TÜRK HALK
ŞİİRİ
Ünite
1
Türk Halk Şiirinin Kökeni
Gelişimi ve Genel Özellikleri
Halk Şiiri
Türklerin tarih boyunca ket ettikleri coğrafyaya paralel
olarak şiirinde de farklı renkler motifler gözlemlenmektedir.
Farklı dönemlerde yazılmış şiirlerin içeriğinde görülen
farklılıklara rağmen şiirin biçimi özgünlüğünü korumuştur. Ölçü, kafiye
ve nazım birimleri yüzyıllardır süregelen değişmeyen yapılardır.
Halk şiirimizi İslamiyet’ten öncesi ve İslamiyet’ten sonrası
olmak üzere iki dönemde ele alıyoruz.
İslamiyet’ten sonraki halk şiiri kendi içinde üç alt
kategoriye ayrılır:
A)
Anonim halk şiiri
B)
Dinî-tasavvufî halk şiiri
C)
Âşık edebiyatı
Halk şiirinde aşk, ölüm, ayrılık, gurbet, sevgi, sevgili,
vefa gibi temaların ifade biçimi, şiirde kullanılan simge ve imajlar, ortak
kültürel mirastan beslenmektedir.
Mani, türkü, ağıt, ninni, tekerleme ve bilmeceler anonim
halk şiiri başlığı altında karşımıza çıkan nazım türleridir.
Dinî-tasavvufî halk şiiri vezin, kafiye, dil ve üslup
özellikleri açısından İslamiyet’ten önceki Türk şiirinin etkisindedir.
Ahmet Yesevi ve Yunus Emre gibi çığır açıcı isimler
şiirleriyle bu tarza yeni soluklar getirmişlerdir.
Dinî-tasavvufî halk şiirinin başlıca nazım biçimleri; koşma,
mani, kaside, gazel, mesnevi, murabba, terci-i bend, terkib-i bend, kıt’a,
tuyuğ, müstezad iken nazım türleri ilahi, tevhid, münacaat, na’t, mevlid,
hilye, hikmet, devriye, şathiye’dir.
Âşık şiiri, 15 ve 16. yüzyıllardan itibaren oluşmuş
geleneğin adıdır. Kam ve ozanlara uzanan bu şiir tarzına saz eşlik eder. Koşma,
destan ve mani başlıca nazım şekillerdir. Güzelleme, koçaklama, taşlama, semai,
varsağı ve destan belli başlı nazım türleridir.
Halk Şiirinin Kökeni
Köprülü’ye göre Türk şiirinin kökeni dini törenlerde
aranmalıdır. Şaman, kam, baksı ve ozan dini
törenlerde öne çıkıp saygınlık kazanmışlardır. Kam ve baskıların müzik
eşliğinde okudukları şiirler Türk halk şiirini ilk örnekleri olarak kabul
edilmektedir.
İlk zamanlarda din adamlığı, şairlik, hekimlik, büyücülük ve
müzisyenlik gibi çok sayıda sorumluluğu olan kam, baksı ve ozanlar zamanla
sadece şiir ve müzikle ilgilenmişlerdir.
Bahşı, Uygurlar
başta olmak üzere Türk boylarında âlim ve katip olarak tanınırlar.
Bazı şamanlar şamanlık yeteneğini rüya yoluyla bazılarıysa
usta-çırak ilişkisi içerisinde eğitim yoluyla kazanırlar. Âşıklık ve şamanlık
arasında rüya yoluyla yetenek kazanmak ortaklığı dikkat çekmektedir.
Törenler ve Şiir
Şeylan / Şölen
Oğuz Türklerinin kurban törenlerine şeylan / şölen adı
verilir. Kurban törenleri dini ve sosyal içeriklidir. Şölenlerde kesilen
kurbanın sögük adı verilen parçaları
Oğuz boyları arasında dağıtılır.
Sıgır
Oğuzların av törenlerinin adıdır. Türkler için av hem
ekonomik bir üretim hem de savaş tatbikatıdır. Sıgır törenlerinde şiirin önemli
bir yeri vardır.
Güney Sibirya’da yaşayan Altay, Hakas, Tuva ve Şor Türkleri
sığır törenlerini devam ettirmektedirler.
Yuğ
Eski Türklerde cenaze merasiminin adıdır.
Orhun kitabelerinden öğrendiklerimize göre yuğ törenlerinde yuğcu ve sıgıtçı adı verilen ağıtçıların yer aldığını, törene
katılanların yanlarında altın, misk ve kurbanlık hayvan getirdiklerini,
katılımcıların saçlarını kesip yüzlerini boyadıkları ve ölen kişi için
balbal’ların dikildiğini öğreniyoruz.
Adına tören düzenlenen kişi ya handır ya da kahramanlıklarıyla
ün salmış bir savaşçıdır. Törenlerdeki şiirlerin içeriği de buna paralel olarak
epiktir. Türk halk şiirinin ilk örnekleri olan sagu’lar bu geleneğin ürünleridir (Alper Tunga sagusu muhtemelen
böyle bir törenin ürünüdür).
Yazılı Kaynaklarda Karşımıza
Çıkan İlk Şairler ve Şiirler
Uygur ve Karahanlı dönemlerine ait bazı kaynaklarda
karşımıza çıkan Aprınçur
Tigin, Kül Tarkan, Ki-ki, Pratyaya-Şiri, Asıg Tutung, Çısuya Tutung, Kalım
Keyşi ve Çucu gibi
isimler ilk şairlerden bazılarıdır.
Erken dönem Türk şiirinde yazılı kaynakları günümüze
ulaştığı için Uygur dönemi asıl inceleme sahamızdır.
Uygur Dönemi
Manihesit Uygurlardan kalma şiirler, Mani ve Uygur
alfabeleriyle yazılmışlardır. Sogdca ve bazı İran dillerinden tercüme edilmiş
dini metinler, tövbe duaları, hikâyeler ve aşk şiirlerinden oluşmaktadırlar. Maniheist
Uygurlardan elimize sekiz adet şiir ulaşmıştır. Bunlardan üçü ilahi, ikisi
övgü, biri cehennem tasviri ve biri de aşk şiiridir.
İlahilerden biri olan Tang
Tengri (Tan Tanrısı) adlı şiirde ahenk, mısra tekrarları, aliterasyon ve
kafiyeler kullanılmıştır.
Bir diğer ilahi Mani için yazılmıştır. Tamamı 123 dörtlük
olan şiirin 39/40 dörtlüğü günümüze ulaşmıştır. Mısra başı kafiyenin
kullanıldığı ilahide Mani’nin erdemleri anlatılmıştır.
Şiirlerin ikisi Aprınçur
Tigin’e aittir. Küg olan ilk şiir üç dörtlükten oluşmaktadır. Şairin yedi
dörtlükten oluşan diğer şiiri aşk konuludur.
Budizm’i benimsemiş Uygurlardan günümüze daha fazla şiir
ulaşmıştır. Bunların tamamı dini içeriklidir. Aralarında tercümeler olsa da
çoğunluğu telif eserlerdir. Bu şiirlerde mısra başı kafiye ve aliterasyonlar
dikkat çeker. Anı teg orunlarta (Öyle
yerlerde) ifadesiyle son bulan şiir dikkat çekmektedir. Dini içerikli bu şiirda
ayrıntılı doğa tasvirleri vardır.
Karahanlı Dönemi
Karluk, Çiğil ve Yağma Türklerinden oluşan Karahanlılar
Kaşgar merkez olmak üzere Harezm’i de kapsayan geniş bir coğrafyaya hakim
olmuşlardır. Divanü Lügati’t-Türk ve Atabetü’l-Hakayık bu dönemde kaleme
alınmıştır.
Divanü Lügati’t-Türk,
Türk tarihi, coğrafyası ve edebi verimleri hakkında kıymetli bilgiler
vermektedir. Barsıgan/Barsgan’da dünyaya gelen Kargarlı Mahmud, Türk
coğrafyasında konuşulan dili öğrenebilmek için Çin’den Kırım’a kadar olan
bölgeyi gezmiş, edindiği bilgileri derlemiş ve 1074 yılında eserini
tamamlamıştır. Eserde atasözleri ve şiirlere de yer vermiştir.
Saim Sakaoğlu,
eserdeki şiirleri a) Ağıtlar, b) Destanlar, c) Kahramanlık şiirleri, d) Eğlence
ve av şiirleri, e) Sevgi şiirleri, f) Pastoral şiirler, g) Ahlaki şiirler
şeklinde tasnif etmiştir.
Şiirlerin çoğunda hece ölçüsü kullanılmıştır.
Ağıtlar/Sagular: Divanü Lügati’t-Türk’te biri Alp Er
Tunga’ya diğeri adı bilinmeyen bir kahramana ait olmak üzere iki ağıt vardır. Alp
Er Tunga ağıtında Türklerin yas gelenekleri hakkında bilgiler mevcuttur.
Destanlar: Divanü Lügati’t-Türk’te üç destan örneği
vardır. Bu şiirler, Tangut, Uygur ve Yabakularla yapılan savaşları anlatır.
Kahramanlık Şiirleri:
Toplam dört tanedirler.
Eğlence ve Av
Şiirleri: Bu konuda iki şiir yer alır. Birisi içki meclisini diğeri ise bir
kurt avını anlatır.
Sevgi Şiirleri
Pastoral Şiirler:
Yedi farklı şiir vardır. Şiirlerin konuları yaz ve bahar mevsimleriyle
ilgilidir.
Ahlaki Şiirleri: Toplamda
18 dörtlük olan dört farklı şiir mevcuttur. Şiirlerde babanın oğluna öğütleri
anlatılır.
Divanü Lügati’t-Türk’te
şiirlerin yanı sıra 79 adet beyit yer almaktadır. Beyitlerde kahramanlık,
sevgi, doğa ve ahlak konuları ele alınmıştır.
Halk Şiirinin Temel
Özellikleri
Nazım birimi,
şiirde en küçük anlam bütünlüğü sağlayan dize topluluğu olarak tanımlanır.
Halk şiirinin nazım birimi olan dörtlükler gelenek
temsilcilerince hane olarak
adlandırılır.
Gelenekte tartı
olarak adlandırılan ölçü, hece ve aruz olarak karşımıza çıkar. Halk
şiirimizde en fazla kullanılan ölçü hece ölçüsüdür. Eski dönemlerde vezn-i
benân ve hesab-ı benân olarak adlandırılan hece ölçüsü, Türkçenin dil yapısına
ve karakterine uygun bir ölçü sistemidir.
Aruz ölçüsünde takti olarak bilinen durak, hece ölçüsünde mısraların belli
bölümlere ayrılması anlamına gelir.
Duraklar belli bir kalıba göre değil, şiirin ritmine uygun
olarak belirlenir.
Halk şiirinin erken dönem örneklerinde yedili hece ölçüsü yaygın
olarak kullanılmıştır. Sonraki dönemlerde bu ölçü ağırlıkla manilerde
kullanılmıştır.
Sekizli
hece ölçüsü daha çok semaî ve varsağılarda kullanılmıştır.
On
birli hece ölçüsü en fazla kullanılan hece ölçüsüdür.
Divan şiirinin etkisiyle aruzla söylenmiş halk şiirleri de
mevcuttur. Âşık Ömer, Erzurumlu Emrah, Gevheri, Dertli ve Bayburtlu Zihni gibi şairler;
divan, selis, kalenderi, satranç ve vezn-i âher gibi aruzlu türler
oluşturmuşlardır. Aruzu kullanan şairlerin eğitim seviyeleri aruz için yeterli
olmadığından şiirlerde vezin kusurları fazladır.
Kafiye, şiirde dizelerin sonunda tekrarlanan ve aynı ahengi
veren heceler veya benzeşen sesler olarak tanımlanabilir. Halk şiirinde kafiye
ve redif için ayak sözcüğü
kullanılır.
Eski Türk şiirinde mısra başı kafiye yaygın olarak
kullanılmıştır. Bu kafiye türüne Altay
aliterasyonu adı verilir.
Halk şiiri erken dönemlerde kopuz, dutar, saz gibi çalgılar
eşliğinde irticalen söylendiği için kafiyelerde ses değerleri esas alınmıştır.
Halk şiirinde kafiye genelde tek ses benzerliğine dayalıdır.
Buna yarım kafiye denir. Yarım kafiyenin dışında tam, zengin, tunç ve cinaslı
gibi kafiyelere çok fazla başvurulmaz.
Şiirde kafiyeden sonra yer alan aynı yapı ve göreve sahip
kelime veya eklere redif adı
verilir.
Tema
Aşk başlıca temadır. Dinî-Tasavvufî halk şiirindeki aşk,
ilahi aşkı, âşık şiirlerindeki aşk ise beşeri aşkı temsil eder.
Âşık şiirlerindeki güzelleme, varsağı ve destanlarda doğanın
güzellikleri tema olarak karşımıza çıkar. Doğa teması halk şiirimizde aşkın,
sevginin ve özlemin sunumuna yardımcı olan temaların başında gelir.
Ölüm, en eski şiirlerden bu yana karşımıza çıkan bir
temandır. Halk şiirinde her ölen için ağıt yakılmaz. Ölen kişinin halkın
vicdanını yaralayan bir ölümün ardından ağıt yakılır.
Kahramanlık teması da en eski şiir örneklerinden bu yana
yaygın olarak kullanılagelen temalardan biridir. Köroğlu ve Dadaloğlu’nun en
iyi örneklerini verdiği koçaklamalar, kahramanlık temalı koşmalardır.
Âşık şiirinde taşlama adı verilen şikâyet temalı şiirlerde
insan hayatındaki yanlışlıklar eleştirilir. Atasözlerinin sıklıkla kullanıldığı
bu şiirler eğitim işleviyle dikkat çeker.
Dil ve Üslup
Halk şiirinde kullanılan dil halkın anlayacağı dildir.
Şairler, hitap ettikleri kitleyi dikkate alarak şiir söylerler. Âşık şiirinde
âşıkların yetiştikleri ortamlar ve söyledikleri şiirlerin özellikleri kullandıkları
dile etki eder. Âşıkların atışmalarında kullandıkları dil diğer
zamanlardakinden farklı ve daha zor anlaşılır olabilir.
Atasözü ve deyimler halk şiirinde çok sık kullanılır. Kullanımın
yaygın olmasının bir nedeni şairin yeteneğini göstermek istemesidir.
Halk şairleri yetiştikleri ortamın dil özellikleri
şiirlerine taşıyabilirler. Bu sebeple standart bir dil kullanılmaz.
Halk şiirinde benzetme başta olmak üzere yineleme, telmih,
istiare ve nida gibi anlam ve söz sanatları da kullanılır.
Halk şiirinde şairin şiir söyleme yeteneği, şiirin
söylendiği ortamlar, şiirin söylenme şekli ve dinleyiciler, halk şiirinin dil
ve üslubunu tayin etmektedir.
Ünite
2
Türk Halk Şiirinde Tür ve
Şekil
Halk Şiirinde Nazım Şekli ve
Nazım Türü
Nazım Şekli
Nazım şekli şiirin dış unsurlarıyla alakalıdır.
Şiirlerin kafiye örgüsü, hacim ve nazım birimi açılarından adlandırılmasıdır. Kafiye
örgüsü; şiirdeki mısraların kümeleniş şeklidir. Şiirin hacmi, nazım
birimlerinin sayısıdır. Nazım birimi, mısraların kümelenmesiyle
alakalıdır. Ölçü ise şiirde
mısraların hece sayısı veya ses değerleri açısından denk ve benzer olmasıdır.
Nazım Türü
Halk şiirinde şiirlerin konusuna, ezgisine ve işlevlerine
göre birbirlerinden ayrılmasına nazım türü denir. Nazım türü belirlenirken
şiirin şekil özelliklerinden ziyade içerik ve sunum özelliklerine bakılır.
Şiirler genellikle ezgiyle söylendikleri için nazım türünün belirlenmesinde
ezgisinin de dikkate alındığını görüyoruz. Özellikle âşık şiirlerinde şiirin
ezgisi nazım türünü belirler. Bununla birlikte azım türünü belirlemede öncelik
şiirin konusudur. İşlevi dikkate alınarak adlandırılan ninni gibi şiirlerde
şiirin konusu, ezgisi değil işlevi nazım türünü belirler.
Anonim Halk Şiirinde Şekil
ve Tür
Mani
Nazım şekli ve nazım türü olarak kullanılmaktadır. Çoğunlukla
7’li hece ölçüsüyle aaxa kafiye düzeniyle söylenirler.
Manilerde tek bir dörtlükte anlam tamamlanır.
İlk iki mısra 3 ve 4. mısra için hazırlık mahiyetindedir.
Belli konularda ezgiye söylenirler.
Türkü
Halk şiirinde şarkı, deyiş, deme ve hava gibi isimlerle
bilinen türküler ezgiyle söylenen her türlü şiiri karşılamak için
kullanılırlar.
Türkülerin ayırt edici özellikleri kavuştaklarıdır.
Türkülerde aynen tekrar edilen mısralar kavuştak olarak adlandırılırlar.
Türküler çoğunlukla toplumsal olaylardan doğarlar.
Ezgilerine göre; usullü (kırık havalar) ve usulsüz (uzun
havalar) şeklinde iki kısma ayrılırlar.
Usullü türküler oyun havalarından, usulsüzler ise ağıt,
bozlak ve hoyrat gibi türlerden oluşur.
Türküler bent ve kavuştaklardan oluşurlar. Kavuştak dışında
kalan dizeler bentleri oluşturur.
Ağıt
Halk şiirinin bütün dönemlerinde ağıt türüne
rastlanmaktadır.
İslamiyet’ten önce sagu olarak adlandırılan ölüm konulu
şiirler, İslamiyet’ten sonra ağıt ve mersiye olarak adlandırılmıştır.
Ağıtlarda ölüm başta olmak üzere hastalık, ayrılık, kayıp
kişiler, mutsuzluk, askerlik, sevda, deprem, sel ve yangın gibi konular
işlenir.
Ninni
Çoğunlukla mani nazım şeklinde, 7 heceli ve aaxa şeklimdeki
kafiye düzeninde söylenir. Ninni daha ziyade işleviyle öne çıkan bir türdür.
Tekerleme
Belli bir konusu olmayan, mısra başı ve sonu kafiyeli,
aliterasyon ve secilerle oluşturulmuş ses oyunlarıyla ve çağrışımlarla bağlanan
belli bir nazım düzenine kavuşturulmuş, birbirini tutmayan hayaller ve
düşüncelerin sıralanmasından meydana gelmiş bir nazım türüdür.
Bütün tekerlemeler manzum şeklide değildir.
Mensur tekerlemeler de mevcuttur.
Çocuk oyunlarında, seyirlik oyunlarda, törenlerde ve halk
edebiyatının çeşitli türlerinde karşımıza çıkarlar.
Bilmece
Genellikle soru formundadırlar.
Mensur örneklerine de rastlanan bilmecelerin çoğu manzumdur.
Âşık Şiirinde Şekil ve Tür
Heceli Nazım
Şekilleri
Mani
Âşıklar maniyi genellikle koşma nazım şekline ekleyerek,
yedekli koşma elde ederek kullanmışlardır. Koşma dörtlüklerinin arasına eklenen
maniler büyük oranda cinaslıdır.
Azerbaycan âşıklık geleneğinde mahlaslı maniler (bayatı) vardır.
Mahlaslı manilerin büyük kısmı da yine cinaslıdır.
Koşma
Âşık şiirinde en fazla kullanılan nazım şekli koşmadır.
Kafiye örgüsü genellikle abab cccb çççd…, xaxa bbba ccca…
veya aaab cccb çççb… şeklindedir.
Düz Koşma: Adi
koşma da denilir. Ayırt edici bir özelliği olmayan abab, cccb, çççd veya xaxa,
bbba, ccca şeklinde kafiyelenen 8 veya 11’li hece ölçüsüyle söylenen 3-5
dörtlükten mürekkep koşmalardır.
Yedekli Koşma:
Doğu Anadolu’da bilinmekle birlikte Azerbaycan yöresinde yaygı olarak
kullanılır. İki şekli vardır. Birincisinde; koşmanın ikinci mısraından sonra
araya bir mani eklenir. Yedekli beşli koşma da denilen diğer biçiminde ölçü
sekizlidir. Her bendinde iki kıta bulunur. İlk kıta beş, ikinci ve yedek
sayılan kıta dört dizedir. İlk kıtanın ilk üç dizesi aynı 5 ve 5. dizeler
farklı uyaklıdır. İkinci kıtanın dört dizesi de kendi arasında uyaklıdır.
İkinci ve dördüncü dizeleri ayrı yapıda bir kavuştaktır.
Musammat Koşma:
Her mısraın birinci ve ikinci kısımları birbiriyle kafiyelidir. Her dörtlük
kendi içinde iki dörtlük haline gelebilir.
Ayaklı Koşma: İlk
dörtlüğün ikinci ve dördüncü, diğer dörtlüklerin dördüncü mısralarından sonra
ziyade adı verilen mısraların kullanılmasıyla elde edilirler. Ziyadeler asıl
mısralara göre daha kısadırlar.
Zincirleme Koşma:
Her dörtlüğün sonundaki kafiyeli kelimenin diğer dörtlüğün başında
kullanılmasıyla elde edilir.
Zincirbent Koşma:
Ziyadeler, zincirleme koşmalara eklenirse ortaya zincirbent koşma çıkar.
Koşma-Şarkı:
Koşmaların hane sonlarındaki mısralarının tekrarlanmasıyla elde edilirler.
Destan
Nazım türü olan destan şekil özellikleri bakımından nazım
türü olarak da değerlendirilir. Nazım birimi, kafiye örgüsü ve ölçüsü koşmadan
farklı değildir. Hacim bakımından koşmadan ayrılır. En az 5-7 dörtlükten
oluşur.
Heceli Nazım Türleri
Güzelleme
İnsana ve doğaya ait güzellikleri konu edinir.
Koşma nazım şekliyle söylenen güzellemelerin bazı özel
ezgileri vardır.
Koçaklama
Kahramanlık, yiğitlik ve savaş konularını içerir.
Taşlama
İğneleyici üslubu olan taşlamalar çoğu zaman dinleyenleri
güldüren şiirler konumundadır.
Ağıt
Âşık şiirinde ölüm ve bunun dışında insana sıkıntı veren
çeşitli konularda ağıtlar söylenmiştir.
Varsağı
Koşma nazım şekli ve özel ezgilerle söylenen varsağılar
adını Anadolu’nun güneyinde yaşayan Varsaklardan almıştır. Varsaklarda yiğitçe
ve sert bir eda vardır. Ezgilerinde hamasi bir yapı ve dirençli söyleyiş tarzı
hakimdir. Şiirin varsağı olup olmadığı ezgisinden anlaşılabilir.
Semai
Sevgi, doğa ve ayrılık konularını işler. Çoğunlukla 8’li
hece ölçüsüyle söylenir. Özel ezgileri vardır. Hece kalıplarının yanı sıra
aruzlu örnekleri de vardır.
Destan
Özel ezgilerle söylenen oldukça hacimli şiirlerdir.
Destanlarda belli bir olay anlatılır.
Destanlar sosyal olaylar hakkında bili verirken,
anlattıkları konu/olay içeriğine göre eleştiri ve mizahi unsurlar da
taşıyabilirler. Destanlarda konu sınırlaması yoktur.
Aruzlu Nazım Şekilleri
Divan
Fâilâtün / Fâilâtün /
Fâilâtün / Fâilün kalıbı ile söylenen ve âşıkalr arasında divani olarak bilinen
şiirlerdir. Bu türün gazel, murabba, muhammes, müseddes, musammat gibi nazım
şekilleri vardır. Özel ezgileri vardır.
Selis
Aruzun Feilâtün / Feilâtün /
Feilün kalıbıyla yazılan şiirlerdir. Divanlara benzer nazım şekilleri
kullanılır. Özel ezgileri vardır.
Semai
Heceli ve aruzlu semailer mevcuttur. Aruzun Mefâîlün /
Mefâîlün / Mefâîlün / Mefâîlün kalıbında gazel, murabba, muhammes ve müseddes
nazım şekilleriyle ve özel ezgilerle okunurlar.
Hece ölçüsünün 8+8=16’lı şekline uygunluk gösteren
semailerin musammat ve yedekli örnekleri vardır.
Kalenderi
Aruzun Mefûlü / Mefâilü / Mefâilü / Feûlün kalıbıyla
söylenirler. Hece ölçüsüyle ve dörtlükler halinde söylenmiş örnekleri de
vardır.
Satranç
Daha çok on dokuzuncu yüzyılda söylenmiş bir türdür.
Sayıları diğer türlere nazaran azdır.
Aruzun Müfteilün / Müfteilün / Müfteilün / Müfteilün
kalıbında söylenen satrançlar hecenin 8+8=16’lı kalıbıyla uyumludurlar. İç
kafiyeleri vardır. Beyitler, iç kafiyelerinden bölündüklerinde dörtlük haline
gelirler.
Vezn-i Âher
Aruzun Müstrefilâtün / Müstrefilâtün / Müstrefilâtün /
Müstrefilâtün kalıbıyla yazılan her mısraı dört parçadan oluşan iç kafiyeli
şiirlerdir.
Dini Tasavvufi Halk Şiirinde
Şekil ve Tür
Nazım Şekli
Kendine özgü bir nazım şekli yoktur. Hem klasik edebiyatın
hem de halk edebiyatın nazım şekillerini kullanmışlardır.
Divan Edebiyatına Ait
Ortak Nazım Şekilleri
Kaside
Dini-Tasavvufi Halk şiirinde tevhit ve nâ’t gibi türler
kaside şeklinde yazılmıştır.
Gazel
Dini-Tasavvufi Halk şiirinde ilahi aşkı konu edinen
şiirlerde kullanılmıştır.
Mesnevi
Beyitleri kendi aralarında kafiyeli olan mesneviler
Dini-Tasavvufi Halk şiirinde din büyüklerini konu alan şiirlerde
kullanılmışlardır.
Murabba
Dört mısralık bentlerden oluşurlar. Aaaa, bbba, ccca,
şeklinde kafiyelenirler. 4-8 bent arası hacme sahiptirler. Dini ve didaktik
konularda övgü, yergi, mektup gibi türlerde bu nazım şekli kullanılır.
Terci-i Bend
Hâne adı verilen gazel biçiminde kafiyelenmiş beş on
beyitlik parçaların vasıta adı verilen ve sürekli tekrarlanan bir beyitle
birbirine bağlanmasından oluşan nazım şeklidir. Kafiye şeması aa xa xa xa xa bb
– cc xc xc xc xc dd olabileceği gibi aa aa aa aa aa bb – cc cc cc cc cc dd
şeklinde de olabilir. Vasıta beyitleri her bendin sonunda tekrarlanır.
Dini-Tasavvufi Halk şiirinde en fazla Kaygusuz Abdal tarafından kullanılmıştır.
Terkib-i Bend
Terci-i Bend’e benzer ancak vasıta beyti her bendin sonunda
değişir. Bu türde de yine Kaygusuz Abdal dikkat çeker.
Kıt’a
Kafiye düzeni a-b, c-b, d-b, e-b şeklindedir. Mahlassız
şiirler olarak bilinen kıt’alarda hikmet, nükte ve yergi bulunur.
Tuyuğ
Aruzun Fâilâtün Fâilâtün Fâilâtün Fâilün kalıbıyla yazıldığı
gibi nazım birimi olarak da dörtlük (hane) esasına dayalıdır.
Mısra kümelenmesi bakımından maniye benzer. Maninin aruzla
söylenmiş şekli gibidir. Kafiye düzeni genellikle aaxa şeklindedir. Mahlassız
bu nazım şekli Azeri ve Çağatay sahasında çok kullanılmıştır. Kadı Burhaneddin ve Nesimi bu türle ünlenmişlerdir.
Ağırlıkla tasavvuf ve felsefe konularını içerir.
Müstezad
Uzun mısralara kısa mısraların eklenmesiyle oluşan
müstezatlar aruzun mefûlü mefâîlü mefâîlü feûlün kalıbıyla yazılırlar. Uzun
mısralara eklenen ve adına ziyade denilen kısa mısralar ise aruzun mefâîlü
feûlün kalıbına uygundur. Dört farklı uyak düzeni vardır; 1) aa aa bb ab ca aa
2) aa aa bx aa cx aa 3) ab ab cc ab dd ab 4) ab ab cx ab dx ab şeklindedir.
Türk Halk Edebiyatına Ait
Ortak Nazım Şekilleri
Mani
Mani daha çok anonim halk şiirinde kullanılan bir nazım
şeklidir.
Koşma
Dini-Tasavvufi Halk şiirinde daha çok Yunus Emre ve Kaygusuz
Abdal’ın şiirlerinde kullanılmıştır. Daha çok ilahilerde koşma nazım şekli
tercih edilmiştir.
Nazım Türü
Allah Hakkında Yazılan
Türler
Tevhid
Dini-Tasavvufi Halk şiirinde Allah’ın varlığı ve birliği
üzerine yazılmış şiirlere tevhid denir. Tevhidlerde kaside, gazel ve mesnevi
nazım şekilleri kullanılmıştır. Muhtevalarında ayet ve hadisler yer alır.
İlahi
Dini-Tasavvufi Halk şiirinde dini, ahlaki ve ilahi fikirleri
içeren manzumelere ilahi denir. İlahiler çeşitli tarikat çevrelerinde farklı
adlarla okunurlar:
Mevlevi tekkelerinde âyin,
Gülşeni tekkelerinde Tapuğ
Halveti tekkelerinde Durak
Mevlevi ve Bektaşi tekke ve dergâhlarında Cumhur
Alevi-Bektaşi tekkelerinde Nefes adıyla okunur.
Münacaat
Allah’a yalvarıp yakarmak için yazılan manzum ve mensur
eserlerdir. Bu şiirde yer alan esaslar, ayet ve hadislerden alınmıştır.
Elifname
Osmanlı Türkçesinde otuz üç harfin değişik konularda,
değişik şekillerde, genellikle mısra başlarındaki harflerin alt alta alfabetik
sıra ile beyitler halinde yazılarak devam etmesi neticesinde oluşan manzum
eserlerdir.
Peygamber Hakkında Yazılan Türler
Na’t
Hemen bütün nazım şekillerinde yazılabilen na’tlarda Hz.
Muhammet’e duyulan sevgi ve saygı dile getirilir.
Esmâ-i Nebî
Hz. Muhammet’in 99 ve daha fazla ismiyle ilgili
hususiyetleri, Hz. Muhammet’in isimlerinin (mg) harfi ile ifadesi ve bu ifadenin
onun son peygamber oluşuna delâletini anlatan eserlerdir.
Sîretü’n-Nebî
Hem mensur hem de manzum bir şekilde kaleme alınmışlardır.
Mesnevi nazım şekliyle yazılmış “sîretü’n- nebî”ler, genellikle mevlit olarak
adlandırılmışlardır.
Mucizât-ı Nebî
Dinî-Tasavvufî Halk şiirinde Hz. Muhammet’in mucizelerini
anlatan şiirlere denir.
Hicretnâme
Bu şiirlerin büyük bir kısmı Hz. Muhammet’le ilgili olmakla
birlikte bazıları başka flahısların göçünü anlatırlar.
Miracnâme
Genellikle kaside ve mesnevi nazım şekilleriyle yazılan veya
söylenen bu şiirler, kaynağını ‹srâ Suresi’nden alırlar.
Mevlid
Dinî-Tasavvufî Halk şiirinde Hz. Muhammet’in doğumunu
anlatan şiirlerdir.
Hilye
Hz. Muhammet’in fiziki özelliklerini tasvir eden şiirlerdir.
Dört halife ve bazı veliler hakkında da yazılmış olan hilyeler, miracnâme ve
mevlid gibi bazı nazım türlerinin içinde de yer almışlardır. Hilye türünde en
iyi örneği Hakânî’nin “Hilye-i Hakânî” adlı eseridir.
Gevhernâme
Allah’ın birliği ve Hz. Muhammet’in yüceliği ve vasıfları hakkında
yazılan eserlerdir. Kaygusuz Abdal’ın
“Gevher-nâmesi” bu türün en iyi
örnekleri arasında yer alır.
Dolapnâme
Allah aşkının dile getirildiği sorulu-cevaplı şiirlere
denir. Âşık Yunus’un “Dertli Dolabı” ve Kaygusuz Abdal’ın “Dolapnâmesi”
bu türün başarılı örnekleri arasındadır.
İslam’ın Beş Şartı Hakkında
Yazılan Nazım Türleri
Salatnâme: Namaz
hakkında yazılan şiirlerdir. Kaygusuz
Abdal’ın Salatnâmesi oldukça
önemlidir.
Oruçnâme: Ramazan
başta olmak üzere diğer bazı ay ve günlerin özelliklerini, farz ve sünnetlerini
anlatan şiirlerdir.
Ramazannâme:
Ramazan ayının faziletlerini anlatan şiirlerdir. Daha çok İstanbul merkezli bir
tür olarak dikkati çeken Ramazannâmelerde İstanbul’un semtlerine, mesire
yerlerine, yemek kültürüne ve hamamlarına temas edilmiştir.
Hacnâme: Abdurrahman Gubârî ve Ahmet Fakih türün ilk ve önemli örneklerini
vermişlerdir.
Din ve Tasavvuf Yolunun
Büyükleri Hakkında Yazılan Türler
Alinâme:
Özellikle Alevî-Bektaşî edebiyatında Hz. Ali şiirlerinin sayısı oldukça fazladır.
Maktel-i Hüseyin:
Emevi halifesi Muaviye’nin oğlu Yezid, Hz. Muhammed’in torunu ve
Hz. Ali’nin oğlu Hz. Hüseyin ile 10 Muharrem 680’de
Kerbela’da karşılaşmıştır. Hz.
Hüseyin’in şehit düfltüğü bu karşılaşma, İslam tarihinde
“Kerbela Olayı” olarak bilinir. Maktellerin en meflhurları, Fuzulî’nin Hâdikatü’s-Su’adâ’sı, Lamiî’nin
Maktel-i Hüseyin’i, Bâkî’nin Mersiye-i Hz. Süleyman han aleyhi’r-rahmeti ve’l-gufrân’ı, Kazım Paşa’nın Mersiye’si, Ali Feruh’un
Kerbela’sı, Muallim Feyzî’nin Matem-nâme’sidir.
Düvaznâme: On iki
imamın adı geçen ve onları övmek için yazılan şiirlere “düvaz”, “düvaznâme”
veya “düvaz-deh imam” denir.
Faziletnâme: Hz.
Muhammet’in, dört halifenin, özellikle de Hz. Ali’nin faziletlerini anlatan ve
onların iyiliklerini belirten şiirlere Dinî-Tasavvufî Halk şiirinde faziletnâme
denmiştir.
Mansurnâme: Hallac-ı Mansur’un hayatını ve
kerametlerini mesnevi nazım şekliyle anlatan şiirlere denir.
Methiye: Dört
halifenin, ashâb-ı kirâmın ve velilerin övüldüğü methiyeler, çeşitli nazım
şekilleriyle yazılmıştır.
Mersiye:
İslamiyet öncesinde “sagu”, İslamiyet sonrasında ise “ağıt” olarak adlandırılmıştır.
Mersiyeleriyle Kemal
Ümmî öne çıkmıştır.
Dinî İnanç ve Tasavvufî
Düşüncelerle İlgili Yazılan Türler
Vücudnâme: İnsanın
yaradılışıyla ilgili olarak yazılmış eserlere denir. Bu nazım türüyle Kaygusuz Abdal ve Süleyman Çelebi başarılı şiirler yazmışlardır.
Devriye: Devriye,
yaradılışın başlangıcı ve sonu, varlığın nereden gelip nereye gittiği ve bu
ikisi arasındaki safhaların tasavvuf açısından izahıdır. Devriyelerde evrenin
ve insanın Allah’tan kaynaklanıp yine Allah’a döneceği vurgulanır.
Hikmet: Ahmet Yesevî ile başlayan bir türdür.
Hikmetler, sanat kaygısından uzak, sade ve didaktik bir üslupla söylenmiş
şiirlerdir. Ahmet Yesevî,
hikmetlerini çoğunlukla hecenin 7+7=14’lü hece ölçüsüyle yazmıştır, ancak bazı
hikmetler, aruz ölçüsüne uygunluk göstermektedir.
Nutuk: Tarikata
yeni girmiş müritlere, tarikatın adap ve erkânını anlatan şiirlere denir. Daha
çok koşma nazım şekliyle söylenen nutuklar, didaktik karakterli şiirlerdir.
Nasihatnâme: Nasihatnâmelere
“pendnâme” de denmiştir. Bu şiirlerde dini, sosyal ve ahlaki birtakım öğütler,
ayet, hadis, hikmet ve atasözlerinden hareketle verilir. Yunus Emre, Abdal Musa, Eşefoğlu Rumi ve Şah İsmail nasihatname türünün önde gelen şairleridir. Ayrıca Güvahî’nin “Pendnâmesi” de nasihatnâme konusunda mutlaka hatırlanmalıdır. Güvahî, öğütlerini büyük oranda
atasözleriyle vermiştir.
Vasiyetnâme
Şathiye: Dini ve
tasavvufi konuların daha kolay anlaşılmasını sağlamaya çalışan ve Allah ile
tekellüfsüz, şakalı bir edayla konuşur gibi yazılan veya söylenen şiirlere
şathiye denir.
Nevruznâme:
Özellikle Alevî-Bektaşî kültür ortamlarında nevruzun ayrı bir anlamı vardır. Bu
kültür ortamını paylaşanlara göre nevruz, Hz. Ali’nin doğum günüdür.
Tarikatnâme: Tarikatın
anlamını, kurallarını ve işleyiş düzenini anlatan şiirlere tarikatnâme
denmiştir. Şah İsmail’in ve Eşrefoğlu Rûmî’nin bu konuda eserleri
vardır.
Ünite
3
Anonim Halk Şiir
Mani
Fuat Köprülü, “mani” kelimesinin “mana”dan
geldiğini öne sürer. Mani kelimesinin “man”
kelimesine “-i” nispet ekinin eklenmesiyle
oluştuğunu düşünenler de vardır.
Mani tarzındaki şiirlere Aydın’da “mana”, Artvin ve Denizli’de “mâna”,
“deyiş”, “deyişleme”; Şanlıurfa’da “meani”
(kadınların söylediği maniler) ve “hoyrat”
(erkeklerin söylediği maniler), Kars’ta “meni”,
Erzincan’da “ficek”, Doğu
Karadeniz’de “karşı-beri” denir. Bunların dışında Doğu
Anadolu’da türkülerin bentleri arasında “pişrevi”
denilen maniler okunmaktadır.
Türk topluluklarında mani için çeşitli adlar
kullanılmaktadır. Ahıska’da “mahnı”, Azerbaycan’da “bayatı”, “mani”, “meni”,
“mahnı”; Kerkürk’te “meni” ve “me’ni”, Prizren’de “martifal”, Gagavuz
Türklerinde “şın”, çın” ve mâni”, Kıbrıs Türklerinde “mâni”, Irak Türklerinde
“me’ni”, “hoyrat”, “horyat”, “koryat”, “koyrat”, Kırım Türklerinde “mane”,
“cır”, “yır”, “çıng”, “çinik/çinig”, Kumuk Türklerinde “sarım”, Nogay
Türklerinde “şın” ve “çın”, Kırgızistan’da “ölen”, aytıspa”, “aytipa”, “gayım
ölen”, kayım ülenek”, Özbekistan’da “törtlik”, “aşula”, “koşuk”, Uygur
Türklerinde “yörtlik”, Türkmenistan’da “rubayı”, “rubağı”, “moncugattı” ve
“lele”, Kazan Türklerinde “şiğir töri”, Başkurt Türklerinde “şiğir törö” gibi
ifadeler kullanılmaktadır.
Köprülü maniyi
Türk şiirinin en eski şekli olarak kabul eder. Ona göre maniler birleşerek
türkü, koşma, sagu, mersiye ve destan gibi türleri oluşturur.
Boratav ise mani
türünün İran rubailerinin ve fehleviyyalarının Türk şiirini etkilemesiyle
oluştuğunu ileri sürer.
Fehleviyyat: İran edebiyatında mefâîlün mefâîlün feûlün
kalıbında, aaba kafiye düzeninde söylenen şiirlerdir.
Rubailer genellikle felsefi konuları işler. Maniler ise
hemen her konuda söylenen heceli şiirlerdir.
Mai türüne en yakın şiir örnekleri Uygur döneminden kalma
metinlerde ve Divanü Lügati’t-Türk’te
yer almaktır.
Günümüzdeki manilere benzeyen ilk şiirler 13.yüzyılda
yaşamış Şeyyad Hamza’ya aittir.
Maninin Şekil, Yapı
ve Tür Özellikleri
Kafiye düzeni: 1-2
ve 4. mısra kafiyeli 3. mısra kafiyesizdir. Semai kahvelerinde ve Karadeniz
yöresinde söylenen manilerde kafiye düzeni abcb olabilmektedir.
Ölçü ve durak: Maniler
genellikle 7’li hece ölçüsüyle söylenirler.
Mısra yapısı:
Maniler dört mısradan oluşan şiirlerdir. Daha fazla mısralı maniler de vardır.
Manilerde asıl söylenmek istenen 3 ve 4. mısrada söylenir. Manilerin ilk iki
mısraına hazırlık veya giriş adı verilir.
Konu: Hemen her
konuda söylenebilirler. Konu sınırlaması yoktur.
Ezgi: Halk
şiirindeki pek çok şiir gibi manilerde ezgiyle söylenir.
İşlev: Mani
söyleyenlere manici, mani yakıcı veya mani düzücü adı verildiği, mani söylemeye
de mani yakmak, mani düzmek veya mani atmak dendiği bilinmektedir.
Manilerin Tasnifi
Yapılarına göre
maniler
Düz/Tam Mani
Yedi heceli, birinci, ikinci ve dördüncü mısraları kendi
arasında kafiyeli, dört mısralık manilere düz veya tam mani denir.
Kesik/Cinaslı Mani
4 veya 5 mısradan oluşan cinaslı manilerin ilk dizeside
cinas yapmak için kullanılan bir hazırlık sözü vardır. Bu yapı, manide ayak
görevini üstlenir. Bu ayak diğer mısralarda farklı anlamlarda kullanılabilir.
Bu manilere Urfa ve Kerkük’te “hoyrat” veya “horyat”, Azerbaycan’da ise
“bayatı” denir.
Yedekli/Artık Maniler
Mısra sayıları dörtten fazladır. Kafiyelerinde cinas
kullanılmaz.
Konularına Göre
Maniler
Konu sınırlaması olmadığı için konularına göre tasnif yapmak
gereksiz ve faydasızdır.
Kullanım Alanlarına
Göre Maniler
Manileri söylenmelerine vesile olan yerlere ve şartlara göre
tasnif eden Boratav, manilerin kullanım alanları ile içerikleri arasındaki
bağın zayıf olduğunu tespit etmiştir. Tasnifi şu şekildedir: 1. Niyet, fal
(yorum) manileri 2. Sevda manileri 3. İş manileri 4. Bekçi, davulcu manileri 5.
Satıcı manileri 6. Meydan kahvelerinin cinaslı manileri 7. Doğu Anadolu’da
hikâye manileri 8. Mektup manileri.
Anonim Halk Şiirinde Türkü
Türkü
Türkü sözcüğü Türk ve –î nispet ekinin bir araya gelmesiyle
oluşmuştur. Türklere has anlamındaki Türkî sözcüğü zamanla Türkü biçimini
almıştır. Türkü sözcüğü yerine Anadolu’da şarkı, deyiş, deme, hava, ninni, ağıt
gibi sözcükler de kullanılmaktadır. Türküye Anadolu dışında Altay Türkleri
kojon, Azeri Türkleri mahnı, Başkurtlar halk yırı, Çuvaş Türkleri yurrisem,
takmak, peyit; Hakas Türkleri ır ve tahpah, Kerkük Türkleri beste, şarkı,
neşide, mani, yır, hoyrat; Karaçay Türkleri cır, Karakalpak Türkleri kosık ve
cır; Kazaklar türki, halk koşiğı; Tatarlar halık cırı; Tıva Türkleri ır, kojan
ve kojamık; Türkmenler aydım, Uygur Türkleri nahşa adlarını verirler.
Halk şiirimizde ezgiyle söylenen her türlü şiire türkü
denir. Türküler anonim şiirlerdir. Çok azının ilk söyleyeni bellidir.
Türkünün Şekil, Yapı
ve Tür Özellikleri
Türküler, düğünlerde, genellikle kış aylarında düzenlenen
“yârân”, “sıra gecesi”, “ferfene”, “barana” gibi toplantılarda, panayırlarda,
festivallerde, kadın ve erkek gezmelerinde, kahvehanelerde, hamamlarda,
kısacası hayatın çok çeşitli alanlarında söylenen şiirlerdir.
Türkülerin Tasnifi
Boratav’ın bu konuda denemeleri vardır. Boratav’a göre
türkülerin tasnifinde kullanıldıkları yerler, işlevleri, söylenmelerini gerektiren
koşullar dikkate alınmalıdır.
Boratav’ın tasnifi şöyledir:
A- Konularına göre türküler.
1 - Lirik türküler: a) ninniler b) aşk türküleri c) gurbet
türküleri, askerlik türküleri, hapishane türküleri d) ağıtlar e) çeşitli
konular üzerine türküler.
2 – Taşlama, yergi ve güldürü türküleri.
3 – Anlatı türküleri: a) efsane konulu türküler b) bölgelere
ve bireylere özgü türküler c) tarihi konulu türküler
B – Kullanıldıkları yerler, gördükleri vazifeler ve
söylenmelerini gerektiren sebeplere göre türküler.
4 – İş türküleri
5 – Tören türküleri: a) bayram türküleri b) düğün türküleri
c) din ve mezhep törenlerine değin türküler d) ağıt törenlerinde söylenen
türküler
6 – Oyun ve dans türküleri a) çocuk oyunlarında söylenenler
b) büyüklerin oyunlarında söylenenler.
Ali Yakıcı da türküleri konularına göre tasnif etmiştir.
Yapılarına Göre
Türküler
Türküler bent / ana metin ve kavuştak /
bağlantı kısımlarından oluşur.
Ezgilerine Göre
Türküler
1- Uzun havalar:
Usulsüz ezgiler olarak bilinirler. Bozlak (Orta ve Doğu Anadolu’da yaygın olan uzun
hava), dağbaşı, divan (fâilâtün fâilâtün fâilâtün
fâilün kalıbıyla yazılıp usulsüz ezgilerle icra edilen şiirlerdir), garip (Âşık Garip ile sevdası Şahsenem arasındaki aşkı
anlatan usulsüz ezgilere denir), hoyrat, kalenderi, kayabaşı, kerem (Kerem ile Aslı arasındaki aşkı anlatan uzun
havalardır).
2- Kırık havalar:
Usullü, ölçü ve ritimleri belli ezgilerdir. Ege’de zeybek,
Marmara, Trakya ve Ordu’da karşılama, Harput’ta şıkıltım, Isparta’da datdiri,
Konya’da oturak, Trabzon ve Rize ve Hopa’da horon,
Urfa’da kırık şeklinde adlandırılırlar.
Anonim Halk Şiirinde Ağıt
Ağıt
Anadolu’da ağıt için; ağat, ağut, ağı, avut, deme, deyiş,
deyişet, lâvik, şin, şivan, mersiye vb. adlar kullanılır. Ağıtçı için de; ağcı,
ağlayıcı, âşık bacı, bayaltıcı, sağıcı, sağucu, sazlıyan gibi adlar kullanılır.
Ağıt kelimesi yerine Azerbaycan’da ağı,
Kazaklarda joktov, koşuk
ırı, köri,
Kırgızlarda cır, coktov
ve koşok, Nogaylarda bozlaw,
Türkmenlerde ağı, tavş,
tavşa, towum,
Uygurlarda mersiye koşukları,
Özbeklerde yığı, yoklav,
Kırım Tatarlarında tagmag kelimeleri kullanılır.
Eski Türklerin yuğ törenlerinde söylenen ölüm şiirlerine sagu adı verilirken bu kelime zamanla mersiye ve ağıt kelimelerine
dönüşmüştür.
Özellikle İslamiyet öncesindeki ağıtlarla ilgili olarak Divanü Lügati’t-Türk oldukça önemli bir
kaynaktır.
Ağıtların Şekil, Yapı
ve Tür Özellikleri
Ağıtlar ezgiyle icra edilen hikâyeli şiirlerdir. Yapısal
özellikleri çeşitlilik gösterir. Ağıtlar ölenin ruhunu onu överek rahatlatmak
ve geride kalanları teskin etmek için söylenmiş lirik şiirlerdir.
Ağıtların Tasnifi
1- Kişileri için yakılan ağıtlar
a) hastalık b) ayrılık c) kayıp kişiler d) mutsuzluk ve acı
kaynaklı e) ölenler için (çocuk ölümleri, genç ölümleri, kaza ve hastalıkla
gelen ölüm, intihar, ünlü kişinin ölümü, şehitler) yakılan ağıtlar.
2- Sosyal olaylar üzerine yakılan ağıtlar
a) askerlik, b) sevdalıların kavuşmaları hakkında c) boşanma
konulu d) kaçak ve kayıplar için yakılan ağıtlar.
3- Gelin ağıtları
a) kına ağıtları
4- Asker uğurlama ağıtları
5- Hayvanlar için yakılan ağıtlar
a) Yabani hayvanlar için b) evcil hayvanlar için yakılan
ağıtlar
6- Doğa için yakılan ağıtlar
a) su için yakılan ağıtlar b) belde ve mekânlar için yakılan
ağıtlar
7- Afetler için yakılan ağıtlar
a) depremler b) seller için c) yangınlar için yakılan
ağıtlar
Anonim Halk Şiirinde Tekerleme
Tekerleme
Sınırları tam olarak çizilmemiş türlerdendir. Bunun nedeni
müstakil olarak değil çeşitli halk anlatılarının içinde kullanılmasıdır. Tekerleme
sözcüğünün en eski kullanımlarından birisi Niyazi
Mısri’ye aittir. Derleme sözlüğünde tekerleme için masallara başlarken
söylenilen yarı anlamlı söz ve atasözü anlamları verilir.
Tekerleme kelimesinin kökenine dair Ahmet Talat Onay’ın görüşü; teker
sözcüğünden kaynaklandığı yönündedir.
Şükrü Elçin’in
görüşü ise; dinleyicinin dikkatini çekmek için duyulan ihtiyaçtan doğduğu
yönündedir. Bu minvalde kelimenin yuvarlak bir şeyi hareket ettirip yürütmek
manasına geldiği yönündedir. Tekerleme tür olarak Türkiye’de kabul görürken
Türk dünyasında durum farklıdır.
Azerbaycan Türklerinde masal tekerlemeleri için yaygın
olarak pişrov kelimesi kullanılır.
Azerilerde sanama, çaşdırma, yanıltmaç, Kırgızlarda
canılmac, Kazaklarda canıltpaş, Kazan Tatarlarında sanamış, Dobruca
Tatarlarında sayma, Kırım Tatarlarında tez aytuv, Türkmenlerde yanıltmaç,
sanavaç, Gagauzlarda sayılmak, dil kırmak veya yanıltmaç, Irak Türkmenlerinde
kullanılan çaşırtma kelimeleri tekerleme türüyle ilişkilidir.
Türk dünyasında Türkiye’deki anlamıyla tekerleme için cır,
takmak, takmaza, ölen, ırım, arbav, besik cırı, beşik nağmesi, acıtma,
arzulama, besleme, cırnatma, sabiy-beşik cırla, ohşama, ezizleme, eylendirme,
layla, im-tom aydım, yaremazan, carapazan gibi sözcükler de kullanılmaktadır.
Tekerlemelerin Şekil,
Yapı ve Tür Özellikleri
Ali Duymaz,
tekerlemenin kaynaklarını çeşitli başlıklar altında ele almıştır: a) çocuk
zihninin serbestliği b) hayal ve düşler c) içki, esrar vb. içme d) şamanlık
esrimesi e) tasavvufi şaşkınlık f) yalan g) olağanüstülük ve abartma h) mizah.
Tekerlemelerin anlatım ve muhteva özellikleri:
1- Konu sınırlaması yoktur. Konularından ziyade
fonksiyonları öne çıkmaktadır.
2- Mısra başı ve sonu kafiyeli, aliterasyon ve secilerle
elde edilmiş ses oyunları ve çağrışımlarla birbirine bağlanmış düşüncelerin
sıralanmasından meydana gelmişlerdir.
3- Abartma, şaşkınlık ve güldürüye yönelik söz kalıpları
içinde art arda sıralanır.
4- Tekerlemedeki düşünce nazım unsurlarıyla aktarılır.
Muhteva bakımından tutarsız olabilirler. Tekerlemelerde biçimin içeriğin önüne
geçtiği gözlemlenir.
5- Bir kısım tekerleme karşılıklı soru-cevap şeklinde,
zincirleme diyalog şeklinde düzenlenebilir. Azerbaycan, Karay ve Karaçay
Türklerinin edebiyatlarında örnekleri çoktur.
6- Çeşitli halkların tekerlemeleri arasında benzerlikler
vardır.
Tekerlemelerin işlevleri:
1- Eğlendirmek. 2- Masal, hikâye ve orta oyunu gibi türlerde
giriş vazifesi görürler. 3- Oyunlarda ebe, taraf seçiminde ve oyunların
sürdürülmesinde. 4- törenlerde tabiat güçlerini etkilemek amacıyla. 5- Yanıltmacalı
tekerlemeler çocukların zekâ ve dil gelişimi için söylenebilir.
Tekerlemelerin
Tasnifi
Boratav, Doğan Kaya, Mehmet Yıldırım gibi isimler tekerleme
tasnif çalışmaları yapmışlardır. Ali Duymaz’ın tasnifi dikkat çekmektedir,
tasnifi şu şekildedir:
I – Belirli bir oyun, tören veya metne bağlı tekerlemeler
A – Çocuk oyunları tekerlemeleri
1- Ebe
seçimi ve ebe çıkarma tekerlemeleri
2- Oyuna
eşlik eden tekerlemeler
3-
Yanıltmacalar ve şaşırtmacalar
4- Yergi,
övgü, kızdırma ve alay tekerlemeleri
5- Oyun
daveti veya dağılma sırasında söylenen tekerlemeler
B – Tören ve İnanç Tekerlemeleri
1- Tören
Tekerlemeleri
a) Geçiş
Törenlerine Bağlı Tekerlemeler
1)
Doğum (bebek okşamaları)
2)
Ad koyma
3)
Diş çıkma
4)
Sünnet
5)Okula
başlama ve eğitim-öğretim hayatı
6)Evlilik
ve aşamaları (düğün okşamaları)
7)
Ölüm
b) Toplumu
İlgilendiren Törenler
1)
Bahar bayramları (nevruz – hıdrellez vs.)
2)Yağmur
duasına bağlı törenler
3)
Hayvancılıkla ilgili törenler (sayacı türküleri)
4)
Ekin ekme (saban toyu)
5)
Hasat bayramları
c) Dini
Bayram ve Törenlerle İlgili Tekerlemeler
2- İnanç
Tekerlemeleri (sözlü büyü / sihir şiirleri)
a)
Tabiat unsurlarıyla ilgili tekerlemeler
b)
Hastalık ve belaları savmak için kullanılan tekerlemeler
c)
Çeşitli dini inanışlarla ilgili tekerlemeler
d)
Kader (fal) tekerlemeleri
C – Halk Edebiyatı ve Türlerine Bağlı Tekerlemeler
1) Masal
tekerlemeleri
2) Bilmece
tekerlemeleri
3) Halk
hikâyesi tekerlemeleri
4) Fıkralar
ve tekerlemeler
5) Türküler
ve tekerlemeler
6) Ninniler
ve tekerlemeler
D – Seyirlik Oyunlar ve Halk Sporlarına Bağlı Tekerlemeler
1) Orta
oyunu tekerlemeleri
2) Karagöz
tekerlemeleri
3) Meddah
tekerlemeleri
4) Diğer
seyirlik oyunlarla ilgili tekerlemeler
5) Halk
sporlarıyla ilgili tekerlemeler (pehlivan okşamaları)
II – Yazılı veya Gelişmiş Edebiyat Tekerlemeleri
A – Âşık edebiyatı tekerlemeleri (mizahi destanlar, hayvan
destanları vb.)
B – Tekke-tasavvuf edebiyatı tekerlemeleri (şathiyeler,
mülemmalar vb.)
C – Edebi metinlerin değiştirilmesiyle oluşmuş tekerlemeler
III – Diğer Tekerlemeler (tekerlemeli mektuplar, iş ve
mesleklerle ilgili tekerlemeler vb.)
Anonim Halk Şiirinde Ninni
Ninniyle ilgili ilk bilgileri Divanü Lügati’t-Türk’te bulmaktayız. Balu
balu olarak tarif ettiği ninni için Kaşgarlı Mahmut “kadınlar beşikte çocuğu uyutmak için
söylerler” tarifini yapmaktadır.
Ninni Kars’ta lalay, nanay, Erzincan ve Erzurum’da elo
olarak bilinir.
Azerbaycan’da layla, laylay, Başkurt Türklerinde sängildäk
yırı, Çuvaş Türklerinde nenne,
Kazak Türklerinde besik jırı,
eldim, eldiy;
Irak Türklerinde ayya (nanıy);
Özbek Türklerinde ällä, Tatar Türklerinde bişik (bällü) cırı; Türkmenlerde alley,
hüvdi/hövdü/huvdu ve Uygur Türklerinde de älläy kelimeleriyle karşılanır.
Ninninin Şekil, Yapı
ve Tür Özellikleri
Ninniler bebekleri veya çocukları uyutmak veya
sakinleştirmek için söylenen ezgili sözlerdir. Ninnilerde çocuk sevgisi, güzel
temenniler, dualar, çocuklarla bağlantılı eşyalar, kişiler, durumlar ve olaylar
geçebilir.
Ninni söyleyenler mutlaka ezgili bir söyleyiş tercih
ederler. Buna karşın ninnilerin özel ezgileri yoktur. Şiiri ninni yapan büyük
oranda işlevidir. Ninnilerin büyük bölümünde kalıplaşmış ifadeler kullanılır.
Genellikle mani nazım şekliyle söylenirler.
Ninnilerin Tasnifi
Âmil Çelebioğu, Ali Berat Alptekin, Mehmet Yardımcı, Naciye
Yıldız ve Doğan Kaya’nın ninnilerin tasnifiyle ilgili çalışmaları vardır.
Âmil Çelebioğlu’nun tasnifi şöyledir:
1- Dini, kutsal ve
fikri mahiyette ninniler
a) dini hususiyetler ve şükür ifade eden ninniler
b) İsmail as. Hz. Peygamber, dört halife ve velilerle ilgili
ninniler
c) Öğüt ve veciz ifade ihtiva eden ninniler
2- Efsane ve ağıt
türünde ninniler
a) Anlatmaya dayalı (tahkiyevi) ninniler
b) Ölümle ilgili ninniler
3 – Dilek ve temenni
mahiyetinde ninniler
a. Çocuk sahibi olma dileğiyle ilgili ninniler
b. Dua mahiyetinde ninniler
c. Beddua mahiyetinde ninniler
ç. Ağlamama ve uslanma dileğiyle ilgili ninniler
d. Uyuma, büyüme ve yürüme dileğiyle ilgili ninniler
e. Yiyecek ve içecek dileğiyle ilgili ninniler
f. Giyim, ziynet, eşya ve oyuncak dileğiyle ilgili ninniler
g. Evlenme ve gelin olma dileğiyle ilgili ninniler
h. İş ve hizmet bekleme dileğiyle ilgili ninniler
ı. Tahsil, meslek ve makam sahibi olma dileğiyle ilgili
ninniler
i. Mal, mülk ve zenginlik dileğiyle ilgili ninniler
4 – Sevgi ve alâka
ifade eden ninniler
a. Uyuma ve büyümeyle ilgili ninniler
b. Yemek ve yiyecekle ilgili ninniler
c. Çocuk sevgisi ve kıymeti ifade eden ninniler
ç. Çocuk için fedakarlık, ondan ayrılmama ve onu himaye
duygusu ihtiva eden ninniler
5. Övgü ve Yergi
Mahiyetinde Ninniler
a. Bebekle ilgili övgü ve yergi ifade eden ninniler
b. Anne, baba ve kardeşle ilgili övgü ve yergi ifade eden
ninniler
6. Şikâyet ve teessür
ifade eden ninniler
a. Ağlamayla, uyumayla ilgili ninniler
b. Annenin bebekten çektiği zahmetle ilgili ninniler
c. Baba (koca)dan vs.den şikâyet ve serzenişle ilgili
ninniler
ç. Annenin bebekle ilgili üzüntülerini, bebeğin dert ortağı
oluşunu ifade eden ninniler
d. Annenin şahsi şikâyet, teessür ve ıstıraplarını ifade
eden ninniler
7. Ayrılık ve gurbet
ifade eden ninniler
a. Anne ve bebek ayrılığıyla ilgili ninniler
b. Anne ve baba (koca), bebek ve baba ayrılığıyla ilgili
ninniler
c. Akraba ayrılığıyla ilgili ninniler
ç. Umumi olarak
ayrılıktan şikâyetle ilgili ninniler
8. Vaat Mahiyetinde Ninniler
9. Tehdit ve Korkutma
Mahiyetinde Ninniler
a. Baba ile ilgili tehdit ninnileri
b. Anne ile ilgili tehdit ninnileri
c. Umacı, dede, dervifl vs. ile ilgili tehdidi ninniler
ç. Hayvanlarla ilgili tehdidî ninniler
Yapılarına Göre
Ninniler
Geneline bakıldığında ninnilerin ölçü ve mısra
düzenlenmesinde belli bir düzen görülmez. 2 mısradan 20 mısraya ulaşan ninniler
vardır.
Anonim Halk Şiirinde Bilmece
Anadolu’da atlı hekât, atlı mesel, bilmeli matal,
bulmaca, dele, mesel, fıcık, güzelleme, hikâye, masal, matal, metel, söz tanımaca, tandurmaca, tanımaca, tanıtmaca, tapmaca gibi
sözcüklerle karşılanır.
Bilmece Azerbaycan’da tapmaca,
Türkmenistan’da metal, tapmaca,
Altay Türklerinde tabıskak, tabışkak, tabkak, taptıruv, Başkurt Türklerinde tabışmak,
yomak, Hakas Türklerinde tapçan nımah, Karaçay Türklerinde yumak, Karakalpak Türklerinde jumbak,
Karay Türklerinde tapmaca, Kazak Türklerinde jumbak, Kırgız Türklerinde tabışmak,
Özbek Türklerinde cumbak, çöpçak, metal tapmaca, Tatar Türklerinde tabışmak,
Tıva Türklerinde tıvızık, Uygur Türklerinde tepişmak, Yakut Türklerinde taabırın
kelimeleriyle karşılanmaktadır.
Bilmeceyle ilgili ilk bilgileri Divanü Lügati’t-Türk’te bulmaktayız. Sözlükte bilmece için tabuzgu, tabuzguk, tapzug, tapzugug;
bilmece sormak için de tabızmak, tabuzmak, tapuzmak
ifadeleri kullanılmıştır.
Kıpçak Türklerine ait Codex Cumanicus, 46 bilmece ihtiva etmesi
bakımından önemli bir kaynaktır.
Bilmecelerin Şekil,
Yapı ve Tür Özellikleri
Eski zamanlarda kimi toplumlarda korkulan varlığın ismini
anmak tabu olarak kabul görürdü. İsmi yasaklanmış olan varlığı anlatmak için
ona ait özellikleri sıralamak yoluna gitmişlerdir. Bilmecelere bakıldığında
böyle bir düşüncenin ve yapının varlığı görülür.
Geçmiş dönemlerde insanların bilgisini ölçmek için yapılan
sınavların bilmecelere kaynaklık ettiği yolundaki bir diğer görüş, yazılı
kültür öncesinde bir göreve, rütbeye talip olan kişilerin sayısı arttıkça
bilmecelerin de artmış olduğunu öne sürer.
Bilmeceyle ilgili Şükrü
Elçin’in tanımı şöyledir: Tabiat unsurlarını, insan, hayvan, bitki, eşya,
vs. şeyleri kapalı bir şekilde yakın-uzak münasebetler ve çağrışımlarla
düşünce, muhakeme ve dikkatimize aksettirerek bulmayı hedef tutan kalıplaşmış
sözlerdir.
Bilmecelerde cevaplar geleneğim onayından geçmiştir.
Bilmecelerin hem manzum hem de mensur şekilleri vardır.
Bilmecelerin Tasnifi
Şükrü Elçin
bilmeceleri konularına göre şu şekilde tasnif etmiştir:
“1. Tabiat ve tabiat hadiseleri ile ilgili bilmeceler
2. Bitkiler ve onların mahsulleri ile ilgili bilmeceler
3. Hayvanlar ve onların mahsulleri ile ilgili bilmeceler
4. İnsan ve insan uzuvları ile ilgili bilmeceler
5. Eşya ile ilgili bilmeceler
6. Manevi-dini unsurlarla ve diğer kavramlarla ilgili
bilmeceler.
Âmil Çelebioğlu
ve Yusuf Ziya Öksüz, Türk
Bilmeceleri Hazinesi adlı çalışmalarında bilmeceleri konularına göre tasnif
etmişlerdir:
“I. Dinî, kutsî ve bazı manevî hususiyetlerle ilgili
bilmeceler
II. Gökyüzü, yeryüzü ve madenlerle ilgili bilmeceler
A. Gökyüzü ve zamanla ilgili bilmeceler
B. Yeryüzü ve tabiat hadiseleriyle ilgili bilmeceler
C. Madenlerle ilgili bilmeceler
III. Bitkilerle ilgili bilmeceler
A. Ağaçlar
B. Meyveler
C. Sebzeler
D. Hubûbat
E. Çiçekler ve otlar
IV. Hayvanlarla ilgili bilmeceler
A. Kuşlar
B. Böcekler
C. Çeşitli hayvanlar
V. İnsanla ilgili bilmeceler
A. Beden yapısı
B. İnsan hayatı, bazı maddî ve manevî hususiyetler, ıstırap
ve hisler
C. Evlilik ve neticeleriyle ilgili hususiyetler
Ç. Bazı vazife, meslek ve itiyatlar
D. ‹sim, yazmak ve okumakla ilgili hususiyetler
VI. Giyim-kuşam ve süsle ilgili bilmeceler
VII. Yiyecek ve içeceklerle ilgili bilmeceler
A. Bazı yiyecek ve malzemeleri
B. Tatlılar
C. İçecekler
VIII. Yakacak ve aydınlanmayla ilgili bilmeceler
IX. İnşaî hususiyet ve malzemelerle ilgili bilmeceler
X. Ev içi eşyasıyla ilgili bilmeceler
A. Mefruşat ve vs. malzemeler
B. Mutfakla ilgili malzemeler
XI. Âlet ve edevatla ilgili bilmeceler
A. Hayvan ve ziraatla ilgili âlet ve malzemeler
B. Yiyecek ve ölçüyle ilgili âlet ve malzemeler
C. Dokuma ve dikişle ilgili âlet ve malzemeler
Ç. Sesle ilgili hususiyetler ve musiki âletleri
D. Oyun ve oyuncaklar
E. Elektrikle ilgili âletler
F. Silahlar
G. Nakil vasıtaları
XII. Çeşitli bilmeceler
A. Cevabı özel isim olanlar
B. Yanıltmaçlar
C. Bir harfle ilgili olanlar
İlhan Başgöz bilmeceleri
cevaplarına göre tasnif etmiştir. I. Tek karşılığı olan bilmeceler. II.
Karşılığı birden çok olan bilmeceler. III. Bilgi ölçen bilmeceler. IV. Sözcüğün
parçaları üzerine kurulu bilmeceler. V. Şaka, alay bilmeceleri.
Yapılarına Göre
Bilmeceler
Cümle yapısına sahip mensur bilmecelerin sayısı oldukça
azdır. 2 ile 25 mısra arasında değişen ve hecenin üç ve on birli şekillerinde
söylenen bilmeceler vardır ancak bunların ölçülerinde belli bir düzenin
varlığından söz edilemez.
Ünite
4
Dinî – Tasavvufî Türk
Edebiyatının Oluşumu, Gelişimi ve
Orta Asya’daki Temsilcileri
Kendini hikmete ve Allah’ı bilmeye adamak olarak tarif
edilen ve vahdet-i vücûd ile vahdet-i şuhûd gibi iki ana prensibe dayanan
tasavvuf, Molla Cami, İbn Arabi, Gazali, Ahmed Yesevi gibi isimlerce İslam’ın
fikri temellerine oturtulmuştur.
Kadim Türk şiirinin temsilcileri ozanların çağdaşı
suretindeki dervişlerin İslamiyet’e geçmekte olan Türk topluluklarında
tereddütsüz rağbet görmesini yadırgamamak gerekir.
Dinî tasavvufî Türk edebiyatının aslî temaları insanlara
rabbini tanıtmak, ilim öğretmek ve nefis terbiyesi yaptırmaktır. Allah’ın
birliği, peygamberler, din büyükleri, dini inanç, vecd, tasavvufi aşk, insan-ı
kâmil, dünyanın faniliği, ahlak kuralları, ricâlü’l-gayb, kerametler, zikir,
zühd, hâlvet, tayy-i zaman, tayy-i mekân, çile ve erbain dinî tasavvufî Türk
edebiyatı kapsamında karşılaştığımız bağlıklardır.
Dinî tasavvufî Türk
edebiyatının kaynakları
Kur’an-ı Kerim, tefsir, hadis, akâid, fıkıh, kelam, siyer,
Türk edebiyatının klasik metinleri, Fakrname, Bakırgan kitabı, Dede Korkut
kitabı, destanlar, mesneviler, fetva ve fermanlardır.
Tasavvuf
Lügat itibariyle gönlünü Allah sevgisine bağlama, ıstılahî
manada zühd ve takva ile ruhunu temizleyip Hakk’ın yolunda ahlaklanma, kendini
Hakk sevgisinde eriterek mâsvadan ilgiyi kesmek demektir.
Tasavvufun ana merkezini teşkil eden on kural:
Tevbe
Zühd
Tevekkül
Kanaat
Uzlet
Zikir
Hakk’a dönme
Sabır
Murakabe
Rıza
Tasavvufun bu on esası insan-ı kamil mertebesine ulaşmak için
izlenecek en sağlam yol olarak kabul edilmiştir.
İslam’da tasavvuf dört ana dönem geçirmiştir:
1. Hz. Muhammed
ve Asr-ı saadet dönemi
2. Tâibun dönemi (sahabeleri görenler devri)
3. Tâbe-i tâibun dönemi (tabi olanlara tabi olanlardır ki
asr-ı saadetin üçüncü kuşağını teşkil ederler).
4. İlk sûfiler dönemi: İlk sûfi olarak anılan zat, Ebu Haşim el-kûfi (ölm. H. 150).
Tasavvuf, İbn Arabi’nin
vahdet-i vücut teorisiyle sistematik bir hal aldı. Bugünkü tarikatlar bu
dönemden sonra oluşmaya başladı.
Ahmed Yesevî ile
birlikte tasavvuf, Türkler arasında yaygınlaştı. Ahmed Yesevî, yetiştirdiği
müridlerini Türk coğrafyasında çeşitli bölgelere göndererek İslam ve tasavvufun
yaygınlaşmasına ön ayak oldu.
Türk tarihinde Horasan erenleri adıyla anılan birinci gurup
(ilk erenler) kaynak olarak Ahmed Yesevî’den beslenmişlerdir.
Yesevi dervişleriyle birlikte Anadolu’ya gelmeye başlayan
ikinci gurup, Şia mezhebine dahil Kalenderiye, Haydariye mensuplarıydı. Köprülü’ye göre bu bâtıniler zümresi, Müslümanlığın
batıl fikirlerle yıpranması için çalışıyorlardı. Şehirlerden ziyade köylerde ve
kırsal kesimlerde etkili oluyorlardı.
İslam şeriatının kalesi konumundaki Selçuklu Türkleri
bünyesinde Fahreddin Irakî, Evhaddedin-i
Kirmanî, Konevî ve Mevlâna bu
batıl akımların ilerlemesine karşı koymuşlardır.
Dinî tasavvufî Türk edebiyatının ilk örnekleri Kutadgu Bilig ve Divan-ı Hikmet’tir. Ahmed Yesevî’nin Divan-ı Hikmet’ten başka Fakr-name
adlı eseri de İslam akidelerini anlatmaktadır.
Dinî tasavvufî Türk edebiyatının Orta Asya’daki ilk dönem
temsilcileri; Necmeddin Kübra, Yusuf
Hemedani, Cafer Sadık, Yusuf Has Hacib, Ahmed Edip Yükneki, Ahmed Yesevî,
Mansur Ata, Muhammed Danişmend, Hakim Süleyman Ata, Abdülhalik Gücdevani,
Nasuriddin Rabguzi, Şah İsmail Safavi/Hatayi, Devlet Mehmed Azadi ve Mahdumkulu’dur.
Ahmed Yesevî
Sayram’da doğdu. Babasının ölümü üzerine yedi
yaşındayken Gevher Şehnaz ile Yesi şehrine gitti. Şeyh Arslan Baba’nın velayetinde kaldı. İrşad olup Buhara’ya gider.
Şeyh Yusuf Hemedâni’ye intisap eder. Hemedâni vefat ettikten sonra Yesi’ye
döner ve Yesevî tarikatını kurar. Yesi’de irşada başladığı dönemde Türkistan’da
Yedi-su havalisinde kuvvetli bir İslamlaşma ve İslam ülkelerinde yayılmakta
olan tasavvuf cereyanı vardır.
Ahmed Yesevî, İslam esaslarını, adap ve erkânını yazdığı
manzumelerle (hikmet) anlatıyordu. 63 yaşından sonra yeraltındaki çilehanesine
çekildi. 120 yıldan fazla yaşadı ve Yesi’de vefat etti.
Şiirleri didaktiktir. Hakaniye Türkçesiyle yazdığı
şiirlerini Divan-ı Hikmet adı altında
toplamıştır. Anadolu’da kök salan hemen bütün tarikatlar Yesevî’yi temel
almışlardır. Horasanlı Hacı Bektaş Veli,
Ahmed Yesevî’nin 6. Postnişini Lokman
Perende tarafından yetiştirilmiştir. Onun Makalât’ı Divan-ı Hikmet
ne ise odur.
Divan-ı Hikmet: dil ve muhteva bakımından
farklılıklar arz eden nüshaları vardır. Hikmetlerin genelinde milli unsurlar
dikkat çeker.
Fakr-nâme: Divan-ı
Hikmet’in mukaddimesi nispetindedir. Tarikat adabını, dervişin vasıflarını,
dört kapı kırk makam’ı beyan eder.
Yesevî’nin ifadelerinde nasihat, irşad ve tenkit iç içedir.
Süleyman Hakim Ata /
Süleyman Bakırkan
Harezm’de yaşadığı, Yesevî’nin en sadık müridi olduğu ve H.
582’de vefat ettiği bilinmektedir.
Şüpheli olmakla birlikte Bakırkan Kitabı, Âhir Zaman Kitabı ve (Bibi) Meryem Kitabı
olmak üzere üç eseri vardır.
Eserlerinde Yesevî’nin üslubunu devam ettirir.
Şah İsmail Safavî / Hatayî
Devlet Mehmed Âzâdî
Türkmenlerin Göklen Boyu’nun Gerkez aşiretindendir. Mahdumkulu’nun babasıdır. 1760’ta
ölmüştür. Şiirleri Vagz-ı Azad aslı eserde toplanmıştır.
Dört bölümden oluşan eserin üçüncü bölümü ilim ve âlimler
hakkındadır. Şiirlerinde Yesevî, Nizamî gibi büyük şairlerin izleri
görülür.
Mahdumkulu
Türkmenistan’da Yesevî’nin temsilcisi ve Nakşibendi
şeyhiydi. 1780’li yıllarda vefat etmiştir. Eserlerine bakıldığında Yunus Emre
ve Yesevî’nin takipçisi olduğu görülür.
Ünite
5
Anadolu’da Dinî Tasavvufi
Türk Edebiyatının Başlangıcı ve
13-14. Asırlardaki
Temsilcileri
Tasavvufi Düşüncenin
Başlangıcı
Osmanlı Devleti ilk zamanlarında sofi ve dervişleri önemli
kademelerde görevlendirmiştir. Orhan Gazi’nin vezirlerinin çoğu ahi
teşkilatından kişilerdi.
13. Yüzyılda Dinî Tasavvufî
Türk Edebiyatı ve Temsilcileri
Yunus Emre
Ona ait müstakil bir menakıbname yoktur. Hacı Bektaş Veli Velayet-namesi, Vakıat-ı Uftade, Bahsü’l
Velayet, Lamiî’nin Nefahat Tercümesi,
Mecdi’nin Şakayık Tercümesi, Âşık
Çelebi’nin Meşairü’ş-Şuara’sı vb.
kaynaklardan hayatı hakkında bilgilere ulaşıyoruz.
Hacı Bektaş Veli Velayet-namesi’ndeki bilgilere göre
Sivrihisar’ın Sarıköyü’nde doğmuştur.
Orta Asya’dan Anadolu’ya göç ettiği kabul edilmektedir.
Tefsir, hadis, kelâm, tasavvuf gibi ilimleri okumuş, aruzla
şiir yazabilecek kadar edebi bilgilere sahip, Farsça bilen bir şairdir.
Şiirlerinde mahlas olarak Yûnus, Yûnus Emre, Âşık Yûnus, Bî-çare Yûnus, Miskin
Yûnus, Derviş Yûnus, Koca Yûnus, Tapduk Yûnus Dedem… gibi adlar
kullanmıştır.
Vefat tarihiyle ilgili Adnan
Sadık Erzi’nin bulduğu belgeye göre H. 720/1320 olarak kabul edilmektedir.
Çok sevildiği için çeşitli yerlerde mezarı bulunmaktadır: Sivrihisar
(Sarıköy), Karaman, Ortaköy, Kula, Bursa, Erzurum, Dutçu (Düzce) Köyü, Isparta
/ Keçiborlu, Afyon Sandıklı, Nallıhan, Ünye, Karaşar ve Sivas’ta Yûnus’a ait
mezar ve makamlar bulunmaktadır.
Risâletü’n-Nüshiyye;
H. 707 yılında, mesnevi tarzında yazılmış nasihatnamedir. Fatih nüshasının
tamamı 563 beyittir. Karaman nüshası 535 beyittir.
Yûnus’un tanınmasına sebep Divan’ıdır. Eserinde en fazla aşk ve ahlak üzerinde durur. Divan’da
hem heceli hem de aruzla yazılmış 400’den fazla şiir vardır.
Yûnus tarzı söyleyiş, Anadolu’da çokça rağbet görmüştür. Sâid Emre ve Kaygusuz Abdâl, Yûnus’un
en önde gelen muakkiplerindendir.
14. Yüzyılda Dinî Tasavvufî
Türk Edebiyatı ve Temsilcileri
Abdal Mûsâ
Horasan’dan geldiği, Antalya’nın Elmalı kazası, Tekke
Köyü’nde dergâhını kurduğu ve burada Alp-erenler yetiştirdiği bilinmektedir. Babası
Hasan Gazi, annesi, Ana Sultan, kız kardeşi de Hüsniye Bacı’dır. Doğum yeri,
rivayetlere göre Azerbaycan’daki Hoy şehridir. Geyikli Baba’nın hemşehrisi ve
akranıdır.
Günümüze ulaşan Abdal
Mûsâ Velayetnamesi 17. yüzyılda yazılmıştır. Abdal Mûsâ Velayetnamesi’ni tamamlayan bir diğer eser Kaygusuz Abdal Menakıbnamesi’dir. Kaygusuz Abdal, Abdal Mûsâ’nın
mürididir.
Osmanlı kaynaklarına göre Bursa’nın fethine katılmıştır.
Şakâyık ve Evliya Çelebi, Bursa’daki Abdal Mûsâ’dan söz
ederlerken onu Ahmed Yesevî’nin halifelerinden saymaktadırlar.
Uzun bir ömrün sonunda Elmalı/Tekke Köyü’nde vefat ettiği,
mezarının da burada olduğu bilinmektedir.
Kaygusuz Abdal
Teke ili Alâiye sancağı beyinin oğludur. Dinî tasavvufî Türk
edebiyatının Yûnus Emre’den sonraki en önemli şairidir. Asıl adı Gaybî’dir
(Alâeddin Gaybî).
Şiirlerinde Kaygusuz Abdal, Kul Kaygusuz, Miskin Kaygusuz,
Sarayî, Miskin Sarayî mahlaslarını kullanmıştır. Bektaşi şeyhlerinden Ahmed
Sırrı Baba, Kaygusuz Abdal’ın 1444’de vefat ettiğini yazmıştır.
Manzum Eserleri:
Divan: 350 kadar
şiirden mürekkeptir. Şiirlerin 180’i gazeldir. Hece ile yazılanlar daha çok
şathiye mahiyetindedir.
Gülistan: Vahdet-i
vücudu anlatır. Kainatın ve Hz. Adem’in yaratılışını anlatır. Peygamberler
tarihinden söz ettikten sonra tasavvufun çeşitli konularını anlatır.
Mesnevî-i Baba
Kaygusuz (I,II,III): Her üçü de tasavvufi vecd ile yazılmıştır. Mesnevilerinde
lirizmi zirveye ulaşmıştır.
Gevhernâme: 71
beyitlik kısa bir mesnevidir. Deryadan kenara atılan gevher teşbihiyle ahdet-i
vücudu anlatır. Gevherden kasıt Hz. Muhammet’tir. Eser, onu övmek için
yazılmıştır.
Minbernâme: 58
beyitlik kısa bir mesnevidir. Nefis hakkındadır.
Manzum + Mensur Eserleri:
Sarayname: Cihan
saray teşbihiyle dünyaya gelmekten maksat ibadet etmektir der. Şeriat
unsurlarına ağırlıkla yer verdiği eseridir.
Dil-güşâ:
Vahdet-i vücudu anlatan bir mesnevi ile başlar. Tasavvufa hasredilmiştir.
Mensur Eserleri:
Budalaname:
Tasavvufi konuları ele alır.
Kitab-ı Miğlâte: Uykusunda
zaman içinde geçmişe ve geleceğe gidip şeytanla mücadele eden bir dervişi
anlatır. Dervişin ağzından söylediği şiirlerdeki lirizm dikkat çekicidir.
Vücutnâme: İnsan
vücudundaki organları tasavvufi kavramları anlatmak için teşbih unsuru olarak
kullandığı eseridir. Mürşidin lüzumundan söz eder.
Risale-i Kaygusuz
Abdal (Tercüme): Allah’a ulaştıracak yolları, tasavvufi vecdi, nefis
terbiyesini anlatır.
Said Emre
Bir rivayete göre Hacı Bektaş Veli’nin müritlerinden olan
Said Emre, onun Makalat’ını Arapçadan
Türkçeye tercüme eden Sadeddin adlı
kişidir.
Hacı Bektaş Veli menakıbına göre Molla Sadeddin, Aksaraylı
bir âlimdir. Molla Hünkâr ile
karşılaşıp ona bağlanır, ondan feyz alır. Eski yazma ve mecmualarda şiirlerine
rastlanmaktadır.
Ünite
6
15-17. Yüzyıllarda Dinî
Tasavvufî Türk Edebiyatı
15. Yüzyılda Dinî Tasavvufî
Türk Edebiyatı ve Temsilcileri
Hacı Bayram Velî, Eşrefoğlu
Rûmî, Süleyman Çelebi, Kemal Ümmî, Emir Sultan,
Dede Ömer Ruşenî
Bu dönemde Anadolu’da fikri ve zühdî hareketler bir hayli
yoğunlaşmış gözükmektedir. Bu dönemin büyük mutasavvıflarından Akşemseddin’in Divan’ı günümüze ulaşamamıştır. Bazı ilahileri mecmua ve cönklerde
karşımıza çıkmaktadır. Onun sufiler redifli ilahisi dinî tasavvufî Türk edebiyatının
mahiyetini bize vermektedir.
Hacı Bayram Velî
Asıl
adı Numan’dır. Ankara
yakınlarında Solfasol (Zülfadl) köyünden Koyunlucalı
Ahmed’in oğludur. Çok iyi medrese tahsili almıştır. Ankara’da Kara
Medrese-Melike Hatun Medresesi’nde müderrislik yapmıştır. Aksarayî (Somuncu Baba) tarafından Şeyh Şücâ vasıtasıyla Kayseri’ye
davet edildi. Şeyhi Hamudiddin Aksarayî ile birlikte Rûm, Şâm ve Hicâz’a gitti.
Şeyhi ile birlikte Aksaray’a yerleşti. Şeyhinin vefatından sonra Ankara’ya
döndü. Halvetiyye
(Safaviyye) ve Nakşibendi tarikatlarını birleştirerek Bayramiyye tarikatını
kurdu.
Bilgi, sabır, beceri, tefekkür ve hoşgörü ile tasavvufi
olgunluğa ulaşarak ilim-tasavvuf sentezi yapmıştır. Müritleri arasında Yazıcızade Mehmed Efendi, Akşemseddin
ve Eşrefoğlu Rumî bulunmaktadır.
Kısa zamanda çok sayıda mürid edinince hakkında iftiralar
uyduruldu. II Murat tarafından saraya çağrıldı. Kerametleri görülünce özürle
birlikte Ankara’ya uğurlandı. 1429/30’da Ankara’da vefat etmiştir.
Yazılı eseri olmayan Hacı Bayram Velî’nin “eser” nispetinde
öğrencileri vardır. Aruzla iki, heceyle yazılmış üç şiiri vardır. Az sayıdaki
şiirine rağmen dinî tasavvufî Türk edebiyatının önemli isimleri arasında yer
almıştır.
Eşrefoğlu Rûmî
Asıl
adı Abdullah’tır. Künyesi Abdullah bin Seyyid Ahmed Eşref bin Seyyid
Muhammed Suyûfî’dir. H. 754’te (M. 1353) İznik’te doğdu (bu tarih
ihtilaflıdır). H. 874’te (M. 1470) vefat etmiştir. Vefatından sonra Damadı
Abdurrahim Tirsî halife olarak yerine geçmiştir.
Eşrefoğlu Rûmî, Bursa, Ankara, Hama gibi şehirleri
gezmiştir.
Eşrefiyye tarikatının kurucusu olan Eşrefoğlu Rûmî,
öğrencisi olduğu Emir Sultan
tarafından Hacı Bayram Veli’ye gönderilir. On bir yıl burada riyazet mücadelesi
verir ve icazet alır. İznik’e halife olarak döner. Hacı Bayram Veli’nin emriyle
Hama’da bulunan Şeyh Hüseyin el-Hamavî’ye
intisap eder. Şeyh Hüseyin ona icazet vererek Kadiriyye tarikatını Anadolu’da
kurması için memur eder.
İznik’e döndükten sonra Kadiriliğin bir kolu olarak
Eşrefiyye tarikatını kurar ve irşada başlar. Tarikatı hızla kabul görür.
Kadiriler nezdinde Pîr-i Sâni olarak
anılır.
Şiirlerinde Yûnus Emre etkisi açıkça görülür. Hece ve aruzu
başarıyla kullanmış, lirik ve didaktik eserler vermiştir. Nesir türündeki
eserleri devrinin en güzel örnekleri arasındadır.
Divan’ı dışında
kalan mensur eserleri; Müzekki’n-Nüfus,
Tarikatname, Delâilü’n-Nübüvve, Fütüvvetname, İbretname, Ma’zeretname,
Hayetname, Münacatname, Esrârü’t-Tâlibin, Tacname, Elestname, Nasihatname,
Cinanü’l-Canan vb.
Süleyman Çelebi
İyi eğitim görmüştür. Bir süre Sultan Bayezid’in Divan-ı
Hümayun imamlığı görevini yapmış daha sonra Bursa Ulu Camii baş imamlığına
getirilmiş ve hayatının sonuna dek bu görevde kalmıştır. Eserini H. 812’de (M.
1409) tamamlamış ve adını Vesiletü’n-Necat
koymuştur. 732 beyitten müteşekkil olan eserin edebiyat tarihimizde benzeri
olmayan özellikleri vardır.
Kemal Ümmî
Asıl
adı İsmail’dir. Niğde’de doğduğu sanılmaktadır. Kaynaklara göre
Karaman’da ölmüştür. Karaman, Manisa, Mudurnu ve Niğde’de adına makamlar mevcuttur.
Yûnus’un takipçilerinden olan Kemal Ümmî, aruz vezniyle kaside, gazel ve
mesnevi gibi nazım şekillerinde tasavvufi şiirler söylemiş, şöhretli bir
şahsiyettir. Divan’ı Türk dili tarihi
açısından çok önemlidir. Kırk Armağan
adında didaktik bir eseri daha vardır.
Emir Sultan
Asıl
adı Seyyid Şemseddin Muhammed bin Ali
el-Hüseyni el-Buharî’dir. I. Bayezid’in kızı Hundî Hatun ile
evlenmiştir. Hayatı boyunca din ve vatan için yapılan gazaları teşvik etti.
Eser vermekten ziyade topluma hocalık yapmıştır.
Dede Ömer Ruşenî
Asıl
adı Ömer, lakabı Ruşen, künyesi Ali ibn Umur Bey’dir. Aydın’ın Tire
kazası yakınlarındaki Güzelhisar’ın Ruşen köyünde doğdu. Bakü’de Halvetiliğin
ikinci piri kabul edilen Seyyid Yahya Şirvanî’den el alır, halifesi olur. Şeyhinin
vefatından sonra Karabağ, Gence ve Tebriz’de irşada devam eder. 1487’de
Tebriz’de vefat eder. Adına izafeten ortaya çıkan Ruşeni tarikatı,
Halvetiye’nin en büyük şubelerinden biri olmuştur. Gençlik yıllarında âşıkane
ve hiciv türünde şiirler söylemiştir.
Divan, Çobanname, Miskinname, Neyname, Kalemname
adında eserleri vardır.
Çobanname; Hz.
Musa ile Çoban adlı kıssanın geniş bir tercümesidir. Yaklaşık 1000 beyit olan
eser 25 bölümden oluşmaktadır.
Miskinname;
didaktik bir manzumedir. Ruşeni’nin tasavvufi anlayışını ortaya koyan eser
olması bakımından çok önemlidir. Eserde Hz. Muhammed ve ashabının başından
geçen ibret verici olaylar, evliyalar hakkında bilgiler mevcuttur.
Neyname; 1028
beyit ve hatimesiyle birlikte 24 bölümden oluşan mesnevide kendisi hakkında
bilgiler de mevcuttur.
Kalemname; 250
beyitlik eserin ilk yüz beytinde kalemden söz edilmektedir.
16. Yüzyılda Dinî Tasavvufî
Türk Edebiyatı ve Temsilcileri
Aziz Mahmud Hüdâyî, Vâhib
Ümmî, Pir Sultan Abdal, Kul Himmet, Muhyiddin Abdal
Aziz Mahmud Hüdâyî
1541’de Koçhisar’da doğdu. 1628’de Üsküdar’da vefat etti.
Celvetiye tarikatının kurucusudur. Cüneydi Bağdadî neslinden olduğunu bildiren Hüdâyî, eğitimini
tamamladıktan sonra Bursa’daki Ferhadiye medresesine müderris tayin
edilir. Gördüğü bir rüyadan vesile Şeyh
Üftade’ye intisap eder. Celveti üslûbu üzerine üç yıl süren sülûktan sonra Seferhisar’da
irşada başlar.
Üsküdar’da bulunan Hüdâyî Dergâhı 1595’te inşa edilir.
Aziz Mahmud Hüdâyî vehdet-i vücut anlayışına bağlı biridir.
Türkçe Eserleri
Divan-ı İlahiyat:
Tasavvufi hikmet ve nasihatlerden oluşan bir divandır.
Tezakir-i Hüdâi:
I. Ahmed’e gönderilen mektup ve tezkirelerden oluşur.
Ecvibe-i Mutasavvıfane:
Suallere cevapları içerir.
Nasayih ve Mevâız:
Nasihat ve vaazları içerir.
Mi’raciye: Mensur,
küçük bir risaledir.
Necatü’l Garik
fi’l-Cem’i ve’t-Tefrik: Bazı tasavvufi makamlardan söz eder.
Arapça Eserleri:
Câmiu’l-Fadâil ve
Kâmiu’r-Rezâil: Tasavvufi ahlaka dairdir.
Fethu’l Bâb ve
Refu’l-Hisâb: İnsanın yaradılışı ve sıfatları hakkındadır.
Keşfü’l Kânâ an
Vechi’s-Sema: Tasavvuftaki semayı konu edinir.
Habbetü’l Muhabbe:
Allah, Peygamber ve ehl-i beyt sevgisi üzerinedir.
Nefâisü’l-Mecâlis:
Bazı ayetlerin tefsirini içerir.
Tecelliyât: Mazhar
olduğu tecellilerden söz eder.
Vâkıât: Tarikat
sırları hakkındadır.
Vâhib Ümmî
Asıl adı Abdulvahab-ı Elmalı’dır. Ölüm tarihi 1 Şaban 1004
(9 Mart 1595) olarak kayıtlıdır. Eserlerinde Vâhib Ümmî, Vâhibi, Vehhâb,
Vehabî, Vehâb mahlaslarını kullanmıştır (Mahlasların çeşitliliği aruzun
zorlamasıdır). Yunus Emre geleneğinin 16. yüzyıldaki temsilcisidir. Divanındaki
485 şiirin 300’den fazlası aruzla yazılmıştır.
Pir Sultan Abdal
Sivas’ın Yıldızeli kazasına bağlı Banaz köyünde doğdu.
Şiirlerinde İslam büyüklerine derin bağlılık, İslami ve
bâtıni inanışlarla kaynaşmış vahdet-i vücut halitası görülür. Şiirlerindeki
içerik zenginliği çeşitli kesimlerin günümüzde bile onu istedikleri tarafa
çekmelerine imkân vermektedir.
Kul Himmet
Alevi-Bektaşi edebiyatının önemli şairlerindendir. Türbesi
Tokat ilinin Alamus ilçesine bağlı Varzıl/Görümlü köyündedir. Pir Sultan’ın
etkisinde kalan büyük bir şairdir. Nefesler, düvaz imamlar, destanlar, ağıtlar
söyleyen şair, iyi eğitim almış, sanatın yanı sıra siyasi ortamlarda da
bulunmuştur.
Muhyiddin Abdal
Hakkındaki bilgilerimiz Bayram
Durbilmez’in 1998 tarihli Muhyiddin
Abdal Divanı adlı doktora tezine dayanır. Divanında hece vezniyle Hurufilik
yolunda yazılmış şiirler vardır.
17. Yüzyılda Dinî Tasavvufî
Türk Edebiyatı ve Temsilcileri
Âdem Dede, Sinan
Ümmî, Niyazi Mısrî, Kul Nesimi, Âşık Viranî
Osmanlı İmparatorluğu’nun siyasi ve ekonomik olarak
gerilemeye başladığı bu dönemde şiir sanatı yerli ve milli çizgide yol
almıştır. Halk şiiri bu dönemde çok gelişmiştir.
Âdem Dede
Antalya’da Çavuşoğulları diye tanınmış zengin bir aileye
mensup olduğu bilinmektedir. Mevlevî tekkesi şeyhi Zincirkıran Mehmet Dede’ye
intisap etmiştir. Daha sonra Konya’da Bostan Çelebi, İstanbul’da da İsmail
Ankaravî’nin yanında eğitimine devam etmiştir. Şeyhinin vefatından sonra Galata
Mevlevihanesi şeyhi olmuştur. Hacca gitmek maksadıyla yola çıkmış, Mısır’da
vefat etmiştir. Mevleviler
içinde hece vezni ile ve Yunus tarzında ilahiler söyleyen ilk şairdir.
Sinan Ümmî
Asıl
adı Yusuf Sinan’dır. Niyazi
Mısri’nin şeyhidir. Halvetiye tarikatının Yiğitbaşı koluna mensuptur. Şiirlerinde
Ümmi Sinan ve Sinan Ümmi mahlaslarını kullanmıştır. Divan’ında 200’e yakın şiir
vardır. Kutbü’l Meani adlı diğer
eseri günümüze ulaşmamıştır.
Niyazi Mısrî
Asıl adı Mehmet’tir. Malatya’da Halveti şeyhlerinden Hüseyin
Efendi’ye intisap eder. Mısır’a gidip Kahire’de Kadirî şeyhine bağlanır. Bir
rüyadan mütevellit İstanbul’a döner. Oradan Bursa’ya geçer. Ulucami
yakınlarında riyazete devam eder. Uşak’a gidip Elmalılı Şeyh Sinan’ın halifesi
Şeyh Mehmet’in dergâhına yerleşir. Burada Ümmi Sinan’la tanışır ve ona intisap
eder. Ümmi Sinan’ın vefatından sonra Bursa’ya gider. Ulucami’de vaaz vermeye
başlar. Uşaklı Mehmet Efendi’nin vefatından sonra Halvetiye’nin Mısriyye kolunu
kurar. Sultan IV. Mehmet ile birlikte Lehistan seferine katılır. Hakkında çıkan
bir iftira nedeniyle Rodos’a sürülür. Padişah iradesiyle affedilir. Bir başka
iftira nedeniyle önce Gelibolu’ya sonra da Limni adasına gönderilir. Adada 15
yıl kalır.
Eserleri on ciltten fazladır. Aruzla yazdığı şiirlerinde
Nesimi ve Fuzuli, heceyle yazdığı şiirlerinde Yunus Emre’nin tesirindedir.
Eserleri:
Divan-ı İlahiyyat,
Risaletü’t-Tevhid, Şerh-i Esma-i Hüsna, Süre-i Yusuf Tefsiri, Es’ile ve
Ecvibe-i Mutasavvıfane, Şerh-i Nutkı Yunus Emre, Risale-i Eşrat-ı Saat,
Tahirname, Risale-i Hasaneyn, Mektubat, Risale-i Hızriye, Fatiha Tefsiri,
Risale-i Hilye-i Hz. Hüseyn, Sure-i Nur Tefsiri, Risale-i Belgrat, Risale-i
Vahdet-i Vücut, Risale-i Devriye, Mevaidü’l-İrfan.
Kul Nesimi
Alevi-Bektaşi şairi olan Kul Nesimi hakkında bilgimiz azdır.
Bektaşi tarikatına mensuptur Caferi, Haydari ve Hurufi tarikatlarıyla da
ilgilenmiştir. Fuzuli ve Nesimi tesirinde şiirler söylemiştir.
Âşık Viranî
Eserlerinden anladığımız kadarıyla Hurufilik inancına bağlı
bir Bektaşi’dir. Hurufilik akidelerini gösteren bir risalesi ve küçük bir
divanı vardır. Dili oldukça ağırdır.
Ünite
7
18.-20. Yüzyıllarda Dinî
Tasavvufî Türk Edebiyatı
18. Yüzyılda Dinî Tasavvufî
Türk Edebiyatı
Bursalı İsmail Hakkı,
Erzurumlu İbrahim Hakkı, Üsküdarlı Haşim, Kul Şükrü, Nasuhi, Senayi, Mehdi, Mahvi, Cemali
Bu asırda halk şiiri gelişememiştir. Şeyh Galip gibi divan şairlerinin hece vezniyle türküler yazmaları
manidar bir durumdur.
18. Yüzyılda dinî tasavvufî Türk edebiyatında fazla yenilik
gözlenmez. Yunus geleneği devam eder. Genel bir duraklama gözlenir. Şeyh Galip
müstesna olmak üzere eski dönemlerdeki kadar güçlü şiir söylenmez. Dönemin
şairleri; Mahvî, Mehmed Nasuhi, Mehdî, Hasan Senaî, Bursalı İsmail Hakkı, Mustafa Azbi,
III. Ahmed, Hasan Sezai, Süleyman Zati, Mustafa Nuzuli, Neccarzade Şeyh Rıza,
Celaleddin-i Uşşakî, Mehmed Salih Sahvi, Kul
Şükrü, Şiri, Şahi, Derun Abdal, Derviş Ahmed, Gurbi, Kasım Dede, Ahmed
Mürşidi, Erzurumlu İbrahim Hakkı, Üsküdarlı Haşim, Tekirdağlı Mehmed
Fahreddin Fahri, Mustafa Zekai, Selami, Cemali,
Şeyh Halil Kaygulu…
Bursalı İsmail Hakkı
Küçük yaşta babasıyla birlikte Osman Fazlı Efendi’nin sohbet
ve zikirlerine katıldı. Eğitimini tamamladıktan sonra Üsküp’te irşada başladı.
1685’te Bursa’ya döndü. Bursevî, şairliğinden ziyade mutasavvıf olarak tanınır.
Eserlerinde de daha çok vahdet-i vücut meselesini anlatır. 100’den fazla eseri
vardır. Başlıca eserleri: Tefsir-i Ruhu’l
Beyan, Ruhu’l Mesnevi, Şerh-i Hadis-i Erbain, Şerh-i Muhammediye, Şerh-i
Bostan, Kitabü’l-Necat ve Divan’ıdır.
Erzurumlu İbrahim Hakkı
Şeyhi olan İsmail
Fakirullah’ın Siirt’in Tillo köyünde bulunan dergâhına yerleşerek onun
yerine geçmiş 1772’de burada ölmüştür. 15 kadar eseri arasında İlahiname adıyla da bilinen Divan’ı ve Marifetname’si meşhurdur. İlimler ansiklopedisi niteliğindeki Marifetname’sini Niyazi Mısri’nin Risale-i
Devriye’sini aynen alarak, Niyazi Mısri çizgisini devam ettirerek
yazmıştır.
Cemali
Edirnelidir. Asıl adı Mehmed Cemaleddin’dir. Uşşaki
tarıkatına girip şeyh olmuştur. Divan’ı vardır.
Üsküdarlı Haşim
Celvetiye tarikatı şeyhlerindendir. Sonradan Bektaşiliğe
geçmiştir. Divan’ı vardır.
Kul Şükrü
Deli Şükrü adıyla da anılır.
Nasuhi
Şabaniye tarikatı şeyhlerindendir. Divan’ı vardır.
Senayi
Halveti tarikatından ve şeyh Nasuhi’nin halifelerindendir.
Mehdi
Kadiri tarikatı mensuplarındandır. Yazdığı ilahilerin
birçoğunu bestelemiştir.
Mahvi
Asıl adı İsa’dır. Geredelidir. Abdülkerim Fethi’nin
halifesidir. Süleymaniye Cami’nde vaizlik yapmıştır. Divan’ı vardır.
19. Yüzyılda Dinî Tasavvufî
Türk Edebiyatı
Seyrani, Türabi,
Salih Baba, Bitlisli Müştak Baba, Kıbrıslı Âşık Kenzi
19. yüzyıl Avrupa’ya yönelişin başlangıcıdır. Dinî tasavvufî
sahada eser veren isimler; İsmail Safa, Kuddusi, Turabi, Mihrabi, Vasfı-i Melami, Ayni Baba, Dertli, Seyrani, Keçecizade İzzet Molla,
Şeyhü’l İslam Arif Hikmet, Salih Baba,
Adile Sultan, Bitlisli Müştak Baba…
Seyrani
Asıl adı mehmet’tir. 1866’da memleketi olan Develi’de
ölmüştür. Şiirlerinde daha çok bir saz şairi havasında halka yakın bir dille
dini meseleleri ele almıştır. Belli bir tarikata bağlı değildir. Nakşibendi
tarikatına yakındır.
Türabi
Yüzyılın en meşhur Bektaşi şairidir. 1868’de vefat etmiştir.
Hece ve aruzla şiirler yazmıştır. Mürettep divanını H. 1257’de tamamlamıştır.
Halk şiiri tarzındaki şiirleri samimi ve sadedir. Aruzla yazdığı şiirlerinde
Fuzuli’nin etkisindedir.
Salih Baba
Şiirlerinden anlaşıldığı üzere Nakşibendi tarikatının Halidi
koluna mensup olup piri, Sami Efendi’dir. 1906/7 yılında Erzincan’da vefat
etmiştir. Şiirlerinde hece ve aruzu kullanmıştır.
Bitlisli Müştak Baba
1759’da Bitlis’te doğdu. Asıl adı Muhammed Mustafa’dır. İrşada
başladıktan sonra ilmini arttırmak üzere Bağdat’a gitti. 1832’de Bitlis
yolundayken Muş’ta şehit olmuştur. Kadiri tarikatına mensuptur. Hacı Bayram
Veli mensubu ve hayranıdır. Divanı, ebced hesabıyla birtakım siyasi vakıaları
işaret etmesi bakımından popülerleşmektedir.
Kıbrıslı Âşık Kenzi
Asıl adı İbrahim Kasım’dır. Bektaşi tekkelerinden yetişti.
Hayatını saz şairliği yaparak kazandı.
45 yıllık ömründe divan oluşturacak kadar çok şiir
söylemiştir. 1817’de Kıbrıs’a ziyarete gitmiş ve seyahatini Dasitan-ı sergüzeşt
adlı destanda dile getirmiştir. Reşid Ahmed Paşa komutasındaki Türk-Yunan
savaşlarını ikisi Atina biri de Mesolong olmak üzere üç destanda dile getirmiştir.
Hakkındaki bilgilerimizin bir kısmını Harid
Fedai’nin Kıbrıslı Âşık Kenzi Divanı
adlı esere borçluyuz.
20. Yüzyılda Dinî Tasavvufî
Türk Edebiyatı
Edib Harabî, Mihrabî,
Mehmet Nuri, Yozgatlı Hüznî, Derunî, Âşık Molla Rahim, Sıtkı, Konyalı Mehmet Yakıcı
Edib Harabî
Asıl adı Ahmed Edib’tir.
17 yaşındayken Bektaşi büyüklerinden Mehmed
Ali Hilmi Dede Baba’ya mürit olur. Babalık icazeti alamadığı için
dergâhlarda pek sevilmedi. Evinde Bektaşi ayinleri düzenlediği söylenir.
“Kâf u nûn hitâbı
izhar olmadan evvel”
mısraıyla başlayan nefesi meşhurdur.
Divan’ının kendisi tarafından yazılan nüshası Üsküdar Selim
Ağa kütüphanesindedir.
Mihrabî
Ataları Kırım hanlarına mensup bir ailedendir. Hocası Tikveşli Yusuf Efendi’dir. Uzun süre
Bektaşi tekkelerinde rehberlik etmiştir. Çelebi
Cemaleddin Efendi’den icazet almıştır. Çelebi ile babaları arasında çıkan
anlaşmazlıkta Mihrabî (arabulucu/murahhas) tayin edilmiştir. Nev-i şahsına
münhasır meczup bir şair olması hasebiyle Bektaşilerin “Vasıl ibni Ata”sı kabul
edilmiştir. 65 yaşında, H. 1338’de vefat etti.
Mehmet Nuri
1863’te Yozgat’ta doğdu. Hayatını imamlık yaparak geçiren
şair 1922’de öldü. Aruz ve heceyle şiirler söylemiştir.
Yozgatlı Hüznî
1879’da Yozgat’ta doğdu. Keşşafzadelere mensuptur.
Nakşibendi tarikatının önemli isimlerinden Mustafa
Nakşî’nin soyundan gelen Mehmet
Derviş Efendi’nin oğludur.
İmamlık yaparak geçimini sağlamıştır. Çoğunluğu heceyle
yazılmış şiirlerini iki divan ve bir defterde toplamıştır.
Âşık Molla Rahim
Kendi ifadesiyle 40 yaşında gördüğü bir rüya neticesinde
âşıklığa başlamıştır. Kadiri tarikatına bağlı olup şeyhi Aksaraylı Ahmet Lütfi’dir. 8 eseri vardır (İrşadü’l-Gafilin, Coşkun
Şiir, Yeni Mevlit, Diğer Mevlit, Hz. Yusuf, Abdülkadir Geylani, Hac Rehberi,
Din Yıldızı). 1980’de Konya’da vefat etti.
Derunî
Asıl adı Hüseyin Başok’tur. Hacı Kardaş lakabıyla da
bilinir. 1946’da vefat etmiştir. Hattatlık yaptığı bilinmektedir.
Sıtkı
Sorgun’a bağlı Tiftik köyünde 1896’da doğdu. İmamlık, Arapça
ve Türkçe öğretmenliği yapmıştır. 1961’de köyünde vefat etmiştir. Koşma
tarzında hece kalıplarıyla yazılmış şiirleri vardır.
Konyalı Mehmet Yakıcı
Kendi ifadesiyle 25 yaşında aşk badesini içmiştir.
Seferberlik yıllarında Konya Mersin yolunun yapım işlerinde çalıştırılırken
söylediği şiirlerle âşıklığı fark edilir. 1928’de Konya Maarif Müdürlüğü’nde
çalışmaya başlar. 1930’da CHP lideri Fethi Okyar konulu şikâyetname’si
nedeniyle konulur. 1950’de vefat eder.
Ünite
8
Âşık Şiirinin Oluşumu
Gelişimi ve 16. Yüzyıldaki Temsilcileri
Âşık Şiirine Giriş
Çoğunlukla ilk söyleyeni bilinmeyen şiirlerden/anlatılardan
oluşan halk şiirinde âşık şiirlerinin ilk örneklerini anonim Türk edebiyatında
aramaktayız. Stebleva’ya göre Orhun Anıtları’nın tamamı, Korş’a göre ise bir
kısmı manzumdur. R. Rahmeti Arat, Turfan bölgesinde bulunan materyalleri
inceleyerek Eski Türk Şiiri adlı
çalışmasıyla önemli bir kaynak hazırlamıştır. Divanü Lügati’t-Türk, eski Türk şiiri açısından zengin bir
kaynaktır.
Âşıkların ilk temsilcisi olan Ozanlar, 16. yüzyılın
başlarına kadar bu adla anıldılar. Ozanlar, kopuz eşliğinde şiir söyleyen
şairlerdir. Âşıklar ise saz eşliğinde irticalen şiir söylerler. Saz çalamayan
ama şiir yazanlara ise kalem şuarası/kalem şairi denilmektedir.
Âşık Şiirinin Özellikleri
Söyleyeni belli olduğu için anonim şiirden ayrılır.
Kökeni milat öncesine dayansa da Anadolu âşık şiirinin
mazisi 600 yıl olarak kabul edilir.
Âşık şiiri bütün halka hitap eder.
Âşık şiiri hece ölçüsüyle söylenir. Divan edebiyatının
yükselişiyle birlikte aruzla şiir söyleyen âşıklar olduysa da milli ölçümüz
hecedir.
Âşık şiirinin nazım birimi dörtlüklerden oluşur. Bunun
yanında beyit ve çeşitli sayıda mısraa sahip bentlerle de şiir söylenmiştir.
Âşık şiirinin dili günlük konuşma dilidir. Söylenildiği
yörenin ağız özellikleri şiire yansıyabilir.
Âşık şiirinin konularını halkın gündemi ve ilgisi belirler.
Geleneksel bir tür olduğu için belli dönemlerde belli
özellikler gösterir.
Âşık şiirinde mahlas, şiirin tecilidir/tapusudur.
Âşık şiirine eşlik eden saz, Türk boylarında farklı adlarla
anılır.
Âşık şiirinin en önemli özelliği irticalen söylenmesidir.
Âşıklar gezgin kimselerdir.
Âşık Şiirinin Kaynakları
Sözlü Kaynaklar
Kaynak kişi olarak tanımlanan kişilerden yapılan
derlemelerdir. Derlemeler ağırlıkla âşıklardan yapılmaktadır. Âşıklar,
aktardıkları şiirlere kendi yorumlarını katabilir, ekleme ve çıkarma
yapabilirler bu nedenle sağlıklı bir kaynak yöntemi değildir.
Yazılı Kaynaklar
Cönkler
Halk arasında “danadili” veya “sığırdili” olarak da
adlandırılır. Cönklerde çeşitli halk edebiyatı ürünleri bulunabilir. Saz
şairlerinin ürünlerinin toplandığı cönklere, yazmalara ve defterlere supara da denilir.
Bu defterlere gemi anlamına gelen sefine de denilmektedir. M.
Şakir Ülkütaşır bir makalesinde cönkler ve içerikleri hakkında detaylı bilgi
vermiştir (1967: 905).
Cönklerin Özellikleri
Cönkler Arap harfleriyle yazılmışlardır.
Bazıları özel kâğıtlara (alikurna, abadi) en çok kullanılan
yazı türleriyle yazılmışlardır.
Yazıların imlası sağlıklı değildir (yazıcıların eğitiminden
mütevellit).
Cönklerin belli bir ölçüsü yoktur. Yazanın zevki ve yazılan
kâğıdın boyutları belirleyicidir.
Konu tasnifi yoktur.
Şiir türleri ve şekillerinin başına koşma, türkü, ilahi vb.
sözcükler yazılıdır. Bu başlıklarla şiirin birbirini tutmadığı vakidir.
Genellikle besmele ile başlar ve temmet (tamamlandı)
sözcüğüyle sona erer.
Tezkireler
Az da olsa tezkirelerde âşıklardan söz edilmektedir.
Seyahatnameler
Evliya Çelebi, eserinde âşıklardan söz etmiştir.
Menakıbnâmeler
Yunus Emre, Sarı Saltuk, Hacı Bayram Veli, Hacı Bektaş Veli
vb. şairin hayatı hakkında kaynak aradığımızda menakıbnameler karşımıza
çıkmaktadır.
Divanü Lügati’t-Türk
Türk şiiri araştırmacılarının başvuracağı an önemli
kaynaklardan biridir.
Âşık Olmanın Bazı Sebepleri
Bade İçerek Âşık Olma
Âşıklık geleneğinde en sık karşılaştığımız olgudur. Rüyada
bir usta, derviş, ermiş, aksakallı, Hazreti Hızır vs. elinden bade içen
uyandıktan sonra şiir söyleme yeteneğine kavuşur.
Kahraman badeyi içtikten sonra günlerce uyanamayabilir.
Uyanmasına vesile saz sesleridir.
Köroğlu, Ercişli Emrah, Çıldırlı Âşık Şenlik, Narmanlı
Sümmani, Bardızlı Nihani, Posoflu müdani, Posoflu Zülali, Bayburtlu Celali,
Âşık Yaşar Reyhani, Âşık Murat Çobanoğlu, Âşık Osman Feymani, Âşık Şeref
Taşlıova vb. âşıklar pir elinden bade içenlerdir.
Badeli âşıkların büyük kısmı Umay Günay’ın sistematikleştirdiği
süreçlerden geçmişlerdir:
1- Hazırlık safhası: Âşığın bade içmeden önceki durumları
2- Rüya: Bir yerde uyuma, pirin elinden bade içilmesi
3- Uyanış: Saz sesini duyup uyanma
4- İlk deyiş: Âşığın rüyasını şiirle dile getirmesi
Usta Çırak
İlişkisiyle Âşık Olma
Ustasının yanında yetişen çırak, ustası kendisine mahlas
verdikten sonra ustasıyla atışır ve böylelikle âşıklık başlamış olur.
Kendi Kendine Âşık
Olma
Şiirler dinler, ezberler, saz eşliğinde şiirleri söylemeye
başlar. Kendine mahlas seçip şiirler söylemeye devam eder.
Âşık Meclislerini
Takip Ederek Âşık Olma
Âşık kahvelerinde bulunan ve zamanla söylenen şiirleri
ezberleyip saz eşliğinde öğrendiklerini söyleyen ve bir süre sonra kendi
başından geçen olayları nazım-nesir şeklinde anlatan, kendi mahlasıyla şiirler
söyleyen kişi, âşıklar arasına katılır.
Sazlı ve Sözlü
Ortamın Etkisiyle Âşık Olma
Sazlı sözlü meclislerde bulunan genç bir süre sonra kendine
mahlas seçerek ezberlediklerini okumaya başlar ve bu yolla âşıkların arasına
katılır.
Yoksulluk, İşsizlik,
Hastalık vb. Durumların Etkisiyle Âşık Olma
Yaşadıklarının etkisiyle dertlenip sazı eline alan kişi bir
süre sonra kendi kendine ya da bir ustadan mahlas alarak âşıkların arasına
katılır.
Sevda Yüzünden Âşık
Olma
Sevdiğine kavuşamayan genç derdini şiirle dile getirir ve bu
yolla âşık olur.
Vatan Özlemi Yüzünden
Âşık Olma
Vatan hasretinden vesile saz eşliğinde şiirler söyleyen kişi
zamanla dinleyicilerinin artmasıyla âşık olur. Ozan Nihat, Ozan Fedai, Ozan Şah
Turna bu yolla âşık olan isimler arasında öne çıkanlardır.
Milli Duyguların
Etkisiyle Âşık Olma
Kalıtım (Irsiyet)
Yoluyla Âşık Olma
Gülistan Çobanlar, Murat Çobanoğlu’nun babasıdır. Çobanoğlu,
âşıklığın esasını babasından öğrenmiştir.
Âşıkların Sınıflandırılması
Eğitim Durumuna Göre
Kalem Şairleri: Saz çalamaz, şiir söylerler.
Meydan Şairi: Saz çalarak doğaçlama şiir söyleyen
şairlerdir.
a) Ümmi Âşıklar: Öğrenim görmemişlerdir.
b) Okuma-Yazma Bilen Âşıklar: Murat Çobanoğlu, Şeref
Taşlıova, Yaşar Reyhani, Hacı Karakılçık
c) Kalem Şairleri: Saz çalamazlar. Halil Karabulut,
Erzurumlu Ümmani Can
Yetiştikleri Çevreye
Göre
a) Şehir ortamında yetişenler: Âşık Ömer, Gevheri, Erzurumlu
Emrah, Bayburtlu Zihni
b) Köy ortamında yetişenler: Çıldırlı Âşık Şenlik, Ruhsati,
Minhacı, Mesleki, Noksani
c) Göçebe ortamda yetişenler: Karacaoğlan, Dadaloğlu
d) Askeri ortamda yetişenler: Bahşi, Armutlu, Çırpanlı, Kul
Çulha, Geda Muslu, Tamaşvarlı Âşık Hasan, Öksüz Dede
e) Tekke ve Dergâhta yetişenler: Hasan Dede, Ümmi Sinan, Kul
Himmet, Kaygusuz Abdal, Pir Sultan Abdal
Yetiştikleri Bölgeye
Göre Âşıklar
a) Doğu Anadolu
Bölgesi:
Geçim zorlukları, uzun süreli savaşlar bu bölgede âşık
edebiyatının gelişimine katkı yapmıştır.
Ardahan’da Posoflu Zülali, Posoflu Müdani, Çıldırlı Âşık
Şenlik, Âşık Şeref Taşlıova,
Kars’ta Arpaçaylı Gülistan Çobanlar, Murat Çobanoğlu, İlhami
Demir, Rüstem Alyansoğlu, Kağızmanlı Hıfzi, Kağızmanlı Cemal Hoca, Sarıkamışlı
Mevlüt İhsani,
Ağrı’da Tutaklı Gamgüder, Eleşkirtli Öksüz Ozan,
Van’da Ercişli Emrah, Ahmet Poyrazoğlu,
Artvin’de Ardanuçlu Efkâri,
Gümüşhane’de Kelkitli Kul Nuri,
Bayburt’ta Celali, Zihni,
Erzurum’da Narmanlı Sümmani, Nusret Toruni, Hüseyin
Sümmanoğlu, Fuat Çerkezoğlu, Tortumlu Mustafa Ruhani, Hasankaleli Yaşar
Reyhani, Şenkayalı Nuri Çırağı, Erol Ergani,
Erzincan’da Çayırlı Davut Sulari bu bölgenin önde gelen
âşıklarıdır.
b) İç Anadolu Bölgesi:
Sivas’ta Âşık Veysel, Ruhsati, Minhacı,
Kayseri’de Erkiletli Âşık Hasan, Everekli (Develili)
Seyrani, Âşık Gözübenli, Âşık Ali Çatak,
Yozgat’ta Hüzni,
Kırşehir’de Âşık Said,
Niğde’de Âşık Tahiri, Kemali Baba,
Konya’da Âşık Ömer, Âşık Şem’i, Âşık Mehmet Yakıcı, Mehmet
Ataroğlu,
Karaman’da Gufrani, Kenzi, bölgenin önde gelen âşıklarıdır.
c) Akdeniz Bölgesi
Bölge âşıkları kendilerine önder olarak Karacaoğlan’ı
benimsemişlerdir.
Kozan’da Âşık Deli Hazım, Âşık İmami,
Feke’de Âşık Eyyubi, Âşık Hacı Karakılçık,
Osmaniye’de Abdulvahap Kocaman, Âşık Feymani,
Hatay’da Âşık Gül Ahmet Yiğit,
Maraş’ta Âşık Mahzuni Şerif bölgede öne çıkan isimlerdir.
d) Karadeniz Bölgesi
Çankırı’da Pinhani, Kastamonu’da Yorgansız Hakkı, Bolu’da
Dertli ve Figani önde gelen isimlerdir.
e) Marmara Bölgesi
Büyük şehirlerin semai kahvelerinde âşıkların toplanıp
hünerlerini sergilediklerini biliyoruz. Köprülü’nün bildirdiğine göre
İstanbul’un Tavukpazarı semtinde âşıkların lonca teşkilatı vardı (Erzurumlu
Emrah, bir süre bu loncada başkanlık yapmıştır).
Âşık Fasılları
Umay Günay Doğu Anadolu Bölgesi’ndeki âşık fasıllarının düzenini
şu şekilde vermektedir:
1- Hoşlama, merhabalaşma; âşıkların dinleyicilerini
selamladıkları bölümdür.
2- Hatırlatma, canlandırma; eski âşıkların şiirlerinden
örnekler verilen bölümdür.
3- Tekellüm; Faslın en önemli bölümüdür. Âşıklar bu bölümde
hünerlerini sergiler. Tekellüm bölümü 8 safhada gerçekleşir:
3.1- Açılış: En yaşlı âşık veya ev sahibi âşık, kolay bir
ayakla atışmayı başlatır.
3.2- Öğütleme: İki âşık tecrübelerini birbirlerine aktarır.
3.3- Bağlama-muamma: âşıklar birbirlerinin bilgisini ölçer. Çoğunlukla
zor ayaklar tercih edilir.
3.4- Sicileme: Karşılaşmaya yer vermeyen bölümlerdendir.
3.5- Yalanlama: Yalan söylenen bölümdür.
3.6- Taşlama-takılma: herhangi bir konuyu eleştirdikleri
bölümdür.
3.7- Tüketmece-darıltmaca: Birbirlerine üstünlük kuramayan
âşıkların dudak değmezlerle ve zor ayaklarla birbirlerini zorladıkları
bölümdür.
3.8- Uğurlama-medhiye: atışma süresince birbirlerini inciten
âşıkların rahatlama amacıyla söyledikleri şiirlerden oluşur.
Âşık Kolları
Ustasının izinden giden âşığın ustasına ait uyak, tarz ve
üslupla şiir söylemesi sonucu oluşan ekollerdir. Azeri yöresinde mektep olarak
tanımlanır.
Âşık kolunun oluşabilmesi için;
Usta âşığın dil ve üslubu, şiirlerinde işlediği konular,
âşığın başından geçenler, karşılaşmaları, tasnif ettiği hikâyeler, kendisine
ait ezgiler, kendisine ait ayaklar gereklidir.
Âşıklar Bayramı ve Âşıklar
Şöleni
Cumhuriyetten önce âşıkların belirli zamanda belli yerlerde
toplandıkları vakidir. Bu tür toplantılar düzenleyenler arasında Ziya Paşa,
Ahmet Kutsi Tecer ve Feyzi Halıcı’nın isimlerini sayabiliriz. Âşıklar bayramı
sistemi cumhuriyetin ilanından sonradır. 1932 yılında A. Kutsi Tecer’in
öncülüğünde I. Sivas Halk Şairleri Bayramı düzenlenir. Etkinliğe aralarında
Âşık Veysel’in de yer aldığı 14 âşık katılır. 1938’de Mahmut
Kemal Yanbeğ Bayburt’ta Bayburt Saz Şenlikleri Haftası’nı tertip eder. 1964
tarihinde II. Sivas Halk Şairleri Bayramı düzenlenir. 1966’da Feyzi Halıcı
Konya’da Âşıklar Bayramı adı altında benzer bir etkinlik tertip eder. Bu
etkinliğe yüzyılın önde gelen 16 âşığı katılır.
Son yıllarda Tarsus, Bursa Yıldırım, Kars, Osmaniye,
Eskişehir Odunpazarı belediyeleri âşıklar toplantıları tertip etmektedirler.
Âşıklar bayramı kimi kaynaklarda âşıklar şöleni olarak da
adlandırılır.
12. Yüzyıl Âşıkları
ve Özellikleri
Hoca Ahmed Yesevî’nin ismini anmadan geçemediğimiz bu başlık
altında kaydı mevcut herhangi bir âşık yoktur.
13. Yüzyıl Âşıkları
ve Özellikleri
Tasavvuf şiirinin büyük isimlerinden Mevlana, Sultan Veled,
Şeyyad Hamza, Hoca Dehhani ve Ahmed Fakih bu yüzyılda divan şiiri tarzında
eserler verdiler.
Yunus Emre, âşık
edebiyatının oluşumuna katkı yapmıştır.
14. Yüzyıl Âşıkları
ve Özellikleri
Divan şiiri tarzında eser veren Âşık Paşa, Ahmed Dai, Kadı
Burhaneddin, Nesimi, Gülşehri bu yüzyılın önde gelen şairleridir.
Tasavvufi şiirleriyle öne çıkan isimler ise Sait Emre ve
Kaygusuz Abdal’dır.
M. Fahrettin Çelik
(Kırzıoğlu) Baykan (Bıkan) adıyla ilk âşığın bu yüzyılda eser verdiğini bildirmiştir.
Elimizdeki tek şiiri 8 dörtlükten oluşan Dâsıtan-ı Sukût-ı Kars’tır. Destan
biçimindeki şiirde Timur’un Kars’ı işgali ve bölge halkına verdiği eziyet
anlatılmaktadır. Şiirin dili bölgenin ağız özelliklerini taşımaktadır.
15. Yüzyıl Âşıkları
ve Özellikleri
Divan şiirinde Ahmed Paşa, Necati, Atai, Mesihi, Hamdullah
Hamdi, Süleyman Çelebi, Hümani gibi isimleri, tasavvufi şiirde Hacı Bayram Veli
ve Eşrefoğlu Rumi gibi isimleri sayabiliriz. Kayıtlarda bu yüzyıla dair âşık
şiirleri mevcut değildir.
16. Yüzyıl Âşıkları
ve Özellikleri
Divan şiirinde Fuzuli Baki, Hayali, Ruhi, Zati, Figani,
tasavvufi şiirde Üftade, Ahmed Sarban, Ümmi Sinan ve Pir Sultan Abdal gibi
isimleri sayabiliriz.
Bu yüzyılın âşıkları; Ahmetoğlu, Armutlu, Bahşi, Babişoğlu,
Çırpanlı, Dalışman, Geda Muslu, Hayali, Hızıroğlu, Karaoğlan, Karacaoğlan,
Köroğlu, Kul Çulha, Kul Mehmed, Kul Piri, Oğuz Ali, Ozan, Öksüz Dede vb. dir.
Bu yüzyılın şairleri ağırlıkla orduya yakın kimselerdir.
Şiirlerinde kahramanlık teması öne çıkar. Âşıkların hayatları hakkında pek
bilgimiz yoktur.
Bu yüzyılda divan şairleri hece veznine ilgi
göstermişlerdir.
Armutlu: Elimizde
bulunan şiirinde Murad Reis’i konu edinmiştir.
Bahşi: Mısır
seferine katılmış bir ordu şairi olduğunu kabul edilmektedir.
Çırpanlı: Murat
Reis’in levendlerinden bir ordu şairidir. Filibe yöresinde Çırpan adlı kasabada
doğduğu tahmin edilmektedir.
Geda Musli: Ordu
şairi olup Murat Reis’in savaşlarına katılmıştır. Evliya Çelebi’ye göre o bir
çöğür şairidir (Çöğür: gövdesi büyük, sapı küçük
bir saz).
Hayali:
Osmanlı-İran savaşlarına katılmış bir ordu şairi olduğunu tahmin ediyoruz.
Köroğlu: (Âşık
Köroğlu ile halk hikâyelerine konu olan Köroğlu aynı kişi değildir) Evliya
Çelebi’ye göre Köroğlu bir çöğür şairidir. Özdemiroğlu Osman Paşa’nın İran
seferleriyle ilgili söylediği şiirlerden vesile 1585’te bu seferlere katıldığı
yönünde yaygın bir görüş vardır.
Kul Mehmed: I.
Ahmed’in vezirlerinden Üveys Paşa’nın oğludur. Muhassıl olarak Aydın’da
görevlendirilmiştir. Hece ve Aruzla şiirler yazmıştır.
Ozan: Orta Asya
âşıklık geleneğinin Anadolu’daki son temsilcilerindendir. 8 heceli bir şiir
günümüze ulaşmıştır.
Öksüz Dede: Babasının
ağzından, Şah İsmail’in torunu Haydar Mirza’yı anlatan bir şiirinde hayatı
hakkında bilgilere ulaşıyoruz. III. Murad döneminin ordu şairlerindendir.
Ünite
9
17. ve 18. Yüzyıllarda Âşık
Şiiri
Bu yüzyılda yetişen âşıklar toplumun her kesimini temsil
etmişlerdir. Karacaoğlan, göçebe; Âşık Ömer ve Gevheri, şehir; Kul Deveci, Kul
Mehmet ve Kul Süleyman ise ordu muhitinde yetişmişlerdir.
Bu yüzyıl âşık edebiyatının en güçlü olduğu dönemdir.
Yazılan şiir sayısı diğer yüzyıllara kıyasla çok daha fazladır.
Âşık Ömer şairname’nin ilk
örneğini vermiştir. Şairname sayesinde pek çok şair ve şiir hakkında bilgi
sahibiyiz.
Bu yüzyılda âşıklar hecenin yanı sıra aruzla da şiirler
yazmışlardır. Divan sahibi olan âşıklar bile vardır.
17. Yüzyıl Âşıkları ve Özellikleri
Âşık Ömer
Konya, Aydın ve Kırım’da Gözleve adlı yerleşim birimleri
vardır. Âşık Ömer’in hangisinde dünyaya geldiği bilinmemektedir. Her üç
yerleşim de şaire sahip çıkmıştır (Muhtemeldir ki Kırımlıdır).
Âşık Ömer, Karacaoğlan’dan sonra bütün Türk dünyasında
tanınan sayılı şahsiyetlerden biridir.
Elde bulunan bilgiler ışığında onun ordu şairi olduğunu
söyleyebiliriz.
Şiirlerinde IV. Mehmed’den itibaren dört padişahtan söz
eder.
Medrese eğitimi almış bir şairdir.
Divanında hece ve aruzla yazılmış şiirleri vardır.
Şiirlerinde Ömer dışında Derviş Nihani ve Adlı mahlaslarını
da kullanmıştır.
58 dörtlükten müteşekkil şairnamesi
Türk şiirine getirdiği yeniliklerden biridir. Eserde kendi döneminde ve daha
önce yaşamış 47 âşığın yanı sıra 88 şairden söz etmektedir.
İstanbul ve semtlerini anlatan destanı çok meşhurdur.
Şiirlerinde Nesimi, Ahmed Paşa, Fuzuli ve Atai’nin etkisinde
kaldığı görülebilir.
Âhu, Levni, Rûhi ve Şevkat gibi şairler onun şiirlerine
nazireler yazmışlardır.
Ercişli Emrah
1930’lu yıllara kadar varlığından bile haberdar değildik. Onu
Fuad Köprülü ortaya çıkarmıştır.
Şiirleri bu tarihe kadar Erzurumlu Emrah’ın şiirleriyle karıştırılırdı. Hayatı
etrafında oluşmuş olan Ercişli Emrah ve
Selvi Han Hikâyesi sayesinde varlığından haberdarız. Hikâyeye göre o âşık
bir babanın çocuğudur ve pir elinden bade içmiştir.
Erzurumlu Emrah din ve tasavvuf konulu şiirlere ve temalara
yer verirken Ercişli Emrah’ın şiirleri tamamen dünyevidir.
Gevherî
Pek çok kaynakta adının Mustafa ve Mehmed olduğu kayıtlıdır.
Doğum yeri olarak Kırım ve İstanbul geçmektedir. Ordu şairliğinin yanı sıra
divan kâtipliği de yapmıştır.
Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Ali Ufkî’nin (17. Yüzyıl) Mecmua-i
Saz ü Söz adlı eseri, İbrahim
Naimeddin’in Hadikatü’ş-Şuheda
adlı eser, Sun’î ve Hızrî’nin şairnameleri Gevherî hakkında
müracaat ettiğimiz başlıca kaynaklardır.
Hem aruz hem de heceyle şiirler yazmıştır. Dili ağır
sayılabilir. Şiirlerinde Arapça ve Farsça kelimeleri sıklıkla kullanır. Heceyle
yazdığı şiirleri semaî ve koşma; aruzla yazdığı şiirleri ise divan, kalenderi,
gazel, semaî ve müstezat tarzındadır.
Şiirlerinde aşk, tabiat, sevgili, ayrılık gibi konuları
işlemiştir.
Karacaoğlan
Doğum ve ölüm tarihleri hakkında kesin bilgiye sahip
değiliz.
Asıl adını da bilmiyoruz (kuvvetle muhtemel; Mehmet, Hasan,
Halil veya Smayıl’dır).
Pek çok il/ilçe onu sahiplenmektedir (Adana, Osmaniye,
Mersin, Karaman, Aksaray, Gaziantep, Kilis, Türkmenistan, Azerbaycan ve
Balkanlarda bazı şehirler). Bunlar arasında daha çok kabul gören görüş,
Adana’nın Feke ilçesidir.
Doğum yeri gibi ölüm yeri konusunda da çeşitli ihtimaller
söz konusudur (Yozgat, Karaman, Mersin, Kahramanmaraş, Osmaniye, Erzurum, Osmaniye
vb.).
Polonya doğumlu Albert
Bobowski’nin Mecmua-i Saz ü Söz
adlı eseri Karacaoğlan hakkındaki başlıca kaynağımızdır.
Bazı şiirlerinde tarihsel olayları anlatır: Halep’in fethi,
Nemse kralı ve Acem şahına savaş açılması gibi olaylar bunlara örnektir. Hayatı
ve bazı şiirlerine referansla oluşmuş hikâyeler vardır. En önemlisi Radloff’un derlediği Karacaoğlan ile İsmikân Sultan
hikâyesidir. Azerbaycan’da Gul Mahmut,
ülkemizde Nar Mahmut veya Han Mahmut adlı hikâyeler diğerleridir.
Türk âşık şiirinde hakkında en fazla makale, kitap, tez
hazırlanan âşık Karacaoğlan’dır. Şiirleri çeşitli dillere çevrilmiştir. Çok
sayıda şiiri türküleşmiştir.
Daha çok Çukurova bölgesindeki âşıkları etkilemiştir.
Bölgenin âşıkları Karacaoğlansız program yapmazlar. Çağdaş şairlerimizden Rıza
Tevfik, Cahit Külebi, Ülkü Tamer, M. C. Anday vb. Karacaoğlan’dan
etkilenmişlerdir.
8 ve 11’li hece ölçüsüyle söylenmiş yaklaşık 500 şiiri
günümüze ulaşmıştır.
Karacaoğlan, Çukurova’da yaşamış bir şairimizdir. Pek çok
şair onun ününden yararlanmak için şiirlerini taklit etmiş veya onun mahlasını
kullanmıştır.
Diğer Karacaoğlan’lar
16. Yüzyıl
Karacaoğlanları: III. Murat’ın şehzade Mehmet için düzenlediği 55 gün süren
sünnet düğününü anlatan bir salnamede bir Karacaoğlan türküsü yer almaktadır.
Gelibolulu Ali’nin
Mevaidü’n-Nefais fi Kavaidi’l-Mecalis
adlı eserinde Karacaoğlan’ın şiirlerinin okunduğundan söz eder.
Berlin, Paris, Vatikan ve Viyana kitaplıklarındaki bazı
yazmalarda 16. yüzyılda yaşamış bir Karacaoğlan’dan söz edilmektedir.
Âşık Ömer’in şairnamesinde bahsi geçen de 16. yüzyılın
Karacaoğlan’ıdır.
Yozgatlı Karacaoğlan:
M. Şakir Ülkütaşır 1933 yılında yayımladığı bir makale ile bu âşığımızı
tanıtmıştır.
Azerbaycanlı Karacaoğlan: Azerilerin benimseyip sahiplendikleri,
kendi ağız özellikleriyle şiirlerini okudukları (bunların birçoğu Türkiye’de
bilinmez) hakkında çeşitli hikâyeler kurulmuş nevi şahsına münhasır bir
Karacaoğlan’dır.
Türkmenistanlı
Karacaoğlan: Doğum yeri olarak Kazan dağını kabul ederler. Sevdiği kıza
kavuşamayınca Osmaneli’ne göçmüştür. Hayatını konu edinen tiyatro eseri vardır.
Diğerleri: Evliya Çelebi, eserinde Karacaoğlan
Sultan’dan söz eder.
Şair Kâni’nin
divanında kahvehane ve bozahane şairi olarak takdim edilen bir Karacaoğlan’dan
söz eder.
Kadirli çevresinde tanın bir başka Karacaoğlan vardır.
Kadirli’nin Şahaplı köyünde Karacaoğlan adına bir başka âşık
yaşamıştır.
Ali Rıza Yalgın’ın
Cenupta Türkmen Oymakları adlı
eserinde şiirlerini yayımladığı Karacaoğlan 19. yüzyılda yaşamıştır.
Bunlardan başka pek çok başka şair şiirlerinde Karacaoğlan
adını/mahlasını kullanmıştır.
Benli Ali
1664 tarihli Fransızların Cezayir baskınını anlatan
şiirinden hareketle bu yüzyılda yaşadığını tahmin ediyoruz.
Sun’i’nin tekerleme’sinde balıkçı olduğu bilgisi
mevcuttur.
Kayıkçı Mustafa
Murat Reis’in ölümü üzerine söylediği bir şiirden hareketle
16. yüzyılın son çeyreğinde yaşadığı tahmin edilmektedir. Gevheri başta olmak
üzere pek çok şairin takdirle söz ettiği bir âşıktır.
Köroğlu
Şiirleri 16. yüzyılda yaşadığı zannedilen Köroğlu ile
karışmıştır. Hakkındaki tek bilgi Davut Paşa’yı idamdan kurtarmak isteyen
yeniçeriler arasında yer aldığıdır. Çöğür çalıp sade dille şiirler söylemiştir.
Kuloğlu
Asıl adı Mustafa’dır. Cahit
Öztelli’ye göre IV. Murat’a
yakın olan âşık, Sultan’ın ölümünden sonra Cezayir’e sürülmüştür. Naima’ya göre Davut Paşa’yı cellatların
elinden kurtaran odur. Hece ve aruzla yazılmış şiirleri vardır. Aşk ve
kahramanlık konularını ele almıştır. Çağının ünlü şairlerindendir.
Öksüz Âşık
Asıl adı Ali’dir. Öksüz Ömer’le karıştırıldığı için geç
tanınmıştır. Âşık Ömer’in Şairnamesi’nde ismi geçmektedir. Otuz
kadar şiirine vakıfız.
18. Yüzyıl Âşıkları ve Özellikleri
Önceki yüzyılda olduğu gibi güçlü âşıklar yetişmemiştir.
Çoğunluğu ordu şairidirler ve hece ölçüsüyle şiir yazmışlardır.
Abdî
Yüzyılın ilk çeyreğinde doğmuş kabul edilir.
Sun’i’nin şairnamesinde Abdî’nin Şarkî ile birlikte Bağdat’a
şan verdiği yazılıdır.
Âgâhî
Hakkındaki bilgilerimiz cönklerde yazılanlarla sınırlıdır.
Âşık Ahmed
Avusturyalıların Bosna’ya yaptıkları bir seferi konu alan
destanından hareketle bu yüzyılda yaşadığı kabul edilir.
Âşık Ali
Nasuh Paşa’nın katliyle ilgili şiiri vardır.
Âşık Bağdadî
Şiirlerinde III. Selim’den saygıyla söz eder.
Âşık Derunî
Âşık Halil
Bursalıdır.
Âşık Nigârî
1807 tarihli bir isyandan söz eden şiirinden dolayı bu
yüzyılda yaşadığını tahmin ediyoruz.
Levnî
Yüzyılın en önemli âşığıdır. Edirnelidir. Asıl adı Abdülcelil Çelebi’dir. Ressam, minyatür
ustası ve hattat olarak da tanınmış bir sanatçıdır. Atalarsözü Destanı ve
Selanik-İstanbul yolculuğunu konu alan Tekerleme’si türünün ilk örnekleri olması
hasebiyle önemlidir.
1733’te İstanbul’da vefat etmiştir.
Talibî
Zile’de doğmuş 80 yaşlarında burada vefat etmiştir. Turhal
şeyhi Mustafa Efendi’nin halifesidir. Zileli Fedai, Raşid ve Es’ad onun
çıraklarıdır. Gurabî’nin şairnamesinde ismi geçmektedir.
Ünite
10
19. ve 20. Yüzyıllarda Âşık
Şiiri
19. Yüzyıl Âşıkları ve
Özellikleri
Bu yüzyılın en önemli özelliği batı etkisi altında şiirlerin
yazılmaya başlamasıdır: Âkif Paşa, Namık Kemal, Ziya Paşa, İbrahim Şinasi,
Abdülhak Hamid, Recaizade Mahmud Ekrem gibi…
Âşık edebiyatı ve saz şairleri hakkında yazılı ve sözlü
kaynaklardan edinilen bilgiler sağlıklı tespitler yapmamıza imkân vermektedir.
Âşıkların önemli bölümü hecenin yanı sıra aruzla da şiir
söylemiştir.
Âşıkların pek çoğu tarikatlara bağlanmışlardır.
19. Yüzyıl Âşıkları
Bayburtlu Zihnî
1797’de Bayburt’ta doğdu. Asıl adı Mehmed Emin/Muhammed
Emin’dir. Şiirlerinde Zihnî mahlasını kullanmıştır. Araştırmacılar onun medrese
tahsili gördüğü kanısındadır. Mustafa Reşit Paşa ile kurduğu yakınlık sayesinde
Divan-ı Humâyûn’a girmiştir. 1828/29 tarihli Osmanlı-Rus savaşından çok
etkilenir. Bu durum şiirlerine de yansımıştır. Asıl mesleği kâtiplik olan şair,
pek çok şehir dolaşmıştır. İnatçı ve isyankâr bir karaktere sahiptir.
Şiirlerinde de böyledir.
Sağlığında divan tertip ederek bunu saraya sunmuştur.
Şairliğinin yanı sıra iyi de bir nesir yazarıdır. Aruzlu
şiirlerinde dili çok ağırdır. Bazı beyitlerinde Türkçe kelime bulunmaz. Hece
ile yazdığı, gurbet, aşk ve sevgili konulu şiirlerinde dili durudur. Pek çok
şaire nazire ve tahmis yazmıştır.
Tokatlı Gedayî ve Bayburtlu Celalî onun etkisinde kalarak
şiir söylemişlerdir.
Bazı şiirleri bestelenmiştir. 1859’da Maçka’da vefat eder.
Divan-ı Zihnî:
Oğlu Ahmet Revayî tarafından 1876’da yayımlanmıştır.
Sergüzeştname:
Ününü arttıran destanları bu eserdedir.
Kitab-ı Hikâye-i
Gâribe: 27 varaktır. Bayburt beylerinden Abdullah’ın 18 yıllık hayatını
anlatır. Saim Sakaoğlu ve Ahmet Sevgi tarafından 1992’de yayımlandı. Eserin
Türk romanına geçiş aşamaları bakımından önemi vardır.
Çıldırlı Âşık Şenlik
Ardahan’ın Çıldır ilçesinin Suhara beldesinde doğdu. Doğum
tarihi ihtilaflıdır. Asıl adı Hasan’dır.
180 kadar şiirin yanında üç hikâye (Latif Şah, Salman Bey,
Sevdakâr Şah) yazan şairin şiirleri yeniliklerle doludur. Şiirlerinde
terekeme/karapapak ağzının özellikleri görülür.
Çok fazla çırak yetiştirmiştir. 1913 yılında bir mecliste
atışıp galip geldiği âşıklar tarafından zehirlenerek öldürülmüştür.
Dadaloğlu
Oğuzların Avşar boyundandır. 1785’te doğduğu kabul edilir.
Asıl adı Veli’dir. Dadal, Dadalı, Âşık Dadal, Dadanoğlu ve Dadaloğlu
mahlaslarını kullanmıştır. Göçebe Avşarların arasında büyümüştür. 130 kadar
şiirinin tamamı heceyle yazılmıştır. Şiirlerinde sanat endişe taşımaz. İşlediği
konular genellikle aşiret hayatıdır. Şiirlerinde kırat ve Avşar güzellerinden
de söz eder. Şiirlerindeki atasözü, deyim ve vecizeler değerlidir.
İsmail Görkem’in
Dadaloğlu ve şiirleri hakkındaki çalışması son ve en önemli çalışmadır.
Dertli
1772’de Bolu/Gerede’de doğdu. Asıl adı İbrahim’dir.
Mutlu bir çocukluğu babasının ölümüyle birlikte geride
bırakır. Köyünde sıkıntı yaşadığı için gurbete çıkar. Yolu İstanbul’a, semai
kahvelerine düşer. Türküler çalıp çığırmıştır.
Badeli âşıklarımızdandır. İlk şiirlerinde Lütfi, ileri dönemlerde ise Dertli
mahlasını kullanmıştır. Fes ve saz üzerine söylediği şiirleriyle ünlüdür. Aruzla
yazdığı şiirlerde dili ağır, heceyle yazdıklarında daha sadedir. Şiirlerinde
din, aşk, sosyal konular, hiciv ve mizah vardır. Mensubu olduğu Bektaşi
tarikatı nedeniyle Hz. Ali’ye aşkla bağlıdır. 1845’te Ankara’da vefat etmiştir.
Erzurumlu Emrah
Erzurum’un Ilıca ilçesinde doğmuştur. Aşk acısıyla küçük
yaşta Erzurum’dan ayrılır. Çeşitli şehirleri gezdikten sonra Tokat-Niksar’a
gelir. Gezdiği yerlerde âşık toplantılarına katılmış, İstanbul’un Tavukpazarı
semtindeki âşıklar loncasına başkanlık yapmıştır. Şiirlerinde Emrah, Emrahî,
Şikeste Emrah ve Biçare Emrah mahlaslarını kullanmıştır.
200 kadar şiiri hece vezniyledir. Bir o kadar da aruzla
yazılmış şiiri vardır.
Seyranî
1800 yılında Kayseri/Everek (Develi) ilçesinde doğdu. Asıl
adı Mehmet’tir. Çocukluğu yokluk içinde geçmiştir. Hece ve aruzla şiirler
söylemiştir. 650 kadar şiirinin 500’ü heceyle yazılmıştır. Şiirlerinde cinas,
önemli yer tutar. Halk şiirinin değişik türlerinde şiirleri vardır. Taşlamaları
önemlidir. 1866’da vefat etmiştir.
Sümmanî
Erzurum’un Narman ilçesinde doğdu. Badeli âşıklarımızdandır.
Rüyasında gördüğü Gülperi’yi bulabilmek için Kafkasya, Kırım, İran ve
Afganistan’ı dolaşmıştır.
19. Yüzyıl Âşıkları
Âşık şiirinin çok güçlü olduğu bir dönemdir. Yüzyıl içinde
düzenlenene çeşitli âşık şenlikleri, âşık şiirini ve âşıkları destekleyen
etkinlikler olarak dikkat çekmiştir. Bu yüzyıl şairleri kitle iletişim araçları
vasıtasıyla şiirlerini çok geniş kitlelere ulaştırma imkânına sahip
olmuşlardır.
Doğu Anadolu Bölgesi
Âşık Murat Çobanoğlu
1940’ta Kars’ın Kaleiçi mahallesinde doğdu. Âşık Gülistan
Çobanlar’ın oğludur. Badeli âşıklarımızdandır. 2005’te vefat etmiştir.
İç Anadolu Bölgesi
Âşık Veysel
Şatıroğlu soyundandır. 1894/95 yılında doğduğu tahmin
edilmektedir. Yedi yaşındayken çiçek hastalığından dolayı bir gözünü kaybeder.
Bir süre sonra ahır temizlerken sarı öküzün boynuz darbesiyle diğer gözünü
kaybeder.
Yardıma muhtaç duruma düşünce ailesi ona saz dersleri
aldırır. Veysel bu derslere kayıtsız kalır. 1931 yılında yapılan I. Sivas Halk
Şairleri Bayramı’nda Ahmet Kutsi Tecer tarafından fark edilir.
1950 yılında hakkında film yapıldı (Metin Erksan). Birçok
köy enstitüsünde saz öğretmenliği yapmıştır. 1965’te hükumet tarafından maaşa bağlanır.
170 kadar şiiri vardır. 1973 yılında iki kapılı hanın
kapısını kapatmıştır.
Çukurova Bölgesi
Âşık Osman (Taşkaya)
Feymanî
1942’de Osmaniye’de doğdu. Manevi ustası olarak Karacaoğlan’ı
işaret eder. İlk şiirlerinde Çoban Osman mahlasını kullanır. Şiirlerinde tabiat
ve ormanların ayrı bir yeri vardır. Taşlamaları da ünlüdür. Sağlığında adına
şenlik düzenlenen ilk şairdir. Çukurova yöresinde şiirleri bestelenen ilk
şairdir.
Kitap bitti
Emeğinize sağlık güzel bi çalışma olmuş
YanıtlaSilAnasını satayım bu mu türk halk şiiri allah için
YanıtlaSil