TÜRK TİYATROSU
Ünite 1
Dram ve Tiyatro Sanatı
Tiyatronun temelinde oyun vardır.
Dram sanatı için tanımlama yapmak hiç de kolay değildir.
17. yüzyıla kadar dram sanatı tiyatro ve dans icralarıyla
sınırlıydı. Opera bunlara daha sonra eklendi. İlk opera 1594’de İtalya’da
yazılan “Defne” adlı operadır.
Kökleri milat öncesine uzansa da modern anlamda ilk bale Jean Georges Noverre’in 1760 tarihli Letters on the Dance
and Ballet adlı eseridir.
Sinema, 1895’te Lumière’in
çektiği ilk belgesel filmle başlar.
Televizyonda yayınlanan ilk drama Pirandello’nun Ağzı Çiçekli
Adam’ıdır (1930).
Dram sanatı uygulamaları günümüzde eğitim, öğretim, eğlence,
satış, pazarlama, siyaset gibi hayatın her alanında karşılık bulmaktadır.
Dram sanatının yaratıcılıkta, içinde yaşadığı toplumu
tanımada, ikili ilişkileri anlamada ve güçlendirmede kullanılmasına yaratıcı drama denmektedir.
Dram Sanatının
Kaynakları ve Nitelikleri
Dram sanatının kökleri büyü ve büyü amacıyla yapılan
ritüellerdedir. İlkel dönemdeki insan dünyayı büyü yoluyla değiştirebileceğine
inanıyordu. Bilim ve teknolojinin ilerlemesinden sonra dünyayı değiştirme
aracımız teknoloji olmuştur.
Dram sanatı, simgesel sözler olan mitoslarla simgesel
eylemler olan ritüellerin değişime uğramasıyla biçimlendi.
Dram sanatına kaynaklık eden bir diğer olgu insanların
anlatma/aktarma merakıdır.
Mitos / Mutos
Anlatı anlamındadır.
Bir anlatı oluşturmak için dört temel öğeye ihtiyaç duyarız:
kişi, uzam, zaman ve eylemdir.
Kişi
Uzam / Mekân
Uzam, sözcüğün, eylemlerin geçtiği yeri imler.
Zaman
Zaman sürekli bir akış içerisinde olduğu için her eylem
belli bir zaman diliminde gerçekleşmektedir. Anlatı bir noktadan bir başka
noktaya hareketi, değişimi içerdiği için zamanda da bir değişim gözlenir
(süre).
Eylem
Bir anlaştı oluşturabilmek için birden fazla eyleme gerek
duyarız. Tek başına bir eylem belki fotoğraf karesi için yeterlidir ancak
bununla bir anlatı oluşturulmaz.
Yazınsal Anlatı
Kökleri mitos ve epik şiirlere dayanır. Mitoloji, masal,
destan bunun eski biçimleridir. Öykü, roman, anı günce gibi edebi türler ise
yeni biçimleridir.
Dramatik Anlatı
Kökleri mitos ve ritüele dayanır.
Tiyatro, opera, bale, sinema bu türün biçimleridir.
Dramatik anlatıda kişiler sen-ben ilişkisi içinde anlatılır.
Dramatik anlatıda dil, sözce olarak karşımıza çıkar. Sözce, kişinin “ben” ve şimdiki zamandan hareketle
sözle dışa vurduğu anlamlı bütündür.
Dramatik anlatıda uzamın konumu “burada”lıktır.
Zaman da dramatik anlatıda hep bir “şimdi”
gibi karşımıza çıkar.
Benveniste’e göre şimdiki zaman ulamı sözcelemeden zaman ulamı da
şimdiki zamandan oluşur.
Schiller, dram sanatçısının ele aldığı olayı şimdiki zaman
içerisinde işlemesi gerektiğini belirtir.
Goethe ve Schiller’in
mektuplarında dramatik olanın sonsuz bir şimdiki zaman yarattığı vurgulanmaktadır.
Her dramatik anlatı bir olay içerir. Aristoteles, “tragedyanın temeli ve aynı zamanda ruhu öyküdür
(mitos)” der. Brecht “her şey öyküye
bağlıdır, öykü teatral gösterinin yüreğidir” der.
Dramatik anlatıda eylem/edimleri aktarmanın yolu canlandırma,
yanılsama / taklit etmektir (mimesis).
Anlatı
|
Yazınsal Anlatı
|
Dramatik Anlatı
|
Kişiler
|
O, Onlar
|
Sen-Ben
|
Uzam
|
Orası
|
Burası
|
Zaman
|
Geçmiş zaman
|
Şimdi, şu anda
|
Eylemler
|
Sözel aktarma
|
Canlandırma
|
Ünite 2
Köylerde Gelişen Tiyatro
Geleneğimiz
Köy seyirlik oyunlarında halkı ilgilendiren hemen her konu
bir şekilde karşılığını bulur.
Oyun başlangıçlarındaki büyüsel ve görev amaçlı uygulamalar,
oyunların kökenlerinin ritüellere kadar götürmektedir.
İbadet ile köy seyirlik oyunları arasındaki benzerlikler;
İbadet, din adamı yönetiminde yapılırken, oyunlarda da oyunu
yönetecek birinin varlığı şarttır.
Her ikisinde de ön hazırlıklar yapılır.
Her ikisinde de katı kurallar vardır.
Her ikisi de belli yerlerde belli zamanlarda icra edilir.
Belli Günlerde Oynanan
Törensel ve Büyüsel Oyunlar
Koç katımı ve Saya
gezme, koyunların çiftleşmesi amacıyla icra edilir. Koç katımında koçlar
süslenip meraya götürülür. Törenle koçu koyuna katarlar. Koç siyah koyuna
giderse bunu kara kışa yorarlar.
Saya gezme, koç katımından yaklaşık 100 gün sonra, kuzunun
doğum zamanında icra edilir. Bir diğer adı çoban bayramıdır. Bu oyunda çoban,
muhtardan izleyiciler önünde iş ister. Ücret konusunda pazarlık yapar. Ev
ister. Muhtar ev bulunca çoban karılarını getirip sürüyü otlatmaya gider.
Karılarından birini seyirciler kaçırır. Çoban geri döndüğünde muhtar çobana
karısının köyde bir aşığı olduğunu ve ona kaçtığını söyler. Çoban inanmaz,
muhtar verdiği paraları geri ister. Köydeki bir düğüne katılıp oynarlar. Oyunun
sonunda çoban ölür. Başında kadınlar feryat ederler. Çoban dirilir, bu defa
kaçan eşi ölür. Çoban ağlar. Bu defa kadın dirilir. Oyun havası eşliğinde
herkes dans eder.
Hasat önü oyunlardan birinde tarlaya ilk tohum atan köylü
ıslatılır. Bazı yörelerde tüm köylü tarla başında toplanıp dua ederler. Niğde
yöresinde oynana ekin kurtarma oyununda çoban, önüne kattığı sığırları
otlatırken karısı yemeğini getirir. Bu işten bıktığını söyleyip ağaya gider.
Orakçılık yapmaya başlar ve ekini kurtarır. Orakları ağanın önüne atarak bahşiş
ister.
Hasat sonu oynanan cemal oyunu bolluk bereket için
oynanır.
Doğayla ilişkili baca pilavı oyunu Sivas yöresinde
oynanır. Güneşi karşılamak için kır ortasında oynanır. Baca pilavı
oyununda genç erkekler köy evlerinin bacalarında sepet sarkıtıp yiyecek toplar.
Toplanan yiyecekleri köylüler bir araya toplanıp yerler.
Eğlenmek, Vakit Geçirmek
için Çıkartılan Oyunlar
Eğlence amaçlı oyunların pek çoğunun kökeni büyü ve
törenlerdir.
Sivas yöresinde oynana madımak oyunu iki kız kardeş
arasındaki atışmayla başlar. Kızlar tarlaya madımak toplamaya gider. Tarlada
bacakları arasında sopa olduğu halde yerde yatan adamın kucağına hangisi
alacağını sorarlar. Adam, her ikisini de ister. Kızlar adamı tartaklar ve adam bayılır.
Adam kendine gelince hep birlikte gülüp eğlenir ve oynarlar.
Köy Seyirlik Oyunlarında
Ortak Motifler
Ak-kara çatışması sıklıkla Arap ile Dede arasındaki
çatışmalarla kişileştirilir.
Kız kaçırma, ölüp dirilme ve toplu yeme ile birlikte
değerlendirildiğinde mitolojik anlatılardaki bereket tanrılarıyla ilgili
anlatılarla ilişkilendirilebilir.
Dua, mani, tekerleme, türkü ve danslar tüm oyunlarda
kullanılan motiflerdir.
Yönetici
Seyirlik oyunlarda yönetici oyun öncesi oyun sonrasında oyun
düzeninden sorumludur. Yönetici yöreden yöreye değişik adlarla anılır: Delikanlıbaşı,
Yarenbaşı, Meydancı, Köse, Cıdıroğlu, Kızılayak, Peyk veya Yiğitbaşı,
Delil, Mukallit, Oyunbabası, Oyunağası, Oyuncubaşı, Kumpo, Kızlarağası,
Öncü,
Reis, Elebaşı, Düğün Kâhyası, Oyun Kâhyası gibi.
Oyuncu, Seyirci
Köy seyirlik oyunlarının oyuncuları gönüllülerdir.
Seyirciler katılımcı ve dinamiktirler. Gerektiği yerde oyuna
ve oyunculara müdahale ederler.
Oyun Alanı
Oyunlar, köylünün olanakları oynanır. Dekor unsurları
yoktur. Oyun alanı doğal dekordur.
Kişileştirmeler ve stilizasyon gereği kostüm ve aksesuar
çokça kullanılır. Oyuncunun üzerine aldığı kara post eskiyi, ak post yeniyi
simgeler. Hacı/hoca temsil eden oyuncu başına sarık takar.
Ünite 3
Kentlerde Gelişen
Tiyatro Geleneği
Gölge oyununun kaynağına ilişkin tezlerden biri, bu oyunun Cava’dan,
bir diğeri Hindistan’dan bir başkası ise Çin’den çıktığını ileri
sürer.
Karagöz
hakkındaki en güçlü tez, Yavuz Sultan Selim döneminde Osmanlı ülkesine girdiği
yönündedir. Yavuz Sultan Selim, Mısır seferinde astırdığı Memluk sultanı II.
Tumanbey’in asılış sahnesinin, İstanbul’a döndüğünde oğlu görsün diye temsil
edilmesini istemiş ve bundan sonra benzer oyunlar icra edilmeye başlanmıştır.
Karagöz oyunu 17. yüzyıl sonunda kesin biçimini almıştır.
Karagöz ve Hacivat’ın gerçekten yaşadıklarını iddia eden
görüşlerden biri bu ikisinin Orhan Bey zamanında diğeri ise Yıldırım Bayezid
zamanında yaşadıklarını iddia eder.
Ortaoyununun
Sultan Süleyman döneminde akıl hastaları için icra edilen bir gösteriden
kaynaklandığı iddia edilir. Ortaoyununun da II. Mahmut döneminde son halini
aldığı varsayılır. Ortaoyunu, orta yerde oynanan oyundur. Bu sebeple çok
çeşitli eğlence ve oyunların uhdesinde taşıyan geleneğin bir ürünüdür.
Hikâye anlatma sanatı olan meddahlık
ise Bursa ve Edirne gibi merkez şehirlerde yaygınlaşmıştır. Meddah ismi 17.
yüzyıldan itibaren kullanılır olmuştur.
Karakterlerin
Özellikleri
Karagöz
tiplemesi, İran’da yaşayan Türklerin güldürü oyunlarının başkişisi Keçel Pehlivan’la ilişkilendirilir.
Bizans kökenli Sanio tipiyle de
benzer özellikler arz eder.
Karagöz, yoksul, saf, açık sözlü ve kurnaz biridir.
Kavuklu da
Karagöz gibi açık sözlüdür, halktan biridir.
Hacivat,
halktan biraz uzak, yarı aydın bir kimsedir. Tumturaklı konuşur. Yönetici
sınıfın özelliklerini yansıtır.
Pişekâr,
Hacivat’ın ortaoyunundaki yansımasıdır. Mevcut düzenden yanadır. İçten
pazarlıklı, içe dönük biridir.
Oyunlarda temsil edilen kadınlar,
olumsuz özellikler taşırlar. Aşüfte ve yosma olarak karşımıza çıkarlar.
Çelebi, işsiz
ve züppe bir tiptir. Atadan kalma malla geçinir. Hoppa Bey, Züppe Bey, Zampara
Bey, Şık, Zater Bey, Fatin, Razakkızâde, Razakkızâde Tarçın Bey gibi çeşitli
isimlerde görülür.
Tiryaki de
aylak bir tiptir. Afyon çeker. Nokra Çelebi ismini kullanır.
Beberuhi
cücedir. Züppedir. Oyunlarda Altıkulaç ya da, Pişbop ismini aldığı da olur.
Kabadayılar, oyunlardaki
çatışmaları çözen tiplerdir. Anadolu çeşitlemelerinde zeybek ve efe olarak
karşımıza çıkar. Oyunlarda; Tuzsuz Deli Bekir,
Mandıralı Deli Tuzsuz, Bekri Veli, Tekbıyık, Sakallı Deli
gibi isimler kullanır.
Anadolulu tipler
bön ve intikalsizdir. Kayserili açıkgöz tüccar rölündedir. Eğinli genelde
kasaptır. Karamanlı tipi Hacı Torgi oğlu Bodosaki’dir. Laz geveze bir tiptir.
Zımni tipler:
Yahudi’ye Cûd da denir. Tefeci ve sarraf rollerindedir. Korkak ve yaygaracıdır.
Frenk ve Rum doktor, eczacı, meyhaneci, terci ya da tacir olarak karşımıza
çıkar. Ermeni, el sanatlarına meyyaldir. Başkalarını küçümser tavırdadır.
Yabancı tipler: Acemler
varlıklı tiplerdir. Yüksekten atarlar, palavracıdırlar. Araplar aptal
tiplerdir. Arnavutlar dürüst ve de cahil temsil edilirler. Muhacirler
pehlivanlıklarıyla övünürler.
Oyunların Yapısı
Bölümler
Eğlence amaçlı oldukları için gevşek dokuludurlar.
Bölümlerin katı kuralları yoktur, esnektirler.
Giriş: Karagöz, müzik eşliğinde başlar. Hacivat’ın sahnede
görünmesiyle oyun başlar. Karagöz’ün gürültüsünden rahatsız olan Karagöz
perdede görünür. Dövüşürler.
Ortaoyunu bütün oyuncuların yer aldığı danslarla başlar. Zamanla
bu curcuna bölümü yerini Pişekâr’ın Pişekâr havası denen oyununa bırakmıştır.
Söyleşme: İki karakter arasında geçen konuşmalardır. Söz ağırlıklı
bir eğlencedir.
Fasıl: Asıl oyundur. Konularını günlük hayattan alırlar.
Tekrar motifi, bir durumun değişik tiplerle icrasıdır.
Sıralanma motifi, çeşitli tiplerin ardı sıra perdede
görünmesidir.
Kişilerin değişimi motifi, kişilerin bir eşya ya da hayvana
benzetilmesidir.
Soruşturma motifi, bir gerçeğin öğrenilmesidir.
Ortaklık motifi, tiplerin iş ortaklığını anlatır.
Yarışma motifi, bir amaca giden aşamalı işaret eder.
Bunlar gibi çok çeşitli motiflerle oyunlar icra edilir.
Bitiş: Karagöz, yanlışlıklar için bağışlanma diledikten gelecek
oyunun adını bildirir.
Ortaoyununda Pişekâr aynı vazifeyi üstlenir.
Meddah hikâyesini anlatırken dört parçadan oluşan bir
bölümleme yapar: giriş, açıklama, hikâye ve bitiş. Anlatılan hikâyelerde halk
hikâyelerinden farklı olarak gerçek olaylardan esinlenilir.
Müzik ve Dans
Karagöz’de cırlak ses çıkaran nâreke,
dayren denilen def ve hatem
denilen bir zil müzik aleti olarak kullanılır.
Oyun Düzeni
Tasvir denilen Karagöz figürleri genellikle deve derisinden
yapılır. Karagözcüler ortalama beş kişilik bir ekipten oluşur. Görüntüleri
oynatan hayali / hayalbaz
denilen usta, çırak ve çırağa
denilen yardımcı, sandıkkâr denen bir kişi ve
şarkıları okuyan yardak ile dayrezen denilen def çalan kimse.
Perdenin arkasında üzerinde meşale, sonraları mumlar bulunan
destgâh denen raflar bulunur.
Sopalar yatay ve perdeye dik açı oluşturacak şekilde
tutulur. Sopaları (değnekleri) kullanmaya el peşrevi
denir.
Ortaoyununda oyun yeri palanga
adını alır. Dekor, iki paravandan ibarettir. Birisi ev yerine kullanılan
yeni dünya diğeri ise Kavuklu’nun
dükkânı olan küçük bir paravandır.
Pişekâr’ın elinde silkelendiğinde ses çıkaran pastav ya da şakşak
denen bir araç bulunur.
Meddahın gösteri yeri kahvehanelerdir. Anlatının temelini
taklit oluşturduğu için taklitlerde yardımcı olacak eşyalar kullanır. Bunlardan
biri makreme denen mendili diğeri de değneğidir.
Ünite 4
Tanzimat’ta Tiyatro
III. Selim zamanında biri sarayda ötekisi sarayın dışında olmak üzere iki
tane tiyatro binası inşa edilmiştir.
1836’da saray kütüphanesinde yaklaşık 500 tiyatro metni
bulunmaktaydı. Bunların 280’i vodvildi.
Abdülmecit, 1859’da Dolmabahçe Sarayı’nda tiyatro yaptırmıştır. II. Abdülhamit Yıldız Sarayı’nda
tiyatro yaptırmıştır(1889). Zira her ikisi de yabancı misafirlerine
saraylarında tiyatro temsilleri sunarlardı.
İbrahim Şinasi’nin Şair Evlenmesi
sarayın siparişi ile yazılmıştır (1859).
Tanzimat döneminde Avrupa kültürüne yakınlaşan devlet
erkânında görevli paşaların da desteğiyle tiyatro gelişmeye devam etmiştir.
Osmanlı’da ilk opera III.
Selim zamanında sahnelendi (1797).
II. Mahmut, bir saray orkestrası kurup başına da Mankel adlı birini atadı. Bu orkestranın girişimleriyle Gaetena
Donizetti’nin kardeşi Guiseppe Donizetti 1828’de İstanbul’a geldi.
Saray orkestrasını geliştirdiği için kendisinden Donizetti
Paşa diye söz edilir.
Abdülmecit’in isteğiyle Bellini’nin
La Somnambula
(Uyurgezer Kız) adlı operasının bir bölümü sarayda oynandı.
1858’de Beyoğlu’ndaki Naum Tiyatrosu’nda yabancı bir
oyun Türkçeleştirilerek sahnelenmiştir (Riyakâr ve Müseyyip).
1840’da piyano İstanbul’a giriş yaptı. Piyano resitalleri
düzenlenmeye başlandı.
1842’den itibaren yabancı eserlerin tercümesine başlandı.
İlk tercüme Belisario’nun bir
oyunudur.
1844’de Hayrullah
Efendi (Abdülhak Hamit’in
babasıdır), Hikâye-i
İbrahim Paşa
ve İbrahim-i Gülşeni adını verdiği bir opera
metni yazdı.
Şair Evlenmesi: Görücü
usulü evlenmeyi hicveden bir eserdir. Oyun biçim bakımından batı tiyatrosunun
özelliklerini taşırken içerik bakımından geleneksel oyunlarımızın birikiminden
istifade eder.
Tragedya
Ali Haydar Bey ilk tragedyalarımızın yazarıdır. İlk eseri üç bölümlük Sergüzeşt-i Perviz
(1866) ikinci eseri iki bölümlük İkinci Ersas’tır (1866). Her iki eser de şiire yön
vermek, yol açmak üzere yazılmışlardır. Asıl kusurları trajik unsurların ortaya
konulamamış olmasıdır.
Yeğenzade Hüseyin Fazıl’ın ikinci bölümü kayıp olan Ahenk (1872) adlı tragedyası da
manzumdur.
Mustafa Hilmi’nin Bahtiyar ya da Son Gürlüğü (1874) adlı tragedyası
mesnevi biçimindedir.
Abdülhak Hamit
Romantik yazının en önemli temsilcilerinden biridir.
Eserlerinde Fransız edebiyatçılarının etkisi altındadır. İlk tragedyası Nesteren
(1877) Corneille’in Le Cid adlı eserine benzer. Eserin son
bölümü ise Romeo ve Juliet’e benzer.
Hamit, biçim konusunda titiz değildir. Eserleri dağınık ve
coşkuludur.
Nazife (1878) ve Tezer (1880) adlı eserleri Racine’in Berenice’ine
benzer.
Eşber adlı oyununda da Racine
ve Corneille etkileri görülür.
Zeynep (1880) adlı oyununda egzotik bir masal atmosferi tasvir
eder. Bu yapıtta da Shakespeare
etkisi göze çarpar.
İlhan (1913), Turhan (1916) ve Hakan (1935) adlı eserlerinde kaynak
olarak Orta Asya ve Türk dünyasına yöneldi.
Sardanapal ile Asur tarihine yöneldi. Abdüllaü’s Sagir, klasik tragedya
denemesidir. Liberte
(1913) saray politikalarını eleştiren alegorilere yer verir.
Yadigâr-ı Harb (1916) dönemin güncel konularına yönelir.
Eserlerinin tümü zayıf ve kıymetsizdir.
Tragedya denemeleri İbnürreşat
Ali Ferruh’un Huşenk (1885) ve Abdülhalim
Memduh’un Bedriye
(1888) adlı eserleriyle devam etmiştir.
Fanteziler
Ahmet Necip’in İdbar ve İkbal (1874) masal atmosferinde bir
oyundur. Eser, Gozzi’nin Turandot adlı oyunundan esintiler taşır.
Abdülhak Hamit’in Macera-yı Aşk adlı kurgusu dağınık eseri masalsı
öğeler içerir.
Yazarı (ya da çevirmeni) bilinmeyen Ester (1873), Tevrat’ta yer alan bir
hikâyeden esinle yazılmıştır.
Tarihsel Oyunlar
Namık Kemal’in Celaleddin Harzemşah adlı oyunu, onun İslam’ın
evrensel yanlarına ve gelişmesi gerektiğine olan inancının bir ürünüdür.
Hasan Bedredin ile Şemsettin Sami
birlikte Ebulûlâ
yahut Mürüvvet (1876) adını verdikleri, beş bölümlük bir tarihsel
oyun yazdılar. Eser, Hamlet’in
etkisinde yazılmıştır.
Şemseddin Sami, Gâve (1877) ve Seydi Yahya (1878) adlı iki oyun daha yazmıştır. Seydi Yahya adlı oyunda tragedya korosu
da bulunuyordu.
Dönemin tarihsel oyunları; Aleksandr İstamatyadi Gazi Osman (1878), Sami Paşazade Sezai Şîr (1880), Abdülhak
Hamit Tarık
yahut Endülüs Fethi (1880) ve Ahmet
Mithat Efendi Siyavuş yahut Fürs-i Kadimde Bir Facia (1885) olarak
sıralanabilir.
Romantik Dramlar
Namık Kemal’in yazdığı ilk romantik temsil Raz-ı Dil, sansürlenir endişesiyle Gülnihal adıyla yayınlandı (1873).
Eserde özgürlük teması işlenmiştir. Haydutlar
ve Hernani’ye benzer yanları vardır.
Bazı sahnelerinde de Racine’in Britanicus’unun etkileri görülür.
Vatan yahut
Silistre (1873) devrim havası yaratıp
yazarın sürgün edilmesine neden olmuştur. 1874 tarihli Akif Bey adlı oyunu da benzer
temaları işler.
Kara Bela (1876) adlı oyununda padişahın kızını iğfal eden bir
haremağasını konu edinir.
Ebuzziya Tevfik Ecel-i Kaza (1872) adlı oyununda kan davasına karşı
bir tutum takınır.
Mehmet Rıfat’ın Ya Gazi ya Şehit (1873), Mehmet Saadetin’in Tuna yahut Zafer (1874) vatan sevgisini öne
çıkarır.
Ahmet Mithat Efendi’nin yabancı isimler etrafında kurguladığı Ahz-ı Sar
(1875) adlı oyunu korku ve heyecan doludur.
M. Asaf’ın Nedametle Ölüm (1892) ve yazarı bilinmeyen Keşf-i Esrar
(1891) adlı oyunlar o dönemde yazılmış zayıf eserlerdir. Bunların arasında Abdülhak Hamit’in Duhter-i Hindu (1876) ve Finten
(1916) adlı oyunlarını da sayabiliriz.
Melodram
Salim’in Sözde Sebat (1870-71) adlı melodramı masal
havasındadır. Recaizade Ekrem’in Afife Anjelik’i Fransız esintileri
taşır.
Ahmet Mithat Efendi’nin Hükm-i Dil (1874) sınıf farklarından doğan
dramatik durumları temalaştırır.
Abdülhalim Memduh’un Ümitsiz Mülakat (1876) adlı eseri de önemsiz bir
melodramdır.
Hasan Bedreddin ve Mehmet Rıfat
1876’da Delile
yahut Kanlı İntikam adında gerçeklikten uzak bir intikam öyküsü
neşrettiler. İkili daha sonra Kölemenler (1876) adında başarısız bir başka oyun
yazdı. Aynı ikiliye ait olan Fakire (1877) köle bir kızın dramını anlatır.
Mehmet Rıfat’ın Pakdamen (1875) adlı oyunu Afife Anjelik’in kopyası gibidir. Yazarın Ahmet Yetim yahut Netice-i Sadakat
adlı oyununun konusu Arap ülkelerinde geçer.
O dönemde yazılmış çok sayıda melodram mevcuttur.
İçli Gerçekçilik
Bu oyunlar konularını halkın güncel olaylarından alır. Halkın
duygularına hitap etmeye çalışırlar. Namık
Kemal’in Zavallı
Çocuk (1873) adlı oyunun türün örneklerindendir. Vuslat
adlı oyunu da aynı yıl yayınlanır.
Mehmet Rıfat’ın Görenek adlı oyunu müsrif kadınları anlatır. Mehmet Nuri’nin Nasihat yahut Kumar Belâsı (1875)
kumar, İzzet’in Katiller yahut Ahz-ı İntikam (1888)
öç hakkındadır.
Hasan Bedreddin’in Iskat-ı Cenin’i (1874) yanlış evliliği, Mehmet Sadi’nin Afet-i Cehil yahut İnhimak-i Sefahat
(1875) adlı eseri de cahil bir mirasyediyi anlatır.
M. Ziya’nın Eden Bulur (1882), Tedbirsizlik, Ahmet Mithat’ın Eyvah (1886), Abdülhak
Hamit’in Sabr-ü
Sebat ve İçli Kız, Ahmet
Muhtar’ın Mihnet
yahut İftirak-ı Aşk
ve Mesture-i Aşk
içli oyunlardır.
Entrika Komedyası
Ali Bey’in Misafiri İstiskal (1871) adlı oyunu türün başarılı
bir örneğidir. Kokona
Yatıyor (1871), Geveze Berber (1873) yazarın diğer komedileridir.
Hamdi Bey “Ben” müstearıyla İki Karpuz Bir Koltuğa Sığmaz (1871)
adlı oyununda kocalarıyla dost olan bir adamın iki kadınla olan ilişkisini
anlatır.
1874 yılında Fuat Bey
Ahmak Herif Hasis
Karı ve yazarı bilinmeyen Kendi Düşen Ağlamaz adlı komediler neşredilir.
Yazarı bilinmeyen Bela-yı Muhabbet (1875) adlı oyun işveren-işçi
ilişkisi üzerine kuruludur.
Ali Rıza’nın Mızrak Çuvala Sığmaz (1876) adlı oyunu bir
aldatmacayı, Mehmet Behçet’in Fakir Lokantanın
Fakir Uşağı (1876) da garson Dimitri’nin hizmetçi Mari’ye olan
aşkını konu edinir.
Recaizade Ekrem’in Çok Bilen Çok Yanılır (1875) adlı oyunu kıskançlık
ve kötülük duygularını yermektedir.
Mustafa Nuri’nin Zamane Şıkları (1874) beş parasız züppeleri
anlatır.
Yazarı bilinmeyen Karı Koca Muarazası (1875) giyim sorununu, Ahmet Mithat’ın Sanki Aşk (1883) adlı oyunu da alafranga
özentisini anlatır.
Ahmet Mithat’ın Açıkbaş (1875) ve Çengi (1877) adlı oyunları
gelenekteki yanlış uygulamaları konu edinir. S. Vehbi’nin Haşim Bey (1886) adlı oyunu da benzer içeriktedir.
Hasan Bedreddin ile Mehmet Rıfat’ın
birlikte yazdıkları Nedamet (1876) pinti bir faizciyi, Şemsi Bey’in Kendim Ettim Kendim Buldum (1875)
adlı oyunu da cimriliği anlatır.
Mehmet Şakir’in Evhami (1885) adlı oyunu Moliere etkisinde olsa da başarılıdır. İcab-ı Gurur yahut İnkilab-ı Muhabbet
sonradan görme bir gencin başına gelenleri ele alır. 1886’da yazdığı Kırk Yalan Köse
ve devamı niteliğindeki Yalan Tikendi de renkli tiplemeler dikkat çeker. İnatçı yahut
Çöpçatan ve Teehhül yahut İlk Göz Ağrısı, yazarın en başarılı
oyunlarıdır.
Tiyatro Eleştirisi
Tiyatro üzerinde ilk yazı, Ceride-i Havadis’te, 1841 yılında, Bosko Tiyatrosunda oynanan
oyunlar üzerinde yayınlanan bir incelemeydi.
Diyojen yazarı Teodor Kasap,
tiyatro hakkında çokça yazı yazmıştır. Tiyatronun uygarlaşmak için önemli
olduğuna dikkat çeken yazar, ithal oyunlarla hedeflenen ilerlemenin
sağlanamayacağına da dikkat çeker.
Haşmet isimli bir zevat Teodor Kasap’ın görüşlerine Hadika’daki bir yazısında karşı
çıktı (09.01.1873). Namık Kemal de
Haşmet’in görüşlerine katıldı. Ancak daha sonra tiyatronun bir ahlak okulu
olduğu düşüncesini kabul etti.
Kitap yalnızların dostu,
tiyatro topluluğun arkadaşıdır der
Namık Kemal.
Ziya Paşa Harabat’ında taklit yolunda aslını unutma diyerek
ikazlarda bulunur.
Ünite 5
Meşrutiyet Tiyatrosu
23 Temmuz 1908 tarihinde Meşrutiyet ilan edildi. Padişah
Mehmet Reşat’ın emriyle meclis açıldı ve genel seçimlere gidileceği ilan
edildi. Meşrutiyet Dönemi, burada saydığımız hadiselerle başlar. Sona erdiği
tarih için TBMM’nin açıldığı tarihi esas alırız.
II. Abdülhamid dönemindeki sıkı sansür, tiyatroyu
küçültmüştür. Meşrutiyet’in ilanından sonra tiyatro alanında bir hareketlenme
gözlenir. Bu dönemde yazılan ilk eserlerde ağırlıkla istibdat rejiminin
eleştirildiğini görürüz.
Birinci Dünya Savaşı’nın arifesinde, 1914 yılında, İstanbul
Belediye Başkanı Cemil [Topuzlu] Paşa bir tiyatro okulu kurulması için kolları
sıvamış ve Ali Ekrem Bey’in önerisiyle Dâr-ül Bedayi [Güzellikler Evi] adı verilen
bu okula, o sırada dünya çapında üne kavuşmuş olan Fransız tiyatro adamı André Antoine’ı davet etmiştir.
Darülbedayi Tiyatro Bölümü’nün yedi temel dersi vardı:
Bunlar,
1- Kıraat, telâffuz, tecvit (okuma, söyleyiş, tonlama);
2- İnşat, takrir, aruz (ezber okuma, anlatım, uyaklı konuşma);
3- Tarih, edebiyat ve edebiyat tarihi;
4- Hâile (tragedya);
5- Dram;
6-Mudhike (komedya);
7- Raks (dans), adab-ı muâşeret (görgü), eskrim, iş’mizaz
(mimik) idi. Darülbedayi’nin yönetim işlerinin başında, Abdullah Cevdet, Mehmet
Rauf, Tahsin Nahit, Emin Bülent ve Ahmet Hâşim bulunuyordu. Mâli işlerle Kemal
ve Asım Beyler uğraşacaklardı.
1914’te öğrenci kayıtları başladı. İlk elemelerde 63 kişi
başarı gösterdi. Dünya Harbi başlayınca André Antoine ülkesine dönmek durumunda
kaldı. Bir ara kapanma tehlikesi yaşayan kurum 1915’te 37 maddelik
yönetmeliğini hazırladı.
Yönetmeliğin ilk maddesinde kurumun amacı sanatçı
yetiştirmek ve halka tiyatroyu sevdirmek olarak tanımlandı.
İlk gösteri 13 Ocak 1915’te sahnelendi. Bu temsilde Victor Hugo’nun Ruy Blas adlı oyunundan bir parça,
gülünç bir monolog ve Mınakyan
denetiminde Altı
Aydan Beri adlı bir komedi oynandı.
20 Ocak 1916’da Emile
Fabre’dan uyarlanan Çürük Temel ile halka açıldı.
Sahnelenen ilk yerli oyun Halit Fahri’nin Baykuş’udur. Muhsin
Ertuğrul’un sahnelediği bu oyun çok beğenildi.
Kurum içinde huzursuzluklar çıkınca Muhsin Ertuğrul
Darülbedayi’den ayrıldı. Ebedi Tiyatro Heyeti’ni kurdu ve Henrik İbsen’den Horlaklar’ı, Ahmet Nuri’den Sivrisinekler’i sahneledi. Muhsin Ertuğrul 1919’da
yeniden Darülbedayi’ye alındı. 1921’de kurumun başyönetmeni oldu. Kurum yeniden
canlanmaya başladı. Sanatçıların yönetimle ihtilafa düşmesi sonucunda
aralarında Muhsin Ertuğrul’un da yer aldığı pek çok sanatçı kurumdan
çıkartıldı.
Muhsin Ertuğrul bu olaydan sonra Almanya’ya gidip
yönetmenliğe devam etti. Darülbedayi’den çıkartılan diğer sanatçılar Yeni
Sahne topluluğunu kurdular. Muhsin Ertuğrul yurda döndükten sonra birlikte
“Türk Tiyatro Topluluğu”nu kurdular. Sinema ile ilgilenmeye başladılar.
Tatlı Sır adlı bir oyunun temsilinde sahneye çıkan Afife Jale, polis baskınına uğradı. 1921’de
Müslüman kadınların sahneye çıkması yasaklandı. Bu yasak cumhuriyetin ilanından
sonra kaldırılmıştır. Cumhuriyetin ilanından sonra sahneye çıkan ilk Müslüman
kadın Bedia Muvahhit olmuştur.
Avrupa’da edebi akımlar o yıllarda Emile Zola ve Hippolyte
Taine’nın başını çektiği natüralizmin etkisindeydi. Taine, Paris Komünü
sonrasında Hıristiyan sanatının koruyuculuğuna soyunmuştur. Paul Bourget de
dinci bir çizgideydi. 19. yüzyılın çalkantıları sanatçıları derin şekilde
etkilemekteydi. Komün Hareketi’nden sonra (1870) sanatçılar iki kutba
ayrıldılar. Ortada kalanlar ise nihilizme doğru sürüklendiler. Doğalcı yazarlar
toplumsal dönüşümlerden sonuç çıkarmaktan acizdiler. Dolayısıyla da sonuçsuz
kalmaya mahkûmdular. Yaptıkları sadece olan biteni eleştirmek ama asla
nedenlere dokunmamaktı.
Tiyatronun etkisi altında kaldığı disiplinlerden biri gerçekçiliktir.
Buna tepki olarak da karşıt gerçekçilik ortaya çıktı. İkinci kutup
bireyci eğilimleri merkeze aldı.
Freud’un etkisiyle tiyatro oyunlarında psikolojik tahlillere
yer verilmeye başlandı. Tahsin Nahit
ve Hasan Bedreddin, oyunlarında psikolojik
unsurlara yer verdiler.
Henri Kistemaekers, Victor Fabre, Paul Hervieux, Henri
Laveden gibi sanatçıların eserlerinden çok sayıda uyarlama oyun sahnelendi. İbsen ve Maeterlinck, Meşrutiyet’ten sonra tanınmaya başlandı. Yakup Kadri’nin tek perdelik Nirvana ve Veda adlı oyunlarında İbsen etkisi görülmektedir.
Hüseyin Kâmi’nin Sabah-ı Hürriyet (1908) yapısı acemice olan, Jön
Türkler’i, İttihat ve Terakki’cileri ele alan beş bölümlük bir oyundu.
Ahmet Bahri’nin Gasb ve Nedâmet ve Nedâmet yine İhanet (1909) adlı
oyunu siyasal ve hukuksal düzeni ele alır.
M. Sezâi’nin Mithat Paşa yahut Hükm-i İdâm (1912) konuyu
belgelere dayanarak işleyen bir oyundu.
Hüseyin Suat’ın ilk oyunu olan Şehbâl yahut İstibdatın Son Perdesi (1908)
Abdülhamit’in ünlü hafiyesi Fehim Paşa’nın kötülüklerini ele
almaktaydı.
Mehmet Burhanettin’in Fehim Paşa (1912), Fehime Nüzhet de Bir Zâlimin Encamı’nda (1908) Fehim Paşa’yı konu
edinir.
İbnülcemal Ahmet Tevfik, İstibdatın Son Günü yahut Zavallı Valide’de (1910)
hafiyelik ve adalet sisteminin bozukluğu üzerinde durur. Hafiyelerin
kötülüklerini gösteren bir başka oyun da Yusuf
Niyazi Ebu Kemal’in Mülevves yahut Bir Casus’un Akibeti’dir.
Doktor Kâmil imzasıyla yazan biri, Canlı Cenaze yahut Yıldız’ın Telâşları (1909) adlı
oyununda Abdühamit’e karşı birleşenleri ve padişahı gösterir.
Abdülhalim Memduh ile Refik Nevzat’ın
Abdülhamit ve
Genç bir Harem Ağası (1911) ve Vassaf
Kadri’nin Yıldız
Faciaları Adbülhamid’i konu edinir.
Halil Rüştü’nün 10 Temmuz 1324 (1908) adlı oyununda Meşrutiyet’in ilânı
için
Rumeli’de çalışan subayları ele alır.
Hasan Nazmi’nin Genç Zâbit yahut İstibdât Zulümleri (1910) hafiye
zulmüne uğrayan bir subayı anlatır.
Selânikli Hilmi, Menfiler yahut Felâket-i İstibdât (1911) adlı
eserinde sürgüne gönderilen insanların hayatını konu edinir.
Hasan Nadir’in Devr-i Sâbıkta Vükelâ (1910) adlı oyunu polis
işkencelerini anlatır.
Ahmet Hilmi’nin İstibdât’ın Vahşetleri yahut bir Fedãinin Ölümü (1909),
Sâid Hikmet’in Mâzi ve Âti (1909) ve Aka Gündüz’ün ilk oyunu sayılan ve
tamamı yayımlanmayan Aşk ve İstibdât (1909), özgürlük mücadelesine
paralel gelişen bir aşk konusunu da içerir.
Cenap Şahabettin’in Yalan’ı (1914) bu konuda en çok temsil edilen oyundur.
Ahmet Cevat [Emre], Yıldız’ın Sonu (1909) adlı oyununda 31 Mart Olayı’nı
inceler.
Mehmet İhsan’ın Hırs-ı Saltanat yahut İntikam-ı Meşrû-u Millet adlı
oyunu da 31 Mart Olayı’nı konu edinir.
Saffet Nezihi’nin İzah ve İstihzah’ı (1910) meclis soruşturması karşısında
iki bakanı, Garibeler’i
(1908) ise halkın milletvekillerinden hesap sormasını ele alır.
Saffetî Ziyâ’nın Haralambos Cankiyadis (1912) o dönemin başlıca
töre oyunlarından biridir.
Mehmet Sâdullah’ın Köylü Mürşidi (1913) adlı oyunu köylerdeki sömürü
düzenini konu edinir.
Salâh Cimcoz ile Celâl Esat’ın
Selim-i Sâlis’i
(1910) adlı oyunu III. Selim’in batılılaşma teşebbüslerini konu edinir.
Ali Haydar Emir’in Sultan Selim-i Sâlis’i de yine III. Selim
hakkındadır.
A. Faik’in Şâhingiray adlı oyunu yine batılılaşma temalıdır.
Ziya Gökalp, Alparslan, Malazgirt Muharebesi (1913) adını verdiği
iki bölümlük kısa bir oyun yazmıştır.
Mehmet Nâfi’nin Kamer Sultan’ı ve Celâl Esat’ın Büyük Yarın’ı Cengiz Han zamanındaki Türklere ilişkin
oyunlardır.
Aka Gündüz’ün Muhterem Katil (1914) adlı oyunu ise Kafkasya’da
Kazaklara karşı dövüşen Türkler ile romantik tek yanlı bir aşk ilişkisini işler.
Aka Gündüz’ün Yarım Türkler (1919) Türk özelliklerini yitirmiş,
yozlaşmış Türkleri konu eder.
Mınakyan Kumpanyası’nın Sosyalizm yahut Âmir mi, Hâmi mi? (1911) ve Sosyalist yahut Hak
Çalışanındır (1920) içerik ve biçim bakımından zayıf iki oyundur.
Ömer Hilmi’nin Hak ve Kuvvet (1923) adlı eseri benzer
içeriktedir.
Bu dönemde popüler tiyatronun en önemli ismi Tunalı Hilmi’ydi. Memiş Çavuş
tiplemesiyle çok sayıda oyun yazmıştır: Dertli Memiş Çavuş (1910), İstanbul Şenliklerini Görmeye Gelmiş Bir Köylü,
Memiş Çavuş (1921), Büyük Millet Meclise Âzaları Memiş Çavuş Sayvanında
(1923)
İbnürrefik Ahmet Nuri’nin Ferda’sı (1914), Manastırlı Hasib’in Rumeli’si (1915), Necmettin Sâhir’in Kafkas Yolu (1915), Hüseyin Kâzım’ın Büyük İmân’ı (1916) gibi daha birçok oyun,
Türklerin I. Dünya Savaşı’ndaki kahramanlıklarını dile getirir. Aynı içerikteki
Abdülhâk Hâmit’in, çoğu bölümleri
nesir olan, Yâdigâr-ı
Harb’ı (1919) sahne üzerinde oynanabilmesi olanaksız bir yapıttır.
Mithat Cemal’in Yirmi Sekiz Kânunuevvel (1918) adlı oyunu
Çanakkale müdafaası hakkındadır.
Faik Âli’nin [Ozansoy] Payitahtın Kapısında (1918) yurt sevgisini
vurgular.
Muhyiddin Mekkî’nin Vatan Daha Güzel’i de (1914) kahramanlık
temalıdır.
Sâlih Zeki’nin Öldürülen Söz - Öldürülemeyen Aşk (1920) Türk
köylüsünün nasıl savaştan savaşa sürüklendiğini anlatır. A. Rıza’nın İzmir’e Doğru; İzmir’de
Doğan Şeref (1922) yine aynı konuyu işler.
‘Servet-i Fünûn’ yazarları arasında tiyatroya en çok yapıt
vermiş olan Hüseyin
Suat’tır (1868-1948). İstibdat
dönemini eleştiren Şehbal’den sonraki önemli eseri Yamalar’dır
(1919). Hülle
(1910), Çifteli Mikroplar
(1920), Ahrette
Bir Gün (1925), Ana Karnında Son Gece, Sanat Vesikaları, Harman Sonu
oyunlarından bazılarıdır. Küçük Beyler’i Cenap Şahabettin ile birlikte yazmıştır.
Cenap Şahabettin önemsiz bir melodram
olan Merduh Aile’den
sonra Yalan
ve Körebe
adlı iki oyun yazmıştır.
Namık Kemal’in oğlu Ali
Ekrem Baria
(1908), Sükût
(1919), Mama
Dadım Darılır (1919) ve Köse Daniş adlı oyunları yazmıştır.
Mehmet Rauf Pençe
(1911), Cidal
(1911), Sansar
(1914) ve Ceriha
(1927), Diken
ve Dilenci
adlı oyunlarıyla anılır.
Hüseyin Rahmi’nin Hazan Bülbülü (1916) uzun tiradları nedeniyle
sahnelenmeye uygun olmayan bir eserdir.
Şehabettin Süleyman Fırtına
(1910), Çıkmaz
Sokak (1913), Kırık Mahfaza (1913) adlı oyunlarıyla dikkat
çeker. Çıkmaz Sokak adlı eseri lezbiyen kadınları anlatır. Yazar, Tahsin Nahit’le birlikte Kösem Sultan’ı
yazmış ve bu eser çok ilgi görmüştür. Ben… Başka (1913) yine bu ikilinin imzasıyla
yayımlanmıştır.
Tahsin Nahit Firar (1910) ve Hicranlar’dan (1908) başka Ruhsan Nevvare ile birlikte Jön Türk’ü
yazmıştır.
Müfit Ratip Kanije Müdafaası ve Tiryaki Hasan Paşa adında bir
oyun yazmıştır.
İzzet Melih Fransızca olarak Leyla adlı bir oyun yazmıştır.
Yakup Kadri Veda adında bir oyunu bu dönemde yazmıştır (1909).
Halit Fahri (Ozansoy) Baykuş, Ölüm Perileri ve İlk Şair’i bu dönemde yayımlamıştır.
Yusuf Ziya (Ortaç) Binnaz (1918), Kördüğüm (1919) ve Name / Eski Mektup adlı oyunlarıyla
tanınmıştır.
Ömer Seyfettin Şaka (1908), İhtiyar Olsam da (1918) adlarında oyunlar
yazmıştır.
Halide Edip, Kenan Çobanları (1916) adlı müzikalini bu dönemde
yazmıştır.
Reşat Nuri [Güntekin] Hançer (1920), Eski Rüya (1922), Taş Parçası (1910) ve Gönül (1923)
adlı oyunları yazmıştır.
Komedi ağırlıklı eserler vermiş olan Ahmet Nuri, dönemin en verimli yazarlarındandır. Musahipzade Celal’le birlikte dönemin en çok eser veren
yazarlarındandır.
Türk Kızı (1910) adlı eseriyle tiyatro yazarlığına başlayan Musahipzade Celal, asıl önemli eserlerini cumhuriyet döneminde yazdı. Köprülüler
(1912) tarihsel olaylara dayanır. İstanbul Efendisi (1913) sosyal eleştiriye yöneliktir.
Lale Devri
(1914) müzikaldir. Macun Hokkası (1916), Yedekçi (1919) toplumsal sorunlara
değinir. Kaşıkçılar
(1920) ahilik temalıdır. Atlı Ases (1921) kara mizah örneğidir. Demirbaş Şarl
(1921) tarihsel arka planı olan bir aşk hikâyesidir. İtaat İlâmı (1923) kıskanç bir
kocanın karısına çektirdiklerini anlatır. Moda Çılgınları adlı oyunu kayıptır.
Dönemin Tiyatro
Eleştirisi
Mehmet Rauf tiyatro topluluklarının çokluğundan yakınır.
Celal Sahir toplumun kültürünün henüz tiyatroya hazır olmadığını söyler.
Şahabettin Süleyman, tiyatronun geri kalmışlığını toplumsal hayatın gelişmemiş
olmasına bağlar.
Tiyatro hakkındaki yazılarda tiyatronun toplumu eğitmek
üzere kullanılması tavsiye ediliyordu.
Ahmet Mithat Efendi, tiyatroları mektep olarak telakki eder.
Tiyatro hakkında yakınmaların dışında olgun eleştiriler Reşat Nuri’ye aittir.
Ünite 6
1923-1946 Yılları
Arasında Tiyatro
Cumhuriyetin ilanından sonra sanat ve sanatçı devletin
çeşitli kurumları aracılığıyla sürekli olarak desteklendi: Gazi Eğitim Enstitüsü’nün
açılması, Mekteb-i Sanayi-i Nefise-i Şahane, Güzel Sanatlar Akademisi’ne
dönüştürülmüş, Avrupa’ya sanat öğrenimi için çok sayıda öğrenci gönderilmiştir,
Resim ve Heykel Müzesi açılmıştır.
Atatürk halk kitleleriyle aydınlar arasındaki mesafenin
tiyatro sanatçılarıyla kapatılabileceğine inanıyordu. Tiyatro sanatı onun için
bir kamu hizmetiydi. Bu sebeple de devlet tarafından desteklenmeliydi.
1923 yılı itibarıyla sahne sanatlarıyla ilgili kurumlarımız Darülbedayi ile müsikî sanatıyla ilgili olan Darülelhan idi. 1925’te İstanbul’da konservatuvar
kurulmasına karar verildi. 1926’da Darülelhan’ın ismi konservatuvar olarak
değiştirildi. Bu tarihten sonra Batı müziği eğitimine geçildi.
Darülbedayi 1927 yılında Tepebaşı’nda temsillerine devam
ediyordu. Başında da Muhsin Ertuğrul bulunuyordu. Darülbedayi 1930’da
Belediye’ye bağlanır. 1931’de İstanbul Şehir Tiyatroları’nda Tiyatro Meslek
Lisesi açılır. Okul 3 yıl sonra kapanır. Darülbedayi ismi 1934’te İstanbul
Şehir Tiyatrosu olarak değiştirilir. Aynı yıl Musikî ve Temsil Akademisi kanunu
çıkar. Konservatuvarın tiyatro bölümünün kurulması için Almanya’dan Carl Ebert getirilir. Carl Ebert,
tiyatronun sorunlarını tespit ederek çalışmalara başlar.
1935/36 yıllarında Muhsin Ertuğrul tarafında bir çocuk tiyatrosu
kurulur. 1 Ekim 1935’te Tepebaşı Tiyatrosu’nda sahneye konan ilk çocuk oyunu M. Kemal Küçük’ün Çocuklara Tiyatro Dersi adlı
oyunudur.
1940’ta Devlet Konservatuvarı Kanunu çıkarılır.
1949’da Devlet Tiyatroları kurulur.
1932-52 yılları arasında hizmet veren Halkevleri gerek
oyuncu gerekse seyirci bakımından tiyatroya ciddi katkılar sağlamıştır.
Atatürk Halkevlerinin temsillerini desteklemiş, pek çok
temsillerini izlemiştir.
Darülbedayi ilk turnesini 1925’te Samsun ve Bafra’ya yapar. Bu
tarihten sonra Anadolu’da pek çok şehri ziyaret eder.
1923-1946 Yılları
Arasında Yazılan Tiyatro Eserleri
Atatürk döneminde yazılan sahne eserleri devrimci, aydın ve
yeni Türkiye’nin ideallerini yansıtır. Halkevleri ve şehir Tiyatroları’nda
sahnelenen bu oyunların başlıca amaçları halkın eğitilmesidir.
Atatürk, inkılapların halka benimsetilmesi için tiyatrodan
faydalanmış, çeşitli konularda oyunlar yazılmasını sipariş etmiştir. Yazdırdığı
bazı oyunlarda bizzat düzeltmeler yapmıştır.
Bu dönemde sahnelenmiş bazı oyunlar:
Faruk Nafiz Çamlıbel: Akın, Özyurt, Kahraman, Yangın
Münir Hayri Egeli: Bayönder, Bir Ülkü
Yolu, Taş Bebek
Behçet Kemal Çağlar: Çoban, Ergenekon, Attila
Yaşan Nabi Nayır: Mete, İnkılap Çocukları, Beş Devir, Köyün Namusu
Halit Fahri Ozansoy: On Yılın Destanı
Necip Fazıl Kısakürek: Tohum
Aka Gündüz: Beyaz Kahraman, Yarım Osman, Gazi Çocukları İçin, Köy
Muallimi, Mavi Yıldırım, O Bir Devirdi
Reşat Nuri Güntekin: İstiklal, Vergi Hırsızı
Peyami Safa: Gün Doğuyor
Özsoy operasının librettosu
için Münir Hayri Egeli’yi
görevlendirmiştir.
Bu dönemden önce oynanan yabancı oyunlar genelde Fransızca
adaptasyonlardır. 1923’ten sonra farklı ulusların eserlerine yer verildi.
Bu dönemde yazılmış oyunların konuları:
Savaş yıllarında yaşanan olaylar: Bir Zabitin 15 Günü, Yaşayan Ölüler
Eski ve yeninin kıyası: Pazartesi
Perşembe, Bir Kavuk Devrildi, Hülleci
Klasik edebiyattan konular: Mete, Çoban, Attila’nın Düğünü
Batılılaşma: Paydos,
Selma
Türkün karakteristikleri: Attila, Çoban, Yayla Kartalı
Osmanlıyı aşağılayan eserler: Balaban Ağa, Aynaroz Kadısı, Bir Kavuk Devrildi
Cumhuriyeti yücelten eserler,
Atatürk’ün fikir ve düşüncelerini işleyen eserler.
Hüseyin Rahmi Gürpınar
(1864-1944)
Oyun yazarlığından ziyade tiyatro eleştirileriyle öne çıkar.
Sahnelenen tek eseri Kadın Erkekleşince’dir.
Hazan Bülbülü adlı oyununun
önsözünde ülkemizde yazılan tiyatro eserlerini yetersiz bulduğunu belirtmiştir.
Tiyatro eserlerinin toplumun sorunlarına eğilmesini ister.
İstiğrak-ı Seher adlı eserinde bir şairin komşu evin kızına âşık oluşunu
anlatır. Zelzele’de 1894 İstanbul
depreminden esinle basit bir aşk ve ihaneti anlatır. İki
Damla Yaş, eşini aldatan bir adamın yaşadığı ve yaşattığı sorunlara
dairdir.
Musahipzade Celal
(1868-1959)
Komedilerinde Osmanlı’nın yaşamı, bazı inanç ve gelenekleri
gülünçleştirerek anlatmış ve bundan dolayı eleştirildiği olmuştur. Köprülüler adlı oyunu çok beğenilmiş ve
bu sebeple tarihsel oyunlar yazmıştır.
Sevda Şener, eserleri hakkında bir inceleme yayınlamıştır.
Oyunları:
İstanbul Efendisi (1913), Macun Hokkası
(1917), Yedekçi (1919), Kaşıkçılar (1920), Lale Devri (1921), Türk
Kızı, Atlı Ases (1936), Demirbaş
Şarl (1936), İtaat İlamı, Fermanlı Deli Hazretleri, Aynaroz
Kadısı, Kafes Arkasında, Bir Kavuk Devrildi, Mum Söndü, Pazartesi… Perşembe,
Gül ve Gönül, Balaban Ağa, Selma, Genç Osman, Moda Çılgınlıkları
İsmail Hakkı Baltacıoğlu
(1886-1978)
Kadro dergisinin kurucularındandır. İşsizler (1924), Fevkâlasriler
(1928), Hayvan Fikri Yedi (1928), Kör (1928), Köksüzler (1934), İmralı’nin
İnsanları (1940), Sanatkâr Aşkı (1945), Hep ve Hiç (1951), Siyah
Beyaz (1952), Aşağıdan Yukarı
(1952), Sahte Kahramanlar (1975)
Nahit Sırrı Örik
(1895-1960)
Sönmeyen Ateş (1933), Muharrir
(1934) ve Alınyazısı adlı oyunları
vardır.
Faruk Nafiz Çamlıbel
(1898-1973)
Köylülerin savaş, eğitimsizlik ve yoksulluk gibi sorunlarını
Canavar (1925) adlı tiyatro eserinde
ele aldı.
Özyurt (1932), Akın
(1932), Kahraman (1933), Yayla Kartalı (1945), İlk Göz Ağrısı ve bunların dışında Bir Demette Beç Çiçek (1933), Yangın (1934), Belki Bir Gün (1946) gibi çocuk oyunları da vardır.
Nazım Hikmet (1901-1963)
Kafatası (1932), Bir Ölü Evi
(veya Merhumun Hanesi, 1932), Unutulan Adam (1935), İvan İvanoviç Var Mıydı Yok Muydu?
(1955), Ferhat ile Şirin (1965), Sabahat (1965), İnek (1965), Ocak Başında
/ Yolcu (1966), Yusuf ile Menofis (1967), Sevdalı
Bulut.
Necip Fazıl Kısakürek
(1904-1983)
İlk oyunu Tohum’dur.
Künye, Sabır Taşı, Para, Nam-ı Diğer
Parmaksız Salih, Reis Bey, Ahşap Konak, Siyah Pelerinli Adam, Yunus Emre,
Abdülhamid Han, Kanlı Sarık, Mukaddes Emanet, Bir Adam Yaratmak, Püf Noktası.
Bir Adam Yaratmak Türk tiyatrosunun en güçlü oyunlarından sayılır. Eserlerinde
bunalımlı, uyum sorunu olan kişileri anlatır.
Münir Hayri Egeli
(1904-1970)
Atatürk’ün emriyle Paris Türk Haberler Bürosu’nu kurdu.
Milli Temsil Akademisi ve Güzel Sanatlar Müdürlüğü’nde bulundu. Yurt dışında
film eğitimi aldı. 1933’te yaptığı bir Atatürk heykeli nedeniyle
ödüllendirildi. Kadın Geçerken, Yiğit
Hamza, Yörük Emine gibi oyunları Atatürk tarafından tashih edildi.
Cevdet Kudret
(1907-1992)
Tersine Akan Nehir (1929), Rüya İçinde
Rüya (1930), Kurtlar (1933), Danyal ve Sara, Yaşayan Ölüler. Üç ciltlik Karagöz,
iki ciltlik Ortaoyunu adında
çalışmaları vardır.
Dönemin Tiyatro
Eleştirisi
Dönemin sanata bakışı, geleneksel değerlere kapalı tamamen
batıya dönük eserler üretmektir. Devlet Konservatuarında 1941-1947 yıllarında
sahnelenen tek yerli oyun, A. Kutsi
Tecer’in “Yazılan Bozulmaz” adlı oyunudur.
Tiyatrolarımızın kendi kültürüne yönelik düşmanca tutumu
kimi aydınlarca eleştirilmiştir.
1960’lı yıllardan itibaren bazı yazarlarımız geleneksel
oyunlardan yararlanarak bize özgü orijinal eserler yazmaya başlamışlardır.
Hüseyin Rahmi, Tiyatro Müellifleri adlı makalesinde tiyatro eserinin
nasıl olması gerektiğini açıklar: kahramanlar mesleğine, kültürüne göre
konuşturulmalı, rolü olmayan tiplemelerin belagat hocası gibi konuşturulmaması
gerektiğini belirtir.
Halkevleri yayını olan Ülkü dergisinde ve Yücel
adlı dergide o yıllarda tiyatro hakkında yazılar çıkmıştır.
Ünite 7
1946-1960 Türk Tiyatrosu
Çok partili hayata geçildikten sonra başta oyun yazarlığı
olmak üzere tiyatromuzda çok çeşitli gelişmeler gözlenmiştir (özel tiyatroların
İstanbul dışına çıkması, eleştirinin ilerlemesi, tiyatronun kurumsallaşması,
üniversite düzeyinde eğitimin gündeme gelmesi gibi).
İstanbul Şehir Tiyatrosu
1914 yılında Darülbedayi adıyla kuruldu. Ülkemizin en eski
ödenekli tiyatrosudur. 1931 yılında belediye bağlanarak ekonomik yapısı
kuvvetlendirildi. Bu dönemde Avusturyalı besteci Joseph Marx İstanbul’a davet
edildi. Onun önerisiyle İstanbul Konservatuarı kuruldu. 1935’te de Çocuk
Tiyatrosu kurulmuştur. Yerli oyunların sahnelenmesi bu dönemden sonradır.
50’li yıllarda Yaprak Dökümü bir sezonda 100 temsil
vermiştir.
1931-1946 yıllarını tiyatromuzun yenilikler dönemi ve
ciddi anlamda seyirci yetiştirme dönemi olarak değerlendirebiliriz.
Alman Harbi sonrasındaki dönemde tiyatro izleyicisinde
azalma gözlenir. Bu dönemde Ankara’da Devlet Tiyatrosu kurulur ve İstanbul
Şehir Tiyatrosu üvey evlat konumuna düşer.
1952’de Orhan Hançerlioğlu, Şehir Tiyatrosu yöneticiliğine
getirilir. Bu dönemde Max Meinecke
başyönetmen olarak görevlendirilir. Meinecke yönetiminde önemli gelişmeler
yaşanır. Batı klasikleri sahnelenir. Tiyatromuzda Alman ekolü ağırlığını
hissettirir. İlk kez tiyatro sahnesi dışında bir alanda (Gülhane Parkı)
temsiller verilmiştir. Meinecke 1958’de kurumdan ayrılır. Ardından kurum içinde
kaos yaşanır. 1959’da kurum yeniden Muhsin Ertuğrul’a teslim edilir. Böylece
tiyatromuz altın yıllarını yaşamaya başlar.
Tatbikat Sahnesi ve
Devlet Tiyatrosu
1924’te Musiki Muallim Mektebi kurulur. Bu kurum 1934
yılında Milli Musiki ve Temsil Akademisi adıyla tiyatro eğitimi de vermeye
başlar. Müzik bölümünün başına Alman besteci Paul Hindemith getirilir. Tiyatro bölümü de Carl Ebert’e teslim edilir. 1940 yılında Konservatuar, müzik ve
temsil kolu olmak üzere iki bölümlü yapısına kavuşur.
Carl Ebert 1947’de ülkesine döner. Kurumun başına Muhsin Ertuğrul getirilir. 1947-1949
yılları arasındaki dönem Tatbikat Sahnesi Dönemi
adıyla anılır. 1949’da Devlet Tiyatro ve Opera Yasası çıkar.
Tatbikat Sahnesi döneminde Ulus’taki Evkaf Apartmanının alt
katında bir sahne hazırlanır. Küçük Tiyatro
adlı bu mekân, ilk temsilini Ahmet Kutsi Tecer’in Köşebaşı oyunuyla yapar
(1947).
Aynı yıl Zeki Taşkın’ın
Altın
Bilezik adlı çocuk oyunu sahnelenir.
Büyük Tiyatro ise Ahmet
Adnan Saygun’un Kerem operasıyla perdelerini açar.
Büyük Tiyatro’da Ahmet
Kutsi Tecer’in Köroğlu oyunuyla düzenli temsiller verilir.
Muhsin Ertuğrul bu dönemde yerli oyun yazarlarının
yetişmesine katkı sağlamıştır. Turgut Özakman, Sabahattin Kudret Aksal, Cevat
Fehmi Başkut gibi isimler bu dönemde yetiştiler.
Demokrat Parti iktidarıyla birlikte tiyatro üvey evlat
muamelesi görmeye başlar.
Muhsin Ertuğrul 1951 yılında genel müdürlükten istifa eder.
1956’da göreve geri döner. Ankara’daki sahne sayısı dörde çıkarılır. Adana ve
İzmir’de faaliyet gösteren sahneler 1956’dan itibaren Devlet Tiyatrosu
tarafından yönetilmeye başlanır. 1957’de Bursa’da Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosu
açılır.
Muhsin Ertuğrul emekli edilir ve yerine Cüneyt Gökçer
getirilir. Gökçer 20 yıl süreyle kurumun yöneticiliğini yapar.
Halkevleri ve Köy
Enstitüleri
Halkevleri Anadolu’daki tiyatro hareketinin lokomotifidir. Kurumun
yönergesindeki 7 maddenin 4’ü tiyatro ile ilgilidir. Kurumun esas amacı
cumhuriyet rejiminin halka benimsetilmesini sağlamaktır. Kurum 1932-1951
yılları arasında yaklaşık 1200 oyun sahnelemiştir.
Halkevleri 1951’de kapatılmıştır.
Tiyatro Eğitimi
1958’de Ankara Üniversitesi bünyesinde Tiyatro Enstitüsü kurulmuştur.
Özel ve Amatör Tiyatro
Toplulukları
1955’de kurulan Ankara Deneme
Sahnesi etkinliğini günümüze dek sürdürmüştür.
Genç Oyuncular
topluluğu da 1957’de İstanbul’da faaliyete başlamıştır. Bu topluluk daha sonra
kurulacak olan Dostlar Tiyatrosu ve Arena Tiyatrosu’nun çekirdeğini oluşturur.
Muhsin Ertuğrul 1951’de YKB sponsorluğunda Küçük Sahne’yi kurmuştur.
Muammer Karaca Tiyatrosu yine bu dönemin girişimidir. Bu tiyatro sahnesi, 70’li
yıllara kadar 4000’in üzerinde temsil veren Cibali
Karakolu adlı oyunuyla unutulmazlar arasında yerini almıştır.
Haldun Dormen’in 1954’te kurduğu Cep Tiyatrosu
1955’de Dormen Tiyatrosu’na dönüşmüştür.
Kenter Tiyatrosu’nun
kuruluşu da bu döneme rastlar.
Oyun Yazarları
Reşat Nuri Güntekin, Nazım Hikmet, Ahmet Kutsi Tecer, Cevat
Fehmi Başkut, Oktay Rıfat, Refik Erduran, Güngör Dilmen bu dönemin öne çıkan
isimleridir.
Batılılaşma ve
Modernleşme
Cevat Fehmi Başkut Küçük Şehir, Koca Bebek ve Harput’ta Bir Amerikalı adlı oyunlarıyla
Batılılaşmayla birlikte aile kurumunda ve toplumda ortaya çıkan modern yaşam
biçimine karşı eleştirel ve karamsar bir yaklaşım çizer.
Dönemin genç yazar kuşağı ise bu konuda daha soğukkanlı ve
nesneldirler.
Turgut Özakman’ın Pembe Evin Kaderi
ve Kaneviçe, Refik Erduran’ın Cengiz Han’ın
Bisikleti, Çetin Altan’ın Tahteravalli, Ahmet Kutsi Tecer’in Köşebaşı,
Haldun Taner’in Dışardakiler ve Fazilet
Eczanesi adlı oyunları bu eğilimin en tipik örnekleridir.
Aile Kurumunun ve
Toplumsal Dengenin Bozulması
Gelenekçi tavır, Batılı tarzda bir yaşam sürme isteğinden
kaynaklanan özgürlük arayışlarının aile denen kutsal kurumu dağıtmaktan başka
bir işe yaramayacağı konusunda ısrarcıdır.
Bu konudaki temel örnekler yine Cevat Fehmi Başkut’un oyunlarıdır. Bu görüşün karşısında, ailede
özellikle kadının ve gençlerin sorumluluk duygularını körelten ve özgürlük arayışlarına
set çeken katı tutuma karşı çıkan yazarlar, sağlıklı evlilikler ve sağlam
temeller üzerine kurulmuş aile yapısının özlemini çekerler. Sabahattin Kudret Aksal, Şakacı, Evin Üstündeki Bulut ve Tersine
Dönen Şemsiye; Ahmet Kutsi Tecer
Bir Pazar Günü; Orhan Asena Yalan, Ahmet Muhip Dıranas O Böyle İstemezdi adlı oyunlarda bu eğilimi
belirgin bir biçimde işlemişlerdir.
Aydın ve Toplumsal
Sorumluluk
Oyunlardaki aydın oyun kişisi öğretmen, gazeteci, bilim adamı
ya da sanatçı gibi bir meslek grubuna dâhildir. Aydın kişinin kendisine ve
topluma yabancılaşmasının bir sorun olarak ilk kez oyunlarda işleniyor olması
ellili yılların oyun yazarlarında dikkat çeken önemli bir noktadır.
Bu konuyu ele alan başlıca yazarlar ve yapıtlarını şöyle sıralayabiliriz:
C. Fehmi Başkut: Paydos, Soygun; Haldun Taner: Günün Adamı,
Fazilet Eczanesi ve Değirmen Dönerdi, Lütfen Dokunmayın; Turgut
Özakman: Güneşte On Kişi; Refik Erduran: İkinci Baskı, Karayar Köprüsü; Aziz
Nesin: Biraz Gelir Misiniz, Bir Şey
Yap Met.
Politikaya ve Politikacıya
Bakış
Haldun Taner Günün Adamı ve Dışardakiler, Reşat Nuri Güntekin Tanrı Dağı
Ziyafeti, Cevat Fehmi Başkut Sana Rey Veriyorum, Nazım Hikmet Sabahat, Çetin Altan Beybaba adlı oyunlarında siyaset dünyasını ele alırlar.
Özellikle Günün Adamı gerek içeriği gerekse sakıncalı damgasını
yemesi açısından döneme damgasını vurmuştur.
Zenginlik yolunda türlü ahlaksızlıklardan çekinmeyen tüccar
kesimi kimi yazarlar bir ahlak sorunu gibi algılamıştır. Cevat Fehmi Başkut bu aşamaya kadar sözünü ettiğimiz hemen her
oyununda, Nazım Kurşunlu Branda Bezi oyununda, Reşat Nuri Güntekin Balıkesir
Muhasebecisi’nde sorunların çözümü için deyim yerindeyse, ahlâksız tüccarın
ıslahından medet ummuşlardır. Buna karşılık kimi yazarlar ekonomik sorunların
kaynağında sınıfsal kaygı ve çıkarların yattığını ileri sürmüşlerdir. Çetin Altan’ın Tahteravalli, Nazım Hikmet’in
Enayi ve Yusuf ile Menofis adlı oyunları bu yaklaşımın en tipik örnekleridir.
Tarih, efsane ve masal eksenli oyunlar ve yazarların genel
görünümü şöyledir:
Nazım Hikmet: Ferhad ile Şirin,
Yusuf ile Menofis; Nazım Kurşunlu Fatih; Orhan Asena Tanrılar ve İnsanlar, Hürrem Sultan; Güngör Dilmen Midas’ın
Kulakları. Çağdaş insanlık değerlerini eksen alan oyunlar ise şunlardır: Orhan Asena Korku; Aziz Nesin: Biraz Gelir Misiniz, Bir Şey Yap Met, Turgut Özakman Tufan, Duvarların Ötesi.
Güngör Dilmen’in 1959 yılındaki bir yarışmada ödül alan oyunu Midas’ın Kulakları,
kimi eleştirmenlerce “eşek kulaklarından yaratılan bir mucize” olarak övgü almış,
hatta “Şair Evlenmesi’nden bu yana
tiyatro edebiyatımızın en güzel eseri” sayılmıştır.
Tiyatro Eleştirisi
Nurullah Ataç, Lütfi Ay, Suat Taşer, Burhan Arpad, Metin And,
Adnan Benk bu dönemin öne çıkan eleştirmenleridir.
Suat Taşer, dramaturgi bilgisini sistemli bir biçimde kullanan;
Burhan Arpad ise nesnelliğini
yitirmeyen eleştirmenlerimizdendir.
Metin And eleştirilerinde oyun çözümlemelerine, oyunculuk,
dekor giysi uygulamalarına da yer veren, polemikten kaçınmayan bir eleştirmenimizdir.
Tiyatro tarihi ve kuramı bilgisiyle oyun çözümlemesini birleştiren
Adnan Benk ise tiyatro sanatımızın
çağdaş yönde gelişimini destekleyen, taklitlere şiddetle karşı çıkan; Ataç’tan
sonra gelen en açık sözlü ve sivri dilli eleştirmen olarak değerlendirilmiştir.
Tüm bu önemli isimlere karşın bu dönemin eleştirideki ağır topu Nurullah Ataç’tır.
Ünite 8
1960-1970 Yıllarında
Türk Tiyatrosu
1958’de kurulan Tiyatro Enstitüsü 1964’te Melahat Özgü başkanlığında, 4 yıllık
lisans eğitimi veren Tiyatro Kürsüsü halini alır.
Bu dönemde tiyatro hakkındaki tartışmalar, ulusal tiyatro ve
bölgesel tiyatro olmak üzere iki kolda yürür. Bölge tiyatrolarıyla kapatılan
Halkevleri’nin boşluğu giderilmek istenir.
Bu dönemde Devlet Tiyatrosu, Cüneyt Gökçer’in yönetimindedir. Devlet Tiyatrosu 1960-70 yılları
arasında 84 yerli, 118 yabancı oyun ve 10 tane de çocuk oyunu sahnelemiştir.
Şehir Tiyatrosu ise 1965’e kadar Muhsin Ertuğrul, sonrasında ise Vasfi Rıza Zobu tarafından yönetilir. Muhsin Ertuğrul’un etrafında
pek çok genç sanatçı yetişir. Bu genç sanatçıları eskiler pek de olumlu
karşılamazlar. Sönük günler geçiren Şehir Tiyatrosu, Tebebaşı Dram Tiyatrosu
kapandıktan sonra, 1970’te Harbiye Tiyatrosu’na taşınır.
Korku Tiyatrosu, Psikolojik Tiyatro gibi farklı tiyatro
denemeleri yapılmış ve bu yolla seyircinin ilgisi teşvik edilmiştir.
Amatör/profesyonel gurupların icra ettiği Kabare Tiyatrosu
da bu dönemde ilk örnekleriyle karşımıza çıkar. Kabare toplulukları denilince
ilk akla gelen guruplar; Devekuşu Kabare, Üç Maymun Kabare ve Pisi
Pisi Kabare’dir.
Bu yıllarda yerli oyunların sayısında artış gözlenir. Yerli
oyunlarda kent hayatından kesitler, gecekondu ve kır yaşamının sorunları,
bürokrasideki aksaklıklar ve gündelik hayatta gözlenen değer yargılarındaki
değişimler işlenir.
Yazarlar kimi zaman bireyin iç dünyasına eğildikleri
oyunlarda, bu soyut dünyanın ayrıntılarını, yine soyut ve simgeci yaklaşımlarla
dile getirirler. Güngör Dilmen’in Küp Hamit ve Avcı Karkap, Gülten Akın’ın
Kapılar Pencereler, Batak, Çıkış ve Adalet Ağaoğlu’nun
Çıkış adlı oyunları bu eğilimin en
belirgin örneklerini içerir.
Türk oyun yazarlığının tek kişilik veya iki kişilik oyunlarının
Çiçu, Yağmur Sıkıntısı, Tut Elimden Rovni, Mikado’nun Çöpleri, vb. en önemli örnekleri, altmışlı yıllarda yazılmıştır.
Cevat Fehmi Başkut’un Ayna, Öbür Gelişte ve Ölen Hangisi,
Şahap Sıtkı İlter’in Ayrı Dünyalar adlı oyunları, aslında
dramatik yapıyı izlemesine karşın gerçek üstü öğeler de içerir.
Cahit Atay’ın Ana Hanım Kız Hanım,
Adalet Ağaoğlu’nun Bir Sessiz Adam, Talip Apaydın’ın Bir Yol
gibi oyunlarında, oyun kişilerinin anlatıcı işlevine de zaman zaman tanık
oluruz.
Vasıf Öngören ve Sermet Çağan
da epik tiyatro biçiminin Türk Tiyatrosundaki en önemli örneklerini vermişlerdir.
Altmışların oyun yazarları ekonomik siyasal yapıdaki değişim
ya da bozulmanın görünen nedenlerini devlet kurumları ve görevlilerindeki
aksaklıkları ele alarak irdelerler. Recep
Bilginer, Çetin Altan, Cevat Fehmi Başkut, Haldun Taner, Orhan Asena ve Aziz Nesin’in bu bağlamdaki oyunları, rüşvet ve yolsuzluğun egemen olduğu
devlet kurumlarına, yetersiz ve bilgisiz yöneticilere, bürokrasi çarkı içinde
sürüklenip duran vatandaşın acınası durumuna dikkat çeker.
Çetin Altan Dilekçe ve Recep Bilginer Ben Devletim adlı oyunlarında sabit ve dar gelirli memurun durumunu
sergilerler.
Sermet Çağan’ın Ayak Bacak
Fabrikası adlı oyununda, kapitalist sistemin çarklarını, Türkiye gerçeğinin
bir parçası olarak feodal yapı kalıntılarını, yabancı sermaye ile yerli işbirliğinin
devlet ile ortaklık kurarak halkı sömürmesini evrensel bağlamda dile getirir.
Aile yine bu yapının getirdiği olumsuz sonuçların kıskacındadır.
Ekonomik siyasal yapının birey üzerindeki sonuçları, en etkili örneğini Asiye Nasıl Kurtulur’da
bulur. Vasıf Öngören düzenin bireyi
zorladığı davranış ve yaşam biçimi ile burjuva değerlerini çatıştırarak
sömürüye dayalı düzene dikkat çeker.
Adalet Ağaoğlu Evcilik Oyunu ile
evlilik kurumuna, toplumsal yapının bireye dayattığı kalıplara dikkati çeker. Güner Sümer Yarın Cumartesi ile, Çetin
Altan Yedinci Köpek ile toplumsal
önyargıya değinirler.
Cevat Fehmi Başkut Buzlar Çözülmeden ve
Hepimiz Birimiz İçin’de, Recep Bilginer İsyancılar’da, Talip Apaydın
Bir Yol’da, Ünal Akpınar Bozkır Dirliği’nde, Necati Cumalı Tehlikeli
Güvercin’de köy sorunlarını siyasal ekonomik ilişkiler bağlamını
vurgulayarak ele almışlardır.
Cahit Atay Sultan Gelin ve Ana Hanım Kız Hanım’da köy kadınının
günlük yaşamdaki çilesini örnekler.
Altmışlı yılların oyun yazarları, toplum genelinin şikâyetlerini
dile getirir.
Haldun Taner’in 1962’de yazdığı Keşanlı Ali Destanı adlı oyunu 1963/64 sezonunda
Gülriz Sururi ve Engin Cezzar Tiyatrosu’nda büyük bir başarı kazanmış ve ilgi
görmüştür.
Günay Akarsu,
Lütfi Ay, Zahir Güvemli, Adnan Benk,
Özdemir Nutku, Memet Fuat, Cevdet Kudret, Burhan Arpad,
Selmi Andak gibi isimleri altmışlı yıllarda
tiyatro eleştirisi konusunda hatırlamak gerekir.
Ünite 9
1970-1980 Dönemi Türk
Tiyatrosu
1970 askeri darbesinden sonra tiyatro hayatı siyasi baskılar
altında daralma sürecine girmiştir.
1974 yılında Muhsin
Ertuğrul yeniden İstanbul Şehir Tiyatroları’nın başına getirilir. Belediye
başkanı Ahmet İsvan, tiyatronun
yoksul halka hitap etmesini istiyordu. Bu talep doğrultusunda bilet fiyatları
aşağı çekildi, provalar halka açıldı, okullarda temsiller organize edildi. Stadyumda
tiyatro gerçekleştirmek isteyen Muhsin Ertuğrul, kurum içinde yaşanan
tartışmalardan bahane bir kez daha istifa etti.
Ecevit döneminde tiyatroların sorunlarının çözümü için Türk Özel
Tiyatroları Derneği kuruldu. Dernek kendi içinde birliği sağlayamadı ve
ikinci bir dernek ortaya çıktı; Devrimci Özel Tiyatrolar Derneği.
Ekonomik sıkıntılar, tiyatro topluluklarını popülizme
yöneltti; 70’li yılların sonuna doğru küçük burjuvalara hitap eden bulvar
komedileri, vodviller ve kaba-argo içerikli komediler sahnelenmeye başlandı.
Dönemin sonlarında televizyonun ortaya çıkmasıyla tiyatro
sanatı artık yoğun bakıma muhtaç hale geldi.
1974 yılında Konservatuarlar üniversite bünyesine alındı. Bu
tarihten sonra farklı üniversitelerde Güzel Sanatlar Fakültesi açıldı.
Dönemin Oyun Yazarları
İsmet Küntay, Bilgesu Erenus, Başar Sabuncu, Erol Toy, Turan
Oflazoğlu, Necati Cumalı, Mehmet Akan, Adalet Ağaoğlu, Dinçer Sümer, Ferhan
Şensoy, Cengiz Gündoğdu vs.
Brecht Tiyatrosu
Oktay Arayıcı’nın Rumuz Goncagül
ve Bir Ölümün Toplumsal Anatomisi gibi
oyunları ile Başar Sabuncu’nun Çark ve Zemberek adlı oyunları Brechtçi
etkinin ışığında geleneksel tiyatronun epik öğelerle biçimlenmiş oyunlar
olarak sayılabilir.
Vedat Türkali’nin Bu Ölü Kalkacak,
Ömer Polat’ın Aladağlı Mıho, Haşmet Zeybek’in
Düğün Ya da Davul, Bilgesu Erenus’un El Kapısı ve Nereye Payidar,
Orhan İyiler’in Yitik Köpek ve Mehmet Türkkan’ın
Bu Oyun Oynanmamalı adlı oyunları Brecht’in etkisinde geleneksel tiyatronun
anlatımcı ve epik ögelerinin egemen olduğu oyunlar olarak sayılabilir.
Brecht’in “epik tiyatro”sunda olduğu gibi, oyun konuları
tarihselleştirerek seyircinin çözümlemesine ve yargıya gitmesine yardımcı olan
tavrı, kimi toplumcu yazarlar tarafından, tarihten benzeş olayları inceleyerek
bugün için koşutluklar bulma olarak da anlaşılmıştır.
Devekuşu Kabare
Tiyatrosu
Vatan Kurtaran Şaban, Bu
Şehr-İstanbul ki, Astronot Niyazi, Ha Bu Diyar, Dün Bugün, Haneler, Yalan Dünya
ve Aşk-u
Sevda bu dönemde Haldun Taner’in
öncülüğünde kurulan Devekuşu Kabare Tiyatrosu için yazılmış ve
sahnelenmiş oyunlardır.
Dönemin önemli bir özelliği de, oyun yazarları ile
tiyatrolar arasında salt politik bağlamda da olsa bir ilişkinin kurulması ve bu
ilişki gereği tiyatroya göre oyun yazılması ya da belli bir dünya görüşü doğrultusunda
oyunlar üretilmesidir. Belirgin bir politik bakış ışığında örgütlenen
tiyatrolarda “grup yazarı” diye bir kavram gelişmiştir.
1960’lardan başlayarak dram sanatımızda da işçi ekseninde sosyalist
bir bakış açısıyla yazılan oyunlarda büyük bir patlama görülmüştür. Bu dönemdeki
oyunlar ve yazarları şöyle sıralanabilir: Başar
Sabuncu’nun Çark, Zemberek, İşgal ya
da Talihli Amele Mehmet Ali’nin
Maceraları; Ahmet Oktay’ın Kurt Dişi; Oben Güney’in Gençlerin Suçu,
Yük; İsmet Küntay’ın 403.Kilometre,
Bilgesu Erenus’un Ortak, Nereye
Payidar, El Kapısı; Haşmet Zeybek’in Alpagut Olayı; Bayazıt
Gülercan’ın Lodos, Vasıf Öngören’in Almanya Defteri; Zengin
Mutfağı; Ömer Polat’ın 804 İşçi; Hüsamettin Çetinkaya’nın Hatboyu
Şantiye ve Erol Toy’un Bir İşçinin Günlüğü.
Köydeki toplumsal değişikliği ve köy sorunlarını ele alan
oyunların başlıcaları da şunlardır: Turan
Oflazoğlu’nun Elif Ana; Recep Bilginer’in Sarı Naciye; Vasfi Uçkan’ın
Acılı Toprak; Erdoğan Aytekin’in Ebekaya;
Murathan Mungan’ın Mahmud ile Yezida; Ömer Polat’ın Aladağlı Mıho;
Orhan Asena’nın Toroslardan
Öteye; Oktay Arayıcı’nın
Bir Ölümün Toplumsal Anatomisi; Fazıl Hayati Çorbacıoğlu’nun Erkek Satı;
Nezihe Araz’ın Bozkır Güzellemesi; Necati
Cumalı’nın Yaralı Geyik; Remzi Özçelik’in
Taş Bademler; Ali Yörük’ün Türkmen Düğünü;
Haşmet Zeybek’in Düğün Ya Da Davul.
1970’li yılların bu içten içe kaynayan kent yaşantısı oyun
yazarlarını büyük ölçüde etkilemiştir. Kimi yazarlar eskinin izinde toplumsal değer
yargılarının ve geleneklerin kent yaşantısı içinde ezilmesine yönelirken, kimi
yazarlar da bu karmaşık yapıdan kaçarak kendi iç dünyasına dönen bireyin
evrenini yansıtmaya çalışmışlardır.
Bu öbekte yer alan yapıtlar veren yazarlar ve oyunları şöyle
sıralanabilir: Nazım
Kurşunlu’nun Evler ve İnsanlar,
Baba Evi; Nezihe Araz’ın Öyle Bir
Nevcivan; Muzaffer İzgü’nün Reçetesi Peçete; Dinçer Sümer’in Eski Fotoğraflar;
Bilgesu Erenus’un İkili Oyun.
Zeynep Oral, Atilla Sav, Sevda Şener, Özdemir Nutku, Metin And,
Seçkin Cılızoğlu (Selvi) ve Engin Ardıç gibi eleştirmenler dönemin tiyatrosunu, eleştirileri ve
yönlendirmeleri ile büyük ölçüde etkilemişlerdir.
Ünite 10
1980’den 2000’lere Türk
Tiyatrosu
Yurdun çeşitli şehirlerindeki tiyatro sahneleri sürekli olarak
temsillerde bulundular. Devlet tiyatrolarının sayısı bu dönemde 60’ı buldu. Özel
üniversitelerin de açılmasıyla tiyatro eğitimi veren kurumların sayısında artış
oldu.
Bu dönemin en göze çarpan tiyatro olayları Rutkay Aziz’in yönettiği Gorki’nin ‘Yaz Misafirleri’, Basil
Coleman’ın yönettiği Shakespeare’in
‘Kral Lear’i, Başar Sabuncu’nun yönettiği, ‘Bir
Ata Krallığım’ başlıklı Shakespeare
kolajı ve Tiyatro Atölyesi yapımı olan Jean
Genet’nin ‘Balkon’ oyunu; Kenan Işık’ın yönettiği Nazım Hikmet’in ‘Ivan Ivanoviç Var mıydı Yok muydu’ oyunu, Yücel
Erten’in yönettiği, Peter
Shaffer’ın ‘Amadeus’ ve Haldun Taner’in ‘Keşanlı Ali Destanı’ oyunları, Şakir
Gürzumar’ın yönettiği, ‘Uyarca’, Işıl Kasapoğlu’nun yönettiği, Goldoni’nin ‘İki Efendinin Uşağı’ ve ‘Kral
Lear’ ile Diyarbakır DT yapımı, Shakespeare’in
‘Onikinci Gece’si, Müge Gürman’ın yönettiği Büchner’in ‘Woyzeck’i, Ayşenil Şamlıoğlu’nun
yönettiği Dürrenmatt’ın ‘5. Frank’ı, Can Gürzap’ın yönettiği Memet
Baydur’un ‘Yangın Yerinde Orkideler’i,
Haldun Dormen’in yönettiği Ekrem-Cemal Reşit Rey’in ‘Lüküs Hayat’ müzikali, Cüneyt Gökçer’in yönettiği Edward Albee’nin ‘Kim Korkar Hain Kurttan’ı, Genco
Erkal’ın yönettiği Brecht’in
‘Galileo Galilei’ oyunu, Ergin Orbey’in yönettiği Turgut Özakman’ın ‘Resimli Osmanlı Tarihi’ oyunu, Ferhan
Şensoy’un Pierre-Henri Cami’den
uyarladığı ‘Yorgun Matador’, Tunç Yalman’ın sahnelediği Sam
Shepard’ın ‘Vahşi Batı’sı,
Mustafa Avkıran’ın sahnelediği, Murathan
Mungan’ın ‘Geyikler Lanetler’i,
Mehmet Ulusoy’un yönettiği Nazım Hikmet’in ‘Sevdalı Bulut’u, Bilsak yapımı, Sevim Burak’ın ‘İşte Baş İşte
Gövde İşte Kanatlar’ı, Basil Coleman’ın
yönettiği Shakespeare’in ‘Kral Lear’i, Sadık Şendil’in ‘Yedi Kocalı
Hürmüz’ ve ‘Kanlı Nigar’ oyunları
ile Haldun Dormen’in
‘Hisseli Harikalar
Kumpanyası’
Deneysel yaklaşımın tiyatromuzdaki yansıması Ayla ve Beklan Algan yönetiminde
kurulan Tiyatro Araştırma Laboratuvarı olmuştur. 1984’te kurulan Bilsak,
benzer bir çabanın ürünüdür.
İtalyan halk tiyatrosuyla politik tiyatroyu birleştiren Dario Fo, bu çalışmalarıyla Batı’da
yazar tiyatrosunu sürdüren tek isimdir. Benzer bir çalışmayı ülkemizde Ferhan Şensoy yapmıştır. Tiyatromuza
kaynaklık edebilecek geleneksel ürünleri, politik hicivle birleştirerek
orijinal ürünler ortaya koymuştur.
Tuncer Cücenoğlu bu dönemde ‘Kadıncıklar’
oyunuyla büyük bir çıkış yapar
Çıkmaz Sokak, ‘Çığ’, ‘Helikopter’, ‘Şapka’, ‘Matruşka’,
‘Boyacı’ gibi oyunlarıyla bu başarısını sürdürür.
1980’ler, Ferhan Şensoy’un “Ferhanca” sivri dilli, bereketli oyun yazarlığını atağa geçirdiği
dönemdir.
Turgut Özakman, Ferhan Şensoy, Mehmet Baydur, Nurhan
Karadağ, M. Mungan, Sevim Burak bu dönemde öne çıkan oyun yazarlarıdır.
80’li yıllarda tek kişilik oyunların sayısında da artış
yaşanır. Ferhan Şensoy bu dönemde Ferhangi Şeyler ile seyirci rekorlarını
altüst eder.
Yine bu dönemde darbe dönemlerinin toplumsal cinayetleri
çeşitli belgesel oyunla sahneye yansıtılır.
Nesrin Kazankaya, Tiyatro Pera ile tiyatromuza katkılar
yapmaya başlar.
2000’li yıllarla birlikte performans ağırlıklı tiyatro vitrine
çıkmaya başlar. DOT bu akımın lideridir.
Kitap bitti
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder