ELEŞTİRİ TARİHİ
Ünite 1
Edebi Eleştirinin Tanımı
ve Türk Edebiyatında Eleştirinin Kaynakları
Tenkid / Eleştiri / Critique
Tanzimat döneminde muaheze
sözcüğüyle karşılanmıştır. Daha sonra tenkid ve intikad kelimeleri kullanıldı.
Eleştiri hem bu işin adı hem de işin sonunda ortaya çıkan
ürünün adıdır.
Eleştiri ve eleştirmen hakkında; Scaliger, eleştiriyi “zihinsel eserlerin üstün ve zayıf yönlerini
ortaya koymak”, Jules Lemaître
“kitaplardan zevk almak, onlarla duyguları inceltmek ve zenginleştirmek sanatı”,
Sainte Beuve, “eleştirmen, okumayı
bilen ve başkalarına öğreten adamdır” demiştir.
Edebiyat tarihi, eserleri kronolojik sırayla ele alıp
değerlendirir.
Edebiyat kuramları, edebiyatın yöntem ve ilkelerini
belirlemeye çalışır.
Edebiyat eleştirisi ise eserleri inceler.
Eleştiri Kuramlarının
Sınıflandırılması
F. Thumerel’e göre hüküm eleştirileri ve açıklayıcı eleştiri olmak
üzere iki ana sınıf altında eleştiri kuramları incelenebilir.
Hüküm Eleştirisi
Eserin değeriyle ilgilenir. Klasisizm akımına bağlı eleştiriler,
Boileau’nun eleştirileri, 19.
yüzyılda Brunetiere’in eleştirileri
–ilmi nitelik taşımalarına rağmen- hüküm eleştirisidirler. Öznel eleştiriler,
gazete eleştirileri ağırlıkla hüküm eleştirisidirler.
Açıklayıcı Eleştiri
Eseri hüküm vermeden anlamak ve açıklamak ister;
çözümlemeler yapmaya çalışır. Kendi içinde üç guruba ayrılır:
a) Yorumlayıcı
Eleştiri (hermeneutique)
Eserin anlamını yazarın niyetinden bağımsız olarak ele alır.
Freud’un kuramlarından beslenir, psikanalitik eleştiri de denir.
b) Bilimsel Eleştiri
Nesnel bir yaklaşımdır. Metni anlamak için metnin dışındaki
nesnel olguları araştırır.
c) Biçimsel Eleştiri
Eserin yapısı, üslubu ve türüyle ilgili incelemeler yapar.
Yapısalcılık bu yaklaşım tarzının sonucudur.
Rene Wellek ve Austen Varren, geleneğe uygun olarak edebi
incelemeleri iki başlık altında incelerler; bunlar dış ve iç yaklaşımdır.
a) Dış Yaklaşım
Eserden ziyade dışarısıyla ilgilenirler; eserle yazar,
toplum, sosyoloji, ve diğer sanatlar arasında ilişkiler kurmaya çalışır.
b) İç Yaklaşım
Eser odaklı incelemeleri işaret eder. Eserin üslubu, ahengi,
ritmi, vezni, yapısal özellikleri vs. incelemeler iç yaklaşım örnekleridir.
Edebi Analiz Modelleri
a) Kurallar modeli:
Belagât, retorik ve poetik alanıdır. Takip edilecek yöntemlerin kuramsal ve
pratik esaslarını belirler.
b) Tasvşr yahut yorum
modeli (Hermeneutique model): Edebi ve dini metinleri yorumlama
geleneğidir. Metnin derin ve daha çok ikincil anlamları üzerine odaklanır.
c) Tarihsel model:
Edebi eserin, kaynağını ve etkilerini araştırır. Eserin anlamını tarihi
bağlamda yarattığı etkide arar.
d) Dilbilimsel ve
yapısal model: Eseri tarihi bağlamından bağımsız olarak inceler.
e) Dış yaklaşım
modeli: Eseri, sosyolojik ve psikolojik olgularla açıklamaya çalışır.
Eleştirinin Nitelikleri
Eleştiri yazar ve eser arasında bir köprüdür (okuyucu
açısından böyle kabul edelim). Eserin üstü kapalı anlamlarını okuyucuya
bildirir. Yazarın tanınmasını sağlar, okurların ilgisini esere çevirmesini
sağlar. Yazara eserin kusurlarını bildirir.
a) Eleştirinin
nesneleri
Eleştiri konuları çok çeşitlidir. Eleştiri yazarın
kişiliğine, fikrine, birikimine, niyetine vb. yönelik olabilir. Eserin dil ve
yapı özelliklerine odaklanabilir. Eseri tarihsel, toplumsal veya psikolojik
bağlamda ele alabilir.
b) Eleştirinin
göreceliği
Esere yaklaşım tarzlarının çeşitliliğine paralel olarak eser
hakkındaki yargı söz konusu olduğunda da eleştiri de çeşitlilik dikkat çeker.
Edebiyat kuramlarının çeşitliliği eleştiriyi çeşitlendiren sebeplerden biridir.
c) Eleştiri
kavramlarının karşıtlığı
Kavramlar genel olarak tek başlarına değil de karşıtlarının
anlamı dikkate alınarak tanımlanırlar (sıcak/soğuk, uzun/kısa). Eleştiride de
kavramlar, değer yargıları ve belirlemeler, ancak oluşturdukları/ihtiva
ettikleri karşıt çiftler dikkate alınarak kavranabilir.
Örnek olarak metin ilişkileri kavramını ele alırsak metinler
arası ilişkilerin tümünü dikkate almamız gerekecektir:
a) İç metinlilik
(intertextualite): Bir metnin içinde
başka bir metnin bulunmasıdır (metin / iç metin).
b) Dış metinlilik
(metatextualite): Bir metin hakkında yazılmış yazıların tamamı
dış metin olarak kabul edilir (metin / dış metin).
c) Ek metinlilik
(paratextualite): Bir metnin içinde
yer alan önsöz, sonsöz, notlar, dizin, yayıncı açıklamaları vs. ek metin olarak
kabul edilir (metin / ek metin).
d) Tip metinlilik
(architextualite): Belli bir türe ait
olan tematik ve biçimsel özelliklerle metin arasındaki ilişkidir. Eser ile ait
olduğu tür, tip, sözceleme tipi arasında bulunan benzerlikleri inceler. Metin
tipi, sözceleme tipi ve metnin türü üst metinlilik ilişkilerini yaratır (metin
/ tür ayrımını yansıtır).
e) Art metinlilik
(hypertexture): Yeni bir metni eski
bir metne bağlayan ilişkilerin toplamıdır. İki metin arasında bir kaynaklık
ilişkisi bulunur: tercüme eserler, parodiler, nazireler, taklit eserler birer
alt metindir (Ön metin / art metin).
Türk-İslam Belagat
Geleneği ve Eleştiri
Türün ilk örnekleri Antik Yunan’da görülür. Eleştiri bu
dönemde felsefe ve bilimin güdümündedir. Ortaçağ’da bilim geriledikçe eleştiri
türü de gerilemiştir. Bu dönem ağırlıkla dini metinler üzerinde yorum
yapılmıştır.
İslam medeniyeti çemberinde eleştiri yeniden ilerleme
kaydetmiştir. Burada da Kur’an-ı Kerim’in yorumlanması/açıklanması (tefsir)
yolundaki çalışmalar etrafına eleştiri türünde eserler verilmiştir. Kur’an’ın
doğru anlaşılmasından hareketle yapılan çalışmalar belagat biliminin içeriğini
doldurdu.
Belagat
Dil aracılığıyla bildirişimin gerçekleşmesinde R. Jakobson’a göre altı temel aşama vardır: verici, alıcı, nesne, mesaj, kanal(konuşmada ses, yazıda kâğıt) ve kod.
Bildirişimin bu altı temel elementi altı farklı
görevi/fonksiyonu yerine getirirler: haber,
ifade, etkileme, algılama, üst-dil ve estetik fonksiyon.
Nesneyi gösterme fonksiyonu / haber fonksiyonu: Burada
nesne üzerine yoğunlaşılır. İletinin amacı haber vermektir. Bilimsel eserlerde
daha çok kullanılır. Genellikle üçüncü şahıs kullanılır, belirli işaret
sıfatlarından yararlanılır.
İfade fonksiyonu:
Verici merkezlidir. Yazarın kendine dair anlatımından doğar. Belirleyici
yönü birinci şahıs zamirinin kullanılmasıdır. Hemen bütün sıfatlar, niteleme
zarfları ve fiiller öznelliği ifade eder.
Etkileme fonkisyonu:
Kanal merkezlidir. Anlatımı kolaylaştıracak bütün unsurları kullanır
(yazıdaki imla kuralları, açıklayıcı şema ve resimler vb.)
Üst-dil fonksiyonu: Kod merkezlidir. Bir kelimenin başka bir
kelimeyle açıklanabilmesi buna örnektir. Burada amaç iletinin doğru
anlaşılmasıdır. Bunun için dilde var olan alternatifler kullanılır. Metin
içerisinde bir kavram kullanıldıktan sonra “yani” diyerek açıklama yapmak yine
bir üst-dil edimi yaratır. Eşanlamlı kelimelerin de böyle bir fonksiyonu
vardır.
Estetik (bediî) fonksiyon: Mesaj merkezlidir. Anlatımdaki üslup özellikleriyle
ilgilidir. İfadenin çok anlamlılığı, ritmi, ahengi, dikkatleri iletinin
kendisine çevirir. Böylece ileti estetik bir nesne haline gelir.
Bu fonksiyonlara bağlı olarak yeni bir metin tipolojisi
ortaya çıkmaktadır:
Haber fonksiyonlu
metinler: Nesnel gerçeklikleri ifade
eder.
İfade fonksiyonlu metinler: mektup, deneme, lirik şiirler gibi öznel içeriklerdir.
Etkileme
fonksiyonlu metinler: ideolojik edebiyat,
reklam metinleri gibi içerikler bu başlık altında incelenir.
Poetik metinler: Çok anlamlı metinleri kapsar. Herhangi bir metin çok
anlamlı olabilir. Bu nedenle akıl sadece şiire takılmasın.
Sözceleme (enonciation)
kuramı, bildirişim kuramı gibi sözü
bağlamı içinde, doğuş şartları içinde ele alır. Sözün
söylenme sürecine sözceleme denir. Sözceleme süreci
içinde belli bir özne, beli bir anda, belli bir yerde,
belli bir alıcıya belli bir sözce (söz, cümle, metin vs.) üretir.
Bu beş element sözceleme kuramının temel unsurlarıdır.
Belagat ve fıkıh geleneğimizde bir mesaj, doğuş şartları içinde
inceleniyordu. Belagatte verici (emetteur) için mütekellim,
alıcı (recepteur) için muhatab, nesne
için haber kavramları kullanılmaktaydı.
Sözün yani kelamın belagati, bir sözün mevcut şartlarda
bulunulan yere ve zaman uygun bir tarzda söylenmesiydi. Buna muktezâ-yı
hâle mutabakat adını
vermişlerdi.
Belagat geleneğinde vericiye “mitekellim” denir.
Sözler, kullanım yönünden yani vericinin, konuşanın, yazanın
ona yüklediği anlamlar yönünden beşe ayrılarak inceleniyordu (hakiki anlam,
mecaz, kinaye, galat ve mürtecel).
Belagatte edebi sanatların bağlam ile ilişkisi yani
edimbilimsel yönü önemlidir. Bir sözün mecaz yahut
hakikat olması kullanılan söze değil kullanıcıya bağlıdır.
Belagatte birisine bilmediği bir şeyi bildirmek amacıyla
söylenen söze haber denir. Bu temel amaca haberin amacı (=fâide-i haber)denir. Bazen de muhatabın bildiği bir
haber bildirilir; burada amaç haberin biliniyor olduğudur. Söyleyen kişi haberi
bildiğini bildirmek istemiştir. Buna geçişsiz haber amacı(=lâzım-ı fâide-i haber) denir.
Muhatap haberi bilmiyorsa haber, kuvvetlendirmeye
başvurulmadan (te’kidsiz) verilmelidir.
Muhatabın kararsız olduğu düşünülüyorsa haber biraz kuvvetlendirilerek (te’kitli / intensitif) bildirilmelidir. Muhatap haberi
biliyor bununla birlikte inkâr ediyorsa oldukça kuvvetlendirilerek söylenmelidir.
Basit ibtidai hal - Te’kidsiz
/ Süleyman Bey bakan olmuş
İstek/talebi hal - Te’kitli
/ Gerçekten Süleyman Bey bakan
olmuş
İnkâr hali - … / Vallahi,
billahi Süleyman Bey bakan olmuş
Bu üç dereceli anlatma, sözü içinde bulunulan şartlara göre
söylemek demektir (ihrâcü’l kelam alâ mukteziü’z zâhir).
Hitap edilen kişi verilecek haber yahut bilgi karşısında
dört ayrı tutum/hal içinde olabilir: a)haberi biliyordur, b)bilmiyordur, c)tereddütlüdür
ya da d)inkâr ediyordur.
Alıcı, verilen mesajın muhatabıdır. Vericinin temel
görevleri; haber vermek, etkilemek ya da ikna etmektir.
Belagat ilminde ikna etme yollarına Beş Sanat adı verilir.
a) Burhan (kesin
bilgi veren önermelerdir)
b) Cedel
(doğruluk değeri ikinci sınıf önermelerdir, cedelde amaç itiraz etmek yerine
muhatabı susturmak, iddiaları reddetmek için karşı bir delil sunmaktır; Hz.
İsa’nın babasız doğamayacağını ileri sürene Hz. Âdem’i örnek sunmak cedele
örnektir)
c) Hitabet (amacı
vaaz, nasihat olan sözlerdir. Hitabet; vecize ve zan önermelerinden oluşur)
d) Şiir (vezinli,
kafiyeli sözlerle muhatabı etkilemeyi amaçlar)
e) Vehmiyyat,
safsata ve muhalata (doğruluk değeri en zayıf önermeleri içerir)
Edim Söz Kuramı
Konuşan özne ile dil işaretleri arasındaki ilişkileri
inceleyen bir bilim dalıdır. Cümlenin ve sözün yorumuyla meşgul olur. Bunu
anlam bilim ve söz dizimiyle uğraşmadan yapar; dilin bağlamıyla ve bildirişim
haliyle meşgul olur. Dilin verdiği bilginin arka planı ve dilbilim dışı
cephesiyle (exta-linguistique) uğraşır. Bu kuram “edim söz kuramı” adıyla 2.
Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkmışsa da belagat, özellikle ilm-i meâni
gelişmiş bir edim-bilim kuramıdır.
John L. Austin’in kurup öğrencisi Joh
Searle’ün geliştirdiği “söz akdları” (söz edimleri) kuramının
esasları: Söz söylemek sadece ve her zaman bir söz söyleme işi değildir, söz
aynı zamanda bir iş görür, bir akd yapar, ayrıca dinleyiciyi etkiler. Bu, sözün
iç ayrı iş yapması demektir.
J. Searle, sadece söylenmiş söze düz-söz
(locutionary acts), bir akd kuran söze edim-söz
(illocutionary acts), dinleyeni etkileyen söze etki-söz
(perlocutionary acts) adını verir.
Cevdat Paşa’ya göre haber kipleri bazen dilek kipi olarak kullanılır.
Evini satan bir adam attıktan sonra bu satışı hikâye ederken “sattım” dediğinde
fiil, haber kipinde kullanılmıştır. J. Searle’ün
“düz-söz” dediği budur. Fakat evi satma anında
satma isteğini ortaya koyup “sattım!” dediğinde ise bir akd, bir istek söz
konusudur, bu kullanımda fiil, dilek kipindedir. “Sattım!” sözünün dış dünyada
bir karşılığı vardır ancak bu karşılık, bu sözden ortaya çıkmıştır, ondan önce
yoktur. J. Searle’ün “edim-söz” dediği de budur.
En Küçük Anlamlı Birim
Kuramı
Kelimeden daha küçük, anlam içeren birimlere “anlambirimcik” veya “sem”
adı verilmektedir.
Kelimeleri birbirinden ayıran “özel semler” ve
kelimeleri birbirine bağlayan “genel semler” vardır.
Örnek: Kulübe, ev, konak, saray… kelimelerini birbirinden
ayıran onların büyüklük ve değerlilikleridir. Kulübeyi konaktan ayıran en küçük
anlamlı birimcik yani “sem”; büyüklük yahut değerlilik semidir.
Araba ve kamyon kelimelerini birbirine bağlayan bir üst
kavram olan taşıt kelimesi bir genel sem, bir sınıf semidir.
Eski belagatte kelimeleri birbirine bağlayan seme “cihet-i camia” denir.
Birbiriyle yakın ilişkili kelimelerin ortak yönlerinin oluşturduğu
kümeye “ittisal” kümesi denir. Bu
ortak yön bir anlam birimciği yani (seme) “cihet-i
câmia” şeklinde ifade edilir.
“Ve” aracılığıyla bir araya gelen kelimelere; bağlanan (matuf) ve kendisine bağlanan (ma’tufun
aleyh) denir. Cihet-i camia, bu iki sözcük arasındaki ortak yönü (alâka,
münasebet) işaret eder.
Cümlelerin birbirine bağlanmasına “vasl”,
bağlanmadan art arda getirilmelerine “fasl”
denir. Birbirine bağlanan cümleler arasında da cihet-i camia bulunmalıdır. Bu
durum A.J. Greimas’ın “izatapi” kuramıyla örtüşmektedir. Greimas bu kuramıyla
metinde anlam bütünlüğü sağlayan şeyin ortak “sem”ler olduğunu
ispatlamıştır.
Batı Edebiyatı Tesirinde
Gelişen Edebiyat Eleştirisi
Yeni Türk edebiyatı üç ana kaynaktan beslenir: a) Klasik
edebiyat, b) Batı edebiyatı, c) Halk edebiyatı
Bu üç eğilim sırasıyla, üç farklı kurama dayanır: a)
Belagat, b) Retorik, c) Halk edebiyatı örnekleri…
Ünite 2
Klasik Dönem Türk
Edebiyatında Eleştiri
Osmanlı döneminde erken dönemde model alınan eserler
doğrultusunda gelişmeye başlayan edebiyat, 16. yüzyıldan itibaren belli
kurallar çerçevesinde icra edilmeye başladı.
Divan şairlerinin övgü (methiye) ve yergi(hiciv)lerinde
eleştirel bir tutum vardır. Fuzulî’nin
Şikâyet-name’si, Bağdatlı Ruhî’nin Terkib-bend’i,
Nefî’nin Siham-ı Kaza’sı eleştirel ürün olmaları bakımından önemlidir.
Nevî’nin Netayicü’l-Fünun,
Nabî’nin Hayriyye ve Vehbî’nin Lutfiyye adlı eserlerinde şiir ve nesir
konusunda değerlendirmeler yer alır.
Belagat Kitaplarında
Eleştiri
Bir bilim dalı olarak belagat üç kısma ayrılır: Meani,
beyan ve bed’i.
Meani: Bir
sözün duruma uygun şekilde nasıl ifade edileceğini anlatır.
Beyan: Bir
maksadın farklı usullerde nasıl ifade edileceğini anlatır.
Bedî:
Sözün anlam ve ahenk bakımından güzelleştirilmesiyle ilgilenir.
Osmanlı medreselerinde okutulan belagat kitaplarının
başında; Sekkakî’nin Mihtahü’l-Ulum ve Hatib el-Kazvinî’nin Telhisü’l-Miftah
adlı eserleri gelir. Bunların dışında Sadettin
Taftazanî’nin Mutevvel ile ona
yazdığı Muhtasar adlı şerh kitabı ve Seyyid Şerif Cürcanî’nin yazdığı
şerhler ilgi görmüş eserlerdir. Medreselerde okutulan miftah, telhis, mutavvel
ve muhtasar’ a haşiye ve şerhler yazılmıştır.
Farsça belagat kitaplarından Reşidüttin-i Vatvat’ın yazdığı Hadayıku’s-Sihr
fî Dekayıku’ş-Şi’r medreselerde okutulmuş, şerh ve tercüme edilmiştir. 15.
yüzyılda bu eserin belli bölümleri şerh edilmiştir: Ahmedî’nin Bedaiyu’s-Sihr fî
Sanayi’iş-Şi’r ve Amasyalı
Hüsamettin’in Risaletün Mine’l-Aruz
ve Istılahi’ş-Şi’r bunlar arasındadır.
Belagatle ilgili Arapça ve Farsça kaynaklar ilk defa
Akkoyunlular zamanında yaşayan Şeyh
Ahmed Bardahî tarafından Türkçeye aktarılır. Onun Kitabu Camii Envai’l-Edebi’l-Farisî adlı eseri bazı edebi sanatlar,
aruz ve muamma gibi kavramları işler.
Osmanlı çevrelerindeki ilk belagat kitabı Gelibolulu Sürurî’nin Bahrü’l-Maarif’idir.
Eserde beyan, meani, bedî, aruz, kafiye, şiir ve nesir kuralları anlatılmıştır.
16. yüzyılda Muidî’nin
yazdığı Miftahü’t-Teşbih adlı eseri
teşbihler kılavuzu niteliğindedir.
17. yüzyılda Altıparmak
Muhammed Efendi’nin yazdığı Terceme-i
Telhis ve İsmail Ankaravî’nin Miftahü’l-Belagat ve Misbahü’l-Fesaha
konuyla ilgili başvuru kaynaklarıdır.
18. yüzyılda Müstekimzade
Sadettin’in yazdığı Istılahatu’ş-Şi’riyye
ve Tanzimat döneminde Süleyman Paşa
tarafından yazılmış olan Mebani’l-İnşa
diğer önemli eserlerdir.
Şair Tezkirelerinde
Eleştiri
Biyografi kitaplarına tezkire, şairlerin hayatını anlatıp
eserlerinden örneklere yer verenlerine de şair tezkiresi denir.
Edebiyatımızda ilk şair tezkiresi Ali Şir Nevaî’nin Mecalisü’n-Nefayis adlı eseridir. Nevaî’den önce Fars edebiyatının
büyük ustası Camî, Baharistan’ı; Emir Devletşah da Tezkiretü’ş-Şu’ara
adlı eserlerini yazmışlardır. Tezkire geleneğimize modellik eden bu üç eser, Herat Tezkireleri olarak anılır.
Anadolu sahasında türün ilk örneği Sehî Bey’in Heşt Behişt adlı eseridir. Daha sonra Latifi, Tezkiretü’ş-Şu’ara
ve Tahsiratü’n-Nuzama adlı eserleri
kaleme alır. Âşık Çelebi’nin Meşa’irü’ş-Şu’ara adlı eseri de erken
dönem tezkirelerimizdendir.
Şair tezkirelerinin mukaddimelerinde şiirin ne olduğu,
kökeni, biçimi ve diğer özellikleri ele alınır. Bunun ardından şair
biyografilerine yer verilir. Tab, selika (güzel söyleme yazma yeteneği), kabiliyet sözleriyle ifade edilen
şairin doğal sanat gücü, hûb(hoş,
güzel), latîf, nazik, zarîf, bülend, sâde, rûşen(parlak) gibi
sıfatlarla derecelendirilir. Îcad, ibdâ ve ihtirâ gibi sıfatlarla şairin orijinal yönleri, bedihe-gû (güzel söz söyleyen), fevrî, tiz gibi sözcüklerle de yazma becerisine yönelik tespitler yapılır.
Âbdâr (parlak, hoş), selis (akıcı), melîh (güzel, şirin), garîb
gibi sıfatlarla eser; âşıkâne, rindâne, şûhane, Türkâne gibi
sıfatlarla da üslup değerlendirilir.
16. yüzyıl tezkire yazarları mukaddimelerinde şairleri
sınıflandırırlar. Latifî’nin yaptığı
sınıflandırma, dönemin sanat ortamını ve şaire bakışını yansıtması açısından
dikkat çekicidir.
Şairler zümresi birkaç kısımdır:
1- Yaratıcı şairler
2- Yetenekli olup, ağzına geleni söyleyenler
3- Hırsız şairler;
a) Şiirin mahlasını değiştirip veya içinden seçme beyitleri
alıp kendine mal edenler.
b) Vezinli söz söyleyebilen ancak yeteneği olmadığı için
başka şairlerin şiirlerindeki manaları tekrar edenler.
c) Başka şairlerin şiirindeki anlamı biçimsel olarak
değiştirip sanat ve hayal bakımından aynı şeyleri söyleyenler.
4- Usta bir şairin mazmunlarını ince bir nükteyle orijinal
söyleyiş haline getiren yetenekli şairler.
Latifî’nin eserinin Filibeli Fani maddesinde, onun şairlere
öğütlerine yer verir. Bu öğütler klasik dönem şiirinin genel özelliklerini
verir.
1- Şairin kelime haznesi geniş olmalıdır.
2- Şiirden anlamak şair olmak kadar önemlidir.
3- Şair, bilgisiz kimselerin övgüsüne kanıp
böbürlenmemelidir.
4- Şair kendini övmemelidir.
5- Şiirle fazla meşgul olup ibadetlerini aksatmamalı,
eğlenceye dalmamalıdır.
Tezkirelerde kullanılan selis, selâset gibi kavramlar şiirin
ritmini sağlayan ölçüye, sözün ahenk ve akıcılığına işaret eder. Belagat
kitaplarında sözün akıcılığına selâset, ahenksiz olmasına ise rekâket denir.
Dibace ve Sebeb-i
Teliflerde Eleştiri
Divanların başında yer alan, şairin şiir hakkındaki
görüşleri ve divanı tertip etme gerekçesini anlattığı, nazım/nesir karışık
olarak yazılabilen bölümlere dibace denir.
Mesnevilerin yazılış nedenlerinin anlatıldığı, genellikle
kurmaca olan konular da sebeb-i telif veya sebeb-i nazm-ı kitab gibi başlıklar kullanılır.
Divan tertip eden şairlerden 40 kadarı dibace yazmıştır.
Bunlar arasında Fuzulî ve Lamiî Çelebi’nin dibaceleri diğerlerini de kapsayacak mahiyettedir.
Mesnevilerdeki sebeb-i teliflerde şairler kendilerinden
önceki veya çağdaşları olan şairleri zaman zaman eleştirirler. Bunlar arasında Cafer Çelebi’nin Ahmet Paşa ve Şeyhî
eleştirisi ile Şeyh Galip’in Nabî’ye yönelik eleştirileri meşhurdur.
Cafer Çelebi, Heves-name adlı
eserinde Şeyhî’nin şiirinde fesahat
olmadığını çok fazla garip söze yer verdiğini söyler. Ahmet Paşa’yı ise şiirinde selaset ve fesahat olmadığı için
eleştirir.
Latifî’nin eserinde de bu şairler aynı gerekçelerle
eleştirilmiştir.
Şeyh Galip de Hüsn ü Aşk
mesnevisinde şairler meclisinde övülen Nabî’nin
Hayrâbâd’ı hakkında değerlendirmelerde
bulunur. Eseri orijinal olmadığı ve içerdiği Farsça tamlamalar nedeniyle ağırlaştığını
söyleyerek eleştirir.
Divanlarda Eleştiri
İçerikli Şiirler
Klasik dönemde şairliğin göstergesi divan sahibi olmasıdır. Şairler
yazdıkları kasidelerin fahriye bölümlerinde, gazellerin maktalarında, müzeyyel
gazellerin zeyl beyitlerinde, kıta ve rubailerinde kendi şiirlerine veya başka
şairlere dair değerlendirmeler yaparlar. Nazireleri de dolaylı yoldan değerlendirme
olarak okumak mümkündür. Nazire mecmuaları edebi eleştiri açısından önemli
ipuçları ihtiva eder.
Bağdatlı Ruhi’nin “ne demdedür”
redifli kasidesinde çağdaşı ve dostu bazı şairlerin şiirinin karakteristiği
hakkında bilgi verir.
18. yüzyıl şairlerinden Hasan
Yaver, Fenniye-i Eşar adlı 429
beyitlik mesnevisinde belagat kitaplarında yer alan şiir, şair ve edebiyata
dair kavram ve kuralları anlatır.
Ünite 3
Tanzimat Döneminde
Eleştiri I
Şinasi ve Eleştirileri
Şinasi’nin edebiyatımıza en büyük katkısı dil alanındadır.
Çıkardığı gazetelerde (Tercüman-ı Ahval ve
Tasvir-i Efkâr) halkın gündelik
konuşma dilini kullanarak yazıyı geniş halk kitlelerine ulaştırdı. Yeni Türk
edebiyatı bu nedenle Şinasi’nin
kalem tecrübeleriyle başlamış kabul edilir.
Şinasi’nin tercih ettiği dil, 1864 yılında Rûzname-i Ceride-i Havadis ile Tasvir-i
Efkâr gazeteleri arasında tartışmaya sebep olmuştur. Rûzname
yazarlarından Sait Bey, Şinasi’nin kullandığı dil ile alay
etti. Şinasi’nin cevabı Rûzname’de çıkan yazımı yanlış ifadelerin düzeltilmesi
gerektiği yönünde oldu. “Mesele-i mebhûsetün anha” adıyla bilinen bu tartışmada Şinasi, bilimsel bir
tartışmanın hangi zeminde yapılabileceğini de göstermiştir. Muhataplarına eski
“münazara” ilminin usullerini
hatırlattı ve kendisi bu üslupta tartışmalarına devam etti. Şinasi’nin bu tavrı eleştirel bir
yöntem olarak eşsizdir ve günümüzde dahi aşılamamıştır.
Eleştiri hakkındaki bir diğer yazısı Fâtin Tezkiresi hakkındadır. Fatin
Efendi, tezkiresini yeniden yayımlamak istediğinde Şinasi ona şu hususlara dikkat etmesini bildirir:
a) Tezkireye çeşitli edebi konular hakkında açıklamalar
konulmalı
b) Yüksek rütbeli kişilerin biyografilerine yer verirken
abartılı ifadelerden kaçınılmalı
c) Şairlerin şöhret kazandıkları alanlardaki nitelikleri ve
topluma katkıları ayrıca belirtilmeli
d) Tespit edilen intihaller hangi şair olursa olsun
açıklanmalı
e) Tezkire, ifade ve anlam yanlışlıkları bakımından da
düzeltilmeli
Şinasi böylece yazar ve dil üzerinde durarak filolojik
eleştiriye ve tarafsızlık konusundaki hassasiyetiyle de nesnel eleştiriye
taraf olduğunu ortaya koymuştur.
Namık Kemal ve
Eleştirileri
Edebiyat tarihimizin ilk münekkidi olarak kabul edilir.
Abdullah Uçman, Ahmet Hamdi’den ilham alarak Namık Kemal’in eleştirilerini üç
ana başlıkta toplar:
a) Divan edebiyatının
eleştirisi:
Fars edebiyatı
etkisinde kalan klasik edebiyatı reddeder. Özellikle Harâbat mukaddimesi dolayısıyla Ziya Paşa’ya yönelttiği eleştirilerinde divan edebiyatını “menfur-ı
tabiat” (doğallığa ters) olarak niteler.
b) Yeni edebiyat
kurma arzusu:
Edebiyat-ı sahiha, edebiyat-ı hakikiye terimleriyle akla,
hakikate ve insan duygularına aykırı olmayan yeni bir edebiyatın temellerini
atmaya çalışmıştır.
c) Yeni edebi
türlerin müdafaası:
Tanzimat’la birlikte edebiyatımıza giren roman, hikâye, oyun
gibi yeni edebi türlere kaarşı daima yapıcı olmuştur.
Önemli Eleştiri Yazıları
Lisan-ı Osmanî’nin Edebiyatı Hakkında Bazı
Mülâhazâtı Şâmildir (1866)
Tasvir-i Efkâr’da yayımlanan bu makalede edebiyat her şeyden
evvel dil yönünden ele alınır. Klasik üslubun ağdalı yapısı nedeniyle halkın
yazılana ilgisiz kaldığını hâlbuki edebiyatın önceliğinin halka ulaşmak
olduğunun altını çizer. Dilin ulusal bir ortak payda olduğunu hatırlatan Namık
Kemal mevcut yazı dilinin aynı dili konuşan çevrelerce bile anlaşılmadığından
yakınır.
Bilimsel gelişmenin, ilerlemenin dayanağının zenginleşmiş
bir dil olduğunun altını çizen Namık Kemal dilin zenginleştirilmesi edebiyatın
gelişmesine bağlamıştır.
Tahrib-i Harâbât (1874)
Ziya Paşa’nın Harâbat’ının
bilhassa mukaddimesini eleştiren bir makaledir. Yazısında Ziya Paşa’nın klasik dili ve edebiyatı savunmakla hata ettiğini
belirtir.
Takîb
(1875)
Magosa’da yazılan bu yazıda da Ziya Paşa’nın Harâbat’ının
ikinci ve üçüncü cildini tenkit eder. Eserin bir diğer adı da Takib-i Harâbat’tır. Oldukça ağır bir
dille yazılmıştır. Her iki yazıda da Ziya Paşa üzerinden divan şiiri
eleştirilmiştir.
İrfan
Paşa Mektubu (1874)
Eserin amacı eski şiiri yermektir. İrfan Paşa o dönemin eski edebiyat taraftarlarından olup yazılarını
Mecmua-i İrfan adı altıda toplamıştı.
Bu eserin önsözünde aralarında Namık Kemal’in de yer aldığı yeni edebiyatçıları
“nev-resîdegân” yani “yeni yetmeler” şeklinde alaya alır. Namık
Kemal de buna mukabil yeni edebiyatçıların amaç ve hedeflerini dile getirir.
Bahar-ı
Daniş Mukaddimesi (1874)
Hindli Şeyh İnayetullah
Kanbu’nun Urduca eseri Bahar-ı Dâniş’in
Namık Kemal tarafından yapılan tercümesinin önsözüdür. Burada Fars edebiyatının
Türk edebiyatı üzerindeki etkisi tahlil ve tenkit edilir.
İntibah
Mukaddimesi (1876)
Namık Kemal burada Avrupa edebiyatına uymak
ve onu taklit etmek zorunda olduğumuzu söyler. Aynı yazı içerisinde ayrıca
romantizm akımının önde gelen isimleri hakkında tanıtıcı bilgiler verir.
Mes-Prison
Muâhezenâmesi (1884)
Mes-Prison (Le Mie Prigiono) İtalyan şair Silvio Pellico’nun hapishane hatıralarından oluşur. Öğrencisi Recaizade Mahmut Ekrem tarafından
tercüme edilmiştir. Yazıda hem tercümenin tahlili ve tenkidi hem de Silvio
Pellico ile arasındaki kaderdaşlığa atıf yapar.
Renan
Müdâfaanâmesi (1883)
Ernest
Renan’ın 29 Mart 1883’te Sorbon’da
verdiği “L’Islamisme et la Science”
başlıklı konferansta İslam dininin ilerleme, gelişme ve medeniyete engel olduğu
yollu iddialarına cevap niteliğindedir. Cedele örnek önermelerle müdafaa yapar.
Mukaddime-i
Celâl (1880/1881)
İlk neşri, isimsiz olarak “Midilli Mutasarrıfı Kemal Bey Hazretlerinin Bir Makaleleridir”
başlığıyla yapıldı. Namık Kemal’in edebiyata dair görüşlerinin derli toplu ve
genişçe görüldüğü makalesidir.
Birkaç alt başlıkla incelenebilir:
a) Eski edebiyatın
hayal dünyasına yönelik eleştiriler.
Eski edebiyatı eleştirirken edebiyatın ana malzemelerinden
hayal unsurunu ele alır: klasik şiirin dar çerçevesini, hayal unsurlarının
çeşitliliğini ve parçalanmışlığını işaret eder. Abartılı tasvirleri yerden yere
vurur.
b) Gazete ve
gazetecilik faaliyetleri hakkındaki değerlendirmeler.
Sade dille neşredilen gazetelerin her kesimden okur
bulabildiğini bu sayede bilginin hızla yayıldığını söyler. Bunun yeni bir tarz
olduğunun altını çizer (tarz-ı cedîd).
c) Eğitim
d) İmla
e) Siyasi makale,
roman ve tiyatro
Tarz-ı cedid ile birlikte edebiyatta bu üç türde eserlerin
ortaya çıktığını belirtir.
Ziya Paşa ve
Eleştirileri
Şiir ve İnşa adlı makalesinde divan edebiyatını reddedip gerçek edebi
geleneğimizin halk edebiyatımız olduğunu söyler. Harâbat Mukaddimesi’nde ise klasik edebiyatını bütünüyle
kucaklayarak kendiyle çelişir ve Namık
Kemal’in hışmına uğrar.
Nurullah Çetin, Ziya Paşa’nın sanat görüşlerini üç ana
kategoride ele alır:
a) Halk şiirini yüceltip divan şiirini yermesi: Şiir ve İnşa
b) Halk edebiyatını reddedip divan şiirini yüceltmesi:
Harâbat Mukaddimesi
c) Batı dilleri ve edebiyatları karşısındaki tutumu: Harâbat
Mukaddimesi
Şiir ve İnşa (1868)
Londra’da Hürriyet gazetesinde yayımlandı.
Necati ve Bakî’nin
gazelleri, Nedim ve Vâsıf’ın şarkıları İran şiirini taklit
yoluyla yazıldığı için melezdirler; Osmanlı şiirine dâhil edilemezler.
Gerçek/asıl Türk şiiri halk şiiridir. Asıl inşâmız ise Kamus mütercimi ve Muhbir gazetesi tarafından kullanılan şive-i
kitabettir.
Harabât
Mukaddimesi (1874)
Bu önsöz ilk Türk edebiyatı tarihi olarak da
değerlendirilmektedir.
Ziya Paşa’nın divan edebiyatına yaklaşımı Avrupa’dan
dönüşüne kadar (1871) olumsuzdur. Avrupa’dan döndükten sonra halk şiiri onun
gözünde nehâk/eşek anırmasından farklı değildir.
Ziya Paşa, başlangıçta lalası İsmail Ağa’nın da etkisiyle halk şiiriyle ilgilenmiş fakat sonraki
dönemlerinde divan edebiyatıyla ilgilenmeye başlamıştır. Bu dönemde Vehbî ve Vâsıf gibi şairleri öne çıkarmış, asıl şiirimizin divan şiiri
olduğunu söylemiştir.
Ziya Paşa dünyayı anlamak için batı dillerini öğrenmek
gerektiğini söyler. Bu bahse karşı olanları tutuculukla suçlar. Tercümeleri
batıdan yararlanmanın bir yolu olarak görür.
Batı kültüründen yararlanmanın önemine vurgu yapan Ziya Paşa, bunu yaparken kendi
özümüzden asla kopmamamız gerektiğini Terkib-i
Bend’inde dile getirir.
Yazısında batı tiyatrosunu da eleştirir.
Ünite 4
Tanzimat Döneminde
Eleştiri II
Tanzimatın II. Kuşağıyla birlikte eserlerde bireycilik,
kişisel ihtiraslar görülmeye başlar. Bununla birlikte estetik yapı batılı
anlamda yerleşmeye başlar.
Abdülhak Hamit Tarhan ve
Eleştirileri
Bir Şairin Hezeyanı ve Nâkâfi adlı
şiirleri, Makber Mukaddimesi ve Duhter-i Hindû’nun Hatime bölümü eleştiri nitelikli eserleridir.
Bir Şairin Hezeyanı (1883)
Tercüman-ı Hakikat’te yayımlanmıştır. Bu şiirinde tabiatın öğrencisi olduğunu,
romantik bir şair olduğunu belirtir.
“Bana lazım değil
beyan ü bedi” dizesiyle klasik şiirin vazgeçilmezi söz sanatlarına karşı
mesafeli olduğunu belirtir.
Nâ-kâfî (1886)
“Nâ” edatı Farsça, “kâfi” sözcüğü Arapçadır. Makber’deki
“nâ-kâfî” tabirini yanlış zanneden zevata karşı yazılmıştır.
Şiire, eleştiri anlayışının yanlışlığından söz ederek
başlar. Makber’deki ölüm temasının işlenişini görmeyip de bir ibareye takılarak
yapılan eleştirinin yetersiz ve acımasız olduğu belirtilir.
Makber Mukaddimesi (1885)
Bir Şiir Hezeyanı’ndan sonra şiiri hakkındaki görüşlerine yer verdiği ikinci
şiiridir.
Romantik tarzın hâkim olduğu eserde en çok dikkat çeken
unsur, tezat ve ölüm gerçeği karşısında beşerin aczidir.
En güçlü şiirin hakikat karşısındaki sessizlik olduğunu
söyleyen şair, tezat sanatına müracaat ederek Makber’in buna istisna olduğunu
söyler.
Duhter-i
Hindû’nun Hâtime Bölümü (1876)
Sömüren İngiltere ile sömürülen Hindistan tezadı üzerine
kuruludur. Eserinde Hintli genç kız Suruciye ve onun şahsında Hintlilerin nasıl
sömürüldükleri anlatılır.
Recaizade Mahmut Ekrem
ve Eleştirileri
Üç niteliğiyle dikkat çeker: Döneminin edebiyatının
estetiğini yapması, eski edebiyatı savunanlara karşı yenilikçileri
desteklemesi, Servet-i Fünûn topluluğunun oluşumuna katkı sağlaması.
Eleştiri konusundaki düşüncelerini dört edebi metinde ifade
etmiştir.
Talim-i
Edebiyat (1879)
Edebiyat-ı Osmaniye dersi için iki bölüm halinde yazmayı düşündüğü fakat ilk
kısmını dahi eksik neşredebildiği belagat ve edebiyat kuramları hakkındaki
kitabıdır. Eseri yazarken Süleyman Paşa’nın
Mebani’l-İnşâ adlı eserinden
faydalanmış, Emile Lefranc’ın Traite Threorique et Pratique de Litterature
Style Composition adlı eserinin “Style” başlıklı bölümünü örnek almıştır.
Eserde belagat biliminin edebi sanat sınıflandırmaları değil
batı retoriğinin edebi sanat sınıflandırmaları esas alınmıştır.
Eserin ilk bölümünde edebi melekelerin psikoloji temelli
izahı yapılır. Eserde bulunması gereken nitelikler izah edilir.
İkinci bölümün konusu üsluptur.
Üçüncü bölümde mecazlar, edebi sanatlar ele alınmıştır.
Son bölüm söz sanatlarına ayrılmıştır.
Eserin sonuna bir hatime, dönemin maarif nazırı Mustafa Nuri
Paşa’nın imla karışıklıkları hakkındaki lahikası ve Namık Kemal’in bir takrizi
eklenmiştir.
Eser, yayımlandıktan hemen sonra edebi çevreleri ikiye
bölmüştür; yenilikçiler eserden memnun olmuşken eski edebi geleneği savunanlar
eseri olumsuz yönde eleştirmişlerdir.
III. Zemzeme Mukaddimesi (1885)
Sanat, edebiyat ve şiirler ilgili görüşlerini dile getirdiği
yazısıdır. En nitelikli eserlerin okunduktan sonra düşünmeye sevk edenler
olduğunu belirtir. Fikir, his, hayal ve zevk güzel bir
eserin temel dayanaklarıdır.
Yazısında güzel için üç temel kavram öne çıkarır: rikkat-i
his (his inceliği), letafet-i hayal (hayal güzelliği) ve nezaket-i
elfaz (söz güzelliği).
Takdir-i Elhan (1885)
Menemenlizade Tahir’in “elhan” adlı şiiri hakkındadır. Şiir
için yazılan bu takriz eserden önce yayımlanır. Yazısında dönemin şiir
anlayışını eleştirir. Yeni tarz şiirin nasıl olması gerektiğini belirtir. Arap
harflerinin peş peşe gelmesiyle elde edilen göz için kafiye anlayışına karşı
çıkar. Kafiyenin ses benzeşmesine dayanması gerektiğini söyler. Edebi eserin
ruhunun taşıdığı fikirde aranması gerektiğini bildirir.
Takrizat (1898)
Çeşitli eserler hakkında yazdığı tenkitleri içerir. Eserde,
Beşir Fuat, Halit Ziya ve Mustafa Reşit Bey gibi edebiyatçıların eserleri
hakkında incelemeler mevcuttur.
Muallim Naci ve
Eleştirileri
Muallim (1886)
Tercüman-ı Hakikat’te çıkmış yazılarından derlenmiş bir
eserdir. Eser, Muallim Naci’yi edebiyat camiasına tanıtmış olması bakımından
önemlidir. Yazılarında; dil ve ifade, vezin ve kafiye hataları, mübalağa başta
olmak üzere edebi sanatlar hakkında tenkitler ve mana, fikir ve hayalle ilgili
tenkitler yazılarda öne çıkan konulardır.
Mektuplar
a) Muhaberat ve
Muhaverat (1894)
Kayın pederi Ahmet Mithat Efendi’yle olan mektuplaşmalarından
oluşur. Kalemlerde çalışan memurların arz-ı ubudiyet gibi tavırlarını
eleştirir. Kişisel özellikleri ve kişiliği hakkında bilgiler veren içeriktedir.
b) Mektuplarım (1886)
Arap ve Fars edebiyatından metinleri değerlendirir.
c) İntikad (1887)
Beşir Fuat’ın Victor Hugo isimli eserini yayımlamasından
sonra realizm, natüralizm ve tercüme konularında karşılıklı yazılmış
mektuplardan oluşur.
Demdeme (1886)
Recaizade Mahmut Ekrem’in III. Zemzeme Mukaddimesi ile Takdir-i Elhan adlı
eserinde kendisine yapılan eleştirilere Saadet
Gazetesi’nde yayımlanan cevaplardan oluşur.
Istılahat-ı
Edebiyye (1891)
Yazı yazma kuralları ve edebiyat terimleri hakkında başvuru
kitaplarından biridir.
Beşir Fuad ve
Eleştirileri
Türk edebiyatında realizm ve natüralizmden ilk defa söz eden
odur. Tabiatıyla bu çizgideki edebiyatçı ve düşünürlerden ilk söz eden de o
olmuştur.
Kuralcı ve skolastik düşünceye karşıdır. Sanat ve edebiyatın
deneysel bilimlere ters düşmemesi gerektiğini savunur.
Victor Hugo (1885)
Edebiyat tarihimizin tenkitli ilk monografisidir. Romantizme
karşı natüralizmi savunan eser edebiyat tarihimizde “hayaliyyun-hakikiyyun”
tartışmasını başlatmıştır.
Beşir Fuad’ın Muallim
Naci ile olan mektuplaşmaları İntikad (1887), Selanikli Fazlı Necip ile olan mektupları da Mektubat (1888) adıyla
yayımlanmıştır.
Mizancı Murat ve
Eleştirileri
Mizan gazetesinde yayımlanmış 18 makaleden oluşan “Übedamızın Nümûne-i İmtisalleri”
başlıklı yazı dizisi, aynı gazetede çıkan “Edebi
Musahabe” ve Turfanda mı Yoksa Turfa mı (1891) adlı romanının “İfade-i Mahsusa” bölümünde tenkitle
ilgili yazıları mevcuttur.
Namık Kemal’le büyük ölçüde aynı çizgidedir. Divan
edebiyatını sun’i ve kısmen ahlaka aykırı bulur. “Edebiyat-ı Ahlakiye” adını
verdiği bir yol izler. Ona edebiyatımızın Türk toplumun örf ve adetlerini
yansıtan tiplere ihtiyacı vardır. Ona göre değerli bir edebi eserin dilinin
anlaşılır olması ve okuyucuya ibretlik bir hikâye anlatması şattır.
Bir toplumun gelişmesinde eleştirinin çok önemli bir rolü
vardır.
Bir dilin gelişme sahaları en güzel şekilde tenkit
eserlerinde görülür.
Edebiyatın gelişip zenginleşmesi tenkit faaliyetlerine
bağlıdır.
Saldırı ile eleştiriyi birbirinden ayırmak gerekmektedir.
Şeyh Galip’in Hüsn ü Aşk’ın
mukaddimesini edebiyat tarihimizin ilk tenkit eseri olarak kabul eder.
Nitelikli bir eleştirmende şu nitelikleri arar: geniş bir
genel kültür bilgisi, fesahat ve belagat bilgisi, objektif davranabilme, merak
ve tecessüs sahibi olma.
Uygulamalı eleştirinin ilk örnekleri veren de Mizancı
Murat’tır.
Bir Edebi Tartışma
Örneği: Hayaliyyun-Hakikiyyun
1885 yılında Beşir
Fuad’ın Victor Hugo adlı eseri
etrafında gelişir.
Natüralizm
denince akla ilk gelen isim Emile Zola’dır.
Zola’ya göre bu düşüncenin iki temel esası; gözlem ve tecrübedir.
Eserde güzel ve hakikat mukayese edilir, güzel geçici
hakikat ise ebedidir.
Tanzimat’ın birinci kuşağı ağırlıkla romantizmin
etkisindedir. Beşir Fuad bu eseriyle romantizme dayanan edebi anlayışı tenkit
etmek ister.
Esere ilk tepki Menemenlizade
Mehmet Tahir’den gelir. Uzun süre devam eden şiir ve hakikat konulu
tartışmalara Ahmet Mithat Efendi’de
katılır: Ahmet Mithat, Beşir Fuad’ın maddeci dünya görüşüne karşı çıkar.
Namık Kemal, Beşir Fuat’ı açıkça tahkir eder.
Mustafa Reşid’in Göz Yaşları
(1887) adlı şiir kitabı vesilesiyle Beşir Fuad bu kez Recaizade Mahmut Ekrem’i karşısında bulur.
Ahmet Mithat, natüralist tarzdaki eseri Müşahedat’ın “Kariin ile Hasbihal” başlıklı önsözünde
natüralizmin toplumdaki aksaklıkların yanında iyi, güzel ve örnek davranışlara
da yer vermesi gerektiğini belirtmiştir.
Ahmet Mithat’ın natüralizme itirazları:
Yeterli gözlemi yapabilmek için insana yaşadığı hayatın
yeterli olamayacağını belirtir. Çünkü insanın öğrenme süreci bütün hayatını
kapsar.
Zola’nın ısrarla güzellikleri değil de kötülükleri
eserlerine alması sakıncalı hatta ahlak dışıdır. Zola’nın eleştirdiği konuların
hemen hiçbiri ülkemizde yoktur. Öyleyse Zola’nın okunmasına da gerek yoktur.
Ünite 5
Ara Nesilde ve Servet-i
Fünûn Döneminde Eleştiri
Ara Nesil
Servet-i Fünûn’culardan önce, 1880-1895 yılları arasında
eser veren edebiyatçıları Mehmet Kaplan, “ara nesil” olarak tanımlamıştır.
Abdülhalim Memduh, A. Nazım, Abdülkerim Hadi, Abdülkerim
Sabit, Adanalı Ziya, Ahmet Rasim,
Alaybeyzâde Naci, Ali Ferruh, Ali Feyzi, Ali Kemal, Ali Nizamî, Ali Nusret, Ali
Ulvi, Andelip Fâik Esat, Beşir Fuad,
Fatma Aliye Hanım, Fazlı Necip,
Halil Edip, Hasan Asaf, Hayret Efendi, Hüseyin Daniş, İsmail Safa, Makbule
Leman, Manastırlı Rıfat, Mehmet Celâl, Mehmet Ziver, Menemenlizâde Mehmet
Tahir, Muallim Feyzi, Muhyiddin, Mustafa Reşit, Müstecabizade İsmet, Nâbizâde Nâzım, Nigar Binti Osman, Recep
Vahyî, Selânikli Tevfik, Tepedelenlizâde Kâmil.
Değişik düşüncelerdeki bu edebiyatçıların ortak özellikleri:
Önceki nesle kıyasla daha modern eğitim kurumlarında öğrenim
gördüler.
Okul yıllarında yabancı dil öğrendiler, özellikle Fransız
edebiyatına aşinaydılar.
Fransızcadan Türkçeye çok sayıda çeviri yapmışlardır.
Yazıları ağırlıkla dergilerde çıkmıştır.
İfadeye önem veren, belirli ölçüde söz ve mana uyumunu esas
alan bir edebiyat anlayışı benimsemişlerdir.
Ara Nesil Topluluğuna
Göre Edebiyat
Edebiyatı estetik bir nesne olarak kabul ederler. Lafız ile
mananın uyumu üzerinde durmuşlardır.
Ara nesilde eleştiri üzerine Mahmut Babacan doktora
çalışması yapmıştır. Babacan’ın tespitlerine göre ara nesil sanatçıları,
edebiyatın sözlük anlamından yola çıkmışlar, edebiyatla ahlakı
ilişkilendirmişlerdir. Onlara göre edebiyat, insanın manevi yönüne etki eder ve
onu geliştirir. İnsanda fikri ve hissi melekelerin ortaya çıkmasına katkı
yapar. Edebiyatın bunları yapabilmesi için olgun bir dile ihtiyacı vardır.
Ara Nesil Topluluğuna
Göre Eleştiri
Critique kelimesine karşılık olarak eleştiri, intikat ve
muaheze kelimelerini kullandılar. Beşir Fuad başta olmak üzere pek çok yazar
eleştiri alanında da eser vermiştir. Bu eleştiri yazıları Hazine-i Fünun,
Mektep, Gülşen, Gayret, Muhit, Tercüman-ı Hakikat, Saadet gibi gazete ve
dergilerde neşrolunmuştur.
Ara Nesil Topluluğuna
Göre Şiir ve Şair
Menemenlizade Mehmet
Tahir
Güneş mecmuasındaki bir yazısında, bir söze şiir diyebilmek için
vezin ve kafiyeden ziyade mananın güzel etkiler bırakacak şekilde
düzenlenmesi gerektiğine vurgu yapar.
Nabizade Nazım’da Mehmet Tahir gibi düşünmektedir. Şiirin zevk
verdiği kadar fayda da vermesi gerektiğini söyler.
Mehmet Celal’in Mürüvvet
dergisinde çıkan “Şair-Şiir” başlıklı makalesi dönemin şiire bakışını
özetler niteliktedir: Tanzimat’ın ilk döneminde şaire yüklenen hürriyet öncüsü,
kahramanlık abidesi nitelemelerini kabul etmeyen ara nesil şairi estetik
duyarlılıkla mana peşinde koşmaktadır. Asıl gayesi güzel ve etkili ifadeyi
bulmaktır.
Ara Nesil Topluluğuna
Göre Roman ve Hikâye
Ara nesille birlikte Tanzimat devri romantizmi sona
ermiştir. Bunun yerine realizm-natüralizm ilerlemeye başlamıştır.
Mehmet Müncî, romanın deney ve gözlemlere dayanılarak yazılması
gerektiğini öne sürer.
Mehmet Celal, romanın belirli bir seviyenin üzerindeki insanlar
tarafından okunması gerektiğine dikkat çeker. Çünkü roman, eğitimsiz kişiler
için zararlı olabilir.
Nabizade Nazım realist eserleriyle saffını belli eder. Eserlerine yazdığı
mukaddimelerde edebiyata dair görüşlerine yer verir.
Ara Nesil Topluluğuna
Göre Tiyatro
Ara nesil sanatçıları için tiyatro, toplumu eğitmek için bir
araçtır.
Servet-i Fünûn Döneminde
Eleştiri
Servet-i Fünûn dergisi D.
Nikolaidi’nin sahibi olduğu Servet gazetesinin eki olarak 1891’de çıkmaya
başladı.
Estetik ve sanat üzerinde durdular. Hüseyin Cahit, “Hikmet-i
Bedayi” başlığı altında estetik ve sanat içerikli dizi yazılar neşretti.
Estetiğe “ilm-i İhtisâsât” demeyi uygun gören Hüseyin Cahit, estetiğin
konusunun sanat ve sanat eseri olduğunu söyler.
“Güzel” üzerinde duran Hüseyin Cahit, güzeli hoş ve faydalı
olandan ayırmıştır.
Servet-i Fünûncular edebiyatı faydadan uzaklaştırıp estetize
etmeye çalıştırdılar. Onlara göre ahlak, edebi bir amaç değildir.
Güzelliği bilişsel düşünceye, belirli bir kavrama dayanmaz;
güzellik hissidir. Bu nedenle ahlak ve faydadan ayrı olarak ele alınmalıdır.
Servet-i Fünûn’da
Eleştiri
Batıdaki edebiyat eleştirisini inceleme imkânları oldu. Bu
sayede ülkemizde batı normlarında eleştiri ürünleri verdiler. Eleştiriyi hem
bir bilim hem de edebiyatın alt türü olarak kabul ettiler.
Servet-i Fünûncular daha çok realizm, natüralizm, parnassizm
ve sembolizmin etkisindedirler. Eserlerinde biçime önem vermişlerdir. Şiirde
vezin ve kafiye bu nedenle onlar için çok önemlidir. Şiirde parnas ve sembolist
akımın etkisindeki Servet-i Fünûncular nesirde daha çok pozitivist tutumu
benimsediler.
Natüralizm, realizmin aşırı bir biçimi olarak ortaya çıktı. Sosyal
ve biyolojik determinizmin birey üzerindeki etkilerini sergilemeyi amaçlar. Pozitivizm,
sembolizm, realizm ve natüralizm, Servet-i Fünûncuların etkisi altında
kaldıkları akımlardır.
Eleştiride ağırlıkla Hippolyte
Taine’nin sosyoloji biliminde kullandığı eleştiri anlayışını benimsediler.
Taine, hayatı boyunca bilginin deney ve gözleme dayandığını savunmuştur. Taine,
eleştiri anlayışındaki üç kategorinin edebi esere etkilerini belirlemeye
çalışır. Bunlar; ırk, dönem ve çevredir.
Servet-i Fünûncular arasında Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit ve
Ahmet Şuayb, Taine’nin görüşlerini takip etmişlerdir.
Ahmet Şuayb, eleştiri türündeki yazılarını Hayat ve Kitaplar adlı eserinde bir araya getirmiştir. Şuayb, Taine’nin Saint-Beuve’ün eleştiri anlayışını geliştirip bilimsel nitelik
kazandırdığını söyler. Bununla beraber, ırk, muhit ve an olarak öne çıkan
araştırma yönteminin her zaman edebi olgularla örtüşmediğinin altını çizer.
Taine’yi bu nedenle katı tutumu nedeniyle eleştirir.
Servet-i Fünûncuların eleştiri görüşleri;
Eleştiri yeni ve bağımsız bir türdür.
Eleştiri hüküm vermek için değil kişisel duygu ve zevkleri
ortaya koymak için yapılan bir faaliyettir. Bu nedenle özneldir.
Batı edebiyatının anlaşılabilmesi için batıda olan eleştiri
geleneğinin mutlaka bilinmesi gerekmektedir.
Servet-i Fünûn’da Hikâye
ve Roman
Halit Ziya ve Mehmet Rauf dönemin en önemli iki
romancısıdır. Hüseyin Cahit’le birlikte bu üç isim hikâye ve romanın nasıl
olması gerektiği hakkında makaleler yayımlamışlardır.
Halit Ziya’nın Hikâye adlı
eseri,
Mehmet Rauf’un, Romanlara Dair
ve Bizde Roman adlı makaleleri ve
Hüseyin Cahit’in Romanlara Dair
adlı makaleleri Servet-i Fünûncuların roman ve hikâye hakkındaki görüşlerine
yer verir.
Halit Ziya eserinin mukaddime kısmında hikâyenin önemine vurgu yapar. Hikâyede
olaydan çok ruh tahlillerinin önemli olduğunu belirtir. Hikâyeyi bir hayat
levhası olarak kabul eder. Romantik ve realist hikâyeyi karşılaştırır.
Mehmet Rauf, romanları milli ve asli ahlakı, tabiatı dile getiren
eserler olarak tanımlar. Hayali ve sembolik olayların romanda kullanılabileceği
görüşündedir. Mehmet Rauf’a göre eleştirmenin görevi yazarın gayesini
belirlemek ve bu gayeye ulaşmadaki başarısını derecelendirmektir.
Hüseyin Cahit, Taine’nin görüşlerinden istifade etmiştir. Yazar, fikri ve
nazarını bir ideale çevirmişse o roman ebedidir. Romanın yapısı şahıslar,
ahval, vakalar ve üsluptan oluşur.
Servet-i Fünûn’da Şiir
Servet-i Fünûncular şiirde kafiye konulu bir tartışma
neticesinde bir araya gelmişlerdir. Abes-muktebes tartışması
olarak bilinen bu polemik, geleneksel şiir anlayışıyla modern şiir anlayışını
savunanlar arasında yaşanmıştır.
Servet-i Fünûncuların hemen hepsi Recaizade Mehmut Ekrem’i
üstat olarak kabul ederler.
Recaizade, 1886 tarihli Takdir-i
Elhan adlı yazısında; her güzel şey şiirdir der. Şiirin konusunu
alabildiğine genişletir. Şiir resim gibidir diyerek şiiri resim ve müziğe
yakınlaştırır.
Ünite 6
II. Meşrutiyet Döneminde
Eleştiri
Meşrutiyet Döneminde
Eleştiri
Dikkat çeken isimlerden birisi Ali Canip’tir. 1917’de Yeni
Mecmua’da çıkan Hazzın Bediî Hayatta Mevkiî başlıklı yazısında
hazzın iki noktadan ele alınabileceğini ve bunlardan birinin eleştiri olduğunu
söyler.
Eleştirinin çok zor olduğuna dikkat çeker. Eleştiri zekâdan
çok doğruyu fark etmeye, yetenekten çok çalışmaya, dehadan çok alışkanlığa
ihtiyaç duyar.
Dönemin sanat ortamına ilişkin düşünce ve gözlemlerini Genç Kalemler’de Milli Edebiyat Meselesi başlıklı yazısında dile
getirir. Aynı dönemde, Haluk’un Defteri
ve Bugünkü Fikret başlıklı
yazılarında Tevfik Fikret ve şiirini eleştirir. Servet-i Fünûn şiirini
hastalıklı görür. Tedkik-i Edebi-Türkün Kitabı adlı yazısında Aka
Gündüz’ün eserinin eleştirir. 1918’de Yeni
Mecmua’da çıkan Tercüman-ı Hakikat Edebiyatı başlıklı yazısında
Muallim Naci ve Recaizade Mahmut Ekrem arasındaki tartışmalara değinir. 1919’da
Şair Nedim adlı dergide çıkan Edebiyat Meraklısı Bir
Gence Mektup adlı
yazısında Yahya Kemal’i sıkı bir eleştiri süzgecinden geçirir. Ömer Seyfettin’i
İkinci
Sene-i Devriye-i Vefatı Münasebetiyle Ömer Seyfettin başlıklı yazısında ele alır.
Fuat Köprülü 1917’de Yeni Mecmua’da
çıkan Harabat, Ozan ve Harname adlı
yazılarında dönemin eleştirisine yer verir. Harabat’ta
eski edebiyatı örnekleriyle ele alır. Ozan’da
İslamiyet öncesi edebiyatımıza değinir. Harname’de
hiciv türünün önemli bir eseri olması bakımından Şeyhi’nin eserini inceler.
Ömer Seyfettin, Tenkidin Faydası
ve Tenkit ve Terbiye adlı yazılarında
eleştirinin ne olduğu, eleştiri-edebiyat ilişkisi ve eleştirinin sınırlarına
değinir.
Yahya Kemal, Tenkit Tecrübesi
ve Bir Hasbihal Münasebetiyle adlı
yazılarında edebiyatın önemine değinir, eleştirinin yetersiz kaldığına dikkat
çeker.
Yeni Lisan ve Milli
Edebiyat Eleştirisi
Dil konusundaki eleştiriler Genç Kalemler’de ortaya atılan
dilde sadeleşme düşüncesi etrafında gelişti.
Yeni Lisan hareketine karşı olan Halit Ziya, Yeni Lisan, Servet-i Lehçe ve Kelimatta Hayal başlıklı yazılarında dilde sadeleşmenin Türkçeden
Arapça ve Farsça sözcükleri atarak sağlanamayacağını belirtir.
Celal Sahir, Lisanımız
başlıklı makalelerinde bir dilin birkaç kişinin isteğiyle şekle
sokulamayacağına işaret eder.
Yeni Lisan’ı eleştirenlere en fazla polemiğe giren kişi Ali
Canip’tir. Ali Canip, edebiyata yerleştirmeye çalıştığı İstanbul Türkçesini
adeta vatan bellemiştir. Dilin edebiyatın temeli olduğuna inanır.
Tiyatro Eleştirisi
1914’te Darülbedayi’nin kurulmasından sonra tiyatro
faaliyetleri iyice hareketlenir. Milli edebiyat akımıyla paralel çizgide
tiyatro eleştirileri görülür. Bu dönemde tiyatrodan söz eden isimlerin başında Ali Kemal gelir. 1908’de yayımlanan Milli
Tiyatro isimli konferans metninde batılılaşma sürecindeki uyuşukluğumuzu
üzerimizden atmak için fikri çabaya ihtiyaç olduğunu, bunu yapabilmek için de
tiyatronun kullanılması gerektiğini belirtir.
İzzet Melih, Tiyatro Hakkında
başlıklı yazısında o zamana dek yazılmış olan oyunların üsluplarına değinerek
sade ve doğal olmamaları nedeniyle bu oyunları eleştirir.
Ali Canip de aynı tarihlerde Yine
Sanat Hakkında başlıklı bir yazısıyla tiyatromuzun Tanzimat sonrasındaki
gelişiminin sağlıklı olmadığından yakınır.
Halide Salih (Edip), Celal Sahir
ve Şahabettin Süleyman da benzer
içerikte yazılar neşreder. Reşat Nuri
de tiyatro hakkında çok sayıda yazı neşretmiştir.
Hikâye ve Roman
Eleştirisi
Bu dönemde kurguya dayalı eserler hakkında teorik yazı,
eleştiri pek yoktur. Bir istisna olarak Ziya Gökalp’in Roman isimli yazısından
söz edilebilir.
Destan hakkında bir tartışma yaşanmıştır. Ali Canip, 1918’de Epope Nedir? ve 1919’da Epope
Asri Bir Nevi Midir ve Yine Epopeye
Dair başlıklı yazılarında destanlarla milletler arasındaki ilişkiye dikkat
çekerek yirminci yüzyılda destan yazılamayacağını çünkü destanların inanç
konusu olmaktan çıktığını söyler.
Fuat Köprülü ve Ziya Gökalp buna itiraz ederler.
Hece-Aruz Tartışması
1905 yılında Bahçe
dergisinde Mehmet Emin’in şiirleri
etrafında hece-aruz tartışması yaşanmıştı. II. Meşrutiyet dönemindeki
tartışmalar aynı zeminde devam eder.
Mücdad Feridun, Muhasebe-i Edebiye
başlıklı yazısında vezin meselesini ele alır. Her iki vezinle de iyi şiirler
yazılabileceğini belirtir. 1908’de konuyla ilgili fikirlerini Journal Asiatique ve Bosphore dergilerinde yayımlayan Necip Asım, yazılarını daha sonra
kitaplaştırır. Fuat Köprülü 1911’de
yayımlanan Milli Aruz Meselesi
başlıklı yazısında aruzun artık Türkçeleştiğini belirtir. Tartışma dönemin
hemen bütün edebiyatçılarının fikirlerini beyan ettikleri yazılarıyla devam
eder. Yahya Kemal, hece ile vezin
hakkında ikisinin de birer araç olduğunu ve asıl meselenin kalpte olduğunu
söyler.
Ünite 7
Cumhuriyet Döneminde
Eleştiri
(1923-1938 / 1939-1960)
Bu dönemde eleştiri anlayışı Milli Edebiyatın devamı
niteliğindedir. Eleştiri teorisi geliştiremediysek de eleştiriyi meslek edinen
isimler ortaya çıkmıştır bu dönemde. Dönemin eleştiri ürünleri; eser, dönem ve
yazar odaklıdır.
Bu dönemde edebiyat tarihi çalışmalarını bilimsel bir temele
oturtan Fuat Köprülü, edebiyat tarihi ile eleştiri kuramı arasında ayrımlara
değinir; edebiyat tarihi nesnel, eleştiri ise öznel yargılara dayanır. Edebiyat
tarihi geçmiş dönemleri inceler, eleştiri ise güncelin peşindedir.
Eleştiri alanında ilk akla gelen isim Nurullah Ataç’tır. Ahmet Haşim’in
Göl Saatleri adlı eseri hakkındaki
yazısıyla eleştiri yazılarına başlayan Ataç,
ilk dönemki yazılarında eleştiri hakkındaki görüşlerine de yer verir. Öznel
eleştiriyi benimseyen Ataç, bunun nedeni; öznel eleştirinin yaratma edimi
olması hasebiyle sanata dâhil olduğu yönündeki düşüncesidir.
Nitelikli eleştirmen yetiştirememe nedenimizi bilgisizlik ve
kültürsüzlüğe bağlar.
Ona göre kural koymak ve hüküm vermek eleştirmenin görevi
değildir.
Yazarı okuyucuyla buluşturmak, eserin reklamını yapmak da
eleştirinin amacı değildir.
Eleştirmenin çeşitli edebi akımlar arasında bağımsız
kalmasını istemek, eleştirinin edebiyattan ayrılmasını istemek demek olduğu
için bu düşünceye de karşıdır. Eleştirmenin düşmanlarını kötüleyip
arkadaşlarını övmesi ise insani bir zayıflık olarak değerlendirilmelidir.
Sabahattin Eyüboğlu, edebiyat tarihi ile estetik arasında konumlandırır
eleştiriyi.
Agâh Sırrı Levent Servet-i Fünûn’da
çıkan İstediğimiz Münekkit başlıklı
yazısında eleştirmenin istenene ölçütlerde olmamasını kendi uydurma
sözcükleriyle yazı yazmayı yeterli sanmalarına bağlar.
Sadri Ertem Resimli Şark’ta
çıkan Bizde Niçin Münekkit Çıkmıyor
başlıklı yazısında, sanatkâr belli bir toplumun ürünü olduğu gibi eleştirmen de
aynı ortak özellikler etrafında kümelenmiş toplumun ürünüdür der. Belli
zevklerin durulup derinleşmesini beklemeden eleştirmen aramanın nafile olduğunu
söyler. Bir diğer sebep de güçlü olanı övmek, arkadaş çevresine güvenerek
gelişigüzel yazmaktır.
İbrahim Alaattin, Perşembe
dergisinde çıkan Tenkit Yokluğu, Edebiyatta Tenkit, Tenkit Ne Demektir? başlıklı yazılarında eleştirmen yokluğunu bilim
ve bilimsel düşünme anlayışının yeterince oturmamış olmasına bağlar. Ona göre
eleştiri, inceleme, araştırma, yorumlama, tarif etme ve hüküm verme işidir.
Mehmet Behçet Yazar da Edebiyatçılarımız
ve Türk Edebiyatı adlı eserinde benzer görüşleri dile getirir.
Munis Faik Ozansoy, Marmara
dergisinde yayımlanmış olan Tenkit ve
Münekkit başlıklı yazısında eleştiriyi, ahlaki sorumluluğun göz ardı
edilmemesi gereken ince bir sanat dalı olarak tanımlar.
Orhan Burian, Yücel dergisinde
çıkan Edebi Eser ve Edebi Tenkit
başlıklı yazısında (daha sonra da Edebiyatımızın
Asıl Noksanı yazısında) edebiyatımızın en büyük eksiğinin eleştiri
olduğundan yakınır.
Eleştiri ve eleştirmen konularındaki farklı görüşler 1938
yılında Nurullah Ataç ve Yaşar Nabi arasında bir tartışmaya konu
olur. Bu tartışmaya Peyami Safa ve Hasan Ali Yücel de katılır. Bu
tartışmalar Ulus, Haber, Cumhuriyet ve Varlık gibi gazete ve dergilerde devam
eder.
Yaşar Nabi, Ulus’ta çıkan Münekkitsizlik, Gene Tenkide Dair, Yaratıcı
Tenkit başlıklı yazılarında gerçek anlamda eleştirmenimizin olmadığından dem
vurur.
Nurullah Ataç, Haber’de yazdığı Tenkit Meselesi, Daima Tenkit yazılarında
eleştirmenimiz olmamasını eleştirmenin toplumda sosyal bir fonksiyonu
olmamasına bağlar. Bununla beraber otoriter bir eleştirmen fikrine karşı çıkar.
Eleştirmenin daha ziyade edebiyat çevrelerine katkısı olacağına işaret eder.
Konuya Cumhuriyet’te yazdığı Tenkide Dair Bir Münakaşa
başlıklı yazısıyla dâhil olan Peyami
Safa, otoriter eleştirmen fikrinden yanadır. İyi bir esere hakkını verirken
başka eserlerin yermenin gerekli olduğu görüşündedir.
Hasan Ali Yücel, Akşam’da çıkan Edebiyatımızda Tenkit başlıklı yazısında
eleştirinin çerçevesinin bizde tam olarak belirlenmemiş olmasından dolayı
tartışmaların devam ettiğini söyler.
Nahit Sırrı Örik, Ülkü’de çıkan Tenkit Kürsüleri, Öz Şiir Hakkında Bir Yazı
ve O Yazı Dolayısıyla başlıklı yazılarında batıdaki gazetelerin eleştiri
kürsülerini örnekleyerek bizde de belli isimlerin bu yönde faaliyette
bulunmaları gerektiğini söyler.
Halide Edip, Yedigün’de çıkan Tenkit ve Münekkit başlıklı yazısında
eleştirmenin okuduğu eserin bütün unsurlarını görmesi ve yazısında bunları
okurla iletmesi gerektiğini söyler. Buna karşılık ülkemizdeki eleştirmenlerin
maksadının birilerine hücum etmek olduğunu ve bundan dolayı da eleştiri
konusunun gelişip ilerleyemediğini belirtir.
Edebi Dönemler Üzerine
Yapılan Eleştiriler
İnkılap Edebiyatı
İnkılap Edebiyatı konusuna 1934’te Kadro dergisinde çıkan İnkılap
Edebiyatı yazısıyla değinen Yakup
Kadri, bu anlayışın batıdaki Rönesans’ın bizdeki bir benzeri olduğunu
söyler.
Yeni Adam’da çıkan Teşkilatsız
Edebiyat yazısıyla konuya yeni insan açısından yaklaşan İsmail Hakkı, İnkılap Edebiyatının bu
yeni insanı her yönüyle ele alıp anlatması gerektiğini söyler. Bu amaç için
devlet sanatçıya yardımcı olmalıdır.
Behçet Kemal Ülkü’deki Gönüllü Sanat yazısında sanatkârın bu
akımın hizmetinde olması gerektiğini söyler. Yaşar Nabi ve Yakup Kadri
bu zorunluluk vurgusuna karşı çıkarlar. Zaruretten sanat üretilemeyeceğine
işaret ederler. Burhan Asaf her iki
düşüncenin ortasını bulmaya çalışır. Ahmet
Muhip ise İnkılap Edebiyatını savunanları demagog ve fırsatçı olmakla itham
eder.
Kâzım Kami, Ülkü’de çıkan Türk Edebiyatına Bir Bakış başlıklı
yazısında Türk edebiyatının bütünüyle milli bir edebiyat olduğunu, milliyetçi
edebiyatın ise daha farklı bir içeriğe sahip olduğunu söyler. Hasan Ali Yücel, Varlık’ta çıkan Milli
Edebiyat, Milliyetçi Edebiyat başlıklı yazısında benzer görüşlerini dile
getirir.
Şerif Hulusi de Ağaç
dergisinde çıkan Milli Edebiyat ve Milliyetçi Edebiyat başlıklı yazılarıyla
tartışmaya katkı yapar.
İsmail Hakkı Yeni Adam’da
çıkan Milli Bir Edebiyat Yaratabilir
Miyiz? başlıklı yazısında milli edebiyat tanımı üzerinde durur.
Yaşar Nabi, Edebiyatımızın
Bugünkü Meseleleri adlı kitabında milli edebiyat ve milliyetçi edebiyat
kavramlarının tefrikine değinir.
Behçet Kemal, Varlık’ta çıkan Edebi Bir Tasfiye başlıklı yazısında
Anadolu’ya ait olmayan içeriklerin milli edebiyat olarak gösterilmesini
eleştirir.
Halit Fahri, Servet-i Fünûn’da çıkan Edebiyatımız
Nasıldı, Nasıldır, Nasıl Olmalıdır? başlıklı yazısında bu akımın bir moda
gibi algılanıp amatörce harcanmasından endişe eder.
Halit Ziya, Her Ay’da çıkan Milli Edebiyat başlıklı yazısında milliliği
orijinallikte aramak gerektiğine dikkat çeker.
Yahya Kemal, Kültür Haftası
dergisinde çıkan Memleketten Bahseden
Edebiyat başlıklı yazısında mektepten memlekete anlayışının
yerleşmemesinden dolayı istenilen nitelikte bir milli edebiyatı tesis edemediğimizi
belirtir.
Fuat Köprülü, milli edebiyatın modern anlamda bir millet bilincinin
yükselmesiyle mümkün olabileceğini söyler.
Edebi Türlerin Teorisi
Üzerine Yapılan Eleştiriler
Yedi Meşaleciler
olarak kendilerini tanıtan şiir gurubu Beş Hececiler’in şiirimizin
ufkunu daralttığı iddiasıyla yola çıktılar.
Eski-yeni çekişmelerinin bir diğeri Nazım Hikmet’in Resimli Ay’da
çıkan Putları Yıkıyoruz başlıklı
yazısı etrafında başlar (1929). Nazım Hikmet yazısında Mehmet Emin Yurdakul ve Abdülhak Hamit’in putlaştırıldığından,
aslında değersiz, sun’i ve yapay şiir icra ettiklerinden yakınır. Yakup Kadri ve Hamdullah Suphi, Akşam ve
İkdam’da çıkan yazılarıyla Nazım
Hikmet’e çok sert şekilde karşılık verirler.
Tartışmalar siyasi bir çizgiye kayarak devam ederken Ahmet Hamdi Görüş dergisinde Şiir
Hakkında başlıklı yazısıyla şiirin amacının yine kendisi, şiir olduğunu
belirtir. Yaşar Nabi de Edebiyatımızın Bugünkü Meseleleri adlı
kitabında benzer düşünceleri dile getirir.
Genç şairlerin hece vezninde şiir yazmak istemesini Divan
şiirinin yüzyıllarca süren saltanatına bir tepki olarak değerlendiren Peyami Safa, heyecanlı gençlerin
elinden iyi şiir çıkmamasından yakınır. Özellikle Beş Hececiler’in elinde
hece ölçüsünün tıkandığından yakınan çok sayıda yazı yayımlanmıştır.
Fuat Köprülü 1926’da Hayat’ta
çıkan İnkılap ve Edebiyat başlıklı
yazısında roman kahramanlarının hep hastalıklı tipler olmasına dikkat çeker.
Bunun nedenini abartılı batı hayranlığına bağlar. Ahmet Hamdi de bu görüşe paralel yazılar yayımlamıştır.
Peyami Safa, romanımızın tip yaratan ancak karakter ortaya çıkaramayan
bir düzeyde olduğunu söyler.
Sadri Ethem, roman tiplemelerini sosyal sınıflarına göre değerlendirir.
Nahit Sırrı, Roman ve Hikâye
adlı eseriyle roman ve öykünün çerçevesini belirlemeye çalışır.
Hikmet Şevki, Hayat dergisinde
çıkan Temaşada Münekkidin Vazifesi
başlıklı yazısında tiyatro eleştirisinin oyun ve temsil olmak üzere iki veçhesi
olduğunu, eleştirmenin eseri anlamak isterken öncelikle eserin tezine sonra da
diline dikkat etmesi gerektiğine dikkat çeker.
Muhsin Ertuğrul, Vakit
gazetesinde çıkan Tenkit Niçin Mi?
başlıklı yazısında eleştirmenlerden şikâyet eder: Tiyatro eserinin temsili
sürecinde harcanan emeğe, özveriye atıfta bulunarak eleştirmenlerin duyarsız ve
acımasızlığından yakınır.
Yazar ve Eser Üzerine
Yazılan Eleştirel Değerlendirmeler
İsmail Habip 1935’te yayımlanan Edebi
Yeniliğimiz adlı kitabında Abdülhak Hamid’i
Milli Edebiyat akımına kadar bütün edebi oluşumları etkilemiş bir şair olarak
kabul eder.
Cahit Sıtkı da 1937’te Servet-i
Fünûn’da yayımlanan Hamid’in Şiiri
başlıklı yazısında Abdülhak Hamid’i edebiyatımıza batıyı getiren şair olarak
kabul eder ancak dili kullanmadaki doğallık ve samimiyetini yetersiz bulur.
Mehmet Ali Ayni 1927’de yayımlanan Reybîlik,
Bedbinlik, Lâilahilik, Nedir? başlıklı yazısında Tevfik Fikret’in Tarih’i Kadim’i
beklediği ilgiyi göremeyişi, şeker hastalığı ve Galatasaray müdürlüğünden
çıkarılması dolayısıyla yazdığını ileri sürer.
İsmail Habip aynı şiiri Edebi
Yeniliğimiz adlı kitabında ümmetçi anlayışı yıkmak maksadıyla yazıldığını
belirtir. Bununla birlikte Tevfik Fikret’i
edebiyatımıza laikliği getiren kişi olarak kabul eder.
Nazım Hikmet 1930’da Resimli Ay’da
çıkan Tevfik Fikret başlıklı
yazısında şairi yol açıcı ancak kalıcı olamamış küçük burjuva aydını olarak
tanımlar.
Çeşitli yazılarında ve hakkında yazdığı monografide Tevfik Fikret’i incelemiş olan Ahmet Hamdi Tanpınar’a göre, statik ve
duygusallığa karışmış doğa manzaralarına tıkılıp kalan şairin döneminin
koşulları gereği hak ettiğinden fazla ilgi görmüş olarak kabul eder.
Fuat Köprülü, 1928’de Hayat dergisinde çıkan bir yazısında Ahmet Haşim’i hayatı boyunca kendi duygusal yoğunluğunu korumuş,
herhangi bir edebi akıma karışmamış kompakt bir şair olarak tanımlar.
Hasan Ali Yücel, 1933’te Yeni Türk
Mecmuası’ndaki Ahmet Haşim’in
Yaratılışı Nasıldı; Yarattığı Nedir? başlıklı yazısında şiirlerindeki
kapalılıkla düzyazılarındaki gerçekçi üslup arasındaki tezada dikkat
çeker.
Muammer Lütfi, Ahmet Haşim’e Dair
başlıklı yazısında Ahmet Haşim’in abartıldığını, Arapça ve Farsça sözcüklerle
renklendirilmiş şiirlerinin o kadar da kıymetli olmadığını öne sürer.
Yakup Kadri, Ahmet Haşim adlı
kitabında onu hayal gücü geniş ancak duygu yönü zayıf olarak tanıtır.
Ahmet Hamdi, Mülkiye Mecmuası’nda
çıkan Ahmet Haşim’e Dair başlıklı
yazısında anlaşılmadığı, kapalı kaldığı yolundaki eleştirilere karşı çıkar.
Nurullah Ataç, 1933’te Milliyet’te
çıkan seri yazılarında Yahya Kemal’den
şiiri iyi anlamış ancak şair olamamış biri olarak söz eder. Yahya Kemal’i büyük
bir şair değil büyük bir usta olarak kabul eder.
Sabahattin Eyüboğlu ise Yahya Kemal’in Frenk bilinci ile kendi değerlerini
algılamasa işaret eder.
Ahmet Hamdi Tanpınar, Anayurt, Tan ve Cumhuriyet’te çıkan Yahya Kemal’le ilgili yazılarında şairi modern
Türk şiirinin temel taşı olarak takdim eder.
Faruk Nafiz, 1936’da Yedigün’de
çıkan Mehmet Akif başlıklı yazısında Mehmet Akif’in şiirini bireyin değil toplumun emrine sunmasından
övgüyle söz eder.
Halit Fahri de Mehmet Akif’in aruzu kullanmadaki ustalığına değinir.
Sabiha Zekeriya, Mehmet Akif’i küçümser; onu küçük esnafın, orta sınıfın
dertlerini yazan küçük burjuva şairi olarak karalar.
Şükufe Nihal, Akif’in şiirlerinin düşün ve estetik olarak zayıf olduğunu
söyler.
Sadri Ertem onun zamanı geçmiş bir Müslüman Dante olduğunu, Ahmet Hamdi de Türk şiirinde çığır
açıcı olmadığını söyler.
Ahmet Haşim, Nazım Hikmet’in
835 Satır’ını bir orkestraya
benzetir. Ancak şiirin ideolojik vurgusunu eleştirir.
Halit Fahri aynı eseri sadece maddi bir amaca yönelik olması bakımından
eleştirir.
Ahmet Kutsi de eserle ilgili olarak sanatı güzellikten başka herhangi
bir amacın güdümüne sokan kişinin yaratıcılığını yitireceğine işaret eder.
İsmail Habip, Nazım Hikmet’in abartıldığı görüşündedir.
Peyami Safa, Nazım Hikmet’in şekil ve dil bakımından yeni bulunmasına
katılmaz, Nazım’ın şiirinin sanatta güzellik iddialarından uzaklaşıldığı yerde
aranması gerektiğine işaret eder.
Sadri Ertem de Nazım’ı eleştirenlerin sadece kendilerini anlattıklarını
söyler.
Ziya Osman, Necip Fazıl’ın Kaldırımlar şiiriyle Baudelaire’in şiirleri arasındaki
yakınlığa dikkat çeker.
Hüseyin Cahit, Necip Fazıl’ın şiirini beğenmez.
Orhan Burian, Sinekli Bakkal
hakkındaki yazısında eserin Türkçe ve
İngilizce baskılarını karşılaştırarak, İngilizce Sinekli Bakkal’ın daha
başarılı olduğunu belirtir. Türkçe yayımlanan eserin dil hatalarıyla dolu kötü
bir çeviri mahiyetinde kaldığına dikkat çeker.
Vedat Nedim, Yaban’ı
inkılabın hedeflerini gösteren bir roman; Kazım
Kami, ilk orijinal Türk romanı olarak kabul eder. Şevket Süreyya, eserdeki aydın ve köylü ikilemine dikkat çeker. Nahit Sırrı, romandaki Ahmet Cemal’in
kişiliğinin tam olarak verilemediğini belirtir.
Ahmet Hamdi Tanpınar, Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’ndan övgüyle söz eder. Eseri acının ve merhametin romanı
olarak takdim eder.
Tiyatro alanında Muhsin
Ertuğrul’un çalışmaları eleştiriye konu olmuştur. Deyyus adlı oyunu
hakkında küfürleşmeye varan tartışmalar yaşanmıştır.
Dil Üzerine Yapılan
Eleştiriler
Ağırlıkla dilde sadeleşme ve dil devrimi odaklıdır.
Kazım Karabekir harf devrimini Hıristiyanlaşmayla eş değer kabul eder.
Kılıçzade Hakkı, Türklükle İslamiyet’i ayırmak gerektiğini, Türklerin milli
kültüre ihtiyacı olduğunu ve bunun da dille başlaması gerektiğini söyleyerek
bütün Türk kültür tarihini yok saymak pahasına dil devrimini savunmuştur.
Hüseyin Cahit, ülkedeki cehaleti Arap alfabesine bağlayarak dil devrimini
savunur.
İsmail Hakkı, dil devriminin evrensel Türk devriminin bir parçası
olduğunu söyler.
Reşat Feyzi, dil devriminin manevi bir devrim olduğunu söyler.
İbrahim Alaatin her iki görüşün de haklı ve haksız tarafları olduğunu
söyler.
Halit Fahri, 1932’de çıkan Güzel
Türkçe Seferberliği başlıklı yazısında dilde kirlenme ve yabancılaşmaya
karşı altı maddelik bir teklif sunar.
Yakup Kadri de aynı tarihlerde Kadro
dergisinde çıkan Türkçe başlıklı
yazısında Arapça ve Farsçadan sonra şimdi de Fransızca meraklılarının dili
melezleştirdiklerine dikkat çeker.
Hasan Ali, öz Türkçenin savunuculuğunu yapar.
Yaşar Nabi, moderleşmenin dilde zenginleşme ve gelişme ile mümkün
olabileceğine vurgu yapar.
Sadri Ertem, dildeki yenileşme hareketlerinin ortaçağ zihniyetinden
kurtuluş umudu olduğunu söyler.
1939-1960 Yılları Arası
Türk Edebiyatında Eleştiri
Nurullah Ataç eleştirmen kimliğiyle önceki dönemde olduğu gibi bu dönemde
de öne çıkar.
Mehmet Kaplan akademik anlamda eleştiri türüne katkılar yapmıştır.
Eleştiriyi meslek edinen Suut Kemal, Memet Fuat, Muzaffer
Erdost, Asım Bezirci, Fethi Naci, Hüseyin Cöntürk gibi isimler de dikkat
çekmeye başlar.
Nurullah Ataç bu dönemdeki yazılarında zevk almak için okur ve beğendiği
eserleri başkalarına da göstermek ister. Bu nedenle kendini empresyonist-izlenimci
eleştirmen olarak tanıtır. 1952’den sonra nesnel içerikli yazılara ağırlık
verir.
Mehmet Kaplan, eleştiri için övgü ve yerginin yeterli olmadığını
belirtir. Bununla birlikte izlenimci, dogmatik, sosyolojik veya psikolojik
eleştirinin de eseri anlamakta tek başına yetersiz kalacağını söyler: Çünkü eser
bir bütündür ve bütün olarak ele alınmalıdır. Ancak eleştiri disiplinleri
kendi kuralları nedeniyle daha ilk adımda esere haksızlık etmektedirler.
Ahmet Hamdi Tanpınar, edebi türlerin batıdan geldiği gibi edebi eleştirinin de
batıdan örneklerinin gelmesi gerektiğini ancak bunun olmadığını belirtir.
Edebiyat tarihimiz boyunca üretilmiş eserleri, hayatla, devirle, tarihle,
yerli-yabancı geleneklerle ele alıp inceleyebilecek donanımda bir eleştiri
kurumu inşa edemediğimiz için eleştiri alanında pratik örnekler üzerinden
tartışmalara devam ettiğimizi işaret eder.
Suut Kemal’e göre eleştirmen, ahlaki özelliklerinin yanı sıra sağlam
felsefi temellere dayanan, geniş sanat kültürüne ve sezgiye sahip olmalıdır.
İsmail Hakkı Baltacıoğlu, nesnel eleştirinin, esere karşı geçici de olsa zorunlu sempati,
eserdeki kavramları doğru anlama ve eseri bir bütün olarak ele alma
şeklinde üç temel prensibe dayandığını söyler.
Hüseyin Cöntürk, nesnel eleştirinin kurumlaşması yolunda çalışmalar
yapmıştır. 1958’de yayımlanan Eleştiriden
Önce adlı eserinde eleştiride henüz yolun başında olduğumuzu ve aşama
kaydettikten sonra ortak eleştiri dili kurabileceğimizi söyler. Eleştirmenin
bir edebiyat anlayışına sahip olması gerektiğini belirtir. Bir eleştiride
öncelikle incelenen eserin özellikleri ortaya konulmalıdır. Daha sonra bu
özelliklerin beğenilir olup olmadığı tartışılmalıdır.
Asım Bezirci, eleştirinin görevini eseri çözümlemek, değerlendirmek ve
yargılamak olduğunu söyler. Gerekçesiz yargılar içeren deneme ve tanıtım
yazılarının eleştiri yazılarından ayrılması gerektiğini söyler. Asım Bezirci,
eleştiri yazılarında eserin tarihsel ve toplumsal boyutunu ortaya koymaya
çalışır. Sadece estetik değerlerle sınırlı kalmaz.
Edebi Dönemler Üzerine
Yapılan Eleştiriler
İsmail Hakkı, edebiyatın mutlaka halka hizmet etmesi gerektiğini
düşünür. Aksi halde edebiyat soysuzlaşır. Toplumsal ve iyimser edebiyatın daha
güçlü olacağına inanır.
İlhan Berk, sanat ve edebiyatın tek konusunun insan olduğunu söyler.
Bu doğrultuda çalışmalarımızı yetersiz ve zayıf görür.
Mehmet Kaplan, eserin dış etkilerden bağımsız olması gerektiğini aksi
halde amacından uzaklaşacağını söyler.
Cumhuriyet dönemi edebiyatımızın din olgusundan ve
milliyetçilikten uzaklaşıp yerine ferdi konulara yöneldiğini söyler. Bu durum
dine, tarihe ve aileye karşı ilgisizliği beraberinde getirir. İçeriğin dil ve
üslubu da belirlediğini söyleyen Kaplan, Tanzimat dönemi edebiyatımızı bu
çerçevede ele alır.
Suut Kemal, sanat ve edebiyatın ülkenin kendi bünyesinden beslenmediği
durumlarda kalıcı olamayacağını belirtir. Ülkemizdeki edebi ürünlerin halkla
temas kuramamasını bu nedene bağlar. Melih
Cevdet bu düşünceye katılmaz: Milletler arasındaki sınırın edebiyat ve
düşünce dünyasında olmadığını söyler.
Tanpınar da milli edebiyatın gündelik konularla değil geçmişe dair
içeriklerle, kendi kültür ve tarihimize ulaşmakla mümkün olabileceği
düşüncesindedir.
İnkılap popülisti Gavsi
Halit Ozansoy, 1940 tarihli Tasfiye
Lazım başlıklı yazısında eski olanı lağvedip yerine yenisini getiren
inkılaplar gibi edebiyatımızın da eski olanı terk edip yeniye yönelmesi
gerektiğini belirtmiştir.
Nurullah Ataç ve Mehmet Kaplan
sağduyulu eleştiriler yazmışsa da bu dönemde genç şairlerin genelinde eski
olana keskin bir tepki oluşur.
Orhan Veli, 1949’da Yaprak’ta
çıkan Genç Şairden Beklenen başlıklı
yazısında amacının şiire yeni konular, yeni olanaklar bulmak olduğunu söyler.
Garip Hareketinden sonra Oktay Rıfat, Perçemli Sokak
adlı kitabını yayımlamış ve bu kitapla birlikte II. Yeni tartışmaları
başlamıştır. 1950’li yılların ikinci yarısında çeşitli şiir akımları ortaya
çıkmış ve hareketli tartışma zemini oluşmuştur. 1956’da Cemal Süreya, Folklor Şiire Düşman başlıklı yazısıyla
şiirin artık sözcüğe dayandığını şiirin artık folklorik motiflerle
beslenemeyeceğini, şiirde artık hikâye edilecek unsurların bulunmaması
gerektiğini belirtir ve tartışmaların önünü açar.
II. Yeni etrafında tartışmalar devam ederken eskiyle yeni arasında köprü kurmak isteyen Hisar gurubu dikkat çekmeye başlar. Hisar ve Çağrı dergileri gelenekten yana tavır takınmışlardır.
Edebi Türlerin Teorisi
Hakkında Yapılan Eleştiriler
Şiirin görevi konulu tartışmalar toplum için şiir ve sanat
için şiir şeklinde iki ana başlık altında gelişmiştir. Yaşar Nabi, şiirde güzellikten yanadır. Kalıcı olanın yararlı olan
değil güzel olan olduğu kanısındadır. Turgut
Uyar, memleketin kalkınması için sanat ve şiirin de duyarlı davranması
gerektiğini söyler. Ceyhun Atıf Kansu,
Anadolu şiirinin ön plana çıkarılmasından yanadır. Nurullah Ataç da şiirin toplum sorunlarıyla ilgilenmesi gerektiğini
belirtir. Tanpınar ise şiir dilinin
toplumu yansıtmak için yeterli olamayacağını dolayısıyla bu tartışmaların
sonuçsuz ve boş olduğunu söyler. Attila
İlhan sanatı insanları mutlu etmekle yükümlü sayar.
Roman türü için Tanpınar,
insanın merkeze alınması gerektiğini söyler.
Suat Derviş, romanın toplum sorunlarına eğilmesi gerektiğini söyler.
Abdülhak Şinasi Hisar, romanın insanın görünümlerini yansıtması gerektiğini
belirtir. Halikarnas Balıkçısı,
günlük hayatın içindeki insanın romanda yer alması gerektiğini söyler. Melih Cevdet, insanın keşfedilmemiş
taraflarının romanda ele alınmasını hatta sırf bunun için yeni baştan keşfe
çıkılmasını gerekli görür. Nurullah Ataç
ise önemli olanın gerçekçi olmak değil okurun anlatılana inanması olduğunu
söyler. Kemal Tahir için çevre-mekân
değil insan dramı önemlidir. Yaşar Kemal
için roman, çalışma ve disiplin işidir. Fethi
Naci, toplumun bir parçası olan insanın romana konu olmasını, Asım Bezirci ise işçi-köylüyle sınırlı
kalmayıp toplumun bütün katmanlarının romana dâhil edilmesini gerekli görür.
Peyami Safa, modernist roman anlayışından yanadır. Görüşlerini
özetleyelim:
a) Romanlar, insanın eşyaya ve mekâna bakışını yansıtmalı,
bunu roman karakterlerinin perspektifinden aktarmalıdır.
b) Romandaki bir yerin adı orada geçen konuşmalardan
anlaşılmalıdır.
c) Romancı betimleme ve çözümlemeden önce olay ve
davranışları vermelidir.
d) Kahramanların hayat hikâyeleri anlatıcı tarafından değil,
roman kişilerinin konuşmaları veya düşünceleriyle verilmelidir.
e) Romanın yapısı zamandizine değil, ruhsal yapıya göre
düzenlenmelidir.
Cevdet Kudret, roman için tanım ve çerçeve aramanın yaratıcılığı
sınırlamak anlamına geleceğine dikkat çeker.
Tevfik Çavdar’a göre toplum ve bireyleri ele alan roman, olayları roman
estetiği içerisinde işlemelidir.
60’lı yıllara gelindiğinde Adnan Benk, realist romanların modasının geçmekte olduğuna dikkat
çeker.
Öykü ve hikâye türünde teorik çalışmaya rastlamadığımız bu
dönemde tiyatro hakkında çok sayıda teorik yazı mevcuttur.
Yazar ve Eser Üzerine
Yazılan Eleştiriler
Suat Derviş, Tevfik Fikret’i yenilikçi Türk şiirinin mimarı
olarak kabul eder.
Abidin Dino da Tevfik Fikret için “kavga şairi” nitelemesi yapar.
Behçet Kemal, Tevfik Fikret için hiçbir zaman bir imanın adamı
olamadığını söyler.
Nurullah Ataç, Fikret’i Fransızca düşünen ve Türkçe yazdığı sanan biri
olarak niteler.
Tanpınar, Tevfik Fikret’in yeniyi bulamadığını, yanlış yerde
aradığını söyler.
Yahya Kemal,
iyi ve kötü eleştirilerin odağındaki bir diğer isimdir. Nurullah Ataç, şairi yenilikçi bulmaz. Bir başlangıçtan ziyade
“son” olarak görür onu. Tanpınar ise
şaire olumlu yaklaşır. Cahit Tanyol
da onun sahip olması gereken her niteliği şiirimize kazandırdığını söyler. Behçet Kemal ve Attila İlhan onu, şirindeki klasik öğeler nedeniyle eleştirir.
Modern şiirimizin kurucu isimlerinden bir diğeri olan Ahmet Haşim’e
Cahit Tanyol, yenilikçi olduğu için övgüler düzer. Öte yandan dil
yanlışlarını eleştirir. Halit Fahri,
onu lirizmi ilerlettiği için büyük şair olarak över.
Fazıl Hüsnü hakkında da şiirinin imge dolu olduğu ve anlam
katmanlarının anlaşılması için üzerinde düşünülmesi gerektiği noktasında
birleşen çok sayıda eleştiri yazılmıştır. Peyami
Safa onun şiirini Avrupa şiirini temsil eden bir yetenek olarak över.
Hakkında çokça eleştiri yazılmış olan Orhan Veli, ileri dönemlerinde gelenekten beslenen
şiirler yazdığı için olumsuz yönde eleştiriler alır. Nurullah Ataç onun şiirini Don Kişot’a benzetir. Oktay Rıfat ve Sabahattin Eyüboğlu için o bir dünya şairidir.
Yaban bu dönemde de eleştirilerin odağındadır. Tezli bir roman
Yaban bu bakımdan yetersiz bulunmuştur.
Bir dönem romanı olan Panorama, hakkında çok sayıda eleştiri yazılan bir
diğer romanıdır. Bir dönem romanı olması bakımından ilgi çeken eser fikir
içerikli olduğu için kurgusu hakkında eleştiri yapılmamıştır.
Halide Edip’in Sinekli Bakkalı
yetersiz ve zayıf bulunmuştur.
Abdülhak Şinasi Hisar’ın Fehim Bey ve Biz romanı, felsefi düşüncelerde
tekrara düşmesi, uzun cümleleri, duyulan geçmiş zaman ekinin çok fazla
kullanılması bakımından eleştirilir.
İçimizdeki
Şeytan, Nihal Atsız ve Sabahattin
Ali’yi mahkemelik olunacak derecede birbirine düşürmüştür.
Dil Üzerine Yapılan
Eleştiriler
Türkçede özleşme ve yabancı sözcükler sorunu, konuşma dili
le yazı dili arasındaki farklar, dil eleştirilerinin merkezindeki konulardır.
Ünite 8
1960 Sonrasında Türk
Edebiyatında Eleştiri
Siyasi hayatta yaşanan hızlı değişimler edebi ortamda da çok
renkliliği etkilemiştir. Askeri darbeler döneminden sonra tam anlamıyla
post-modern eserler ortaya çıkmaya başlamıştır.
60’lı yıllardan itibaren Suut Kemal, Cemal Süreya gibi
isimler öznel-izlenimci anlayışla eleştiri yazmaya devam ederler. Asım Bezirci,
Hüseyin Cöntürk, Cevdet Kudret gibi isimler nesnel eleştiri; Fethi Naci, Attila
İlhan gibi isimler toplumcu-gerçekçi eleştiri; Mehmet Kaplan, Adnan Benk, Berna
Moran gibi isimler akademik kriterlerde eleştiri yazarlar. 1980’den sonra
Tahsin Yücel, Mehmet Rifat, Berke Vardar, Akşit Göktürk, Doğan Aksan gibi
isimler metin merkezli yapısalcı eleştiriyi, göstergebilimsel eleştiriyi ve
dilbilimsel eleştiriyi denemişlerdir. Jale Parla, Yıldız Ecevit, Orhan Koçak,
Nurdan Gürbilek, Gürsel Aytaç gibi isimler postmodern eleştiriyi denemişlerdir.
Öznel-İzlenimci
Eleştirmenler
Genel eleştiri ilkeleri değil kişisel zevklerin ön plana
çıktığı eleştiri anlayışıdır. Bu nedenle içerik olarak denemeye yakındır. Bu
tarzın öncüsü Nurullah Ataç’tır.
Memet Fuat, Nurullah Ataç’ın izinden gitmiştir. Eleştirilerinde Ataç’a
kıyasla daha yumuşaktır. Ağırlıkla şiir hakkında yazmıştır. Eleştirinin
amacının sanatı meraklısına yakınlaştırmak, sanatçıya yol göstermek olarak
belirlemiştir. Unutulmuş Yazılar
(1986) ve Özgünlük Avı (1996) adlı
kitaplarında bir araya getirdiği yazılarında eleştiri teorisi ve eleştiri
tarihimizle ilgili bilgiler verir.
Öznel eleştirinin bir diğer ismi Doğan Hızlan, nesnel eleştirinin öznel eleştirinin bir kamuflajı
olduğu düşüncesindedir. Kurumlaşan eleştirel yargılardan kaçınmak gerekir.
Eleştirilerinde yazarı unutmak istediğini söyler. Güncelin Çağrısı (1997), Edebiyat
Dönencesi (2003), Yazılı İlişkiler
(1983) adlı kitaplarında eleştiri hakkında bilgiler verir.
Füsun Akatlı, kurumlaşmanın klikleşmeyi doğuracağını söyler. Akatlı’ya
göre eleştirmen kendi edebiyat anlayışına uygun eserleri inceler ve bu
doğrultuda bilgi verir. Eleştiri yazıları denemeye yakın içeriktedir.
Cemal Süreya, Turgut Uyar, Adnan Binyazar, Rauf mutluay ve
Muzaffer Erdost öznel-izlenimci eleştirinin diğer isimleridir.
Toplumcu-Marksist anlayışa karşılık manevi değerlere vurgu
yapan yazılar da 1960’lardan itibaren artmıştır. Asıl işleri eleştiri olmayan,
Nihat Sami Banarlı, Ahmet Kabaklı, Orhan Şaik Gökyay, Mehmet Çınarlı, Gültekin
Samanoğlu, Mustafa Necati Karaer ve İlhan Geçer milli ve manevi değerleri
işleyen eserler hakkında yazılar yazmıştır.
Nesnel Eleştiri
Çalışmaları
Nesnel eleştirinin yerleşmesi yönünde bağımsız çalışmalar
yapan Hüseyin Cöntürk önemlidir.
Cöntürk önce kuramını ortay koyması ve sonra eleştirisini yazması bakımından
müstesna biridir. Eleştiriyi edebi metnin üzerinde kurulan bir üst dil olarak
kabul eder. Eleştiri dili üzerinde durur. Yeni eleştiri kuramını metinlerimize
uygulamıştır. Çıkarmış olduğu Dönem
ve Yordam dergilerinin nesnel
eleştirinin yerleşmesinde ciddi katkıları olmuştur.
Gerçek eleştiri yöntemini ve sınırlarını belirlemiş olandır.
Eleştirinin kurumsallaşması için arkadaşlarıyla birlikte
çalışmalarına devam etti. O ve arkadaşları “60 Kuşağı Eleştirmenleri”
olarak tanınmaktadırlar. Metne sadece estetik açıdan yaklaşan Yeni Eleştiri
kuramını edebiyatımıza uygulamışlardır. Bu yaklaşım metni tarihi sosyal
bağlarından kopardığı için Marksist çevrelerce eleştirilmiştir.
Tahir Alangu, incelemelerinde nesnel yaklaşımı muhafaza etmeye
çalışmıştır.
Eleştirilerinde önce yazarla ilgili kıza bir giriş yapar.
Eserin konusunu özetler, eser ve yazarla ilgili saptamalar yapar. Eserin güçlü
ve zayıf yönlerini belirtir. Eserdeki kişiler üzerinde duran yazar, zaman ve
mekânın insana etkileri ve eserin/yazarın dili üzerinde durur. Yazısını genel
değerlendirmeyle bitirir.
Vedat Günyol, öykü ve roman eleştirileriyle tanınmıştır. Yazarın dünya
görüşünü, bunun sanatına yansımasını, biçim ve içerikte yaptığı yenilikler,
kurgudaki tutarlılık, anlatım teknikleri, kullanılan kaynakları yazılarında ele
alır. Yazarın eserini diğer eserleriyle birlikte ele alır. Başka yazarların
eserleriyle karşılaştırmalar yapar. Yazılarında çözümleyici, yorumlayıcı olmaya
çalışır.
Akademik Eleştiri
Mehmet Kaplan, akademik eleştirinin duayenidir. Eleştiri anlayışı
eklektiktir.
1972’de yayımlanan ve eleştiri tarihini bütün olarak ele
alan Edebiyat Kuramları ve Eleştiri adlı
yapıtıyla eleştiri tarihimize önemli katkı yapmış olan Berna Moran akademik eleştirinin önemli bir diğer ismidir.
Ele aldığı eser için uygun gördüğü eleştiri yöntemini
kullanarak eleştiriler yazmıştır.
Etkileyici üslubu yoğun bilgi birikimiyle akademik
çevrelerde dikkat çeken bir isim de Adnan
Benk’tir.
Akşit Göktürk, eleştiri yazılarında dil ve üslup üzerinde yoğunlaşır.
Öykü ve romanlarıyla da tanınan Tahsin Yücel, yapısalcı ve göstergebilime dayanan çalışmalarıyla
dikkat çeker.
Göstergebilime dayalı çalışmalar yapan bir diğer isim Mehmet Rifat Güzelşen’dir.
Toplumcu Gerçekçi –
Marksist Eleştirmenler
Marks-Engels ve onları takip eden Plehanov, Troçki, Lukacs
gibi isimler sanatı, tarihsel, toplumsal ve sınıfsal bağlamın bir yansıma
alanı, ideoloji üretme alanı olarak ele alırlar. Toplumcu gerçekçi eleştiri
eseri, toplumsal gerçeklik içinde kendi içerik ve yapısını nasıl kurduğunu,
sanatın toplumsal işlevini ile kitlenin sanattan beklentisi arasında kurduğu
bağı/dengeyi gözeterek ele alır. Bu çizgideki ilk isim Asım Bezirci’dir.
Ataç’ın eleştirmenlik otoritesine karşı çıkarak yazmaya başlar. Cöntürk’le birlikte bu çizgide önemli
çalışmalar yaparlar. Bezirci, sosyalist düşünceyi sanat ve edebiyat anlayışının
temeline koyar.
İçerik olarak Marksist estetiği yöntem olarak da Nurullah
Ataç’ı takip eden Fethi Naci,
sanatçının gerçekliği çözümlemenin yanı sıra topluma öncülük etmesi gerektiğini
savunur. Özellikle, Kıskanmak (1998)
adlı kitabında eleştiri hakkındaki görüşlerini açıklayan yazıları mevcuttur.
Marksist çizgide eleştiri yazan Mehmet H. Doğan daha çok şiirler ilgilenmiştir.
Ahmet Oktay, eleştiride beğenme ve beğenmeme değil, eserin nasıl
yapıldığının ortaya konulması gerektiği düşüncesindedir. Bu çizginin
günümüzdeki temsilcisi Semih Gümüş’tür.
Sözlük
Açıklayıcı Eleştiri: Eseri yargılamaz. Eseri anlamak, yorumlamak amacına
yönelir. Metin üzerinde çözümleme çalışmaları yapar. Kendi içinde üç alt
kategoriye ayrılır: a) Yorumlayıcı Eleştiri (yazarın niyetini değil eserin
anlam katmanlarını ele alır), b) Bilimsel Eleştiri (metnin dışındaki nesnel
olguları ele alır, akademik eleştirinin yararlandığı bir yöntemdir), c)
Biçimsel Eleştiri (tamamen eserin biçim ve içeriğiyle ilgilenir).
Alımlama Estetiği: Çözümleme ve yorum çalışmalarında okurun algısını esas
alır.
Anlambirimcilik
(Anlambirim=sem): Kelimelerin en küçük
anlam unsurlarına sem denir. Semler birleşerek semem denilen anlam
birliklerini/bütününü oluştururlar. Bir kelimeyi/sözcüğü tek başına ele alarak
semleri açıklamak mümkün olmaz. Birbirine yakın anlamlı kelimeler arasındaki
anlam farklılıkları semlerle açıklanmaktadır. Ev, konak, baraka, saray gibi
sözcükler arasındaki anlam ilişkileri semi açıklar.
Art metinlilik
(hypertextualite): Yeni bir metni eski
bir metne bağlayan anlam ilişkileridir.
Cihet-i Camia: Belagatte kelimeleri birbirine bağlayan anlambirimciğe
verilen addır. Birbiriyle ilişkili kelimelerin ortak yönlerinin oluşturduğu
kümeye de ittisal kümesi denir.
Dış metinlilik
(metatextualite): Eser hakkında yazılan
bütün materyalleri kapsar.
Edimbilim (pragmatique): Sözleri sözün kullanım anına bağlı şartları içinde
inceleyen bilimdir. Söz edimleri, sözceleme, delillendirme, sözel etkileşim,
bildirişim gibi alt kategorileri vardır.
Ek metinlilik
(paratexxtualite): Bir metindeki
başlıklar, alt başlıklar, dipnotlar, ön ve sonsöz, yayıncı, editör
açıklamalarını kapsar.
Haile-nüvis: Kurgu yazarı
İç metinlilik
(intertextualite): Bir metnin içinde bulunan
başka bir metni işaret eder.
İnhıraf: Sapmak, sapıtmak
İzotopi: Bir metindeki sınıf semlerinin yarattığı tutarlılığa
denir.
Kari: Oyuncu
Meani: Sözün duruma göre nasıl beyan edileceğini anlatır.
Muaheze: Azarlama, eleştirme
Muhtekir: Vurguncu
Muteriz: İtiraz eden
Müfrit: Aşırıya kaçan
Müntehabat: Antoloji
Nükûş: Nakışlar, süsler
Rekaket: Selasetin zıddıdır.
Savlet: Hücum
Selika: Güzel söyleme ve yazma becerisi
Sünûhat: İçe doğan şeyler
Şeniyet: Gerçeklik
Taannüt: İnat etme, diretme
Teceddüt: Yenilik, tazelik
Tetebbu: Derinlemesine inceleme, araştırma
Tezyif: Zayıf gösterme, alay
Tufeyli: Asalak, dalkavuk
Zem etmek: Yermek, ayıplamak
Kitap bitti
1 dönem boyunca bu bilgilerin hepsinden hatta daha fazlasından sorumluyum yüzeysel bir anlatım olmuş fakat konu hakkında kabataslak bilgi edinmek isteyenler için kaynak niteliği de taşıyor.
YanıtlaSil