8 -13. Yüzyıllar Türk Edebiyatı
Ünite 1
8-9. Yüzyıllar Türk Edebiyatı: Göktürk ve
Uygur Dönemi Türk Edebiyatı
Göktürkler (=Köktürkler) 552 tarihli kuruluşlarından kısa
süre sonra Doğu ve Batı olmak üzere ikiye ayrıldılar. Doğu, bugünkü Moğolistan’ı,
Batı ise Uygur bölgesini merkez edinmişti. Doğu 630, Batı ise 659’da Çin
egemenliğine girdi.
682 yılında 17 kişiyle başlayan ayaklanma, 70 kişilik bir
guruba ulaşarak başarılı oldu ve Türkler yok olmaktan kurtuldu.
İsyanın lideri Kutluğ, daha sonra Elteriş
(El = ülke / teriş = derme, toplama) unvanını aldı. Yeniden bir araya gelen Türk
kabileleri, Asya’da geniş coğrafyada egemenlik kurdular, 744 yılına dek.
Orhon anıtlarına vesile olan Kül Tigin, Kutluğ
Kağanın iki oğlundan biridir. Ağabeyi Bilge
Kağan’ın genç sayılabilecek yaşta ölmesine çok üzülüp onu yaşatmak adına
anıt dikmeye karar vermesiyle bizler yazılı tarihimizin ilk örneklerine
kavuşmuş olduk.
Türk Edebiyatının En
Eski Örnekleri
“Süke talıkan
Bokukgı tutan”
…bu iki dize Çin kaynaklarında bulabildiğimiz en eski edebi
parçalardır. “Sü’yü çıkartın, Bokuk’u tutun!” / Orduyu gönder, Bokuk’u yakala!”
gibi bir karşılığı vardır. Bu beytin tarihi 4. Yüzyıla kadar gider.
Türklerden kalma ikinci kayıt Bugut Yazıtı’dır. Bir kısmı Eski
Hintçe bir kısmı Soğdcadır. Yazıtta Bumin
Kağan’ın ismi geçmektedir.
Göktürk Dönemi Türk
Edebiyatı
Yazılı edebiyatımızın en eski örnekleri Orhon Yazıtlarıdır.
Yenisey, Kırgızistan ve Moğolistan’da bulunan eski Türk harfleriyle yazılmış
anıtların tamamı Eski Türk Yazıtları adıyla ifade edilir.
Kül Tigin Anıtı
(684-731)
Bir yüzü Çince, diğer yüzleri Türkçe olmak üzere 4 metreye
yakın yükseklikte bir tür mermer anıttır. Anıtın geniş olan doğu yüzünde 40,
dar olan yüzlerinde ise 13’er satır vardır.
İnsan, yer ile gök arasında yaratılmış.
Bumin Kağan ve İştemi Kağan tahta çıkmışlar. Düşman olan
dört tarafı ordularıyla dize getirip teba etmişler. Ülkeyi yönetip yasaları
düzenlemiş. Bumin Kağan ve İştemi Kağan öldükten sonra onların oğulları tahta
çıkmış. Yeni gelenler öncekiler gibi bilge değildiler. Onların komutanları da
cahil kimselerdi. İktidar muktedir olamayınca düşman palazlanmış. Çin halkı, Türk
ülkesinin tahtını paylaşan iki kardeşi birbirine düşürmüş. Çin, Türk halkını ve
topraklarını egemenliği altına almış. Türkler 50 yıl boyunca Çin sancağı
altında seferlere çıkmış. Ülkesi olan bir ulus idim, ülkem şimdi nerede? Bu
düşüncelerle Çin hakanına düşman olmuşlar. Çinliler Türklerin soyunu kurutmaya
karar verdikten sonra babam (Elteriş Kağan) on yedi savaşçıyla başkaldırmış.
Bilge Kağan Yazıtı
(683-734)
Toplamı 70 satır olan yazıt Kül Tigin yazıtı ile içerik
olarak örtüşür.
Bilge Kağan’ın ölümünden hüzünlü biçimde söz eder.
Tunyukuk Yazıtı
İki ayrı taştan oluşur. Her ikisinin toplamı 62 satırdır.
Yenisey Yazıtlarından
Birinci Altın Köl Yazıtı
Moğolistan dışında Sibirya’nın güneyindeki bölgede 200’e
yakın yazıt vardır. Altın Köl Yazıtı’nda Erdemli bir adamın elçi olarak Tibet
Hanına gittiği ve geri dönmediği anlatılır.
Eski Türklerde Takvim Sistemi: 12 hayvanın adıyla anılan 60
yıllık dilimlere ayrılmış bir takvim sistemi kullanılırdı. Her yıl bir hayvanın
adıyla anılırdı.
- Sıçgan / kskü (sıçan)
- Ud (sığır)
- Bars (kaplan)
- Tavışgan (tavşan)
- Ulu / lu (ejderha)
- Yılan
- Yunt (at)
- Koyn (koyun)
- Beçin (maymun)
- Takıgu (tavuk)
- İt
- Lazgın (domuz)
Eski Türk Yazıtlarına
Göre Sayı Sistemi
Ondalık sayılarda 10’un üzeri bir üst rakam ile ifade edilir.
30 veya 40 sayısından sonrası artığı / fazlası şeklinde ifade edilir.
Eski Türk
Yazıtlarının Edebi Değeri
Talat Tekin ve
daha sonra Doğan Aksan’ın
belirttiğine göre yazıtlardaki dilin özellikleri: 1) İkilemeler, 2) Koşutluk,
3) Deyimler, 4) Atasözlerinden faydalanma, 5) Edebi sanatlar…
Muharrem Ergin
ise hamaset dolu nitelemeler yapmıştır bu yazıtlar için.
Yazıtlarda en fazla öne çıkan kullanım, kelimeler arasındaki
koşutluktur. Bu nedenle kimi araştırmacılar yazıtları manzum eserler
kategorisinde değerlendirir. Bu yaklaşıma genel olarak itibar edilmez (öyleyse
niçin ders kitabını işgal etti bu yaklaşım).
İkilemeler: Anlatımı
güzelleştiren ögelerden biride eş, yakın ya da karşıt anlamlı kelimelerle
yapılan ikilemelerdir. Bu ikilemelerde ses tekrarları sıklıkla karşımıza çıkar
(aliterasyon olayı).
Deyimler
Atasözleri
Edebi Sanatlar: Benzetmeler
sıkça kullanılan edebi sanatlardan biridir. Hakanın askerleri kurt gibi,
düşmanın askerleri koyun gibi. Ateş gibi kızmak.
Orhon Yazıtları
Hakkında Yapılan Yayınlar
İlk yayın W. Radloff,
1894 tarihlidir.
Thomsen üç
yazıtın Danca çevirilerini yayınladı. Thomsen’ın eseri esas alınarak eski
Türk yazıtları, Necib Asım
tarafından Osmanlıca olarak dilimize çevrildi (1924).
Orhon yazıtları ve runik harfli diğer yazıtlar H. N. Orkun tarafından 1936/1941
yılları arasında yayınlandı.
Yazıtlarla ilgili ilk gramer kitabı 1968 yılında Talat Tekin tarafından yayınlandı.
Muharrem Ergin’in
Orhun Abideleri (1970) ve aynı adla çıkan
Talat Tekin kitapları diğer
yayınlardır.
Son yıllardaki yayınlarıyla dikkat çeken A. Taşaağıl’ın çalışmaları da
önemlidir.
Uygur Dönemi Türk
Edebiyatı
Kısa Tarih
745 yılında Göktürkleri yıkarak devlet kuran Uygurlar kısa
zamanda bölgedeki gücünü arttırdı; 762 yılında Çin’in başkentini ele
geçirdiler. 840 yılında Kırgızlar tarafından yıkıldılar.
Eski Uygur Edebiyatı
Uygurların çoğunluğu aynı bölgede yaşayan Soğdların da
etkisiyle Budist olmuşlardır. Uygurlar Budizmin önemli metinlerini Uygur diline
aktarmışlardır. Tripitaka (Budist külliyat)
içerisinden en çok sutralar çevrilmiştir.
A.V. Gabain’e
göre Budist Uygur edebiyatı: a) Anlatılar, Masallar, b) Sutralar, c) Tövbe
duaları, d) Büyü metinleri, e) Felsefi metinler şeklinde sıralanabilir.
Budist Uygur
Edebiyatı
Anlatılar, Masallar
Eski Uygurcada avdan ya da çatik adlarıyla karşımıza çıkar. Tek
başlarına kitap olarak değil daha ziyade kitapların içerisinde bölümler olarak
karşımıza çıkarlar.
Sutralar sözlük
anlamı “ip, sicim, kuşak, bağ, öğreti, yasa, kural, öğreti kitabı olup Uygurca
genellikle sudur sözcüğüyle
karşılanmaktadır. Uygurcaya çevrilen sutraların başında Suvarnaprabhana-sutra gelir. Metnin tamamı 700 sayfanın
üzerindedir.
Yitikensudur Türkçe
ilk astronomi metnidir.
Abhidharma Metinleri
Uygurca tam bir çevirisi bulunmayan metnin sadece Sthiramati’nin yorumu mevcuttur.
Vinayalar Kural,
düzen, disiplin kitabı anlamındadır.
Tövbe Metinleri
Büyü Metinleri
Maniheist Uygur
Edebiyatı
Uygur Kağanlığı, Tokuz
Oğuz adı verilen dokuz boydan oluşmaktadır. Uygurlar devlet olarak
varlıklarını sürdürdükleri süre boyunca Çin ile yakın ilişkiler içerisinde
oldular. 755 yılında Çin’de çıkan bir isyanın bastırılması için Uygur kağanı,
ordusuyla birlikte büyük oğlu Bayan Çor’u
bölgeye gönderir. Uygur ordusu isyanlar döneminde 762 ile 763 yılları arasında
bölgede kalır. Böğü Kağan bu sırada
Maniheist rahiplerle tanışır. İsyan bastırıldıktan sonra yanında Maniheist
rahiplerle birlikte ülkesine döner. Uygurlar bir süre sonra Maniheizmi resmi
din olarak kabul ederler.
Maniheist Uygur metinleri hakkındaki ilk çalışmalar Alman
arkeolog Albert von Le Coq
tarafından yapılmıştır. Yayınlanan ilk çalışma İdikut Şehrinde Bulunan Maniheist Uygur Metin Parçası’dır. Bu metin
dilimize Türkçe Mani El Yazıları
adıyla Fuat Köseraif tarafından
yayınlanmıştır.
Hıristiyan Uygurlara
Ait Metinler
Turfan vahasında yaşayan Uygurların bazıları Hıristiyanlığı
benimsemiştir. Bu döneme ait Soğd kökenli Uygur yazısıyla ve Süryani
harfleriyle yazılmış metinler hakkında Alman arkeologların çalışmaları
mevcuttur.
Dindışı Uygur
Edebiyatı
Bunların büyük bölümü Uygur hukuk metinleri başlığı altında
incelenir.
Irk Bitig
A. Stein
tarafından bulunan metin bir tür öğüt, nasihat kitabıdır. Irk Bitig’i ilk kez V. Thomsen yayınladı.
Eski Uygur Şiiri
Manichaica, Türkische
Turfantexte adlı çalışma Uygur şiiri hakkındaki başta gelen eserdir. İlkbaşvuru
kaynağı R.R. Arat’ın Eski Türk şiiri adlı eseridir. Uygur
şiirindeki belirgin özellik aliterasyonlardır. Ses ve sözcük yinelemeleri Türk
dillerinin genel karakteristiğidir.
Peter Zieme 1991
yılında eski Türk şiiriyle ilgili muhteşem bir eser yayınlamıştır.
Uygur şiiri ağırlıkla dini konulara yer verir.
Zieme’nin
eserinin ilk bölümü; Uygur şiirinin yapısı, manzum eserlerle mensur eserler
arasında yer alan manzumlar hakkındadır. Budist metinler a) mensur, b) manzum
ve c) mensur-manzum karışık biçimde eserler olarak tasnif edilebilir.
Zieme’nin
eserinin ikinci bölümü Budist şiirlerin içeriği hakkındadır. Uygur şiirinin son
döneminde 13-14. yüzyıllarda din dışı örneklere rastlanır.
Eserin üçüncü bölümü çevirmenler, müstensihler ve şiirleri
yazdırtan kimseler hakkındadır.
Dördüncü bölümde Uygur şiirindeki aliterasyon düzeni
hakkında bilgi verilir.
Eserin son bölümünde şiirlerin biçim ve imla gibi
nitelikleri ele alınır.
Ünite 2
Arap ve Fars
Edebiyatı
Ceziretü’l- Arap
= Arap Yarımadası
Ma’in devleti bu bölgede M.Ö.
14. yüzyıllarda mevcutmuş. Aynı bölgede Seba devleti
M.S. 2. yüzyılda yıkıldı. Himyeri devleti 525
yılında yıkıldı. Bu bölge 629 yılına kadar Sasani idaresinde
kaldı. Habeş valisi Ebrehe, Ka’be’yi yıkmak
amacıyla Mekke’ye saldırdığında yıl 570 idi.
Kuzey Arabistan’da Nebati krallığı
yaklaşık 5 yüzyıl ayakta kaldıktan sonra 106 yılında yıkıldı. Tedmür krallığı 273 yılında yıkıldı. Gassaniler 3. yüzyılda kurulup 613 yılında yıkıldı. Hire / Lahmi krallığı 633 yılında yıkıldı.
İslamiyet’le birlikte bu coğrafyadaki pek çok şey değişti.
İslami ilk dönem, Peygamber ve dört halifesinin idaresinin
devam ettiği 610-661 yıllarını kapsar.
661-750 yılları arasında Emevi Devleti hakimiyetiyle Arap
devleti kimliği öne çıktı/devam etti.
750-1258 yılları arasında Abbasilerle birlikte din toplumu
kimliği ağırlık kazandı.
Abbasiler yönetim merkezini Şam’dan Bağdat’a taşıdılar.
Şia Alevileriyle Sünniler arasındaki çekişmeler bu dönemde
iyice tırmandı. Şiir Büveyhiler zamanında
(932-1062) Şiilik etkinliğini arttırdı.
Fars gelenekleri halk arasında yaygınlaştı.
Abbasi döneminde Fars ve Türk nüfuzu arttı. Annesi Fars
olan Me’mun 813 yılında halife olunca Fars
unsuru etkinliğini arttırırken, annesi Türk olan Mu’tasım 833’te halife olunca da ordunun kapıları Türklere açıldı.
Türk askerler için 836’da Samerra şehri kuruldu. Samerra,
892 yılına kadar halifenin başşehri olarak kaldı. Babası Ferganalı olam Tolunoğlu Ahmet 868 yılında Mısır’da Tolunoğlulları
Devleti’ni kurdu.
Arap Edebiyatı
1- Cahiliye Devri (İslamiyet’ten önceki Arap
edebiyatı)
En eski örnekleri 5. yüzyılda yazıldığı tahmin edilen
şiirlerdir. Bu dönemde şiir ve hitabet sosyal alanda itibarlıydı. El-Mufazzal ez-Zebbi, el-Mufazzaliyat adlı eserinde Cahiliye
dönemi 47 şairin şiirine yer vermiştir.
Cahiliye dönemi şiirinin en güzel örnekleri el-Mu’allakat adlı eserde toplanmıştır.
Yedi şairin şiirlerinin Kâbe’nin duvarlarına asılmış olmasından dolayı el-Mu’allakatu’s-Seb’a (=yedi askı) olarak
anılmışlardır.
2- İslami Dönem
Bu dönemin başlıca kaynakları Kur’an-ı Kerim, hadisler,
cahiliye edebiyatı ve yabancı edebi metinlerdir. Hasan bin Sabit (öl. 680?), dönemin en meşhur kadın şairi, el-Hansa (öl. 644?), Kasidetü’l-bürde (Hırka Kasidesi) ile
ünlü Ka’b bin Zübeyr (öl. 645?), Abdullah b. Revaha (öl. 630) ve
muallaka şairlerinden Lebid bin Rebi’a
(öl. 660?) dönemin büyük şairleridir.
Şiirde dövüş ve kavga öne çıkar. Cinsellik çok azdır. Pek
çok şair Cahiliye döneminde şaraba yer verirdi. Medih ve hiciv İslami dönemde
pek ilgi görmedi; Emeviler döneminde yeniden itibar kazandı. El Velid b. Yezid (hilafeti: 743-744)
şarap ve cinselliğe şiirde yer verdi. Ebu
Nuvas’ın (öl. 813) şiirlerinde şarap başlıca konu haline geldi.
Abbasi devrinde Fars kökenli şairlerin etkinliği artmaya
başladı. Buna sebep yönetim merkezinin Bağdat’a taşınması ve Fars kültürüyle
yakınlaşmalardır.
Emeviler Dönemi
Siyasi düşüncelerin öne çıktığı bir dönemdir. Alevi-Şii
şairler, Harici şairler, Emevi şairler, Zübeyri şairler gibi sınıflandırmalar
yapılmaktadır.
Emevi devri şiiri düşünce ve üslup bakımından Cahiliye
dönemi şiirine benzer.
İslami dönemde ilgi görmeyen tegazzül ve nesib bu dönemde
ilgi kazandı. Kasideler Ömer b. Ebi
Rabi’a önderliğinde kadına ve güzelliğe tutkun, hayatın zevklerinin peşinde
ilerledi. Cemil b. Ma’mer’in
öncülüğünde sevgiyi öne çıkaran samimi duyguları aktaran şiirler Uzri Gazel
adıyla yeni bir yol oluşturdular. Bedevi şairler bu yolda ilerlediler. Aşk
konusuna kaynaklık eden Mecnun (Kays
b. El-Mulevveh, öl. 689) bu şairlerdendir. Aşk şairleri
sevdiklerinin adlarıyla anılırlardı.
3- Abbasi ve Endülüs Emevileri Dönemi
Edipler, anne ve babasından birinin Arap olmaması nedeniyle el-Edebu’l-muvelled,
yeni olmaları sebebiyle de el-Edebu’l-muhdes adları ile anıldılar.
Beşşar b. Bürd
(öl. 783?), Ebu Nuvas (öl. 813?)
-> övgü şairleri
Ebu’l-Atahiye
-> dini şair
Ebu Temmam (öl.
846) Arap şiirinin mükemmel örneklerini bir araya getirdiği eseri, el-Hamase
Diğer önemli şairler: el-Buhturi,
İbnu’l-Mu’tez, Ebu’l-Ala el-Ma’arri, el-Mütenebbi, Hariri, İbnu’l-Fariz.
İbnu’l-Mukaffa,
Cahiz, İbnu’l-Amid ve Selahaddin Eyyubi’nin veziri ve divan kâtibi el-Kadi el Fadıl ise nesrin önde gelen
isimleridir.
Emevi devleti 750’de yıkıldıktan sonra Abdurrahman ed-Dahil Batı’ya kaçarak 756 yılında Endülüs’te yeni
bir devlet kurdu.
Endülüs devleti, Arap edebiyatı açısından yeni bir dönemdir.
Başlangıçta şiir be nesir, geleneksel edebiyatın taklidi şeklinde icra edildi. Sosyal
ve coğrafi etkileşimlerin etkisiyle yenilikler ortaya çıkmaya başladı.
En önemli yenilik Arap şiirinin vezin ve kafiyelerinde
değişiklik yapılarak el-Muvaşşahat adıyla yeni
bir türün ortaya çıkmasıdır.
Muvaşşah:
Birbirini izleyen uzun beyitler ile kısa beyitlerden oluşan ve tevşih diye de
adlandırılan nazım şeklidir. Çalgı eşliğinde söylenen halk şarkılarına güfte
olarak icra edilmişlerdir.
4- Çöküş Dönemi
Cengiz Han’ın Orta Asya ve İran’ı, Hülagü Han’ın 1258’de
Bağdat’ı istila edip katliamlar yapması çöküş döneminin sebebidir. Bu çöküş 19.
yüzyılın başlarına kadar devam etti.
5- Yeni Arap Edebiyatı (Modern Dönem)
19. yüzyılın sonlarından itibaren şiirde serbest biçim ve
edebiyatın değişik türlerinden örneklerin icra edilmesiyle birlikte modern
dönem başlamış kabul edilir.
Arap Edebiyatında
Nazım Şekilleri ve Nesir
Nazım Şekilleri
El-Halil b. Ahmed el-Ferahidi (öl. 791), aruz
ilminin sistemli bir izahını yapmış, kafiye ve nazımla ilgili terimlerin çoğunu
tespit ve tarif ederek nazım tekniğini sistemleştirmiştir.
Cahiliye devrinde recez
ve kasid denilen iki nazım şekli
vardır. Recez, Arap şiirinin en eski
nazım biçimidir, aruzun recez bahriyle yazılır. Birbiriyle kafiyeli ancak bir
mısra uzunluğunda kısa beyitlerden meydana gelir.
Ani ilhamların gönle düştüğü gibi irticalen söylenen
recezleri, uzun şiirler halinde icra eden ilk kişi el-Ağleb b. Cüşem el-İcli’dir (öl. 642). İcli’nin recezleri
sonradan rağbet görmüş ve urcuze adıyla anılan yeni bir türe dönüşmüştür. Urcuze,
müzdevic ve /veya müzdevice
denilen mesnevi şeklinin doğmasına vesile olmuştur.
Kasid, receze göre
ikişer mısra uzunluğunda ve birbirleriyle kafiyeli beyitlerden oluşan, tam veya
meczu (=eksik) vezinlerle yazılan manzumelerdir. Kaside, kasidin planlı ve uzun
şeklidir. Kasidenin nesib kısmından ayrı, müstakil aşk şiirleri icra etmeye
tegazzül denmiştir. Gazel adıyla özel bir biçim, Arap şiirinde yoktur. Gazel,
klasik formuna İran’da kavuşmuştur.
Zecel: Avama yönelik, sade ve
eğlencelik şiirlerdir.
10. yüzyıldan itibaren nazım şekilleri çeşitlilik
kazanmıştır.
Nesir Türleri
Hitabet: Övme, övünme, yerme, ikna etme, coşturma gibi
konularda icra edilirdi. İslamiyet’ten sonra cihada teşvik amaçlı hutbe ve
vaazlarla genişledi.
Abbasiler devrinde nesir, müraselat, siyer, megazi, fütuh,
tarih, coğrafya, edep ve muhazara, hikâye, makamat gibi türlerde icra edildi.
Yabancı dillerden kelimelerin Araplar arasında kullanılmaya başlanmasından
sonra gramer ve dilbilim hakkında eserler icra edildi. İslam ilimleri; tefsir,
hadis, fıkıh ve kelam önemli nesir türleridir. Çeviri eserlerle birlikte
nesirde çeşitlilik iyice artmıştır.
Müraselat: Mektuplar
/ mektuplaşmalar. Ebu Bekr el-Harezmi’nin
(öl.993) Resa’il’i bu türün en önemli
eseridir.
Siyer / Megazi / Fütuh:
Huy ve ahlak anlamına gelen siret’in çoğulu olan siyer, Peygamber’i anlatan eserlerin ismi olarak kullanılmıştır. Megazi, gaza hikâyelerini içerir. Fütuh, zafer anlamına gelir, İslam’ın
ilk dönemindeki savaşları konu edinir. İbn
Belazüri’nin (öl. 892) Fütuhü’l-Büldan’ı
bu türün en önemli eseridir.
Tarih ve Coğrafya:
et-Taberi Muhammed İbn Cerir’in (öl.
922) Tarihü’l-Ümemi ve’l-Müluk, İbn Haldun’un (öl.1406) Tarihu İbni Haldun adlı eserleri önemli
tarih kaynaklarıdır.
Dilbilgisi:
Dilbilim çalışmaları Basra’da başladı (Basra okulu). İmam Halil İbn Ahmed’in (öl. 791) Kitabü’l-Ayn
adlı eseri Arapçanın ilk sözlüğüdür.
Küfe okulu, konuşulan dildeki yanlışlar üzerinde
durmuştur. Kisa’i (öl. 804) ve
öğrencisi Ferra (öl. 822) okulun
önemli isimleridir.
Muhazarat:
Faydalı bilgiler, fıkralar ve anılar, seçme şiirler ve hutbeler hakkında
açıklamalar, edebi ve ahlaki yazıların toplandığı eserlere denir. Cahiz Ebu Osman Amr b. Bahr (öl. 869)
bu türün en önemli yazarıdır.
Edebiyat: Edebi sanatlar, nazım ve nesrin çeşitli konularını
ele alan eserler ve yazarları:
Davudu’z-Zehri
(öl. 909) – Kitabu Zehreti’l-Ulumi
ve’l-Edeb
Ebu Hilal Hasan İbn
Abdillahi’l-Askeri (öl. 1004) – Kitabü’s-Sına’ateyn
(nazım ve nesir)
İbn Reşik (öl.
1070) – el-Umdetü fi Sına’ati’ş-Şi’r
Sekkaki (öl.
1229) – Miftahu’l-Ulum
Emsal: Örnekler.
Atasözleri, deyimler ve veciz sözlerin derlendiği eserlerdir.
Hikâye: Hikâye
kelimesinden önce bu kelimeye karşılık olarak esmar (gece
toplantılarında söylenen masallar), hurafat (gerçekdışı uydurma masallar),
kısas (Peygamber’in başından geçen ibretlik olaylar), rivayet
(aktarma sözler/anlatılar), ahbar (haber / söz), ahadis (haberler
/ sözler), emsal ve nevadir (zarif ne nükteli kısa hikâyeler)
gibi kelimeler kullanılmıştır.
Makame:
Meclislerde okunan hoş ve merak uyandıran kısa hikâyelerdir. Çoğulu makamattır.
Hariri (öl. 1122) bu alanda çok
ünlüdür.
İlim: Alim ve
müneccim Sabit İbn Kurra (öl. 901),
hekim Huneyn İbn İshak (öl. 911),
filozof el-Kindi (öl. 860), âlim Farabi (öl. 950), âlim İbn Sina (öl. 1036) ilimle uğraşan
önemli isimlerdir.
Ensab: Soylar,
Araplar kendi soylarıyla övünen insanlardır. Soy kütükleri bu nedenle Araplar
arasında önemlidir.
Tabakat: Hadis
rivayet edenlerin biyografileridir. İleri dönemlerde çeşitli ilim, sanat ve meslek
guruplarından kimseler hakkında tabakat kitapları yazılmaya başlanmıştır.
Şairlere Göre Arap
Edebiyatının Dönemleri
Cahiliyyun: Cahiliye dönemi
Muhadramun: Hayatlarının bir kısmı Cahiliye, bir
kısmı İslami dönemde geçen şairler.
İslamiyyun
Müvelledun veya Muhdesun: Şehirli yeni
şairler.
Asriyyun: Çağdaş anlamında kullanılır.
İran Tarihi
Bugünkü İran toprakları en eski döneminde (M.Ö. 6. yüzyıla
kadar) Medler, sonrasında Ahamenişler, sonrasında Tavaif-i muluk (= Helenistik
dönem), sonrasında Partlar ve son olarak Sasaniler’in (yıkılışı 652)
hâkimiyetindeydi.
9. yüzyıldan itibaren bölgede Türkler egemen olmaya
başladılar. Gazneliler ihtişamlı bir devlet kurdular. Gaznelilerin ardından
Selçuklular bölgede egemen oldular. Cengiz Han’ın 1221 yılında Merv’i istila
etmesiyle bölge, Moğol egemenliği altına girdi. Sonrasında Timur’un sözü
bölgede egemen oldu. Şah İsmail 1501 yılında Tebriz’de saltanatını ilan ederek
Safevi devletini kurdu. Bu devlet 1736 yılına dek varlığını sürdürdü. Tahran’ı
başkent yapan Kaçarlar 1925 yılına dek egemenliğini sürdürdü.
Fars Edebiyatı
Fars edebiyatının en eski metni Avesta’dır. Farsça şiir söylemiş ilk kişi Behram-ı Gur (öl. 438) gösterilir. İlk büyük Fars şairi Semerkant
ve Buhara’da yaşamış olan Rudeki’dir
(öl. 941).
İlk dönem Farsça şiirlerde Arap şiiri biçim ve içerik olarak
taklit edilmektedir.
Zühd ve takva şiire sonradan konu oldu. Farsçanın ilk
büyük mutasavvıfı Senai’dir (öl.
1131). Hakani (öl. 1199), Cemaleddin-i İsfahani (öl. 1192), Nizami (öl. 1214), ve Attar (öl. 1221) bu yolun büyük
isimleridir. Mevlana (öl. 1293)
Farsça şiirin en mümtaz şahsiyetidir.
Fars Edebiyatında
Görülen Üsluplar
Türkistan/Horasan Üslubu: Hamasi ruhla, sade, tabii,
akıcı ve gerçekçi tarzı temsil eder. Arapça kelime ve terkipler az kullanılır.
Başlıca temsilcileri Rudeki (öl.
941), Firdevsi (öl. 1020), Unsuri (öl. 1038), Minuçihri (öl. 1040), Nasır-ı
Hüsrev (öl. 1088), Mesud-i Salman (öl. 1121), Emir Mu’izzi (öl. 1124?), Senai-i Gaznevi
(öl. 1131) ve rübai ustası Ömer Hayyam (öl. 1132).
İran/Selçuklu Üslubu: Arapça kelime ve terkipler
çoktur. Bilimsel izahlar öne çıkar. Bu dönemde Enveri (öl. 1168), ve Zahir-i
Faryabi (öl. 1201) sanatlı ve abartılı kasideleriyle tanınır. Mesnevi özel
bir konuma geldi. Nizami (öl. 1214),
Hakani (öl. 1199), Cemaleddin-i İsfahani (öl. 1192) ve
oğlu Kemaleddin İsfahani (öl. 1237)
bu üslubun öncüleridir. Sa’di (öl.
1292) ve Hafız (öl. 1390) kalıcı ve
etkileyici isimlerdir. 1492’de ölen Cami,
bu geleneğin son büyük ustasıdır.
Hint Üslubu: İsfahan üslubu olarak da bilinmektedir. Babür,
şairlere yeni imkânlar sağladı. Bu yolla şiir saraydan uzaklaşarak halk
arasında yer edindi. Gerileyen medrese eğitimi nedeniyle ilmi tabir ve içerik
şiirden uzaklaştı. Günlük deyişler, tecrübe ve bilgiler şiire aktarıldı. Önde gelen
şairleri Kelim (öl. 1651), Saib (öl. 1676?), Talib-i Amuli (öl. 1626?), Urfi-i
Şirazi (öl. 1590?) ve Bidil’dir
(öl. 1720).
Geriye Dönüş Üslubu: Hint üslubuna muhalefet olarak
ortaya çıktı. Saba (öl. 1823), Neşat-ı İsfahani (öl. 1828), Visal-i Şirazi (öl. 1845), Kaani-i Şirazi (öl. 1835?), Furugi-i Bistam, (öl. 1857), Suruş-i İsfahani (öl. 1868), Yagma-i Cendeki (öl. 1860) ve Şeybani’dir (öl. 1888).
Sıralanan üsluplar arasındaki geçiş dönemleri de değişik
adlarla isimlendirilmiştir. Samaniler zamanındaki üsluba Sebk-i Türkistani, Gazneliler dönemi ile Selçukluların ilk yılları
için Sebk-i Horasani, İran üslubuna
geçilirken Ara Dönem Üslubu, aynı
yıllarda İran’ın batısı için Azerbaycan Üslubu,
Irak üslubundan Hint üslubuna geçiş dönemi için Mekteb-i Vuku adları kullanılır.
Nesirde, 9. yüzyıl ile 11. yüzyıllar arasında sade,
sanatsız, kolay anlaşılır bir üslup tercih edilir. Sonraki yıllarda dilde
cümleler uzadı, Arapça kelimeler çoğaldı. 19. yüzyılda Geriye Dönüş Üslubu
nesirde de etkili oldu ve yazıda sadelik ve konuşma dili tercih edilmeye
başlandı.
Türk Edebiyatında
Etkisi Olan Fars Şair ve Yazarları
Gülşehri, Mantıku’t-Tayr’ını Attar’ın, Hamdullah Hamdi
de Yusuf u Züleyha’yı Cami’nin aynı adlı eserlerinden
yararlanarak yazmışlardır. Başka şairlerin eserlerinde de benzer durumlar
görülmektedir. Şairler etkisinde kaldıkları eserleri birebir kopya etmez,
çeşitli eklemeler ve süslemeler yaparak zenginleştirmeye çalışmaktadırlar.
Firdevsi
Tus şehrine bağlı Taberan’ın Baj köyünde doğdu. Asıl ismi
değişik kaynaklarda Ahmed, Hasan ve Mansur olarak görülmektedir. Künyesi
Ebü’l-Kasım, lakabı Fahreddin, mahlası Firdevi’dir. Ünlü mesnevisi Şeh-name’yi
Sultan Mahmud’a sunmak üzere Gazne’ye oradan da Taberistan’a gidip tekrar Tus’a
döndü. 40. yaşından sonra yoksullaştı.
Şehname: Eseri, 980-990 yıllarında yazmaya
başladığı bilinir. 1003-1004 yıllarında eserin ilk şeklini tamamlamıştır. 1004
yılında eserini Sultan Mahmud’a sundu. Beklediği ödülü alamayınca Sultan Mahmud
için hicviye yazdığı rivayet edilir.
Şehname, İran tarihinin, hükümdarlar ve aileleri,
gelenekler, mitoloji, masallar, menkıbe ve kahramanlık hikâyeleri içerikli bir manzum
/ mesnevidir. Aruzun fe’ûlün fe’ûlün
fe’ûlün fe’ûl vezniyle yazılmıştır. Yazarı belirttiğine göre 60 bin
beyittir. Kurgusu basit, içerikte tekrarların çok, sanatı ise renkli olmayan
eserin etkisi ve yankısı çok fazla olmuştur.
Genceli Nizami
Hayatı hakkında fazla bilgi
yoktur. Gence’de yaşayıp orada öldüğü bilinmektedir. Firdevsi’nin Şehname ile
ortaya koyduğu epik türü zirveye taşımıştır. Bunun yanında manzum aşk
hikâyelerinin de en büyük şairi unvanına sahiptir. Divan, Penc Genc ve
yaklaşık 35 bin beyitten oluşan Hamse
bilinen eserleridir.
Hamse’de
yer alan mesneviler:
a) Mahzenü’l-Esrar: 24 beyitten oluşan eseri Kılıç Arslan’a bağlı olan
Fahrüddin Behramşah adına yazmıştır. Senai’nin Hadikatü’l-Hakika adlı
mesnevisinden esinle müfte’ilün
müfte’ilün fâ’ilün vazninin kullanmıştır.
b) Hüsrev ü Şirin: mefâ’îlün
mefâ’îlün fe’ûlün vezniyle yazılmış olan eserde Sasani hükümdarı Hüsrev-i
Perviz ile Ermeni prensesi Şirin’in aşkı konu edilir. Bu eserin etkisinde Türk
edebiyatında çok sayıda eser icra edilmiştir.
c) Leyla vü Mecnûn: Yaklaşık 5000 beyitten oluşan eser mef’ûlü mefâ’ilün fe’ûlün vezniyle
yazılmıştır.
d) Heft Peyker (Behram-nâme): fâ’ilâtün mefâ’ilün fâ’ilün kalıbıyla
yazılmıştır. Heft Günbed ve Behram-nâme adlarıyla da anılan eser Sasani
hükümdarı Behram-Gur’un av eğlenceleri ve evlilik hayatını konu edinir.
e) İskender-nâme: Şeref-name ve İkbal-name başlıklı iki bölümden
oluşur. fe’ûlün fe’ûlün fe’ûlün fe’ûl
vezniyle yazılmıştır. Mukbil-name ve
İskender-i Berri adlarıyla da anılan Şeref-name bölümü Nusratüddin Ebu Bekr
Muhammed’e, Hıred-name ve İskender-i Bahri de denilen İkbal-name ise İzzeddin
II. Mesud b. Arslan’a sunulmuştur. Tamamı yaklaşık 10 bin beyittir.
Feridüddin-i Attar
Eczacılık ve tıpla uğraştığı için “attar” adıyla anıldı.
Irak, Şam, Mısır, Mekke, Medine, Hindistan ve Türkistan’ı dolaşıp Nişabur’a
dönerek inzivaya çekildi. Moğol istilası sırasında şehit edildi (1221).
Gazel ve mesnevide başarı kazandı. Attar, tasavvufi meseleleri, hikâyeler içerisinde açık ve anlaşılır
bir plana göre iç içe geçmiş daha küçük hikâyeler yoluyla anlatarak konuyu
sıradan biri için bile açık bir hale getirmiş ve böylece manaları ana hikâye ile
birleştirmede büyük bir ustalık göstermiştir. Bu anlatım biçimini Mevlana, bazı yönlerden geliştirerek
başarıyla uygulamıştır.
Eserleri:
İlahi-name: 6500
beyitten oluşan bir mesnevidir. Na’t, tahmid ve methiyelerden sonra 22 makale
ve bir hatimden meydana gelir. 1597 yılında kısaltılarak İbret-nüma adıyla
manzum bir çevirisi yapılıp Sultan III. Murad’a sunulmuştur.
Esrar-name: İlk
tasavvufi mesnevisidir. 26 bölümde anlatılan küçük hikâyelerden mürekkeptir. Mefâ’îlün mefâ’îlün fe’ûlün vezniyle
yazılmıştır.
Musibet-name:
Cevab-name adıyla da bilinir. 5740 beyitten mürekkep tasavvufi bir mesnevidir.
Hüsrev-name: Tasavvufi
olmayan tek mesnevisidir. Gül ü Hüsrev ve Gül ü Hürmüz adlarıyla da bilinir.
Dünyevi aşk konulu bir mesnevidir.
Mantıku’t-Tayr: 1187’de
yazılmıştır.
Muhtar-name: Rüba’i
mecmuasıdır.
Bülbül-name: Bülbül
ile diğer kuşlar arasındaki anlaşmazlıkları konu edinen küçük bir mesnevidir.
Pend-name: 900
beyittir. Ahlak içerikli didaktik bir eserdir. Anlaşılması kolay olduğu için
çeşitli dillere çevrilmiş hatta ders kitabı olarak okutulmuştur.
Divan:
Mesnevilerindeki tasavvufi düşüncelerini lirik bir tarzda ele aldığı eseridir.
Tezkiretü’l-Evliya:
Tek mensur eseridir. Velilerin hayatlarından söz eden bir tercüme-i hal
kitabıdır.
Sa’di-i Şirazi
Nizamiye medresesinde eğitim gördü. Döneminin devlet
adamlarıyla tanışıp onlar için şiirler yazdı. Seyahatleri sırasında Şehabeddin Sühreverdi ile tanıştı. Bostan (1257) adlı meşhur eserini
dönemin hükümdarı Ebubekir b. Sa’d b.
Zengi adına yazdı. Gülistan (1258)
ise Zengi’nin oğlu II. Sa’d adına yazılmıştır.
Şiir ve nesrinin en önemli özelliği akıcı ve sehl-i mümteni
olmasıdır. Gazelin müstakil bir nazım şekli olmasını sağlamıştır.
Sa’di’nin etkisi Fars edebiyatı dışında Türk ve Urdu
edebiyatlarında da görülür. Batı dünyasında da önemli izler bırakmıştır.
Eserleri:
Külliyatı on altı kitap ve 6/7 risaleden oluşur.
Manzum eserleri: Bostan (=Sa’di name), Kasa’id-i
Arabi, Kasa’id-i Farisi, Mülemmaat, Terci’at, Tayyibat, Bedayi, Havatım,
Gazeliyat-ı Kadim, Sahibiyye, Mukatta’at, Rüba’iyyat, Müfredat, Hubsiyyat,
Hezliyyat, Mudhikat.
Mensur Eserleri: Gülistan, Su’al-i Sahib-divan,
Takrir-i Dibace, Nasihatü’l-müluk, Risale-i Akl u Işk, Mecalis-i Pencgane,
Risale-i Selase (Mülakat-ı Şeyh Sa’di ba Abaka Han, Risale-i Engiyanu, Risale-i
Melik Şemseddin).
Gülistan:
Nasihatnamedir. Dibace ve 8 babdan oluşur. 1. Babda hükümdarın hal ve
hareketleri, 2. Babda dervişlerin ahlakı, 3. Babda kanaatin fazileti, 4. Babda
susmanın faydası, 5. Babda aşk ve gençlik, 6. Babda ihtiyarlık, 7. Babda
terbiyenin önemi ve etkisi, 8. Babda sohbet adabı ile ilgili hikâye ve fıkralar
bulunur.
Bostan: Şeh-name
vezni olan fe’ûlün fe’ûlün fe’ûlün fe’ûl
kalıbıyla yazılmış ahlaki mesnevidir. 10 babdan oluşur. Üslubu süsten uzak
kolay anlaşılırdır.
Hafız-ı Şirazi
İyi eğitim gördüğü dışında hayatı hakkında çok az bilgiye
sahibiz. Fars edebiyatının en başarılı gazel şairidir. Kaside, rüba’i ve kıt’a
şeklinde şiirleri de vardır. Şiiri söz sanatları bakımından zengin olduğu halde
dili sade, açık ve ahenklidir. Bilinen tek eseri Divan’ıdır. Lisanü’l-Gayb da denilen Hafız Divanı uzun süre falname
(=fal kitabı) olarak da kullanılmıştır.
Cami (Molla Cami)
Horasan’ın Cam şehrinde doğdu. Çok iyi eğitim görmüştür.
1492’de Herat’ta vefat etti. Klasik İran
şiirinin son büyük ismidir.
Eserleri:
Manzum Eserler
Divanları: Üç divanı vardır. Gençlik şiirleri Fatihatü’ş-Şebab, orta yaş şiirleri Vasitatü’l-Ikd, yaşlılık dönemi şiirleri
Hatimetü’l-Hayat adını taşır.
Heft Evreng:
(=büyük ayı burcundaki yedi yıldıza verilen isimdir) Yedi mesnevisinin bir
araya getirilmiş halidir.
Tuhfetü’l-Ahrar:
Din, ahlak ve edebi içerikli 20 makaleden oluşan eser, Şeyh Ubeydullah Ahrar’a
ithaf edilmiştir.
Sübhatü’l-Ebrar:
Hüseyn-i Baykara’ya ithaf edilmiştir. 40 babdan oluşur.
Yusuf u Züleyha:
Yusuf kıssasından hareketle yazılan mesnevi Hüseyn-i Baykara’ya sunulmuştur.
Leyla vü Mecnun
Hıred-name-i İskenderi:
İskender’in akıl kitabı anlamına gelen mesnevide Aristo, Platon ve Sokrat gibi
filozofların İskender’e öğütleri, İskender ile bu filozoflar arasındaki
konuşmalar yer almaktadır. Hüseyn-i Baykara’ya ithaf edilmiştir.
Silsiletü’z-Zeheb:
Ahlak, din ve felsefe konularında 3 ciltlik eser 7200 beyittir. Eserin 3. cildi
Sultan II. Beyazid’e ithaf edilmiştir.
Salaman u Absal:
1130 beyitlik mesnevinin konusu Tevrat’taki Salamon ve Absalon hikâyesine
dayanır. Salaman hikmet ve zekâyı; Absal ise nefis ve şehveti temsil eder.
Mensur Eserleri
Baharistan:
Gülistan’ı örnek alarak yazdığı bu eseri içerik bakımından farklıdır.
Nefehatü’l-Üns min
Hazarati’l-Kuds: Mutasavvıflar hakkında bilgiler içerir.
Şevahidü’n-Nübüvve:
Din büyüklerin hakkındaki bu eseri Ali Şir Nevai’nin isteği üzerine yazmıştır.
Levayih: Mistik
konuları ele aldığı, rüba’ilerinin de bulunduğu eseridir.
Fevaidü’z-Ziyaiyye fi
Şerhi’l-Kafiye: Arap gramerine dair bu eser uzun yıllar medreselerde
okutulmuştur.
Ünite 3
Karahanlı Dönemi Türk Edebiyatı
Kısa Tarih
İlk Müslüman Türk devletidir. Kökenleri hakkında net
bilgiye sahip değiliz. Ortaya çıkışları hakkında Uygur, Türkmen, Yağma, Karluk,
Karluk-Yağma, Çiğil ve T’u-chüe olmak üzere 7 farklı teori vardır. Karluk
teorisi daha makbul görülüyormuş. Karahanlı sülalesi, T’u-chüe A-shi-na
hanedanının bir kolu olarak Karluk hanedanına bağlanmaktadır. Karluk birliğini
meydana getiren iki unsur Çiğil ve Yağma kavimleridir. Karluk Türkleri 747-840
yılları arasında Uygur birliğine bağlıydı. Uygur – Karluk birliği 840 yılında
çökünce Bilge Kül Kadır Han
Karahanlı Devleti’ni kurup iki oğlunun idaresine verir. Balasagun’da Bazır (Arslan) Han “büyük kağan” sıfatıyla, Taraz’da ise Oğulçak “şerik kağan” sıfatıyla devleti yönetirler. Samaniler
893’te Taraz’ı zaptedince Oğulçak merkezini Kaşgar’a nakleder. Samaniler
arasında kargaşa çıkınca şehzade Nasr’ın
ülkesinde sığınmasına izin veren Oğulçak bu yolla yeğeni Satuk’un İslam’la tanışmasına vesile olur. Satuk’un İslam’a
geçmesinden sonra ülkenin batı toprakları İslamiyet’i kabul eder. Satuk’un oğlu
Baytaş, doğu kağanını mağlup ederek ülkenin tamamında İslam’ı egemen kılar
(960).
Toprakları paylaşamayan kardeşler yüzünden ilerleyen
yıllarda yönetim birliği bozulur. Kaşgar bölgesinde hüküm süren Süleyman Arslan Han zehirlenerek
öldürüldükten on yıl kadar sonra yerine geçen oğlu Tavgaç Ulug Buğra Hasan Kara Han, hem adaletli hem de bilim ve sanata
destek olan biriydi. Türk edebiyatının İslam’ın kabulünden sonra ortaya koyduğu
ilk ve en önemli iki eser onun döneminde yazılmıştır.
Doğudan gelen Moğol kökenli Kara Hıtaylar 1212 yılında
Karahanlı Devleti’ne son verdi.
Eski Türk kültüründe yönler renk adlarıyla anılırdı (Çin
etkisi). Buna göre kuzey = kara, güney = kızıl, doğu = mavi, batı = ak idi.
Kuzeyde oturan kağan büyük han kabul edilirdi. Kara sıfat olarak büyüklük,
yükseklik, yücelik anlamlarını ihtiva eder.
Karahanlı Türkçesi
Orhon ve Uygur Türkçesinin devamı olan bu dönemdeki yazı
dilinin merkezi Kaşgar idi. Bu dönem için Hakaniye Türkçesi tabiri de
kullanılır.
Karahanlı Türkçesiyle
Yazılmış Eserler
Yusuf Has Hacib ve
Eseri Kutadgu Bilig
1019/1020 yıllarında Balasagun’da doğduğu tahmin edilir.
Eserini 50 yaşlarındayken yazmaya başlamıştır. İbn-i Sina ve Farabi’nin
eserlerini bilen Yusuf, eserinden anladığımız kadarıyla çeşitli ilimler
hakkında bilgi sahibidir.
Kitabının konusu devlet idaresinin yolları ve gidişidir. Bu
bilgiye sahip olmanın yurda ve halka mutluluk getireceğini bilen Yusuf, eserine
mutluluk veren/verecek olan bilgi anlamında isim vermiştir.
Has hacip sıfatı, sarayda haciplik / perdedarlık
(mabeyncilik) yapmasından ve Buğra Han’ın pek güvendiği, kendisine yakın
tuttuğu (has) saray adamlarından olmasından dolayıdır.
Kutadgu Bilig’in üç
ayrı yazma nüshası bulunmaktadır. İlki Viyana
(Herat) nüshasıdır. 1439 yılında Herat’ta Uygur yazısıyla
kopyalanmış olan bu nüsha Joseph von
Hammer-Purgstall tarafından 18. yüzyılda bir sahaftan satın alınarak Viyana
Saray Kitaplığı’na verilmiştir.
Eseri Amadee Jaubert, 1825’te yazdığı makaleyle bilim
camiasına tanıtmıştır.
Yazmanın ilk 915 beyti Hermann
Vambery tarafından 1870 yılında yayınlanır. Wilhelm Radloff 1891 yılında
yazmanın tam çevirisini tıpkıbasımıyla birlikte yayınlar.
Radlof çalışmalarına devam ederken 1896 yılında Kahire’deki
Hidiv Kütüphanesi’nde görevli Dr. Moritz
eserin Arap harfleriyle yazılmış ikinci nüshasını bulur (Mısır Nüshası). Radloff, her iki kopyayı
karşılaştırarak çalışmalarına devam eder.
Kutadgu Bilig’in üçüncü nüshası (Fergana
Nüshası) Fergana’da 1914 yılında Zeki Velidi Togan tarafından
bulunmuştur. 1942/1943 yıllarında TDK her üç nüshayı da tıpkıbasım olarak
yayınlamıştır.
1947 yılında üç nüshayı karşılaştırarak metni yayınlayan Reşit Rahmeti Arat ilerleyen yıllarda
çeviri ve indeks çalışmalarına devam etmiş indeksi tamamlayamadan vefat
etmiştir.
6645 beyitlik didaktik manzum eser, aruzun fe’ûlün fe’ûlün fe’ûlün fe’ûl vezniyle
yazılmıştır.
Şeh-name’nin etkisi
eserde açıkça hissedilir. Türk devlet yönetimi geleneği ile hikmetinin Arap ve
Fars geleneği ile karşılaştırılabilecek kadar yüksek olduğunu ortaya koymayı
amaçladığı eserinde devlet yönetimiyle ilgili söz ve deyişleri Orta Asya’daki
Türk hükümdar ve devlet büyüklerinden seçmiştir.
Devlet yönetimi hakkında Antik Yunan’da yazılmış eserler,
İslami dönemin görüşlerini bu klasik Yunan düşüncesiyle bağdaştıran Farabi,
Yusuf’un yararlandığı kaynaklardır.
Yusuf Has Hacip eserinde dört soyut kavramı kişileştirmiş
bunlara uygun adlar vermiştir.
Kün Togdı (Hükümdar) “gün doğdu, doğan güneş” adaleti
temsil eder.
Ay Togdı (Vezir) “ay doldu, dolunay” baht, talih
ve ikbali temsil eder.
Ögdülmüş (Vezirin oğlu) “övülmüş” akıl ve
anlayışı temsil eder.
Odgurmuş (Vezirin kardeşi) “uyanık” dünya
işlerinin sonunu temsil eder.
Eserin ilk yarısı bu karakterlerin ilk üçü arasındaki
ilişkileri anlatır. Eserin ikinci yarısı Odgurmuş üzerinde yoğunlaşır, sufilik
ve İslam mistisizmine dair temaları işler.
Esrerdeki diğer karakterler:
Küsemiş (Ay Toldı başkente
geldiğinde ona yardımcı olan kişi).
Ersig (Hükümdarın mabeyncisi)
Kumaru (Odgurmış’ın müridi)
Eser şiir bakımından da oldukça değerlidir. Kutadgu Bilig,
halka yönelik değil, aydın kesime yönelik yazılmış şiirlere örnekler içerir.
Yusuf Has Hacip, Türk edebiyatının ilk kaside
şairidir. Akla ve bilgiye verdiği önem ve itibarla Türk şairlerinden Âşık Paşa’ya da etki etmiştir.
Kaşgarlı Mahmud ve
Eseri Divanü Lugati’t-Türk
Kaşgarlı Mahmud bin
Hüseyin bin Muhammed tarafından hazırlanan Türkçenin ilk sözlüğünün asıl
adı haza kitabu lugati’t-Türk’tür.
Sadece bir tane yazma nüshası vardır. Diyarbakırlı Ali Emiri
Efendi tarafından bulunmuştur (1917). Eserin içindeki dörtlükler hece
vezniyle yazılmıştır. Beyitlerin çoğu aruz vezniyle yazılmıştır. Kitabın
yazılış amacı Araplara Türkçe öğretmektir.
Divanü Lugati’t-Türk
hakkındaki ilk çalışma Kilisli Rifat
Bilge tarafından yapılmıştır(1917-1919).
Besim Atalay kitabı Türkçeye çevirdikten sonra(1939-1943) kitap
hakkındaki araştırmalar artmıştır.
Divanü Lugati’t-Türk’ün
Edebi Değeri ve İçeriği
Ansiklopedik bir sözlüktür. Dönemin Türk boyları, bu
boyların kullandıkları Türkçe arasındaki farklılıklar ve sözcükler hakkında
bilgi verir. Türk dilinin lehçelere göre dilbilgisi kurallarını açıklar.
Kendi dönemindeki, Türk boylarının üretmiş olduğu edebi
malzemeyi incelemiştir. Örneklediği manzum parçalar 764 dizedir. Eserde 289
atasözü yer almaktadır.
Hece Ölçüsüyle
Yazılmış Manzumeler
Divanü Lugati’t-Türk’teki
137 dörtlükte 7’li, 8’li ve 12’li hece ölçüsü kullanılmıştır. Bu şiirler; lirik,
pastoral, savaş ve kahramanlık şiirleri, destanlar ve ağıtlar şeklinde
tasniflenir.
Aruz Ölçüsüyle
Yazılmış Manzumeler
Bu şiirlerin konuları savaş kahramanlık, av ve avcılık, aşk,
doğa, dini ve ahlaki öğütler ve övgüdür.
Edip Ahmed Yükneki ve
eseri Atabetü’l-Hakayık
12. yüzyılda yazıldığı tahmin edilmektedir. 14 bölümden
oluşan eserde 40 beyit ve yüz tane dörtlük bulunmaktadır. Eserin tamamı 484
mısradır. Fe’ûlün fe’ûlün fe’ûlün fe’ûl
vezniyle yazılmıştır.
Atabetü’l-Hakayık
yazıldıktan çok sonra, 15. yüzyılda düzenlenmiş biri eksik 4 nüshası
bulunmaktadır. En eski tarihli olanı Semerkand Nüshasıdır.
1444 yılında hattat Zeynelabidin
tarafından Uygur harfleriyle kopyalanmıştır.
Atabetü’l-Hakayık ‘ın
Edebi Değeri ve İçeriği
Eser, Tanrı övgüsü ile başlamaktadır. Peygamberr, dört
halife, Emir Muhammed Dad İspehsalar’a övgüyle devam eder. Bilginin yararı,
cehaletin zararı, dilini tutmanın erdemi, dünyanın faniliği, cömertliğin
övülmesi, cimriliğin yerilmesi, kabir, harislik, zamanenin bozukluğu gibi
konuların işlendiği bölümleri vardır. Didaktik bir ahlak kitabı olan eser
işlediği konular bakımından Kutadgu Bilig’e benzer.
Eserin başındaki övgü ve sebeb-i telif kısımları beyit ve
kaside, devamı ise aaba/ccdc/eefe biçiminde uyaklanmış dörtlüklerle
yazılmıştır.
Kafiye ve vezin bakımından kusurlu olan metinde çok sayıda
imale ve zihaf vardır.
Eserle ilgili ayrıntılı tek çalışma 1951 yılında Reşit Rahmeti Arat tarafından
yapılmıştır.
Karahanlı Türkçesiyle
Yazılmış Kur’an Tercümeleri
Karahanlı Türkçesiyle yapılan ilk Kur’an çevirileri
satır-altı tercüme niteliğindedir.
Muhammed bin el-Hac
Devletşah eş-Şirazi tarafından 1333-1334 yıllarında intinsah edilen 902
sayfalık tercüme, bilinenlerin en eskisidir.
Ünite 4
12-13. Yüzyıllar Batı
Türk Edebiyatı: Anadolu’da Gelişen Türk Edebiyatı
Anadolu’da kurulan ilk beylikler:
Çaka beyliği (İzmir, 1081-1097)
Dilmaçoğulları Beyliği (Bitlis, 1085-1192)
Danişmendliler Beyliği (Sivas, 1072-1178)
Saltuklu Beyliği (Erzurum, 1072-1202)
Artuklu Beyliği (Diyarbakır ve Mardin, 1101-1409)
İnaloğulları Beyliği (Bitlis, 1103-1183)
Mengücekoğulları Beyliği (Erzincan, 1072-1228)
Erbil Beyliği (Erbil, 1146-1232)
Çubukoğulları Beyliği (Harput, 1085-1097)
Anadolu Selçukluları
Süleyman Şah, Bizanslılardan İznik’i alarak Anadolu Selçuklu
Devletini kurmuş ve İznik’i başkent yapmıştır.
Anadolu’daki birçok beyliğin desteğini arkasına alan Anadolu
Selçukluları, Anadolu’da Türk birliğinin sağlanmasında önemli rol oynamıştır. Alaeddin Keykubat döneminde (1220-1237)
devlet en yüksek dönemini yaşamıştır.
II. Keyhüsrev
dönemiyle birlikte çöküş başlamıştır. Malatya bölgesinde Baba İshak
önderliğinde çıkan isyan devleti zayıflatmıştır. Ordu isyancılara yenildikten
sonra yeniden saldırıya geçmiş ve kanlı şekilde isyanı bastırmıştır (1240). Bu
tarihten sonra Moğol kökenli Baycu Noyan
Selçuklu ordusunu Kösedağı eteklerinde mağlup
etmiştir(1243).
Moğollara vergi vermeye başlayan devlet bir daha
toparlanamadı 1308 yılından sonra da tamamen dağıldı.
Anadolu Beylikleri
Selçukluların yıkılmasından sonra Anadolu beylikleri yeniden
birlik olmaya başladılar. Moğol tehdidinden uzak kalmak için daha çok kıyı
bölgelerde ve Bizans sınırlarında bağımsızlıklarını ilan etmeye başladılar.
Karamanoğulları (Ermenek, 1256-1483)
Ladik Beyliği (İnançoğulları, Honaz/Dalaman, 1261-1368)
Sahip Ataoğulları Beyliği (Afyon, 1275-1341)
Menteşeoğulları (Milas/Muğla, 1280-1424)
Karesioğulları (Balıkesir, 1297-1360)
Germiyanoğulları (Kütahya, 1300-1429)
Eşrefoğulları (Beyşehir/Seydişehir), Saruhanoğulları
(Manisa, 1302-1410)
Aydınoğulları (Birgi/Ayasluk/Selçuk, 1308-1426)
Alaiye Beyliği (alanya, 1293-1471)
Hamidoğulları (Isparta, 1301-1423)
Dulkadiroğulları (Maraş, 1339-1521)
Eretnaoğulları (Sivas/Kayseri, 1335-1381)
Çobanoğulları (Kastamonu, 1227-1309)
Candaroğulları (Kastamonu, 1292-1462)
Pervaneoğulları (Sinop, 1277-1322)
Taceddinoğulları (Niksar, 1348-1428)
Kadı Burhaneddin Ahmed Beyliği (Kayseri, 1381-1398)
12-13. yüzyıllarda
Gelişen Edebiyat
Karahanlılar (840-1211), Gazneliler (963-1186) ve Büyük
Selçukluların (1038-1194) hakim olduğu coğrafyalarda şiir ve şairle düşünceler,
Anadolu’da da paylaşılmıştır.
Devletin ileri gelenleri isimlerini yaşatmaları için
sanatçılara mal bağışlardı. Selçuklular zamanında sultanların çevresinde
şairler bulunurdu. Bu şairlerden öne çıkanlarına melikü’ş-şu’arâ
(şairlerin meliki/sultanı) unvanı verilirdi. Bununla beraber kimi devlet
adamları da şiir söylemiştir (Alaeddin Keykubat gibi).
11. yüzyıldan sonra şiir iki kutuplu olarak gelişimini
sürdürdü. Alaeddin Keykubat zamanında Kâni’î-yi
Tûsî saray çevresinin Mevlana
ise tasavvuf çevresinin şairi olarak tanındı.
Bu dönemde yazılmış Farsça eserler
Hubeyş (Hüseyn) b. İbrahim et-Tiflisi’nin (öl. 1231)
Kâmilu’t-Ta’bîr (rüya tabirnamesidir), Sihhatü’l-Ebdan, Kânunu’l-Edeb, Kıyafetü’t-Tıb,
Usulu’l-Melahim (Melhemet Danyal), Beyanu’n-Nücum.
Nizami’nin (öl.
1214?) Mahzenü’l-Esrar adlı mesnevisi.
Sühreverdi-i Maktul
(öl. 1191) Pertev-name.
Muhammed b. Gazi’nin Marzuban-name’sinin yeniden yazımı olan
Ravzatu’l-Ukul, Beridü’s-Sa’ade.
Er-Ravendi Muhammed
b. Ali’nin Gıyaseddin Keyhüsrev’e ithaf ettiği Rahatu’s-Sudur ve Ayetü’s-Sürur
(Selçuklu tarihi).
Burhan-i Anevi Kadı
Burhaneddin Ebu Nasr b. Mes’ud’un manzum tarih kitabı Enisü’l-Kulub.
Ebu Hanife Abdülkerim’in
Mecma’ur-Rüba’iyat.
Necmeddin Daye’nin
Mirsadü’l-İbad.
Kani’î Ahmed b.
Mahmud et-Tusî’nin manzum Kelile ve Dimne ve 30 ciltlik manzum Selçuklu Şeh-namesi.
Muhammed b. El-Hüseyn
al-Mu’ini’nin Beşa’rü-n-Neza’ir.
Sadreddin Konevi,
Tabsiratü’l-Mübtedi.
Sa’ideddin Muhammed
b. Ahmed Fergani, Menahicu’l-İbad ile’l-Mead ve Şerh-i Kaside-i Ta’iyye.
İbn Bibi,
el-Evamirü’l-Ala’iye
Seyfeddin Muhammed,
el Fergani’nin Divanı.
Kutbeddin eş-Şirazi,
İhtiyarat-i Muzaafferi.
Sultan Veled,
Fütüvvet-name ve İşrakat
Ebu Bekr b. Ez-Zeki,
Ravzatu’l-Kuttab.
Kerimeddin Mahmud
Aksarayi, Müsameretü’l-Ahbar ve Müsayeretü’l-ahyar.
Niğdeli Kadı Ahmed,
el-Veledü’ş-Şefik
Yazarı bilinmeyen, Tarih-i Al-i Selçuk
Aziz b. Erdeşir-i
Esterabadi, Bezm-ü Rezm
Hoca Dehhani,
Selçuklular Şeh-namesi, Karaman Şeh-namesi
Türkler Anadolu’ya oldukça büyük edebi birikimleriyle
birlikte geldiler. Zaman içinde Arap-Fars edebiyatından etkilenerek aruza uygun
şiirler yazmaya çalıştılar. Türkçe kelimelerin seslerinin aruza uydurulmasında
yaşanan sıkıntılar zaman içinde Arapça ve Farsça kelimelerin Türkçe içine
yerleşmesine neden oldu. Bu durum şiirde kaliteyi arttırdığı gibi
anlaşırlırlığı geriletmiştir.
Türklerin Karahanlılar döneminde kullandıkları Uygur
alfabesi, Arap ve Farsça alfabeleri kullanmalarını kolaylaştırmıştır.
Hoca Ahmed-i Yesevi’nin
takipçileri; Hâkim Süleyman Ata, Zengi Ata, Seyyid Ata ve Şeref Ata Yeseviliği
devam ettirdikleri gibi Türkçe eserler vererek halkı aydınlatmaya devam
etmişlerdir.
Moğol istilası nedeniyle Anadolu’ya gelen dervişlerin
(Yesevi ve Kübrevi dervişler gibi) Anadolu topraklarında Türk kültür ve edebiyatının
yerleşmesinde katkıları olmuştur.
Fıkıh âlimi ve hekim olan Ahi Evren (1171-1262, Menahic-i
Seyfi’nin yazarıdır) Hoy şehrinden gelerek Kayseri’ye yerleşmiştir. İslami
inanç ve fütüvvet ilkelerine bağlı kalarak tekke ve zaviyelerde öğrenci – hoca
ilişkilerini düzenleyip esnafı örgütleyen Ahi Evren Anadolu
ahiliğinin başını çekmiştir.
Arapça ce Farsça kullanımın yaygınlaşması Türkçenin geri
plana itilmesi, dilin işlenmemesi edebi verimin önünü tıkamıştır. Karaman Bey’in
oğlu Mehmed Bey’in (öl. 1277) Türkçe
kullanımı zorunlu kıldığı fermanı Türk yazı dilinin asıl başlangıcıdır.
Anadolu’da Türkçenin Öncüleri
Mehmed Bey’ın fermanından sonra Türkçe eserler ortaya
çıkmaya başlar. Eser verenlerin öncüleri Gülşehri
(öl. 1317?), Yunus Emre (öl.
1320) ve Âşık Paşa’dır (öl. 1332).
İlk eseri Felek-name’yi
Farsça yazan Gülşehri, Mantıku’t-Tayr ve diğer eserlerini Türkçe
yazmıştır. Türkçeyle övünen Gülşehri’yi Ahmedî
(öl. 1413)eleştirmiştir.
Yunus Emre, Türkçeyi gönül dili haline sokmuştur. Yunus’un
dili sürekli parlayan, yanıp harelenen, yanardöner bir hal içinde olan akıcı ve
yaldızlı bir dildir.
Âşık Paşa, dilin
oluşumu, gelişimi gibi konular hakkında da eserler vermekle şairliğinin yanı
sıra bugünkü manada dilbilimci sıfatına sahiptir. 10.613 beyti bulan Garib-name adlı mesnevisi 14. yüzyılın
en büyük mesnevisidir. Gözleme büyük önem verir. “Gözden giren elden çıkar” sözüyle sanat hakkındaki görüşlerini
özetlemiştir.
Anadolu’ya ilk yerleşenlerden olan Oğuz Türkleri, Anadolu’nun
Türkleşmesi için Türk destanları, Dede Korkut hikâyeleri, Ebu Müslim ve Battal
Gazi gibi kahramanların menkıbelerini önemli birer manevi destek aracı olarak kullanmışlardır.
Bunun sonucunda da 13. yüzyıldan itibaren Danişmend-name, Battal-name, Ebu
Müslim gibi destanlar ortaya çıkmaya başlar.
Fuad Köprülü, Ahmed
Fakih’in Çarh-name’sini, Anadolu’da
13. yüzyılda yazılan ilk Türkçe eser kabul etmiştir.
Şeyyad İsa’nın Salsal-name ve İbni Ala’nın Danişmend-name
adlı eserleri 14. yüzyıl başlarında yazılmış ancak günümüze ulaşamamıştır.
Yunus Emre’nin Divan ve Risaletü’n-Nushiyye’si, Gülşehri’nin
Mantıku’t-Tayr’ı, Âşık Paşa’nın Garib-name’si ve Tursun
Fakih’in Gazavat-ı Bahr-ı Umman ve
Sanduk adlı eserleri 14. yüzyılın diğer önemli Türkçe verimleridir.
Haliloğlu Ali’nin
1303’te hece vezniyle yazdığı Kıssa-i
Yusuf, Fahreddin bin Mahmud İbni’l-Hüseyn’in
yazdığı Behçetü’l-Hadayık fi Mev’izeti’l-Halayık,
13 yüzyılda yazılmış karışık dilli (hem Doğu Türkçesi hem de eski Anadolu
Türkçesi özellikleri bulunan) eserlerdir.
Şeyh Ali b. Muhammed’in
1303’te istinsah ettiği Behcetü’l-Hada’ik
(vaaz kitabıdır, Anadolu’da yazılmış ilk Türkçe eser olarak da kabul edilir),
11. yüzyıl Türkçesi ile 13. yüzyıl Türkçesi arasında köprü vazifesi gören
değerli bir eserdir.
Ünite 5
12-13 yüzyıllar Batı
Türk Edebiyatı: Anadolu’da Gelişen Tasavvufi Edebiyat
Selçukluların Moğol baskısı altında güç kaybetmeleri Anadolu
halkını uzun yıllar sıkıntılar içinde bırakmıştır. Bu dönemde Mevlana,
Sühreverdi, Ahi Evren, İbn Arabi ve Sadreddin Konevi gibi mutasavvıflar Anadolu’da
tasavvufu yaygınlaştırmışlardır. Bunların yanında Horasan’dan gelen Yesevi
dervişleri de tasavvufun yanı sıra ilahi aşkın huzuru ile halkı rahatlatmaya
çalışmışlardır.
Mevlana Celaleddin-i
Rumî
Ataları Belh şehrinde yaşamaktaydı. Babası Hüseyin oğlu
Sultanu’l-Ulema Bahaeddin Muhammed, şehrin tanınmış âlim ve ariflerindendi.
Mevlana’nın asıl adı Muhammed’dir. Lakabı Celaleddin’dir. Bugün İran ve
Pakistan çevresinde Mevlevi, Batı’da ise Rûmî ismiyle anılmaktadır.
Belh şehrinde siyasi istikrar bozulunca Bahaeddin Veled 1219
yılında ailesiyle birlikte şehirden ayrılır. Önce Nişabur’a gelen Bahaeddin
Veled, burada Attar ile görüşür. Bağdat’e vardıktan sonra hac için Hicaz’a
geçer. Hicaz’dan Şam yoluyla önce Malatya sonra Erzincan, sonra da Larende’ye
(Karaman) gelmiş ve yedi yıl burada kalmıştır. Larende’de kaldıkları süre
zarfında Mevlana’nın annesi Mümine Hatun ve ağabeyi Alaeddin Muhammed vefat
ederler. Mevlana burada Semerkantlı Lala Şerefeddin’in kızı Gevher Hatun’la
evlenir (1225).
1228’de Karaman’a gelen Bahaedin Veled Altuniye medresesinde
hocalık yaptı. 1231 yılında vefat etti.
İlk eğitimini babasından alan Mevlana tasavvuf çevrelerinden
pek çok mutasavvıf ile görüşmüş ve dersler almıştır. Arapça ve lugatla ilgili
ilimler başta olmak üzere, fıkıh, hadis ve tefsir gibi ilimlerde zamanının önde
gelen âlimlerindendi. Babası öldüğünde 24 yaşında olan Mevlana, medresede
hocalık yapmaya başlar. Bahaeddin Veled’in öğrencilerinden olan Seyyid
Burhaneddin Tirmizi, Mevlana’ya tasavvufla ilgili bilgiler vermiş ve düşünce
dünyasının şekillenmesinde ona yardımcı olmuştur. Tirmizi’nin ölümünden sonra
Mevlana, içine kapanarak çevresinden uzaklaşmıştır. Mevlana’nın bu sükûtu 1244
yılında Tebrizli Şems’le
karşılaşıncaya kadar devam etti.
Şems’le karşılaştıktan sonra zamanını sadece onunla
geçirmeye başladı. Bu durum müridleri ve öğrencileri arasında rahatsızlığa yol
açtı. Cemaatin serzenişinden rahatsız olan Şems, 1246 yılında Konya’dan
ayrıldı. Şems’in gidişi Mevlana’nın yine içine kapanmasına neden oldu. Şems’in
gidişine sebep olanlar yaptıklarından pişman olup duruma çare aradılar. Mevlana’nın
oğlu Sultan Veled, Şems’i bulmak üzere yola çıkar ve yanında Şems’le birlikte geri
döner. Ancak beraberlik uzun sürmedi. Ağırlıkla Mevlana’nın ortanca oğlunun
nefretinden vesile, Şems bu defa temelli olarak Konya’dan ayrıldı. Mevlana
aramaya çıktıysa da Şems’den ne bir haber ne de iz bulabilmiştir.
Şems’ten ayrılmış olmanın verdiği kederle şiire dönen
Mevlana 48 bin beyitlik Divan-ı Kebir’i
yazmaya başlar. Şems’e olan sevgisinden vesile Şems ve Hâmûş mahlaslarını
kullanır. Divanı, Şemse izafeten Divan-ı
Şems adı ile anılır.
Üzüntü içindeki Mevlana kendine naib ve halife olarak
Konyalı Şeyh Selahaddin’i seçti. On yıl onunla bir arada kaldı. Oğlu Sultan
Veled’i, Şeyh’in kızı Fatıma Hatun’la evlendirdi. Şeyh’in 1258’de vefatından
sonra Ahi-Türkoğlu Hüsameddin Hasan onun hemdemi ve halifesi olarak kabul gördü.
Hüsameddin Çelebi’nin ısrarıyla müritlerine sülük adabını
öğretmek amacıyla Mesnevi’yi yazdı. Mevlana, Hüsamettin Çelebi’ye ithaf ettiği eserini Hüsaminame diye adlandırmıştır.
17 Aralık 1273’te vefat etti. Yerine Hüsamettin Çelebi
geçti. Mevlevi tarikatının ilk şeyhi olan Hüsamettin Çelebi 1284 yılında vefat
etti. Yerine Sultan Veled geçti.
Edebi Kişiliği
Eserlerinde ağırlıkla tasavvufi konuları ele alır. Vahdet-i
Vücut (=varlığın birliği) ve ilahi aşk konularını geniş olarak ele alır. İnsanın
kazanacağı erdemlerle insan-ı kâmil mertebesine ulaşacağını belirtir. İçeriğe
biçimden daha çok dikkat eden Mevlana’nın terci-i bendinin bentlerindeki beyit
sayıları birbirini tutmaz. Şiirlerini özünden hissederek söyler. Dönemin edebi
geleneğinden farklı olarak konularını serbestçe işlemiştir. Mısraların ortada
ve sonra kafiyelenerek bir beytin dört mısra haline getirilmesinin ilk
örnekleri Mevlana’ya aittir. Mevlana’nın eserlerini kaplayan aşk ve vecdin daha
önceki örneklerini Ahmed-i Gazali (öl. 1123-24), Sena’î (öl. 1131) ve Şeyh
Attar (öl. 1220?) dile getirmişlerdir. Mevlana, eserlerinde Sena’î ve Attar’ı
anmıştır.
Saz başlarındaki edebi girişler dışında konuşma diline yakın
açıklıkta yazmıştır.
Üslubu Horasan üslubu veya Türkistan tarzı diye bilinen
Horasan ve Maverahünnehir şairlerinin üslubunun özelliklerini taşır. Dil
özellikleri muhteva anlam zenginliği bakımından İran üslubuyla buluştuğu ortak
noktalar da vardır.
Çok iyi bildiği edebi geleneği pek önemsememiştir.
Kullanılmayan sözcük ve tabirler onun şiirlerinde yer bulmuştur. Şiirin, kafiye
ve veznin kayıtlarından rahatsız olduğunu kendisi bizzat dile getirmiştir. Kendi
ifadesiyle filozof ve şair de değildir.
Eserleri
Divan-ı Kebir
Gazel, Tercî ve rubailerden oluşur. Şiirlerin büyük kısmı
Şems’e duyulan sevgi ve özlemin terennümüdür (eseri, Külliyat-ı Şems adıyla da anılır). Eserde ayrıca, Selahaddin Zerkub
ve Hüsameddin Çelebi için söylenmiş şiirlerde yer alır.
Eserin tenkitli ilk yayımı B. Furuzanfer tarafından
Külliyat-ı Şems ya Divan-ı Kebir adıyla yapılmıştır.
Mesnevi
Mesnevîhân: Mesneviyi hatmedip icazet aldıktan sonra okuyup
açıklayan kimselere denir. Yaklaşık 24 bin beyittir. Hatimesini Sultan Veled
yazmıştır. İkinci cildin ilk beyitlerinde Mevlana, Mesnevi’ye 13 Mayıs 1264
günü başladığını belirtmiştir. Genelinde didaktik bir eserdir. Kaynak olarak
Kur’an-ı Kerim’e dayanan Mesnevi’de konunun akışına göre Kelile ve Dimne ile
Mantıku’t-Tayr’dan hikâyelere yer verilmiş, Hâkim Senaî’nin Hadikatü’l-Hakika’sından
yararlanılmıştır.
Mevlana hikâyelerini doğrudan değil başka hikâyelerle iç içe
anlatır. Türk edebiyatında etkisi en güçlü eserdir. Mevlana’nın ölümünde
yıl sonra Gülşehri, Mesnevi’den hikâyeler alarak şerh etmiştir.
Süruri (Hacimli
bir şerhi vardır, Farsçadır. öl. 1562), sudi,
Şem’î,İsmail Rüsuhi Dede [Ankaravî] (öl. 1631), Yusuf Dede (Ankaravî’yi özetlemiştir, dili Arapçadır. öl. 1669), Nahifi (Eseri manzum tercümedir. öl.
1738), Şakir Mehmed (Eseri manzum
tercümedir. öl. 1836), Mehmed Murad
(öl. 1847), Osmanlı döneminde Mesnevi’yi tercüme veya şerh etmişlerdir.
Mevlana ve eserleri üzerindeki bu ilgi ve dikkat tasavvuf ve
tasavvufi konuların sürekli olarak güncel kalmasında etkili olmuştur.
Fihi Ma Fih
Onun içindeki odur veya ne varsa onda var anlamlarına gelen
bu eser Mevlana’nın sohbetlerinde sorulan sorulara verdiği cevapları içerir.
Sultan Veled ve ona bağlı kimselerin Mevlana’nın sohbetlerinde tuttukları
notlardan derlenmiştir. Eser, Anadolu’da vâkıat türünün ilk örneğidir. Bahaeddin
Veled’in Mâ’arif ve Şems’in Makalat adlı eserlerinden izler
taşımaktadır.
Vâkıat (= ders notları)
Meclis-i Seb’a
Mevlana’nın yedi vaazının yakın çevresi tarafından bir araya
getirilmesi sonucu ortaya çıkmış bir eserdir. Her vaazda bir hadis çeşitli
örnekler ve hikâyeler ile açıklanmıştır.
Mektubat
Dönemin devlet adamları, dostları ve oğullarıyla olan
mektuplaşmalarını içerir. Kitapta yer alan 150 kadar mektupta Mevlana’nın
insanlara öğütler verdiği ve hayra teşvik ettiği görülür.
Mülemmaları ve Türkçe Şiirleri
Hasibe Mazıoğlu
tarafından topluca yayımlanmışlardır. Eserden anladığımız kadarıyla Türk
edebiyatında musammat şiir yazan ilk şair de Mevlana’dır.
Mevlana ve
Eserlerinin Türk Edebiyatındaki Yeri
Mevlana’nın şahsına ve eserlerine hayranlık ilk olarak Şeyyad İsa’nın eserlerinde karşımıza
çıkar. Ahval-i Kıyamet adlı
mesnevisinde Mevlana başta olmak üzere Sultan Veled ile Arif ve Abid Çelebi’lere
yer vermiştir. Yunus Emre ve Gülşehri ve Elvan Çelebi de Mevlana’ya şiirlerinde yer vererek onu övmüşlerdir.
Kastamonulu Şazi, Kirdeci Ali, İzzetoğlu, Yazıcıoğlu Mehmed,
Hüdayi, Baki, Ahmet Paşa, Şeyhülislam Yahya, Nef’î, Şeyh Galip, Âşık Paşa,
eserlerinde Mevlana’yı anmış veya şiirlerini / hikâyelerini kullanmışlardır.
Âşık Paşa Garib-name’sindeki bir hikâyeyi Mesnevi’den
almıştır.
Mu’înî, Sultan
II. Murad devrinde Mesnevi’nin bir cildini tercüme ve şerh etmiştir.
İleri yıllarda Mevlana’nın yanı sıra Mevlevi şairleri
hakkında da eserler ortaya çıktı. Sakıb
Dede (öl. 1732) Mevlevi şairleri tanıtmak amacıyla Sefine-i Mevleviye, Esrar
Dede (öl. 1796) Tezkire-i Şu’arâ-yı
Mevleviye adlı eserlere imza atmışlardır.
Vasıf Efendi’nin Mecmua-i Medayih-i Mevlana adlı eseri
600 kadar şair hakkında bilgi vermektedir (Osmanlı
Şiirinde Mevlana Övgüleri ve Mevlevilik Unsurları adıyla 2009 yılında
yayınlanmıştır).
Sultan Veled
Eserlerini Farsça yazmakla beraber Türkçe şiirleri de
vardır. Mevleviliği sistemli tarikat haline getirmiştir. Tarikatın ilk
şeyhi Hüsameddin Çelebi’dir, 1284’te vefat etmesinden sonra yerine Sultan Veled
geçmiştir.
Mevlevilik başta Bursa ve Edirne olmak üzere Osmanlı devleti
içerisinde hızla yayılmış, kimi padişahların yardım ve desteğini görmüştür.
Sultan Veled, az sayıda da olsa gerçek manada Türkçe
gazel yazan ilk şairdir. Divan, İbtida-name, Rebab-name, İntiha-name adlı
mesnevileri ile nesir olarak yazdığı Ma’arif
olmak üzere beş eseri vardır.
Ahmed Fakîh
Türk Edebiyatı’nda aynı birkaç şair vardır. Bunların ilki
Konya’da yaşamış ve 1221 yılında vefat etmiş olan Hoca Fakîh / Fakîh Ahmed’dir.
İkincisi Bahaeddin Veled’in öğrencisi olan, 1251 yılında ölen
Ahmed Fakîh’dir. Fuad Köprülü, Mecdut Mansuroğlu ve Hasibe Mazıoğlu, Çarh-name’nin
şairi olarak 1251’de ölen Ahmed Fakîh’i nazarı dikkate alırlar. Bunlardan başka
14. Yüzyılda yaşamış iki ayrı Ahmed Fakîh daha vardır. Son yıllarda yapılan
araştırmalar Çarh-name ve Mesacidi’ş-Şerife’nin 14. yüzyılda yaşamış
olan Ahmed Fakîh’e ait olduğu yönündedir.
Çarh-name
Eğirdirli Hacı Kemal’in Cami’ü’n-Nezair adlı nazire
mecmuasında yer alan, kaside nazım şekli ile yazılmış 83 beyti elimize ulaşan
eksik bir manzum eserdir. Mefâ’îlün mefâ’îlün fe’ûlün vezni ile yazılmıştır.
Kitabu Evsafı Mesacidi’ş-Şerife
Eserin aslı Londra’da British Museum’dadır. Hasibe Mazıoğlu
tarafından yayımlanmıştır. 347 beyitlik küçük bir mesnevidir. Mefâ’îlün mefâ’îlün
fe’ûlün vezni ile yazılmıştır. Hece vezni ile yazılmış dörtlükleri de vardır.
Yapı bakımından Kutadgu Bilig’e benzer. Anadolu’da yazılmış
ilk Türkçe mesnevidir. Dil yönünden anlaşılır, açık ve sadedir. Peygamber’in
Medine’ye hicreti, Mekke ve Kâbe gibi dini konulara yer verir. İçerik yönünden
bir çeşit seyahatname sayılabilir.
Dindışı Klasik Türk
Şiiri
Sultanların sazlı, şaraplı eğlence meclisleri olurdu. Bu
meclislerde bulunan kimseler için söylenen şiirler ayrı bir şiir kolu olarak
ele alınır.
Hoca Dehhani
Selçuklular döneminde sarayda bulunmuştur. Elimize ulaşan
tek kasidesine göre Horasan’dan Anadolu’ya gelmiştir. III Alaeddin Keykubat
döneminde sarayda bulunmuştur. Sultan tarafından Selçuklu şeh-namesi yazmakla
görevlendirilmiştir.
Şiirlerinden anlaşıldığı kadarıyla sanat yönü ağır basan şair
Farsçayı ve Fars edebiyatını iyi bilmektedir. İran
şiirinin edebi sanatlarını ve mazmunlarını Türk şiirinde kullanarak divan
şiirimizin temelini atmıştır.
Kasidesi baharı anlatan nesip ile başlar. Bu kısım 12
beyittir. Akabinde övgülere, sonrasında da Horasan’a gitmek istediğinden söz
ettiği beyitlere yer verir. Padişaha dua ile esere devam eder. Mefâ’îlün mefâ’îlün
mefâ’îlün vezniyle yazdığı kasidesinde fiilleri çok kullanır. Bu durum şiirine
hareket kazandırır. Dehhani için örnek kahraman Hazreti Ali’dir. Edebiyat
dünyasına Fuad Köprülü tarafından tanıtılmıştır. Şiirlerinde farklı vezinleri
kullanan Dehhani, Farsça tamlamalara da çokça yer vermiştir. Devrinde dil
yönünden kendisine en yakın şair Gülşehri’dir.
Kasidesi de dahil olmak üzere elimize kalan eserlerinin
toplamı 94’tür. Bununla beraber Hoca Dehhani, divan şiirinin sınırlarını
belirlemiş ve divan edebiyatı şairlerinin pek çoğunu etkilemiştir.
Ünite 6
Harezm-Altın Ordu
Türkçesi ve Edebiyatı
Harezm ve Tarihi
Harezm, Arap tarihçileri tarafından bugün Özbekistan - Türkmenistan
sınırında kalan Cayhun Irmağı’nın Aral Gölü’ne döküldüğü bölgeye verdikleri
isimdir. Verimli toprakları nedeniyle tarih boyunca çeşitli halkların
yerleşiminde kalan Harezm bölgesi, savunulması kolay bir coğrafyada bulunduğu
için bağlı bulunduğu devlete başkaldırarak özerk yapıda varlığını sürdürmüştür.
Herodot’un verdiği bilgilere göre Harezm bölgesinde yaşayan
halkın merkezi (başkenti) Horasmia’dır (Horasmia =/ Harezm). Harezm ibaresi 13.
yüzyıla kadar Ceyhun Nehri’nin sağ tarafında kalan Kat şehrini tanımlamıştır.
Nehrin sol yakasındaki bölgeye Gürgenç (Arapça: Curcaniya, Türkçe: Ürgenç,
Köhne Ürgenç) denirdi. Bu şehir Araplar tarafından Türk Kapısı olarak anılırdı.
Harezmşah, bu bölgeye hakim olanlara verilen unvandır.
Harezm’de Persler zamanından başlayıp 995 yılına dek ayakta kalan hanedan
Afrigoğulları’dır. Bu devre ait Harezm dilinin Avesta, Soğd, Yagnob ve Oset
dilleri gibi doğu İran dili olduğu bilinmektedir.
Ticaret merkezi olan Harezm, gerek ticaret gerekse arna ve
yab denilen sulama sistemiyle ilerlettikleri tarım nedeniyle oldukça zengin bir
bölgeydi.
Harezm bölgesi 717 yılında Emeviler tarafından ele
geçirildi. 995 yılında Samanoğulları, Gürgenç’i ele geçirdi. Kat bölgesini de
ele geçiren Samanoğulları, Afrigoğulları’nın son temsilcisini de öldürerek
başkenti Gürgenç olan yeni bir hanedanlık kurdular.
10. yüzyılda bu bölgede Türklerin varlığı belirginleşmeye
başlar.
1017 yılında bölge Gazneliler’in eline geçti. Bu tarihten
sonra uzun süre siyasi karışıklıklar yaşandı. Kargaşa döneminde etnik yapı
Türklerin lehinde gelişme gösterdi. Bölge Selçukluların idaresine girdikten
sonra Sultan Melikşah zamanında Anuştigin,
Harezm mutasarrıfı ve valisi olarak tayin edilmiştir. Harezm bölgesi bu dönemde
Türkleşmesini tamamlamıştır. İdare ve ordunun Türkleştiği bu dönemde yazı dili
henüz Türkçeleşmemiştir. Türkçe, Kutbüddin
Muhammed ile başlayan son Harezmşahlar döneminde yazı dili olabilmiştir.
Anuştigin Garçai,
Reşidüddin’in Cami’ü’l-Tevarih’ine göre Oğuzların Begdili boyuna mensuptur.
Anuştigin’in oğlu Kutbüddin
Muhammed’in Harezmşah tayin edildikten sonra Harezm en parlak devrini
yaşamıştır (1097). 1231 yılına kadar sürecek olan Harezmşahlar hanedanının
temeli atılmış olur.
Atsız (1127-1156) devrinde yarı özerk bir devlet haline
gelen Harezm, İl Aslan (1156-1172) ve Alaeddin Tekiş (1172-1200) zamanında
güçlenip gelişmiş, Alaeddin Muhammed (1200-1220) devrinde imparatorluk olmuşken
Celaleddin Muhammed’in (1220-1231) kötü idaresi sonucu Moğol güçleri karşısında
mağlup olmuştur.
Cengiz Han’ın oğlu Cuci’nin payına kalan Harezm’in yönetimi,
14. Yüzyılda Kongrat Türklerine geçer. 1373 yılında Timur, bölgeyi
yağmalamıştır. Timur’un ölümünden sonra Özbekler (Şeybaniler) Harezm’i işgal
etmiştir. 16. yüzyıldan sonra Harezm gerileme devresine girer. 17. yüzyılda Kalmuk
saldırıları ticari hayatı zayıflatmıştır. 1873 yılında Ruslar bölgeyi kontrol
altına almışlardır. Bolşevik ihtilalinden sonra 1920 yılında Hanlık tamamen ortadan
kalktı ve Harezm Halk Cumhuriyeti kuruldu. 1921 yılında Harezm Sosyalist
Cumhuriyeti kuruldu. 1924 yılında Hive Hanlığı’nın doğusu Özbekistan’a, batısı
ise Türkmenistan’a bırakılmıştır.
Harezm Türkçesi
Harezm Türkçesi, Türk dilinin doğu kolunu teşkil eden
Karahanlı (Hakaniye) Türkçesi temelinde, güneydoğu kolunu teşkil eden Oğuz
Türkçesi ve kuzeybatı kolunu teşkil eden Kıpçak Türkçesinin bu bölgede karışıp
kaynaşmasından oluşan Türkçeye verilen addır. Bölgenin etnik zenginliğinden
dolayı Harezm Türkçesi karma bir dil yapısına sahiptir.
Ali Şir Nevai’nin
Mecalisü’n-Nefais adlı eserinde Hüseyn Harezmi’nin, Kaside-i Bürde’ye Harezm Türkçesinde
şerh yazdığını belirtmesi nedeniyle Harezm Türkçesi, Türkçenin belli bir dönemi
için ad olarak kullanılır.
Harezmli birçok şair ve bilginin 14. yüzyılda Altınordu’ya
göç etmesiyle Türk yazı dili bu bölgeye de ulaşmıştır. Çok geniş bir sahada
kullanılan bu dil birlik sağlayamamış ve Timurlular devrinde yerini Çağatay
Türkçesine bırakmıştır.
Fuat Köprülü, Türkistan, Horasan, Harezm ve Altınordu’da
yazılmış bütün eserleri Çağatay Türkçesi başlığı altında ele alır. 13 ve 14. Yüzyıllardaki
edebi verimleri bu dilin gelişme evresi içerisinde değerlendirir.
Fuat Köprülü’ye göre ilk Çağatay devri eserleri:
Hüsrev ü Şirin, Muhabbet-name, Cumcuma-name, Ali’nin Kıssa-i Yusuf’u, Rabguzi’nin Kısasü’l-Enbiya’sı,
Mu’inü’l-Mürid ve Nehcü’l-Feradis.
V.V. Barthold,
Harezm ve Altınordu Türkçelerinin Çağatay Türkçesine geçiş devresi teşkil
ettiğini dile getirmiştir.
A.N. Samoyloviç,
Orta-Asya edebi dilini üç döneme ayırır: Harezm Türkçesine Oğuz-Kıpçak Türkçesi
adını vermektedir.
Kaşgar merkezli Karahanlı ve Hakaniye Türkçesini 1. Dönem
(11 ve 12. yüzyıllar),
Harezm merkez olmak üzere Seyhun’un aşağı kıyıları
Oğuz-Kıpçak dönemi (13 ve 14. yüzyıllar),
Timur’dan sonra Çağatay bölgesinde başlayan Çağatayca dönemi
(15 ve 20. yüzyıl başları). A. Caferoğlu’da
müşterek orta Asya Türkçesini üç devreye ayırır: Karahanlılar devrinden
itibaren Kaşgar şivesi etrafına gelişen Hakaniye Türkçesi, Harezm bölgesinde
gelişen Harezm (Altınordu) Türkçesi ve Çağatay Türkçesi.
Harezm Türkçesi
Eserleri
Zemahşeri ve Mukaddimetü’l-Edeb’i
Mukaddimetü’l-Edeb,
ünlü tefsir ve lügat âlimi Mahmud bin
Ömer ez-Zemahşeri tarafından yazılıp Atsız
bin Muhammed bin Anuştigin’e sunulmuştur.
1127 yılında Harezmşah ilan edilen Atsız, devrin ilim dili
olan Arapçaya ilgi duymuş ve Zemahşeri’den bir sözlük hazırlamasını istemiştir.
Mukaddimetü’l-Edeb’in
1127-1144 yılları arasında yazıldığı bilinmektedir. Eser, Arapça öğretmeyi
amaçlayan kısa cümlelerden oluşan pratik bir sözlüktür.
Alfabetik düzeni olmayan sözlük isimler, fiiller, harfler
(edatlar), isim çekimleri ve fiil çekimleri olmak üzere beş bölümden
oluşmaktadır. Fiiller bölümü eserin ¾’ünü oluşturmaktadır.
Hapaks / Hapax =
Bir eserde sadece bir defa kullanılmış (kelime) veya tek bir kelimede görülen
şekil.
Hapaks durumundaki pek çok kelimenin yer aldığı Mukaddimetü’l-Edeb, bu yönüyle Divanü Lugati’t-Türk’ten sonra Orta
Türkçe döneminin en zengin kelime hazinesini içine alan bir sözlüktür.
Mukaddimetü’l-Edeb’in
Harezm Türkçesi ile yazılmış yirmi nüshası vardır. 1257 tarihli Yozgat nüshası
bilinen en eski kopyadır.
Rabguzi ve Kısasü’l-Enbiya’sı
Rabguzi, Oğuzlarla meskûn ribat adlı bir yere mensuptur. Kervansaray
anlamında bir terim olan ribat’ın Seyhun kıyılarındaki Cend şehri olduğu tahmin
edilmektedir (Çirik Ribat = Cen yakınlarında anlamına gelmektedir).
Kısasü’l-Enbiya,
1310 yılında tamamlanmış ve Nasırüddin
Tok Buga’ya sunulmuştur.
Eserde 484 dize tutan 43 Türkçe şiir bulunmaktadır. Eserdeki
manzum parçalar çoğunlukla kaside biçiminde yazılmıştır. Bu şiirlerin bir kısmı
Arapçadan satır-arası tercümedir. Burçlarla ilgili bir manzum Kutadgu Bilig’teki
benzer içerikli bir parçayla benzerlik gösterir. Manzumelerin önemli bir
özelliği de mani-tuyuğ şeklinde dörtlükler biçiminde olmasıdır. Eserin
genelinde aruz ölçüsü kullanılmakla beraber pek çok aruz hatası mevcuttur. Şiirlerde
hece ölçüsünü takip etmek daha kolaydır. Eserin bilinen on bir nüshası vardır.
İslam ve Mu’inü’l-Mürid’i
Eserin 1313 tarihinde yazıldığı bilinmektedir. Eserin müellifiyle
ilgili fikir ayrılıkları vardır. Dini ve tasavvufi konuların ele alındığı
didaktik bir eserdir. Fe’ûlün fe’ûlün fe’ûlün fe’ûl vezninde yazılmıştır. Bilinen
tek nüshası Bursa Orhan Kütüphanesi’ndedir. Tamamı 26 varak olan bu nüshanın
her sayfasında 16-17 satır vardır.
Kerderli Mahmud b.
Ali ve Nehcü’l-Feradis’i
Nehcü’l-Feradis, 1358 yılında Saray’da yazılmış olduğu
düşünülen, kırk hadis tercümesi bir eseridir. Dört bölümden müteşekkil eserde
aynı konuyla ilgili hadisler onar onar ele alınmıştır. Kırk hadis türündeki ilk
Türkçe eserdir. Harezm dilinin özelliklerini tespitte başvurulan önemli bir
kaynaktır. Bilinen dokuz nüshası vardır.
Harezm / Altınordu Türkçe
Eserleri
Kutb ve Hüsrev ü Şirin’i
Nizami’nin Hüsrev ü Şirin adlı mesnevisini ilk defa Türkçeye
çeviren şair Kutb’dur. Eser, 14. yüzyılda yazılmıştır. Birebir çeviri değildir.
Kutb kendi şairliğini çevirisinde göstermiştir. Kutb, esere farklı tarihi ve
sosyal ilişkileri dahil ederek Altınordu halkına uygun şekle sokmuştur. Eserin
dili dikkate alındığında Kutb’un menşeinin Maverahünnehir olduğu düşünülmekte
(F. Köprülü ve Eckmann bu görüşte).
Altınordu sahasının ilk edebi metni olan eserin bilinen tek
nüshası Paris’tedir (Kıpçak kökenli Berke Fakih tarafından İskenderiye’de Altın
Boga adına istinsah edilmiştir).
Harezmi ve Muhabbet-name’si
Sir Derya’da Muhammed
Hace Beg’in Sıgnak’taki sarayında
1353’te yazılmış. Sevgi ve sevginin güzelliği içerikli Muhabbet-name’de bazı bölümler Farsçadır. Biri Uygur harfleriyle
olmak üzere dört nüshası vardır.
Hüsam Katib ve Dasitan-ı Cumcuma’sı
Hüsam Katib’in yazdığı eserin edebi kaygısı yoktur. 1369
yılında geniş halk kitleleri için yazılmış dini içerikli lirik bir mesnevidir. Attar’ın
aynı isimli eserinin tercümesidir. Cennet ve Cehennem konularını daha ayrıntılı
incelediği bölümler nedeniyle asıl metinden ayrılır.
Altınordu sahasında yetişmiş birinin eseri olması bakımından
edebiyat tarihinde önemli bir yeri vardır (F. Köprülü için bu konu önemli).
Mirac-name
Dil, içerik ve üslup bakımından Nehcü’l-Feradis’e benzeyen
anonim bir eserdir. Uygur harfleriyle yazılmış tek nüshası Paris’tedir. Bu
nüsha, 1436 yılında Malik Bahşı tarafından Herat’ta istinsah edilmiştir. Eserin
Arap harfleriyle Çağatayca’ya tercüme edilmiş nüshası Süleymaniye Kütüphanesi’ndedir.
Ünite 7
12-13. yüzyıllar Batı
Türk Edebiyatı: Metinler
Mevlana’nın Türkçe ve
Farsça-Türkçe Metinleri
Mevlana’nın Türkçe Beyitlerinden
Örnekler
اوصك واريسه
اى غافل الداغماغل زنهار ماله
mala zinhar aldanmagıl gafil iy saı-Ussun
var
قاله كيرو اول كيدرسين قويوب سن كه يه نسنه شول
Şol nesneye ki sen koyup gidersin ol girü kala
[müstef’ilün müstef’ilün müstef’ilün müstef’ilün]
Ey gafil, aklın varsa geride bırakıp gideceğin (dünya)
mal(ın)a sakın aldanma.
لر پايلاشه واروب لرآندن آغلاشه دملكه بر
Bir demliğe ağlaşalar andan varup paylaşalar
كوله كوله لر دونه تز كومشوب چوقوره سف
Seni çukura gömişüp
tiz döneler güle güle
[müstef’ilün müstef’ilün müstef’ilün müstef’ilün]
(Bunlar senin ölümüne) bir anlık ağlarlar sonra seni mezara
gömüp (senin bıraktığın) malını bir an önce paylaşmak için gülerek dönerler.
Mevlana’nın
Farsça-Türkçe Mülemma Beyitlerinden Örnekler
مد ميد در بمن ليكن كجا شعر كجا من
Men küca şi’r kuca likin be-men der midemed
كيمسن هى كويدم آيد كه كى تر يكى آن
An yeki Türki ki ayed guyedem hey kimsen
[fa’ilatün fa’ilatün fa’ilatün fa’ilün]
Şiir nerede, ben neredeyim, şiirden uzaktayım. Lakin bana
şair diyorlar. Türk’ün biri geldi bana “hey sen kimsin” dedi.
Mevlana’nın Türkçe
Bir Manzumesi
ياووز يوقسه ش قاريندا كيدر اكر
Eger geydür karındaş yoksa yavuz
قيلاووز بودر سكا يولده اوزك
Özün yolda sana budur kılavuz
اوكوشدر قورتلر طوت برق جوبانى
Çubanı berk tut kurtlar üküşdür
قوز قارا قاراقوزم مندن ايشيت
İşit menden kara kuzum kara koz
تورك وكر رومسن وكر طاتسن اكر
Eger Tatsen ve ger Rumsen ve ger Türk
بياموز زبانرا بى زبان
Zeban-ı bi-zeban-ra beyanımuz
Mesnevi’nin İlk Üç
Beyti ve Türkçe Çevirisi
كندبشنو
اين نى چون حكايت
مى
Bişnev in ney çün hikâyet mîküned
[Dinle, bu ney neler hikâyet eder]
از جدايىها شكايت مىكند
Ez cüdâyîhâ şikâyet mîküned
[ayrılıklardan nasıl şikâyet eder]
كز نيستان تا مرا ببريدهاند
Kez neyistân tâ merâ bübrîdeend
[Beni kamışlıktan kestiklerinden beri feryâdımdan]
در نفيرم مرد و زن ناليدهاند
Ez nefîrem merd ü zen nâlîdeend
[erkek ve kadın müteessir olmakta ve inlemektedir]
سينه خواهم شرحه شرحه از فراق
Sîne hâhem şerha şerha ez firâk
[İştiyâk derdini şerhedebilmem için]
تا بگويم شرح درد اشتياق
Tâ bigûyem şerh-i derd-i iştiyâk
[ayrılık acılarıyle şerha şerhâ olmuş bir kalb isterim]
Sultan Veled’in Türkçe
Manzumeleri
Senün yüzün güneşdür yoksa aydur
Canum aldı gözün dakı ne aydur
[Senin yüzün güneş ya da ay mıdır? Canımı alan gözün daha ne
söyler]
Benüm iki gözüm bilgil canumsun
Beni cansuz koyasın sen bu keydür
[İki gözüm (iyi) bil ki benim canımsın; beni cansız koyman
benim için çok iyidir]
Hoca Dehhani’nin
Şiirlerinden Seçmeler
Sun ey saki güle güle bize ol rah-ı reyhanı
Ki gül yine bezemişdür bugün sahn-ı gülistanı
[Ey saki, bize gülerek o fesleğen (=güzel) kokulu şarabı
sun; çünkü gül, bugün gül bahçesini yine süslemiştir]
Cemal-i sureti Leyli güle güle mi virdi Mecnun’dur
Ki bülbül göge irürdi bu dem derdinden efganı
[Leyla, yüz güzelliğini güle mi verdi? (o yüzden) Bülbül
şimdi Mecnun (gibi) olup derdinden feryadını gökyüzüne ulaştırdı]
(Kitap bitti)
Siz mi hazırladınız özeti? Gerçekten çok faydalı bir çalışma olmuş. Teşekkürler. emeğinize sağlık
YanıtlaSilÖzetleri ben hazırladım (bir ara bu derslerden sorumluydum)
YanıtlaSiladamsın
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim, yararlandım.
YanıtlaSil