Yüz akı
Mehmet Efendi on senedir kasabada oturuyordu. Köydeki
tarlaları, bağları, bahçeleri ortak elinde kalmıştı.
Aziz ahbabı Müftü Hacı Ali Efendi ile dertleşirken, “Hepsini
yanmış, kül olmuş farz ediyorum. Artık dünyada bir tane olsun doğru adam yok!”
dedi.
Müftü Efendi dünyada doğruluk faziletinin hâlâ var olduğunu
biliyordu. Fakat nasıl ispat etmeli? Mehmet Efendi gibi, kötülerin hilesine
tutulanlar imanlarını da bozuyorlardı.
“Hele o çobanlar!” diye derin bir ah çekti, “Bin beş yüz
koyunumdan nihayet elli tane bıraktılar.”
“Pekâlâ, bu elli koyunu benim söylediğim gibi doğru adama
ver. Yüz yapsın!”
Müftü tanıdığı çobanı anlatmağa başladı. Bu dünyada yalan
nedir bilmez bir adamdı. Gayet saftı. Dervişti. Ömrünü dağlarda, meralarda
geçirirdi. Beş vaktine beş daha katardı. Müftü methettikçe Mehmet Efendi
yumuşadı.
“Bari şu benim koyunları ona versek...” dedi.
Mehmet Efendi müftünün karşısında onunla anlaştı. Elli
koyunu bu çoban gezdirecek, elli koyunun verdiği kârdan beşte biri kendine ait
olacaktı.
Bir sene sonra,
“Koyunlardan ne haber? Doğurmadılar mı?”
Çoban: “Hepsi kısırmış!”
“Yünlerini ne yaptın?”
“Daha kırpmamıştım.” Mehmet Efendi anlamadı: “Ne demek?”
“On iki tanesini çaldılar.”
…
“Geriye ne kaldı?”
“Bir!..”
İşte bu bir koyuna da gözüm gibi bakıyordum.
…yayladan inerken zavallı uçuruma yuvarlandı. İndim, başına
gittim, bir de gördüm ki ölmüş.
Mehmet Efendi hiç sesini çıkarmadı. Ayağa kalktı. Yoğurt
kabını eline aldı, yavaş yavaş “doğru çoban”ın önüne geldi. Dolu kabı bütün
kuvvetiyle kafasına geçirdi.
Diken, Sayı: 9, 20
Şubat 1919, s. 6.
…
(Özet değildir)
…
Ömer Seyfettin, Bütün Hikâyeleri (Hazırlayan: Hazırlayan:
Nâzım Hikmet Polat), Yapı Kredi Yayınları, 2. Baskı, 2015, İstanbul
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder