Filibeli Ahmet Hilmi - Âmâk-ı Hayal
Birinci Kitap
Raci'nin Hatıratı
... şehri Osmanlı topraklarının en büyük ve en güzel
şehirlerinden biridir.
…hakikaten dikkat çekici olan, evime yakın eski bir
kabristandı.
Dindar ve iyi bir annenin olanca özeniyle geçen çocukluğum
Sonraları mükemmel bir eğitim gördüm. Haddinden fazla zeki
olduğumdan bilgi bakımından yaşıtlarımdan üstündüm.
…bilgilerimi artırmaya okuldan sonra başladım.
Ben küfür ile imandan, ikrar ile inkârdan, tasdik ile
kuşkudan meydana gelmiş bir şey olmuştum.
Herkes için pek doğal olan şeyler benim için başka bir şekil
alıyordu.
Dört yıl süren bu ikinci çalışma hayatımda da hiçbir şey
kazanmadığım gibi her yeni öğrendiğim şey de kuşku ejderhasına gıda olduğundan
bir kere daha düştüm.
Rahat ve teselliyi kendimden geçmekte aradım. En şuh ve
çapkın arkadaşlarımın aşırılıkta reisi oldum.
Arkadaşlarım / …güzel tahsil görmüş, vicdanlı ve namuslu
gençlerdi. Ancak eğlenceye düşkün, sefahat ve zevk perisine tabiydiler.
Bir kısmı ise Ramazan kandillerini görünce Müslüman olduğunu
hatırlayan Müslümanlardandı.
…bir kır âlemi yapma fikrini arkadaşlardan birkaçı ortaya
attı.
Yerküre
dediğimiz bu geçici ikametgâhı derin bir hüzne kapılmadan seyretmek acaba
mümkün mü?
Kasabaya vardığımızda evvelce birkaç kere misafiri olduğumuz
bir zat tarafından karşılandık. O geceyi dostumuzun evinde geçirdik
En güzel yeri seçtik. Ancak o mevkide bizden önce gelmiş iki
kişi vardı.
İki serseri, iki dilenci, iki sarhoş, iki derviş...
Tesadüfen pejmürdelerin yanına düşmüştüm. Bunlar konuşuyor,
ben dinliyordum.
Bunların sohbetinden ilkin deli olduklarına hükmettim.
Hakikaten deliydiler. Lakin delilerin meczup denilen cinsinden.
Yaşlı deli, genç deliye diyordu ki:
Bu âlemde her ne varsa benim sıfatımdır. Ben olmasam bir şey
olmazdı. Ben hepim yahut hiçim
Elimde olmadan söze karıştım:
- Acayip! Varla yok eşit olur mu? Mesela ben şimdi varım,
yarın yok olacağım. Bu iki hal arasında fark yok mu? dedim.
Deli, başını çevirdi, kahkahayı kopardı:
-Vay! Sen varsın ha! dedi. Acaba var mısın?
Kalkıp gittiler.
...kasabasında üç gün kaldık. Bu üç günü arkadaşların
şikâyet ve ısrarına rağmen tek kelime etmeden kendimi bilmez bir halde
geçirdim.
Dönüşümüzün ikinci günüydü / mezarlığa girdim. / bir kulübe
gözüme ilişti.
Elli yaşlarında zannedilen bu adamın başında yeşil bir takke
vardı ki kırk elli kadar ayna parçası yapıştırılarak süslenmişti.
Safa geldiniz nurum, buyurunuz! Dedi (s. 10)
- Sizin isminiz nedir?
- Benim adım çoktur.
"Aynalı Dede" adıyla bilinirim. Ama sen istersen
"Adem Baba" de.
Akıl denklemiyle hakkı itiraf mümkündür. Fakat bilmek,
anlamak mümkün mü?
Aynalı Baba'yla birer kahve daha içtik.
BİRİNCİ GÜN / Hiçlik Zirvesi
…bir ney çıkardı, hafif ve latif bir ahenge başladı.
Zahiren bir şey hissetmezken kendimi garip bir alemde
görmeye başladım. Hayalin derinliklerine dalmıştım
Görüyordum ki iklimimize benzemeyen bir ovadayım.
Ara sıra bana söz söyleyen bir de arkadaşım vardı. Ancak
cismini göremiyordum
- Hindistan'dayız, Hiçlik Zirvesi'ne gidiyoruz, dedi.
Arkadaşım gümüş gibi parlak bir dereciğin kenarında bir
kulübeye doğru gitmemi söyledi.
İçinde genç bir adam vardı.
Bir ağacın gölgesinde oturduk. Bana dedi ki:
- Hiçlik Zirvesi'ne insan cinsinin binde, yüz binde biri
çıkamaz. Çünkü ona çıkmak için insan kendine hâkim olmalı. Bir kalpte emel
olursa, yollarda kalır.
Buda'nın huzurundaydım.
Tırmandığımız yolun her iki tarafı görülmedik güzellikler
sergileyen türlü çiçeklerle doluydu.
…saraya vardık.
Ortasında bir sofra kurulmuş
…yemekten yersen buradan dönmen, benden ayrılman
gerekir" diyordu.
Saraydan çıkacağımız sırada cennet hizmetkârlarını andıran
bir delikanlı huzuruma geldi. Elinde altın tepsi içinde üç tane billur kâse…
Kâseyi dudaklarıma temas ettireceğim sırada Buda elime
vurdu. Kâse yere düştü.
Ertesi gün seher vakti yolumuza devam ettik.
Öğlen vakti karşımızda bir saray göründü.
Buda dedi ki:
- Bu saray, insanların ayağının kaydığı yerdir. Bu saray,
imtihan sıratıdır.
Sebat ve mertliğin sağlam ipine yapışanlar bu sıratı geçer.
İlerisi Hiçlik Zirvesi'dir. Lakin buradaki cana can katan gösterişe kapılanlar
hayıflanma ve üzüntü vadisine düşer.
…
Gözlerim kamaştı, karardı. Dizlerimin bağı çözüldü.
Vuslat ne kadar sürdü, bir an, bir an. Gök gürlemesi gibi
bir ses yeri göğü inletti. Gürültülü bir deprem adeta dünyayı altüst etti.
Düşen bir yıldırım sarayı titretti. O büyük bina bir avuç toprak yığını gibi
eridi, yıkıldı.
(Buda) - Ey ahdine vefa etmeyen insan! Ey namert adam! Ey
kadın meşrepli adam, yazık sana! Sözünde durmadın, istenen noktaya varmadın.
Gözlerimi açtım. Aynalı Baba'nın mütebessim ve yumuşak
çehresi, mahzun gözleri gözlerime ilişti.
- Evladım, Hiçlik Zirvesi'ne yükselmek kolay değil.
Kolay değil... Değil... dedi.
…
İKİNCİ GÜN / Zerdüşt
Ertesi gün / Erkence mezarlığa geldim.
Biraz sonra neyin sesi hafif, latif bir inilti halini aldığı
sırada dalmışım. Görüntü başladı. Belh şehrinde bir evde bulunuyordum.
- Bugünden itibaren kırk gün Temaşa Bayramı'dır. Şimdi
tellallar seslenecek ve herkesi sınava davet edecek. Herkes birer birer
Zerdüşt'ün huzuruna çıkacak. Her kim hak sözü söyleyebilirse hakikatleri
izlemeye izinli olur, alnına saadet çizgisi çekilir. Her kim söyleyemezse
mahrum kalır, alnına bedbahtlık satırı çekilir.
Ben hiçbir şey bilmediğim için haliyle imtihanı vermeyecektim.
Alnıma bedbahtlık satırı çekilecekti. Geldiğime pişman oldum.
Zerdüşt sordu:
- Nereden geldin?
Kalbime ilham edilen şu cevabı verdim:
- Nedensiz ve niçinsiz İzed'den.
Huzurdan çıktım. Alnımdaki yeşil çizgiyi gören halk hürmetle
safları açmakta ve bana yol vermekteydi.
Rehberim beni bir odaya götürdü ve dedi ki:
- Pek dehşetli bir savaşa gireceksin.
Akşama kadar uçtuktan sonra büyük ve heybetli bir dağın
eteğine ulaştık.
Rehberime bu dağı sordum. "Fark Dağı" cevabını
aldım.
Nihayet dağın tepesine vardık. Dünya kadar geniş bir meydan
görülüyordu. Bu meydanın sol tarafına gelen yarısı en karanlık gecelere parlak
dedirtecek kadar karanlıktı. Sağa gelen yarısı ise nura sönüklük dedirtecek
kadar parıltılıydı.
Sanki mahşer meydanını andıran bu yerde sayısız insan
toplanmıştı.
…bunlardan nur tarafında bulunanının üzerinde Hürmüz
oturmakta / Karanlıklar içinde kurulmuş olan tahtın üzerinde en korkunç
ifritlerden daha çirkin, en kötü cinlerden daha iğrenç yüzlü Ehrimen
oturmaktaydı.
Asılı tahtın üstünde insan hayalinin bütün tutkusuyla
arzuladığı bütün güzellikleri canlandırmış bir peri vücudu ayaküstü duruyor ve
elinde bir küre tutuyordu. Bu kürenin doğudaki yarısı aydınlık ve batıdaki
yarısı karanlıktı.
(Önce Hürmüz ardından Ehrimen konuştu)
…her ikisi birbirini yalanlaya yalanlaya nihayet birbirine
hücum edecek oldular,
Hürmüz:
- Beni seven meydana çıksın! dedi.
Aynı sözü Ehrimen de söyledi. O aralık ben de rehberimle
beraber sağ taraftaki savaşçılara katıldım.
Kâh Ehrimen tarafı, kâh bizim taraf galip geliyordu.
Nifak Cadı / Muhabbet Pehlivan
Gazap Pehlivan / Hikmet Pehlivan
…
- Hikmet Pehlivan sensin!
"Hikmet, Gazap'ı hileyle vurdu" diyorlardı.
…küre baştan başa nur olmaya başladı.
…öğlen karşıma yüzü örtülü bir pehlivan çıktı.
Hürmüz pek mahzun oldu. Meçhul gence hitaben:
- İzed! İzed! Maksadın nuru mahvetmek mi? Merhamet ...
Merhamet ... Merhamet! dedi.
File binen pehlivan mağrurca meydanı dolaştı. Gök
gürültüsüne benzer bir nara attı.
- Ey benim kudretimi inkâr eden gafiller! Bilin ki ben
pehlivanlar pehlivanı, kahramanlar kahramanı Nefs-i Emmare'yim. Şimdiye kadar
bir şekilde mağlup etmediğim kimse yoktur.
…tam kılıcı böğrüne sokacağım sırada yüzündeki perdeyi
kaldırdı.
Hayalin ötesinde bir güzellik gözlerimi kamaştırdı. Kılıç
elimden düştü.
- Ya Ehrimen! Hikmet'i öldürmedim, esir ettim. Mutfağımızda
soğan soyar. Tam kendisine münasip bir hizmettir, dedi.
…küreden yavaş yavaş nur kalkmakta ve karanlıklar her tarafı
kaplamaktaydı. Ehrimen tarafı galip gelmişti.
İşte o sıradaydı ki uzaktan bir ses işitilmeye başladı.
…ejderhaya binmiş olan bu pehlivan güzellik timsali yahut
güzellik kaynağı denecek kadar güzeldi.
İsmi Aşk olan bu pehlivan bize yaklaştıkça Nur Perisi'nin
elindeki küre parlamakta ve aydınlık, karanlıkları kovmaktaydı.
Aşk, ejderhasını bize doğru yanaştırdı.
Gayet latif ve laubali bir tavırla:
- Ey Emmare! Bana da karşı duracak mısın? dedi.
Emmare alçakgönüllülükle filden yere indi. Aşkın önünde diz
çöktü:
- Sen herkesin olduğu gibi benim de efendim, velinimetimsin.
Meydanda yalnız Aşk kaldı.
- Ya Hürmüz! Ya Nur! Selam olsun sana. Sana ki karanlıkların
değeri seninle bilindi, dedi.
Daha sonra Ehrimen'e:
- Ya Ehrimen, ya Deycur! Selam olsun sana. Sana ki nurun
değeri seninle bilindi, dedi.
Gözlerimi açtığım vakit Aynalı'nın gülümseyen yüzünü gördüm.
…
ÜÇÜNCÜ GÜN / Devr-i Daim
Kendimi on iki yaşında bir çocuk olarak gördüm.
Babam yüz on yaşında bir ihtiyardı. Sanskrit lisanıyla
konuşuyorduk.
- Oğlum, yaşın on ikiyi buldu. Artık kendini ve kainatı
bilecek zamanın geldi. Seni büyük üstada götüreceğim.
…şaşaalı bir düğün başladı.
Üçüncü gün seksen yaşında bir fakir bana kalfa tayin edildi.
Rehberim:
- Oğlum, ilim ve hikmetin kıymetini öğrenmek için yaya
gideceksin.
Kulübede yalnız suyla dolu bir çanak vardı.
…suya bakıyordum.
…gaipten gelen bir ses işitmeye başladım.
Bir an hiç oldum. Bir an sonra yine sonsuzluk sahasını fark
etmeye başladım.
İsrafil ezanını okuyordu
Bir anda milyonlarca asır geçti, yine bir an. Yorulmuş gibi
oldum.
…avucuma sığacak kadar küçük bir alem görüyordum.
Bu mahalle tamamen suyla çevrili bir küreydi. Suya bakarken
akıl ermez bir cazibe beni oraya çekti. Ilık bir halde olan suyun içine girer
girmez kendimi milyonlarca tuhaf hayvanı içime almış gördüm.
Ne kadar vakit geçti, ne oldu, nasıl oldu bilmem. Bu defa
kendimi yalnız denizde değil, karada da birçok hayvanın vücudunda gördüm.
Temiz havanın ciğerlerime nüfuzunu hissettikçe oluşan keyif
ve zevkten vecde gelerek milyonlarca bedende koşuyor, oynuyordum.
Bir gün (…) emanet olan sırlar birer birer o bedende
toplanıyordu. Diriltici, manevi bir nefes, renksiz, yersiz bedenimi kaplayıp
ele geçirdi.
Her zerre sanki beni selamlıyor, her taraftan burnuma
amberli koku geliyor,
Bir mest hali, bir sarhoşluk beni istila etti. Mana diliyle
"Elhamdülillah" dedim.
Gaipten gelen bir ses bütün evrene ilan ediyordu:
Doğdu şimdi şems-i idrak aleme
istivagahtır dimağ-ı ademi
Nur-i Hak'tır şebçerağ-ı ademi
Ey melaik! Baş eğin hep Adem'e.
Gözlerimi açtım.
- Hepsi secde etti! dedim.
- Evet, dedi Aynalı, nefsindeki gurur sıfatı yani şeytan
hariç!
…
DÖRDÜNCÜ GÜN / İmtihan Meydanı, Arifler Meclisi
Aynalı beni aldı, mezarlığın en ücra ve caddeye uzak
köşesine götürdü.
- Git şu mezarın üzerine uzan.
Aynalı'nın çaldığı neyin hazin iniltilerini dinleye dinleye
dalmışım. Gördüm ki bir yatak içinde yatıyorum. Oda zifiri karanlık
…Bir adam içeri girdi:
- Kalktın mı oğlum? dedi.
Anladım ki gelen adam babammış.
Oda tam manasıyla karanlıkken babam aydınlık olduğunu iddia
ediyordu.
Biraz sonra odaya annem olduğunu iddia eden bir kadın,
birçok amcalarım, dayılanın ve başka akrabalarım girdi. Babam bunlara yana
yakıla çıldırmak üzere olduğumu söyledi.
…bu biçarelerin tümü beş duyunun en yüksek ve olmazsa olmazı
olan görmeden, gözden mahrumdu.
…dörder ayaklı olmuş, olanca kuvvetleriyle zıplamaya
başlamışlardı.
…memleketin padişahı, vezirleri, âlimleri evimize doldu.
Hepsi bana şu garip "Beyaz İfrit'in Sarı Şeytanı Hazretleri" unvanını
vererek haddinden fazla hürmet etmekteydi.
Bir gün ilahiyat üniversitesinin mezuniyet sınavlarına
gittim.
Bibi adında, zekâsıyla meşhur bir talebeye sorular soruldu.
Âlemlerin yaratılışı hakkında şöyle bir ifadede bulundu:
- Bundan birçok sene, Tata adlı âlimin sözüne göre…
Bir hafta sonra / Âlimler iki grup olmuşlardı. Tantan
(ilerici) ve Tuntun (tutucu)
Kahkahalarla uyandım.
İşte varlıkların hakikatlerine nispetle insanların ilmi…
…
BEŞİNCİ GÜN / Azamet Meydanı
Erkence kulübemin önüne uzandım. Her zamanki tuhaf uyku ve
garip gözlem başladı. Kendimi Ayasofya Camii'nin müezzini görüyordum.
…iri bir kuş minareye yaklaştı. Beni pençesiyle kaptığı gibi
arkasına oturtarak uçtu gitti.
- Ben meşhur Simurg'um. Korkma, sana bir zarar gelmez.
…
Havanın rengi laciverdi, pek koyu laciverdi olduktan sonra
birdenbire tam karanlık yüz gösterdi.
Uzay boşluğunda…
- Ey taş! Sen nesin, nereden geldin, nereye gidiyorsun?
dedim.
…
Simurg içimden geçeni anlayarak:
- Evet, bu taş eskimiş, parçalanmış bir alemin
kalıntılarındandır. Birkaç kuyrukluyıldızın birleşik cisminde hizmet etti.
Şimdi de güneşin etrafında özel bir yol takip ediyor. Dünya atmosferine girerse
diğerleri gibi bir göktaşı olacaktır, dedi.
Sonsuz bir okyanus, âlemi kaplamıştı.
Simurg içimden geçenleri anladı:
- Merih gezegenindeyiz, dedi.
Şaşkınlıktan kendimi alamadım:
- Bizim dünyamıza ne kadar benziyor!
- Evet, dedi Simurg, çok benzer. Lakin biraz daha
mükemmeldir. Zira daha eskicedir.
…
Yüzlerce, binlerce küçücük gezegene, birçok kuyrukluyıldıza,
semavi şose yollar oluşturan sayısız çökmüş âlemin kalıntılarına tesadüf ettik.
- Seyahate çıkalı bir seneye yakın oldu. Bilmem ki âlemlerin
Sidre-yi Münteha'sına yaklaştık mı? dedim.
Güldü:
- Hey çocuk! Alimlerinizin keşfettiği binlerce alemden henüz
bir tanesinin milyonda bir kısmını bile seyretmedik. Heyhat! Süratle
milyonlarca sene dolaşsak, evrenin bir mahallesini ancak gezebilmiş sayılırız!
diye ekledi.
- Yarabbi! Yarabbi! Bu nedir? Bu idraki yakan genişlik ve
büyüklük nedir? dedim.
- Buna Azamet Kaf'ı derler, sonsuzdur, dedi.
Korku ve titremeyle birlikte gittikçe büyümekte olan güneşe
doğru baktım kaldım. Güneş ilkin büyük bir tarla gibi görünüyordu. Nihayet ufku
kapladı. Karşımda her türlü fikir ve hayalin ötesinde bir ateş denizi vardı.
Gözümü açtığım vakit kendimi kavuklu zatın mezarı üzerinden
yuvarlanmış, yerde yatar gördüm. Aynalı, kahve pişiriyordu.
- Maya bir olduktan sonra pire de bir, fil de bir.
…
ALTINCI GÜN / Kaf ve Anka
On sekiz yaşında, Hint padişahının oğluymuşum.
- Şehzadem, Hindistan'a eski zamanlardan beri bir ejderha
musallat olmuştur.
Her yedi senede bir kere gelip hepimize "Bu kervan
nereye gidiyor?" diye sorar.
…tümü yirmi yaşında olmak üzere yedi delikanlı ile yedi
bakire kız kendisine kurban verilir. Bunları yuttuktan sonra "Yedi sene
sonra yine geleceğim. Sorumun cevabım Kaf Dağı'ndaki Anka'dan
öğrenebilirsiniz" deyip gider.
Bazılarına göre Kaf Dağı dünyamızı çepeçevre kuşatmış
zümrütten bir dağdır. Diğerlerine göre dünyanın tam ortasında semaya baş çekmiş
tek ve büyük bir dağdır.
Memleketimizi ejderhadan kurtarmak üzere Kaf Dağı'nı aramaya
çıkacağım
Himalaya Dağlarının ötesinde bir inzivahane vardır ki onun
içinde sağlam ilim sahibi ve engin görüşlü, benzersiz bir bilge yaşamaktadır. /
gidilecek yönü ona sormalı.
…buradan yedi ay mesafede Milest şehri harabeleri vardır.
Orada bir kuyu vardır ki kuyunun ağzı, işlemeli bir taş kapakla kapalıdır.
Bazen bu kapak bilinemeyen bir sebeple açılır. Şimdi gider, o kuyunun yanında
beklersin. Şayet nasibin var da kapak açılırsa kuyudan içeri bir iple inersin.
Orada bir deliğe rastlayacaksın. Onu takip ederek git. İlerisinde bir meydan
görürsün, meydanın ortasında bir saray. Saraya gir. Üst katta bir mermer dolap
içinde bir çekmece bulursun. Onu al kuyuya dön. Şayet kapağı henüz açık
bulursan, ipe sarılarak dışarı çıkarsın. Kapak kapanmış ise mahvoldun demektir.
Yeryüzüne çıkarsan sandık içindeki levhayı oku.
İki sene kadar çeşitli milletler arasında dolaşarak yüzlerce
şehri gezdik. Kaf Dağı hakkında doğru bir bilgiye ulaşamadık.
Serendip'e giderek Âdem Tepesi'ndeki münzeviyi bulmaya ve
levhaları göstermeye karar verdik.
Birinci levhadaki şiir Kaf ile Anka'yı bildiriyor. (Kulağıma
gereken açıklamayı yaptı.)
Meğer seyahate çıkalı yedi sene olmuşmuş. Varışımız
ejderhanın gelmesinden bir gün evveline rastladı.
- Bu kervan nereye gidiyor? dedi.
- Ey izansız ifrit! Bu tekâmüle muhtaç âlemler, bu dönmeye mahkûm
kervan hayalin benzersiz sırrına, güzelliğin cezbedici nuruna doğru koşup
gidiyor.
Ejderha bu sözleri işittiği gibi beyni parçalayacak şekilde haykırdı
ve silkindi. On beş on altı yaşında peri vücudu bir kız oldu.
…
YEDİNCİ GÜN / Azamet Okyanusu ve Ululuk Girdabı
Bugün Aynalı Baba pek neşeliydi.
Zararsız'ın âleme ayak basması iki kişinin sevincine değmez
mi? / s. 74
Dalmışım.
Tellallar:
- Cablisa şehrine kervan gidiyor! Yolcular akşama kadar
kervana katılsın, yoksa kalırlar! diye bağırıyordu.
Alnımın ortasında tek gözüm vardı. İki kol yerine göğsümden
çıkmış bir kolum olduğu gibi direk şeklinde bir ayağım vardı.
Gümüş evden çıktım. Bütün şehir gümüştendi. İki ayaklı bir
merkebe binerek şehir dışındaki kervana yetiştim.
İki ayaklı merkep üzerinde yedi sene yol yürümek…
…tam yedi senede Cablisa şehrine vardık. Bu şehir altından
yapılmıştı.
İrfan Cenneti'ne hareket ettik. Burası dünyanın sonunda yer
alan Cablisa şehrinin bir fersah ötesindeydi.
Engin denizin ortasında akıl almaz bir şelale, cennetin
yüzeyine doğru akıyordu. Azamet Okyanusu'nun bu şelalesine "Tecelli"
ismi verilmişti. Bu şelaleden akan su bir fındık kabuğunun içine giriyor ve
orada gözden kayboluyordu.
Bir an sonra büyük bir gürlemenin başlangıcını işitmekle
hepimiz ölüler gibi kendimizi kaybettik ve bitkin halde yere serildik. Bir an
sonra yine kendimize geldik. Lakin bu defa gözlerimiz, ellerimiz, ayaklarımız
çiftti.
…
SEKİZİNCİ GÜN / Ebedi Muamma
Gözümü yumduğum vakit kendimi bir dershanede, heybetli bir
öğretmenin huzurunda buldum.
Ben Nanken şehri ahalisinden, ilim ve marifet talibi bir
gençtim.
Brahman'ı buldum. İşte şimdi onun ilk dersinde bulunuyordum.
- Ey Çinli öğrenci! Müşkülün nedir? Ne arıyorsun?
- Ebedi muammayı. / Ruhun hakikatini.
- Ruhu diriler bilemez, ölmeye razı mısın?
- Evet.
- Yanıma gel.
Brahman'ın emri üzerine beni bir halvethaneye götürdüler.
Burası ancak tek kişinin sığacağı kadar dar ve karanlık bir yerdi. Orada akşama
kadar "Om, Om" diyerek zikrettim.
Yedi sene bu garip hapishanede kaldım,
Ben tarif ve tasviri müşkül bir hal almıştım. İlkin hava
basıncı bana yetmiyormuş ve yürürken uçuyormuşum gibi garip bir hal
hissediyordum.
Brahman ile ben, tavan ile yer arasında, semada asılı
duruyorduk.
Ruhu hala anlamadın mı?
…olmak için evvela olmamak gerekir.
- Nur Dağı'na git, orada müşkülün hallolur.
…bir bebek, yolumun ortasında yatıyordu.
…
- Yoklukla varlığın tek şey olduğunu kim kanıtlayabilir?
Böyle bir söz bile cinnettir. Bunu kim kanıtlayabilir?
- Kim mi? dedi Aynalı Baba. Bilmek ile bilmemeyi bir tutan
deliler!
…
DOKUZUNCU GÜN / Ulular Meclisi
Bugün Aynalı'nın tavrında bir durgunluk, bakışında biraz
hüzün vardı.
Zahit, bize tan eyleme
Hak ismi okur dilimiz…
Dalmışım. Görüyordum ki gayet büyük bir sarayın içinde, pek
küçük bir pencerenin önündeyim.
- Beşeriyet gelmiş, bize bir soru soracakmış. Onayınız
olursa gelsin, dedi.
Beşeriyet adını alan bu adam sefil ve hastalıklı bir
zavallıydı.
Beşeriyet dedi ki:
- Hiç olmazsa bu kadar sefalete niye katlandığımı, neden
intihar etmediğimi anlasam...
Cenab-ı Halil:
- Saadet çalışmak, kazanmak ve kazancını diğer insanlarla
paylaşmaktadır.
Cenab-ı Kelim:
- Saadet, nefsini Firavun ihtiraslarından kurtarmaktadır.
Cenab-ı Adem:
- Saadet, şeytana uymamak ve Havva'ya aldanmamaktadır.
Konfüçyüs:
- Bir tencere pirinç pilavına bütün lezzetleri
sığdırmaktadır.
Eflatun:
- Daima yücelikleri düşünmektedir.
Aristo:
- Mantık! İşte saadet.
Zerdüşt:
- Saadet, karanlıkta kalmamaktır.
Brahma:
- Saadet mi? Herkesin zannı neyse onun aksidir.
Cenabı Mesih:
- Saadet, maziyi unutmak, bugünü hoş görmek, geleceği
düşünmemekle mümkündür.
Lokman:
- İnsanlar bu kelimeyi bütün özlemlerini bir sözle ifade
etmek için icat etmişler.
Hızır:
- Saadet, bitmek bilmeyen arzuların giremediği gönüllerde
bazen şimşek gibi parlayan bir hayalettir.
Buda öfkeyle ayağa kalktı:
- Ey Beşeriyet! Saadet yokluğun güzel isimlerindendir.
Nirvana!
O vakit reis ayağa kalktı:
- Ey Beşeriyet! Saadet, hayatı olduğu gibi kabul, zorluklarına
rıza, ıslahına gayrettir! dedi.
Beşeriyet ayağa kalktı ve:
- Ya Fahr-i Alem Beşeriyet’n dertlerini anlayan, ilacını
bulan yalnız sensin! dedi.
Gözlerimi açtığım vakit beyhude yere Aynalı'yı aradım.
Yanımda bir pusula buldum. Üzerinde şu sözler yazılmıştı:
Elveda! Gün gelir ki yine görüşürüz.
Akşama kadar mezarlıkta hazin hazin ağladım.
…
İKİNCİ KİTAP
MANİSA TIMARHANESİ
Sami'den Raci'ye Mektup
Azizim Raci,
Sarhoşluk devresinden sonra hastalık devresine gireceğini
tahmin ediyordum. Tahminim esasen değil, şeklen yanlış çıktı. Seni kansızlık,
verem ve bunlar gibi bir hastalığa yakalanacak sanırken, bu defa henüz isim
veremediğim ... Yok, yok, veremediğim değil, zarif bir isim bulamadığım bir
hastalığa tutulduğunu haber aldım (s. 95).
Raci’den Sami’ye Mektup
Sevgili Sami,
Mektubunu aldım, hatırın için beş on dakika hayalimin
derinliklerini terk ederek karanlık bir çukura benzeyen şu âleme çıktım.
Derdime bilim dünyasında deva aradım, bulamadım. Sonra...
Bir garip âleme düştüm.
Böyleyken ben yine açım! Ruhum, kendisini doyuracak kanaat
gıdasını henüz bulmadı. Arıyorum, arıyorum. Ne mi diyeceksin. Hiç!
Geçen gün, mensup olduğum dertlilerin rasathanesi hükmünde
bulunan bir mezarlıkta geziniyordum.
Mezarlıkta bir deli gördüm. Eline geçirdiği bir teraziyle oynuyordu.
Ne yaptığını sordum, bana su cevabı verdi:
- Ahmaklıkla bilgiyi tartıyorum.
- Bundan maksadın?
- Mevcut malımı anlamak.
- Ee, ne buldun bakayım?
- Ahmaklığım o kadar ağır ki... Sanırım zamanın Karun'u
benim.
Bu ne demektir? Sana anlatmak müşkül. Lakin iste benim halim
(s. 98).
Bu tımarhaneye girmek pek kolaydı. Güllabilere göre
tımarhaneye her getirilen deliydi. Lakin akıllılar için bu adamlarca hiçbir
ölçüt olmadığından tımarhaneden çıkmak pek müşküldü.
Raci tımarhaneye gireli on beş gün olmuştu. Bir gün hafif
deliler, yeni gelmiş bir deliyi karşılamakla meşgul oluyordu.
Tımarhaneye gelen yeni deli, Raci'nin kaybettiği ve bulmak
ümidiyle Anadolu'nun yarısını dolaştığı halde bir yerde izine tesadüf edemediği
Aynalı Baba'ydı.
Makam Delisi
Bu âlemde her şey göreceli oluyor. Bu takdirle cinnet de kâh
saadet kâh felaket sayılmaya değer bir durum.
Çifte Hafızlar
Bu iki deliden biri hakikaten hafızmış, diğeri ise bir
arabacı. Bunlara Çifte Hafız denmesinin sebebi, arabacının diğerini her
defasında taklit etmesinden ileri geliyordu.
Deliliği Akıllılığından Daha Makul Bir Deli
Doktor Kurusıkı hakikaten filozoftu diş ağrısına çare olmak
üzere çene kemiklerinin çıkarılmasını tavsiye ederdi.
YENİ BİR HAYALLER DİZİSİ
Ab-ı Hayat
Tibet topraklarında yer alan bir kasabada odunla dolu ocağın
karşısında oturuyor, hayatın bütün kıymetini, zevkini hissediyordum.
Karşımızda bir beşik içinde ikinci evladımız uyuyordu.
Bir sürü endişe.
Brahman'la beraber ab-ı hayatı aramaya gidecekler güneş
doğarken hazır olsun!
Garip tesadüf.
- Ab-ı hayat karanlıklar memleketinde bulunur. Orada
Cilve-yi Zuhur adlı büyük bir dağ vardır ki bunun bir tepesine Kaf Dağı adı
verilir. Bu dağlardan Mihnet, Firkat adlı bir ırmak akar. İşte herkesin bildiği
ve istediği ab-ı hayat bu ırmağın suyudur. Gerçi diğer bir ab-ı hayat daha
varsa da ...
- Ya!..
- Onu kimse istemez.
- Acaba niçin?
- İçeni yok ettiği için.
Bize bakıyordu, acaba görüyor muydu?
Güzellik ve Hayal
Ben vardım lakin bu varlık maddi ve cismani değildi.
Görüyordum ama neyi?
Renk ve görünmeden arınmış bir fezayı, bir okyanusu ...
…bana benzer bir zatın yanıma geldiğini gördüm. Kim olduğunu
sordum:
- Hazırlara Hızır'ım dedi
- İşte görüyorsun ki bu bir zandan ibaretmiş. Nasutsuz
Şahadet olmaz, lakin Şahadetiz Nasut olur. Yani böyle bir tasavvur mümkündür
(s. 118).
…
Ebedi Hayalet
Olimpos dağlarının eteklerinde, çimenlerle süslü bir vadide
şöylece yan yatmıştım.
- Nasılsın? Ne haldesin?
- Çok iyiyim, dedim. Jüpiter'e hamdolsun!
Emek ve Mükâfat
Herkes bir sene evvel ne yaptığını ve bir sene sonra ne
yapacağını bildiren belgeleriyle büyük meydana gelsin.
Ben, hayal bu ya, sosyoloji âlimlerinden ve sosyalist
erkânındanmışım.
Mücevherden Zincir, Âlemin Nasibi
Bir süre dinlendikten sonra sağ tarafa doğru uçmaya
başladım. Benim gibi serserice uçmakta olan bir zata tesadüf ettim. Selam
verdim.
- Burası berzah âlemidir. Ben Fisagoras'ım (s. 141).
…
A'MAK-I HAYAL’E -HAYALİN DERİNLİKLERİ'NE- EK
İnsanın yegâne marifeti bir şey bilmediğini itiraf ve
tasdikidir.
- Evlat neredeydin?
- Varlık âlemi bazı böyle olur.
Kendimi karıncalar arasında ve binlerce sokaklı bir karınca
yuvasında, karınca şeklinde buldum.
…karınca beylerinden birisinin oğluymuşum.
beygirlerin işemesi…
Leylalı Mecnun
Görüyordum ki Emel şehrinin eşraf ve tanınmış zenginlerinden
birinin oğluymuşum.
Bir gün geldi ki artık uzun bir hüzün ve düşünceden kendimi
alamaz olmuştum.
Nihayet uzakça bir köyde oturan, ilim ve kehanetle tanınmış
bir münzeviyi getirdiler.
- Ey efendi! Oğlumuz seviyor, aşk hastasıdır, cevabında
bulundu.
Zavallı babam sordu:
- Muhterem efendim, kimi seviyor?
Bilge:
- Hiç kimseyi. İşte aşkın en tehlikeli şekli budur.
…
- Efendi oğlumuzun bağrını yakan aşk mutlak aşktır.
Bu aşka bir hedef bulmalı…
Bir gün hazin bir fasıl henüz tamamlanmıştı ki sokakta
dolaşan bir tellal gür sesiyle:
- Kapalı bir sandık satıyorum. Değeri bin altındır. Lakin
içinde ne var bilmiyorum. Kimse de bilmiyor. Bu sandığı alan da pişman, almayan
da.
Tellalın bu feryadını ebeveynim de duymuş olduklarından
belki içinde beni eğlendirecek bir şey çıkar diye derhal satın almışlardı.
Sayısız anahtar getirildi. İki gün uğraştım, uyan olmuyordu.
Sandığın içinde yalnız bir resim ve bir kağıt vardı.
Bu sandıktaki resim Maksut şehri padişahı Sultan Keramet'in
kızı Ayine-yi Aşk Banu'nun resmidir.
Ey bu resmi görecek olan zavallı! Sen onun sahibine âşık
olmakla başını belalara uğratacaksın.
Resme baktığımda boğuk bir feryat ve çığlık çıkarıp
bayılmışım.
Ayine-yi Aşk Banu'yu sevmiştim. Çok kısa bir sürede kendimi
topladım. Adeta hiç hasta olmamış gibiydim. Cananımın resmi elimden, hayali
kalbimin levhasından düşmüyordu (s. 156).
…acıktı bir vedadan sonra yola çıktık.
Nihayet / Cablisa iklimine, Maksut şehrine ulaşmak mümkün
oldu.
…sultanın sarayına gittik.
…bu uzun seyahate katlanmamızın sebebini sordular. Sebep ve
maksadımız arz edilince çehreleri karıştı.
…şimdiye kadar binlerce yeniyetme genç, bu kızın uğrunda
heder ve mahvoldu. Her talibe bir şeyler soruyor. Cevap veremeyen ölümle yüz
yüze kalıyor. Ancak cevap verenle evlenecektir.
Beri perdenin ortası hizasındaki sedire oturtuldum.
Bir müddet sonra perde kaldırıldı. Yüksek bir sedir üstünde
oturmuş olan Ayine-yi Aşk'ın yüzü peçeliydi.
- Delikanlı, gel bu sevdadan geç! Sorularıma cevap veren
olmadı, cevap verecek kudreti olanlarsa benim vuslatımdan müstağnidir. Beni
arzu edenlerse bu cevabı asla veremez.
…iyi dinle delikanlı! Evvela elif mi noktadan, yoksa nokta
mı eliften çıktı? İkincisi, ne vakit oldu? Üçüncüsü, elifle noktanın birliğini
bilfiil ispat edebilir misin? Bu soruların ardından yüzündeki peçeyi kaldırdı.
Ben o eşsiz güzelliği görünce göz kamaştırıcı zevke dayanamayarak
"Allahüekber!" feryadıyla düşüp bayıldım.
Gözümü açtığım zaman Aynalı Baba komik bir tavırla
söylüyordu…
…
Leylasız Mecnunlar
Bugünkü hayalim dün kesildiği yerden başlamıştı. Ben
bayılmıştım. Ayine-yi Aşk da benim ardımdan bir ah çekerek bayılmış olduğundan
onu saraya, beni meskenime getirmişler.
Ben karar vermiştim. Eğer sorulara cevap vermezsem intihar
edecektim.
Kahine soruları tekrar ettim ve bunların cevaplarını nasıl
vereceğimizi sordum. Dedi ki:
-Oğlum bu suallerin cevaplarını ancak Vadi-yi Cünun
sakinleri bilir.
Ben:
- Ee güzel, bu memleket ne taraftadır?
Kahin:
- Her tarafta.
…
Ertesi gün yola çıkmıştık Üç ay birçok şehir ve kasabayı
boşu boşuna dolaştık. Vadi-yi Cünun denilmeye layık bir yer bulamadık.
Kahinle kahvelerimizi içerken mezarlıktan bir kahkaha
işitiliyordu. Ardından diyordu ki:
Mekânsız olan iki yer var ki biri meskenidir
Biri Vadi-yi Hayret, birisi Şehr-i Cünun
Kahin sevinçle:
- Evladım, işte Şehr-i Cünun'u bulduk. Kalk haydi,
sakinlerine tanışalım ve görüşelim, dedi.
…
"Halı işte şimdi görüşebileceğiz" diye yanaştım ve
gelen zata:
- Beyefendim, hoş ve safa geldiniz.
Gelen - Aaa, safa gelemedim.
Ben - Efendim, isminiz?
Gelen - Her dakika değişir.
Ben - Şu halde kimsiniz efendim?
Gelen - Ben ne bileyim?
…
- Hey millet, işte nokta! dedi. (Sonra nefesiyle ısıta ısıta
uzattı ve) İşte elif! dedi.
O vakit Mecnun ayağa kalktı ve:
- Elifin başka ismi varsa söyle, dedi.
- Delikanlı! İşte şimdi Leylasız Mecnun oldun. Çünkü Mecnun,
Leyla oldu. Aradan Leyla da çıkarsa, o vakit elifin kulağıma söylenen diğer
ismini öğrenebilirsin, dedi.
Ben aşırı haz içinde gözümü açtım.
…
Aynalı'nın Ebedi Uzleti
- Ee evladım, ben artık buradan göçüyorum. Görünüşte
ayrılmamız lazım geldi.
…
- Ne yapalım evladım, gidiş geliş alemidir. Görünüşüne niye
bakmalı?
…
Görünmez şimşek miydi bilmem, pek acıktı bir vedayla
ayrıldık. Bütün gece uyku uyumadım. Seher vakti mezarlığa gittim.
Sevdiklerimden oluşan küçük bir cemaatle döndüm ve sevdiği
ağaç altına defnettik.
…yadigâr olarak bana kalan eşya bir büyük, iki küçük cezve,
dört beş fincan, yüz dirhem kadar şeker ve kahve, bir tane el yazması Kuran-ı
Kerim ve ufak bir cep defterinden ibaretti.
…
Saadet
Her insan, / saadet aramaya başlar.
Lakin insan -insanıkamil müstesna olmak şartıyla- aradığı,
istediği ve özlediği saadetin mahiyetini pek de bilmediği halde yine bilmediği
bu meseleye bir had ve hudut tasavvur etmez ve tayin eylemez. Nice mesutlar
vardır ki bu hırs ve tutku yüzünden mesut olmadığı zannında bulunur (s. 171).
…
Bir Kahve Alemi
.... senesinde Filistin'in .... şehrinde bulunuyordum.
- Aynalı Baba, seni beyler istiyor, buyrun! dedi.
Beni bilenler bilmeyenlere masa aşırı kim olduğumu
anlatıyordu. Söyledikleri "Zararsız, tuhaf bir deli" cümlesiyle
özetlenebilirdi.
Azizim, siz insanoğluna hizmetten vazgeçerek bu yaşantıyı ve
garip kıyafeti niye tercih ettiniz?
Genç müdürün hal ve sözünde haddinden fazla saygı ve tam
anlamıyla saflık vardı.
Ben insanlardan o kadar çok ihanet gördüm ki onlara fenalık
etmemek şartıyla şu huzur veren şekilde ömrümü geçirmeyi daha uygun buldum (s.
182).
…
Gençlik İksiri
Suriye'nin .... şehrinde ....
…altmışından sonra evlenmeye kalkışmıştı. Acaba niçin?
- Haberin var mı ya Aynalı Baba? .... Bey'in nişanlısı ....
Hanım kendisini görmeyi arzu etmiş.
…
.... Bey'e sıkça gidiyordum. Altı ay kadar pek hoş ve
faydalı sohbetler ettik.
…
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
2. Basım, Ocak 2020