TANZİMAT DÖNEMİ TÜRK EDEBİYATI II
Ünite: 1
Tanzimat Dönemi
Türk Romanı II (2. Kuşak)
Özellikleri
Sami Paşazade
Sezai, Recaizade Mahmut Ekrem
ve Mizancı Mehmet Murat bu dönemin
romancılarıdır. Üçüncü kuşaktan Nabizade Nazım, Fatma Aliye ve Mehmet Celal bu isimlere sonradan
katılır. Romanda ve şiirde bu dönemde,
sosyal faydadan uzaklaşılırken sanat kaygısı daha ön planda tutulur.
Servet- Fünun döneminin realist ve natüralist eğilimlerinin temeli bu dönemde
karşımıza çıkar (roman tiplerinde görülen kalıtsal özellikler, toplumsal
çarpıklıklar ve sorunların ele alınmaya başlanması). Olay merkezli eserler
yerlerini karakteri merkeze alan metinlere bırakmaya başlar.
Sergüzeşt (1889)
Kölelik/esaret konusunu işleyen ilk eserdir. Kafkas
esiri olarak getirildiği konakta iradesi dışında bir hayat yaşayan genç kızın (Dilber) Nil nehrinde son bulan
hikâyesiyle kölelik konusunun olumsuzlukları sergilenir.
Sami
Paşazade Sezai’nin annesi de Kafkaslardan gelen bir esirdi. Babasının
konağındaki kültür ortamı ve annesinin durumu bu romanı yazmasına zemin
hazırlamış olmalıdır.
Kafkaslardan
kaçırılan Dilber, daha dokuz yaşındayken Hacı
Ömer adlı esir tüccarı tarafından satın alınır. Mustafa Efendi’nin karısına 40 liraya satılır. Satıldığı evdeki
hizmetçi Taravet, Dilber’e eziyet
eder. Küçük kız evden kaçar. Latife
kızı bulur ve himaye eder. Mustafa Efendi Dilber’i başka bir esir tüccarına 60
liraya satar. Moda’da konağı bulunan Âsâf Paşa Dilber’i 150 lira karşılığında
satın alır. Dilber bu evde büyüyüp serpilir. Âsâf Paşa’nın oğlu Celal Bey,
Dilber’i resim çalışmalarında model olarak kullanır. Celal Bey kıza tutulur,
evlenmek ister ancak ailesi onay vermez. Celal’in annesi Zehra Hanım, Dilber’i yeniden satar. Celal Bey bu durum karşısında
deliye döner, çıldırır.
Romanın
son bölümünde Mısır’da bir saraya satılmış olan Dilber’i üzüntü içinde görürüz.
Sahibinin isteklerine karşılık vermediği için bir odaya kapatılan Dilber, başka
bir kölenin yardımıyla saraydan kaçar. Hayatta yapayalnız kalan Dilber, aşkının
acısıyla çaresizlik içinde Nil’in kıyısında yürürken kendini sulara bırakır.
Kronolojik
olarak ilerleyen romanda zaman atlamaları vardır. Bu nedenle teknik olarak
başarısız bir romandır. Romanda mekân konusuna da dikkat edilmiştir. Dilber’in içinde bulunduğu mekânlar onun kaderini
etkileyen faktörler olarak karşımıza çıkar. Romanda olaylar daha
çok kapalı mekânlarda geçer: a) Esircilerin evi, b) Mustafa Efendi’nin evi, c)
Âsâf Paşa’nın konağı, d) Mısır’daki saray.
Araba Sevdası
(1896)
Zeynep Kerman’ın
dikkat çektiği gibi; Araba Sevdası romanı edebiyatımızda romantik-realist
tartışmalarının yaşandığı bir dönemde yazılmıştır. R. Mahmut Ekrem romantizmin savunucusudur ancak Araba
Sevdası’nda Bihruz Bey vasıtasıyla romantik, hayalci tiplerle alay
edilmektedir.
İlk
olarak 1896’dan itibaren Servet-i Fünun’da tefrika edilmeye başlanan eser
ressam Halil Paşa tarafından resimlenmiştir. Eser bu yönüyle ilk resimli
roman olma özelliği gösterir.
Babasının
ölümüyle servet sahibi oluveren Bihruz,
Fransızca hocası tutar (Mösyö Pierre,
iyi eğitimli biridir. Ne var ki Bihruz’u elinde tutmak için onu istismar eder.
Mösyö Pierre bu haliyle tipik Batı insanını temsil etmektedir). Araba alır.
Mirasyedi hayatı sürmeye başlar. Züppeleşir. Sohbet arkadaşları berberi ve
terzisidir(!). Gösteriş olsun diye kitaplar satın alır. Çamlıca’ya gittiği bir
gün gözü bir kadına ilişir. Onu tekrar görebilmek için sık sık aynı yere gider.
Platonik aşka tutulur. Berna Moran’a
göre romantik aşka tutulmuştur Bihruz. Arkadaşı Keşfî ona kızın öldüğünü söyler/uydurur. Bihruz buna sebep aşktır
diye içlenmeye başlar. Serveti tükenmeye başlar. Arabasını satar.
Şehzadebaşın’da o kıza (Periveş)
rastlar. Kadının hafif biri olduğunu öğrenen Bihruz oradan uzaklaşır.
Olay
örgüsü zayıf, yazım tekniği nispeten iyi bir romandır. Dili oldukça ağdalıdır. İç konuşma bilinç akışı teknikleri başarıyla
kullanılmıştır.
Turfanda Mı
Yoksa Turfa Mı? (1890/91)
Otobiyografik bir romandır.
Döneminin bürokrasisini, sosyal, ekonomik ve siyasi sorunlarını eleştiren bir
eserdir. Romanın konusu kalkınmanın
köylerden başlaması gerektiği fikri üzerine kurulmuştur.
Bir Gerçek Hikâye,
Bahtiyarlık (Ahmet Mithat) ve Karabibik
(Nabizade Nazım) Türk edebiyatına köye yönelişi temsil eden diğer
öncü eserlerdir.
Fransa’da
eğitim gördükten sonra ülkesine dönen Mansur
Bey hizmet aşkıyla doludur. Geldiği ilk günlerde sosyal ortama uyum
sorunları yaşamaya başlar. Amcası Şeyh
Salih’in konağına yerleşir. Diğer amcasının kızı Zehra’da konaktadır. İkisi arasında duygusal yakınlık oluşsa da
birbirlerine açılamazlar. Salih Efendi’nin eşinin kardeşi Râşit Efendi çeşitli hile ve entrikalarla Salih Efendi’nin malını
mülkünü kendi yeğeninin üzerine kaydettirmek amacındadır. Karşısına çıkan bazı
kişileri öldürür. Sonunda konağı da yakar. Salih Efendi ölür.
Mansur,
Zehra’yla evlenerek Anadolu’ya geçer. Köye yerleşip kalkınma projeleri üzerinde
çalışır. Köylülerle iyi ilişkiler kurar. Köyde bir ilkokul bir de ziraat okulu
açar. Bir iplik fabrikası açmaya çalışır. Kazancı kendilerine kalacak şekilde
köylüleri fabrikaya yerleştirir.
Mansur
Bey kalkınma projeleri üzerinde çalışırken devleti sarmış olan yolsuzluklar,
usulsüzlükler ve bozuk adalet sistemine tanıklık eder.
93
harbi sebebiyle cepheye çağrılan Mansur Bey’in projesi yarım kalır. Cephede
üstleriyle anlaşamayan Mansur Bey Şam’a sürgün edilir. Eşi ve çocuklarına
mektuplar gönderir. Yarım kalan projesini onlara emanet ettiğini bildirir. Cepheden
dönemez, ölüm haberi gelir.
Turfanda Mı Yoksa Turfa Mı? romanı
dönemin siyasi ve toplumsal sorunlarını eleştirel bakışla ele alırken sorunlara
çözümler önermesi bakımından önemli bir eserdir. Romanda eski ve yeni diye
niteleyebileceğimiz iki ayrı insan tipi göze çarpar. Mansur Bey, adaletten ve
çalışmaktan yana yeni insan tipini, Râşit Efendi ise entrikaların, maddi
hırsların temsilcisi gibidir.
Üçüncü Kuşak:
Ara Nesil ve Roman Sanatı
Türk edebiyatının modernleşme sürecinin üçüncü
kuşağı (ara nesil) döneminin önde
gelen isimleri; Nabizade Nazım, Mehmet
Celal, Selanikli Fazlı Necip, Fatma Aliye ve Mustafa Reşit’tir.
Bu isimler arasında Nabizade Nazım’ın
Zehra’sı
(1895’te Servet-i Fünun’da tefrika edilmiştir) oldukça önemli bir eserdir. Kenan Akyüz’e göre ilk psikolojik roman
denemesi olarak kabul edilebilir. Himmet
Uç’a göre, Zola’nın Nana’sına benzeyen eser natüralist, fenni bir romandır.
İsmail Çetişli’ye göre kıskançlık
teması üzerine kurulu bir eserdir.
Zehra
Suphi,
Şevket’in yanında çalışmaktadır.
Şevket’in kızı Zehra’ya âşık olur ve
evlenirler. Cicim aylarından sonra Zehra’nın kıskançlık krizleri baş göstermeye
başlar. Suphi, Sırrıcemal adlı
gündelikçiye tutulur. Şevket ölür, işler Suphi’ye kalır. Başka bir evde
Sırrıcemal’le yaşamaya başlar. Suphi bir süre sonra Ürani adlı kadına âşık olur. Ürani, Zehra’nın tuttuğu biridir.
Ürani, Suphi’nin parasını yer. İşler bozulmaya başlar ve roman hazin şekilde
sonlanır.
Romanda İstanbul’un eğlence mekânları, tuluat
tiyatroları ayrıntılarıyla tasvir edilir. Zehra’nın
kıskançlıklarını ırsiyete bağlayan yazar bu anlamda ilk psikolojik romana imza
atmış sayılabilir. Olaylar arası hızlı geçişler romandaki teknik kusurların
başında gelir. Ahmet Mithat ve Namık Kemal etkisinde yazılmış bazı
bölümler yine kusurlar arasında kabul edilebilir. İradesiz biri olarak tasvir edilen Suphi karakteri
oldukça başarılı anlatılmaktadır.
Gençlik
aşkı Anna’ya duyduğu aşkla beslenen sanatının ürünleri Venüs (1886) ve Küçük Gelin
(1893) adlı otobiyografik eserlerin yazarı Mehmet
Celal çok sayıda romana imza atmıştır. Cemile
(1886), Margrit (1891), Elvâh-ı Sevda (1892), Bir Kadının Hayatı (1894), Zehra (1894), Dâmenâlûde (1895), Müzeyyen
(1898), Leman, İsyan ve Kuşdilin,
yazarın diğer romanlarıdır. M. Fatih
Andı’ya göre o, romanlarıyla
edebiyatımızı köye açmıştır. Popüler tarzda romantik ve
santimantal eserler veren yazar, devrinde ilgi gördüyse de ileri kuşakların
ilgisinden uzak kalmıştır.
Fazlı Necip
değişik alanlarda çok sayıda eser neşretmiştir. Garip Aileler, Bir Gençliğin Güzarı (1895), Dilaver, Yine Orada (1899), Sevda-yı
Mefun (1899-1900), Şık
(1900-1901), Pervin (1901), Dört Mevsim (1901-1902), Cani mi Masum mu? (1901), Dehşetler İçinde I, II, III (1910), Küçük Hanım (1910), Menfa
(1910), Ah Anne!.. (1925), Saraydan Mecnunlar (1925), Külhani Edipler (1930) ve Muhacir (1930) yazarın eserleridir.
Edebiyata
Victor Hugo’dan yaptığı
çevirililerle başladı. Asır gazetesinde gazeteciliğe başladıktan sonra yazı
dilini sadeleştirmeye başlar. Konuları milli ve yerlidir. Milli edebiyatın
habercisi niteliğindeki sade Türkçeyle yazılmış şiirler çalıştığı gazetede
çıkmıştır. Eserlerindeki müspet kahramanlar iyi eğitimlidirler. Menfi
tiplemeler ise hasis ve eğitimsizdirler. Müspet tiplemeler karşılaştıkları
güçlüklerden akılları sayesinde çözüm yolunu bulup huzura ulaşırlar. Eserlerinde doğu-batı çatışması, alaturka-alafranga
çatışması, tarihi ve cinai konuları işlemiştir.
Edebiyatımızın
ilk kadın romancılarından olan Cevdet
Paşa’nın kızı Fatma Âliye, 1892 yılında George Ohnet’in Volonte
adlı eserini Merâm adıyla
Türkçeleştirmiştir. Hayal ve Hakikat (1892), Muhâdârat (1892), Refet (1899),
Ûdî (1899), Levâyih-i Hayat (1899) ve Enîn (1912) kendi imzasıyla yayımlanmış
romanlarıdır.
Çok iyi eğitim almış olan Fatma
Âliye, Terâcim-i Ahvâl-i Felâsife
(1901) ve Tedkik-i Ersâm (1901)
adlarıyla iki de felsefi eser neşretmiştir.
Kıskançlık
temalı Muhâdârat adlı eseri aşk ve
evlilik entrikaları üzerine kuruludur. Baskı ile yapılan evliliğin yol açacağı
mutsuzluklar ve kadının ilk aşkından sonra yeniden sevebileceği fikri ile
yazılmış bir eserdir. Romanın sonunda Ahmet
Mithat Efendi’nin eserlerinde gördüğümüz ders çıkarma düşüncesi vardır.
Enîn
adlı eserinde Muhâdârat’a benzer
konuları işler.
Refet
adlı romanında öğretmen olma hayali peşindeki yetim bir kızın haksızlıklara
karşı mücadelesini konu edinir.
Fransızcaya
da çevrilen Ûdî, bir kadının
namusuyla çalışarak hayatını kazanabileceği fikri üzerine kuruludur.
Levâyih-i Hayat,
evlilik konusunu ele alır. Roman, 5 kadının evlilikleriyle ilgili olarak
birbirlerine yazdıkları 10 mektuptan mürekkeptir.
Çok
sayıda eser vermiş olan Ahmet Rasim,
edebi değerinin zayıf olduğu gerekçesiyle müfredatımızın ilgisinden yoksun
kalmaktadır. Yazarın eserleri:
İlk Sevgi (1890), Bir Sefilenin
Evrak-ı Metrûkesi (1891), Endişe-i Hayat (1891),
Güzel Eleni (1891), Leyâl-i Istırap
(1891), Mehâlik-i Hayat (1891), Meşakk-ı Hayat (1891), Meyl-i Dil (1891), Tecârib-i
Hayat (1891), Afife (1892), Mekteb Arkadaşım (1894), Numûne-i Hayâl (1894),
Tecrübesiz Aşk (1894), Biçare Genç (1894), Gam-ı Hicran (1894), Sevda-i Sermed
(1895), Asker Oğlu (1897), Nâkâm (1897), Ülfet (1899, daha sonra Hamamcı Ülfet
adıyla, 1922), Belki Ben Aldanıyorum (1909, İki Güzel Günahkâr’da Bedia adıyla,
1922), İki Güzel Günahkâr(1922), İki Günahsız Sevda (1923).
Hikâye
ve romanları kurguları bakımından birbirlerinden pek ayrılamayan Mustafa Reşit, eserlerindeki ahlakçı ve
öğretici tutumu nedeniyle Ahmet Mithat’a
yakındır (Ersin Özarslan).
Flora
adlı eserinde (1885), deniz kıyısında sandalda yaralı halde bulduğu kıza âşık
olan şairin karşısına çıkan engeller konu edilir.
Lorans
(1892), karşılıklı aşk ve engelleri üzerine kuruludur. Lorans’la Pertev’in
aşkına engel, Lorans’ın babasıdır.
Defter-i Âmâlim
(1892), âşık olduğu kızın hastalanıp ölmesi karşısında aşığın yaşadığı
çaresizliği konu eder.
Son Salon ve Aşk
(1899), salonların ahlak çöküntüsüne sebep olduğunu iddia eder. Mustafa
Reşit’in eserleri edebi anlamda oldukça zayıftırlar ancak teknik bakımdan bazı
yenilikler taşımaktadırlar; mektup türünü edebi kurgu unsuru olarak kullanan
ilk isimlerden biri olması buna örnektir.
Ünite 2
Tanzimat Dönemi
Türk Edebiyatında Öykü
Öyküleme
Anlatma
geleneği içerik ve yapı bakımından masal, efsane, destan, hikâye, roman vs.
gibi türlere bürünmüş ve ihtiyaç olarak varlığını her daim hissettirmiştir.
Anlatımdaki/anlatıma
konu olan öyküdeki olay ve durum kişi, yer ve zaman üçlüsünü ön plana çıkarır.
Anlatının
öznesi, nesnesi ile bunlar arasındaki ilişkiyi sağlayan eylemin yönü, eylemin
niteliği ve amacı, öykünün izleksel/tematik kurgusunu sağlar.
Yazarın/anlatıcının
savunduğu değerler tematik güçler, bunun karşısında yer alan güçler de karşı
güçler olarak tanımlanır.
Anlatıda
dramatik aksiyonu sağlayan temel unsur, tematik güç ile karşı gücün
karşılaşması/çatışması sonucu ortaya çıkar. Anlatıda bu karşılaşma kişiler,
kavramlar ve simgeler düzlemi olmak üzere üç farklı düzlemde/boyutta takip
edilebilir.
Olay
merkezli anlatılarda kişiler düzlemi öne çıkarken, karakter ve düşünce
sentezleyici anlatılarda ise kavramlar ve simgeler öne çıkar (Dede Korkut öyküleri olay merkezli
anlatılardır, Orhan Pamuk’un Kara Kitap adlı romanı karakter ve
düşünce sentezleyici anlatıdır; olaylara karakterin iç dünyasındaki değişme ve
gelişmeler yön verir).
Türklerde Öykü Geleneği
Anlatı geleneğimizin ilk örnekleri daha çok şifa
dağıtıcılığı ve din adamlığı yapan kamlar/baksılar ve ozanlar tarafından icra
edilirdi. Daha sonraları ayıtıcı/ayıtmat, kıssahan, meddah, âşık/ozan denen köy
köy dolaşan anlatıcılar ortaya çıktı. 19. yüzyıldan itibaren
Batı edebiyatının etkisine giren geleneğimiz biçim ve içerik bakımından değişim
geçirmeye başladı. Anlatı geleneğimiz özellikle son 50 yılda (1950 sonrası)
yabancı kaynaklardan uzaklaşmaya başlayıp kendi özgün doğasını kurmaya
başlamıştır.
Erken
dönem anlatılarımızın en meşhuru Dede Korkut
hikâyeleridir. Anlatım tekniği bakımından vak’a icat etme, özgün
tipler/karakterler üretme ve olaylar arasındaki nedensellik bağının güçlü
olması itibarıyla başarılı anlatı yapısına sahiptirler. Osmanlı dönemi
edebiyatımızda Fars edebiyatının çeşitli metinlerinin etkisinde kalarak
ağırlıkla mesnevi tarzında anlatılar üreten edebiyatımız parıltılı eserler
ortaya koymuştur. Sürekli aynı konuların işlenmesi teknik beceriyi arttırırken
içerik çeşitliliğinin kısır kalması edebiyata ilgiyi sınırlamıştır.
Biçim
bakımından farklı olmasına karşın roman ve hikâye için Tanzimat döneminde
hikâye tabiri kullanılmıştır (Namık Kemal ve Halit Ziya’da durum böyledir). Ahmet
Mithat, Emin Nihat, Mehmet Celal ve Mustafa
Reşit gibi öykü türünde eser veren isimlerin artmasından sonra hikâye ve
roman türleri için farklı adlar kullanılır oldu.
Geleneksel Öykücülükten Modern Öyküye
Modern
dönemin belirgin içerik özellikleri değişen yaşam biçimi, değer yargıları ve
eski-yeni çatışmasıdır. Muhayyelât-ı Aziz Efendi, Müsâmeretnâme, Kıssadan
Hisse gibi
anlatılar dönemin noktalarıdır.
Giritli Aziz
Efendi’nin eseri olan Muhayyelât-ı
Aziz Efendi,
klasik biçim altında ortaya çıkan değişimin ilk örneklerini bize verir. Eserde
üç hayal ve bunların her birinin başında birer öykü yer alır. 1797’de yazılan eser (bu tarih
tahminidir) ilk defa 1852’de basıldı.
Klasik
öykü özellikleri göze çarpar. Kullanılan dil kimi yerde ağdalı olsa da eserin
genelinde sadedir. Mekân tasvirlerinin bazıları coğrafi gerçeklikle
örtüşmektedir. Karakterleri sosyal
durumlarına göre konuşturması ve 18. yüzyıl İstanbul’una dair motifler işlemesi
eserin önemini arttıran unsurlardır.
Tanzimat
döneminde farklı alfabelerde yazılmış bazı eserlerde geleneksel çizginin dışına
çıkma çabaları dikkat çeker: Vartan Paşa’nın
yazdığı 1851’de Ermeni harfleriyle basılan Akabi Hikâyesi,
Hasan Tevfik Efendi’nin 1868’de
yazdığı Hayâlât-ı
Dil,
Evangelinos adlı Rum gazetecinin
1872’de yayımladığı Temaşa-i Dünya ve Cefakâr ü Cefakeş.
Batı’dan
yapılan çevirilerden sonra Ahmet Mithat Efendi öykü yazmaya başlar. 1870 tarihli Kıssadan Hisse adlı kitabında Aisopos ve Fenelon’dan
aldığı fıkralar dikkat çeker. 1870-1895 yılları arasında 25 kitap içinde 30
parçalık Letaif-i
Rivâyât’ı yayımlanır.
Emin Nihat Bey’in yedi uzun öyküden oluşan Müsâmeretnâme’si 1872’de yayımlanmaya başlar. Eser,
eski ve yeninin bir arada görülebileceği parçalar içermesi bakımından tipiktir.
Tanzimat’tan bu yana edebiyatımızın en çok işlenen teması eski yeni
çatışmasının güzel iki örneği bu eserde yer alır (Binbaşı Rıfat Beyin Sergüzeşti ve Bir Osmanlı Kapudanının Bir İngiliz Kızı ile Vukubulan Sergüzeşti).
Dönemin
yazarı bilinmeyen bir diğer önemli eseri Âşıkla
Maşuk Dürbünü ve Her Milletin Güzeli adını
taşır. Eser, uzun-kısa çok sayıda öyküden oluşur.
İlk
dönem eserlerde üslup kaygısı taşımadan yazılmış olan bu öyküler meddah
geleneğimizden etkilenmişlerdir.
Geçiş Dönemi
Öyküleri
Letaif-i Rivâyât
Letaif-i Rivâyât serisinde Ahmet Mithat, Batı edebiyatında gördüğü anlatım tekniklerini, izlek
ve konuları eserine dâhil etmeye çalışır. Geleneksel biçimlerimizden âşık tarzı
ve meddah tarzından da vazgeçmeyen yazar halka ulaşmak için bütün bu imkânları
kullanmak yoluna gider. Halka ulaşma gayesi nedeniyle sanatsal kaygılardan uzak
kalmayı başarmıştır.
Letaif-i Rivâyât,
25 cilt ve toplam 30 eserden müteşekkildir. Eserlerden bazıları 30-40 sayfalık
öyküler bazıları 200 sayfayı bulan kısa romanlardır. Bu eserlerin arasında
tiyatro oyunları da vardır. Sayıları 11 olan uyarlama ve çeviri eserler Batı
edebiyatından ne ölçüde etkilendiğimizi gösteren verilerden biridir.
Letâif-i Rivâyât serisindeki öykülerini Suizan, Esâret,
Gençlik, Teehhül, Gönül, Mihnetkeşân, Bir Gerçek Hikâye, Bahtiyarlık, Bir
Fitnekâr, Nasip, Bekârlık Sultanlık mı Dedin?, Bir Tövbekâr, Çifte İntikam,
Esaret, Obur, Para, Kısmetinde Olanın Kaşığında Çıkar, Diplomalı Kız, Emanetçi
Sıtkı, Cankurtaranlar, Ana Kız, Bir Acibe-i Saydiye, İki Hud’ekâr olarak belirlemiş olalım.
Orhan Okay
bu eserle ilgili olarak, konu birliğinin olmamasına dikkat çeker. Erken dönemde
yazılan metinlerde dili ağdalıyken ileri dönemde daha sadedir.
Konuları:
evlilik ve aşk başta olmak üzere, kadın, kadının eğitimi, esaret, adi suçlar,
sonradan görmelik, eğlence, namus şeklinde sıralanabilir. Eserlerinde ana
konunun yanında kısa hikâyeler şeklinde farklı olaylara da yer verir.
Bir Gerçek Hikâye, Bekârlık
Sultanlık mı Dedin?, Bir Tövbekâr, Teehhül ve Gençlik adlı eserleri evlilik temalıdır.
Mihnetkeşân’da eğlence düşkünü bir
insanın yaşam tarzını değiştirerek evlenmesini işler. Henüz On Yedi Yaşında ve Yeryüzünde
Bir Melek romanlarında genelev kadınlarının evlilik yoluyla düştükleri
bataklıktan kurtulabileceklerini anlatır. Bir
Fitnekâr’da evlilik entrikası etrafında kurulan dolandırıcılığın yol açtığı
felaketler işlenir. Sanat değeri düşük kabul edilen Nasip adlı öyküsünde kaderci dünya görüşü hâkim temadır. Konusu
yabancı bir eserden alınmış olan İki
Huda’kâr’da şehir hayatının yapmacıklığı ele alınır. Emanetçi Kız, ahlaki güzelliğin ön planda tutulduğu bir aşk
hikâyesidir. Diplomalı Kız, eğitimin
önemine işaret eder. Fransızcaya da çevrilmiş olan Suizan’da kötü niyete bağlı yanlış anlama konu edilir. Kısmetinde Olanın Kaşığında Çıkar ve Çifte İntikam adlı eserlerin konuları
Fransa’da geçer. Bu iki eserdeki kişiler de yabancıdır.
Ahmet Mithat,
Letaif-i Rivâyât dışında Durûb-i Emsâl-i Osmaniye Hikemiyâtının Ahkâmını
Tasvir başlıklı eserinde Şinasi’nin atasözleri kitabının A
maddesinde yer alan 18 atasözünü öyküleştirir.
Sami Paşazade
Sezai
Kısa
anlatılarımızı batılı biçime yakınlaştırması bakımından önemli bir isimdir Sami
Paşazade Sezai. Öyküyü bağımsız bir tür
olarak kabul eden ilk kişidir. Öykünün mesajının, amacının
ahlaki olması zorunluluğuna ilk karşı çıkan da Sami Paşazade Sezai’dir. O bir
anlamda öykücülükte ‘edeb’li olma zorunluluğunu ortadan kaldırmıştır.
Öykülerinde
toplumun çeşitli kesimlerinden kişilerin serüvenlerini anlatır. Öykü
karakterlerinin duygularını da yazar. Bu yolla karakterlerini gerçeğe
yakınlaştırır. Dili süslü, üslubu Ahmet Mithat ile Namık Kemal arasında bir
çizgidedir. Öyküleri; Küçük Şeyler
(1891)
ile anı ve makalelerinin de yer aldığı Rumuzu’l Edeb (1900) adlı kitaplardadır. Küçük Şeyler’de yer alan öyküler biçim
ve yapı bakımından Fransız tarzına benzerler. Burada yer alan öykülerin
Servet-i Fünun dönemi edebiyatçılar üzerinde de ciddi tesirleri olduğu
muhakkaktır (Bkz. Halit ziya). Öykülerinde
romantizm, realizm ve natüralizmin tesirleri görülebilir.
Pandomima
adlı öyküsünde Paskal’ın iç dünyasının başarıyla yansıtır. O döneme kadar edebiyatımızda görülmemiş biçimde
sıradan insanı detaylı şekilde tasvir etmesi bakımından bu öykü önemlidir.
Kediler adlı öyküsünde de sıradan
insanı ele alır. Bu öyküsünde de nesnelerin ve mekânın anlatı kişisi üzerindeki
etkileri başarılı biçimde anlatılmıştır.
Nabizade Nâzım
Realist-natüralist
bir yazardır. 8 uzun öykü yazmıştır (Yadigârlarım, Bir Hatıra, Karabibik, Sevda, Hasba,
Seyyie-i Tesâmüh, Zavallı Kız, Hâlâ Güzel, Bir Fakir Aile, Enginde).
Toplum katmanları ve insanları natüralizmin daha doğru biçimde yansıtacağı
inancındadır. Olay örgüsü genellikle tesadüfler üzerine kuruludur. Olayların
seyri tutarlıdır. Mekân ve kişi
tasvirlerinde çok başarılıdır (Karabibik).
Ağdalı
bir dille yazılmış olan Seyyie-i Tesâmüh’te
basın hayatını eleştirir. Karabibik’te
köy hayatını işler.
Karabibik’te
Antalya’nın Kaş ilçesinde Beymelik köyündeki hayatı dekor olarak kullanır. Yerel
hayatı yerel dille anlatır. Tasvir ve tahlillerin başarısıyla birlikte öykünün
gerçeklik değeri artar. Eserde bir de Rum köyü (Temre) tasvir edilir. Beymelik’teki
olumsuz faktörlerin birçoğu Temre’de olumlu olarak resmedilir. Hikâyenin konusu
oldukça basittir: karısı ölen Karabibik’in iki hayali vardır (bir çift öküz
almak ve kızı Huri’yi evlendirmek). Temre köyündeki tefeci Yani’den borç alarak
öküzleri temin eder. Tarla yüzünden kavgalı olduğu Yosturoğlu’nun yeğeni
Hüseyin, Huri’yi ister ve evlenirler. Karabibik hayallerini bir şekilde
gerçekleştirmiştir. Sol yanındaki ağrı nedeniyle Temre köyündeki doktor
Linardi’nin evine gidip gelmeye başlar. Bu gidişlerinden birinde Linardi’nin
karısına sarkıntılık yapar. Hikâye bu şekilde biter.
Diğer Öykücüler
Recaizade Mahmut
Ekrem bu
dönemin öykücülerindendir. Üç uzun öykü yazmıştır (Sâime, Muhsin Bey yahut Şairliğin
Hazin Bir Tecellisi ve Şemsâ).
Sâime’de çocuk sevgisi ve çocuğun
yetiştirilmesini ele alır. Muhsin Bey…’de
romantik aşkı konu edinir. Şemsâ’da
Anadolu’dan gelen ve bir ailenin yanına evlatlık olarak kalan kızın hayatını
işler. Üç öykü de romantizmin etkisi altında yazılmıştır. Edebi değerleri
zayıftır.
Aynı
dönemde Mehmet
Celâl’de öyküler yazmıştır. Öykü türünde Hâlâ Seviyor
yahut İftirâk (1891), Vicdan Azapları (1891), Oyun (1892), Mev’id-i Mülâkât
(1893), Ak Saçlar (1895), Solgun Yâdigârlar (1899), İskambil (1899), Sefîd-ser
(1899), Piyano (1900), İsmete Taarruz (1900) ve Zindan Kapısında (1906) adıyla kitapları çıkmıştır. Daha
çok aşk ve aile hayatını konu edinmiştir.
Mustafa Reşit,
popülist ve basit öyküler yazmıştır. Aşk ve evlilik temalı öykülerinde
romantizmin ve santimantalizmin etkileri dikkat çeker. Bir Çiçek Demeti
(1885), Tezkir-i Mazi (1885), Cüzdanımdan Birkaç Yaprak
(öykü ve mensureler, 1886), Tesâvir-i Hayat (1894) gibi öykü kitapları bulunmaktadır.
İlk
kadın öykücülerimizden Fatma Makbule Leman bu dönemde eser vermiştir. Gazete
ve dergilerde yayınlanan öykü ve şiirlerinin bazılarını Ma’kes-i Hayal
(1898) adlı
kitapta toplamıştır. Kadın temalı eserlerinde kız çocuğunun eğitimi, aşk ve
evlilik hayatını işler.
Ünite 3
Tanzimat Dönemi
Edebiyatımızda Tiyatro
Tanzimat’ın
ilanından sonraki birinci yılda İstanbul’da dört tiyatro açıldı. Tiyatro oyunu
için ilk yazılı metnimiz 1859 yılında Şinasi tarafından yazılan Şair Evlenmesi’dir. Şinasi’yi Ali Haydar, Ebuzziya Tevfik ve Direktör
Âli Bey takip ederler. Orta oyunu ve
meddah gibi geleneksel oyunlarımız tiyatro ile karşılaşınca tuluat oyunları
ortaya çıktı. Müfredatta Şair
Evlenmesi ilk tiyatro eseri olarak yazılmışsa da Şinasi’den önce Doğu Dilleri Okulu’nun çok sayıda tiyatro eserini
Türkçeye çevirdiğini belirtmek gerekir (Nasreddin
Hoca’nın Mansıbı, Vakayi-i Acîbe ve Havadis-i Garibe-i Kefşger Ahmed, Hikâyet-i
İbdâ-i Yeniçeriyân Be Bereket-i Pîr-i Bektaşiyân Şeyh Hacı Bektaş Velî-i
Müslüman, Godefroi de Bouillon). Bunların dışında Ermeni harfli oyunlar ve
tarihçi Hayrullah Efendi’nin Hikâye-i İbrahim Paşa be-İbrahim-i Gülşenî
adlı eserleri Şair Evlenmesi’nden
önce yazılmışlardır. Şinasi’yle aynı
dönemde Mirza Feth Ali Ahunzade,
Azeri Türkçesiyle hiciv yönü ağır basan altı komedi yazmıştır (Temsilat).
Şair Evlenmesi
Tek
perdelik bir komedi olan eser, 1860’da Tercüman-ı
Ahval’de tefrika edildi. Yerli unsurların yoğun olarak kullanıldığı oyun
Batı tarzı tiyatro sanatını halka ulaştırmak amacıyla gelenekten azami ölçüde
beslenmiştir. Eserde halktan tiplemeler ve günlük konuşma dili dikkat çeker. Tanpınar’ın nitelemesiyle Şinasi bu eseriyle edebiyatçılarımıza
sokağın anahtarını vermiştir.
Paris’te
elçilik kâtipliği de yapmış olan Ali Haydar,
Türk edebiyatının ilk trajedi yazarı olarak tanınır. Sergüzeşt-i Perviz (1866), İkinci Ersas (1866) adlarıyla iki manzum trajedi
ile Yunan mitlerinden ilhamla yazılmış olan Rüya Oyunu (1875) başlığını taşıyan bir de
manzum komedisi vardır. Gonca-i Çin adlı
dramı ve Hekimlerin Hazakatı veya Tiyatro İçinde Tiyatro adlı
komedisi yayımlanmamıştır.
Direktör Ali Bey
mizah edebiyatının öncülerindendir (Eserleri: Misafiri İstiskal (1870), Kokona Yatıyor (1870), Geveze Berber (1873).
Letafet (1897) adlı eseri operettir. Ayyar
Hamza (1871) ise uyarlamadır). Tiyatronun gelişmeye başladığı bu dönemde Namık Kemal ve
Abdülhak Hamit trajediye, Âli Bey ve Ahmet Vefik Paşa ise komediye yönelmişlerdir.
Konusunu
Kırım Savaşından alan Vatan yahut Silistre (1873) kısa cümleleri,
romantik-epik kurgusu ve içerdiği vatan temasıyla dönemin en dikkat çekici
eseridir. Râz-ı Dil adıyla yazılmış
olan ve sansür kurulunda ismi Gülnihal
olarak değiştirilen eser Namık Kemal’in
ikinci tiyatro eseridir. Âkif Bey
adlı oyununda bir bahriye zabitinin vatanseverliği ve eşine sadakatsizliğini
işler.
Zavallı Çocuk’ta
genç bir kızın sevdiği erkek yerine annesinin isteği üzerine zengin biriyle
evlenmesi sonrasında yaşanan felaketler anlatılır. Edebiyatımıza aşk
yüzünden verem olup ölen sevgili motifini getiren bu eser çığır açıcı
niteliktedir.
Haremağalarının
entrikalarını işleyen Kara Bela,
yazarın sağlığında basılamamıştır.
Konusunu
Moğol istilasına karşı girişilen mücadeleden alan Celaleddin Harzemşah,
Namık Kemal’in üzerinde en çok
çalıştığı eseridir. Yazar, Celaleddin’in şahsında
İslam birliği fikrini kuvvetli bir şekilde ifade eder. Bu eser romantik
tiyatromuzun ilk zirvesidir.
Amacı
Türk insanına okuma zevki ve kültürü aşılamak olan Ahmet Mithat Efendi de yedi tiyatro eseri yazmıştır: Eyvah, Açıkbaş, Ahz-ı Sâr yahut Avrupa’nın
Eski Medeniyeti, Hükm-i Dil, Çengi yahut Dâniş Çelebi, Fürs-i Kadimde Bir Facia
yahut Siyavuş ve saray tarafından takip edilmesine yol açan Çerkes Özdenler’dir.
Eyvah
adlı oyununda çok eşli bir adamın sonunda her iki eşini de kaybetmesini
anlatır.
Gönül
adlı hikâyesinin oyunlaştırılmış şekli olan Hükm-i
Dil’de genç ve asil bir kızın bahçıvana olan aşkı etrafında asalet kavramı
konu edilir.
Çengi yahut Dâniş Çelebi’de
cin ve perilerle aklını bozmuş genç adamın hikâyesiyle toplumdaki muskacılar
irdelenir.
Çerkes Özdenler’de
sonu kanlı biten bir aşk hikâyesi etrafında Çerkezlerin adetlerini anlatır.
Acı Baş,
tek perdelik bir komedidir.
Fürs-i Kadimde Bir Facia yahut
Siyavuş, konusunu Şehname’den alan tarihi bir oyundur.
İnci Enginün,
Ahmet Mithat’ın oyunlarının fikir ve görüşleri için:
a) Evlilik
meselesi
b) Batıl
inançlar
c) Modaya
uyma
d) Dil
meselesi
e) Ahlaki
değerler (dürüstlük)
f) Asalet
kavramı, şeklinde maddeler belirler.
Görüldüğü
gibi toplumu eğitmek, terbiye etmek gibi bir görev üstlenmiştir.
Avrupa’da
eğitim görmüş olan Ahmet Vefik Paşa, Bursa’da
valiyken şehre tiyatro binası yaptırmıştır. Uyarlamalar yapmış, tiyatro için
oyuncu yetiştirmiş, Türkçesi muhteşem eserler vermiştir. 1869-1871 yılları
arasında Moliere’den 5 oyun uyarlamıştır. Bu oyunlar sahnelenirken yeni oyunlar
uyarlamaya, çevirmeye devam etmiştir. Moliere’den
uyarladığı 16 oyunu bir ciltte toplamıştır.
Şemseddin Sami’nin
ilk oyunu Suhrab yahut Ferzendküş
adlı trajediden sonra hepsi yayınlanmış ve oynanmış Besa yahut Ahde Vefa (1875), Seydî Yahya (1875), Gave (1876) adlı
üç eser daha neşretmiştir.
Besa yahut Ahde Vefa,
yemin üzerine kurulmuş altı perdelik bir trajedidir. Arnavut gelenekleri
verilen sözün tutulma zorunluluğu gibi motifler içerir.
Seydi Yahya,
Endülüs tarihine dönük bir oyundur.
Konusunu
Şehname’den alan Gave, baskıcı rejime karşı ayaklanan halkı anlatır.
Ebuzziya Tevfik:
İlk eseri Ecel-i Kaza (1872), Türk halkı karşısında oynanan ilk telif eser olma
özelliğine sahiptir (Âlim
Gür). Konusu Erzurum’da geçen trajedide kan davası konulu aşk ve evlilik
anlatılır. E. Tevfik’in diğer oyunu Habibe
yahut Semahat-ı Aşk’tır.
Yenileşmenin
İkinci Kuşağında Tiyatro
Recaizade Mahmut
Ekrem dört tiyatro eseri yazdı.
Afife Anjelik
(1870) adlı eserde kocası savaşa giden yeni evli kontese göz koyan saray
bakıcısının iftiralarıyla kontun kontesi boşaması ve idama mahkûm etmesi
anlatılır. Kontes kaçıp dağlara sığınır. Savaştan dönen kont, gerçeği öğrenmiştir.
Ava çıktığı bir gün tesadüfen kontesi ve çocuğunu bulur.
Edebiyatımıza
tabiat konusunu sokan başlıca eserlerden olan Atala yahut Amerika Vahşileri
(1873), Chateaubriand’ın aynı
adlı romanının uyarlamasıdır. Egzotik bir kurgusu vardır.
Çok Bilen Çok Yanılır
(1874) konusu Maraş’ta geçen bir komedi, Vuslat
yahut Süreksiz Sevinç (1874) ise dramdır.
Abdülhak Hamit
25
kadar oyun yazmıştır. Oyunları sahne tekniğine uygun değildir. Bazı oyunları
manzum (Tezer, Eşber, İlhan, Turhan,
Sardanapal, Abdullahü’s-Sagir, Nesteren, Liberte), bir kısmı düzyazı (Macera-yı Aşk, İçli Kız, Sabr ü Sebat,
Duhter-i Hindu, Tarık, İbn-i Musa, Finten, Yadigâr-ı Harp), bir kısmını da
manzum-düzyazı biçiminde yazmıştır (İbn-i
Musa, Zeynep, Tarık, Finten, Yadigâr-ı Harb). Tayfalar Geçidi, Arziler, Ruhlar ve Yabancı Dostlar ise diyaloglardan oluşmaktadır.
Oyunlarının
bir kısmının konusunu tarihi olaylardan seçmiştir. Yerli olaylara yer verdiği
eserleri de vardır. Duhter-i Hindu
adlı oyununun sonundaki bir bölümde tiyatro sanatı hakkındaki düşüncelerine yer
vermiştir. Bu yazılarda insanın her
gün yaşadığı olayların tiyatroya konu edilmesine karşı olduğunu dile getirir (bu
tür oyunları ahlak risalesi olarak niteler). Tiyatro
eserleri bilmediğimiz, başka hayatları anlatmalıdır. Eserlerinde
tarihi mekânlar ve uzak coğrafyaları sıkça görme nedenimiz daha çok budur.
Muallim Naci,
Heder adında bir oyun yazabilmiştir. Bürokrasi
içinde heder olup giden bir genci betimler.
Sami Paşazade
Sezai’nin bu dönemde Şir
adlı bir oyunu bulunmaktadır. Üç perdelik bir dramdır.
Mizancı Mehmet
Murat biri
kendi eseri (Tencere Yuvarlandı Kapağını
Buldu ) diğeri (Akıldan Bela) çeviri
olmak üzere iki eser neşretmiştir. Akıldan
Bela, Puşkin’in dört perdelik
bir oyunundan çeviridir. Rusçadan dilimize çevrilen ilk eserlerden biridir.
Üçüncü Kuşak:
Ara Nesil Döneminde Tiyatro
Dönemin
tiyatro oyunu yazarları:
Abdülhalim Memduh Bedriye
(1888, Yoksul Münir’in zengin Bedriye’ye olan imkânsız aşkını konu eder), Nâlân (1886), Ümitsiz Mülâkat yahut İstifade-i
İbret; İbnürreflat Ali Ferruh
(1865-1903), Huflenk (1887, namus
temalı aşk hikâyesidir); Mustafa Nuri,
Büyücü Karı yahut Teehhül-i Cebrî
(1885) ve Mizancı Mehmet Murat, Tencere Yuvarlandı Kapağını Buldu
(1908), Nabizade Nâzım, Hoşnişîn veya Cihanda Safa Bu mudur?
adlı piyesleri kaleme alır. II. Meşrutiyet yıllarında Nigâr Hanım da Girîve (çok
eşliliğin acı sonuçlarını anlatır) adlı bir oyun yazar.
Bu
dönemde ağırlıkla aşk ve evlilik konulu eserler neşredilmiştir.
Ünite 4
Metin
Çözümlemeleri
Akif Paşa / Mersiye
Tıfl-ı nâzeninim unutmam seni
Aylar günler değil geçse de yıllar
Telh-kâm eyledi firâkın beni
Çıkar mı hatırdan o tatlı diller
Kıyılamaz iken öpmeğe tenin
Şimdi ne hâldedir nâzik bedenin
Andıkça gülşende gönce-dehenin
Yansın âhım ile kül olsun güller.
Tegüyyürler gelip cism-i semîne
Döküldü mü siyâh ebrû cebîne
Sırma saçlar yayıldı mı zemîne
Dağıldı mı kokladığım sümbüller?
Feleğin kînesi yerin buldu mu
Gül yanağın, reng-i rûyun soldu mu
Acaba çürüdü toprak oldu mu
Öpüp kokladığım o pamuk eller?
(Akif
Paşa Divançesi, s. 164)
Adem
Kasidesi’nden sonra dikkat çeken Mersiye şiiri, şair torununun ölümü üzerine
yazmıştır. Ölüm olgusunu, düşüncesini klasik tarzın dışında ele alır.
Şair
şiirinde ölüm sonrasını sorgulamaya girişir.
Tanpınar,
edebiyatımızda çocuk ve çocuk sevgisinin bu şiirle başladığını söyler.
Ruhun
ölümsüzlüğü düşüncesi Türk edebiyatının ana karakteristiklerinden biridir.
Klasik
şairlerimiz için ölüm, bilinmezlik değil, aksine ebediyettir.
Mersiye
ve ağıtlar ağırlıkla ölen kişinin özelliklerini, niteliklerini anlatır. Ölen
kişinin kaybından dolayı feleğe sitem edildiği görülür. Mersiyelerin hemen
hepsinin son bölümleri ölen kişiye edilen dualardan meydana gelir.
İçerik, Dil ve Üslup
Tanpınar,
Mersiye başlıklı koşmanın ancak Tanzimat döneminde yankı bulmuş olmasına dikkat
çekerek Akif Paşa’nın ne kadar ileri bir şiir yazdığını söyler. Hece vezninin Tanzimatla
birlikte rağbet kazanmasında da bu mersiyenin etkisi dikkate alınmalıdır.
(Ölümle
değişme fikri) Şiirde görülen “cism-isemîn” terkibinde mezardaki çocuğun vücudu
yasemin çiçeği gibi vücut şeklindeki bir metaforla ifade edilir.
Yunus
Emre, Şeyyad Hamza, Âşık Yunus gibi isimler, erken dönemde ölüm olgusunu
şiirlerinde realist tarzda işleyen isimlerdir.
İbrahim Şinasi /
Şair Evlenmesi
1860’ta
Tercüman-ı Ahval’de tefrika edildi.
Eser,
gelenekten yararlanması, halk ananelerini sahneye taşıması, sade dili ve basit
yapısıyla yol açıcı etkilere sahiptir.
Şair
Müştak Bey ve Kumru Hanım birbirlerini sevmektedirler. Kızın ailesi imamın da
yardımıyla şaire kızın huysuz ve çirkin ablasını nikâhlar.
Çıkan
yaygara sonunda imam işi düzeltir.
Olay Örgüsü (Entrik Yapı)
Müştak
Bey, Kumru Hanım’ı beklerken Sakine ile karşılaşınca bayılıp düşer. Oyunun
düğüm noktasıdır bu sahne. Bundan sonra kız evinin ahalisi Müştak Bey’e baskı
yapmaya başlar.
Hikmet
Efendi, imama para kesesini göstererek işi düzeltmesini ister. İmam, keseyi yan
cebine koymasını ister. Sonra da büyük kız derken yaşça değil boyca büyük olanı
kast ettiğini söyleyerek işi düzeltir.
Cevdet
Kudret’e göre Şair Evlenmesi, devri için ileri bir adım atarak “kadınla erkeğin
birbirleriyle görüşüp anlaştıktan sonra evlenmeleri gerektiği” düşüncesini
savunur.
Oyunun
kişileri mahalle halkındandır. Moliere’in eserlerindeki tipleri çağrıştıran
tiplere yer verir (Zîba Dudu / Cimri’deki Frasine benzer).
Eseri
ortaoyunu ile Fransız komedisinin harmanı olarak telakki edebiliriz.
Eser,
Türk edebiyatına realizmi getirmesi bakımından ayrıca önem arz eder.
Namık Kemal / İntibah
Tanpınar
bu eseri edebiyatımızın ilk romanı olarak kabul eder.
İlk
baskısı Vakit Mecmuası’nda yapılmıştır (1876).
23
bölüm olan eserin her bölümün başında beyitlere yer verilmiştir.
Eserin
üçüncü bölümünde Ali Bey’i tanımaya başlarız.
Ali
Bey, babasının ölümü üzerine Babıâli’de memuriyete başlar. Annesinin (Fatma
Hanım) telkiniyle Çamlıca’ya gezmeye gider. Bu gezmelerden birinde gördüğü bir
kadını düşünmeden edemez hale gelir. Tanışırlar, Mehpeyker’le sık sık Çamlıca’da
buluşmaya başlarlar.
Ali
Bey’in arkadaşı Atıf Bey’in dayısı Mesut Efendi, Mehpeyker’in meşhur bir aşüfte
olduğunu söyleyerek Ali Bey’i uyarır.
Ali
Bey, ilişkisini sonlandırma kararı alır. Duyduklarını Mehpeyker’e anlatır.
Mehpeyker kendini acındırarak Ali Bey’i avcunun içine alır. Artık daha sık
görüşmeye başlarlar. Oğlu evi iyice boşlayınca annesi, Mesut Efendi’nin tavsiyesiyle
eve bir cariye (Dilaşup) getirtir.
Ali
Bey, Mehpeyker’in yalısında beklerken sevdiği kadının Suriyeli bir dostu
olduğunu öğrenir. Kadına hakaret ederek evine döner. Zaman içinde Dilaşup’a
meyletmeye başlar. Mehpeyker ise intikam planları yapar. Dilaşup’a iftira atar.
Hiddetlenen Ali Bey, cariyenin satılmasını ister. Alkol ve kumara başlayan Ali
Bey, babasından kalan serveti tüketir. Annesi de üzüntü ve yokluk içerisinde
ölür. Mehpeyker, Dilaşup’u yanına alır. Bağ evinde bir eğlence tertip eden
Mehpeyker, Ali Bey’i eğlenceye davet eder. Amacı, Dilaşup’un gözü önünde Ali
Bey’i öldürterek intikam almaktır. Planlı öğrenen Dilaşup Ali Bey’i haberdar
eder. Eğlence sırasında Ali Bey’in paltosu içindeki Dilaşup öldürülür. Dilaşup’un
fedakârlığı karşısında Ali Bey de Mehpeyker’i öldürür. Yakalanıp hapse atılan
Ali Bey bir süre sonra ölür.
Namık
Kemal eser boyunca okuyucuya yönelik ifadeler kullanır (meddah geleneğinin
etkisi).
Eserde
mekân tasvirleri dikkat çeker. Yazar, mekânlarla karakterleri arasında ilişki
kurmaya çalışır.
Olay
örgüsü bahar mevsiminde başlayıp kışın başlangıcında sona erer.
Romanda
Ali Bey’in macerası anlatılsa da asıl güçlü karakter Mehpeyker’dir. Roman
karakterlerinin Mehpeyker hakkındaki kötüleyici ifadelerine karşın yazarın
tasvirlerinde Mehpeyker çok güzel bir kadın olarak tasvir edilir.
Nabizade Nâzım /
Karabibik
1891’de
yayımlandı. Realist ve natüralist çizgiler taşır. Eser, Beşir Fuat ile Menemenlizade
Tahir arasında cereyan eden romantizm-realizm tartışmasının devam ettiği
dönemde realizme/natüralizme örnek olması için yazılmıştır.
Karabibik,
karısı ölmüş, kızı Huri ile birlikte yaşayan fakir bir köylüdür. Huri’nin yaşı
otuzu aşmış olmasına karşın aksak ve çirkin olduğu için evlenememiştir.
Karabibik’in
hayali bir çift öküze sahip olmak ve kızını evlendirebilmektir.
Her
yıl tarlasını sürebilmek için Kara İmam’dan öküz kiralar. Kızını İmam’ın kayını
Sarı İsmail’e vererek öküzleri bedava getirmenin hesabını yapmaktadır. Sarı
İsmail bir başkasıyla evlenecektir. Bunu öğrenen Karabibik, komşu Temre
köyündeki tefeci Anderya’dan borç alarak öküzlerine kavuşur.
Mal
sahibi olan Karabibik’in kızına da talip çıkar (planı buydu zaten). Tarla sınırı
yüzünden kavgalı olduğu Yosturoğlu’nun yeğeni Hüseyin, Huri’yi ister.
Hayallerini
yoluna koyan Karabibik, sol böğründe hissettiği ağrıdan mütevellit komşu köyün
doktoru Linardi’ye gidip gelmeye devam eder. Bir fırsat, doktorun hafifmeşrep
karısına da sarkıntılık etmeyi ihmal etmez.
Öykü,
Şubat ayının bahara meylettiği günlerde geçmektedir.
Natüralist
tarza uygun olarak eserde mekân tasvirlerine önem verilmiştir.
Öykü
kişilerinin davranışlarının belirleyicileri ekonomi ve cinselliktir.
Ünite 5
Tanzimat Devri
Edebiyatında Mizah ve Hiciv
Mizahi
ürünler hayatın içinde var olan komik öğeleri öne çıkarırken hiciv, daha ziyade
hayatın içerisinde var olan çarpıklıkları işaret eder, onlarla yer yer alay
eder. Edebiyat camiasında ince zekâ ile işlenmiş mizahi ürünler takdir görürken
incelikten uzak, kaba bünyeler, müstehcen ve kaba ifadelerle mizah yapmaya
çalışırlar.
Halk
edebiyatımızda mizah ve hicvin örnekleri çoktur.
Ozanlar
arasındaki taşlamalarda da mizah öğelerine yer verilmiştir.
Klasik
Türk edebiyatında şiir ön planda olduğu için hicivler daha ziyade manzum olarak
yazılmıştır.
Şeyhî,
Harnâme; Fakirî, Risale-i Tarifât,
Bağdatlı Ruhi, Terkib-i Bend; Fuzûlî, Şikâyetnâme; Nef’î, Siham-ı Kaza; Kânî, Hırrenâme; İzzet Molla, Mihnet-Keşân,
mizah hiciv türündeki meşhur eserlerdir.
Tanzimat
döneminde çıkmaya başlayan gazete ve dergiler, mizah edebiyatının gelişmesine
katkı yapmıştır.
Hovsep Vartan Paşa
– Boşboğaz Bir Âdem (1852) Ermeni
harfleriyle Türkçe yayımlanmıştır.
Ebuzziya Tevfik & Kemalpaşazade
Sait
– Terakki (1870) 13 sayı çıkan dergi
yayın hayatına daha sonra önce, Terakki-Eğkence(si)
sonra da Letâif-i Âsâr adıyla devam
etmiştir.
Teodor Kasap –
Diyojen (1870), Çıngıraklı Tatar (1873) ve Hayal
(1873) Diyojen’de daha çok siyasi ve sosyal konulara yer verilmiştir.
Zakarya Beykozluyan
– Lâtife (1873)
Mihaliki Efendi
– Şafak (1874)
Basiretçi Ali Efendi
– Kahkaha (1874)
Mehmet Tevfik
– Çaylak (1876)
Geveze
(1875)
Meddah
(1875)
Gazete
ve dergilerden başka; Ethem Pertev Paşa,
Av’ava-nâme (havlama kitabı) adlı mizahi
bir eser yayımlar. Eserde bir filozofla bir köpeği konuşturur.
Ziya Paşa,
Zafername ve Zafername Şerhi adlı
eserlerini siyasi rakiplerinden olan Sadrazam
Ali Paşa’yı hicvetmek için yazmıştır. (Eserde Ali Paşa’nın Girit isyanını bastırmak için kullandığı yöntemler
eleştirilir).
Ziya Paşa’nın
Terkib-i Bend’i de hiciv öğeleri
içerir. Ancak burada belli bir kişi ya da kurumdan ziyade genel olarak adalet
konusu ele alınır.
Namık Kemal’in
Hırrename (kedi kitabı) adlı eseri Âli Paşa’nın yerine sadrazam olan Mahmut Nedim Paşa’nın adının karıştığı yolsuzluklarla
ilgilidir.
Kanlıcalı Nihat, Kâzım Paşa, Hayret
Efendi ve Sait Bey
de hicivleriyle tanınmış ancak yaşadıkları dönemin ötesine geçememiştirler.
Lehcetü’l-Hakayık
(1896) ve Seyyareler (1899) adlı
kitapların yazarı Direktör Âli Bey, Diyojen’de mizahi yazılar yazmıştır. Lehcetü’l-Hakayık sözlüklerde yer bulamamış 300 kadar
sözcüğün mizahi anlamlarını açıklar. Bu bakımdan eser, Türkçenin ilk mizah
sözlüğüdür.
Seyyareler,
mitolojik kurgusu olan bir masaldır.
Mehmet Eşref,
gazete ve dergilerde sürekli olarak özellikle II. Abdülhamit’i ve hükûmet adamlarını eleştirmiştir. Eşref, bu
hicivlerini İtimdâd (1904), Deccal I (1904), Hasb-i Hal
yahut Eşref-Kemal (1905), Deccal II (1907), Şah ve Padişah (1908), İran’da
Yangın Var (1908) adlı kitaplarında toplamıştır.
İbrahim Şinasi’nin
Şair Evlenmesi mizahi öğeler içerir.
Ahmet Vefik Paşa’nın
Moliere uyarlamaları ve çevirileri
çoğunlukla mizahidir.
Ahmet Mithat Efendi,
Felatun Bey ile Rakım Efendi adlı
romanında alafranga, züppe tiplemesini mizahi üslupla eleştirir.
Recaizade Mahmut Ekrem’in
Araba Sevdası da alafranga tipleri
eleştirir.