Yalnız Efe II
Sabahtan beri yürüyorduk.
Ayı avına gidiyordum.
“Biraz dinlensek...” dedim.
“Yak bir cigara bakalım, yorgunluk alır.”
Ağır bir tavırla “Burada tütün içilmez!” dedi. Sordum.
“Burası Yalnız Efe’nin ‘sırrolduğu’ yerdir!” dedi.
“Anlat bana baba” dedim,
Kendisi hiç erkeğe gözükmezdi.”
“Neye gözükmezdi?” diye sordum.
“Çünkü kızdı!”
“Kız mıydı?”
... İşte tam o sıralarda Söke taraflarında gayet azgın bir
Rum eşkıyası türer. Devlet bu haydutlara karşı bir nizamiye taburu çıkarır.
Kasabada Yalnız Efe’nin namını işitirler. Boş durmamak için
onu tutmağa kalkarlar.
Yalnız Efe’yi tam burada sıkıştırırlar.
“Teslim ol!” derler.
Yalnız Efe, “Siz askersiniz. Benim kardeşlerimsiniz.
Canınızı yakmak istemem.
Savulun. Yoluma gideyim” der. Dinlemezler.
Nihayet Yalnız Efe’nin sesi kesilince vuruldu sanırlar.
İşte bu çamın dibinde Yalnız Efe’nin martiniyle geyik postu
seccadesinden yeşil namaz bezinden başka bir şey bulamazlar.
…
Gençliğini evvelâ medresede, sonra dağlarda, muharebelerde
geçirmişti. Anadolu’nun, Rumeli’nin her yerini karış karış tanırdı. Yemen’de
askerlik etmişti. Dört sene evvel karısı ölmüş, kızı Kezban’la yalnız kalmıştı.
Yörük Hoca, “Sünnet bozuldu!” demişti. “Ata binmek, silah
kullanmak, yüzme öğrenmek” peygamberin emriydi. Silah olmadıktan sonra nasıl
kovalanılırdı? Silahsız at ne işe yarardı?
…
O ihtiyardı. Zaten birkaç günlük ömrü kalmıştı. Fakat eli
ayağı tutanlar hiçbir haksızlığa razı olmamalıydı. “Ah diyordu, her memlekette
bir adam çıksa... Ne rüşvet kalır, ne zulüm kalır, ne fesat kalır! Bir kişi...
Bir kişi...” Yörük Hoca da onun fikrindeydi.
…
Akşam oldu. Kırdan sürüler döndü. Fakat babası gelmedi.
…
Köpek acı acı ulumağa başladı.
…
… “Nerede?”
“Eseoğlu’nun çiftliğinde.”
“Kim haber verdi?”
“Çobanlar! Korucular ‘Gelin cenazesini alın!’ diye köye
haber göndermişler.”
…
“Ben gidiyorum” dedi.
“Nereye?”
“Babamın ölüsüne.”
…
Kâhya bu iri siyah gözlerin bakışı altında rahatsız oldu.
Ayakta duran uşağa,
“Ölü nerede?” diye sordu.
“Ahırın yanındaki gübreliğe attık!”
…
Cenazeyi yıkamak için eve götürmek istiyorlardı. İmam
“Olmaz!” dedi.
Niçin? Gibi yüzüne baktılar.
“Yörük Hoca şehittir!” diye haykırdı.
…
Hacı Durmuş öksüz kalan kızı evine çağırttı. Ona bin dereden
su getirerek evlenmesi icap ettiğini anlattı. Fakat Kezban soğukkanlılıkla
“Amca, ben babamı vuranı hükümete tutturmadan kocaya varmam” dedi.
…
Mutlaka babasına kimin kurşun attığını arayıp bulacaktı.
…
…bir Deli Mustafa vardı. Aptal olduğu için askere
almamışlardı.
“Ben gözümle vuranı gördüm!” dedi.
“Eşkıyalar değil mi?”
“Değül be!”
“Kimdi?”
“Kâhyanın gardaşı!”
…
“Niçin vurdu ki?”
Aptal kendini unutmuş, hem sucuğu yiyor hem söylüyordu: “Ağa
didi.”
“Ne didi?”
“Ona ‘Şu herifi git vur’ didi.”
…
Büyük Mecmua, Sayı: 10,
19 Haziran 1919, s. 157-159;
Sayı: 11, 18 Eylül
1919, s. 175-176;
Sayı: 12, 24 Teşrin-i
evvel [Ekim] 1919, s. 190-192;
Sayı: 13, Teşrin-i sani
[Kasım] 1919, s. 208;
Sayı: 14, Kânun-ı evvel
[Aralık] 1919, s. 223-224.
…
(Özet değildir)
…
Ömer Seyfettin, Bütün Hikâyeleri (Hazırlayan: Hazırlayan:
Nâzım Hikmet Polat), Yapı Kredi Yayınları, 2. Baskı, 2015, İstanbul
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder