25 Nisan 2018 Çarşamba

Halk Biliminin Konuları



Halk Biliminin Konuları

Sözlü Kültür / Halk Edebiyatı
Halk ağzı, adlandırmalar / lakaplar, selamlaşmalar, yeminler, atasözü ve deyimler, dualar ve beddualar, tekerlemeler, bilmeceler, maniler, türküler, destanlar, efsaneler, halk hikâyeleri, masallar, fıkralar, mahalli tiplemeler

Halk Müziği / oyun ve eğlenceleri
Halk müziği (müziğin özellikleri, müzik türleri ve çalgılar)
Halk oyunları
Çocuk ve yetişkin oyunları, oyuncaklar
Geleneksel sporlar (güreş, boğa güreşi, rekabete dayalı faaliyetler, atmacacılık, av vs.)
Eğlenceler (temsiller/köy tiyatrosu): Rize’de köy tiyatrosu yok, bu başlığın altında tahta arabalar ve tahta kızaklarla yapılan kayak gibi eğlenceler yazılabilir.

Gelenek, görenek ve inançlar
Töre, halk hukuku
Törenler (doğum, sünnet, askerlik, evlilik, bayram, hac, cenaze, takvime bağlı ritüeller)
Halk hekimliği ve halk veterinerliği (bitki adlandırmaları da bu başlık altında verilebilir)
Halk inançları (doğal ve doğaüstü varlıklar hakkındaki inanışlar, takvime bağlı inançlar, yatırlar ve bunlarla ilgili inanışlar, nazar, büyü vs. konular)
Sosyal yapı (imeceler, komşuluk ilişkileri, aile yapısı)
İnanç yapısı (dinî hassasiyetler, ziyaret yerleri, hayır işleri)
Halk takvimi ve takvime bağlı inançlar
Halk meteorolojisi

Maddi Kültür
El sanatları (kullanılan malzemeye göre tasnif edilerek icra edilen sanatlar/zanaatlar anlatılmalı)
Giyim-kuşam süslenme (kadın, erkek ve çocuk giyimi, belirli günlere özel giyim şekli ve mesleki kıyafetler)
Halk mimarisi (geleneksel meskenler, yapı malzemeleri, mesken kullanımı, ev içi ve eşyalar)
Halk teknolojileri (ısınma, aydınlatma, taşıma araçları vs.)
Halk ekonomisi
Mutfak kültürü
Halk matematiği (ölçü sistemleri ve ifadeleri)

7 Nisan 2018 Cumartesi

Hüsnü Yusuf Masalı (Kırşehir)


Hüsnü Yusuf Masalı

Bir varmış bir yokmuş, bir padişahın bir tek kızı varmış. Bu kız her gün has bahçenin içinden akan bir derenin kıyısına oturur serinlermiş.
Günlerden bir gün yine bu derenin kıyısında serinlerken, kolundaki bileziğini çıkarıp bir taşın üzerine koymuş, derede ellerini yıkarken kırk bir tane beyaz güvercin gelip yeşil çimenlerin üzerine konmuşlar. Bunlardan kırkı bir silkinişte kız, bir tanesi de yakışıklı bir delikanlı oluvermiş. Bütün bu olan bitenleri hayran hayran seyreden padişahın kızı, bileziğini koluna takmak için, dere kenarından kalkınca, yakışıklı delikanlı yeniden bir güvercin oluvermiş, taşın üzerinde duran bileziği boynuna geçirip uçup gitmiş. Kırk kızın kırkı da güvercin olup onun peşinden pırradak uçup gitmişler.
Ondan sonraki günlerde kız yine has bahçedeki derenin kenarında oturmuş, güvercinleri beklemiş ama ne gelen, ne giden olmuş bir daha. Delikanlıya gönlünü kaptırmış olan kız derdinden hastalanarak yataklara düşmüş. Babası ülkenin en ünlü hekimlerini çağırtmış ama kızın derdine derman bulan olmamış.
En son kızma bir hamam yaptırmış; her geleni önce başından geçen ilginç bir olayı anlatır, ondan sonra yıkanırmış. Günlerden bir gün hamama genç ve güzel bir gelin gelmiş ve başından geçen şu olayı anlatmış;
— Bir gün çayın kenarında çamaşır yıkarken, işimi bitirmek üzereydim ki, odunum bitti. O sırada otuz katır yükü odun geçiyordu yakınımdan. Peşlerine düşerek yürümeye başladım. Gittiler, gittiler, kayalık bir yerde bir kapının önünde durdular. Biraz sonra kapı açıldı ve katırlarla birlikte ben de içeri girdim. Girmemle kapının kapanması bir oldu. Yürüyerek bir merdivenden yukarı çıktım, bir odaya girdim. Burası bir mutfaktı. Nefis yemekler pişiyordu tencerelerin içinde. Birinin kapağını açtım. O sırada bir ses; “bırak onu, açma kapakları. Onu peri padişahımızın oğlu yiyecek" diye seslendi. Kapağı kapattım, mutfaktan çıkıp bir başka büyük odaya girdim, İşte o zaman ne olduysa oldu. Tam kırk bir tane beyaz güvercin doldurdu odayı, Kanatlarını çırpar çırpmaz, kırkı birer genç kız, biri de aslan gibi bir yiğit oluverdi. Delikanlı bir odaya girdi, elindeki kamçıyı yere vurarak şaklatınca, odanın her bir yanı tiril tiril titredi. Bunun üzerine;
“Sizler nasıl titriyorsanız, sevgilim de böyle titreyip inlesin" dedi ve odadan çıkıp gitti, Ertesi gün katırlarla birlikte ben de bu garip yerden çıkıp evime döndüm.
Bunu duyan padişahın genç kızı:
— Bütün hamam senin olsun, yeter ki beni oraya götür, demiş.
Ertesi gün katırların peşine düşen genç kız, açılan kapıdan içeri giriyor, tencere kapaklarını kaldırıyor, karnım bir güzelce doyuruyor ve güvercinlerin gelmesini beklemeye koyuluyor. Görünmemek için de büyük odadaki dolaplardan birinin içine saklanıyor.
Biraz sonra gelen güvercinlerden kırkı kız, biri de erkek oluyorlar. Bir de ne görsün? Delikanlı, gönül verdiği genç, değil mi? Elindeki kamçıyı yere vurarak şaklatınca, her yer titreyip inlediği halde, kızın saklı olduğu dolapta ne bir hareket görülür, ne bir ses duyulur.
— Ey dolap, kaç senedir kahrını çekiyorum da, sen niçin inlemiyorsun? diye sorar delikanlı
— Ya Hüsnü Yusuf, içinde sevgilin saklı, onun için inlemiyorum, diye dile gelen dolap karşılık verir. Dolabı açan delikanlı sevgilisini karşısında görünce, sevincinden deliye döner.
Gel zaman git zaman, kız, sevgilisine, bir çocukları olacağını müjdeleyince; delikanlı:
— Şimdiye kadar periler, senin burada olduğunu anlamadılar. Fakat anlarlarsa seni öldürürler. Ben seni, Padişah babamın sarayına götürüp, kapanın önüne bırakırım. Sen de: “Hüsnü Yusuf'un başı için beni içeri alın” dersin. Ben her gün seni görmeye gelirim, diye kızın gönlünü alır, sonra da onu kanadına bindirip babasının sarayı önüne bırakır. O gece kız bir erkek çocuk doğurur. Bir gece, saraya gizlice giren Hüsnü Yusuf’la kızın konuştuklarını hizmetçiler görüyor ve gidip padişaha haber veriyorlar. Padişah kıza huzuruna çağırtınca, kız olan biteni bir bir anlatıyor. Ertesi gece Hüsnü Yusuf gelince yakalanıyor. Serbest bırakmalarını, bırakmadıkları takdirde perilerin hepsini öldüreceklerini söylüyorsa da, gene bırakmıyorlar. Padişah beyaz bir güvercin satın aldırıyor. Sarayın fırınlarından birini de yaktırıyor. Periler gelip Hüsnü Yusuf’u istiyor, üstelik de padişahın üstünü başını parçalıyorlar. Bunun üzerine Padişah elindeki beyaz güvercini havaya kaldırıyor ve:
— Hüsnü Yusuf’un yokluğuna yıllarca katlandım, bundan böyle de katlanırım ama sizin yanınıza da bırakmam artık onu, diyor.
Sonra elindeki güvercini yanmakta olan fırının içine fırlatıyor. Fırlatılanın Hüsnü Yusuf olduğunu zanneden kırk perinin kırka da fırına dalar ve hepsi de yanarlar, Böylece kötülük perilerinin elinden kurtulan iki gencin düğünü yeniden yapılar, yenilir, içilir, muratlarına geçilir.

Derleyen: Veysel Arseven
Kaynak Kişi: Fatma Beydoğan (d. 1905), Kırşehir

---
Arseven, Veysel (1964), “Hüsnü Yusuf,” Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, Yıl: 15, Cilt: 8, Sayı: 178, (s. 3416-3417)



Hüsnü Yusuf (Kocaeli)


Hüsnü Yusuf

Bir varmış yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman, içinde, devler top oynarken, eski hamam İçinde. Evirmişler çevirmişler, dam üstünde saksağan derken leyleğe çekirdek verirken, narı nar ağacında çatlatmışlar. Akmış suları yere alkan olmuş, varmış padişahın kızına al yanak olmuş. Kız yanmış tutuşmuş, varmış odasına oturmuş. Kor gitmiş penceresine, bir gül dikmiş pencerenin dibine. Gül büyümüş, dalında bülbüller ürümüş. Bülbüller öter, açan tomurcuk güller günlülerde tüter, kız da pencere kenarında onlarla gününü gün edermiş. Sözü çokça uzatım, imdi oturun ocak basma, biraz kül biraz söz deyim de dinleyin neler geldi Hüsnü Yusuf’un başına. Dinleyen murada erecek, dinlemeyen Hüsnü Yusuf'un ahına tutulacak.
Bir varmış, bir yokmuş, evvel zaman içinde padişahın güzel bir kızı varmış. Evin bir tanesi, nur tanesiymiş. Hiç bir iş yapmaz, masallardaki gibi yaşarmış. Bir sabah kalkmış, pencereye varmış. O sabahta yufkacık - incecik - bir kar yağmış.
Eğilip gül dalından gül koparacağı şuada pencerenin altından, iki avcı geçmiş. Ellerinde tavşan varmış, tavşandan kan akmış. Arkadan başka avcı geçmiş, tavşandan akan kanları görmüş, ak karın üstüne kırmızı kan ne güzel yakışmış demiş. Sonra olduğu yerde durmuş, kana uzun boylu bakmış ta; “ne de güzel, Hüsnü Yusuf’un al yanağına gül dudağına benzemiş,” diye söylenmiş. Kız bu sözleri işitmiş, gönlü Yusuf’a gitmiş. Görmeden yüzünü sevdim Özünü diye seslenmekten edememiş.
Varmış oturmuş penceresine, Yusuf girmiş düşüne. Yemez içmez olmuş, gönülden kavrulmuş. Gece uyku girmez gündüz uyku girmez olmuş gözüne, kara sevda kara etmiş dünyayı güzüne. Ama ne yapacağını bilememiş kara taşa dert yanmış ta derdine yanan olmamış. Ak yürekli ak pülçekli anacağı şaşırmış kalmış Kızım kızım kınalı kızım gözleri, sürmeli canım kızım söyle derdini bileyim kendimi demiş te kızı ana beni anlaşana ben yandım Hüsnü Yusuf’un gül yanağı ile tomurcuk dudağına demiş. O sırada pencereye bir kuş gelmiş kız ne güzel kuş deyip kuşu tutmak istemiş. Kuş dile gelmiş, abla abla, karnım acıktı, bir yudumcuk ekmekle biraz su ver de seni Hüsnü Yusuf'un yanına götüreyim demiş. Kız sevinmiş ağlayan gözleri gülmüş. Kuş kızı sırtına almış. Yedi yılla bir güz gitmiş, dere tepe düz gitmiş, varmış Hüsnü Yusuf'un evine. Bacadan girmiş içeriye. Kız önce etrafına bir bakınmış, evde bir değişikliğin olduğunu nasıl anlatırım diye düşünmüş. Tutmuş şamdanları baş aşağı çevirmiş, yerlerini değiştirmiş. Bacadan çıkarken içeri Hüsnü Yusuf girmiş, kızı görmüş ama ne edeceğini bilememiş.
Kuşla kız düşmüşler yola. Az gitmişler uz gitmişler, enginleri yüce yüce dağlar ile nice çölleri aşmışlar da dinlenmek için yere oturmuşlar. Kuş uçup gitmiş, kız el etmiş. Sonra kız kalkmış, yürümeye başlamış. Yürürken yaşlı bir kadına rastlamış. Kadın kazanda su kaynatır, gelem oynatırmış Ama bu sırada odunu bitmiş, kızdan dağdan odun getirmesini rica etmiş. Kız korkarım deyince kazanın başında kalmış, yaşlı kadını dağa odun getirmeye salmış. Kız kazanı devirmiş, oradan ayrılıp gitmiş. Derken bir ihtiyar ak saçlı, yaşlı başlı piri faniye ras-gelmiş. Yaşlı adam şaşmış, aman kızım böyle yalnız gezilmez yanıp gidene burada deliler bile üzülmez gel gidelim bizim eve demiş. Kızla ihtiyar çıkmışlar yola varmışlar Hindistan'a. Dönmüşler dolaşmışlar çok yollar aşmışlar, deliler ülkesinde savaşmışlar da gelmişler evlerine. O adamın bir deli kızı varmış, padişah kızı ile yatarsa akıllı olacakmış. Akşam olmuş, yakma zamanı gelmiş. Adam kıza fazla yerim yoktur, bilmem- rica etsem deli kızımla yatar mısın demiş. Öyle yapmışlar, bir arada yatmışlar. Sabah olmuş, deli kız düzelmiş Adanacağız şaşmış, sen olmayasın bizim padişah kız demiş. Kız öyledir diye karşılık vermiş. Bu sırada da kuş Hüsnü Yusuf’un penceresine konmuş, kızın olduğu yeri haber vermiş. Meğer Hüsnü Yusuf'ta kız için yanıp kül olmuş. Yana yana dönmüş sarı muma, ne yer ne içermiş. Anacığı okuyup üfler, hocaya gider de derdine derman bulamazmış. Küçük kuş bızır gibi yetişip Hüsnü Yusuf’u kurtarmış. Hüsnü Yusuf mektup yazmış, padişah kızma gönderip geleceğini bildirmiş. Askını bir iyice dile getirmiş. Hüsnü Yusuf sözünü tutmuş, kızı görmeye gelmiş, tanışmışlar. Bağırları yanmış, derinden bir ah çekmişler. Ah ile birlikte dağları inletmişler. Ama Hüsnü Yusuf sevdiğini söyleyememiş. Başını önüne eğip gitmiş. Sadece giderken iki gün sonra tekrar geleceğim demiş. Ev sahibinin kadını durumu anlamış. Kızım âşıklık zordur, ama kara sevda hoştur demiş te oğlana gönlünü açmasını istemiş. Bizim burada adet kahve verirken kahve fincanını yere düşürmektir demiş. Yusuf çıkagelmiş, kız kahveyi verirken fincanı yere düşürmüş. Fincan kırılmış. Kadın eyvah fincanım diye bağınmış, Yusuf bağırma anacığım al paranı demiş, o zaman Hüsnü Yusuf'un kızı istediğini iyice anlamış. Düğün dernek kurulmuş, davullar vurulmuş, kırk gün kırk gece düğün derken gökten üç elma düşmüş. Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine.
---
Derleyen: Numan Kartal
Kaynak Kişi: Fatma Uzun
Kandıra (1958)

---
Kartal, Numan. (1966), “Hüsnü Yusuf,” Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, Yıl: 18, Cilt: 10, Sayı: 208, (4255)