Hüsnü
Yusuf
Bir varmış yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur
saman, içinde, devler top oynarken, eski hamam İçinde. Evirmişler çevirmişler,
dam üstünde saksağan derken leyleğe çekirdek verirken, narı nar ağacında
çatlatmışlar. Akmış suları yere alkan olmuş, varmış padişahın kızına al yanak
olmuş. Kız yanmış tutuşmuş, varmış odasına oturmuş. Kor gitmiş penceresine, bir
gül dikmiş pencerenin dibine. Gül büyümüş, dalında bülbüller ürümüş. Bülbüller
öter, açan tomurcuk güller günlülerde tüter, kız da pencere kenarında onlarla
gününü gün edermiş. Sözü çokça uzatım, imdi oturun ocak basma, biraz kül biraz
söz deyim de dinleyin neler geldi Hüsnü Yusuf’un başına. Dinleyen murada erecek,
dinlemeyen Hüsnü Yusuf'un ahına tutulacak.
Bir varmış, bir yokmuş, evvel zaman içinde
padişahın güzel bir kızı varmış. Evin bir tanesi, nur tanesiymiş. Hiç bir iş yapmaz,
masallardaki gibi yaşarmış. Bir sabah kalkmış, pencereye varmış. O sabahta
yufkacık - incecik - bir kar yağmış.
Eğilip gül dalından gül koparacağı şuada pencerenin
altından, iki avcı geçmiş. Ellerinde tavşan varmış, tavşandan kan akmış. Arkadan
başka avcı geçmiş, tavşandan akan kanları görmüş, ak karın üstüne kırmızı kan
ne güzel yakışmış demiş. Sonra olduğu yerde durmuş, kana uzun boylu bakmış ta; “ne
de güzel, Hüsnü Yusuf’un al yanağına gül dudağına benzemiş,” diye söylenmiş.
Kız bu sözleri işitmiş, gönlü Yusuf’a gitmiş. Görmeden yüzünü sevdim Özünü diye
seslenmekten edememiş.
Varmış oturmuş penceresine, Yusuf girmiş düşüne.
Yemez içmez olmuş, gönülden kavrulmuş. Gece uyku girmez gündüz uyku girmez
olmuş gözüne, kara sevda kara etmiş dünyayı güzüne. Ama ne yapacağını bilememiş
kara taşa dert yanmış ta derdine yanan olmamış. Ak yürekli ak pülçekli anacağı
şaşırmış kalmış Kızım kızım kınalı kızım gözleri, sürmeli canım kızım söyle
derdini bileyim kendimi demiş te kızı ana beni anlaşana ben yandım Hüsnü
Yusuf’un gül yanağı ile tomurcuk dudağına demiş. O sırada pencereye bir kuş
gelmiş kız ne güzel kuş deyip kuşu tutmak istemiş. Kuş dile gelmiş, abla abla,
karnım acıktı, bir yudumcuk ekmekle biraz su ver de seni Hüsnü Yusuf'un yanına
götüreyim demiş. Kız sevinmiş ağlayan gözleri gülmüş. Kuş kızı sırtına almış.
Yedi yılla bir güz gitmiş, dere tepe düz gitmiş, varmış Hüsnü Yusuf'un evine.
Bacadan girmiş içeriye. Kız önce etrafına bir bakınmış, evde bir değişikliğin
olduğunu nasıl anlatırım diye düşünmüş. Tutmuş şamdanları baş aşağı çevirmiş,
yerlerini değiştirmiş. Bacadan çıkarken içeri Hüsnü Yusuf girmiş, kızı görmüş
ama ne edeceğini bilememiş.
Kuşla kız düşmüşler yola. Az gitmişler uz gitmişler,
enginleri yüce yüce dağlar ile nice çölleri aşmışlar da dinlenmek için yere
oturmuşlar. Kuş uçup gitmiş, kız el etmiş. Sonra kız kalkmış, yürümeye başlamış.
Yürürken yaşlı bir kadına rastlamış. Kadın kazanda su kaynatır, gelem oynatırmış
Ama bu sırada odunu bitmiş, kızdan dağdan odun getirmesini rica etmiş. Kız
korkarım deyince kazanın başında kalmış, yaşlı kadını dağa odun getirmeye salmış.
Kız kazanı devirmiş, oradan ayrılıp gitmiş. Derken bir ihtiyar ak saçlı, yaşlı
başlı piri faniye ras-gelmiş. Yaşlı adam şaşmış, aman kızım böyle yalnız gezilmez
yanıp gidene burada deliler bile üzülmez gel gidelim bizim eve demiş. Kızla
ihtiyar çıkmışlar yola varmışlar Hindistan'a. Dönmüşler dolaşmışlar çok yollar
aşmışlar, deliler ülkesinde savaşmışlar da gelmişler evlerine. O adamın bir deli
kızı varmış, padişah kızı ile yatarsa akıllı olacakmış. Akşam olmuş, yakma zamanı
gelmiş. Adam kıza fazla yerim yoktur, bilmem- rica etsem deli kızımla yatar mısın
demiş. Öyle yapmışlar, bir arada yatmışlar. Sabah olmuş, deli kız düzelmiş Adanacağız
şaşmış, sen olmayasın bizim padişah kız demiş. Kız öyledir diye karşılık vermiş.
Bu sırada da kuş Hüsnü Yusuf’un penceresine konmuş, kızın olduğu yeri haber
vermiş. Meğer Hüsnü Yusuf'ta kız için yanıp kül olmuş. Yana yana dönmüş sarı muma,
ne yer ne içermiş. Anacığı okuyup üfler, hocaya gider de derdine derman
bulamazmış. Küçük kuş bızır gibi yetişip Hüsnü Yusuf’u kurtarmış. Hüsnü Yusuf
mektup yazmış, padişah kızma gönderip geleceğini bildirmiş. Askını bir iyice
dile getirmiş. Hüsnü Yusuf sözünü tutmuş, kızı görmeye gelmiş, tanışmışlar. Bağırları
yanmış, derinden bir ah çekmişler. Ah ile birlikte dağları inletmişler. Ama
Hüsnü Yusuf sevdiğini söyleyememiş. Başını önüne eğip gitmiş. Sadece giderken iki
gün sonra tekrar geleceğim demiş. Ev sahibinin kadını durumu anlamış. Kızım âşıklık
zordur, ama kara sevda hoştur demiş te oğlana gönlünü açmasını istemiş. Bizim
burada adet kahve verirken kahve fincanını yere düşürmektir demiş. Yusuf çıkagelmiş,
kız kahveyi verirken fincanı yere düşürmüş. Fincan kırılmış. Kadın eyvah fincanım
diye bağınmış, Yusuf bağırma anacığım al paranı demiş, o zaman Hüsnü Yusuf'un
kızı istediğini iyice anlamış. Düğün dernek kurulmuş, davullar vurulmuş, kırk
gün kırk gece düğün derken gökten üç elma düşmüş. Onlar ermiş muradına biz çıkalım
kerevetine.
---
Derleyen: Numan Kartal
Kaynak Kişi: Fatma Uzun
Kandıra (1958)
---
Kartal,
Numan. (1966), “Hüsnü Yusuf,” Türk Folklor Araştırmaları Dergisi,
Yıl: 18, Cilt: 10, Sayı: 208, (4255)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder