İhtiyarlıkta mı Gençlikte mi
Nihayetlerinde büyük ve kuş girmez ormanların mor ve sisli
gölgeleri biriken geniş bir çayır...
Ta ortada bir saray... Etrafındaki bahçenin kapısında
silahlı ve atlı kahramanlar duruyor.
Bu yurdun sahibi Hasan Bey daha yirmi beş yaşında!
Mülkünün hududu belli değil.
…bir gece rüyasında ona bir derviş göründü. Sordu ki: “Ey
Hasan Bey!
Senin başına çok büyük bir felâket gelecek. İhtiyarlıkta mı
gelsin? Gençlikte mi?”
Cevap vermedi ve uyanarak “Hayırdır inşallah” dedi.
Hasan Bey zengin olduğu kadar kahramandı. Düşmandan
korkmadığı gibi hiçbir felâketten de korkmazdı.
Mademki bu felâket mukadderdi. Kuvvetli ve ateşli zamanında,
gençliğinde gelmeliydi.
Otağın bahçesinden adamlarıyla beraber çıkarken beş on
dilenci gördü.
Elini koynuna soktu. Bir avuç altın çıkardı. İçinden “Başım
gözüm sadakası...” diyerek bu yoksullara fırlattı.
Kapışacaklar sanıyordu. Hâlbuki hiç birisi kımıldamadı. O
vakit Hasan Bey,
“Zavallılar! Niçin armağanımı almıyorsunuz?” diye sordu.
Hepsi bir ağızdan “Biz dilenci değiliz...” diye cevap
verdiler.
Biz senin şarktaki mallarının kâhyaları idik.
Çinliler, yol kesenler, Acem atlıları şarkta ne var ne yoksa
hepsini yağma etmişler. Ellerine geçirebildikleri Türklerin hepsini
kesmişlerdi.
Hasan Bey yeise düşmedi, “Merak etmeyiniz, Allah’tan gelen
kazaya rızadan başka çare yoktur” dedi.
Hasan Bey’in hiçbir şeysi kalmadı.
Bir gün Hasan Bey’in adamları da isyan ettiler. Ellerine
geçen her şeyi kırdılar, yaktılar, yıktılar, yağma ettiler. Hasan Bey birkaç
sadık uşağıyla onlarla muharebe etti. Karısını ve çocuklarını kurtardı. Baba
ocağını bırakmaya mecbur oldu.
Nihayet bir Türk şehrine geldi.
O şehirdeki yeni bir mektebe hoca oldu.
Evinde karısından ve ikizlerinden başka kimse yoktu. Her
akşam evine geliyor, gençliğinde gelecek felâketin bu kadar olduğunu zannederek
şükrediyordu.
Bir de ne görsün? Kendi evi yanıyor. “Allah’tan gelen kazaya
rızadan başka çare yok!” diyerek kollarına atılan çocuklarını kucakladı.
Hasan Bey bir köye çekildi. Orada kendisine minimini bir
kulübe buldu. Sığırtmaçlık yapıyordu.
Akşamüstü Hasan Bey davarlarını dağıtıp kulübesine dönünce
Turgut ile Korkut’u kapıda buldu. İkisi de bir ağızdan, “Baba, bugün annemizi
Acem elçisi kaptı kaçtı” dediler. Hasan Bey felâketin en dehşetlisi geldiğini
anladı. Ama şaşalamadı. Ağlamadı.
Acemistan yoluna düştü.
…yolunun önüne geniş bir su çıktı…
“Evvelâ bir tanesini geçirip karşıya bırakayım, sonra dönüp
ikinciyi de alır geçiririm” diye düşündü.
Turgut’u kucağına aldı
Arkasından acı acı bir çığlık işitti.
Büyük bir ayının çocuğu kaparak ormana doğru yürüdüğünü
gördü.
Ayağı taşlara takıldı, sendeledi, düştü ve kucağındaki
Turgut’u da su kaptı,
Nihayet karşıya yapyalnız geçti.
“Allah’tan gelen kazaya rızadan başka çare yok!” dedi ve
yarıladığı Acemistan yolunu tekrar tuttu.
On sene Acemistan’ın her yerini dolaştı.
…nihayet payitahta geldi.
…bir Turan şehnamesi yazılacakmış.
…ben de kalem ehlindenim, isterseniz bu destanı ben yazayım
“Bre herif! Sen bir Türk’sün! Ata binmekten, kılıç
sallamaktan başka bir şey bilmezsin, var git işine...” dediler.
Turan destanının birinci koşmasını yazdı. Okuyanlar şaştı.
…şah Hasan Bey’i, iktidarına mükâfat olarak kendisine baş
şair yaptı ve Turan şehnamesini yazmaya memur etti.
Hasan Bey artık yoksulluktan kurtulmuştu.
Korkut bir beyin çiftliğine girdi.
Turgut / değirmenci evlâtlık edinmişti...
İkisi de bir günde Acemistan yoluna çıktılar. Ve
birbirlerine rast geldiler.
Acemistan’ın payitahtına girdiler.
…şah ikisini de enderununa aldı.
Bir gün Rum’a giden elçi konağının içini muhafaza için
enderundan iki pehlivan istedi. Şah En sevdiği bu iki kahramanı ona verdi.
Elçi Harem dairesinin anahtarlarını onlara verdi. Ve kendisi
de atlara binerek yeni memuriyetine çekildi gitti.
İki kardeş birbirini tanıyınca “Ah kardeşim...” dediler ve
kucaklaştılar.
Uluç Bikem’i kapan elçi onu kocasına sadık kaldığı için
haremliğine hapsetmişti.
UIuç Bikem aşağıda konuşan genç korucuların şairliklerini
dinlemiş ve kendi oğulları olduklarını anlamıştı. Onları içeri aldı.
Saadet günleri pek çabuk geçer...
İki muhafızın haremde olduğunu haber alınca hiddet ve
gazabından tahkikat yapmaya bile lüzum görmeyerek doğru saraya koştu.
Zaten şahın meclisi toplanmıştı. Askerler gittiler. Uluç
Bikem’le iki ikiz oğlunu getirdiler.
İstintak pek feci oldu.
Bu esnada şahın baş şairi Hasan Bey ayağa kalktı. “Ah
kadınım, ah oğullarım...” diye Uluç Bikem’in ve Turgut ile Korkut’un
boyunlarına atıldı.
Şah elçiyi hemen astırdı. Ve konağını Hasan Bey’e bağışladı.
Hepsi on sene içinde geçirdikleri felâketleri unuttular.
Felâketler zaten çok çabuk unutulur.
Hasan Bey yalnız vezir olmakla kalmadı. Şahın evlâdı yoktu.
Başvezirini veliaht etmişti. Bir yıl sonra öldü ve Hasan Bey Acem diyarına şah
oldu.
Turan Masalları:
İhtiyarlıkta mı? Gençlikte mi? , Türk Yurdu Kitaphanesi,
Şems Matbaası,
İstanbul, (1914), 27 s.
…
(Özet değildir)
…
Ömer Seyfettin, Bütün Hikâyeleri (Hazırlayan: Hazırlayan:
Nâzım Hikmet Polat), Yapı Kredi Yayınları, 2. Baskı, 2015, İstanbul
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder