Deve
Mestan Ağa doğduğu büyüdüğü Edirne’de “Çingâne” olarak
yaşamağa tahammül edemedi. Gurbet diyarında “Arap” gibi dolaşmağa karar verdi.
Adını “Abdülmennan” koymuştu.
Çingâneliğini belli etmemek için daima taassup taslar, beş
vakit namazlarını kalabalık camilerde kılar, ayakta besmelesiz su içmez, ezanı
işitince “Aziz Allah, şefaat ya Resulallah” diye hemen sözünü keserdi.
Hiç Rumeli’ye benzemeyen Anadolu’nun tuhafına giden bir
şeysi de “develer”iydi.
…
İlerde itibarlı bir adam gibi bu kasabada geçireceği rahat,
şerefli hayatı düşüne düşüne giderken birdenbire bir tarlanın kenarında minimini
sarı bir dağ gördü. Durdu, baktı. Gülümsedi. Bu genç bir deve idi.
…
Bineyim be!..
Mestan düşmemek için sık tüylere bütün kuvvetiyle sarıldı.
…
Yarım saat uzakta bir top ağacın altında uyuyan çiftçiler
Mestan’ın acı feryatlarıyla uyandılar.
…
Tekmelerin, tokatların, orak saplarının altında Mestan bir
kelime bile söyleyemedi.
Diken, Sayı: 8, 6 Şubat
1919, s. 6.
…
(Özet değildir)
…
Ömer Seyfettin, Bütün Hikâyeleri (Hazırlayan: Hazırlayan:
Nâzım Hikmet Polat), Yapı Kredi Yayınları, 2. Baskı, 2015, İstanbul
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder