl
Hüsnü, imgelerin önemine
vurgu yaparak şairin içtenliği nispetinde imgelerinin derinleşip şiirinin
değerini arttıracağını söyler.
Attila
İlhan’ın şiirinde imgeler seslerle,
müzikle desteklenir.
Şiire giden yol şairin hayati
sorumluluğuna tekabül eder diyen İsmet
Özel, şiirin insana öncelikle kendini tanıyabilme imkânı sunduğunu söyler.
Temalar
Erken dönemde etkili olan memleket edebiyatı Anadolu’yu ve Anadolu insanını
şiire dâhil eder. Öncüsü Faruk Nafiz Çamlıbel’dir. Şiirde yerli unsurlar,
değerler ve konuşma dili hâkimdir.
Sosyalizmin etkili olmaya başlaması
edebiyatta da kendini gösterir. Toplumcu şairler ilk yıllarda Atatürk
ilkeleriyle sosyalimin ilkelerini uzlaştırmaya çalışırlar. Toplumcu şiire alması gerektiği biçimi Nâzım Hikmet vermiştir.
Modern insanın modern dünyadaki meselelerini merkeze alan ilk
şiirler Necip Fazıl’a aittir.
Yalnızlık, şehir, ölüm, hüzün kavramları daha sonra İkinci Yeni şairleri
tarafından ele alınmıştır.
Garipçilerin şiirinde küçük adam, Beş Hececilerden Attila İlhan’a uzanan
geniş bir şairler listesinde aşk Mehmet Akif’ten
itibaren İslami motifler, ağırlıkla tasavvufi
birikimden beslenen mistisizm çeşitli biçimlerde
ele alınan, şiirimizin değişmez temalardandır.
Kitap Bitti