Türk
Destanları
Aslı Farsça olan destan (dâstân, destân),
Fransızca épopée, Yunanca epos şiir karşılığıdır.
Türkçede destan, hem legende hem epope
karşılığıdır. Ayrıca Anadolu'da Türk edebiyatında sosyal, tarihi ve mizahi
konularda söylenen ulusal bir nazım şeklinin ve çeşidinin de adı destandır.
Destanlar, ulusların, özellikle tarih
yazımının henüz yaşam bulmadığı dönemlerine ışık tutmaları bakımından
önemlidirler.
Türk destanlarını İslamiyet öncesi ve
İslamiyet sonrası diye iki bölümde değerlendirmek olasıdır.
İslamiyet öncesi Türk destanları arasında
şunları sayabiliriz:
Yaradılış Destanı,
Alp Er Tunga Destanı,
Şu Destanı,
Oğuz Kağan Destanı,
Bozkurt Destanı,
Ergenekon Destanı,
Türeyiş Destanı,
Atilla Destanı,
Göç Destanı.
İslamiyet sonrası Türk destanları arasında
ise;
Saltuk Buğra Han Destanı,
Manas Destanı,
Timur Destanı,
Battalgazi Destanı,
Danişment Gazi Destanı,
Dede Korkut Destanları,
Genç Osman Destanı,
Köroğlu Destanı sayılabilir.
Türk destanlarının belli başlı niteliklerini
görmeye çalıştığımızda karşımıza, çoğu kez, kadın kişiliğinde odaklanmış bir
güzellik, yiğitliğin, tarihin her döneminde başüstünde tutulmuşluğu, atın ve
bozkurdun insana sadık bir yoldaş olması, kurdun ana, baba ve hatta tanrı
olması, yurt kabul edilen coğrafyanın kutsallığı gibi unsurlar çıkar.
Yaradılış
Destanı
XIX. yüzyılda Prof. W. Radloff tarafından
Altay Türkleri arasında derlenmiştir.
Konusu: Daha hiçbir şey yokken, Tanrı Kayra
Han'la uçsuz bucaksız su vardı.
…su dalgalandı. Ak Ana Akine, Tanrıya "Yarat!"
dedi, yine suya gömüldü. Bunun üzerine Kayra Han, kendine benzer bir varlık
yaratarak "Kişi" adını verdi.
Tanrı Kayra Han, dünyayı yaratmayı düşündü.
Kişi'ye, "Suya dal, toprak çıkar!" emrini verdi.
Toprağın bir kısmını ağzında sakladı. Kendine
göre bir yer yaratacaktı. Avucundaki toprağı su yüzüne serpince Tanrı, toprağa
"Büyü" emrini verdi. Bu toprak dünya oldu. Fakat bu emirle Kişi'nin
ağzındaki topak da büyümeye başladı.
Kişi'nin ağzından dökülen ıslak toprak
yeryüzüne serpildi. Yeryüzünde tepecikler oluştu. Buna kızan Tanrı, Kişi'yi
kendi âleminden kovdu ve ona Erlik (Şeytan) adını verdi.
Yerde dokuz dallı bir ağaç bitti. Tanrı her
dalın altında ayrı bir adam yarattı ve "Dokuz millet olsun!" dedi.
Erlik bu insanları kıskandı. Onları kötülüğe sürükledi. Erlik yeniden lanetlendi.
Toprak altındaki karanlıklar âleminin üçüncü katına sürüldü. Tanrı kendisi için
de göğün on yedinci katında bir nûr âlemi yaratarak oraya çekildi. İnsanların
büsbütün başıboş kalmaması için onlara da Gök Oğul'u (Maytere) gönderdi.
Erlik, Kayra Han'ın katına çıkmak istedi. Gök
Oğul'u, Tanrı'ya bunun için yalvarmaya razı etti. Erlik, kendisi için gökler
yaptı. …gökle yer arasındaki dünyada yaşayan insanlardan daha iyi bir hayat
sürüyordu.
(Kayra Han) Erlik'in dünyasını yıkmak için
kahraman Mandişere'yi gönderdi. O, güçlü mızrağıyla vurarak bu dünyayı parça
parça etti. Eski düz dünya engebeli bir hal aldı. Tanrı, Erlik'i yeniden
cezalandırdı. Onu yerin en alt katına sürdü.
Alp Er
Tunga Destanı
Alp Er Tunga M.Ö. VII. yüzyılda yaşamış bir
Saka hükümdarıdır. Türk-İran savaşlarında ün kazanmış İran hükümdarı
Keyhüsrev'e yenilerek öldürülmüştür.
…bu destanın hacimli ve zengin parçaları
Firdevsi'nin Şahnâme'sinde bulunmaktadır.
Alp Er Tunga'nın ölümü konusunda söylenmiş
bir sagu (ağıt, mersiye) da Kaşgarlı Mahmud tarafından yazıya geçirilmiştir.
Konusu: Kabil padişahı Zal, Alp Er Tunga'nın
elinde esir olan İran hükümdarını kurtarmak için Turan ülkesine yürüdü. Alp Er
Tunga'yı yendi ama hükümdarını kurtaramadı.
Alp Er Tunga İran'a bir daha savaş açtı. O
zamana kadar Zal da yaşlanmıştı. Kendi yerine, Alp Er Tunga'ya karşı oğlu
Rüstem'i yolladı.
İran kahramanı ile Alp Er Tunga arasında
sayısız savaşlar oldu.
Bu savaşlar devam ederken İran'ın hükümdarı
bulunan Keykavus, oğlu Siyavüş'ü ve Zaloğlu Rüstem'i gücendirmişti. Bunun
üzerine şehzade Siyavüş kaçıp Alp Er Tunga'ya sığındı. Türk yiğitlerinden
birinin kızıyla evlendi, Keyhüsrev adını verdiği bir de oğlu oldu.
Keyhüsrev büyüyünce, İranlılar onu kaçırıp
hükümdar yaptılar. Keyhüsrev, Alp Er Tunga'nın üzerine gönderdi. Yine birçok
savaşlar oldu. Sonunda Alp Er Tunga iyice
yoruldu, ordusu dağıldı, askeri kalmadı. Tek başına
dağlara çekilip bir mağarada kendi halinde yaşadı. Ancak bir gün izini bulan
İran askerleri onu öldürdüler.
Şu
Destanı
Şu, M.Ö. IV. yüzyılda yaşamış bir Türk hükümdarıdır.
…bu destan, Türkler arasında XI. yüzyıla
kadar yaşamış ve bu yüzyılda Kaşgarlı Mahmud tarafından kayda geçirilmiştir.
Konusu: İskender, Semerkand'ı geçip de Türk
yurduna yöneldiği zaman Türklerin hükümdarı Şu idi.
Hakanın gümüşten bir havuzu vardı. …içine su
doldurur, suya kazlar, ördekler salar, yüzdürürdü.
İskender, Hucend suyunu geçince, gönderilen
adamlar hızla gelip Şu'ya haber verdiler. Hükümdar
göç davulunu çaldırıp doğuya doğru yürüdü. Binecek
hayvan bulanlar kendilerini bu hayvanın sırtına bırakıp hükümdarın arkasından
gittiler.
Hakan, ordusu ile savuşup gittikten sonra,
orada çoluk çocuklarıyla 22 kişi kalmıştı (Oğuz boyları bu kalanlardan
doğmuştu).
…yanlarına iki kişi daha geldi. 24 oldular.
…bu iki kişi ile çocukları Kalaç diye
anıldılar; iki kabile Kalaçların kökü oldular.
Nihayet İskender geldi. O 22 kişiyi gördü.
Baktı ki bunlar uzun saçlı insanlardır, üzerlerinde Türk alametleri var, hiç
kimseye sormadan bunlar için: "Türk manend" Türke benziyor, dedi. Bu
söz de o adamlara ad oldu. 24 kabile olan Türmenler bu ismi taşıdılar, Türkmen
diye anıldılar. Bununla beraber, adı Kalaç olan iki aile, onlardan ayrıldıkları
için tam Türkmen sayılmazlar.
Uygur iline yaklaştıkları zaman Şu,
İskender'le vuruşmak için bir bölük asker yolladı. İskender de bir öncü kuvveti
göndermişti. Türkler, İskender'in öncülerini, bir gece baskınında bozguna
uğrattılar.
Sonra, İskender Türk hakanıyla barıştı. Hatta
Uygurlar için şehirler yaptı ve bir zaman kaldıktan sonra geriye döndü.
Oğuz
Kağan Destanı
…bilinen tek bir yazma nüshası vardır. Paris
Ulusal Kitaplığının Türkçe Yazmalar bölümünde 1001 numarada kayıtlı olan bu
destan, Uygur harfleri ile yazılmıştır.
…bu metni ilkin Türkolog W. Radloff, Kutadgu
Bilig ile birlikte (1891) yayımladı.
Bu destanda Oğuz, doğuştan güzel olan, doğduktan
kırk gün sonra büyüyüp gelişen, halka eziyet eden canavarı öldüren, büyüyünce
yeryüzünün dört bir yanına elçiler gönderip o ülkeleri bayrağı altına alan,
yaşlanınca yurdunu altı oğlu arasında paylaştıran bir Türk hükümdarı ve
kahramanıdır.
Mete'nin tarihi kişiliği ile destan kahramanı
Oğuz'un serüvenleri arasında büyük bir benzerlik vardır.
Konusu: Ay
Kağan'ın bir oğlu oldu. Bu çocuğun yüzü gök, ağzı ateş gibi kızıl, gözleri elâ,
saçları ve kaşları kara idi.
Doğan çocuğa Oğuz adı verildi. Bu çocuk
anasının göğsünden bir kere süt emdi, bir daha emmedi. Çiğ et, çorba ve şarap
istedi. Dile gelmeye başladı. Kırk gün sonra büyüdü, yürüdü ve oynadı.
Kargı, yay, ok, kılıç ve kalkanla ava gitti.
Ormanda bir geyik ele geçirdi, onu söğüt dalı ile bir ağaca bağladı ve oradan
uzaklaştı. Tan ağarırken gelip gördü ki canavar geyiği yemiş. Sonra bir ayı
yakalayıp aynı yere bağladı. Canavar ayıyı da yiyip gitti. Bu defa kendisi
ağacın dibinde durup canavarı beklemeye başladı. Oğuz kargı ile canavarı
öldürdü. Kılıcı ile başını kesti, alıp gitti.
Oğuz Kağan bir yerde Tanrıya yalvarmakta idi.
Karanlık bastı gökten bir ışık indi. Işığın
içinde yalnız oturan bir kız vardı. Başında teli ve parlak bir beni vardı.
Oğuz Kağan onu sevdi ve aldı. Günlerden ve
gecelerden sonra kız, üç erkek çocuk doğurdu. Birincisine Gün, ikincisine Ay,
üçüncüsüne Yıldız adını koydular.
Yine bir gün Oğuz Kağan ava gitti. Göl
ortasında ağacın kabuğunda yalnız başına oturan çok güzel bir kız gördü. Oğuz
Kağan onu da sevdi ve aldı. Günlerden ve gecelerden sonra kız, üç erkek çocuk
doğurdu. Birincisine Gök, ikincisine Dağ, üçüncüsüne Deniz adını koydular.
Oğuz Kağan bundan sonra yeryüzünün dört
köşesine haber saldı kendisine itaat edilmesi için. Urum Kağan itaat etmedi.
Oğuz Kağan bayrak açıp sefere çıktı.
Kırk gün sonra Buz Dağ adında bir dağın
eteğine geldi. Tan ağarınca Oğuz Kağan'ın
çadırına güneş gibi bir ışık girdi. O ışıktan gök tüylü ve gök yeleli büyük bir
erkek kurt çıktı. Kurt dile geldi ve Oğuz Kağan’ın önünde yürüdü.
Gök tüylü ve gök yeleli bu büyük erkek kurt
bir kaç gün sonra durdu. Burada savaş başladı.
Boğuşma ve vuruşma öyle yaman oldu ki, İtil Mürenin suyu baştanbaşa kıpkırmızı
oldu. Oğuz Kağan yendi ve Urum Kağan kaçtı.
İtil Irmağının kıyısına vardıklarında, Uluğ
Ordu Bey, çevredeki ağaçlardan sal yaparak ırmağı karşıya geçti. Oğuz Kağan
sevindi, güldü ve "sen burada bey ol, senin adın Kıpçak Bey olsun"
dedi.
Oğuz Kağan yine önünde gök tüylü, gök yeleli
kurtla birlikte Hint, Tangut ve Suriye taraflarına yürüdü. Pek çok vuruşmadan
ve pek çok çarpışmadan sonra onları aldı ve kendi yurduna kattı.
Oğuz Kağan'ın yanında aksakallı, kır saçlı,
tecrübeli bir ihtiyar vardı. O, anlayışlı ve asil bir adamdı. Adı Uluğ Türk
idi. Uluğ Türk rüyasında, bir altın yay ve üç gümüş ok gördü. Bu altın yay gün
doğusuna üç ok da şimale doğru gidiyordu. Gördüğü rüyayı Oğuz Kağan’a anlattı.
Oğuz Kağan, Gün, Ay ve Yıldız adlı oğullarını doğu tarafına; Gök, Dağ ve Deniz’i
de batı tarafına avlanmaya gönderdi.
Doğuya gidenler yolda bir altın yay buldular.
Batıya gidenler de üç gümüş ok buldular. Bunları getirip babalarına verdiler.
Oğuz Kağan yayı üçe böldü ve "Ey büyük oğullarım yay sizlerin olsun, yay
gibi okları göğe kadar atın." dedi. Okları da üçe üleştirerek "Ey
küçük oğullarım oklar sizlerin olsun. Yay oku attı, sizler de ok gibi
olun." dedi.
Yurdunu "Boz Oklar" ve "Üç
Oklar" diye anılan oğulları arasında paylaştırdı
Ergenekon
Destanı
XIII. asır Moğol tarihçisi Reşidüddin
tarafından yazıya geçirilmiştir. Yazarın Câmi'ü't-Tevarih, Reşididdin Tarihi de
denilir, kitabına kaydettiği bu rivayet, Fars diliyle yazılıdır. Daha sonra XVII. yüzyılda, Hıyve Hanı Ebulgazi Bahadır Han
tarafından yazılmış olan Şecere-i Türk adlı eserde de kaydedilmiştir.
Ergenekon Destanı'nın en önemli niteliği ve
diğer destanlardan ayrılan yanı, kolektif bir kahraman eksenine oturtulmuş
olmasıdır. Destanda adı geçen Kayan, bir şahıs değil, ünlü Kayıhanlı
kabilesidir. Tukuz ise Göktürkler'in tarihinde önemli yeri olan Dokuz
Oğuz'ların adıdır. Ergenekon Destanında bir diğer önemli unsur, tarihsel
olaylarla örtüşmesidir.
Konusu: Gök
Türkler Tatarların baskınına uğradı. Sağ kalanların tümü tutsak oldu. Sadece İl
Han'ın küçük oğlu Kayan ile kardeşinin oğlu Nüküz karıları ile birlikte
Tatarların elinden kaçabildiler. Kimsenin
bilmediği ıssız bir yere çekilmeye karar verdiler.
Çevresi yüksek, aşılmaz, geçit vermez
dağlarla çevrili geniş bir düzlüğe rastladılar. Buraya "Ergenekon"
adını verdiler.
Kayan ve Nüküz'ün çocukları burada çoğaldı.
Dört yüz yıldan fazla oturdular. Birçok oymaklara ayrıldılar. Bir gün geldi ki
artık Ergenekon'a sığmaz oldular.
Ergenekon'dan çıkmak için bir yol aramağa
başladılar, bulamadılar. Etraflarını saran dağlarda demir madeni vardı. Madeni
eriterek yol açmaya karar verdiler.
Ateşi körüklediler. Kaya erimeye başladı.
Yüklü bir devenin geçebileceği kadar yol açıldı. Ergenekon'dan çıktılar. O
günü, o ayı ve o saati iyi bellediler. Çıkarken onları yöneten demirci başbuğun
adı "Börte Çene" yani Bozkurt idi.
Ondan sonra her yıl, o günde, o saatte bayram
yaparlar. Başta kağan olmak üzere bütün kumandanlar ve ileri gelenler örsün
üstüne bir demir parçasını koyup döğerler. Bu yıldönümü böylece töre kılındı.
Bozkurt
Destanı
Göktürkler'in bir düşman baskınıyla
kırıldıktan sonra, baskında sağ kalan tek gençle bir dişi bozkurttan yeniden
türediklerini anlatır.
Kurt, yiğidi kaçırdı, kimsenin bulamayacağı
bir mağaraya götürdü. O mağarada yaşadılar. On erkek çocukları oldu. Çocuklar
büyüyüp evlendiler.
Her birinden bir boy türedi. Bunlardan biri
Aşine boyu idi. Aşine, bütün kardeşlerinin en akıllısı olduğu için Türkler'e
hükümdar oldu. Soyunu unutmadığını göstermek için de çadırının kapısının önüne,
üzerinde kurt başı bulunan bir bayrak dikti.
Türeyiş
Destanı
Birçok Türk destanında ortak motif olarak
görülen bozkurt motifi, Türeyiş Destanında da soyun başlangıcı olarak tanrısal
güce bağlanmaktadır.
Kızları çok güzel olan Hun hükümdarı,
güzelliklerinden dolayı kızlarının ancak tanrılarla evlenebileceğine inanarak onları
insanlardan uzak tutmak ister. Kızlarını bir kuleye kapatır. Tanrılardan biri
bozkurt şeklinde kızların yanına varıp onlarla evlenir. Bu kızlardan Dokuz
Oğuz- On Uygur doğar.
Göç
Destanı
Türeyiş destanının devamı olduğu düşünülür.
Çin ve İran kaynaklarında iki ayrı şekilde kaydedilmiştir. Bunlar birbirlerini
tamamlar niteliktedir.
Destanda, hakanın Çinlilerle yapılan
savaşlara bir son vermek için oğlu Gali Tigin'e bir Çin prensesi alması ve buna
karşılık Kutul Dağını vermesi; yurtta birliği sağlayan tılsımlar bozulunca
Uygurların nasıl ıstırap çektikleri; sonunda kendilerine yiyecek vermeyen bu
yurdu bırakarak güneybatıya doğru göçleri anlatılır.
Saltuk
Buğra Han Destanı
Tezkire-i Buğra Han adlı bir yapıtta
kayıtlıdır.
Saltuk Buğra Han'ın çeşitli illerdeki
insanları Müslümanlığa çağırmasını, inanmayanlara keramet göstermesini,
savaşlarda ağzından ateşler saçarak imansızları yaktığı anlatılır.
Saltuk Buğra Han etrafında destanlaştırılan
bu anlatım, bugün Kaşgar yakınlarındaki Artuç kasabasında bulunan mezarına,
"ziyaretgâh" olarak gösterilen ilginin kaynağıdır.
Manas
Destanı
Manas Destanının asıl kaynağı; Mani dinine
mensup olan Karahitaylarla Müslüman olan Karahanlılar arasında, XII. yüzyıl
başlarında meydana gelen siyasi ve askeri mücadeleler sırasında Kırgızların
yaşadıkları olaylardır.
Kırgız Türkleri arasında geniş bir kahramanlık
destanı olan Manas Destanı, Müslüman Kırgızlarla Putperest Kalmuklar arasındaki
mücadeleleri anlatır. Destan üç bölümden oluşmaktadır. Bunlar; Manas, oğlu
Semetey ve torunu Seytek ile ilgili bölümlerdir.
Destanın derlenen en hacimli şekli Sayakbay
Karalayev'in Manas-Semetey-Seytek üçlemesi olup 500.500 dizedir. Destanın
çeşitli Manasçılardan derlenen 60'tan fazla anlatımının toplam dize sayısının
1.500.000 olduğu kaydedilmektedir. Manas destanında kahramanlık konusu geniş
bir yer tutar.
Nogay boyundan çıkan Manas, önce kendi
boyunun özgürlüğü için mücadele eder. Daha sonra bütün Kırgız halkını
birleştirip onların özgürlüğü ve eşitliği için çalışan bir bahadır olur.
Halk arasında ve sözlü halk edebiyatında
Manas destanı söyleyen ozanlara ırçı veya comokçu denmiştir. Kırgız
edebiyatında Manas destanı söyleyen ozanlar ikiye ayrılmıştır. Bunlar comokçu
ve camakçı'lardır. Comokçular, Manas destanını kendi devirlerinde yaşamış olan
ozanlardan duyup kendilerine göre yorumladıktan sonra okuyan kişilerdir. Manas
destanının bazı bölümlerini büyük comokçulardan dinledikten ve belleklerine
yerleştirdikten sonra ona eklemeler yaparak veya kısaltarak okuyan ozanlar ise
camakçılardır.