25 Mayıs 2014 Pazar

Türk Tiyatrosu

TÜRK TİYATROSU

Ünite 1
Dram ve Tiyatro Sanatı

Tiyatronun temelinde oyun vardır.
Dram sanatı için tanımlama yapmak hiç de kolay değildir.
17. yüzyıla kadar dram sanatı tiyatro ve dans icralarıyla sınırlıydı. Opera bunlara daha sonra eklendi. İlk opera 1594’de İtalya’da yazılan “Defne” adlı operadır.
Kökleri milat öncesine uzansa da modern anlamda ilk bale Jean Georges Noverre’in 1760 tarihli Letters on the Dance and Ballet adlı eseridir.
Sinema, 1895’te Lumière’in çektiği ilk belgesel filmle başlar.
Televizyonda yayınlanan ilk drama Pirandello’nun Ağzı Çiçekli Adam’ıdır (1930).
Dram sanatı uygulamaları günümüzde eğitim, öğretim, eğlence, satış, pazarlama, siyaset gibi hayatın her alanında karşılık bulmaktadır.
Dram sanatının yaratıcılıkta, içinde yaşadığı toplumu tanımada, ikili ilişkileri anlamada ve güçlendirmede kullanılmasına yaratıcı drama denmektedir.

Dram Sanatının Kaynakları ve Nitelikleri
Dram sanatının kökleri büyü ve büyü amacıyla yapılan ritüellerdedir. İlkel dönemdeki insan dünyayı büyü yoluyla değiştirebileceğine inanıyordu. Bilim ve teknolojinin ilerlemesinden sonra dünyayı değiştirme aracımız teknoloji olmuştur.
Dram sanatı, simgesel sözler olan mitoslarla simgesel eylemler olan ritüellerin değişime uğramasıyla biçimlendi.
Dram sanatına kaynaklık eden bir diğer olgu insanların anlatma/aktarma merakıdır.

Mitos / Mutos
Anlatı anlamındadır.

Bir anlatı oluşturmak için dört temel öğeye ihtiyaç duyarız: kişi, uzam, zaman ve eylemdir.

Kişi

Uzam / Mekân
Uzam, sözcüğün, eylemlerin geçtiği yeri imler.

Zaman
Zaman sürekli bir akış içerisinde olduğu için her eylem belli bir zaman diliminde gerçekleşmektedir. Anlatı bir noktadan bir başka noktaya hareketi, değişimi içerdiği için zamanda da bir değişim gözlenir (süre).

Eylem
Bir anlaştı oluşturabilmek için birden fazla eyleme gerek duyarız. Tek başına bir eylem belki fotoğraf karesi için yeterlidir ancak bununla bir anlatı oluşturulmaz.

Yazınsal Anlatı
Kökleri mitos ve epik şiirlere dayanır. Mitoloji, masal, destan bunun eski biçimleridir. Öykü, roman, anı günce gibi edebi türler ise yeni biçimleridir.

Dramatik Anlatı
Kökleri mitos ve ritüele dayanır.
Tiyatro, opera, bale, sinema bu türün biçimleridir.
Dramatik anlatıda kişiler sen-ben ilişkisi içinde anlatılır.
Dramatik anlatıda dil, sözce olarak karşımıza çıkar. Sözce, kişinin “ben” ve şimdiki zamandan hareketle sözle dışa vurduğu anlamlı bütündür.
Dramatik anlatıda uzamın konumu “burada”lıktır.
Zaman da dramatik anlatıda hep bir “şimdi” gibi karşımıza çıkar.
Benveniste’e göre şimdiki zaman ulamı sözcelemeden zaman ulamı da şimdiki zamandan oluşur.
Schiller, dram sanatçısının ele aldığı olayı şimdiki zaman içerisinde işlemesi gerektiğini belirtir.
Goethe ve Schiller’in mektuplarında dramatik olanın sonsuz bir şimdiki zaman yarattığı vurgulanmaktadır.

Her dramatik anlatı bir olay içerir. Aristoteles, “tragedyanın temeli ve aynı zamanda ruhu öyküdür (mitos)” der. Brecht “her şey öyküye bağlıdır, öykü teatral gösterinin yüreğidir” der.
Dramatik anlatıda eylem/edimleri aktarmanın yolu canlandırma, yanılsama / taklit etmektir (mimesis).

Anlatı
Yazınsal Anlatı
Dramatik Anlatı
Kişiler
O, Onlar
Sen-Ben
Uzam
Orası
Burası
Zaman
Geçmiş zaman
Şimdi, şu anda
Eylemler
Sözel aktarma
Canlandırma

Ünite 2
Köylerde Gelişen Tiyatro Geleneğimiz
Köy seyirlik oyunlarında halkı ilgilendiren hemen her konu bir şekilde karşılığını bulur.
Oyun başlangıçlarındaki büyüsel ve görev amaçlı uygulamalar, oyunların kökenlerinin ritüellere kadar götürmektedir.
İbadet ile köy seyirlik oyunları arasındaki benzerlikler;
İbadet, din adamı yönetiminde yapılırken, oyunlarda da oyunu yönetecek birinin varlığı şarttır.
Her ikisinde de ön hazırlıklar yapılır.
Her ikisinde de katı kurallar vardır.
Her ikisi de belli yerlerde belli zamanlarda icra edilir.

Belli Günlerde Oynanan Törensel ve Büyüsel Oyunlar
Koç katımı ve Saya gezme, koyunların çiftleşmesi amacıyla icra edilir. Koç katımında koçlar süslenip meraya götürülür. Törenle koçu koyuna katarlar. Koç siyah koyuna giderse bunu kara kışa yorarlar.
Saya gezme, koç katımından yaklaşık 100 gün sonra, kuzunun doğum zamanında icra edilir. Bir diğer adı çoban bayramıdır. Bu oyunda çoban, muhtardan izleyiciler önünde iş ister. Ücret konusunda pazarlık yapar. Ev ister. Muhtar ev bulunca çoban karılarını getirip sürüyü otlatmaya gider. Karılarından birini seyirciler kaçırır. Çoban geri döndüğünde muhtar çobana karısının köyde bir aşığı olduğunu ve ona kaçtığını söyler. Çoban inanmaz, muhtar verdiği paraları geri ister. Köydeki bir düğüne katılıp oynarlar. Oyunun sonunda çoban ölür. Başında kadınlar feryat ederler. Çoban dirilir, bu defa kaçan eşi ölür. Çoban ağlar. Bu defa kadın dirilir. Oyun havası eşliğinde herkes dans eder.
Hasat önü oyunlardan birinde tarlaya ilk tohum atan köylü ıslatılır. Bazı yörelerde tüm köylü tarla başında toplanıp dua ederler. Niğde yöresinde oynana ekin kurtarma oyununda çoban, önüne kattığı sığırları otlatırken karısı yemeğini getirir. Bu işten bıktığını söyleyip ağaya gider. Orakçılık yapmaya başlar ve ekini kurtarır. Orakları ağanın önüne atarak bahşiş ister.
Hasat sonu oynanan cemal oyunu bolluk bereket için oynanır.
Doğayla ilişkili baca pilavı oyunu Sivas yöresinde oynanır. Güneşi karşılamak için kır ortasında oynanır. Baca pilavı oyununda genç erkekler köy evlerinin bacalarında sepet sarkıtıp yiyecek toplar. Toplanan yiyecekleri köylüler bir araya toplanıp yerler.
Eğlenmek, Vakit Geçirmek için Çıkartılan Oyunlar
Eğlence amaçlı oyunların pek çoğunun kökeni büyü ve törenlerdir.
Sivas yöresinde oynana madımak oyunu iki kız kardeş arasındaki atışmayla başlar. Kızlar tarlaya madımak toplamaya gider. Tarlada bacakları arasında sopa olduğu halde yerde yatan adamın kucağına hangisi alacağını sorarlar. Adam, her ikisini de ister. Kızlar adamı tartaklar ve adam bayılır. Adam kendine gelince hep birlikte gülüp eğlenir ve oynarlar.


Köy Seyirlik Oyunlarında Ortak Motifler
Ak-kara çatışması sıklıkla Arap ile Dede arasındaki çatışmalarla kişileştirilir.
Kız kaçırma, ölüp dirilme ve toplu yeme ile birlikte değerlendirildiğinde mitolojik anlatılardaki bereket tanrılarıyla ilgili anlatılarla ilişkilendirilebilir.
Dua, mani, tekerleme, türkü ve danslar tüm oyunlarda kullanılan motiflerdir.

Yönetici
Seyirlik oyunlarda yönetici oyun öncesi oyun sonrasında oyun düzeninden sorumludur. Yönetici yöreden yöreye değişik adlarla anılır: Delikanlıbaşı, Yarenbaşı, Meydancı, Köse, Cıdıroğlu, Kızılayak, Peyk veya Yiğitbaşı,
Delil, Mukallit, Oyunbabası, Oyunağası, Oyuncubaşı, Kumpo, Kızlarağası, Öncü,
Reis, Elebaşı, Düğün Kâhyası, Oyun Kâhyası gibi.

Oyuncu, Seyirci
Köy seyirlik oyunlarının oyuncuları gönüllülerdir.
Seyirciler katılımcı ve dinamiktirler. Gerektiği yerde oyuna ve oyunculara müdahale ederler.

Oyun Alanı
Oyunlar, köylünün olanakları oynanır. Dekor unsurları yoktur. Oyun alanı doğal dekordur.
Kişileştirmeler ve stilizasyon gereği kostüm ve aksesuar çokça kullanılır. Oyuncunun üzerine aldığı kara post eskiyi, ak post yeniyi simgeler. Hacı/hoca temsil eden oyuncu başına sarık takar.

Ünite 3
Kentlerde Gelişen Tiyatro Geleneği

Gölge oyununun kaynağına ilişkin tezlerden biri, bu oyunun Cava’dan, bir diğeri Hindistan’dan bir başkası ise Çin’den çıktığını ileri sürer.
Karagöz hakkındaki en güçlü tez, Yavuz Sultan Selim döneminde Osmanlı ülkesine girdiği yönündedir. Yavuz Sultan Selim, Mısır seferinde astırdığı Memluk sultanı II. Tumanbey’in asılış sahnesinin, İstanbul’a döndüğünde oğlu görsün diye temsil edilmesini istemiş ve bundan sonra benzer oyunlar icra edilmeye başlanmıştır. Karagöz oyunu 17. yüzyıl sonunda kesin biçimini almıştır.
Karagöz ve Hacivat’ın gerçekten yaşadıklarını iddia eden görüşlerden biri bu ikisinin Orhan Bey zamanında diğeri ise Yıldırım Bayezid zamanında yaşadıklarını iddia eder.
Ortaoyununun Sultan Süleyman döneminde akıl hastaları için icra edilen bir gösteriden kaynaklandığı iddia edilir. Ortaoyununun da II. Mahmut döneminde son halini aldığı varsayılır. Ortaoyunu, orta yerde oynanan oyundur. Bu sebeple çok çeşitli eğlence ve oyunların uhdesinde taşıyan geleneğin bir ürünüdür.
Hikâye anlatma sanatı olan meddahlık ise Bursa ve Edirne gibi merkez şehirlerde yaygınlaşmıştır. Meddah ismi 17. yüzyıldan itibaren kullanılır olmuştur.

Karakterlerin Özellikleri
Karagöz tiplemesi, İran’da yaşayan Türklerin güldürü oyunlarının başkişisi Keçel Pehlivan’la ilişkilendirilir. Bizans kökenli Sanio tipiyle de benzer özellikler arz eder. 
Karagöz, yoksul, saf, açık sözlü ve kurnaz biridir.
Kavuklu da Karagöz gibi açık sözlüdür, halktan biridir.
Hacivat, halktan biraz uzak, yarı aydın bir kimsedir. Tumturaklı konuşur. Yönetici sınıfın özelliklerini yansıtır.
Pişekâr, Hacivat’ın ortaoyunundaki yansımasıdır. Mevcut düzenden yanadır. İçten pazarlıklı, içe dönük biridir.
Oyunlarda temsil edilen kadınlar, olumsuz özellikler taşırlar. Aşüfte ve yosma olarak karşımıza çıkarlar.
Çelebi, işsiz ve züppe bir tiptir. Atadan kalma malla geçinir. Hoppa Bey, Züppe Bey, Zampara Bey, Şık, Zater Bey, Fatin, Razakkızâde, Razakkızâde Tarçın Bey gibi çeşitli isimlerde görülür.
Tiryaki de aylak bir tiptir. Afyon çeker. Nokra Çelebi ismini kullanır.
Beberuhi cücedir. Züppedir. Oyunlarda Altıkulaç ya da, Pişbop ismini aldığı da olur.
Kabadayılar, oyunlardaki çatışmaları çözen tiplerdir. Anadolu çeşitlemelerinde zeybek ve efe olarak karşımıza çıkar. Oyunlarda; Tuzsuz Deli Bekir,
Mandıralı Deli Tuzsuz, Bekri Veli, Tekbıyık, Sakallı Deli gibi isimler kullanır.
Anadolulu tipler bön ve intikalsizdir. Kayserili açıkgöz tüccar rölündedir. Eğinli genelde kasaptır. Karamanlı tipi Hacı Torgi oğlu Bodosaki’dir. Laz geveze bir tiptir.
Zımni tipler: Yahudi’ye Cûd da denir. Tefeci ve sarraf rollerindedir. Korkak ve yaygaracıdır. Frenk ve Rum doktor, eczacı, meyhaneci, terci ya da tacir olarak karşımıza çıkar. Ermeni, el sanatlarına meyyaldir. Başkalarını küçümser tavırdadır.
Yabancı tipler: Acemler varlıklı tiplerdir. Yüksekten atarlar, palavracıdırlar. Araplar aptal tiplerdir. Arnavutlar dürüst ve de cahil temsil edilirler. Muhacirler pehlivanlıklarıyla övünürler.

Oyunların Yapısı
Bölümler
Eğlence amaçlı oldukları için gevşek dokuludurlar. Bölümlerin katı kuralları yoktur, esnektirler.
Giriş: Karagöz, müzik eşliğinde başlar. Hacivat’ın sahnede görünmesiyle oyun başlar. Karagöz’ün gürültüsünden rahatsız olan Karagöz perdede görünür. Dövüşürler.
Ortaoyunu bütün oyuncuların yer aldığı danslarla başlar. Zamanla bu curcuna bölümü yerini Pişekâr’ın Pişekâr havası denen oyununa bırakmıştır.
Söyleşme: İki karakter arasında geçen konuşmalardır. Söz ağırlıklı bir eğlencedir.
Fasıl: Asıl oyundur. Konularını günlük hayattan alırlar.
Tekrar motifi, bir durumun değişik tiplerle icrasıdır.
Sıralanma motifi, çeşitli tiplerin ardı sıra perdede görünmesidir.
Kişilerin değişimi motifi, kişilerin bir eşya ya da hayvana benzetilmesidir.
Soruşturma motifi, bir gerçeğin öğrenilmesidir.
Ortaklık motifi, tiplerin iş ortaklığını anlatır.
Yarışma motifi, bir amaca giden aşamalı işaret eder.
Bunlar gibi çok çeşitli motiflerle oyunlar icra edilir.
Bitiş: Karagöz, yanlışlıklar için bağışlanma diledikten gelecek oyunun adını bildirir.
Ortaoyununda Pişekâr aynı vazifeyi üstlenir.
Meddah hikâyesini anlatırken dört parçadan oluşan bir bölümleme yapar: giriş, açıklama, hikâye ve bitiş. Anlatılan hikâyelerde halk hikâyelerinden farklı olarak gerçek olaylardan esinlenilir.

Müzik ve Dans
Karagöz’de cırlak ses çıkaran nâreke, dayren denilen def ve hatem denilen bir zil müzik aleti olarak kullanılır.

Oyun Düzeni
Tasvir denilen Karagöz figürleri genellikle deve derisinden yapılır. Karagözcüler ortalama beş kişilik bir ekipten oluşur. Görüntüleri oynatan hayali / hayalbaz denilen usta, çırak ve çırağa denilen yardımcı, sandıkkâr denen bir kişi ve şarkıları okuyan yardak ile dayrezen denilen def çalan kimse.
Perdenin arkasında üzerinde meşale, sonraları mumlar bulunan destgâh denen raflar bulunur.
Sopalar yatay ve perdeye dik açı oluşturacak şekilde tutulur. Sopaları (değnekleri) kullanmaya el peşrevi denir.
Ortaoyununda oyun yeri palanga adını alır. Dekor, iki paravandan ibarettir. Birisi ev yerine kullanılan yeni dünya diğeri ise Kavuklu’nun dükkânı olan küçük bir paravandır.
Pişekâr’ın elinde silkelendiğinde ses çıkaran pastav ya da şakşak denen bir araç bulunur.
Meddahın gösteri yeri kahvehanelerdir. Anlatının temelini taklit oluşturduğu için taklitlerde yardımcı olacak eşyalar kullanır. Bunlardan biri makreme denen mendili diğeri de değneğidir.

Ünite 4
Tanzimat’ta Tiyatro
III. Selim zamanında biri sarayda ötekisi sarayın dışında olmak üzere iki tane tiyatro binası inşa edilmiştir.
1836’da saray kütüphanesinde yaklaşık 500 tiyatro metni bulunmaktaydı. Bunların 280’i vodvildi.
Abdülmecit, 1859’da Dolmabahçe Sarayı’nda tiyatro yaptırmıştır. II. Abdülhamit Yıldız Sarayı’nda tiyatro yaptırmıştır(1889). Zira her ikisi de yabancı misafirlerine saraylarında tiyatro temsilleri sunarlardı.
İbrahim Şinasi’nin Şair Evlenmesi sarayın siparişi ile yazılmıştır (1859).
Tanzimat döneminde Avrupa kültürüne yakınlaşan devlet erkânında görevli paşaların da desteğiyle tiyatro gelişmeye devam etmiştir.
Osmanlı’da ilk opera III. Selim zamanında sahnelendi (1797).
II. Mahmut, bir saray orkestrası kurup başına da Mankel adlı birini atadı. Bu orkestranın girişimleriyle Gaetena Donizetti’nin kardeşi Guiseppe Donizetti 1828’de İstanbul’a geldi. Saray orkestrasını geliştirdiği için kendisinden Donizetti Paşa diye söz edilir.
Abdülmecit’in isteğiyle Bellini’nin La Somnambula (Uyurgezer Kız) adlı operasının bir bölümü sarayda oynandı.
1858’de Beyoğlu’ndaki Naum Tiyatrosu’nda yabancı bir oyun Türkçeleştirilerek sahnelenmiştir (Riyakâr ve Müseyyip).
1840’da piyano İstanbul’a giriş yaptı. Piyano resitalleri düzenlenmeye başlandı.
1842’den itibaren yabancı eserlerin tercümesine başlandı. İlk tercüme Belisario’nun bir oyunudur.
1844’de Hayrullah Efendi (Abdülhak Hamit’in babasıdır), Hikâye-i
İbrahim Paşa ve İbrahim-i Gülşeni adını verdiği bir opera metni yazdı.

Şair Evlenmesi: Görücü usulü evlenmeyi hicveden bir eserdir. Oyun biçim bakımından batı tiyatrosunun özelliklerini taşırken içerik bakımından geleneksel oyunlarımızın birikiminden istifade eder.

Tragedya
Ali Haydar Bey ilk tragedyalarımızın yazarıdır. İlk eseri üç bölümlük Sergüzeşt-i Perviz (1866) ikinci eseri iki bölümlük İkinci Ersas’tır (1866). Her iki eser de şiire yön vermek, yol açmak üzere yazılmışlardır. Asıl kusurları trajik unsurların ortaya konulamamış olmasıdır.
Yeğenzade Hüseyin Fazıl’ın ikinci bölümü kayıp olan Ahenk (1872) adlı tragedyası da manzumdur.
Mustafa Hilmi’nin Bahtiyar ya da Son Gürlüğü (1874) adlı tragedyası mesnevi biçimindedir.

Abdülhak Hamit
Romantik yazının en önemli temsilcilerinden biridir. Eserlerinde Fransız edebiyatçılarının etkisi altındadır. İlk tragedyası Nesteren (1877) Corneille’in Le Cid adlı eserine benzer. Eserin son bölümü ise Romeo ve Juliet’e benzer.
Hamit, biçim konusunda titiz değildir. Eserleri dağınık ve coşkuludur.
Nazife (1878) ve Tezer (1880) adlı eserleri Racine’in Berenice’ine benzer.
Eşber adlı oyununda da Racine ve Corneille etkileri görülür.
Zeynep (1880) adlı oyununda egzotik bir masal atmosferi tasvir eder. Bu yapıtta da Shakespeare etkisi göze çarpar.
İlhan (1913), Turhan (1916) ve Hakan (1935) adlı eserlerinde kaynak olarak Orta Asya ve Türk dünyasına yöneldi.
Sardanapal ile Asur tarihine yöneldi. Abdüllaü’s Sagir, klasik tragedya denemesidir. Liberte (1913) saray politikalarını eleştiren alegorilere yer verir.
Yadigâr-ı Harb (1916) dönemin güncel konularına yönelir.
Eserlerinin tümü zayıf ve kıymetsizdir.
Tragedya denemeleri İbnürreşat Ali Ferruh’un Huşenk (1885) ve Abdülhalim Memduh’un Bedriye (1888) adlı eserleriyle devam etmiştir.

Fanteziler
Ahmet Necip’in İdbar ve İkbal (1874) masal atmosferinde bir oyundur. Eser, Gozzi’nin Turandot adlı oyunundan esintiler taşır.
Abdülhak Hamit’in Macera-yı Aşk adlı kurgusu dağınık eseri masalsı öğeler içerir.
Yazarı (ya da çevirmeni) bilinmeyen Ester (1873), Tevrat’ta yer alan bir hikâyeden esinle yazılmıştır.

Tarihsel Oyunlar
Namık Kemal’in Celaleddin Harzemşah adlı oyunu, onun İslam’ın evrensel yanlarına ve gelişmesi gerektiğine olan inancının bir ürünüdür.
Hasan Bedredin ile Şemsettin Sami birlikte Ebulûlâ yahut Mürüvvet (1876) adını verdikleri, beş bölümlük bir tarihsel oyun yazdılar. Eser, Hamlet’in etkisinde yazılmıştır.
Şemseddin Sami, Gâve (1877) ve Seydi Yahya (1878) adlı iki oyun daha yazmıştır. Seydi Yahya adlı oyunda tragedya korosu da bulunuyordu.
Dönemin tarihsel oyunları; Aleksandr İstamatyadi Gazi Osman (1878), Sami Paşazade Sezai Şîr (1880), Abdülhak Hamit Tarık yahut Endülüs Fethi (1880) ve Ahmet Mithat Efendi Siyavuş yahut Fürs-i Kadimde Bir Facia (1885) olarak sıralanabilir. 

Romantik Dramlar
Namık Kemal’in yazdığı ilk romantik temsil Raz-ı Dil, sansürlenir endişesiyle Gülnihal adıyla yayınlandı (1873). Eserde özgürlük teması işlenmiştir. Haydutlar ve Hernani’ye benzer yanları vardır. Bazı sahnelerinde de Racine’in Britanicus’unun etkileri görülür. 
Vatan yahut Silistre (1873) devrim havası yaratıp yazarın sürgün edilmesine neden olmuştur. 1874 tarihli Akif Bey adlı oyunu da benzer temaları işler.
Kara Bela (1876) adlı oyununda padişahın kızını iğfal eden bir haremağasını konu edinir.
Ebuzziya Tevfik Ecel-i Kaza (1872) adlı oyununda kan davasına karşı bir tutum takınır.
Mehmet Rıfat’ın Ya Gazi ya Şehit (1873), Mehmet Saadetin’in Tuna yahut Zafer (1874) vatan sevgisini öne çıkarır.
Ahmet Mithat Efendi’nin yabancı isimler etrafında kurguladığı Ahz-ı Sar (1875) adlı oyunu korku ve heyecan doludur.
M. Asaf’ın Nedametle Ölüm (1892) ve yazarı bilinmeyen Keşf-i Esrar (1891) adlı oyunlar o dönemde yazılmış zayıf eserlerdir. Bunların arasında Abdülhak Hamit’in Duhter-i Hindu (1876) ve Finten (1916) adlı oyunlarını da sayabiliriz.

Melodram
Salim’in Sözde Sebat (1870-71) adlı melodramı masal havasındadır. Recaizade Ekrem’in Afife Anjelik’i Fransız esintileri taşır.
Ahmet Mithat Efendi’nin Hükm-i Dil (1874) sınıf farklarından doğan dramatik durumları temalaştırır.
Abdülhalim Memduh’un Ümitsiz Mülakat (1876) adlı eseri de önemsiz bir melodramdır.
Hasan Bedreddin ve Mehmet Rıfat 1876’da Delile yahut Kanlı İntikam adında gerçeklikten uzak bir intikam öyküsü neşrettiler. İkili daha sonra Kölemenler (1876) adında başarısız bir başka oyun yazdı. Aynı ikiliye ait olan Fakire (1877) köle bir kızın dramını anlatır.
Mehmet Rıfat’ın Pakdamen (1875) adlı oyunu Afife Anjelik’in kopyası gibidir. Yazarın Ahmet Yetim yahut Netice-i Sadakat adlı oyununun konusu Arap ülkelerinde geçer.
O dönemde yazılmış çok sayıda melodram mevcuttur.

İçli Gerçekçilik
Bu oyunlar konularını halkın güncel olaylarından alır. Halkın duygularına hitap etmeye çalışırlar. Namık Kemal’in Zavallı Çocuk (1873) adlı oyunun türün örneklerindendir. Vuslat adlı oyunu da aynı yıl yayınlanır.
Mehmet Rıfat’ın Görenek adlı oyunu müsrif kadınları anlatır. Mehmet Nuri’nin Nasihat yahut Kumar Belâsı (1875) kumar, İzzet’in Katiller yahut Ahz-ı İntikam (1888) öç hakkındadır.
Hasan Bedreddin’in Iskat-ı Cenin’i (1874) yanlış evliliği, Mehmet Sadi’nin Afet-i Cehil yahut İnhimak-i Sefahat (1875) adlı eseri de cahil bir mirasyediyi anlatır.
M. Ziya’nın Eden Bulur (1882), Tedbirsizlik, Ahmet Mithat’ın Eyvah (1886), Abdülhak Hamit’in Sabr-ü Sebat ve İçli Kız, Ahmet Muhtar’ın Mihnet yahut İftirak-ı Aşk ve Mesture-i Aşk içli oyunlardır.

Entrika Komedyası
Ali Bey’in Misafiri İstiskal (1871) adlı oyunu türün başarılı bir örneğidir. Kokona Yatıyor (1871), Geveze Berber (1873) yazarın diğer komedileridir.
Hamdi BeyBen” müstearıyla İki Karpuz Bir Koltuğa Sığmaz (1871) adlı oyununda kocalarıyla dost olan bir adamın iki kadınla olan ilişkisini anlatır.
1874 yılında Fuat Bey Ahmak Herif Hasis Karı ve yazarı bilinmeyen Kendi Düşen Ağlamaz adlı komediler neşredilir.
Yazarı bilinmeyen Bela-yı Muhabbet (1875) adlı oyun işveren-işçi ilişkisi üzerine kuruludur.
Ali Rıza’nın Mızrak Çuvala Sığmaz (1876) adlı oyunu bir aldatmacayı, Mehmet Behçet’in Fakir Lokantanın Fakir Uşağı (1876) da garson Dimitri’nin hizmetçi Mari’ye olan aşkını konu edinir.
Recaizade Ekrem’in Çok Bilen Çok Yanılır (1875) adlı oyunu kıskançlık ve kötülük duygularını yermektedir.
Mustafa Nuri’nin Zamane Şıkları (1874) beş parasız züppeleri anlatır.
Yazarı bilinmeyen Karı Koca Muarazası (1875) giyim sorununu, Ahmet Mithat’ın Sanki Aşk (1883) adlı oyunu da alafranga özentisini anlatır.
Ahmet Mithat’ın Açıkbaş (1875) ve Çengi (1877) adlı oyunları gelenekteki yanlış uygulamaları konu edinir. S. Vehbi’nin Haşim Bey (1886) adlı oyunu da benzer içeriktedir.
Hasan Bedreddin ile Mehmet Rıfat’ın birlikte yazdıkları Nedamet (1876) pinti bir faizciyi, Şemsi Bey’in Kendim Ettim Kendim Buldum (1875) adlı oyunu da cimriliği anlatır.
Mehmet Şakir’in Evhami (1885) adlı oyunu Moliere etkisinde olsa da başarılıdır. İcab-ı Gurur yahut İnkilab-ı Muhabbet sonradan görme bir gencin başına gelenleri ele alır. 1886’da yazdığı Kırk Yalan Köse ve devamı niteliğindeki Yalan Tikendi de renkli tiplemeler dikkat çeker. İnatçı yahut Çöpçatan ve Teehhül yahut İlk Göz Ağrısı, yazarın en başarılı oyunlarıdır.

Tiyatro Eleştirisi
Tiyatro üzerinde ilk yazı, Ceride-i Havadis’te, 1841 yılında, Bosko Tiyatrosunda oynanan oyunlar üzerinde yayınlanan bir incelemeydi.
Diyojen yazarı Teodor Kasap, tiyatro hakkında çokça yazı yazmıştır. Tiyatronun uygarlaşmak için önemli olduğuna dikkat çeken yazar, ithal oyunlarla hedeflenen ilerlemenin sağlanamayacağına da dikkat çeker.
Haşmet isimli bir zevat Teodor Kasap’ın görüşlerine Hadika’daki bir yazısında karşı çıktı (09.01.1873). Namık Kemal de Haşmet’in görüşlerine katıldı. Ancak daha sonra tiyatronun bir ahlak okulu olduğu düşüncesini kabul etti.  
Kitap yalnızların dostu, tiyatro topluluğun arkadaşıdır der Namık Kemal.
Ziya Paşa Harabat’ında taklit yolunda aslını unutma diyerek ikazlarda bulunur.

Ünite 5
Meşrutiyet Tiyatrosu
23 Temmuz 1908 tarihinde Meşrutiyet ilan edildi. Padişah Mehmet Reşat’ın emriyle meclis açıldı ve genel seçimlere gidileceği ilan edildi. Meşrutiyet Dönemi, burada saydığımız hadiselerle başlar. Sona erdiği tarih için TBMM’nin açıldığı tarihi esas alırız.
II. Abdülhamid dönemindeki sıkı sansür, tiyatroyu küçültmüştür. Meşrutiyet’in ilanından sonra tiyatro alanında bir hareketlenme gözlenir. Bu dönemde yazılan ilk eserlerde ağırlıkla istibdat rejiminin eleştirildiğini görürüz.   
Birinci Dünya Savaşı’nın arifesinde, 1914 yılında, İstanbul Belediye Başkanı Cemil [Topuzlu] Paşa bir tiyatro okulu kurulması için kolları sıvamış ve Ali Ekrem Bey’in önerisiyle Dâr-ül Bedayi [Güzellikler Evi] adı verilen bu okula, o sırada dünya çapında üne kavuşmuş olan Fransız tiyatro adamı André Antoine’ı davet etmiştir.
Darülbedayi Tiyatro Bölümü’nün yedi temel dersi vardı: Bunlar,
1- Kıraat, telâffuz, tecvit (okuma, söyleyiş, tonlama);
2- İnşat, takrir, aruz (ezber okuma, anlatım, uyaklı konuşma);
3- Tarih, edebiyat ve edebiyat tarihi;
4- Hâile (tragedya);
5- Dram;
6-Mudhike (komedya);
7- Raks (dans), adab-ı muâşeret (görgü), eskrim, iş’mizaz (mimik) idi. Darülbedayi’nin yönetim işlerinin başında, Abdullah Cevdet, Mehmet Rauf, Tahsin Nahit, Emin Bülent ve Ahmet Hâşim bulunuyordu. Mâli işlerle Kemal ve Asım Beyler uğraşacaklardı.
1914’te öğrenci kayıtları başladı. İlk elemelerde 63 kişi başarı gösterdi. Dünya Harbi başlayınca André Antoine ülkesine dönmek durumunda kaldı. Bir ara kapanma tehlikesi yaşayan kurum 1915’te 37 maddelik yönetmeliğini hazırladı.
Yönetmeliğin ilk maddesinde kurumun amacı sanatçı yetiştirmek ve halka tiyatroyu sevdirmek olarak tanımlandı.
İlk gösteri 13 Ocak 1915’te sahnelendi. Bu temsilde Victor Hugo’nun Ruy Blas adlı oyunundan bir parça, gülünç bir monolog ve Mınakyan denetiminde Altı Aydan Beri adlı bir komedi oynandı.
20 Ocak 1916’da Emile Fabre’dan uyarlanan Çürük Temel ile halka açıldı.
Sahnelenen ilk yerli oyun Halit Fahri’nin Baykuş’udur. Muhsin Ertuğrul’un sahnelediği bu oyun çok beğenildi.
Kurum içinde huzursuzluklar çıkınca Muhsin Ertuğrul Darülbedayi’den ayrıldı. Ebedi Tiyatro Heyeti’ni kurdu ve Henrik İbsen’den Horlaklar’ı, Ahmet Nuri’den Sivrisinekler’i sahneledi. Muhsin Ertuğrul 1919’da yeniden Darülbedayi’ye alındı. 1921’de kurumun başyönetmeni oldu. Kurum yeniden canlanmaya başladı. Sanatçıların yönetimle ihtilafa düşmesi sonucunda aralarında Muhsin Ertuğrul’un da yer aldığı pek çok sanatçı kurumdan çıkartıldı.
Muhsin Ertuğrul bu olaydan sonra Almanya’ya gidip yönetmenliğe devam etti. Darülbedayi’den çıkartılan diğer sanatçılar Yeni Sahne topluluğunu kurdular. Muhsin Ertuğrul yurda döndükten sonra birlikte “Türk Tiyatro Topluluğu”nu kurdular. Sinema ile ilgilenmeye başladılar.
Tatlı Sır adlı bir oyunun temsilinde sahneye çıkan Afife Jale, polis baskınına uğradı. 1921’de Müslüman kadınların sahneye çıkması yasaklandı. Bu yasak cumhuriyetin ilanından sonra kaldırılmıştır. Cumhuriyetin ilanından sonra sahneye çıkan ilk Müslüman kadın Bedia Muvahhit olmuştur.
Avrupa’da edebi akımlar o yıllarda Emile Zola ve Hippolyte Taine’nın başını çektiği natüralizmin etkisindeydi. Taine, Paris Komünü sonrasında Hıristiyan sanatının koruyuculuğuna soyunmuştur. Paul Bourget de dinci bir çizgideydi. 19. yüzyılın çalkantıları sanatçıları derin şekilde etkilemekteydi. Komün Hareketi’nden sonra (1870) sanatçılar iki kutba ayrıldılar. Ortada kalanlar ise nihilizme doğru sürüklendiler. Doğalcı yazarlar toplumsal dönüşümlerden sonuç çıkarmaktan acizdiler. Dolayısıyla da sonuçsuz kalmaya mahkûmdular. Yaptıkları sadece olan biteni eleştirmek ama asla nedenlere dokunmamaktı.
Tiyatronun etkisi altında kaldığı disiplinlerden biri gerçekçiliktir. Buna tepki olarak da karşıt gerçekçilik ortaya çıktı. İkinci kutup bireyci eğilimleri merkeze aldı.
Freud’un etkisiyle tiyatro oyunlarında psikolojik tahlillere yer verilmeye başlandı. Tahsin Nahit ve Hasan Bedreddin, oyunlarında psikolojik unsurlara yer verdiler.
Henri Kistemaekers, Victor Fabre, Paul Hervieux, Henri Laveden gibi sanatçıların eserlerinden çok sayıda uyarlama oyun sahnelendi. İbsen ve Maeterlinck, Meşrutiyet’ten sonra tanınmaya başlandı. Yakup Kadri’nin tek perdelik Nirvana ve Veda adlı oyunlarında İbsen etkisi görülmektedir. 
Hüseyin Kâmi’nin Sabah-ı Hürriyet (1908) yapısı acemice olan, Jön Türkler’i, İttihat ve Terakki’cileri ele alan beş bölümlük bir oyundu.
Ahmet Bahri’nin Gasb ve Nedâmet ve Nedâmet yine İhanet (1909) adlı oyunu siyasal ve hukuksal düzeni ele alır.
M. Sezâi’nin Mithat Paşa yahut Hükm-i İdâm (1912) konuyu belgelere dayanarak işleyen bir oyundu.
Hüseyin Suat’ın ilk oyunu olan Şehbâl yahut İstibdatın Son Perdesi (1908)
Abdülhamit’in ünlü hafiyesi Fehim Paşa’nın kötülüklerini ele almaktaydı.
Mehmet Burhanettin’in Fehim Paşa (1912), Fehime Nüzhet de Bir Zâlimin Encamı’nda (1908) Fehim Paşa’yı konu edinir.
İbnülcemal Ahmet Tevfik, İstibdatın Son Günü yahut Zavallı Valide’de (1910) hafiyelik ve adalet sisteminin bozukluğu üzerinde durur. Hafiyelerin kötülüklerini gösteren bir başka oyun da Yusuf Niyazi Ebu Kemal’in Mülevves yahut Bir Casus’un Akibeti’dir.
Doktor Kâmil imzasıyla yazan biri, Canlı Cenaze yahut Yıldız’ın Telâşları (1909) adlı oyununda Abdühamit’e karşı birleşenleri ve padişahı gösterir.
Abdülhalim Memduh ile Refik Nevzat’ın Abdülhamit ve Genç bir Harem Ağası (1911) ve Vassaf Kadri’nin Yıldız Faciaları Adbülhamid’i konu edinir.
Halil Rüştü’nün 10 Temmuz 1324 (1908) adlı oyununda Meşrutiyet’in ilânı için
Rumeli’de çalışan subayları ele alır.
Hasan Nazmi’nin Genç Zâbit yahut İstibdât Zulümleri (1910) hafiye zulmüne uğrayan bir subayı anlatır.
Selânikli Hilmi, Menfiler yahut Felâket-i İstibdât (1911) adlı eserinde sürgüne gönderilen insanların hayatını konu edinir.
Hasan Nadir’in Devr-i Sâbıkta Vükelâ (1910) adlı oyunu polis işkencelerini anlatır.
Ahmet Hilmi’nin İstibdât’ın Vahşetleri yahut bir Fedãinin Ölümü (1909), Sâid Hikmet’in Mâzi ve Âti (1909) ve Aka Gündüz’ün ilk oyunu sayılan ve tamamı yayımlanmayan Aşk ve İstibdât (1909), özgürlük mücadelesine paralel gelişen bir aşk konusunu da içerir.
Cenap Şahabettin’in Yalan’ı (1914) bu konuda en çok temsil edilen oyundur.
Ahmet Cevat [Emre], Yıldız’ın Sonu (1909) adlı oyununda 31 Mart Olayı’nı inceler.
Mehmet İhsan’ın Hırs-ı Saltanat yahut İntikam-ı Meşrû-u Millet adlı oyunu da 31 Mart Olayı’nı konu edinir.
Saffet Nezihi’nin İzah ve İstihzah’ı (1910) meclis soruşturması karşısında iki bakanı, Garibeler’i (1908) ise halkın milletvekillerinden hesap sormasını ele alır.
Saffetî Ziyâ’nın Haralambos Cankiyadis (1912) o dönemin başlıca töre oyunlarından biridir.
Mehmet Sâdullah’ın Köylü Mürşidi (1913) adlı oyunu köylerdeki sömürü düzenini konu edinir.
Salâh Cimcoz ile Celâl Esat’ın Selim-i Sâlis’i (1910) adlı oyunu III. Selim’in batılılaşma teşebbüslerini konu edinir.
Ali Haydar Emir’in Sultan Selim-i Sâlis’i de yine III. Selim hakkındadır.
A. Faik’in Şâhingiray adlı oyunu yine batılılaşma temalıdır.

Ziya Gökalp, Alparslan, Malazgirt Muharebesi (1913) adını verdiği iki bölümlük kısa bir oyun yazmıştır.
Mehmet Nâfi’nin Kamer Sultan’ı ve Celâl Esat’ın Büyük Yarın’ı Cengiz Han zamanındaki Türklere ilişkin oyunlardır.
Aka Gündüz’ün Muhterem Katil (1914) adlı oyunu ise Kafkasya’da Kazaklara karşı dövüşen Türkler ile romantik tek yanlı bir aşk ilişkisini işler.
Aka Gündüz’ün Yarım Türkler (1919) Türk özelliklerini yitirmiş, yozlaşmış Türkleri konu eder.
Mınakyan Kumpanyası’nın Sosyalizm yahut Âmir mi, Hâmi mi? (1911) ve Sosyalist yahut Hak Çalışanındır (1920) içerik ve biçim bakımından zayıf iki oyundur.
Ömer Hilmi’nin Hak ve Kuvvet (1923) adlı eseri benzer içeriktedir.
Bu dönemde popüler tiyatronun en önemli ismi Tunalı Hilmi’ydi. Memiş Çavuş tiplemesiyle çok sayıda oyun yazmıştır: Dertli Memiş Çavuş (1910), İstanbul Şenliklerini Görmeye Gelmiş Bir Köylü, Memiş Çavuş (1921), Büyük Millet Meclise Âzaları Memiş Çavuş Sayvanında (1923)
İbnürrefik Ahmet Nuri’nin Ferda’sı (1914), Manastırlı Hasib’in Rumeli’si (1915), Necmettin Sâhir’in Kafkas Yolu (1915), Hüseyin Kâzım’ın Büyük İmân’ı (1916) gibi daha birçok oyun, Türklerin I. Dünya Savaşı’ndaki kahramanlıklarını dile getirir. Aynı içerikteki Abdülhâk Hâmit’in, çoğu bölümleri nesir olan, Yâdigâr-ı Harb’ı (1919) sahne üzerinde oynanabilmesi olanaksız bir yapıttır.
Mithat Cemal’in Yirmi Sekiz Kânunuevvel (1918) adlı oyunu Çanakkale müdafaası hakkındadır.
Faik Âli’nin [Ozansoy] Payitahtın Kapısında (1918) yurt sevgisini vurgular.
Muhyiddin Mekkî’nin Vatan Daha Güzel’i de (1914) kahramanlık temalıdır.
Sâlih Zeki’nin Öldürülen Söz - Öldürülemeyen Aşk (1920) Türk köylüsünün nasıl savaştan savaşa sürüklendiğini anlatır. A. Rıza’nın İzmir’e Doğru; İzmir’de Doğan Şeref (1922) yine aynı konuyu işler.
‘Servet-i Fünûn’ yazarları arasında tiyatroya en çok yapıt vermiş olan Hüseyin
Suat’tır (1868-1948). İstibdat dönemini eleştiren Şehbal’den sonraki önemli eseri Yamalar’dır (1919). Hülle (1910), Çifteli Mikroplar (1920), Ahrette Bir Gün (1925), Ana Karnında Son Gece, Sanat Vesikaları, Harman Sonu oyunlarından bazılarıdır. Küçük Beyler’i Cenap Şahabettin ile birlikte yazmıştır. 
Cenap Şahabettin önemsiz bir melodram olan Merduh Aile’den sonra Yalan ve Körebe adlı iki oyun yazmıştır.
Namık Kemal’in oğlu Ali Ekrem Baria (1908), Sükût (1919), Mama Dadım Darılır (1919) ve Köse Daniş adlı oyunları yazmıştır.
Mehmet Rauf Pençe (1911), Cidal (1911), Sansar (1914) ve Ceriha (1927), Diken ve Dilenci adlı oyunlarıyla anılır.
Hüseyin Rahmi’nin Hazan Bülbülü (1916) uzun tiradları nedeniyle sahnelenmeye uygun olmayan bir eserdir.
Şehabettin Süleyman Fırtına (1910), Çıkmaz Sokak (1913), Kırık Mahfaza (1913) adlı oyunlarıyla dikkat çeker. Çıkmaz Sokak adlı eseri lezbiyen kadınları anlatır. Yazar, Tahsin Nahit’le birlikte Kösem Sultan’ı yazmış ve bu eser çok ilgi görmüştür. Ben… Başka (1913) yine bu ikilinin imzasıyla yayımlanmıştır.  
Tahsin Nahit Firar (1910) ve Hicranlar’dan (1908) başka Ruhsan Nevvare ile birlikte Jön Türk’ü yazmıştır.
Müfit Ratip Kanije Müdafaası ve Tiryaki Hasan Paşa adında bir oyun yazmıştır. 
İzzet Melih Fransızca olarak Leyla adlı bir oyun yazmıştır.
Yakup Kadri Veda adında bir oyunu bu dönemde yazmıştır (1909).
Halit Fahri (Ozansoy) Baykuş, Ölüm Perileri ve İlk Şair’i bu dönemde yayımlamıştır.
Yusuf Ziya (Ortaç) Binnaz (1918), Kördüğüm (1919) ve Name / Eski Mektup adlı oyunlarıyla tanınmıştır.
Ömer Seyfettin Şaka (1908), İhtiyar Olsam da (1918) adlarında oyunlar yazmıştır.
Halide Edip, Kenan Çobanları (1916) adlı müzikalini bu dönemde yazmıştır.
Reşat Nuri [Güntekin] Hançer (1920), Eski Rüya (1922), Taş Parçası (1910) ve Gönül (1923) adlı oyunları yazmıştır.
Komedi ağırlıklı eserler vermiş olan Ahmet Nuri, dönemin en verimli yazarlarındandır. Musahipzade Celal’le birlikte dönemin en çok eser veren yazarlarındandır.
Türk Kızı (1910) adlı eseriyle tiyatro yazarlığına başlayan Musahipzade Celal, asıl önemli eserlerini cumhuriyet döneminde yazdı. Köprülüler (1912) tarihsel olaylara dayanır. İstanbul Efendisi (1913) sosyal eleştiriye yöneliktir. Lale Devri (1914) müzikaldir. Macun Hokkası (1916), Yedekçi (1919) toplumsal sorunlara değinir. Kaşıkçılar (1920) ahilik temalıdır. Atlı Ases (1921) kara mizah örneğidir. Demirbaş Şarl (1921) tarihsel arka planı olan bir aşk hikâyesidir. İtaat İlâmı (1923) kıskanç bir kocanın karısına çektirdiklerini anlatır. Moda Çılgınları adlı oyunu kayıptır.

Dönemin Tiyatro Eleştirisi
Mehmet Rauf tiyatro topluluklarının çokluğundan yakınır.
Celal Sahir toplumun kültürünün henüz tiyatroya hazır olmadığını söyler.
Şahabettin Süleyman, tiyatronun geri kalmışlığını toplumsal hayatın gelişmemiş olmasına bağlar.
Tiyatro hakkındaki yazılarda tiyatronun toplumu eğitmek üzere kullanılması tavsiye ediliyordu.
Ahmet Mithat Efendi, tiyatroları mektep olarak telakki eder.
Tiyatro hakkında yakınmaların dışında olgun eleştiriler Reşat Nuri’ye aittir.

Ünite 6
1923-1946 Yılları Arasında Tiyatro
Cumhuriyetin ilanından sonra sanat ve sanatçı devletin çeşitli kurumları aracılığıyla sürekli olarak desteklendi: Gazi Eğitim Enstitüsü’nün açılması, Mekteb-i Sanayi-i Nefise-i Şahane, Güzel Sanatlar Akademisi’ne dönüştürülmüş, Avrupa’ya sanat öğrenimi için çok sayıda öğrenci gönderilmiştir, Resim ve Heykel Müzesi açılmıştır.
Atatürk halk kitleleriyle aydınlar arasındaki mesafenin tiyatro sanatçılarıyla kapatılabileceğine inanıyordu. Tiyatro sanatı onun için bir kamu hizmetiydi. Bu sebeple de devlet tarafından desteklenmeliydi.
1923 yılı itibarıyla sahne sanatlarıyla ilgili kurumlarımız Darülbedayi ile müsikî sanatıyla ilgili olan Darülelhan idi. 1925’te İstanbul’da konservatuvar kurulmasına karar verildi. 1926’da Darülelhan’ın ismi konservatuvar olarak değiştirildi. Bu tarihten sonra Batı müziği eğitimine geçildi.
Darülbedayi 1927 yılında Tepebaşı’nda temsillerine devam ediyordu. Başında da Muhsin Ertuğrul bulunuyordu. Darülbedayi 1930’da Belediye’ye bağlanır. 1931’de İstanbul Şehir Tiyatroları’nda Tiyatro Meslek Lisesi açılır. Okul 3 yıl sonra kapanır. Darülbedayi ismi 1934’te İstanbul Şehir Tiyatrosu olarak değiştirilir. Aynı yıl Musikî ve Temsil Akademisi kanunu çıkar. Konservatuvarın tiyatro bölümünün kurulması için Almanya’dan Carl Ebert getirilir. Carl Ebert, tiyatronun sorunlarını tespit ederek çalışmalara başlar.
1935/36 yıllarında Muhsin Ertuğrul tarafında bir çocuk tiyatrosu kurulur. 1 Ekim 1935’te Tepebaşı Tiyatrosu’nda sahneye konan ilk çocuk oyunu M. Kemal Küçük’ün Çocuklara Tiyatro Dersi adlı oyunudur.
1940’ta Devlet Konservatuvarı Kanunu çıkarılır.
1949’da Devlet Tiyatroları kurulur.
1932-52 yılları arasında hizmet veren Halkevleri gerek oyuncu gerekse seyirci bakımından tiyatroya ciddi katkılar sağlamıştır.
Atatürk Halkevlerinin temsillerini desteklemiş, pek çok temsillerini izlemiştir.
Darülbedayi ilk turnesini 1925’te Samsun ve Bafra’ya yapar. Bu tarihten sonra Anadolu’da pek çok şehri ziyaret eder.

1923-1946 Yılları Arasında Yazılan Tiyatro Eserleri
Atatürk döneminde yazılan sahne eserleri devrimci, aydın ve yeni Türkiye’nin ideallerini yansıtır. Halkevleri ve şehir Tiyatroları’nda sahnelenen bu oyunların başlıca amaçları halkın eğitilmesidir.
Atatürk, inkılapların halka benimsetilmesi için tiyatrodan faydalanmış, çeşitli konularda oyunlar yazılmasını sipariş etmiştir. Yazdırdığı bazı oyunlarda bizzat düzeltmeler yapmıştır.
Bu dönemde sahnelenmiş bazı oyunlar:
Faruk Nafiz Çamlıbel: Akın, Özyurt, Kahraman, Yangın
Münir Hayri Egeli:  Bayönder, Bir Ülkü Yolu, Taş Bebek
Behçet Kemal Çağlar: Çoban, Ergenekon, Attila
Yaşan Nabi Nayır: Mete, İnkılap Çocukları, Beş Devir, Köyün Namusu
Halit Fahri Ozansoy: On Yılın Destanı
Necip Fazıl Kısakürek: Tohum
Aka Gündüz: Beyaz Kahraman, Yarım Osman, Gazi Çocukları İçin, Köy Muallimi, Mavi Yıldırım, O Bir Devirdi
Reşat Nuri Güntekin: İstiklal, Vergi Hırsızı
Peyami Safa: Gün Doğuyor
Özsoy operasının librettosu için Münir Hayri Egeli’yi görevlendirmiştir.
Bu dönemden önce oynanan yabancı oyunlar genelde Fransızca adaptasyonlardır. 1923’ten sonra farklı ulusların eserlerine yer verildi.
Bu dönemde yazılmış oyunların konuları:
Savaş yıllarında yaşanan olaylar: Bir Zabitin 15 Günü, Yaşayan Ölüler
Eski ve yeninin kıyası: Pazartesi Perşembe, Bir Kavuk Devrildi, Hülleci
Klasik edebiyattan konular: Mete, Çoban, Attila’nın Düğünü
Batılılaşma: Paydos, Selma
Türkün karakteristikleri: Attila, Çoban, Yayla Kartalı
Osmanlıyı aşağılayan eserler: Balaban Ağa, Aynaroz Kadısı, Bir Kavuk Devrildi
Cumhuriyeti yücelten eserler,
Atatürk’ün fikir ve düşüncelerini işleyen eserler.

Hüseyin Rahmi Gürpınar (1864-1944)
Oyun yazarlığından ziyade tiyatro eleştirileriyle öne çıkar. Sahnelenen tek eseri Kadın Erkekleşince’dir. Hazan Bülbülü adlı oyununun önsözünde ülkemizde yazılan tiyatro eserlerini yetersiz bulduğunu belirtmiştir. Tiyatro eserlerinin toplumun sorunlarına eğilmesini ister.
İstiğrak-ı Seher adlı eserinde bir şairin komşu evin kızına âşık oluşunu anlatır. Zelzele’de 1894 İstanbul depreminden esinle basit bir aşk ve ihaneti anlatır.  İki Damla Yaş, eşini aldatan bir adamın yaşadığı ve yaşattığı sorunlara dairdir.

Musahipzade Celal (1868-1959)
Komedilerinde Osmanlı’nın yaşamı, bazı inanç ve gelenekleri gülünçleştirerek anlatmış ve bundan dolayı eleştirildiği olmuştur. Köprülüler adlı oyunu çok beğenilmiş ve bu sebeple tarihsel oyunlar yazmıştır.
Sevda Şener, eserleri hakkında bir inceleme yayınlamıştır.
Oyunları:
İstanbul Efendisi (1913), Macun Hokkası (1917), Yedekçi (1919), Kaşıkçılar (1920), Lale Devri (1921), Türk Kızı, Atlı Ases (1936), Demirbaş Şarl (1936), İtaat İlamı, Fermanlı Deli Hazretleri, Aynaroz Kadısı, Kafes Arkasında, Bir Kavuk Devrildi, Mum Söndü, Pazartesi… Perşembe, Gül ve Gönül, Balaban Ağa, Selma, Genç Osman, Moda Çılgınlıkları

İsmail Hakkı Baltacıoğlu (1886-1978)
Kadro dergisinin kurucularındandır. İşsizler (1924), Fevkâlasriler (1928), Hayvan Fikri Yedi (1928), Kör (1928), Köksüzler (1934), İmralı’nin İnsanları (1940), Sanatkâr Aşkı (1945), Hep ve Hiç (1951), Siyah Beyaz (1952), Aşağıdan Yukarı (1952), Sahte Kahramanlar  (1975)

Nahit Sırrı Örik (1895-1960)
Sönmeyen Ateş (1933), Muharrir (1934) ve Alınyazısı adlı oyunları vardır.

Faruk Nafiz Çamlıbel (1898-1973)
Köylülerin savaş, eğitimsizlik ve yoksulluk gibi sorunlarını Canavar (1925) adlı tiyatro eserinde ele aldı.
Özyurt (1932), Akın (1932), Kahraman (1933), Yayla Kartalı (1945), İlk Göz Ağrısı ve bunların dışında Bir Demette Beç Çiçek (1933), Yangın (1934), Belki Bir Gün (1946) gibi çocuk oyunları da vardır.

Nazım Hikmet (1901-1963)
Kafatası (1932), Bir Ölü Evi (veya Merhumun Hanesi, 1932), Unutulan Adam (1935), İvan İvanoviç Var Mıydı Yok Muydu? (1955), Ferhat ile Şirin (1965), Sabahat (1965), İnek (1965), Ocak Başında / Yolcu (1966), Yusuf ile Menofis (1967), Sevdalı Bulut.

Necip Fazıl Kısakürek (1904-1983)
İlk oyunu Tohum’dur. Künye, Sabır Taşı, Para, Nam-ı Diğer Parmaksız Salih, Reis Bey, Ahşap Konak, Siyah Pelerinli Adam, Yunus Emre, Abdülhamid Han, Kanlı Sarık, Mukaddes Emanet, Bir Adam Yaratmak, Püf Noktası.
Bir Adam Yaratmak Türk tiyatrosunun en güçlü oyunlarından sayılır. Eserlerinde bunalımlı, uyum sorunu olan kişileri anlatır.

Münir Hayri Egeli (1904-1970)
Atatürk’ün emriyle Paris Türk Haberler Bürosu’nu kurdu. Milli Temsil Akademisi ve Güzel Sanatlar Müdürlüğü’nde bulundu. Yurt dışında film eğitimi aldı. 1933’te yaptığı bir Atatürk heykeli nedeniyle ödüllendirildi. Kadın Geçerken, Yiğit Hamza, Yörük Emine gibi oyunları Atatürk tarafından tashih edildi.

Cevdet Kudret (1907-1992)
Tersine Akan Nehir (1929), Rüya İçinde Rüya (1930), Kurtlar (1933), Danyal ve Sara, Yaşayan Ölüler. Üç ciltlik Karagöz, iki ciltlik Ortaoyunu adında çalışmaları vardır.

Dönemin Tiyatro Eleştirisi
Dönemin sanata bakışı, geleneksel değerlere kapalı tamamen batıya dönük eserler üretmektir. Devlet Konservatuarında 1941-1947 yıllarında sahnelenen tek yerli oyun, A. Kutsi Tecer’in “Yazılan Bozulmaz” adlı oyunudur.
Tiyatrolarımızın kendi kültürüne yönelik düşmanca tutumu kimi aydınlarca eleştirilmiştir.
1960’lı yıllardan itibaren bazı yazarlarımız geleneksel oyunlardan yararlanarak bize özgü orijinal eserler yazmaya başlamışlardır.
Hüseyin Rahmi, Tiyatro Müellifleri adlı makalesinde tiyatro eserinin nasıl olması gerektiğini açıklar: kahramanlar mesleğine, kültürüne göre konuşturulmalı, rolü olmayan tiplemelerin belagat hocası gibi konuşturulmaması gerektiğini belirtir.
Halkevleri yayını olan Ülkü dergisinde ve Yücel adlı dergide o yıllarda tiyatro hakkında yazılar çıkmıştır.

Ünite 7
1946-1960 Türk Tiyatrosu

Çok partili hayata geçildikten sonra başta oyun yazarlığı olmak üzere tiyatromuzda çok çeşitli gelişmeler gözlenmiştir (özel tiyatroların İstanbul dışına çıkması, eleştirinin ilerlemesi, tiyatronun kurumsallaşması, üniversite düzeyinde eğitimin gündeme gelmesi gibi).

İstanbul Şehir Tiyatrosu
1914 yılında Darülbedayi adıyla kuruldu. Ülkemizin en eski ödenekli tiyatrosudur. 1931 yılında belediye bağlanarak ekonomik yapısı kuvvetlendirildi. Bu dönemde Avusturyalı besteci Joseph Marx İstanbul’a davet edildi. Onun önerisiyle İstanbul Konservatuarı kuruldu. 1935’te de Çocuk Tiyatrosu kurulmuştur. Yerli oyunların sahnelenmesi bu dönemden sonradır.
50’li yıllarda Yaprak Dökümü bir sezonda 100 temsil vermiştir.
1931-1946 yıllarını tiyatromuzun yenilikler dönemi ve ciddi anlamda seyirci yetiştirme dönemi olarak değerlendirebiliriz.
Alman Harbi sonrasındaki dönemde tiyatro izleyicisinde azalma gözlenir. Bu dönemde Ankara’da Devlet Tiyatrosu kurulur ve İstanbul Şehir Tiyatrosu üvey evlat konumuna düşer.
1952’de Orhan Hançerlioğlu, Şehir Tiyatrosu yöneticiliğine getirilir. Bu dönemde Max Meinecke başyönetmen olarak görevlendirilir. Meinecke yönetiminde önemli gelişmeler yaşanır. Batı klasikleri sahnelenir. Tiyatromuzda Alman ekolü ağırlığını hissettirir. İlk kez tiyatro sahnesi dışında bir alanda (Gülhane Parkı) temsiller verilmiştir. Meinecke 1958’de kurumdan ayrılır. Ardından kurum içinde kaos yaşanır. 1959’da kurum yeniden Muhsin Ertuğrul’a teslim edilir. Böylece tiyatromuz altın yıllarını yaşamaya başlar.

Tatbikat Sahnesi ve Devlet Tiyatrosu
1924’te Musiki Muallim Mektebi kurulur. Bu kurum 1934 yılında Milli Musiki ve Temsil Akademisi adıyla tiyatro eğitimi de vermeye başlar. Müzik bölümünün başına Alman besteci Paul Hindemith getirilir. Tiyatro bölümü de Carl Ebert’e teslim edilir. 1940 yılında Konservatuar, müzik ve temsil kolu olmak üzere iki bölümlü yapısına kavuşur.
Carl Ebert 1947’de ülkesine döner. Kurumun başına Muhsin Ertuğrul getirilir. 1947-1949 yılları arasındaki dönem Tatbikat Sahnesi Dönemi adıyla anılır. 1949’da Devlet Tiyatro ve Opera Yasası çıkar.
Tatbikat Sahnesi döneminde Ulus’taki Evkaf Apartmanının alt katında bir sahne hazırlanır. Küçük Tiyatro adlı bu mekân, ilk temsilini Ahmet Kutsi Tecer’in Köşebaşı oyunuyla yapar (1947). 
Aynı yıl Zeki Taşkın’ın Altın Bilezik adlı çocuk oyunu sahnelenir.
Büyük Tiyatro ise Ahmet Adnan Saygun’un Kerem operasıyla perdelerini açar.
Büyük Tiyatro’da Ahmet Kutsi Tecer’in Köroğlu oyunuyla düzenli temsiller verilir.
Muhsin Ertuğrul bu dönemde yerli oyun yazarlarının yetişmesine katkı sağlamıştır. Turgut Özakman, Sabahattin Kudret Aksal, Cevat Fehmi Başkut gibi isimler bu dönemde yetiştiler.
Demokrat Parti iktidarıyla birlikte tiyatro üvey evlat muamelesi görmeye başlar.
Muhsin Ertuğrul 1951 yılında genel müdürlükten istifa eder. 1956’da göreve geri döner. Ankara’daki sahne sayısı dörde çıkarılır. Adana ve İzmir’de faaliyet gösteren sahneler 1956’dan itibaren Devlet Tiyatrosu tarafından yönetilmeye başlanır. 1957’de Bursa’da Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosu açılır.
Muhsin Ertuğrul emekli edilir ve yerine Cüneyt Gökçer getirilir. Gökçer 20 yıl süreyle kurumun yöneticiliğini yapar.

Halkevleri ve Köy Enstitüleri
Halkevleri Anadolu’daki tiyatro hareketinin lokomotifidir. Kurumun yönergesindeki 7 maddenin 4’ü tiyatro ile ilgilidir. Kurumun esas amacı cumhuriyet rejiminin halka benimsetilmesini sağlamaktır. Kurum 1932-1951 yılları arasında yaklaşık 1200 oyun sahnelemiştir.
Halkevleri 1951’de kapatılmıştır.

Tiyatro Eğitimi
1958’de Ankara Üniversitesi bünyesinde Tiyatro Enstitüsü kurulmuştur.

Özel ve Amatör Tiyatro Toplulukları
1955’de kurulan Ankara Deneme Sahnesi etkinliğini günümüze dek sürdürmüştür.
Genç Oyuncular topluluğu da 1957’de İstanbul’da faaliyete başlamıştır. Bu topluluk daha sonra kurulacak olan Dostlar Tiyatrosu ve Arena Tiyatrosu’nun çekirdeğini oluşturur.
Muhsin Ertuğrul 1951’de YKB sponsorluğunda Küçük Sahne’yi kurmuştur.
Muammer Karaca Tiyatrosu yine bu dönemin girişimidir. Bu tiyatro sahnesi, 70’li yıllara kadar 4000’in üzerinde temsil veren Cibali Karakolu adlı oyunuyla unutulmazlar arasında yerini almıştır.
Haldun Dormen’in 1954’te kurduğu Cep Tiyatrosu 1955’de Dormen Tiyatrosu’na dönüşmüştür.
Kenter Tiyatrosu’nun kuruluşu da bu döneme rastlar.

Oyun Yazarları
Reşat Nuri Güntekin, Nazım Hikmet, Ahmet Kutsi Tecer, Cevat Fehmi Başkut, Oktay Rıfat, Refik Erduran, Güngör Dilmen bu dönemin öne çıkan isimleridir.

Batılılaşma ve Modernleşme
Cevat Fehmi Başkut Küçük Şehir, Koca Bebek ve Harput’ta Bir Amerikalı adlı oyunlarıyla Batılılaşmayla birlikte aile kurumunda ve toplumda ortaya çıkan modern yaşam biçimine karşı eleştirel ve karamsar bir yaklaşım çizer.
Dönemin genç yazar kuşağı ise bu konuda daha soğukkanlı ve nesneldirler.
Turgut Özakman’ın Pembe Evin Kaderi ve Kaneviçe, Refik Erduran’ın Cengiz Han’ın Bisikleti, Çetin Altan’ın Tahteravalli, Ahmet Kutsi Tecer’in Köşebaşı, Haldun Taner’in Dışardakiler ve Fazilet Eczanesi adlı oyunları bu eğilimin en tipik örnekleridir.

Aile Kurumunun ve Toplumsal Dengenin Bozulması
Gelenekçi tavır, Batılı tarzda bir yaşam sürme isteğinden kaynaklanan özgürlük arayışlarının aile denen kutsal kurumu dağıtmaktan başka bir işe yaramayacağı konusunda ısrarcıdır.
Bu konudaki temel örnekler yine Cevat Fehmi Başkut’un oyunlarıdır. Bu görüşün karşısında, ailede özellikle kadının ve gençlerin sorumluluk duygularını körelten ve özgürlük arayışlarına set çeken katı tutuma karşı çıkan yazarlar, sağlıklı evlilikler ve sağlam temeller üzerine kurulmuş aile yapısının özlemini çekerler. Sabahattin Kudret Aksal, Şakacı, Evin Üstündeki Bulut ve Tersine Dönen Şemsiye; Ahmet Kutsi Tecer Bir Pazar Günü; Orhan Asena Yalan, Ahmet Muhip Dıranas O Böyle İstemezdi adlı oyunlarda bu eğilimi belirgin bir biçimde işlemişlerdir.

Aydın ve Toplumsal Sorumluluk
Oyunlardaki aydın oyun kişisi öğretmen, gazeteci, bilim adamı ya da sanatçı gibi bir meslek grubuna dâhildir. Aydın kişinin kendisine ve topluma yabancılaşmasının bir sorun olarak ilk kez oyunlarda işleniyor olması ellili yılların oyun yazarlarında dikkat çeken önemli bir noktadır.
Bu konuyu ele alan başlıca yazarlar ve yapıtlarını şöyle sıralayabiliriz: C. Fehmi Başkut: Paydos, Soygun; Haldun Taner: Günün Adamı, Fazilet Eczanesi ve Değirmen Dönerdi, Lütfen Dokunmayın; Turgut Özakman: Güneşte On Kişi; Refik Erduran: İkinci Baskı, Karayar Köprüsü; Aziz Nesin: Biraz Gelir Misiniz, Bir Şey Yap Met.

Politikaya ve Politikacıya Bakış
Haldun Taner Günün Adamı ve Dışardakiler, Reşat Nuri Güntekin Tanrı Dağı Ziyafeti, Cevat Fehmi Başkut Sana Rey Veriyorum, Nazım Hikmet Sabahat, Çetin Altan Beybaba adlı oyunlarında siyaset dünyasını ele alırlar.
Özellikle Günün Adamı gerek içeriği gerekse sakıncalı damgasını yemesi açısından döneme damgasını vurmuştur.

Zenginlik yolunda türlü ahlaksızlıklardan çekinmeyen tüccar kesimi kimi yazarlar bir ahlak sorunu gibi algılamıştır. Cevat Fehmi Başkut bu aşamaya kadar sözünü ettiğimiz hemen her oyununda, Nazım Kurşunlu Branda Bezi oyununda, Reşat Nuri Güntekin Balıkesir Muhasebecisi’nde sorunların çözümü için deyim yerindeyse, ahlâksız tüccarın ıslahından medet ummuşlardır. Buna karşılık kimi yazarlar ekonomik sorunların kaynağında sınıfsal kaygı ve çıkarların yattığını ileri sürmüşlerdir. Çetin Altan’ın Tahteravalli, Nazım Hikmet’in Enayi ve Yusuf ile Menofis adlı oyunları bu yaklaşımın en tipik örnekleridir.

Tarih, efsane ve masal eksenli oyunlar ve yazarların genel görünümü şöyledir:
Nazım Hikmet: Ferhad ile Şirin, Yusuf ile Menofis; Nazım Kurşunlu Fatih; Orhan Asena Tanrılar ve İnsanlar, Hürrem Sultan; Güngör Dilmen Midas’ın Kulakları. Çağdaş insanlık değerlerini eksen alan oyunlar ise şunlardır: Orhan Asena Korku; Aziz Nesin: Biraz Gelir Misiniz, Bir Şey Yap Met, Turgut Özakman Tufan, Duvarların Ötesi.

Güngör Dilmen’in 1959 yılındaki bir yarışmada ödül alan oyunu Midas’ın Kulakları, kimi eleştirmenlerce “eşek kulaklarından yaratılan bir mucize” olarak övgü almış, hatta “Şair Evlenmesi’nden bu yana tiyatro edebiyatımızın en güzel eseri” sayılmıştır.

Tiyatro Eleştirisi
Nurullah Ataç, Lütfi Ay, Suat Taşer, Burhan Arpad, Metin And, Adnan Benk bu dönemin öne çıkan eleştirmenleridir.
Suat Taşer, dramaturgi bilgisini sistemli bir biçimde kullanan; Burhan Arpad ise nesnelliğini yitirmeyen eleştirmenlerimizdendir.
Metin And eleştirilerinde oyun çözümlemelerine, oyunculuk, dekor giysi uygulamalarına da yer veren, polemikten kaçınmayan bir eleştirmenimizdir.
Tiyatro tarihi ve kuramı bilgisiyle oyun çözümlemesini birleştiren Adnan Benk ise tiyatro sanatımızın çağdaş yönde gelişimini destekleyen, taklitlere şiddetle karşı çıkan; Ataç’tan sonra gelen en açık sözlü ve sivri dilli eleştirmen olarak değerlendirilmiştir. Tüm bu önemli isimlere karşın bu dönemin eleştirideki ağır topu Nurullah Ataç’tır.

Ünite 8
1960-1970 Yıllarında Türk Tiyatrosu

1958’de kurulan Tiyatro Enstitüsü 1964’te Melahat Özgü başkanlığında, 4 yıllık lisans eğitimi veren Tiyatro Kürsüsü halini alır.
Bu dönemde tiyatro hakkındaki tartışmalar, ulusal tiyatro ve bölgesel tiyatro olmak üzere iki kolda yürür. Bölge tiyatrolarıyla kapatılan Halkevleri’nin boşluğu giderilmek istenir.
Bu dönemde Devlet Tiyatrosu, Cüneyt Gökçer’in yönetimindedir. Devlet Tiyatrosu 1960-70 yılları arasında 84 yerli, 118 yabancı oyun ve 10 tane de çocuk oyunu sahnelemiştir.
Şehir Tiyatrosu ise 1965’e kadar Muhsin Ertuğrul, sonrasında ise Vasfi Rıza Zobu tarafından yönetilir. Muhsin Ertuğrul’un etrafında pek çok genç sanatçı yetişir. Bu genç sanatçıları eskiler pek de olumlu karşılamazlar. Sönük günler geçiren Şehir Tiyatrosu, Tebebaşı Dram Tiyatrosu kapandıktan sonra, 1970’te Harbiye Tiyatrosu’na taşınır. 
Korku Tiyatrosu, Psikolojik Tiyatro gibi farklı tiyatro denemeleri yapılmış ve bu yolla seyircinin ilgisi teşvik edilmiştir.
Amatör/profesyonel gurupların icra ettiği Kabare Tiyatrosu da bu dönemde ilk örnekleriyle karşımıza çıkar. Kabare toplulukları denilince ilk akla gelen guruplar; Devekuşu Kabare, Üç Maymun Kabare ve Pisi Pisi Kabare’dir.

Bu yıllarda yerli oyunların sayısında artış gözlenir. Yerli oyunlarda kent hayatından kesitler, gecekondu ve kır yaşamının sorunları, bürokrasideki aksaklıklar ve gündelik hayatta gözlenen değer yargılarındaki değişimler işlenir.
Yazarlar kimi zaman bireyin iç dünyasına eğildikleri oyunlarda, bu soyut dünyanın ayrıntılarını, yine soyut ve simgeci yaklaşımlarla dile getirirler. Güngör Dilmen’in Küp Hamit ve Avcı Karkap, Gülten Akın’ın Kapılar Pencereler, Batak, Çıkış ve Adalet Ağaoğlu’nun Çıkış adlı oyunları bu eğilimin en belirgin örneklerini içerir.
Türk oyun yazarlığının tek kişilik veya iki kişilik oyunlarının Çiçu, Yağmur Sıkıntısı, Tut Elimden Rovni, Mikado’nun Çöpleri, vb. en önemli örnekleri, altmışlı yıllarda yazılmıştır. Cevat Fehmi Başkut’un Ayna, Öbür Gelişte ve Ölen Hangisi, Şahap Sıtkı İlter’in Ayrı Dünyalar adlı oyunları, aslında dramatik yapıyı izlemesine karşın gerçek üstü öğeler de içerir.
Cahit Atay’ın Ana Hanım Kız Hanım, Adalet Ağaoğlu’nun Bir Sessiz Adam, Talip Apaydın’ın Bir Yol gibi oyunlarında, oyun kişilerinin anlatıcı işlevine de zaman zaman tanık oluruz.
Vasıf Öngören ve Sermet Çağan da epik tiyatro biçiminin Türk Tiyatrosundaki en önemli örneklerini vermişlerdir.
Altmışların oyun yazarları ekonomik siyasal yapıdaki değişim ya da bozulmanın görünen nedenlerini devlet kurumları ve görevlilerindeki aksaklıkları ele alarak irdelerler. Recep Bilginer, Çetin Altan, Cevat Fehmi Başkut, Haldun Taner,  Orhan Asena ve Aziz Nesin’in bu bağlamdaki oyunları, rüşvet ve yolsuzluğun egemen olduğu devlet kurumlarına, yetersiz ve bilgisiz yöneticilere, bürokrasi çarkı içinde sürüklenip duran vatandaşın acınası durumuna dikkat çeker.
Çetin Altan Dilekçe ve Recep Bilginer Ben Devletim adlı oyunlarında sabit ve dar gelirli memurun durumunu sergilerler.
Sermet Çağan’ın Ayak Bacak Fabrikası adlı oyununda, kapitalist sistemin çarklarını, Türkiye gerçeğinin bir parçası olarak feodal yapı kalıntılarını, yabancı sermaye ile yerli işbirliğinin devlet ile ortaklık kurarak halkı sömürmesini evrensel bağlamda dile getirir.
Aile yine bu yapının getirdiği olumsuz sonuçların kıskacındadır. Ekonomik siyasal yapının birey üzerindeki sonuçları, en etkili örneğini Asiye Nasıl Kurtulur’da bulur. Vasıf Öngören düzenin bireyi zorladığı davranış ve yaşam biçimi ile burjuva değerlerini çatıştırarak sömürüye dayalı düzene dikkat çeker.
Adalet Ağaoğlu Evcilik Oyunu ile evlilik kurumuna, toplumsal yapının bireye dayattığı kalıplara dikkati çeker. Güner Sümer Yarın Cumartesi ile, Çetin Altan Yedinci Köpek ile toplumsal önyargıya değinirler.
Cevat Fehmi Başkut Buzlar Çözülmeden ve Hepimiz Birimiz İçin’de, Recep Bilginer İsyancılar’da, Talip Apaydın Bir Yol’da, Ünal Akpınar Bozkır Dirliği’nde, Necati Cumalı Tehlikeli Güvercin’de köy sorunlarını siyasal ekonomik ilişkiler bağlamını vurgulayarak ele almışlardır.
Cahit Atay Sultan Gelin ve Ana Hanım Kız Hanım’da köy kadınının günlük yaşamdaki çilesini örnekler.
Altmışlı yılların oyun yazarları, toplum genelinin şikâyetlerini dile getirir.
Haldun Taner’in 1962’de yazdığı Keşanlı Ali Destanı adlı oyunu 1963/64 sezonunda Gülriz Sururi ve Engin Cezzar Tiyatrosu’nda büyük bir başarı kazanmış ve ilgi görmüştür.

Günay Akarsu, Lütfi Ay, Zahir Güvemli, Adnan Benk, Özdemir Nutku, Memet Fuat, Cevdet Kudret, Burhan Arpad, Selmi Andak gibi isimleri altmışlı yıllarda tiyatro eleştirisi konusunda hatırlamak gerekir.

Ünite 9
1970-1980 Dönemi Türk Tiyatrosu

1970 askeri darbesinden sonra tiyatro hayatı siyasi baskılar altında daralma sürecine girmiştir.
1974 yılında Muhsin Ertuğrul yeniden İstanbul Şehir Tiyatroları’nın başına getirilir. Belediye başkanı Ahmet İsvan, tiyatronun yoksul halka hitap etmesini istiyordu. Bu talep doğrultusunda bilet fiyatları aşağı çekildi, provalar halka açıldı, okullarda temsiller organize edildi. Stadyumda tiyatro gerçekleştirmek isteyen Muhsin Ertuğrul, kurum içinde yaşanan tartışmalardan bahane bir kez daha istifa etti.
Ecevit döneminde tiyatroların sorunlarının çözümü için Türk Özel Tiyatroları Derneği kuruldu. Dernek kendi içinde birliği sağlayamadı ve ikinci bir dernek ortaya çıktı; Devrimci Özel Tiyatrolar Derneği.
Ekonomik sıkıntılar, tiyatro topluluklarını popülizme yöneltti; 70’li yılların sonuna doğru küçük burjuvalara hitap eden bulvar komedileri, vodviller ve kaba-argo içerikli komediler sahnelenmeye başlandı.
Dönemin sonlarında televizyonun ortaya çıkmasıyla tiyatro sanatı artık yoğun bakıma muhtaç hale geldi.
1974 yılında Konservatuarlar üniversite bünyesine alındı. Bu tarihten sonra farklı üniversitelerde Güzel Sanatlar Fakültesi açıldı.

Dönemin Oyun Yazarları
İsmet Küntay, Bilgesu Erenus, Başar Sabuncu, Erol Toy, Turan Oflazoğlu, Necati Cumalı, Mehmet Akan, Adalet Ağaoğlu, Dinçer Sümer, Ferhan Şensoy, Cengiz Gündoğdu vs.

Brecht Tiyatrosu
Oktay Arayıcı’nın Rumuz Goncagül ve Bir Ölümün Toplumsal Anatomisi gibi oyunları ile Başar Sabuncu’nun Çark ve Zemberek adlı oyunları Brechtçi etkinin ışığında geleneksel tiyatronun epik öğelerle biçimlenmiş oyunlar olarak sayılabilir.
Vedat Türkali’nin Bu Ölü Kalkacak, Ömer Polat’ın Aladağlı Mıho, Haşmet Zeybek’in Düğün Ya da Davul, Bilgesu Erenus’un El Kapısı ve Nereye Payidar, Orhan İyiler’in Yitik Köpek ve Mehmet Türkkan’ın Bu Oyun Oynanmamalı adlı oyunları Brecht’in etkisinde geleneksel tiyatronun anlatımcı ve epik ögelerinin egemen olduğu oyunlar olarak sayılabilir.
Brecht’in “epik tiyatro”sunda olduğu gibi, oyun konuları tarihselleştirerek seyircinin çözümlemesine ve yargıya gitmesine yardımcı olan tavrı, kimi toplumcu yazarlar tarafından, tarihten benzeş olayları inceleyerek bugün için koşutluklar bulma olarak da anlaşılmıştır.

Devekuşu Kabare Tiyatrosu
Vatan Kurtaran Şaban, Bu Şehr-İstanbul ki, Astronot Niyazi, Ha Bu Diyar, Dün Bugün, Haneler, Yalan Dünya ve Aşk-u Sevda bu dönemde Haldun Taner’in öncülüğünde kurulan Devekuşu Kabare Tiyatrosu için yazılmış ve sahnelenmiş oyunlardır.

Dönemin önemli bir özelliği de, oyun yazarları ile tiyatrolar arasında salt politik bağlamda da olsa bir ilişkinin kurulması ve bu ilişki gereği tiyatroya göre oyun yazılması ya da belli bir dünya görüşü doğrultusunda oyunlar üretilmesidir. Belirgin bir politik bakış ışığında örgütlenen tiyatrolarda “grup yazarı” diye bir kavram gelişmiştir.

1960’lardan başlayarak dram sanatımızda da işçi ekseninde sosyalist bir bakış açısıyla yazılan oyunlarda büyük bir patlama görülmüştür. Bu dönemdeki oyunlar ve yazarları şöyle sıralanabilir: Başar Sabuncu’nun Çark, Zemberek, İşgal ya da Talihli Amele Mehmet Ali’nin Maceraları; Ahmet Oktay’ın Kurt Dişi; Oben Güney’in Gençlerin Suçu, Yük; İsmet Küntay’ın 403.Kilometre, Bilgesu Erenus’un Ortak, Nereye Payidar, El Kapısı; Haşmet Zeybek’in Alpagut Olayı; Bayazıt Gülercan’ın Lodos, Vasıf Öngören’in Almanya Defteri; Zengin Mutfağı; Ömer Polat’ın 804 İşçi; Hüsamettin Çetinkaya’nın Hatboyu Şantiye ve Erol Toy’un Bir İşçinin Günlüğü.

Köydeki toplumsal değişikliği ve köy sorunlarını ele alan oyunların başlıcaları da şunlardır: Turan Oflazoğlu’nun Elif Ana; Recep Bilginer’in Sarı Naciye; Vasfi Uçkan’ın Acılı Toprak; Erdoğan Aytekin’in Ebekaya; Murathan Mungan’ın Mahmud ile Yezida; Ömer Polat’ın Aladağlı Mıho; Orhan Asena’nın Toroslardan
Öteye; Oktay Arayıcı’nın Bir Ölümün Toplumsal Anatomisi; Fazıl Hayati Çorbacıoğlu’nun Erkek Satı; Nezihe Araz’ın Bozkır Güzellemesi; Necati Cumalı’nın Yaralı Geyik; Remzi Özçelik’in Taş Bademler; Ali Yörük’ün Türkmen Düğünü; Haşmet Zeybek’in Düğün Ya Da Davul.

1970’li yılların bu içten içe kaynayan kent yaşantısı oyun yazarlarını büyük ölçüde etkilemiştir. Kimi yazarlar eskinin izinde toplumsal değer yargılarının ve geleneklerin kent yaşantısı içinde ezilmesine yönelirken, kimi yazarlar da bu karmaşık yapıdan kaçarak kendi iç dünyasına dönen bireyin evrenini yansıtmaya çalışmışlardır.
Bu öbekte yer alan yapıtlar veren yazarlar ve oyunları şöyle sıralanabilir: Nazım
Kurşunlu’nun Evler ve İnsanlar, Baba Evi; Nezihe Araz’ın Öyle Bir Nevcivan; Muzaffer İzgü’nün Reçetesi Peçete; Dinçer Sümer’in Eski Fotoğraflar; Bilgesu Erenus’un İkili Oyun.

Zeynep Oral, Atilla Sav, Sevda Şener, Özdemir Nutku, Metin And, Seçkin Cılızoğlu (Selvi) ve Engin Ardıç gibi eleştirmenler dönemin tiyatrosunu, eleştirileri ve yönlendirmeleri ile büyük ölçüde etkilemişlerdir.

Ünite 10
1980’den 2000’lere Türk Tiyatrosu

Yurdun çeşitli şehirlerindeki tiyatro sahneleri sürekli olarak temsillerde bulundular. Devlet tiyatrolarının sayısı bu dönemde 60’ı buldu. Özel üniversitelerin de açılmasıyla tiyatro eğitimi veren kurumların sayısında artış oldu.
Bu dönemin en göze çarpan tiyatro olayları Rutkay Aziz’in yönettiği Gorki’nin ‘Yaz Misafirleri’, Basil Coleman’ın yönettiği Shakespeare’in ‘Kral Lear’i, Başar Sabuncu’nun yönettiği, ‘Bir Ata Krallığım’ başlıklı Shakespeare kolajı ve Tiyatro Atölyesi yapımı olan Jean Genet’nin ‘Balkon’ oyunu; Kenan Işık’ın yönettiği Nazım Hikmet’in ‘Ivan Ivanoviç Var mıydı Yok muydu’ oyunu, Yücel
Erten’in yönettiği, Peter Shaffer’ın ‘Amadeus’ ve Haldun Taner’in ‘Keşanlı Ali Destanı’ oyunları, Şakir Gürzumar’ın yönettiği, ‘Uyarca’, Işıl Kasapoğlu’nun yönettiği, Goldoni’nin ‘İki Efendinin Uşağı’ ve ‘Kral Lear’ ile Diyarbakır DT yapımı, Shakespeare’in ‘Onikinci Gece’si, Müge Gürman’ın yönettiği Büchner’in ‘Woyzeck’i, Ayşenil Şamlıoğlu’nun yönettiği Dürrenmatt’ın ‘5. Frank’ı, Can Gürzap’ın yönettiği Memet Baydur’un ‘Yangın Yerinde Orkideler’i, Haldun Dormen’in yönettiği Ekrem-Cemal Reşit Rey’in ‘Lüküs Hayat’ müzikali, Cüneyt Gökçer’in yönettiği Edward Albee’nin ‘Kim Korkar Hain Kurttan’ı, Genco
Erkal’ın yönettiği Brecht’in ‘Galileo Galilei’ oyunu, Ergin Orbey’in yönettiği Turgut Özakman’ın ‘Resimli Osmanlı Tarihi’ oyunu, Ferhan Şensoy’un Pierre-Henri Cami’den uyarladığı ‘Yorgun Matador’, Tunç Yalman’ın sahnelediği Sam
Shepard’ın ‘Vahşi Batı’sı, Mustafa Avkıran’ın sahnelediği, Murathan
Mungan’ın ‘Geyikler Lanetler’i, Mehmet Ulusoy’un yönettiği Nazım Hikmet’in ‘Sevdalı Bulut’u, Bilsak yapımı, Sevim Burak’ın ‘İşte Baş İşte Gövde İşte Kanatlar’ı, Basil Coleman’ın yönettiği Shakespeare’in ‘Kral Lear’i, Sadık Şendil’in ‘Yedi Kocalı Hürmüz’ ve ‘Kanlı Nigar’ oyunları ile Haldun Dormen’in
Hisseli Harikalar Kumpanyası

Deneysel yaklaşımın tiyatromuzdaki yansıması Ayla ve Beklan Algan yönetiminde kurulan Tiyatro Araştırma Laboratuvarı olmuştur. 1984’te kurulan Bilsak, benzer bir çabanın ürünüdür.
İtalyan halk tiyatrosuyla politik tiyatroyu birleştiren Dario Fo, bu çalışmalarıyla Batı’da yazar tiyatrosunu sürdüren tek isimdir. Benzer bir çalışmayı ülkemizde Ferhan Şensoy yapmıştır. Tiyatromuza kaynaklık edebilecek geleneksel ürünleri, politik hicivle birleştirerek orijinal ürünler ortaya koymuştur.

Tuncer Cücenoğlu bu dönemde ‘Kadıncıklar’ oyunuyla büyük bir çıkış yapar
Çıkmaz Sokak, ‘Çığ’, ‘Helikopter’, ‘Şapka’, ‘Matruşka’, ‘Boyacı’ gibi oyunlarıyla bu başarısını sürdürür.

1980’ler, Ferhan Şensoy’un “Ferhanca” sivri dilli, bereketli oyun yazarlığını atağa geçirdiği dönemdir.

Turgut Özakman, Ferhan Şensoy, Mehmet Baydur, Nurhan Karadağ, M. Mungan, Sevim Burak bu dönemde öne çıkan oyun yazarlarıdır.

80’li yıllarda tek kişilik oyunların sayısında da artış yaşanır. Ferhan Şensoy bu dönemde Ferhangi Şeyler ile seyirci rekorlarını altüst eder.

Yine bu dönemde darbe dönemlerinin toplumsal cinayetleri çeşitli belgesel oyunla sahneye yansıtılır.

Nesrin Kazankaya, Tiyatro Pera ile tiyatromuza katkılar yapmaya başlar.

2000’li yıllarla birlikte performans ağırlıklı tiyatro vitrine çıkmaya başlar. DOT bu akımın lideridir.


Kitap bitti