Kaşağı
Ahırın avlusunda oynarken aşağıda, gümüş söğütler altında
görünmeyen derenin hazin şırıltısını işitirdik.
Annem İstanbul'a gittiği için benden bir yaş küçük olan
kardeşim Hasan'la artık Dadaruh'un yanından hiç ayrılmıyorduk. Bu babamın
seyisi, ihtiyar bir adamdı. Sabahleyin erkenden ahıra koşuyorduk. En sevdiğimiz
şey atlardı.
Hele tımar... Bu, en zevkli şeydi.
O vakit Dadaruh beni Tosun'un sırtına kor, elime kaşağıyı
verir.
- Haydi yap! - derdi.
Bu demir aleti hayvanın üstüne sürter, fakat o ahenkli
tıkırtıyı çıkaramazdım.
At, ahır işlerinde yalnız tımarı beceremiyordum. Boynum
karnına bile varmıyordu. Halbuki en keyifli, en eğlenceli şey buydu.
…bir gün yalnız başına kaldım.
İçimde bir tımar etmek hırsı uyandı.
Gümüş gibi parlayan bu güzel kaşağının dişlerine baktım. Çok
keskin, çok sivri idi. Biraz körletmek için duvarın taşlarına sürtmeye
başladım. Dişleri bozulunca tekrar tecrübe ettim. Gene atların hiç biri
durmuyordu.
Kızdım. Öfkemi sanki kaşağıdan çıkarmak istedim.
…bu güzel kaşağıyı ezdim, parçaladım. Sonra yalağın içine
attım.
Babamın gözleri bana döndü, daha bir şey sormadan,
- Hasan, dedim.
Hasan'ı çağırdım. Zavallının bir şeyden haberi yoktu.
- Doğru söyle, darılmayacağım. Yalan çok fenadır, dedi.
Hasan, inkârında inat etti. Babam hiddetlendi. Üzerine
yürüdü, “Utanmaz yalancı,” diye yüzüne bir tokat indirdi.
Hasan, yediği tokat aklına geldikçe ağlamaya başlar, güç
susardı.
Bir gün birdenbire hastalandı. Kasabaya at gönderildi.
Doktor geldi. “Kuşpalazı” dedi.
Dadaruh çok durgundu. Pervin. Hüngür hüngür ağlıyordu.
- Kardeşin ölecek!” dedi.
Pervin'i uyandırdım.
- Ben Hasan'ın yanına gideceğim, dedim.
- Kaşağıyı ben kırmıştım, onu söyleyeceğim.
- Yarın söylersin, dedi.
Yazık ki, zavallı masum kardeşim o gece ölmüştü.
(«İfham» gazetesi, haftalık edebi ilave, 22.9.1919)
…
Ömer Seyfettin Bütün Eserleri: 8, Bilgi Yayınevi (s. 23-28)
(Özet değildir)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder