20 Ağustos 2025 Çarşamba

Abdülbaki Gölpınarlı - Yunus Emre Hayatı ve Bütün Şiirleri

Abdülbaki Gölpınarlı - Yunus Emre Hayatı ve Bütün Şiirleri

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

 




Yunus bu sözleri çatar

Sanki balı yağa katar,

Halka mata’ların satar

Yükü gevherdir tuz değil.

 

Kösedağı Yenilgisi (641 H. 26 Haziran 1243),

Moğollar, Sivas’a yürümüşler, şehri üç gün yağma etmişler, oradan Kayseri’ye geçmişler, erkekleri kılıçtan geçirmişler,

Selçuklular, yıldan yıla ağır bir vergi vermeye razı olarak Moğollarla uzlaşmışlardı.

Moğol kumandanı Baycu, bir kere daha Anadolu’ya yürüdü. 1256’da Konya yakınlarında savaşta Selçuk ordusu bozguna uğradı.

Moğollardan sonra Anadolu’da bir kardeş kavgasıdır başladı.

Rükneddin’le İzzeddin ülkeyi paylaşmayı kararlaştırdılar.

İzzeddin Bizans’a kaçtı.

Muîneddin, 1265’te Rükneddin’i öldürttü

Anadolu, artık İlhanlıların bir eyaleti hükmündeydi.

 

Beylerden Horasanlı Hatıroğlu, kardeşi Zahîreddin’i, Mısır hükümdarı Baybars’a, yardım istemek üzere gönderdi.

Niğde civarında muhafız olarak bulunan iki yüz Moğol erini kılıçtan geçirdi

Moğollar, bunun üzerine harekete geçtiler.

Moğollar, Hatıroğlu Şerefeddin’i ele geçirdi.

Hatıroğlu’nun tarafını tutan Karamanlılar silaha sarıldılar; Moğollar bozuldu.

Baybars, büyük bir orduyla Anadolu’ya girdi; Moğolları bozdu.

Abaka Anadolu’ya geldi. Muîneddin’i, öldürttü,

…dervişlik kisvesine bürünmüş olan Cimri Konya’yı zapt etti; adına hutbe okuttu.

İbni Bibi’ye göre bunlar / Babalılar’ın kılıç artıklarıydı.

Mehmed Bey, Cimri’ye vezir olduktan sonra, divanda ve sarayda Türkçe konuşulmasına dair meşhur fermanı çıkararak bu halk hareketinin hüviyetini tarihe armağan etmişti.

Moğolların yardımıyla Selçuklular, Cimri’yi bozguna uğratıp esir ettiler, diri diri derisi yüzüldü ve bu deri, şehirlerde gezdirildi.

 

1284’te Abaka’nın ölümü üzerine yerine geçen Sultan Ahmed, IV. Rükneddin Kılıçarslan’ın oğlu Gıyâseddin Keyhusrev’le Gıyâseddin Mes’ud’un, ülkeyi ikiye bölerek saltanat sürmelerini emretti.

Anadolu’da her iş, Moğollara kulluk eden beylerin eline düşmüştü.

1298’de padişah olan III. Alâeddin Keykubad / Halka, halkın inancına o kadar kayıtsız bir hale gelmişti ki, Ramazan ayının yirmi altıncı günü Sivas’ta, halkın karşısında oruç yedi, şarap içti. Bütün bunlar duyulunca Moğolların Anadolu valisi Abuşka, Alâeddin’e meydan dayağı attırdı.

1303’te Gıyâseddin Mes’ud, tekrar padişah oldu.

İlhanlıların çöküntü devri başlamıştı.

Anadolu’da, beylikler meydana geldi.

Moğollardan kaçan Hârzemlilerin Selçuklular tarafından doğu ve sınır bölgelerine yerleştirilmeleri, Moğol akınını Anadolu’ya yöneltmiş, Anadolu, XIII. Yüzyıldan XIV. Yüzyılın ilk senelerine kadar dalga dalga gelen Moğol ordularıyla çiğnenmişti.

Ülkede din adına, adalet adına, sadakat adına hüküm süren zulümdü.

1299’da olduğu gibi yağmursuzluktan meydana gelen büyük kıtlıklar, halka ölü insan etini bile yediriyordu.

…tasavvuf, yokluğu ferdiyetten, benlikten, bencillikten yok olmak, halkta, her zerrede gerçek varlıkla var olmak, kendi için değil toplum için yaşamak sayıyordu. Fakat kadercilik bu anlayışlara engel olmaktaydı

Kalenderîlik bu çağlarda yalnız Anadolu’da değil, Irak, Suriye ve Mısır’da da pek yaygındı.

Şıhâbeddîn-i Sühreverdi’nin (1234-1235), IV. Rükneddin Kılıçarslan zamanında, Halife En-Nâsır li Dîn’illâh (1225) tarafından elçilikle Konya’ya gelişi…

 

Yunus’un doğduğu, yaşadığı ve ebediyete göçtüğü çağda Anadolu’da siyasi, iktisadi ve dini durum buydu.

 

Yetmiş iki millete bir göz ile bakmayan

Şer’in evliyasıysa hakıykatte asidir.

 

…divanında on iki şiirde Taptuk’un adını anar

Yunus, Taptuk Baba’nın dervişidir; Taptuk, Barak Baba’nın, o da Sarı Saltuk’un halifesidir.

Taptuk, Sakarya nehrine yakın, Mihalıççık civarında, Emre Köyü’nde yatmaktadır.

Tokat köylerinden birinde doğan ve bir kâtibin oğlu olan Barak Baba, Yazıcızâde Ali tarafından yazılan “Târih-i Âl-i Selçuk”a göre bir Selçuk şehzadesidir

Sarı Saltuk, Câmi’üd-Düvel’e ve Saltuk-Nâme’ye göre Seyyid Mahnmûd-ı Hayrânî’nin halifesidir; Barak Baba’nın da mürşididir. İzzeddin Keykâvus’la, maiyetindeki Türkmenlerle Kırım’a gitmiş, İzzeddin’den sonra Kırım Hanı’ndan izin alarak 1281’de, Dobruca’ya geçip ölünceye dek savaşla uğraşmıştır.

Yunus’un hayatının nasıl geçtiğini bilemiyoruz.

Saltuk’a mensub olduğunu bildiren Barak, Hacı Bektaş’tan bahsetmez. Yunus’un divânında ve risalesinde Hacı Bektaş’a dair bir ima bile yoktur.

Yunus’un hayatına dair izleri, gene kendi şiirlerinde buluyoruz.

Konya’da bulunmuştur

Mevlânâ ile Konya’da görüşmüştür; onun sohbetlerine ve semâ’ meclislerine katılmıştır.

İhtiyarlık çağınıysa, doğduğu Sarıköy’de geçirmiş, orada ebediyete intikal etmiş, tekkesinin avlusuna defnedilmiştir.

 

Yunus, yalnız bir şiirinde kendisini “Derviş”, bir şiirinde de “Âşık” diye anar

Âşık manasına gelen “Emre” yalnız Yunus’la şeyhi Taptuk’un lakabı değildir.

 

Yunus Emre, Bektaşi Vilâyet-Nâmesinde (Menâkıb-ı H.B.V.) Eskişehir’e yakın Sarıköylü gösterilmekte ve o köyde medfûn olduğu bildirilmektedir.

 

 

Yunus, Farsça’dan Türkçe’ye geçiş devrinin bir şairidir; Bu bakımdan Sultan Veled’de olduğu gibi Yunus’ta da Türkçe, Arapça, Farsça sözler yerine göre, hatta bazı kere vezin yüzünden üç dilde de kullanılmıştır.

Aruzla yazılmış şiirleri olduğu gibi, onlardan daha, hem de pek çok olmak üzere heceyle yazılmış şiirleri de vardır.

 

Yunus Emre’nin en eski ve doğru divanı olan Fatih nüshasında “Risâlet’ün- Nushiyye”den başka 203 şiir var. Bunların yirmi altısında Yunus, kendisine “tamamıyla yok yoksul” anlamına “Miskin” vasfını vermekte; altı şiirde “Emre”, birinde “Âşık” sözünü adına eklemekte; öbür şiirlerinde kendisini sadece “Yunus” diye anıyor. O divanda bulunmayan, fakat dil ve eda bakımından onun olduğunda şüphe etmediğimiz 100 şiirin on birinde, gene adına “Miskin” vasfını ekliyor; on şiirde, “Emre”, bir şiirdeyse “Tapduk Yunus” mahlası var; divandaki bir şiirde kendisini “Tapduklu Yunus” diye anmakta.

 

Yunus Emre’nin bütün şiirlerini ihtiva eden bu esere, İstanbul Süleymaniye Kütüphanesi’ne mülhak Fatih Kitapları arasında 3889 No. da kayıtlı Divan esas ittihaz edilmiştir.

 

Pâdişâhın kudreti gör n’eyledi

Od u sû toprâğ u yele söyledi

Bismillah deyip getirdi toprağı

Ol arâda hâzır oldu ol dağı

Toprağ ile sûyu bûnyâd eyledi

Âna Âdem demeği âd eyledi

 

îman da üç dürlüdür: Biri ilm’ûl-Yakıyn’dir ve biri Ayn’ül-Yakıyn’dir ve biri Hakk’ul-Yakıyn’dir. Ammâ ol îma’n ki ilm’ül- Yakıyn’dir, akılda yerlidir ve ol iman ki Ayn’ül-Yakıyn’dir, gönülde yerlidir ve ol îman ki Hakk’ul-Yakıyn’dir, canda yerlidir. Can ile olan îman canla bile gider.

 

İbrâhim Edhem

 

Nasîbi sabr olanlar uluyısar İşittin Yûsuf’ı ol çâh içinde Dururdu sabr ile ol mâh içinde Bilinmezdi ne denlidir uzûnu Çığırsa daşra çıkmaz Yûsuf ünü Yukarı bakar ol çah ağzı ırak Aşağada makaamı taş u toprak

 

Ölüm doğum için; yapın yıkım için.”

Soluk alışımız bizi yaşatmakta; ama her soluk alıp verdikçe ömrümüz tükeniyor

…günü dün eden, varı yok eden ölüm.

 

Çürümüş toprak içre ten sin içinde yatar pinhan Boşanmış damar akmış kan batmış kefenleri gördüm

Yıkılmış sinleri dolmuş hep evleri harâb olmuş

 

Şunlar ki çoktur malları gör nice oldu hâlleri Sonucu bir gömlek giymiş onun da yoktur yenleri

 

Miskin Yunus bilmez misin yoksa nazar kılmaz mısın Ölenleri anmaz mısın ah n’ideyim ömrüm seni

 

Bilenlere sormak gerek bu tendeki can neyimiş

Can hod Hakk’ın kudretidir damardaki kan neyimiş

Fikir yumuş oğlanıdır endişe kaygu kânıdır

Bu âh u vah aşk donudur taht’ oturan han neyimiş

Şükür onun birliğine yok iken uş var eyledi

Çünkü asıldan biz yoğuz mülk ü han ü man neyimiş

Çalap viribidi bizi var dünyâyı görün diye

Bu dünya hod bakıy değil mülke Süleyman neyimiş

Sorun Taptuklu Yunus’a bu dünyâdan ne anladı

Bu dünyânın kararı yok sen neyimiş ben neyimiş

 

Bini değer bini gider buyruk böyle geldi meğer

Kim ola dünyâya doyar peymânesi doldu gider

Erte gece söyleşirler Hakk’ı bulalım deyiben

Yunus aydır miskin olan Hakk’ı bunda buldu gider

 

Ma’nî eri bu yolda melûl olası değil

Ma’nî duyan gönüller hergiz ölesi değil

Ten fânidir can ölmez gidenler gene gelmez

Ölür ise ten ölür canlar ölesi değil

Gevher seven gönüller yüz bin yol eder ise

Hak’tan nasib olmasa nasîb olası değil

Sakıngıl yârin gönlün sırçadır sımayasın

Sırça sındıktan geri bütün olası değil

Çeşmelerden bardağın doldurmadan kor isen

Bin yıl anda durursa kendi dolası değil

Şol Hızır ile İlyas Ab-ı hayât içtiler

Bu birkaç gün içinde bunlar ölesi değil

Yarattı Hak dünyâyı Peygamber dostluğuna

Dünyâya gelen gider bâkıy kalası değil

Yunus gözün görürken yarağın eyle bugün

Gelmedi anda varan geri gelesi değil

 

Kayaların bile nabzında atan, topraktan bile buğu-buğu göğe ağan, bülbülün şakımasında nağme, gülün gülümsemesinde renk ve koku olan, canlıları zebûn eden, demirleri yumuşatan, yelle esen, günle doğan, Ay’la balkıyan, denizde köpürüp coşan, yazıda çağlayıp akan, her zerrede hüküm yürüten, her vara varlık veren aşktır, aşk.

 

Aşk anadan doğmadı, kimseye kul olmadı,

Hükmüne kıldı esîr cümle biliş ü yâdı.

 

Âşık dünyâyı ne eder âkıbet bir gün terk eder Aşk eteğin tutmuş gider her kim gelirse salâdır

 

İşidin ey yârenler kıymetli nesnedir aşk

Değmelere verilmez hürmetli nesnedir aşk

Hem cefâdır hem safâ Hamza’yı attı Kaf’a

Aşk iledir Mustafâ devletli nesnedir aşk

Dağa düşer yer eyler gönüllere yol eyler

Sultanları kul eyler cür’etli nesnedir aşk

Kime kim aşk vurdu ok gussa ile kaygı yok

Aşk iledir Mustafâ devletli nesnedir aşk

Denizleri kaynatır mevce gelir oynatır

Kayaları oynatır kuvvetli nesnedir aşk

Akılları şaşırır deryâlara düşürür

Nice ciğer pişirir key odlu nesnedir aşk

Miskin Yunus neylesin derdin kime söylesin

Varsın dostu toylasın lezzetli nesnedir aşk

 

Aşkın aldı benden beni bana seni gerek seni

Ben yanarım dün ü günü bana seni gerek seni

Ne varlığa sevinirim ne yokluğa yerinirim

Aşkın ile avunurum bana seni gerek seni

Aşkın âşıklar öldürür aşk denizine daldırır

Tecellî ile doldurur bana seni gerek seni

Aşkın şarabından içem Mecnun olup dağa düşem

Sensin dün ü gün endişem bana seni gerek seni

Süfîlere sohbet gerek ahîlere ahret gerek

Mecnun’lara leylî gerek bana seni gerek seni

Eğer beni öldüreler külüm göğe savuralar

Toprağım anda çağıra bana seni gerek seni

Yunus’durur benim adım gün geldikçe artar odum

İki cihanda maksudum bana seni gerek seni

 

Sorun Taptuk’lu Yunus’a: Bu dünyâdan ne anladı?

Bu dünyânın karârı yok, sen ne imiş, ben ne imiş?

 

Hak’tan inen şerbeti içtik elhamdü lillâh

Şol kudret denizini geçtik elhamdü lillâh

Şu karşıki dağları meşeleri bağları

Sağlık safâlık ile aştık elhamdü lillâh

Kuru idik yaş olduk kanatlandık kuş olduk

Birbirimize eş olduk uçtuk elhamdü lillâh

Vardığımız illere şol safâ gönüllere

Halka Taptuk ma’nîsin saçtık elhamdü lillâh

Beri gel barışalım yad isen bilişelim

Atımız eyerlendi eştik elhamdü lillâh

İndik Rûm’u kışladık çok hay ü şer işledik

Uş bahâr oldu geri göçtük elhamdü lillâh

Dirfilli pınar olduk irkildik ırmağ olduk

Aktık denize daldık taştık elhamdü lillâh

Taptuk’un tapısında kul olduk kapısında

Yunus miskin çiğ idik piştik elhamdü lillâh

 

Yunus’un şiirleri arasında, Kur’an ve hâdise dayanarak âhret ahvâlini bildirenlerden başka gene o iki ana kaynağa, onlardan sonra erenlerin menkabelerine, halk söylentilerine dayananlar var. Tekrar edelim ki Yunus, bir halk şairi değil.

O klasik doğu edebiyatının da bir mümessili; hem de belki ilk mümessillerinden biri. Aruzla da yazmış; ama inancı hisâbına, halka halk diliyle ve heceyle hitab etmeyi daha doğru bulmuş

 

Hak bir gevher yarattı kendinin kudretinden

Nazar kıldı gevhere eridi heybetinden

Yedi kat yer yarattı ol gevherin nûrundan

Yedi kat gök yarattı ol gevherin buğundan

Yedi deniz yarattı ol gevher damlasından

Dağları muhkem kıldı ol deniz köpüğünden

Muhammed’i yarattı mahlûka şefkatinden

Hem Alî’yi yarattı mü’minlere fazlından

Gaib işin kim bilir meğer Kur’an ilminden

Yunus içti esridi ol gevher denizinden

 

Aceb şu yerde var m’ola söyle garip bencileyin

Bağrı başlı gözü yaşlı şöyle garip bencileyin

Gezerim Rûm ile Şam’ı Yukarı İller’i kamu

Çok istedim bulamadım şöyle garip bencileyin

Kimseler garip olmasın hasret oduna yanmasın

Hocam kimseler olmasın şöyle garip bencileyin

Söyler dilim ağlar gözüm gariplere göyner özüm

Meğerki gökte yıldızım şöyle garip bencileyin

Nice bu derd ile yanam ecel ere bir gün ölem

Meğerki sinimde bulam şöyle garip bencileyin

Bir garip ölmüş diyeler üç günden sonra duyalar

Soğuk su ile yuyalar şöyle garip bencileyin

Hey Emre’m Yunus bîçâre bulunmaz derdime çâre

Var imdi gez şardan şara şöyle garip bencileyin

 

Ben yürürüm yana yana aşk boyadı beni kana Ne âkılem ne dîvâne gel gör beni aşk n’eyledi

Geh eserim yeller gibi geh tozarım yollar gibi

Geh akarım seller gibi gel gör beni aşk n’eyledi

Akar sulayın çağlarım dertli ciğerim dağlarım

Şeyhim anıban ağlarım gel gör beni aşk n’eyledi

Ya elim al kaldır beni ya vaslına erdir beni

Çok ağladım güldür beni gel gör beni aşk n’eyledi

Ben yürürüm ilden ile şeyh sorarım dilden dile

Gurbette hâlim kim bile gel gör beni aşk n’eyledi

Mecnun oluban yürürüm ol yâri düşte görürüm

Uyanıp melûl olurum gel gör beni aşk n’eyledi

Miskin Yunus bîçâreyim baştan ayağa yâreyim

Dost elinden âvâreyim gel gör beni aşk n’eyledi

 

N’idelim bu dünyâyı n’eyleyip n’itmek gerek

Dâima aşk eteğin komayıp tutmak gerek

Çalab’ım bu dünyayı kahır için yaratmış

Gerçeğin gelenlerin kahrını yutmak gerek

Ol yarınki yollara anda yoldaş isteyen

Bu dünyâda dostunu kılavuz tutmak gerek

Uçmak uçmak dediğin kulları yeltediğin

Uçmağın sermâyesi bir gönül etmek gerek

Erenlerin âhına dağ taş katlanamadı

Kalkanı demir ise okları atmak gerek

Yunus er nazarında tâze güller açılmış

Gerçekler bülbül ise nazarda ötmek gerek

 

Çıktım erik dalına anda yedim üzümü

Bostan ıssı kakıyıp der ne yersin kozumu

Ağrılık yaptı bana bühtan eyledim ona

Gerçi de geldi aydır hani aldın kuzumu

Kerpiç koydum kazana poyraz ile kaynattım

Nedir diye sorana bandım verdim özünü

İplik verdim çulhaya sarıp yumak etmemiş

Becid becid ısmarlar gelsin alsın bezini

Bir serçenin kanadın kırk katıra yüklettim

Çift dahı çekemedi şöyle kaldı kazını

Bir sinek bir kartalı salladı vurdu yere

Yalan değil gerçektir ben de gördüm tozunu

Bir küt ile güreştim elsiz ayağım aldı

Güreşip basamadım göynündürdü özümü

Kafdağından bir taşı şöyle attılar bana

Öylelik yola düştü bozayazdı yüzümü

Balık kavağa çıkmış zift turşusun yemeye

Leylek koduk doğurmuş baka şunun sözünü

Gözsüze fısıldadım sağır sözüm işitmiş

Dilsiz çağırıp söyler dilimdeki sözümü

Bir öküz boğazladım kaldırdım serekodum

Öküz ıssı geld’ aydır boğazladın kazımı

Bundan da kurtulmadım n’idesini bilmedim

Bir çerçi de geld’ aydır hani aldın közümü

Tospağaya sataştım gözsüz sepek yoldaşı

Sordum sefer nereye Kayseri’ye azimi

Yunus bir söz söyledin hiçbir söze benzemez

Münâfıklar elinden örter ma’nî yüzünü

 

Müslümanlar zamâne yatlı oldu

Helâl yenmez, haram lezzetli oldu

 

Canlar canını buldum bu canım yağma olsun

Assı ziyandan geçtim dükkânım yağma olsun

Ben benliğimden geçtim gözüm hicabın açtım

Dost vaslına eriştim gümânım yağma olsun

İkilikten usandım birlik hânına kandım

Derdin şarabın içtim dermânım yağma olsun

Varlık çün sefer kıldı dost andan bize geldi

Viran gönül nur doldu cihânım yağma olsun

Geçtim bitmez sağınçtan usandım yaz u kıştan

Bustanlar başın buldum bustânım yağma olsun

Yunus ne hoş demişsin bal u şeker yemişsin

Ballar balını buldum kovanım yağma olsun

 

Lâcerem (f): Hasılı, hülasa.

6 Aralık 2022 Salı

Mithat Cemal Kuntay - Üç İstanbul

Bölüm Başlıkları ve Özet



(93 Muharebesi) Adnan’ın yazmaya devam ettiği 93 Harbiyle ilgili romandan söz ediliyor.

(Siyah ve Beyaz) Adnan, Moiz ve Tevfik kerhaneye gidiyorlar.

(İki Uyku) Evine dönen Adnan derin uykuda. Kalktıktan sonra yazmaya devam ediyor.

(Birbirine Benzemeyen İki Dost)

(Şark Odası) Hidayet’in konağındalar. Adnan iş buldu.

(Geç Kalan Adam) İş görüşmesine sözleşilen saatte gitmedi.

(Satılan Küpe) Annesine iyi gelir diye Heybeli’ye taşınmak istediler, bunun için gerekli parayı temin etmek üzere kıymetli bir küpe satıldı fakat elde edilen para taşınmak için yeterli olmadı.

(500 lira) İş görüşmesi için nazırın yanına gidiyor.

(Mektupçu)

(Buharî’yi Yaktılar)Abdülhamit’in emriyle Buharî’nin kitapları yakılmış.

(Kazasker Konağı)

(Üç Şapka) İftar daveti / İstanbul’un itibar gören üç zengini Reji’deki Ramber…

(Bunlar da Hidayetin Konağına İftara Gidiyorlar)

(Hidayet’in Konağı) Romandaki bazı tipler belirgin özellikleriyle tasvir ediliyor.

(Malîye Nazırı) Ders verdiği kızın ismi Süheylâ

(Süheylâ) Süheylâ Adnan’a iyi davrandıkça Adnan Süheylâ’dan soğuyor.

(Korkunç Komiteler) Adnan Süheylâ ile evlenme ihtimalini tartıyor…

(Beklenilmeyen Misafir) Süleyman Hidayet’i anlatıyor.

(Adnan Tarih Hocası Oluyor) Adnan Hidayet’in ricasıyla tarih dersi de verecek.

(Belkıs) Adnan’ın yeni öğrencisi Belkıs, Erkânıharp müşirinin kızı.

(Tekirdağlı Cemile Hanım) Cemile, Erkânıharp müşirinin evinde misafir.

(Adnan’a Devlet Kuşu Konacaktı) Cemile’nin bir kızı var, onun ismi de Belkıs, Cemile hanım kendi Belkıs’ını Adnan’a vermeyi planlıyor.

(Bahriye Miralayı Hüsrev) Hüsrev, Belkıs’ın kocası.

(Süheylâ’nın Çocuk Olmadığı Anlaşılıyordu) Süheylâ’nın Adnan’ı sevdiği öğrenildi.

(Paşa Nihayet Bulundu) Soyca böbürlenebilmesi için Adnan’a “paşa” aradılar.

(Bir Hasbihal) Mâliyeye nazırıyla sohbet…

(Haberi Olmadan Düşman Kazanıyor)

(Son Ders) Adnan, Süheylâ’yla evlenmek istemediğini belirtti. Konaktaki son derste Süheylâ’yla birlikte olmaya çalıştı, onu taciz etti.

(Üç Konak) Gün boyu Süheylâ’yı arzulayan Adnan ertesi sabah bu arzusundan tiksindi.

(Avukat Tevfik Hoca) Bir öğrencisini kaybeden Adnan para kaybını telafi etmek üzere avukatlık yapmaya karar veriyor.

(Belkıs’ın Babası) Ders için gittiği konakta Belkıs’ın babası ile Abdülhamid etrafında tartışıyor.

(Bayram Tebriki) Hidayet, Belkıs’ın babası için okuma yazması bile yok diyor.

(Halep Çıbanlı Kadın) Bayram tebrikini bahane, verdiği borç parayı tahsil için Kadri’nin evine giden Adnan, Kadri’nin karısını gözüne kestirdi.

(Hastanede) Kadri kanser olmuş, hastanede yatıyor.

(Sofular Mahallesi) Senih Efendi Sofularda oturuyor.

(Tapu Müdürü Senih Efendi) Senih Efendinin karısı Macide…

(Rahat Koca) Senih Efendi Adnan’ı, kızı Melahat ile evlendirmeyi planlıyor.

(Macide) Macide Melahat’ın üvey annesi.

(İş Adamı)

(Kadın Hırsızı)

(Kadın, Değişen Kadındır)

(Diş Ağrısı) Macide erkek arıyor. Diş ağrısı iyi bahane oluyor.

(Üç Ses) Adnan Melahat ile evlenmiyor, Melahat’a başka bir koca bulunuyor.

(Nazik Adam) Dahiliye’de Şifre Mümeyyizi Sait, Melahat’ı alıp Sofulardaki eve içgüvey girdi.

(Kadın Anlatılmak İçindir) Cön Türk Süleyman herkese Macide ile yattığını anlatıyor.

(Mahalle Kahvesi) Süleyman’ın bir kadınla basıldığı konuşuluyor.

(Direklerarası) Maliye’de Kâtip Dilâver Süleyman’ın Kadri’nin dul karısı Zehra ile basıldığını anlatıyor.

(Tarihin Kahramanları ve Av Kuşları) Adnan, Rodos’un fethini anlatıyor… Hüsrev geliyor ve sohbet ediyorlar.

(Macide Kocasına Niçin Kızıyordu?) Senih Efendi, evine gelen Süleyman’dan çok memnun, halbuki Süleyman bu evi Senih Efendinin karısı Macide için su yolu yaptı.

(Fuzulî’nin Anlatılamayan Beyti) Senih Efendi, Süleyman ile karısı Macide arasındaki münasebeti öğrenip felç geçiriyor.

(Aç ve Çıplak İnsan Vücutları) Felçli adamı evine getiriyorlar.

(Camdan Gözler) Senih Efendiyi ziyarete giden Adnan Macide ile yatıyor.

(Kımıldayan Leke) Macide Adnan’a, hamile olduğunu söyledi. Daha sonra bebeği düşürdüğünü de söyledi.

(Fıkaralık Maskaralık) Sakallı Vasfi’den söz ediliyor.

(Adnan Romanını Yazıyordu) Parasız kalan Vasfi Adnan’ı curnal ederek para bulmaya çalışıyor ve bu durumu maliye nazırı Adnan’a bildiriyor.

(Vekilharç Salih)

(Sakallı Vasfi) Curnallere devam eden Vasfi para ve makam kazanmaya devam ediyor.

(Mânalı Gözyaşları) Belkıs’ın hemşiresi ve Süheylâ’nın babası öldü.

(Büyük Yanlış) Baldızın cenazesinde Sefaret Müsteşarı Nail hakkındaki sözleri nedeniyle Adnan’la Hüsrev tartışır. Tarih derslerine üç hafta ara verilir.

(Nişantaşı’nda Sarah Bernhardt) Adnan namussuz Avukat Tevfik Hoca’dan ayrıldı.

(Geceleri Kalabalık Ev) Adnan ittihatçı zannıyla hapsedildi. Kocası felçli ve yatalak olduktan sonra Macide, yaşadığı evi kerhaneye çevirdi.

(Ahbapsız Cenaze) Senih Efendi ve Adnan’ın anası öldü.

(Sekiz Yataklı Ev) Macide çok kullanılmış kadına dönüştü.

(Yalan Söylemeyen Adam) Çilli Mahmut verem olan Macide’yi pazarlamaya devam ediyor.

(10 Temmuz İnkılâbı) Macide’nin evi taşlanıyor.

(İki Sandık) Sakallı Vasfi’nin karısı Seniha öldü.

(Islahat Lâyihası) Sakallı Vasfi Melahat ile evlendi.

(Mermer Yalı Yıkılıyor) Adnan bu defa avukat olarak geldi mermer yalıya.

(Kızıyorlardı)

(Adnan Bir Taksim, Üç İttihadı Terakki İdi)

(Abdülhamîd'i Burnu Kurtardı)

(Adnan Evleniyor) Zengin olan Adnan Belkıs’la evlendi.

(Adnan Romanını Yazıyor)

(Vekilharç Süleyman) Süleyman, Adnan’ın Nişantaşı’ndaki konağında kâtip.

(Sevişen Karı Koca) Aralarındaki gerilim sürekli, kavga edecek gibiler.

(Eskimek İhtiyacı) Sonradan zengin olan Adnan asalet noksanlığı hissediyor, eskimek ihtiyacı bu yüzden.

(Üç Sükût) Adnan Belkıs’a katlanıyor.

(Harbi Umumîde)

(Adnan Zengin)

(Adnan Çok Zengin)

(İlâç Kokan Mektup)

(Sakallı Vasfi ve Umumî Muharebe)

(Yamalı Gömlek) Melâhat bohçacılık yapıyor

(Bir Türlü Memuriyet Alamayan Adam) Dalkavuk Nail, yanlış politikalara dalkavukluk ettiği için memuriyet alamıyor.

(Müsavi Dalkavuk) Eski Ateşeneval Naşit, dalkavukluk ediyor ama bunu dikkatlice yapıyor.

(Hasta Olmadan Ölen Adam) Hidayet öldü.

(Galata’da Pactole Nehri) Adnan Moiz’in değişken/kaypak karakterli oluşunu müşahede ediyor

(İftira... Hep İftira) Adnan bir ara Moiz’in karısı Raşel’i süzüyor.

(Ziyafet) Moiz’in konağında yemekli sohbet ortamı…

(Nihayet) Adnan Raşel ile baş başa kalıyor.

(Yatakta Saat Beş Çayı) Raşel kocasını bir süre daha Adnan’la aldatmaya karar veriyor.

(Sarıkamış) Adnan’ın konağında toplananlar sohbet ediyor.

(Bahtsız Kadınlar) Raşel sefaretten bir sevgili edinmeye çalışıyor, bunun için Adnan’ı araç olarak kullanıyor.

(Her Zaman Gidilmesi Lâzımgelen Balo) Raşel, Adnan sayesinde katıldığı davetlerde sefaretten birilerinin şehvetini cezbetmeyi başardı ve artık Adnan’a ihtiyacı kalmadı.

(Alfred Cevat) Belkıs’ın akrabası/kuzeni, Cevat konağa yerleşiyor.

(Uşak Ahmet) Adnan’ın karısı Belkıs, konağa uşak edindi

(Gastein Kaplıcaları) Belkıs, yabancı misafire bayılıyor.

(İnci Gerdanlık) Belkıs’ın gerdanlığı çalınıyor, çalan kişi Cevat.

(Agamemnon Zırhlısında Osmanlı İmparatorluğunun Tabutu)

(Kibar Adam) Çarlık Rusyasından İstanbul’a sığınan tipler… Belkıs bunlar arasından bir Rus Prense dikkat kesiliyor.

(Ayrılıyorlar) Adnan artık parasızdı ve Belkıs’ın Adnan’la evli kalmasının bir anlamı kalmamıştı.

(Alfred Cevatın İsim Günü) Cevat, isim gününde çok içip saçma sözler konuşuyor.

(Platin Tabaka) Cevat, Raşel’den aldığı tabakayı sattı, parası bitene dek otelde kaldı.

(Rus Prensi) Rus Prensiyle evlenen Belkıs, paraları bitene dek Peşte’de yaşadı. Para bitince Beyoğlu’na döndüler.

(Dayak) Morfinsiz kalan kocası Belkıs’ı dövdü. Belkıs Amerika’ya gitmeye karar verdi, gitti ve intihar etti.

(Bir Bohça, Bir Çanta) Önce Dilaver ardından Prenses Bahire Adnan’ı davet ediyor.

(Prens Hasan'ın Köşkü) Adnan kendisine bir davet gelir ve yüksek maaşlı bir arpalık bulur umuduyla vakit geçiriyor.

(Gazetelerde Bir Telgraf) Adnan zatürre oldu.

(Hesap Meselesi) Cevat’la dost hayatı yaşayan Raşel hamile kaldığını telgrafla kocası Moiz’e bildiriyor. Moiz’in intihar haberi geliyor. İntiharın sebebi, iflas etmiş olması.

(Avukat) Mesleğini icra etmeyi denedi fakat pintiliğinden dolayı muvafık olamıyor.

(Adnan’ın Yazıhanesinde) Adnan müşteri/müvekkil bekliyor.

(Hasta Avukat) Kocasından boşanmak isteyen Bihter, ödeme olarak kendini sunuyor Adnan’a.

(Cinayet) Cevat öldü.

(Hasta Olamıyordu)

(Osmanlı İmparatorluğunda İlk Saklanan Devlet Sırrı) Borç istemek üzere Naşit’in konağına giden Adnan eli boş ayrılır oradan.

(Hekim Meselesi) Adnan doktora görünemeyecek kadar parasız.

(Adnan Yine Edebiyat Hocası) Süheyla rüya görüyor; Adnan ölmüş, oğlu doğmuş, büyümüş…

(Yazıhaneye İş Geldi) Cevat’ın anası, oğlunun katilinin idamını temin etmesi karşılığında Adnan’a para ödüyor.

(Bir Şahit Daha) Yalancı şahit aranıyor.

(Sisyphe Kayası) Adnan’ın sanata dair düşünceleri.

(Ambidextre Bir Adalet) Yeterince para ödendikten sonra mahkemelerden istenilen sonucu almak hiç zor değil.

(Han Kahvecisinin Anlattıkları) Öldükten yıllar sonra bile Macide’nin dedikodusu yapılmaya devam ediyor.

(Kalpaklı Misafir) Ankara’dan davet bekleyen Adnan, umduğunu bulamadı ve durumu kabullendi.

(Belkıs, Süheylâ)

(Cinayet Mahkemesinde) Cevat’ı öldüren Ahmet Macidenin oğluymuş ve burumda babası da Adnan oluyor. Mahkeme Ahmet için idam cezasını uygun gördü.

(Salim) Süheyla’nın çocuğu doğdu.

(İki Kocakarı) Konağa gelenler.

(Hizmetçi Şefika) Adnan’ın konaktaki ve ömründeki son günleri.

(Bozdoğan Kemerinin İmamı) Adnan öldü.

(İki Cenaze) Ölünün arkasından konuşmalar…

(Zati Akdesi Hazreti Tesadüf) Katil Ahmet idamdan kurtuldu.

(Bir Mektup Zarfı) Evrakı metrukesi yakılmak üzere toplandı.

Mithat Cemal hakkında

1885’de İstanbul’da doğmuş, yetişmiş, yaşamış ve İstanbul’da vefat etmiş…

Babası İşkodra eşrafından Selim Sırrı Bey

“Bir defa bilmediğim ve görmediğim hiç bir şeyden bahsetmedim.”

Mehmet Akif'le güçlü bir dostluk ilişkisi içindedir.

Sonradan sadrazam da olan Hakkı Paşa’nın dikkatini rek erek İdare Hukuku muallim muavinliğinde bulunduğu yıllar. Mithat Cemal’i mesleğine bağlayan etkenler arasında…

 

Meşrutiyet döneminde / tiyatro eserlerine ilgi artıyor.

İlk denemesi “Kemal” / Dört perdelik mensur piyes.

28 Kânun-i Evvel” / üç perdelik manzum piyes

Nefais-i Edebiye (iki cilt), Hitabet Dersleri

“Tarla,” “Nargile,” “Tesadüfen” gibi şiirleri bilinir…

Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır / Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır” gibi özdeyiş biçim inde dizeleri bulunur…

Fecr-i Âti beğenisiyle aruz ısrarını sürdüren Mithat Cemal Kuntay’a Türk şiirinde fazla yer bulunamaz.

 

Mithat Cemal, her zam an temiz, zarif ve gençti. Yaşlandı, fakat ihtiyarlamadı.

 

Mehmet Akif kitabı, merhuma dikilebilecek en iyi mezar taşıdır.

 

Nükteyi, kendisine karşı bile olsa feda etmezdi.

 

(Üç İstanbul) üç devri ev ve insan örneklerinde göstermek istedi

 

Gözlemlerle beslenen bu ayrıntı zenginliği, kişilerin alabildiğine sahih oluşu romanda kendini duyuruyor, romanı çekici yapıyor; ama yaşayıp gördüğü (daha doğrusu görüp öfkelendiği) birçok gereksiz ayrıntıya kıyamayışı, romanını bunlardan ayıklayamayışı, romanın dağılmasına, iç örgüsünün gevşek olmasına yol açıyor...

 ...

Üç İstanbul / Notlar

93 Muharebesi

Döndü, baktı: Oda kapısı yine kendi kendine açılıyordu: hem de bununla üçüncü defa.

Zaten, Adnan ne vakit romanını yazmaya otursa, mutlaka bir aksilik olacaktı

 

93 harbinde üç şeyin hududu yoktu: Hastalığın, açlığın, vatan toprağının!

 

Sultan Hamit, sulhu Moskova’da imzalamanın kolayını Yıldız sarayında bir İngiliz mebusu ve bir İngiliz amiraliyle konuşuyor (s. 32).

 

Ayastafanos’ta bir Ermeni’nin köşkünde’ Grandük Nikola ile Hariciye Nazırı Saffet Paşa, Osmanlı İmparatorluğunun battığını alaturka saat on birde tasdik ediyorlar: 93 muharebesi bitti.

 

Ertesi günü Moskof başkumandanı, Yıldız sarayındaki akşam ziyafetine alaturka saat on birde davetli.

 

Sarayda ziyafet verilirken İstanbul sokaklarına sandık, yastık, bohça, muhacir yığılıyordu. Fesli iskeletler; paltosu ile ölenler: iki gözden ibaret yüzler; bohçalaşan kadınlar...

 

Hidayet yirmi yedi yaşında, bâlâ rütbeli ve Osmanlı imparatorluğunun devlet adamlarındandır.

Adnan’ın Yıkılan Vatan adında siyasî bir roman yazdığını duyunca Hidayet ona salonlarını açmış…

Hidayet’in curnalcılığını Adnan başkalarından da bazan duyuyordu

 

Siyah ve Beyaz

Beyoğlu’nda, İbil sokağındaki bu eve Adnan ve Moiz, Tevfik Hoca’yı bu gece zorla götürüyorlar.

Galata’daki mezesi bol birahaneye girdiler (s. 39).

Hukuktan yeni çıkan üç adam, hayatta ne olacaklarını konuşacaklardı.

 

Başka renkte yama ve sefaletin en son rengi olan siyah, ikisinin de vakasından, paçasından sarkıyordu.

 

Adnan, İbil sokağındaki evin kapısını çalarken, Moiz (…) — Hayata bu kapıdan girilir Hoca, dedi.

 

Koridorunda Meryem Ana kandili yanan evden sabaha yakın döndüler

 

İki Uyku

Kalktı. «Muhacir Çocuğu» diye romanına bir fasıl yazmaya başladı…

Bir iki satırını bir müelliften aldığı bu faslı Adnan, kendi ıstırabını anlatan bir adamın sevinciyle yazıyordu: Istırap, gururuydu ve gururunu gösteren insan sevinirdi.

93'ün şubat ayı, takvimin bütün şubatlarından soğuktu. Kış, Moskof ve muhacirlik el ele vermişler, Adnan’ın çehresindeki güzelliği bir yumruk gibi ezmişlerdi.

 

Adnan veremden ölen teyzesini düşünerek anasının öksürüğünü dinledi.

 

Birbirine Benzemeyen İki Dost

Adnan Direklerarası’nda Raif’i bulacak ve ilk defa Abdülhak Hâmit'i göreceklerdi.

Tevfik evlenmiş ayol!

 

Şark Odası

Hidayet’in, Sacit, hususî kâtibidir; Süleyman da kıdemli dalkavuğu ve eski Cön Türk.

Hidayet. Adnan’a, üç gün evvel bir iş bulmuştu: Erkânıharp Müşirinin kızına tarih dersi vermek.

(Adnan) yalnız tesadüfe inanıyordu: Ailesinin, memleketinin, mektebinin Allahlarını birer birer atarak kendine bir put yaratmıştı: Tesadüf.

 

Sait Paşa, Moskof baş tercümanıyla Sultan Hamid’in huzurundaydı; Tercüman huzurdan çıkacak ve Sait Paşa, Adnan’ı Galatasaray’ına koymak için iradesini alacaktı.

«Suavi beş dakika sonra çıldırsaydı» Adnan, Sultani’ye girmiş çıkmıştı.

Abdülhamid bile tesadüftü. Yalnız, yirmi beş milyon tahammülün tesadüf olmasına inanmıyordu.

…gözünde tek gözlük, yakarında çiçek, genç ve buruşuk derisiyle tövbekar bir orospuya benzeyen bir adam girdi: Süleyman.

 

Geç Kalan Adam

Maliye. Nazırına gitmeyecek miydi? Saatine baktı: Oooo... Geç kalmıştı! Zaten o. daima geç kalan adamdır.

Maliye’de,

— Geç kaldınız efendim. Nazır Paşa Hazretleri gideli bir çeyrek saat oldu: yarın geleceksiniz, dedi.

 

Satılan Küpe

Mahalle hekimi, hastanın odasından çıkınca Adnan’ı bir köşeye çekti ve o yaz Heybeli’de mutlaka ev tutmalarını söyledi. Adnan acı acı güldü. Adada ev tutmak için verem olmak kâfi miydi?

 

Kapalıçarşı'da, az konuşan kuyumcu, elmasını o kadar ucuza kapattı ki, beşlik banknotları sayarken telâşla. Adnan'a bir kâğıt fazla verdi.

(Annesi) — Zaten adam senden küpeyi bedava almış Mehmet! Ne diye geri vereceksin? diyordu.

Adnan, hayatında ilk defa bir hırsızlık imkânının önündeydi, sevindi…

 

Küpeyi satmakla Ada’ya gidemiyorlardı. Esnafa biriken borçlar ödenince kalan para azdı…

 

Raif gibi namuslu bir adam, onun hocalığına mademki seviniyordu, Adnan bu hocalığı kabul edecekti.

 

500 lira

Maliye nazırının kürklü paltosu, teşrifatta Nazırdan sonra. Müsteşardan evvel gelir.

Maliye Nazın Abdülhamid'in vükelâsından olduğu halde namusludur.

 

Nuri Bey. O, Abdülhamid’in sut kardeşi ve Namık Kemal’in arkadaşıdır

 

Nazır Fransızca, Ramber Türkçe bilmedikleri halde ikisi de tercümanı dinlemezler, birbirlerinin yüzlerine bakın kırdı ve Ramber daima Nazır’ın rejiden Türkçe borç para istediğini. Nazır da daima Ramber'in bu borcu Fransızca vermeyeceğini — birbirlerinin suratlarından— anlarlar ve tercüman boş yere yorulur, iki dilde kuvvetli kelimeler aradı. Şimdi borcun Fransızcasını dinlemeden, Ramber, istenilen paranın ne kadar olduğunu Nuri Bey’dcn, o da Nazır'dan sordu.

Nazır, küçük diline dolanan bir sesle cevap verdi:

— Beş yüz lira!

Nuri Bey sakalına kadar sapsarı oldu. O gün devlet hâzinesinde 500 lira yoktu; Osmanlı İmparatorluğu 600 senelik sakalıyla dileniyordu.' / s. 72

 

Mektupçu

Mektupçu, Adnan’a, ders günlerini kısaca söyleyecek…

Adnan’ın bu kayıtsızlığına kızan mektupçu, aruz, vezninde öksürdükten sonra…

 

Buharî’yi Yaktılar

Aksaray’ın meczub “Çıplak Ahmet”i fırladı,

— Buhari'yi yaktılar! dedi, kaçtı.

 

(Adnan) Onun gözünde iki İstanbul vardır: “Camilerin kurşun kubbelerinde fetih ordularının miğferleri duran İstanbul! Bir devin ufka yuvarlandığı bir dağ: Süleymaniye Camii! Altında bir millet ayağa kalkıyor gibi duran kubbe! Süleymaniye’nin bu kubbesi ufuktan sökülmelidir ki, İstanbul ne kel, ne uyuz bir topraktır anlaşılsın...

Sonra bu minareler: Gökyüzünü madalyon bir ayna parçası gibi tutan birer kız kadar narin minareler! Bunların ucuna her fetih bayrağından takılan bir hilâl! İstanbul, Süleymaniye yapıldığı gün bizim oldu!”

Bir de ikinci İstanbul: “Beyoğlu! Damarsız, kansız bir toprağın ayağa kalkmasını andıran bu beyaz binalar... Çamurun bayramlık elbisesini giydiği, taşın sonradan görme olduğu bu caddeler...

İçinde Konyalı Rumun, Antepli Ermenilerin komita oynadığı odalar!

Beyoğlu, fethedilmeyen İstanbul’dur.” / s. 76

 

Bu saatte kütüphane kapalıydı. Koca Ragıp’ın bahçedeki kabrine gözlerini dikti…

(Eczacı) — Duydunuz mu, Kur‘an-ı yakmışlar! dedi.

Çemberlitaş’ta yanan «Buharî», Aksaray’da «Kur’an» olmuştu.

 

Kazasker Konağı

(Sait ve Ratip) Adnan'la Moiz’in at hırsızına benzediklerinde ittifak ederek gülüştüler.

 

Hidayet Beyi çocukken amcası, Şehzade Abdülhamid Efendi'nin Kâğıthane’deki köşküne götürürdü. Şevketmeap efendimizin o zaman bir küçük kızı vardı. Bunu büyüyünce Hidayet Beyefendiye vermek istiyordu.

Fakat bir gün bu kız piyano çalarken annesi bir kibrit çakar, kızın bürümcek elbisesi tutuşur, kız yanarak ölür. Bu izdivaç da kalır.

 

Üç Şapka

Hidayet’in iftarı bu akşam kalabalık olacak.

Eski Sivas Valisi Hacı Hulusi Paşa âmedî hulefasından Hatip, şifre mümeyyizi Sait, Sefaret müsteşarı Nail, Ataşenaval Naşit, Adnan, Moiz, hepsi Hidayet’in konağına başka başka sokaklardan giderler…

 

— Bu herif deli mi yoksa? dedi.

— Deli, meli değil; klasik edepsiz.

 

İstanbul’da üç şapka vardır. Çamlıca tepesinden evvel bu üç şapka görülür. Reji’deki Ramber’in, Düyunuumumiyeci Berje’nin, şimendiferci Hügnen’in kafasında duran üç serpuş!

 

Bunlar da Hidayetin Konağına İftara Gidiyorlar

Hidayet’in konağında hususî kâtip Sacit: Tapu müdürü Senih Efendi, komşusu Sakallı Vasfi’yi bu gece Hidayet’e takdim edecek.

 

Hidayet’in Konağı

Tek gözlüklü Süleyman kalabalık bir adamdı; kaşları, kolları harekete geçerek, genzinden çıkan dört, beş sesle konuşurken, insan bir zümre konuşuyor sanırdı…

 

(Nail) Sultan Hamid olmasaydı, Osmanlı İmparatorluğunu Avrupa çoktan taksim ederdi!

Adnan da küçülmemek için. Nail kadar haykırdı;

— Hangi Osmanlı İmparatorluğu? Dünyada böyle bir şey mi var?

— Memleketi taksim mi ederlermiş? Memleketin zaten neresi benim? Ereğli'de kömür Fransız! Haydarpaşa’da demir Alman! Yalnız Yemen’de dökülen kan Türk!

— Vallahi Avrupa Efendimizden korkar mı bilmem; fakat efendimiz, eskiden Moskof Çarından korkuyordu, sonra elçisinden korkmaya başladı; şimdi tercümanından korkuyor. Zaten neden korkmuyor ki? Sahilden korkuyor; kalem sesinden ayak sesine kadar her gürültüden korkuyor; gazeteden, reçeteden korkuyor; kendi karyolasından korkuyor; kendi kafiyesinden korkuyor: öperken çocuğundan, çocuk yaparken karısından korkuyor... Korkacak kimse bulamazsa aynada kendisinden korkuyor... Abdülhamid sağ kaldıkça Osmanlı İmparatorluğu masrafsız batacaktır, Avrupa para ve asker harcamayacaktır; onun için bizi taksim etmiyorlar! / s. 101

 

…sefalet muziptir ve fıkaralığın insan vücuduna oyduğu izler, uzaktan kır gibi görünen kemik gölgeleri, suyun heyecanı ve sabunun inadıyla kaybolamazdı. İnsan derisinin temiz olduğu belli olması için altında kan lâzımdır: Moiz, temizlenince büsbütün çirkin olmuştu.

 

(Süleyman, Ratip'ı anlatıyor) Sultan Hamid’e damat olacaktı; fakat frengisi var diye dayısı curnal etti. Bu curnal üzerine Ratip damat olamadı, siyasi mağdur oldu…

 

(Süleyman, Avukat Tevfik’i anlatıyor) Her ölenin mirasçısı odur, her doğanın da velisi o... Yıkılan evin enkazı, yapılan evin arsası onundur; şahit kiralar; dava satar; borç yaratır; ölüye mülk sattırır; kıza çocuk doğurtur...

 

Malîye Nazırı

Adnan, o gün onuncu ders için geldiği konaktan kızın adını öğrenerek çıktı: Süheylâ!

 

Süheylâ

Sessiz bir konak!.. Yirmi oda dolusu bir kimsesizlik!

(ücretine zam yapılması üzerine Süheyla’yı düşmanı olarak görmeye başladı. Süheyla aile sırlarından bahis açmak suretiyle Adnan’ın güvenini tekrar kazandı.)

 

Korkunç Komiteler

Süheylâ ile evlenecekti.

…düşünmeye başladı: Maliye nazırının kızı bu eve nasıl gelin gelirdi?

 

Beklenilmeyen Misafir

Süleyman:

— Azizim. Hidayet soyca delidir! Büyük babası Kazasker Gıyasettin Efendi “Pembe Yalının Deli Mollası” diye Beylerbeyinde bir tarihtir. Gençliğinde ölen babası ise salı geceleri uğursuzdur diye karısıyla münasebette bulunmazmış.

Ya Saraydaki amcası? O. artık zırdeli! Ne divane olduğu fotoğrafından belli, Fırlayan gözleri resminin çerçevesine sığmıyor. Sokağa çıkacağı zaman geri geri koşar, sonra sokak kapısına doğru yavaş yavaş yürür, sıra sağ ayağına gelmezse bir türlü sokağa çıkmazmış.

 

Adnan Tarih Hocası Oluyor

Bu Erkânıharp Müşirinin ne kadar korkunç bir saray adamı olduğunu İstanbul’da bilmeyen yoktu. Adnan onun konağına nasıl giderdi?

Fakat bu isyan, Adnan’ın yalnız gözlerindeydi, içi çoktan mağlûptu ve Hidayet’in uzun bir ricasıyla hocalığı kabul elti.

 

Belkıs

Şimdi onun gözünde Maliye Nazırının kızı Süheylâ bütün kızlardan biriydi. Erkânıharp Müşirinin kızı Belkıs ise hiç görülmemiş bir işkence kadar başkaydı, insanı mustarip edecek kadar güzeldi.

 

Tekirdağlı Cemile Hanım

Namuslu sesi, dindar gözleri vardı; entarisine bile kıldığı namazlar sinmişti.

Tekirdağlı Cemile bir aydan beri Erkânıharp Müşirinin mermer yalısında misafirdi.

 

Adnan’a Devlet Kuşu Konacaktı

Cemile, bu çay masasında, bugün Adnan’ın yüzüne bakarken karar verdi: Belkıs’ı Adnan’a verecekti! Bu Belkıs, / Cemile’nin Teğirdağı’ndaki kızı Belkıs’tı.

Tekirdağı’nda, Cemile’yi kocası müezzinle yakaladıktan bir dakika sonra dövmüş, bir hafta sonra da boşamıştı. Çünkü vak'a ancak bir hafta sonra duyulmuştu.

Çabuk dul kaldığı için Cemile’nin bir tek çocuğu vardı

Kız, toparlak ve kırmızı olduğu için Tekirdağı’nda ona güzel diyorlardı. Yüzünde oniki çocuk doğuracak kadar kan vardı.

 

Bahriye Miralayı Hüsrev

…karşısında Bahriye Miralayı Hüsrev durdu. Adnan’ın yüzü bitmemiş bir resme benzedi: Kopmuş çizgilerle, tamamlanmamış bakışlarla, bu yüz, bir ressamın ancak birkaç ay sonra imzasını koyabileceği bir taslaktı.

 

Adnan'la birkaç haftada arkadaş oldular. Birbirlerini isimleriyle çağırıyorlardı. Hüsrev, Adnan’ın yanında Abdülhamid’e pislik isimleriyle sövüyordu.

…Almanya imparatoru tenkit edilir; bizimkine ancak sövülür, diyordu.

 

…karısını sevmediğini Adnan’a söyledi: “Belkıs kemikliymiş!”

 

Süheylâ’nın Çocuk Olmadığı Anlaşılıyordu

Süheylâ’nın Adnan’a çıldırdığını Maliye Nazırı’nın konağında kimse anlamıyordu.

 

— Hanım, hanım, Süheylâ, Adnan’ı seviyor!

Bir felâketin birdenbire söylenmesi ikinci bir felâkettir. Cemalifer mahvoldu. Bir kız nikâhlanmadan evvel bir erkeği nasıl severdi? İşte orospuluk bu demekti.

 

Hacı Kâhya, Emiri Efendi’nin kahvesinin köpüklü olmasına bugün çok dikkat etti. Çünkü ona Adnan’ın ecdadını soracaktı.

Sordu.

Şark âlimi, kahvenin telvesini içmekten vazgeçti; somurttu.

— Hangi Adnan? dedi. Şu Hidayet hergelesinin konağından çıkmayan Adnan katırı mı?

 

Paşa Nihayet Bulundu

Süheylâ sordu:

— Bir defa söylemiştiniz Adnan Bey, unuttum; büyük babanızın adı neydi?

 

Siiheylâ’yı ne kadar istemediğini bilseler verirlerdi; çünkü hayat böyleydi; insanın istemediği şey ayağına gelirdi. Fakat Adnan’ın Süheylâ’yı istemediğini bu konakta nasıl bilirlerdi?

“Şimdi geliyorum,” diye odadan giden Süheylâ’nın bu “şimdi”si yarım saat sürdü.

 

Bir Hasbihal

Bozdoğan Kemerindeki konak... Süheylâ’nın Adnan’dan ders aldığı oda...

 

(Maliye Nazırı Tevfik Fikret’in şiirlerinden söz ediyor)

 

Maliye Nazırı içini çekti:

— Ne talihsiz adamım, bilmezsin oğlum! Mâliyeye Nazır olduğum gün hazinede kaç lira buldum? Ne tahmin edersin? / On yedi lira!

 

Haberi Olmadan Düşman Kazanıyor

Kendisini Hidayet’e çekiştiriyor diye Sakallı Vasfi; kızını olmadı diye Tekirdağlı Cemile; Dağıstanlı Hoca’nın Hubyar’daki evinde karısına söylediği lâkırdıyı duyan Beyoğlu’ndaki umumhanede Samatyalı Filareti ve Adnan, Maliye Nazırı’nın kızını alacak diye bu Samatyalı güzel Filareti, hepsi Adnan’a düşmandırlar.

 

Son Ders

Adnan, Süheylâ’yı istemeyince Hacı Kâhya bile dayak yemiş gibi küçülmüştü.

 

Bir gün, Süheylâ derse inerken Cemalifer söyleniyordu: “Bu adam hâlâ dersi bırakmayacak mıydı?” Süheylâ da bu derslerin bitmesini istiyordu. Kendisini istemeyen adamı her hafta görüp ne olacaktı?

— Sizi böyle tahmin etmiyordum! dedi.

Adnan, kendini soğuklaştıran bir sesle:

— Bir deliyi affet, Süheylâ! diyordu.

Süheylâ:

— Beni hakikaten seviyor musun Adnan? dedi.

 

Oda kapısı vuruluyordu. Adnan bembeyazdı. Titriyordu.

Nasıl ölmediğine şaşıyor:

— Çocuk musun Süheylâ hanım? Ev halkına, komşulara rezil oluyoruz, diyordu.

 

Üç Konak

Adnan artık Belkıs’tan, Hidayet'ten kaçmak istiyordu. Süheylâ ile evlenecekti.

Dağıstanlı Hoca’ya koştu.

Maliye Nazırı’nın kızıyla evlenmeğe karar verdiğini söyledi.

…ertesi sabah uyanınca bir sevdiğinin ölüsünü hatırlamış gibi acı duydu: Süheylâ ile evlenmeye dün ne çabuk karar vermişti!

 

Avukat Tevfik Hoca

Adnan, Maliye Nazırı'nın konağındaki dersi elinden kaçırdıktan sonra paraca sarsıldı: Avukatlık edecekti.

(Moiz) Merak etme! Tevfik Hoca bir seneden beri hiç utanmıyor. İki yıl evvel bir parça namusluydu. Geçen yıl bazan, vesile düştükçe utanıyordu. Bu sene artık utanma mutanma kalmadı. Ne kadar namusu varsa paraya kalbetti! Yükte hafif, bahada ağır ne rezalet ararsan Tevfik’te bulursun!

 

Adnan ve Tevfik Hoca, ikisi de başka başka adamdılar. Ancak müşterilerden aldıkları paraları taksim ederlerken ikisi de birbirlerine benziyorlardı. Fakat tuhaftır, zaman geçtikçe iş azalıyordu.

Theodore Herzl adındaki bu peygamber Tarabya’da Abdülhamid’in misafiridir.

…bu adam, Filistin'de Abdülhamid’den yer satın almak için İstanbul’a geldi. Orada Yahudi devleti kuracak... İşte senin uyuz Moiz dün Tarabya’da ona gitti.

 

Belkıs’ın Babası

Kocası gittikten sonra Belkıs kibirli bir neşe takındı.

Adnan’la derse başladılar.

(Belkıs’ın babası padişahı yüceltiyor ve Adnan hararetle ona karşı çıkıyor.)

 

Erkânıharp Müşiri sarardı; bir zaman riyaziye hocalığı ettiği için kendisinin riyaziye âlimi olduğuna yine kendisinin verdiği bir karar vardı. Bu kararı, mukaddes din eşyası gibi, hayatının bir köşesine kilitlemiş, taptıracak adam bulursa köşesinden çıkarıp gösteriyordu.

 

Bayram Tebriki

Hidayet:

— Hazır Saray’a gelmişken sana dünyanın yedi acibesinden sekizincisini göstereyim! Avrupa kıt’asında okuyup yazması olmayan bir müşir!

…bu adam Belkıs'ın babasıydı.

“Abdülhamid kaldırımcıyı niçin müşir yapmıştı?”

Hidayet alay ederek cevap verdi:

— Müşirlikten sonra başka rütbe olmadığı için!

 

Halep Çıbanlı Kadın

Kadri’ye bayram tebrikine istemeyerek gidiyordu. Kadri ondan altı ay evvel sekiz lira ödünç almıştı.

(Kadri’nin karısına bakarken) Adnan’ın ve kadının gözleri birbirine sarılan iki vücut kadar manâlıydı.

(Kadri’yle) …günler geçtikçe sanki kardeş oldular.

Kocasını sevmeyen kadın on üç yaşından beri beklediği erkeği Adnan’da bulmuştu

Kadri’yi hastaneye kaldırdılar.

 

Hastanede

Guraba Hastanesinde kanserden yatıyordu.

Bir ölüm hastası için, ziyarete gelen adam, hastanın hâlâ yaşadığını anlatan biriydi. Hasta, gelen adamla beraber yaşamaya, onun kadar kendini hayatta bulmaya başlardı. Bu ziyaret, hastanın çıkamayacağı sokağın hastaya gelmesi, dışarının odaya girmesiydi. Adnan bunu bilmiyordu (s. 224)…

 

Kadri öldüğü gün, Adnan, hastayı yeniden hatırlayacak kadar unutmuştu.

 

Zehra’yı hastanede sokak kılığı ile gördüğü gündenberi soğumuştu

 

Sofular Mahallesi

(Senih Efendi’nin evi burada)

 

Tapu Müdürü Senih Efendi

Yatakta büsbütün çirkinleşen Senih Efendi, Macide’nin dokuz seneden beri her gece sarılıp yattığı bir işkenceydi.

 

Rahat Koca

Senih efendi, bir gece karısı Macide’ye müjde verdi: Adnan’ı damat alacaktı.

 

Adnan’ın adı geçtikçe Melâhat kırmızıydı... Bıyığı terlemiş bir aşiret reisinin oğluna benzeyen esmer, kıllı Melâhat’e Adnan ne derece koca olur?

 

Macide

 

İş Adamı

Senih Efendi, Adnan’ı damat etmeye son kararını verince bunu çocuğa tebliğ için vasıta düşünmüştü.

 

Kadın Hırsızı

Adnan bu eve iç güveysi girerse Macide, üvey kızı Melâhat’i çok sevmeye şimdiden hazırlanmıştı.

 

Kadın, Değişen Kadındır

Süleyman için kadın demek, değişen kadın demektir. Bir yıl giyilen çamaşırı anlıyor, fakat bir ay süren kadını anlamıyordu.

 

Diş Ağrısı

Macide, son üç ay erkeksizdi. Her gün hırçındı.

 

Üç Ses

— Adnan evlenmiyor!

Bunu, bir ay evvel Cön Türk Süleyman. Macide’ye gündüz yatakta, Senih Efendi’ye de gece konakta — Hidayet’in konağında söylemişti—

 

Nihayet Onikilerin Reisi Arap Avnullah Paşa, Melâhat’a birisini buldu. / Tufan Efendi’nin oğlu Sait

 

Nazik Adam

Dahiliye’de Şifre Mümeyyizi Sait, çok hususi Adamdı.

…nazikti. Dudağında tebessüm memuriyet haline gelmiştir…

…bu Sait, Senih Efendimin kızı Melâhat'ı aldı. Dün geceden beri Sofular'daki evde iç güveysi.

 

Kadın Anlatılmak İçindir

Cön Türk Süleyman, bir kadınla münasebetini anlatmazsa rahatsız olurdu

Macide’yi önüne gelene anlatmaya başladı.

 

Mahalle Kahvesi

(dedikodular… Süleyman bir kadınla basılmış, dayak yemiş)

 

Direklerarası

Maliye’de Kâtip Dilâver: Direklerarasının Don Kişot’u.

(Dilaver, Süleyman’ın kiminle ve nerede basıldığını anlatıyor; ölen Kadri’nin dul karısı Zehra, meğer kerhane işletiyormuş)

 

Tarihin Kahramanları ve Av Kuşları

Erkânıharp Müşirinin mermer yalısı. Belkıs’ın Adnan’dan tarih dersi aldığı salon.

 

Macide Kocasına Niçin Kızıyordu?

Melâhat’i evlendirmek için, Sofular’daki eve kadar gelen Süleyman’ı Senih Efendi o kadar sevmişti ki, onun felâketine ağlayamadığı için karısı Macide’den utandı; odadan çıktı.

 

Fuzulî’nin Anlatılamayan Beyti

Başkâtip, Tapu Müdürüne daima böyle edebiyat muammaları sorardı, bundan onun cahil olduğunu ve Senih Efendi’nin olmadığı anlaşılırdı. Bu gün yine bir sual sorulmuş, maksat hâsıl olmuştu.

 

Zaptiye Nazırı:

— Bu imzayı tanıyor musunuz? dedi; bir mektup uzattı.

Senih Efendi mektubun imzadan evvel el kabını gördü: “Gülgonca cenanım, sevgili Süleymanım!” / Karısı Macide

 

Senih Efendi yere yuvarlandı. Felç gelmişti.

 

Aç ve Çıplak İnsan Vücutları

Süleyman’dan sonra Macide erkeksiz kaldı.

Hizmetçi kadın telâşla koştu:

— Kapıda bir araba durdu; sizi istiyorlar! dedi.

Macide anladı: Senih Efendi ulâ evveli olmuştu, içmiş ve arabayla gelmişti

Senih Efendiyi polisle arabacı, sokak kapısında Macide’nin kollarına bıraktılar.

Senih Efendi söyleneni anlıyor, fakat konuşmuyordu.

 

Camdan Gözler

(Adnan) Senih Efendi’yi yoklamaya geldi

Macide’yi iki kadın olarak düşünüyordu: Bu kadar ihtiyar bir adamla evler meşeydi orospu Macide, anne Macide’ydi

 

Adnan, Macide’nin kollarında kendisini ilk erkek sanıyordu.

…bundan sonra Adnan, Macide’ye bir haftada üç kere gitti; her defasında cam gözleri Macide’nin odasında unutuyor, sofada karşısında buluyordu.

 

Kımıldayan Leke

Sokakta herkes sanki Macide’nin karnındaki piçi bilen gözlerle Adnan’a bakıyor gibi, Adnan sokağın kalabalığından utanıyordu.

Büyük ıstırabının içinde bile piçi, kımıldayan lekeye benzeterek bir nevi edebiyattan kurtulamıyordu.

 

…Macide, düşürdüğü çocuğa ağlamaya başlayınca Adnan birdenbire mesut olanların o andaki faziletleriyle:

— Sen üzülme Macide; ben seni bahtiyar edeceğim, göreceksin (s. 288)…

 

Fıkaralık Maskaralık

Fıkaralık üstüste dört ağzı olan kuyudur. İnsan evvelâ mülkünü satar; bu, kuyunun birinci ağzıdır. Sonra malım sa-tar, bu da ikinci uçurumdur. Daha sonra borç eder ve en sonra dolandırır; bunlar da kuyunun üçüncü, dördüncü karanlığıdır.

(Sakallı Vasfi beşinci seviyede)

 

Adnan Romanını Yazıyordu

Kendini, çizerken bir müellife, yazarken bir başka müellife benzetiyordu. İnsanın kendisi olması ne kadar güçtü! / s. 293

 

Sokak kapısı hızlı hızlı vurulmağa başladı; Şefika tekrar kapıya koştu.

Adnan kendi kendine, «Basıldık!» dedi.

 

Zaptiye Nezaretine bile, o. kaleminden korkulduğu için gelmemişti? Demek ki onu felâkete bile Süleyman sürüklüyordu?

 

Nazır:

— Onunla münasebetin nereden?

Adnan:

— Hidayet Beyin konağından.

Bu sefer Nazır korktu: Karşısına Hidayet’in adı dikilmişti.

— Seni curnal eden kimdir biliyor musun

Adnan:

— Vasfi? Sakallı Vasfi?

Nazır:

— Ben söylemiş olmadım ha!

 

Vekilharç Salih

…Adilim, bu sarhoş adamın bütün lâkırdılarının yalan olduğunu anladı

 

Sakallı Vasfi

Vasfi artık namusunu bol bol satacak yer bulmuş, seviniyordu: Taife sürgün giden Habibullah’a Hicaz valisi yüz veriyordu. Vasfi, hemen valiyi curnal etti, ve hemen Sivas’ta bir sancağa mutasarrıf oldu.

 

Mânalı Gözyaşları

Belkıs’ın hemşiresi bu hafta Avrupa'dan dönüyordu.

— Kardeşimi çok beğeneceksiniz, benim gibi değil, o, hem güzeldir, hem başkadır!

Müşir'in Avrupa’dan gelen kızının fücceten öldüğünü görünce dona kaldı.

Gazetede ikinci (bir irtihali azîm) gözüne ilişti: Süheylâ’nın babası ölmüştü!

İki cenazeden hangisine gitmeliydi?

 

Büyük Yanlış

 

Nişantaşı’nda Sarah Bernhardt

Adnan, Avukat Tevfik Hoca’nın namussuz olduğuna nihayet karar verdi; ondan ayrıldı.

Vapurda Şark âlimi Ali Emirî Efendi’ye rastladı.

Sakallı Vasfi, (…) katil Tatar Mehmet’in torunuymuş.

 

(Ataşenaval Naşit) — Bil bakalım Belkıs abla, dün gece bizde kim vardı?

Belkıs:

— Haberim var; konağa Sarah Bernhardt’ı davet etmişsiniz.

 

Adnan’a tanımadığı bir adam yanaştı. Hani bazı adamlar vardır, hem sivildiler, hem de polis oldukları bellidir, onlardan biri.

İttihat ve Terakki’den Adnan'a gelen mektup, Beşiktaş Muhafızı'nın elindeydi

 

Geceleri Kalabalık Ev

Macide, lohusa taklidi yaptığı günden sonra Adnan’ı bir daha görmedi. Henüz duymamıştı: Adnan, Selanik’teki cemiyetçilerin İstanbul'daki adamı olarak hapisteydi.

Sofular’daki evde Macide’nin odası artık dükkândı: Macide’nin her gece pazarlık edildiği dükkân...

Macide’nin çıplak etinde erkek ellerinin çaldığı davulları, darbukaları, Semih Efendi camdan gözleriyle yatağından dinliyordu.

Kazandığı paralardan bir kısmını (…) eczacının karısı Sürpuhi ile Adnan’a hapishaneye gönderiyordu. Sürpuhi (…) Bu paraları Adnan’a getirmiyordu…

 

Ahbapsız Cenaze

Senih Efendi / Ölmüştü

Adnan'ın anası dün gece ölmüştü. Bunu Sürpuhi’ye söyleyen Eczacı Karnik iki gün evvel Adnan’ın Trablusgarp’e sürüldüğünü de fısıldamıştı Fakat Sürpuhi bunu Macide’ye açmadı / s. 331

 

Sekiz Yataklı Ev

Kadın, artık her gece yatağında muntazam çalışıyordu. Nihayet yıprandı: ucuz kadın oldu; bedava kadın oldu, en sonra yalnız kadın oldu

 

Yalan Söylemeyen Adam

Çilli Mahmut

Macide verem olduğunu bir türlü bilmiyordu. Kadına ömründe ilk defa talihi bu yüzden gülmüştü: Verem olduğunu bilmemek!

Kadın, uzun süren bu göğüs nezlesinden bir gün şikâyet ediyordu. O gün fazla içen Çilli Mahmut. “Ne nezlesi? Verem!” deyiverdi.

 

10 Temmuz İnkılâbı

Macide’nin evi taşlanıyordu.

Cenaze’yi Oniki’ler kaldırdı.

 

İki Sandık

Sakallı Vasfi’yi polisteki bir gizli vazifenin başına geçirdiler.

…karısı Seniha ölmüştü

 

Islahat Lâyihası

Karısı Seniha öldükten bir hafta sonra, Sakallı Vasfi, Senih Efendi’nin kızı Melâhat’le evlendi.

 

Mermer Yalı Yıkılıyor

İnkilâptan sonra avukatlığa başlayan Adnan, artık Belkıs’ın hocası değildi, ailenin avukatıydı.

 

Kızıyorlardı

 

Adnan Bir Taksim, Üç İttihadı Terakki İdi

Avukat Tevfik Hoca, Adnan’ın zengin olduğunu duyunca, onu da kendi gibi namussuz sandı

 

Abdülhamîd'i Burnu Kurtardı

…adı çıkan maskaralardan korkum yok; onların fiyatı üstünde... Meçhul edepsizlerden kork.

 

…en korkunç düşmanınız Fatih’teki yobazlardır. Sarıktan korkun. Müslümanlık geç kalan bir saattir derler. Hayır. «Ali-Muaviye» vak’asından beri bu saat hiç işlemiyor, durmuştur.

 

Adnan Evleniyor

Kim derdi ki, Belkıs tahtından Adnan’ın ayaklarına yuvarlanacaktı.

 

Adnan Romanını Yazıyor

 

Vekilharç Süleyman

Belkıs’la evlenince, Adnan’ın Nişantaşı’ndaki büyük konağında Süleyman’ın adı artık kâtipti, ama yalnız adı!.. Kendi gene vekilharçtı. Bütün mânâsıyla vekilharç: Yani çalıyordu; ancak namuslu adamların kabalığını taklit etmeyi unutmayarak. Nazik olmak hırsızlığın itirafı olurdu,

 

Sevişen Karı Koca

Haftada bir kaç kere gözleriyle kavga ediyorlardı.

 

Eskimek İhtiyacı

Adnan, kendisi yeni adamdı.

 

Üç Sükût

Belkıs ne yapsa, Adnan onu boşamayacaktı.

 

Harbi Umumîde

Tarih iki türlü düşman kaydeder: Önden vuran, arkadan vuran. Fakat Harbi Umumi’de üçüncü bir nevi düşman daha görüldü: Yandan vuran. Türk ordusunu yan yana yürüyenler vurdular. Yaralarımızdaki kurşunlardan bir kısmı, bizim paralarımızla alındı.

 

Beş dişli, altı yaşlı Ermeni çocuğundan sekiz dişli seksen yaşlı Ermeni ihtiyarına kadar ağızlarda kanlı bir edebiyat Ermeni dilinin salyası ve Ermeni mutfağının salçasıyla çalkanıyor.

 

Adnan Zengin

Sokakta kendi kendine yürürken bile beyanı mütalâa eden bir yüzü var.

Aksaray’daki küçük evinde kalan tabii omuzlarını bir türlü bulamıyordu.

 

Adnan Çok Zengin

Para maddi mesafeyi azaltırken, mânevisini çoğaltıyordu; Adnan istediği yere beş dakikada giriyordu; her istediği şey beş dakikada cebinde, midesinde, kollarındaydı. Fakat memleketin felâketleri ondan kaçıyordu, uzakta duruyordu; İstanbul’un kapısında üst üste yığılan genç ölüleri, Çanakkale’de, balya balya şehitleri —sanki Çin’de vebadan ölenlerdi— uzaktan seçemiyordu.

 

İlâç Kokan Mektup

imzasız mektup Süheylâ’nındı.

bu servetin namussuz olduğunu Süheylâ’nın bu «imlâsız» mektubu mu ispat edecekti?

 

Sakallı Vasfı ve Umumî Muharebe

Hürriyet ve İtilâf bir gün hükümete geçecek. Vasfi. Adliye Nazırı olacaktı. Fırkanın hükümete geçeceğinden emindi. Çünkü, Hürriyet ve İtilâf, Rum Patrikhanesiyle birleşmişti; Moskof Çarı’na da İstanbul’u vaadetmişti. Fakat bütün ümitler boşa çıktı. Vasfi, İttihat ve Terakki’den kovulduğuna kahırlandı.

 

Yamalı Gömlek

 

Bir Türlü Memuriyet Alamayan Adam

Nail de birkaç yıl inkilâba sövdü. Fakat «muhalif olduğuna» kimsenin telâş etmediğini görünce Meşrutiyete dalkavukluk etmeye başladı

Fakat yine bir türlü memuriyet alamıyordu.

 

Müsavi Dalkavuk

Eski Ateşeneval Naşit

10 temmuzdan sonra Naşit’in rütbesi tasfiyeye uğradı, tekaüt edildi. Babasından kalan parayı Avrupa’nın her tarafında yedi: şimdi bu servetten elinde ufak bir parçayla Avrupa’dan dönmüştü: elbiseye nisbet düğme kadar küçük bir kısım. Fakat Naşit bu parçayla Sarkl Doryan’da yatıp kalkmaya dikkat ediyor, çehresini kulübün çerçevesinde göstermeye çalışıyordu.

 

Fakat Naşit’in çek ince tarafı vardı: Sanatların en incesi olan dalkavukluğu —dalkavukluk ettiği adama müsavi kalmak şartıyla— yapmak.

 

Hasta Olmadan Ölen Adam

Hidayet, hiç bir hastalığı olmadığı halde öldü

Bir ay sonra Hidayet’in eşyası satılıyordu.

 

Galata’da Pactole Nehri

Harbi Umumîde ölenlerle Borsadan bakıyordu. Adnan, bu adamla konuşurken her adımda bir pisliğe basıyordu.

 

İftira ... Hep İftira

Zengin olmak insanın mutfağının, yatağının, sokağının kendi elinden çıkıp hekimin eline geçmesi demekti.

 

Ziyafet

Moiz’in karısı Raşel

 

Nihayet

Moiz yarı yolda inmiş, onları yolun uzun bir kısmı için yalnız bırakmıştı. Fakat Raşel bu yalnızlığın Adnan’la bir baş başa kalmak olmamasına o kadar çok dikkat etmiş, birdenbire otomobilin köşesine toplanarak aralarına o kadar mesafe sokmuş ve bu mesafenin tesadüfen olmadığını o gün o kadar açık tavırlarla anlatmak istemişti ki, bu gece aynı 'otomobilde o mesafe büsbütün kaybolduğu halde Adnan o acıyı hâlâ unutamamıştı, terbiyeli bir erkek tevekkülü ile oturuyordu.

 

Yatakta Saat Beş Çayı

Raşel, caddenin fena tesadüflerinden vücudunu kapının kanadıyla gizleyerek, kolunu uzattı, Adnan’ı bileğinden çekti.

Raşel'in beyaz parmağı, dudağını ikiye böldü, hiç bir şey söylemeyen Adnan’a duyulmayan sesle, «Sus!» dedi. Bu ses, bu kelime evi yatak odasına döndürdü.

 

Kocasını bütün bir yaz Adnan’la aldatmaya karar veren Raşel, şimdi Adnan için dünyanın en iyi yürekli, en berrak ruhlu kadınıydı.

 

Sarıkamış

Vaktiyle Hidayet’e gidenler, şimdi Adnan’a geliyorlar.

(Binbaşı anlatıyor) Allahüekber bize doksan bin ölüye mal oldu. Bu ölüler Şark vilâyetlerinin yayla çocuklarıdır: Uzun boylu, geniş omuzlu Ölüler!.. Emin ol bey, Pamir yaylasında bu kadar gürbüz Türk yetişmemiştir. Az millet Allahına bu kadar dinç ölü göndermiştir.

 

Bahtsız Kadınlar

Kıskanan kadında bir ormanlık kudurmuş hayvan vardır. Erkeği kıskanan kadında değil, kadını kıskanan kadında... Bu kadın hem kendine ıstıraptır, hem başkasına.

Baloya giden Raşel'in orospu olduğunda ittifak edildi

 

Her Zaman Gidilmesi Lâzımgelen Balo

 

Alfred Cevat

Ataşenaval Naşit’in ana ayrı kardeşi Ahmet Cevat.

Meşrutiyetten sonra Sultanî Mektebinden Paris’e kaçtı.

Fransız ordusuna gönüllü yazıldı.

Fransız fırkası Kumkale’ye hücum ettiği vakit Alfred Cevat esir düştü.

Adnan’ın konağında Belkıs'a sığındı. Evden dışarı çıkamıyordu.

Cevat için vatan insanın viski bulduğu yerdi.

 

Uşak Ahmet

Prenses Bâhire, Süheylâ’nın yanına gitti. Oradan Adnan’ı parmaklarıyla çağırdı, — tanıştıklarını bilmiyormuş gibi — Süheylâ’yı Adnan’a takdim etti.

 

Gastein Kaplıcaları

Belkıs, misafire erkek diye değil, Avrupalı diye bayılıyordu.

Âlimle Almanca konuşan karısını Adnan bu gece yeniden çok beğendi.

 

Gece karanlığında dilenciler hırsızlara benzerler. Dilenen ele gecenin karanlığı tabanca kabzası gibi dolar.

 

İnci Gerdanlık

Zengin evlerin ne kadar kalabalık olduğu felâket ve sevinç zamanlarında belli oluyordu: Odalar, sofalar birdenbire kalabalıktı. Anasını hatırladı: “Boş evde ölmüştü; fıkaralık açlık değildi; fıkaralık kimsesizlikti”

 

Hırsızın kim olduğunu asıl Adnan anlamıştı; Cevat bir haftadan beri gerdanlığı yiyordu…

Fakat Belkıs'ın amcasının oğlu hırsız olamazdı.

Cevat / hırsızı gösterdi: Uşak Ahmet!

 

Agamemnon Zırhlısında Osmanlı İmparatorluğunun Tabutu

Vatanı varsa tek insan yirmi beş milyon insanla beraber yürür, beraber oturur, beraber yatar kalkar. 1918 mütarekesi demek, yirmi beş milyon insan kollarını uzattıkça birbirlerinin ellerini tutamayacaklar demektir.

Toprakta bir kabirlik, bir kunduralık vatan kalmadı: Ölü vatanına gömülmüyor, diri, vatanına basmıyor.

 

Adnan / Üç aydan beri fıkaraydı.

 

Kibar Adam

Çarlık Rusyasının Harbi Umumîde İstanbul Elçisi Mösyö Nikola Çarikof’un karısı. Çarlık düştükten sonra Çarikof İstanbul’da gizli ve namuslu bir fıkaralık içinde öldü. Şimdi karısı, hususî lisan hocalıklarıyla geçiniyordu. Bebek’teki ufak evde faziletin kibri, fıkaralığın klişe olan soğuk terbiyesine düşmekten onu kurtarıyordu.

 

Belkıs, odada Prensin kollarından kalan çizgilere bakıyor, kocasından, memleketinden bu adama kaçmak istiyordu.

 

Ayrılıyorlar

Çok terbiyeli boşandılar.

 

Alfred Cevat’ın İsim Günü

Alfred Cevat, hep Raşel’in evinde.

 

Platin Tabaka

 

Rus Prensi

Mesut olacak kadar kıskanılmayınca Belkıs da kendini mesut bulmamaya başladı. Kocasının Prens olması altı ayda eskidi; parası da sekiz ayda bitti.

Parası bitince Prensin ahlâkı büsbütün meydana çıktı

 

Dayak

(Belkıs) Newyork’a kaçmayı düşündükçe orada en tatlı hayretlere hazırlanıyordu.

Belkıs’ı Amerika'da bekleyen saadetlerin üzerinden üç ay geçmişti. Bir gün Serkl Doryan’da Hariciye mümeyyizi Burhan, eski Ataşenaval Naşit’e Belkıs’ın Amerika’da intihar ettiğini söyledi

 

Bir Bohça, Bir Çanta

 

Prens Hasan'ın Köşkü

Bir zamandan beri Adnan’a Ankara’dan mektup da gelmiyordu: Prens Hasan somurtuyordu: «Bu adamı köşklerine boş yere mi almışlardı?»

 

Gazetelerde Bir Telgraf

(Adnan) Gözleri kapandı. Otuz dokuz ateşle daldı. Hekim, Prenses Bahire’ye, hastanın zatürre olduğunu söyledi.

 

Hesap Meselesi

(Raşel) «Namus kurbanı kocacığım!» Sonra Cevat’a gözlerim iki misli açtı: «Sen öldürdün onu! Sen! Sen! Sen..» diye haykırdı.

 

…kocasının niçin kendisini vurduğunu mutlaka öğrenmek isteyen kadına:

— Hesap meselesi Madam! Bankaya geliniz, anlarsınız, dedi. Telefonu kapadı.

 

Avukat

Prenses Bahire, Adnan’la Süheylâ’yı evlendiriyor,

Harbi Umumide, yazıhanesinin kapısında hiç adı yoktu. Öyleyken, o yazıhanede zengin olmuştu. Öyleyse tabelâyı değiştirmeyecekti. Fakat?.. Evet, fakat bir şeyini mutlaka değiştirmeliydi. Buldu. Adını değiştirecekti: «Mehmet Adnan», «Adnan Salim» oldu.

Ancak «Mehmet Adnan »a gelmeyen müşteriler, «Adnan Salim»e de gelmediler.

 

Adnan’ın Yazıhanesinde

 

Hasta Avukat

Ataşenaval Naşit’in hemşiresi / sefaret müsteşarı Nail’in karısı / Kadın yarım saatten beri kocası Nail’in, ne namussuz adam olduğunu anlatıyordu. Adnan:

— Vah hanımefendiciğim; dedi; demek ki boşanıyorsunuz? Demek bu adam sizi bedbaht etti?

 

Bir buçuk saatte yazıhane, ev olmuştu. Onlar da karı koca!

 

Adnan, Bihter’e hayretle bakıyordu: İnsanlar, kendi rezaletlerini başkalarında görünce ne çabuk iğreniyorlardı!

 

Cinayet

Uşak Ahmet, Raşel’in koynunda Cevat’ı vurmuştu.

 

Hasta Olamıyordu

Tek müşteri gelmeyen yazıhanesine her gün koşarak gidiyordu.

 

Osmanlı İmparatorluğunda İlk Saklanan Devlet Sırrı

İstihdafta Hidayet’in, Meşrutiyet’te Adnan’ın konağında toplananlar, Mütareke’de hep Naşit’in salonunda...

 

Hekim Meselesi

 

Adnan Yine Edebiyat Hocası

…ikisi de yirmi beş sene evvel Eşber’in okunduğu masaya karşılıklı oturdular.

 

Kadınları kocaları değil, âşıkları severler. Niçin? Çünkü kadınlar kocalarıyla susarlar, âşıklarıyla konuşurlar da onun için.

İnsanlara mazisinden ne kadar az şey kalıyordu!

Halayık telâşla odaya girdi: haykırdı:

— Beyefendi öldü!

Adnan’ın cenazesi beş dakikada kalktı. İkinci beş dakikada Süheylâ’nın bir erkek çocuğu oldu: Salim! Üçüncü boş dakikada Salim yirmi yaşındaydı.

Süheylâ birdenbire uyandı; şezlongdan yarı vücuduyla kalktı: Odaya Adnan giriyordu:

— Bu ne bilmez öğle uykusu Süheylâ? Akşam oldu iki gözüm.

 

Yazıhaneye İş Geldi

İşsiz yazıhaneler, sarnıç gibi ses verir: Adnan’ın da elinden düşen kalem, odada kıyamet kopardı.

 

Hanım, Raşel’in evinde vurulan Cevat’ın anasıymış!

 

Katil Ahmet’in on dokuz yaşında olduğunu bilen şahitler vardı. Vasfi bunları tanıyordu.

 

Bir Şahit Daha

Salih Efendi, bak bana! Hüsrev’in şahitliğine artık hacet kalmadı. Zaten herifin namussuzluğu, çehresinden fazla belli oluyordu. Mahkemeye şüphe gelebilirdi. Onun yerine Rıdvan şahitlik eder... Bunun edepsiz olduğu yüzünden pek belli olmuyor, değil mi?

Kâtip Salih güldü:

— Eğer fazla dikkat edilmezse fark edilmiyor!

 

Sisyphe Kayası

Sanat bir kayaydı; Adnan, romanında bu kayayı bir dağın tepesine çıkarmaya çalışıyor, kaya, dağın ucuna yaklaşırken Adnan’ın ellerinden kopuyor, yuvarlana yuvarlana bir uçurumun dibinde duruyordu: Bir karanlığın koynunda bir sıfır!

O, bu sıfırla tam otuz beş sene uğraştı.

Kocaman bir kitap yazdığını sanan adam, arkasında bir tek satır bırakamayacaktı. Hayvanlar bile bu kubbede nevilerinin seslerini bırakırlardı.

Sanat, «hayat» dediğimiz yalanı gerçek sanmak için uydurduğumuz ikinci bir yalandı.

 

Ambidextre Bir Adalet

Tezkiye ne kadar ucuzdu. Çilli Mahmut’un namuslu olması için imama yedi lira göndermişti. Rıdvan’ın namusu üç buçuk liraydı. Hafız İsmail iki liraya namusluydu.

 

Han Kahvecisinin Anlattıkları

Aksaraylıların gözünde Macide o kadar fahişeydi ki, öldükten sonra bile ona bu iftira yakışıyordu.

 

Kalpaklı Misafir

…Yani kaç aydır yazıhane kirasını, kâtip aylığını...

Süheylâ:

— Evet!

Adnan:

— Sen veriyorsun hep? Öyle mi?

Süheylâ:

— Evet! Ben veriyorum hep.

 

Kalpaklı misafir, Habibullah Efendi’nin yeğeniydi.

 

Belkıs, Süheylâ

Uyku ne kadar da kadın gibi! Beklemeyeceksin ki gelsin.

…bu izdivaçta dört zalim sebep vardı: Adnan’ın zatürreesi, Süheylâ’nm gözyaşı, Belkıs'ın ölmesi, Adnan’ın servetinin bitmesi...

 

Cinayet Mahkemesinde

Süleyman şaşırmıştı: Sacit’in kulağına eğildi:

— Vay canına, bu avukatlık ne tuhaf şey Sacit? dedi. Bu Cevat yok mu, Adnan’ın eski karısının inci gerdanlığını çalan heriftir. Adnan bunu evinden köpek gibi kovdu; şimdi methede ede göklere çıkarıyor.

 

Sakallı Vasfi / bir zat çıkıyor; bu muhterem kadınla evleneceğim diye aldatarak münasebette bulunuyor. Bu Macide Hanımın bu adamdan bir erkek çocuğu oluyor; fakat bu adam, kadım ve çocuğu kovuyor; Macide Hanım kahrından verem oluyor, ölüyor. Doğan çocuk da bugün mahkemenizin huzuruna bir katil maznunu olarak çıkıyor,

 

(Adnan) Ahmet’te kendisini gördü. Burun, çene kemiği, gözler hep kendiydi.

 

Demek kendi oğlunu astırmak için aylarca çalışmış, yalancı şahitler satın almış, lâyihalar yazmış, mahkemede nutuklar söylemişti.

 

Aynı adam için iki avukattan biri “çamur” öteki “güneş” diyor. Bence katili bırakmalı, bu iki avukatı asmalı.

 

Reis:

— Heyet senin idamına karar verdi; bu kararı bir hafta içinde temyiz edebilirsin, dedi.

 

Salim

 

İki Kocakarı

Süheyla’nın anası Cemalifer / Tekirdağlı Cemile

…evi var diye Tekirdağlı Cemile’nin hırçınlığı, sabah “terbiyesizlik” olarak başlıyor, ikindi vakti “edepsizlik” olarak bitiyordu.

 

Hizmetçi Şefika

— Bir hanım geldi; Şefika hanım. Annenizin hizmetçisiymiş, dedi.

Süheylâ:

— Söyle başka zaman gelsin.

Adnan:

— Hayır, al getir... Anam bu kadının elinde öldü, Süheylâ.

 

Bozdoğan Kemerinin İmamı

imam haykırdı:

— İnanmazsanız okuyun işte! Bu herif gâvurdur demez miydim size!

“Çok değerli edip ve avukat Mehmet Adnan biraderin vefat ettiği teessürle haber alınmıştır.

Bütün Mason biraderlerin bu aziz cenazeyi sanii azami kâinatın rahmetine kadirşinas elleriyle tevdi etmeleri için bugün Bozdoğan Kemerindeki evinde saat on birde bulunmaları bütün biraderlerden rica olunur.

Türkiye Masonluğu Maşriki Azami Namına.”

 

İki Cenaze

Hacı Hulusi Paşa / Adnan

 

Öldü diye kalktık, geldik, yoksa müteveffanın maşayla tutulacak yeri yoktur

 

Zati Akdesi Hazreti Tesadüf

…katil Benli Ahmet idamdan kurtuldu

 

Bir Mektup Zarfı

Adnan’ın kâğıtlarını konağın kalfası, bir çamaşır sepetine koyuyordu. / hepsi yakılacaktı…

...