CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK NESRİ
Ünite 1
CUMHURİYET
DÖNEMİ TÜRK NESRİ
Dil
Üzerine
Her dil, konuşulduğu coğrafyanın
yüzyıllar içerisinde ürettiği sosyal ve milli bir kurumdur.
“Dilin milli ve zengin olması milli
hissin inkişafında başlıca müessirdir.” Atatürk
“Türkçe bizim manevi ve mukaddes
vatanımızdır. …bir millet lisanını bozar, kaybederse, hatta siyasi hakimiyeti
baki kalsa bile tarihten silinir.” Ömer Seyfettin
NESİR/DÜZYAZI
ÜZERİNE
Nesir (Ar.): Yayma, saçma, dağıtma.
Nesir kavramı eski dönemlerde inşâ, mensûr, mensûre sözcükleriyle
karşılanırdı. Günümüzde ağırlıkla düzyazı tabiri kullanılır.
Nesir yazarı anlamındaki nâsir
yerine Tanzimat devrinden itibaren münşi
tabiri kullanılmaya başlanmıştır.
Nesrin edebi tür olarak kabulü geç
dönemde mümkün olmuştur.
Nesrin en küçük birimi cümledir.
Cümlelerin mantıksal bir düzlemde belli bir anlam veya fikir etrafında
düzenlenmesiyle paragraf, bir veya birden fazla paragrafın kompozisyona
dönüşmüş şekliyle de metin meydana gelir.
Dil ürünlerini üç guruba ayırabiliriz;
günlük dil, bilim
dili ve edebi
dil.
Türk nesrini üç ana başlık altında
ele alıyoruz:
1
– Tanzimat Öncesi Türk Nesri
a)
İslamiyet Öncesi Türk Nesri
Sözlü edebiyat ürünü olan savları
bu dönemin ürünü olarak kabul ediyoruz. Yenisey
ve Orhun Yazıtları Türk nesrinin ilk ve
en önemli örnekleridir.
Uygur dönemi nesri ise dini
akımların etkisi altındadır: Irk Bitig, Altun Yaruk, Prens Kalyanamkara ve
Papam Kara Hikâyesi, Sekiz Yükmek vs.
b)
İslamiyet Sonrası Türk Nesri
Karahanlılar bölgesinde Kutadgu Bilig, Atabetü’l-Hakâyık ve Divanu
Lügati’t-Türk;
Harezm sahasında Rabguzi’nin Kısas-ı Enbiya;
Antınordu sahasında Kerderli Mahmud bin Ali’nin Nehcü’l Feradis’i ve Kodeks Komanikus
Çağatay sahasında Ali Şir Nevayî’nin Mecalisü’n-Nefais ve Muhakematü’l-Lugateyn,
Ebulgazi Bahadır Han’ın Şecere-i Türk ve Şecere-, Terâkime ve ilk Kur’an tercümeleri İslami dönemin ilk
nesir örnekleridir.
Halk
Edebiyatında Nesir: Masallar,
efsaneler, menkıbeler, fıkralar vs. halk nesrinin belli başlı türleridir.
Divan
Edebiyatında Nesir: Tarih, destan,
hikâye, seyahatname, biyografi ve mektuplar bu başlıklar altında incelenebilir.
Sade
Nesir: Yalınlık ve açıklık
sade nesrin belirleyici özelliğidir. Kur’an tefsirleri, hadis kitapları, İslam tarihleri,
hikâyeler ve ahlak içerikli eserler sade nesrin hâkim olduğu eserlerdir.
Orta
Nesir: Medrese tahsili
görmüş yazarların pek çoğu orta nesri tercih etmiştir. Orta nesirde asıl amaç
sanat yapmaktan ziyade düşüncenin ortaya koyulması, aktarılmasıdır. Nâimâ’nın Tarih’i, Kâtip Çelebi’nin
Mizân’ül-Hak’ı, Koçi Bey’in Risale’si
fetva ve sefaretnameler orta nesrin örnekleridir.
Süslü
Nesir: Fatih devrinden
itibaren görülmeye başlayan, divan şiiri tesiri altındaki nesir türüdür. Halk
dilinden tamamen uzak, anlaşılması zor metinlerdir. Bu tür nesir yazarına münşî denir. Veysî
ve Nergisî ile en üst noktasına
ulaşmıştır.
2
– Tanzimat Sonrası Türk Nesri
Tanzimatla birlikte gazete ve
dergilerin üretilmeye başlanması sade nesrin gelişimi açısından çığır
niteliğindedir. Şiir karşısında nesir türleri gelişme göstermeye başlar.
Dönemin edebiyatçıları eserleriyle
nesir türünün gelişmesine ve dilin sadeleşmesine katkı yaparlar. Servet-i Fünûn
ve Fecr-i Ati dönemi edebiyatçılarının süslü dili nedeniyle nesir dilinde
ağırlaşma görülse de ilerleyen dönemlerde sadeleşme devam etmiştir.
Ali
Canip, Ömer Seyfettin ve Ziya
Gökalp’in içinde olduğu Yeni Lisan ve Milli Edebiyat hareketleri planlı
olarak yapılan dilde sadeleşme çalışmalarıdır.
Cumhuriyet
Döneminde Türkçe
Harf
İnkılabı (3 Kasım 1928): …
Türk
Dil Kurumu: 12 Temmuz 1932’de
kuruldu.
Dil Çalışmaları: 1924’te Türkiyat
Enstitüsü kuruldu. 1936’da DTC Fakültesi açıldı. 1943-1976 yılları
arasında 8 ciltlik Tarama Sözlüğü,
1963-1983 yılları arasında 10 ciltlik Derleme
Sözlüğü, 1992’de Karşılaştırmalı Lehçeler
Sözlüğü ve daha birçok sözlük hazırlanmıştır.
Dilde
Özleştirme Çalışmaları: 1938’den
itibaren yoğun olarak, 1960 ve 1980 yılları arasında düşük yoğunlukta devam
etmiş olan öz-Türkçe hareketi Türk dilini baltalamak üzere yaptığımız en
verimli çalışmalardandır. Öz-Türkçe hareketi sayesinde Cumhuriyetin ilk
kuşağının konuştuğu Türkçeyi dahi anlayamaz hale gelebildik.
1923-1940
Dönemi Türk Nesri
1923 öncesindeki dil ve nesir
Cumhuriyet dönemi nesrinin de temelini teşkil eder. Bu dönemin öne çıkan tematiği
dil birliği ve bilincinin oluşturulması yönündeki çalışmalardır.
1940-2010
Dönemi Türk Nesri
Türkçe içerisindeki Arapça ve
Farsça kökenli kelimelerin atılması ve öz-Türkçecilerin dile müdahaleleri ve
hızla ilerleyen teknolojiye paralel olarak gelişen iletişim olanaklarının dile
müdahaleyi imkânsız hale getirmesi bu dönemde gözlenen olgulardır.
Cumhuriyet dönemi Türk nesrini
edebi nesir, bilimsel nesir, didaktik nesir ve gündelik nesir şeklinde tasnif
ediyoruz.
Edebi
Nesir
Söz ve anlam sanatlarıyla süslü
olan edebi dil, gündelik dilin çok üstünde zenginliğe ve derinliğe sahiptir.
Bilimsel
ve Öğretici Nesir
Çeşitli akademik branşlarda
yayımlanan makale ve kitaplar bilimsel nesrin içeriğini teşkil ederler. Bilimsel
bir iddiası olmayan ancak okuyucuyu bilgilendirme amacı güden yazılar ise
didaktik nesrin içeriğini oluştururlar.
Günlük
Nesir
Sözlü nesir ve süreli yayınların
içeriğini oluşturduğu türdür. Kurumlar arası yazışmalar da günlük nesir
örnekleri arasında kabul edilir.
Ünite 2
Hikâye
– Öykü
Cumhuriyete
Kadarki Türk Hikâyesine Genel Bakış
Hikâye sözcüğü Türk kültür tarihi
içinde mitten modern hikâye ve romana uzanan geniş bir anlam yelpazesine
sahiptir.
Modern hikâye için tanım: Olay ve
durumların insan, zaman ve mekân unsurlarıyla birlikte kurgulanarak,
ayrıntılara girilmeden okurlara estetik haz verecek şekilde anlatılmasıdır.
Tanzimat
Dönemi
Modern Türk hikâyesinin erken dönem
kare ası; Giritli Aziz Efendi’nin Muhayyelât-ı Aziz Efendi (1852), Emin Nihat’ın Müsameretnâme (1870), Ahmet
Mithat Efendi’nin Kıssadan Hisse
(1870) ve Letâif-i Rivâyât adlı
eserleridir.
Bunlardan sonraki nesilde Sami Paşazade Sezai Küçük Şeyler (1892), Recaizade Mahmut Ekrem üç kısa hikâyesi
ile Nabizade Nazım da Karabibik başta olmak üzere kısa
hikâyeleriyle modern Türk hikâyesine katkı yapmışlardır.
Hikâyenin gerek yapı gerekse dil
bakımından yetkin bir forma ulaşması Halit
Ziya’nın eserleriyle mümkün olmuştur.
Sanat hayatı boyunca eserleriyle
halka ulaşmayı amaç edinen Hüseyin Rahmi’nin
eserleri de hikâye türünün popüler olmasında etkili olmuştur.
Milli
Edebiyat Hikâyesi: Yeni Lisan’la
başlayan dilde sadeleşme hareketi Milli Edebiyatın da başlangıcını teşkil eder.
Bu dönemde eser vermeye başlayan kalemlerin büyük bölümü Cumhuriyetin ilanından
sonra da eser vermeye devam etmişlerdir. Bu dönemin en önemli hikâyecisi Maupassant tarzı hikâye anlayışına
bağlı olarak 150 kadar hikâye yazmış olan Ömer
Seyfettin’dir.
Dili sade, üslubu şairane yazar Ahmet Hikmet Müftüoğlu, diyaloglara
geniş yer veren Aka Gündüz, Anadolu edebiyatı
çığırının başlatıcısı kabul edilen Refik
Halit Karay, Balkan Savaşlarının yaşandığı dönemle birlikte toplumcu ve
Milli Edebiyat anlayışına dâhil olan Halide
Edip, Halide Edip gibi ferdiyetçi anlayışla eser vermeye başlayıp daha
sonra toplumsal meselelere eğilen Yakup
Kadri de Milli Edebiyat döneminin hikâyecileri arasında yer almaktadır. 1920’lerden
sonra Çehov tarzı hikâyeleriyle
edebiyatımızda müstesna bir yer edinen Memduh
Şevket Esendal ve klasik tarzda 200 kadar hikâye yazmış olan Reşat Nuri Gültekin dönemin diğer
hikâye yazarlarıdır.
CUMHURİYET
DÖNEMİ TÜRK HİKÂYESİ
Dört başlık altında değerlendirmek
mümkündür:
a) Milli edebiyat anlayışını
sürdürenler
b) Sosyal / Toplumcu gerçekçiler
c) Bireyin iç dünyasını esas
alanlar
d) Yeni arayışlar içinde olanlar
İlk
Hikâyeciler
1920’ye kadarki dönemde Maupassant tarzı hikâyenin rağbet
gördüğünü biliyoruz. Memduh Şevket
Esendal sanat hayatının ileri yıllarında Çehov tarzı hikâyeler yazmaya başlar.
Esendal bu evrede yazdığı 200 kadar
hikâyesinde realist sanata bağlı olmakla birlikte olay örgüsü üzerinde pek
durmaz, olaylar genellikle bir anda başlar, okuyucunun merak duygusunu harekete
geçirecek unsurlara dikkat etmez, daha çok kişilerin ruh hallerini işaret eden
bu hikâyelerde dramatik unsurlar öne çıkar.
Esendal’ın hikâyeleri,
İmparatorluktan cumhuriyete geçiş döneminin problemlerine odaklanmıştır.
Dil bilinci güçlü bir edebiyat
insanı olan Esendal’ın 1920’den sonra yazdığı hikâyelerindeki anlatım günlük
konuşma diline yaklaşır. Doğallık, onun üslubunun belirgin yanıdır (Bkz.
Çehov). Hikâyelerinin büyük çoğunluğu vefatından çok sonra yayımlanabildi.
Fahri
Celalettin Göktulga (1895-1975)
İlk kitabı Talak-ı Selase (1923) çok ilgi gördü. Kına Gecesi (1927), Eldebir
Mustafa Efendi (1943), Avurzavur Kahvesi
(1948), Salgın (1953), Rüzgâr (1955) yazarın diğer hikâye
kitaplarıdır.
Eserlerinde geleneksel hikâye
tarzına sadık kalmıştır. İnsan mizacı üstünde durur. Kişiler arası ilişkiler
etrafında hikâyeler kurgular. Sosyal hayat ve geleneklerdeki değişimlere dikkat
çeker.
Osman
Cemal Kaygılı (1890-1945)
Eşkıya
Güzeli (1925), Sandalım Geliyor Varda (1938) adlı
eserleriyle halk yazarı olarak dikkat çeker. Alt tabakadan insanları
hayatlarını realist bakış açısıyla ele alır. Samimi ve mizahidir.
Kenan
Hulusi Koray (1906-1943)
Yedi Meşaleciler’in tek hikâye yazarıdır. Sanat hayatının ilk
yıllarında mensur şiir diyebileceğimiz tarzda eserler veren Kenan
Hulusi, ilerleyen yıllarda Vakit gazetesi etrafındaki sosyal gerçekçi
guruba dâhil olur.
Bir
Yudum Su (1929), Bahar Hikâyeleri (1939), Son Öpüş (1939), Bir Otelde Yedi Kişi (1940) isimli kitaplarının dışında gazetelerde
kalmış hikâyeleri de vardır.
Sosyal
Gerçekçiler
Birinci
Kuşak (1930-1945)
Realist yazarlar ağırlıkla
gözlemlenebilen dış gerçekliğe odaklanırlar. Eleştirel toplumcu gerçeklik
1930’dan itibaren Vakit gazetesi etrafındaki yazarların kaleminde yeni bir
boyut kazanır. Sadri Ertem’in öncüsü
olduğu bu kuşak Selahattin Enis, Reşat
Enis Aygen, Hakkı Süha Gezgin, Refik Ahmet Sevengil, Kenan Hulusi Koray ve Bekir Sıtkı Kunt’tan oluşur.
Hikâyelerini Silindir Şapka Giyen Köylü (1933), Bacayı İndir Bacayı Kaldır (1933), Korku (1934), Bay Virgül
(1935), Bir Şehrin Ruhu (1938) adlı
kitaplarda toplayan Sadri Ertem
harf inkılabından sonra eser
vermeye başladı.
Sömürülen sınıflar, bürokratik
baskılar, halk-aydın çelişkisi gibi çeşitli toplumsal konulara dikkat
çekmiştir. Hayata bakışı maddeci ve karamsardır.
Selahattin
Enis (1892-1942)
Sadece 13 hikâyesini
kitaplaştırabilen (Bataklık Çiçeği, 1924) yazarın diğer hikâyeleri
yayımlandıkları dergilerde kalmıştır. Maupassant
ve Zola tarzında gerçekçiliği
benimseyen yazarın eserleri pek anlaşılamamış bilakis yadırganmıştır. Çingeneler
isimli eseri nedeniyle yargılanmıştır. Acı ve rahatsız edici olayları
işlemiştir. Hikâyelerini zengin-fakir, iyi-kötü gibi zıtlıklardan doğan
çatışmalar üzerine kurar. Fahişeler etrafında cinsellik ve ahlaki düşmüşlük
sıkça ele aldığı konular arasındadır.
Nahit
Sırrı Örik (1895-1960)
Sanat hayatına Les Oeuvres Libres
(1927) adlı bir Fransız dergisinde yayımlanan Zeynep La Courtisane (Kibar
Fahişe Zeynep) isimli hikâye ile başlayan Nahit Sırrı, çöküş dönemine
odaklı eserler yazdı. Eserlerinde güçlü kadınlar dikkat çeker. Objektif ve
soğukkanlı bir anlatımı vardır. Üslubu akıcıdır. Hikâyelerini Kırmızı ve Siyah (1929), Sanatkârlar
(1932), Eski Resimler (1933), Eve Düşen Yıldırım (1934) adlı
kitaplarında toplamıştır.
Bekir
Sıtkı Kunt (1905-1959)
1930’dan sonra hikâye yazmaya
başlayan yazar, ilk kitabı olan Memleket
Hikâyeleri’nde ağırlıkla köylünün sıkıntı ve ihtiyaçlarına dikkat çeker. Talkınla Salkım ve Herkes Kendi Hayatını Yaşar adlı kitaplarında sert eleştirel
tavrını biraz yumuşatır. 1940’tan sonra Çehov tarzı hikâyeye yönelir. Yataklı Vagon Yolcusu ve Ayrı Dünya bu çizgide yazılmış eserleridir.
Sabahattin
Ali (1907-1948)
İlk kitabı Değirmen’de romantiktir. İlk hikâyelerinde Maupassant, Poe ve Gorki
tesiri görülür. 1936 tarihli Kağnı ve
1937 tarihli Ses, yazarın olgunluk
dönemi eserleri olarak kabul edilebilir. Anadolu’nun ezilen insanlarını
anlattığı hikâyeleri çok başarılıdır. Yeni
Dünya (1943) adlı eserinde sosyal eleştiri dikkat çeker. Sırça Köşk (1947) tamamen sosyal
gerçekçi ve tenkitçi bir eserdir.
Sabahattin Ali’nin eserleri sağlam
konu, çok iyi gözlemlenmiş tabiat ve başarılı vak’a düzenlemesiyle öne çıkar.
Hikâyeler, Maupassant tarzı giriş,
gelişme ve sonuç bölümleri çerçevesinde sağlam bir kurguya sahiptirler.
Çoğu hikâyesinde vermek istediği
mesaj, kurguya şekil verir mahiyettedir.
İlhan
Tarus (1907-1967)
Doktor
Monra’nın Mektubu (1938), Tarus’un Hikâyeleri (1947), Apartman (1950), Ekin İti (1953), Köle Hanı
(1954) isimli kitapların sahibi olan yazar memuriyet hayatına paralel olarak
memur, gecekondu insanları, bürokratlar, kenar mahalle insanlarının
hayatlarından sahneleri ele alır. Sosyal sorunlara değinir.
İkinci
Kuşak (1945-2000)
Toplumcu gerçeklik akımı bu dönemde
de devam eder.
Kemal
Bilbaşar (1910-1983)
Eleştirel gerçekçi kimliğiyle
dikkat çeker. Kasaba insanının hayatını anlatır. Sanat yönü zayıf eserlerinde
şive taklitlerine geniş yer verir. Eserleri: Anadolu’dan Hikâyeler (1939), Cevizli
Bahçe (1941), Pazarlık (1941), Pembe Kurt (1953), Üç Bulutlu Hikâyeler (1956), Irgatların
Öfkesi (1971).
Kemal
Tahir (Demir) (1910-1973)
1931 yılında şiirle başladığı yazın
hayatında 1940’ta hikâyeye geçti. Asıl başarısını 1950’den sonra yazdığı
romanlarıyla yakaladı. 1955’te Göl
İnsanları adı altında topladığı hikâyelerinde köy merkezli toplumsal
sorunları ele alır. Toplumsal yapıyı aktarmak konusunda çok başarılıdır.
Orhan
Kemal (1914-1970)
Edebiyata şiirle başlayan yazar,
Nazım Hikmet’le tanıştıktan sonra hikâye ve romana yöneldi. Anlattığı hayatın
içinden gelmiş olması onu diğer isimlerden (Sabahattin Ali, Sadri Ertem)
ayırır. Orta ve alt tabaka insanların hayat mücadelesini ve özlemlerini
anlatır. Eserlerini zıt karakterler arasındaki çatışma üzerine kurar. Kahramanlarının
ahlaki değerleri ve bu değerleri koruma konusundaki ısrarları dikkat çeker.
Üslubu özensizdir. Hikâye
kitapları: Ekmek Kavgası (1949), Sarhoşlar (1951), Çamaşırcının Kızı (1952),
72. Koğuş (1954), Grev (1954), Arka Sokak (1956), Kardeş Payı (1957), Babil Kulesi (1957), Dünyada Harp Vardı (1963), İşsiz
(1966) Önce Ekmek (1968).
Samim
Kocagöz (1916-1993)
150 kadar hikâyesinde Söke
civarındaki insanların hayatlarını işler. Toprak işçisi bu insanlar makineli
tarıma geçildikten sonra sorunlar yaşarlar. Eserlerindeki çatışma geleneksel
üretim tarzı ile endüstriyel üretim tarzı arasındadır. Telli kavak (1941), Sığınak
(1946), Sam Amca (1951), Cihan Şoförü (1954), Ahmet’in Kuzuları (1958), Yolun Üstündeki Kaya (1964), Yağmurdaki Kız (1967), Alandaki Delikanlı (1978), Zar Kanat (1985), Gecenin Soluğu (1985), Baskın
(1990).
Fakir
Baykurt (1929-1999)
Kırsal kesimden insanların
sorunlarını dile getirdiği eserlerinde yerel şiveleri başarıyla kullanır.
İdeolojik yaklaşımı öne çıkarır. Bu durum eserlerinin sanatsal değerini
düşürür. Hikâyeleri: Çilli (1955), Efendilik Savaşı (1961), Karın Ağrısı (1961), Cüce Muhammet (1964), Anadolu Garajı (1970), On Binlerce Kağnı (1971), Can Parası (1973), İçerdeki Oğul (1974), Sınırdaki
Ölü (1975), Kalekale (1978), Barış Çöreği (1982), Gece Vardiyası (1985), Duisburg Treni (1986).
Bekir
Yıldız (1933-1998)
Evlilik kurumunun çarpıklıkları,
yabancılaşma, insani ilişkilerde yozlaşma, göç meselesi üzerinde durur.
1980’den sonra fantastik kurgular yazmıştır. Hikâyeleri: Reşo Ağa (1968), Kara Vagon
(1969), Kaçakçı Şahan (1970), Dünyadan Bir Atlı Geçti (1975), Beyaz Türkü (1973), Alman Ekmeği (1974), Mahşerin
İnsanları (1982), Bozkır Gelini
(1989).
Necati
Cumalı (1921-2001)
Köylünün tabiatla mücadelesi ve
kadın erkek ilişkileri ağırlıkla işlediği konulardır.
Hikâyeleri: Yalnız Kadın (1955), Değişik
Gözle (1956), Susuz Yaz (1962), Ay Büyürken Uyuyamam (1969), Makedonya
1900 (1976), Kente İnen Kaplanlar
(1976).
Aziz
Nesin (1916-1995)
Mizahi ve ironik tarzıyla müstesna
bir yere sahiptir. Bazı eserlerinde eleştirinin dozunu kaçırıp yaşadığı
toplumun dini ve ahlaki değerlerine saldırdığı da gözlenir. Hayatını yazıyla
kazanan Nesin’in bazı hikâyeleri taslak aşamasında yayımlanmıştır. İdeolojik
tavrı nedeniyle sık sık tekrara düşmüştür. Dil ve üslup endişesi taşımayan
yazarın 2000’den fazla hikâyesi vardır.
Haldun
Taner (1916-1986)
Şişhane’ye
Yağmur Yağıyordu adlı hikâyesi
katıldığı yarışmada birinci olmuştur. Yaşasın Demokrasi (1949), Tuş (1951), On
İkiye Bir Var (1954), Yalıda Sabah (1983) hikâye kitaplarının bazılarıdır. İronik
üslubuyla dönemin edebiyatçılarından ayrılır.
Rıfat
Ilgaz (1911-1993)
Radarın
Anahtarı (1957), Don Kişot İstanbul’da (1957), Kesmeli Bunları (1962), Şevket Usta’nın Kedisi (1965), Garibin Horozu (1969) isimli hikâye
kitaplarında sosyal eleştiriyi mizahla birleştirmiştir.
Halikarnas
Balıkçısı (1886-1973)
Bodrum’a sürüldükten sonra sanat
hayatına varoldu. Eserlerinde bölge insanını ele aldı. Değişmez konusu deniz ve
deniz insanlarıdır. Eserlerinde mitoloji, folklor ve tarih geniş yer tutar. Hikâyeleri:
Ege Kıyılarında (1939), Merhaba Deniz (1947), Ege’nin Dibi (1952), Yaşasın Deniz (1954), Gülen Ada (1957).
Zeyyat
Selimoğlu (1922-2000)
Halikarnas Balıkçısı’nın yolundan
gitti. Direğin Tepesinde Bir Adam
(1969) adlı hikâye kitabında deniz insanlarının iç dünyalarını anlatır.
İç
Gerçekçiliğin Hikâyecileri
Birinci
Kuşak (1930-1945)
Peyami
Safa (1899-1961)
Alemdâr gazetesinin hikâye yarışmasında birincilik
kazanarak edebiyat ortamına adım atmıştır. Kardeşiyle birlikte çıkardıkları Yirminci Asır gazetesinde Asrın Hikâyeleri başlığı altında imzasız
hikâyeler neşreder.
100 civarındaki hikâyesini Bir Mekteplinin Hatıratı: Karanlıklar Kralı
(1913), Siyah Beyaz Hikâyeler (1923),
İstanbul Hikâyeleri, Ateşböcekleri
(1925), Gençliğimiz (1922), Sürgünlerin Gölgesinde (1924) adlı
kitaplarda yayımladı.
Mekân olarak çoğunlukla İstanbul’u
kullanan yazar kadın erkek ilişkileri, aşk, kıskançlık, sahtekârlık konularını
işler. Dil ve üslubu çok sağlamdır.
Samet
Ağaoğlu (1909-1982)
Dostoyevski etkisi altında psikolojik
hikâyeler kaleme almıştır. Varlık, kader, ölüm, ilişkiler, aile gibi konular
etrafında insan ve psikolojisini işler. Olay örgüsüne önem vermediği intibaı
verir. Karakterleri bunalımlı tiplerdir. Hikâyeleri: Strazburg Hatıraları (1950), Öğretmen
Gafur (1953), Büyük Aile (1957), Hücredeki Adam (1964), Katırın Ölümü (1965).
İkinci
Kuşak (1945-2000)
Döneme Sait Faik damga vurmuştur.
Sait
Faik (1906-1954)
Eserleri çığır açıcıdır.
Kitaplarına almadığı ilk hikâyelerinde (Semaver)
geleneğe bağlıdır; Maupassant
tarzında toplumsal gerçekçi çizgide yamaya başlar.
Fransa dönüşünde yayımladığı Sarnıç ve Şahmerdan’da asıl edebi kimliğinin izleri görülmeye başlar: Vak’a
hikâyesini bırakıp durum hikâyesine geçmeye başlar. Dikkatini büyük şehrin
küçük insanlarına çevirir. Lüzumsuz Adam’daki
hikâyelerinde karakterlerin iç dünyasına odaklanır. Son dönem eserlerinde
insanın iç dünyasını merkeze alan denemeye yaklaşan bir tarza ulaşmıştır. Sanat
hayatının üçüncü merhalesinde bireyin şuuraltını esas alır. Sürrealist
çizgileri öne çıkarır. Gerçeği sembol ve alegori içerisinde saklar, ölüm
korkusu yaşama sevincinin yerini almıştır artık.
İnsanı merkeze aldığı hikâyelerinde
çatışmadan ziyade sevgi merkezli daha iyi bir dünya arayışındadır.
Ahmet
Hamdi Tanpınar (1901-1962)
Eserleri, dili kullanmadaki
ustalığıyla kendini belli eder.
14 hikâyesini Abdullah Efendi’nin
Rüyaları (1943), Yaz Yağmuru (1955) adları altında yayımlamıştır. Hatıra ve
gözlemlerine dayanarak yazdığı hikâyelerinde insanın iç dünyasına yönelir. Gerçek
ile hayal arasında gidip gelen anlatımı daha çok rüya üzerinde durur. Sanal bir
alem kurgular. Ana temaları rüya, zaman, kadın ve musikidir. Marcel Proust’ın etkisi altında bireye
ait geçmiş zamanın peşindedir.
Ziya
Osman Saba (1910-1957)
Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi
(1952) ve Değişen İstanbul (1959) adlı kitaplarında toplam 15 hikâyesi vardır.
Şair bir mizacın geçmişe ait özlemlerini anlatmıştır. Eserleri hikâye-anı
niteliğindedir.
Tarık
Buğra (1918-1994)
1949’da ilk hikâye kitabı Oğlumuz’u yayımlar. Hikâyeleri vak’a
değil durum odaklıdır. Yazar için hayatın anlamı dışta değil içtedir. Bu
nedenle karakterin iç dünyasına odaklanır. Aşk, sanat, aile ve çocuk sevgisi
onun başlıca temalarıdır. Dili süslü ve sanatlıdır. Anlatımı lirik ve
şiirseldir. Yarın Diye Bir Şey Yoktur
(1952), İki Uyku Arasında (1954), Hikâyeler (1964) diğer hikâye
kitaplarıdır.
Oktay
Akbal (1923-)
Sait Faik’in izinde bireyi esas
alan çizgidedir. Durum anlatılarına ağırlık vermiştir. Hikâyelerinin merkezine
kendi benini koyar. Önce Ekmekler Bozuldu
(1946), Aşksız İnsanlar (1949), Bizans Definesi (1953), Bulutun Rengi (1954), Berber Aynası (1958), Yalnızlık Bana Yasak (1967), Tarzan Öldü
(1969), İstinye Suları (1973), Karşı Kıyılar (1973), Lunapark (1983), Bayraklı Kapı (1986), Ey Gece
Kapını Üstüme Kapat (1988) gibi kitapları vardır.
Nezihe
Meriç (1924-2009)
Rüya ile gerçeği bir arada vermeye
çalıştığı eserlerinde kadın duyarlılığı ile insanın iç ve dünyasını bir arada
ele aldı. İlk yıllardaki iyimserliğini ileri yıllarda kaybetti. Mekân-insan
ilişkisine önem verdi. Hikâyeleri: Bozbulanık
(1953), Topal Koşma (1956), Menekşeli Bilinç (1965), Dumanaltı (1979), Bir Kara Derin Kuyu (1989), Yandırma
(1998), Gülün İçinde Bülbül Sesi Var (2008)
Yeni
Arayışlr
Yusuf
Atılgan (1921-1989)
Tek hikâye kitabı Bodur Minareden Öte (1960) adıyla
yayımlandı. Bütün hikâyeleri Eylemci
adıyla yayımlandı (1993). Hikâyelerinde geleneksel ile modern hayat arasında
yaşanan çatışmaların bireyin ruhunda yol açtığı bunalımları anlatır. Hayatın
tekdüzeliğine yoğunlaşır. Problem olarak cinsellik, Atılgan’ın işlediği bir
diğer konudur. Bütün eserlerinde kötülüğün kaynağı formundaki modernizm fon
olarak karşımıza çıkar.
Adalet
Ağaoğlu (1929-
Yüksek
Gerilim (1974), Sessizliğin İlk Sesi (1978), Hadi Gidelim (1982), Hayatı Savunma Biçimleri (1997) adlı
hikâye kitaplarıyla 1970 sonrasının önemli yazarları arasında yer alır. Ne
anlatacağından ziyade nasıl anlatacağını önemser. Eserlerinin dili sanatlı ve
gerçekçi bir anlatıma sahiptir.
Oğuz
Atay (1934-1977)
1973’te Korkuyu Beklerken adlı hikâye kitabı yayımlanır. Çehov tarzında
durum hikâyeleri yazmıştır. Psikolojik açıdan dengesiz, toplumdan kopuk, yalnız
ve bunalımlı kişilerin kendileriyle ve çevreleriyle olan çatışmalarını anlatır.
Ferit
Edgü (1936-
Gerçekliği tek biçimde değil
çeşitli biçimlerde yansıtmaya çalışır. Yalnızlık ve yabancılaşma üzerinde
durur. Bilinçaltı yöntemi ve alegorik anlatımdan yararlanır.
Hikâye kitapları: Kaçkınlar (1959), Bozgun (1962), Av (1968),
Bir Gemide (1978), Çığlık (1982), Binbir Hece (1991), Doğu
Öyküleri (1995), İşte Deniz, Maria
(1999), Do Sesi (2002), Avara Kasnak (2005), Nijinski Öyküleri (2007).
Tomris
Uyar (1941-2003)
Şiirsel bir dilin öne çıktığı
eserlerinde sürekli yenilik peşindedir. Hikâyelerini anılar, izlenimler,
çağrışımlar, iç konuşmalar ve çeşitli imgeler etrafında kurgular. Kadın
öncelikli olmak üzere modern insanın bunalımlarını anlatır.
Hikâyeleri: İpek ve Bakır (1971), Ödeşmeler
(1973), Dizboyu Papatyalar (1975), Yürekte Bukağı (1979), Yaz Düşleri/Düş Kışları (1981), Gecegezen Kızlar (1983), Yaza Yolculuk (1986), Sekizinci Günah (1990), Otuzların Kadını (1992), Güzel Yazı Defteri (2002).
Nazlı
Eray (1945-)
Fantastik gerçekçi olmakla birlikte
hikâyelerini gerçeklik ve fantastik olmak üzere iki düzlemde kurar. Bu iki
düzlem üzerinde sıradan insanın sıkıntılarını, arayışlarını anlatır.
Hikâyeleri: Mösyö Hıristo (1959), Ah
Bayım Ah (1976), Geceyi Tanıdım
(1979), Kız Öpmek Kuyruğu (1982), Hazır Dünya (1983), Eski Gece Parçaları (1985), Yoldan
Geçen Öyküler (1987), Aşk Artık
Burada Oturmuyor (1989), Kapıyı
Vurmadan Gir (2004).
Selim
İleri (1949-)
Yalnızlıktan doğan hüznü anlatır.
Küçük burjuva karakterlerin uyumsuzlukları ve dışlanması bu yalnızlığın
sebebidir. Hikâyeleri dramatiktir. Hikâye kitapları: Cumartesi Yalnızlığı (1968), Pastırma
Yazı (1971), Dostlukların Son Günü
(1975), Bir Deniz Eteklerinde (1980),
Son Yaz Akşamı (1983), Eski Defterde Solmuş Çiçekler (1982), Hüzün Kahvesi (1991), Otuz Yılın Tüm Hikâyeleri (1997).
Rasim
Özdenören (1940-)
Büyük şehirde değerlerinden
koparılmış insanın yalnızlığını anlattığı ilk hikâyelerinde
toplumcu-gerçekçidir. İleri dönemde aile kurumundaki çözülmeyi ele almaya
başlar. Son dönem eserlerinde modernitenin kaosundan tasavvufa sığınan
bireyleri işlemeye başladı.
Hikâyeleri: Hastalar ve Işıklar (1967), Çözülme
(1973), Çok Sesli Bir Ölüm (1977), Çarpılmışlar (1977), Gül Yetiştiren Adam (1979), Denize Açılan Kapı (1983), Kuyu (1999), Hışırtı (2000), Ansızın Yola
Çıkmak (2000).
Sevinç
Çokum (1943-)
Hikâyelerinin kaynağı hayatı,
hatıraları ve yakın çevresinin hayatıdır. Gelenek, ahlaki ve milli değerlere
vurgunun öne çıktığı eserlerinde yalın, sade ve sıcak bir üsluba sahiptir.
Hikâyeleri: Eğik Ağaçlar (1972), Bölüşmek
(1974), Makine (1976), Derin Yara (1984), Onlardan Kalan (1987), Rozalya
Ana (1995), Bir Eski Sokak Sesi
(1996), Evlerinin Önü (1997), Beyaz Bir Kıyı (1998), Gece Kuşu Uzun Öter (2001).
Mustafa
Kutlu (1947-)
Tanzimat öncesi geleneğe bağlı olan
yazar, eserlerinde gelenekle barışık, yeni bir form arayışlarını sürdürmüştür.
Hikâyeleri iki kaynaktan beslenir; taşra insanının büyük şehirdeki sıkıntıları
ve insanın iç gelişimi. Tasavvufi kavramları yoğun olarak kullandığı eserleriyle
edebiyatımıza metafizik bir boyut katmıştır.
Hikâyelerinden bazıları:
Yokuşa
Akan Sular (1979), Yoksulluk İçimizde (1981), Ya Tahammül Et Ya Sefer (1983), Bu Böyledir (1987), Sır (1990), Hüzün ve Tesadüf
(1998), Beyhude Ömrüm (2001), Mavi Kuş (2002), Tufandan Önce (2003), Rüzgârlı
Pazar (2004), Chef (2006).
Genel olarak şunları
söyleyebiliriz: Cumhuriyetin ilk yıllarının hikâyecileri Milli Edebiyat
akımının kalemleriydi. Sonraki dönemin sosyal ve toplumcu yazarları da
ağırlıkla bu isimleri okumuş ve onlardan etkilenmiştir.
Cumhuriyet döneminin konuları
başlıca iki kategoride incelenebilir; birincisi, bireysel konu ve temalar
ikincisi ise toplumsal meselelerdir. Maupassant
tarzı hikâye, Türk hikâyeciliğinde en çok görülen tarzdır. Çehov tarzı ilk olarak M. Ş. Esendal’ın 1925’ten sonra yazdığı
hikâyelerde karşımıza çıkar. Sait Faik,
Oktay Akbal ve Tarık Buğra bu
çizgide yazmışlardır. 70’li yıllarla birlikte yenilik arayışları hız kazanır.
Varoluşçuluk ve gerçeküstücülük belli ölçülerde yazarlarımızı etkiler. 80’lerden
sonra postmodernizm etkili olmaya başlar.
Ünite 3
Makale
– Fıkra
Makale belli bir konuda
bilgi vermek, ele alınan konuyu, belli bir düşünce perspektifinden savunmak
amacıyla yazılan yazılardır. Makale, örnek durumlarla tezini ispat etmeye
çalışmasıyla deneme ve fıkradan ayrılır.
Klasik kompozisyon planında olduğu
gibi makalede de giriş bölümünde ele alınan konu ortaya koyulur. Konuyla
ilgili tezler sıralanır. Gelişme bölümünde çeşitli kanıtlarla iddia
ispata çalışılır. Sonuç bölümünde iddia edilen tez savunulur.
Türk
Edebiyatında Makale
Gazete ve dergilerin yayımlanmaya
başlanmasıyla birlikte diğer pek çok düzyazı türü gibi makale de edebiyatımızda
yerini almıştır.
Makale türünün gelişmesine katkı
yapan yayın organları:
Namık Kemal ve Ziya Paşa önce Hürriyet (1868)’i ardından 1871’de İbret’i çıkardılar.
A. Mithat Efendi, Devir (1872) ve Tercüman-ı Hakikat (1878),
Şemseddin Sami, Sabah (1876) ve Tercüman-ı Şark (1878)
Ebuzziya Tevfik, Hadika (1872) ve Sirac (1873)
Basiretçi Ali Bey, Basiret (1869)
Ahmet Emin Yalman ve Asım Us
tarafından 1917’de kurulan Vakit
gazetesi ilerleyen yıllarda Yusuf Ziya, Sadri Ertem, Hakkı Süha, Refik Ahmet ve
Fikret Adil gibi pek çok edebiyatçımızın makalelerine yer vermiştir.
İsim babalığını Atatürk’ün yaptığı
Yunus Nadi ve arkadaşlarının kurduğu Cumhuriyet
gazetesi de bu pek çok yazarımızın makalelerine yer vermiştir.
1935 yılında İş Bankası tarafından
kurulan Tan gazetesi, Türkiye’nin en
eski gazetelerinden olan Akşam
gazetesi (1918), Atatürk’ün talimatıyla 1920’de Ankara’da kurulan Hâkimiyet-i Milliye gazetesi (1934’te Ulus adını alır) makale ve fıkra
yazarlarımıza sayfa/köşe açmışlardır.
İkinci Dünya Savaşı yıllarında Tan, Vatan, Akşam, Tanin, Tasvir-i Efkâr
gibi gazetelerde daha çok politik makaleler görülür.
1948 yılında Sedat Simavi tarafından kurulan Hürriyet
gazetesi, çağdaş edebiyatımızın önde gelen isimlerinin makalelerine yer
vermiştir.
1950’de Ali Naci Karacan tarafından kurulan Milliyet gazetesi ağırlıkla sanat ve kültür içerikli makalelere yer
vermiştir.
Kemal Ilıcak’ın kurduğu Hadiselere Tercüman (1961) daha çok
milliyetçi çizgide yazılara yer vermiştir.
1985’te kurulan Sabah gazetesi liberal, 1986’da kurulan Zaman ise muhafazakâr çizgide makalelere
yer vermiştir.
Fıkra
Her hangi bir konuda yazarın
düşüncelerini okurlarıyla paylaştığı, konuşma diline yakın bir dille yazılmış
kısa düşünce yazılarına fıkra denir. Fıkrada öne çıkan unsurlar eleştirel
tavır, iğneleyici, alaycı üslup ve senli benli konuşma havasıdır. İspata gerek
duymayan bu yazıların amacı okurun ilgisini, dikkatini çekmek ve haber
vermektir.
Türk
Edebiyatında Fıkra
Şinasi’nin Tercüman-ı
Ahval ve Tasvir-i Efkâr’daki
yazılarından itibaren sade bir dille yazılan sohbet havasındaki yazıların
sayısında artış olmuştur.
Cumhuriyet öncesinde ve sonrasına
yazdığı fıkra yazılarını kitaplaştıran isimlerden bazıları:
Ahmet
Rasim, Eşkâl-i Zaman (1918),
Gülüp Ağladıklarım (1924), Muharrir Bu Ya (1926)
Falih
Rıfkı Atay, Eski Saat (1933),
Niçin Kurtulmamak (1953), Çile (1955), İnanç (1965), Kurtuluş (1966), Pazar
Konuşmaları (1966)
Arif
Nihat Asya, Kanatla ve Gagalar
(1945), Enikli Kapı – Top Sesleri (1964), Terazi Kendini Tartamaz (1967),
Tehdit Mektupları (1967), Onlar Bu Dilden Anlar (1970), Aramak ve Söylememek
(1976), Ayın Aynasında (1976), Kubbeler (1976)
Peyami
Safa’nın fıkraları Objektif
başlığı altında yayımlanmıştır.
Ahmet
Haşim, Gurebahaneyi Laklakan
(1928), Bize Göre (1928), Frankfurt Seyahatnamesi (1933)
Refik
Halit Karay, Bir içim Su (1931),
Bir Avuç Saçma (1937), İlk Adım (1941), Üç Nesil Üç Hayat (1943), Makyajlı
Kadın (1943), Tanrıya Şikâyet (1944)
Orhan
Seyfi Orhon, Fıskiyeler (1922),
Dün Bugün Yarın (1943), Kulaktan Kulağa (1943), Burhan Felek’in Felek (1947),
Yaşadığımız Günler (1971), Recebin Kahvesi (1984), Biraz da Yarenlik (1984),
Felek’ten Dostlara (1984), Geçmiş Zaman Olur Ki (1985), Mabet ve Millet (1970),
Sohbetler (1987)
Ünite 4
Deneme
Deneme ≡ Ortaya karışık
Montaigne’in icadı olan deneme için
Cumhuriyetten önce tecrübe-i kalemiyye, kalem tecrübesi gibi tanımlar
kullanılmıştır.
Denemenin belirlenmiş bir tekniği
yoktur. Anekdot, örnek, ironi ve hicivle çekici kılınmış serbest yazılardır.
Denemeler iddiada bulunmayabilir, ispat içermeyebilir.
Karaalioğlu birikim sahibi kişilerin kalem tecrübelerine deneme
demektedir.
Cemal
Süreya denemeyi, düşünmeyi
sağladığı için yararlı bulur.
Salah
Birsel yazdığı denemelerine
olaylar mozaiği demeyi tercih eder.
Murat
Belge, deneme için miadını
doldurmuş bir tür olarak söz eder. Denemedeki ferdi tavırdan dolayı böyle bir kanaattedir.
Emin
Özdemir, Nurullah Ataç’la birlikte denemenin edebiyatımıza girdiğini,
Ataç’tan önce yazılanların deneme olarak kabul edilemeyeceğini belirtir.
Nermi
Uygur, “…her şeyin her şeyle sarmaş dolaş seviştiği bir süreç…” şeklinde
tanımlar denemeyi.
Deneme sözcüğünün etimolojisini
ortaya koyan M. Kayahan Özgül,
denemenin tanımı için kalem tecrübesi ifadesine geri döner (Fr. Essay /
Ar. Sa’y / Tr. “çalışma”).
Batı
Edebiyatında Deneme
Essay/deneme, kelime anlamı
itibarıyla denemek, girişmek, teşebbüs etmek, kalkışmak anlamlarına gelir. Bacon bu sözcüğü kendi denemelerinin
adı olarak kullandı ve İngiltere’ye taşıdı. Bacon, deneme türüne şekil ve
içerik bakımından yeni bir çehre kazandırdı.
Alexander
Pope manzum yazılarını
tanımlamak için bu ifadeyi kullandı. Manzum deneme pek rağbet görmedi. Addison ve Steele’in Tatler ve Spectator’u denemeye modern formunu
kazandırdı.
Montaigne ve Bacon batı
edebiyatında formal (resmi) ve informal (teklifsiz, senli benli) olmak üzere
iki farklı denemenin ortaya çıkmasına sebep oldular.
Formal denemenin önde gelen
isimleri: J. Swift, M. Twain, T. De Quincey, G. Orwell, E.M. Forster’dır.
İnformal denemenin önde gelen
isimleri: M. Arnold, J. Stuart Mill, R.W. Emerson ve
H.D. Thoreau’dur.
Günümüzde denemede artık böyle bir
fark kalmamıştır.
Türk
Edebiyatında Deneme
Tanzimat öncesinde tarz olarak
deneme kabul edilebilecek metinlerimiz yok değildir. Münşeat, tezkire,
seyahatname, kıyafetname ve şehrengizlerde bunlara örnek metinler mevcuttur.
Tanzimatın ikinci kuşağında sanat
merkezli bilincin oturması deneme için gerekli şartları tesis etmiştir. R.
Mahmut Ekrem, A. Hamid ve M. Naci yazıları arasında ilk deneme örneklerinin de
yer aldığını kabul edebiliriz.
Servet-i Fünûn döneminde çeşitli
edebi türler denenmiş olduğu halde deneme örneklerine rastlamıyoruz. Bu dönemde
yazılan musahabe başlıklı yazılar denemeye yaklaşır niteliktedir.
Batılı anlamda denemenin ilk
örnekleri II. Meşrutiyet’ten sonra karşımıza çıkar. Ö. Seyfettin, A. Haşim, A.
Rasim, Y. Kemal, Y. Kadri ve H. Edip başarılı denemeler yazmıştır.
Yahya
Kemal ve Ahmet Haşim bu alanda çok başarılı
örneklere imza atmıştır.
Peyami
Safa’nın 1 Nisan 1936
tarihli “Musahabe Edebiyatı” başlıklı
yazısında bu türü üslup ve metot kuramayan yazarların sığınağı olarak kabul
eder.
Nurullah
Ataç 1938 tarihli bir
yazısında kendisinin münekkit değil essayist olduğunu söylemektedir. Nurullah
Ataç, 1944 tarihli bir yazısında essai kelimesinin yanında denemeye de yer
verir.
Deneme
Türleri
Üslup
Bakımından Denemeler
İnformal
– Senli Benli Deneme: Montaigne /
Nurullah Ataç
Formal
– Resmi Deneme: Bacon tarzı bu deneme
de yazar, otorite pozisyonundadır. Bu tür denemeler dogmatik, sistematik ve
açıklayıcıdır. Ülkemizde Yahya Kemal bu türe örnekler yazmıştır.
İçerik
Bakımından Denemeler
Sanat
ve Edebiyat Konulu Denemeler
Nurullah Ataç, Cemal Süreya, İsmet
Özel, Orhan Burian, Peyami Safa, Mehme Kaplan, Sezai Karakoç, Enis Batur, Mermi
Uygur, Cemil Meriç vs. pek çok yazarımız bu türde eser neşretmiştir.
Psikoloji-Felsefe
Konulu Denemeler
Bilgi ve birikim isteyen
içeriğinden dolayı daha az örneğine rastlarız; Nurettin Topçu, Nusret Hızır
gibi…
Şehir
Konulu Denemeler
Bu tür bütün dünya edebiyatlarında
çok yaygındır. Ahmet Rasim, Yahya Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar, Beşir Ayvazoğlu
gibi isimler bu türde eserler neşretmişlerdir.
Sosyal,
Siyasi ve Dini Konulu Denemeler
İsmet Özel (Üç Mesele), Mehmet
Kaplan (Nesillerin Ruhu), Nurettin Topçu (İslam ve İnsan)
Karışık
Konulu Denemeler
Gündelik hayatın içinden çeşitli
konuları ele alan denemelerdir. Murat Belge (Tarihten Güncelliğe), Ahmet Haşim
(Bize Göre)
Ünite 5
Sohbet
– Söyleşi
Bir yazarın çeşitli konular
hakkında karşısında okuyucuları varmış gibi, onlarla sohbet ediyormuşçasına
yazdığı makale planlı fikir yazılarına sohbet denir. Makaledeki ağırbaşlı,
ciddi hava sohbette yerini samimi bir anlatıma bırakır.
Sohbet yazarları konusunda bilgili,
birikimli kimselerdir. Sohbet yazısında öne sürülen fikirlerin kanıtlanması
gerekmez.
Eleştiri ve deneme arasında kalan
sohbette yazar güncel konulara odaklanır. Başkalarının düşüncelerine değinmekle
eleştiriye, kendi görüşlerini açıklarken de denemeye yaklaşır.
Sohbet yazılarının dili günlük
konuşma dilidir.
Sohbet
Türünün Özellikleri
Anlatım sohbet havası içinde,
samimi, içten ve senli benlidir. Yazar soru-cevaplı cümleleriyle sohbet havası
yaratır.
Yazar iddialarında ısrarcı
değildir.
Yazar daha çok kişisel
düşüncelerine odaklanır.
Yazar güncel olaylardan örneklerle
düşüncelerini destekler.
Ahmet Rasim (Ramazan Sohbetleri),
Yahya Kemal (Tarih Musahabeleri), Eşref Rado (Eşref Saati), Attila İlhan gibi
yazarlarımızın sohbet türünde eserleri mevcuttur.
Ünite 6
Gezi
– Seyahat Yazıları
Temel hareket noktası coğrafya olan
gezi yazılarının anı ve günlük türleriyle yakınlıkları vardır. Edebiyatımızda
ilhamını gezmek fikrinden alan eserler vardır; Ahmet Mithat Efendi’nin Hasan
Mellah’ı, Yakup Kadri’nin Bir Sürgün’ü, Reşat Nuri’nin Çalıkuşu, Refik Halit’in
Sürgün ve Gurbet Hikâyeleri adlı eserleri gibi.
Dünya
Edebiyatında Gezi Yazısı
Homeros (Odysseia), Xenophon
(Anabasis), Alexis de Tocqueville (Amerika’ya Yolculuk), Heinrich Harrer
(Tibet’te Yedi Yıl) gibi eserler bu türe örnektir.
Cumhuriyet
Dönemi Türk Edebiyatında Gezi Yazıları
Tanzimat öncesi edebiyatımızda daha
çok seyahatname adıyla neşredilmiş gezi yazılarına rastlanır. Bunun ilk örneği Hoca Gıyaseddin Nakkaş’ın Hıtay
Sefaretnamesi olarak bilinen 1422 tarihli Acâibü’l-Letaif adlı eseridir. Aşağıda klasik dönemde yazılmış gezi
kitaplarının bazıları belirtilmiştir.
Ali Ekber’in Hıtâînâme (1515-1516)
Pirî Reis’in Kitab-ı Bahriye (1521/1526)
Seydi Ali Reis’in Mir’atü’l-Memâlik (1557)
Âşık Mehmet Çelebi’nin Menâzıru’l-Avâlim (1597)
Evliya Çelebi’nin Seyahatname
Nâbî’nin Tuhfetü’l Haremeyn
Halide
Edip’in 1937’de Londra’da
basılan Inside India kitabı dışında
Türkçe müstakil bir gezi kitabı olmamakla birlikte bazı kitaplarında gezi
yazısı sayılabilecek bölümler vardır. Dağa
Çıkan Kurt adlı kitabında Yolculuk Notları başlığı altında İtalya
seyahatini anlatır.
Yakup
Kadri, Alp Dağlarında ve Miss Chalfrin’in Albümünden adlı eserinde İsviçre
Alplerinde gördüklerini anlatır.
Celal
Esad, Seyahat İntibaları adlı eserinde İtalya, Hollanda ve İskandinav
kentlerinde gördüklerini anlatır.
Selim
Sırrı Tarcan ve Ahmet Haşim gezi yazısı neşretmiş diğer
yazarlarımızdır.
Coğrafya öğretmeni olan Faik Sabri Duran, İstanbul’dan Londra’ya Şileple
Bir Yolculuk ve Akdeniz’de Bir Yaz
Gezisi adlı eserlerinde İstanbul’dan Londra’ya pek çok şehirden söz eder.
Edebiyat tarihçilerimizden İsmail Habip Sevük, yurtdışı gezilerini
Tuna’dan Batı’ya adlı kitabında
anlatır. Yurtiçi gezilerini ise Yurttan
Yazılar’da anlatır.
Reşat
Nuri’nin Anadolu Notları, bu türün en güzel
örneklerinden biridir.
Falih
Rıfkı Atay, gezi türünde on kadar
eser neşretmiştir.
Ahmet
Hamdi’nin Beş Şehir adlı eseri deneme, hatıra,
şehir monografisi ve gezi yazısının bir arada gözlenebildiği bir eserdir.
Ünite 7
Anı
– Hatıra – Günlük
Hatıratın geçmişe dair olması anlatıyı tarihe yaklaştırır.
Belli bir dönemi anlatan hatıratlar ise anlatılan olaya bağlı olarak seyahatname,
otobiyografi, sefaretname, tezkire, mektup ve günlük türleriyle yakınlık
kurabilir.
Günlükler günü gününe yazıldıkları
için oldukça fazla detay içerirler. Anı kitapları bu derece detay içermez.
Anı türünde olaylar kronolojik
sırayla anlatılır.
Anı kitaplarını yazarın toplumdaki
yeri, mesleği, eserin içeriği veya yazıldığı yere göre tasnif etmek mümkündür.
Siyasi ve tarihi içeriği öne çıkan
anı kitapları daha geniş okur kitlesine hitap eder.
Kültür sanat içerikli anı kitapları
önem sırasında ikinci basamakta yer alırlar.
Çeşitli meslek guruplarından
kişilerin ferdi anı kitapları da önem skalamızda üçüncü sırada yer alır.
Cumhuriyet döneminin önemli anı
kitapları;
Atatürk, Nutuk
Kazım Karabekir, İstiklal Harbimiz
Rauf Orbay, Cehennem Değirmeni
Ethem Bey, Hatıraları
Celal Bayar, Bende Yazdım
Yakup Kadri, Vatan Yolunda
Abdülhak
Şinasi Hisar’ın romanları da dâhil
olmak üzere eserlerinin tümünde hatıra tadında parçalar mevcuttur.
Günlük
Eski Türkçede Ruzname sözcüğüyle karşılanmıştır.
Günlüklerdeki yargılar
sübjektiftir.
Anı kitaplarında olduğu gibi
günlüklerde de eser sahibinin mesleği, toplumdaki yeri önem arz eder.
Julius
Sezar’ın kendini savunmak
üzere kaleme aldığı Gallia Savaşı,
günlük türünün ilk örneği kabul edilir.
Romantizmin etkili olduğu 18.
asırdan itibaren günlük örnekleri hızla artmıştır. Rousseau’nun İtiraflar’ı,
Goldoni’nin İyiliksever Somurtkan’ı, Goethe’nin Şiir ve Hakikat’i, Hugo,
Stendhal ve Verlaine’in günlükleri erken dönemde yazılmış önemli güncelerdir.
Arap edebiyatında rihlat, vefayat,
havadis, Farsça metinlerde sefername, tezkire ve Türkçede vekayi, sergüzeşt, seyahatname, sefaretname gibi
metinler arasında hatıraların da yer aldığı bilinmektedir.
Orhun Yazıtlarını Türk kültür tarihinin ilk anı türü olarak kabul
edebiliriz.
Bâbur
Şah’ın hatıralarını içeren
Bâburname, anı türünün olgun bir
örneğidir.
Seyyid
Muradî Reis’in yazdığı,
Barbaros’un savaşlarını anlatan Gazavât-ı
Hayreddin Paşa,
Macuncuzade
Mustafa Efendi’nin Sergüzeşt-i Esir-i Malta (1597), Temeşvarlı Osman Ağa’nın hatıralarını
bu türün örnekleri arasında sayabiliriz.
III.
Selim’in sır kâtibi Ahmed Efendi’nin Ruzname’si Padişahın gülük hayatı,
saray ve çevresini anlatmanın yanında 1791-1802 tarihleri arasındaki siyasi
olaylarına da değinmesi bakımından ayrıca önemlidir. Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran ve Mısır seferlerini anlatan Haydar Çelebi Ruznamesi ile Ahmet Ağa’nın Vaka-yı Beç (II. Viyana Kuşatması günlüğü olarak bilinir) adlı
eserleri de günlük türünün erken örnekleri arasında kabul edilebilir.
Tanzimat’tan sonra;
Direktör
Ali Bey’in Hindistan’a yaptığı
geziyi anlatan Seyahat Jurnali (1897)
ilk günlük örneği olarak kabul edilebilir.
Cevdet
Paşa’nın Tezakir ve Ma’rûzat adlı eserleri döneminin siyasi olaylarını anlatır.
Keçecizade İzzet Molla’nın Mihnetkeşan (1852)
Ahmet Mithat Efendi’nin Menfa (1876)
Ziya Paşa’nın Defter-i A’mâl (1881)
Muallim Naci’nin Medrese Hatıraları (1886), Ömer’in Çocukluğu (1889)
Sami Paşazade Sezai’nin Londra Hatıraları (1896)
Ahmet Rasim’in Gecelerim (1896), Eşkâl-i
Zaman (1918), Muharrir-Şair-Edip
(1922)
Ali Kemal’in Ömrüm (1919) adlı eserleri neşredilmiştir.
Halit
Ziya’nın Saray ve Ötesi adlı eseri de Mabeyn
başkâtibi olduğu 1909-1912 yılları arasında saray hayatını ve İttihat
Terakki-Saray ilişkilerini anlatması bakımından çok önemlidir.
Cumhuriyet döneminde Nurullah
Ataç’ın günlükleri önemlidir. Bir diğer önemli isim Salah Birsel’dir. Fethi Naci’nin
Eleştiri Günlükleri edebiyat
hayatımız açısından önemlidir.
Batı edebiyatında; Pavese, Kafka, Gide, Baıdelaire, Camus, Tarkovski,
Kierkegaard, V. Woolf ve Zweig, meşhur güncelerin yazarlarıdır.
Ünite 8
Biyografi
İnsanlığa katkı yapmış kişilerin
hayat hikâyelerinin yazılmasıyla ortaya çıkan bir türdür. Biyografilerde
gerçeklik vurgusu ön plandadır. Bu nedenle tanıklıklara yer verildiği görülür. Klasik
edebiyatımızda bu türe Tercüme-i Hal, Hal
Tercümesi denmektedir.
Otobiyografilerde kişisellik ön
plandadır. Tür olarak anı ve hatıraya yakın olan otobiyografi, merkeze yazarın
kendisini almasıyla öznelleşerek diğer türlerden ayrılır(anı ve hatırada
anlatılan kişiler ve olaylar ön plandadır).
Ünlü bir kişinin (veya şehrin ya da
bir fenomenin) şahsiyetini etraflıca ele alan eserlere monografi
denilir.
Biyografik romanlarda bilinen,
önemli bir şahsiyet hikâyenin kahramanı gibi ele alınır. Ancak burada da amaç
edebi bir eser vermek değil, anlatıya konu olan kişinin hayat hikâyesine sadık
kalmaktır.
Vefat sonrasında gazete ve
dergilerde çıkan yazılara nekroloji denmektedir. Biyografik
bilgi verdikleri için önemlidirler.
Ölüm karşısındaki çaresizliğimiz
tarihin en eski çağlarından itibaren ölümsüzlük düşüncesini cazip kılmıştır ve
bu nedenle biyografi türüne tarih içinden bolca malzeme çıkmaktadır. Mezar
taşları dahi buna örnektir.
Plutarkhos’un Paralel
Yaşamlar’ı türün ilk örneği kabul edilir (46-120)
İngiltere’de 6. yüzyıldan itibaren
ahlaki mesaj vermek amacıyla azizlerin hayatlarını anlatan hagiographi
denilen tür ortaya çıkar. Ortaçağ
boyunca bu devam eder. Boccacio, De Casibus Virorum et Feminarum Illustrium
adlı eseriyle türün yeniden canlanmasını sağlar.
Rönesans’la birlikte sanatçıların
hayat hikâyeleri biyografiye konu olmaya başlar. Giorgio Vassari (Lives of Artists, 1550), William Poper (Life Sir Thomas More), George Cavendish (Life of Wolsey) dikkat çeken isimlerdir.
Modern anlamdaki biyografi Lytton Strachey’in Eminent Victorians (1918) adlı eseriyle başlar. Türün duayeni Zweig’tır.
İslam dünyasında; siyerler,
gazavâtlar, ahbar kitapları, tabakat kitapları, tezkireler, menakıpnameler,
şecere kitapları, kısasü’l-enbiyalar biyografi açısından verimli kaynaklardır.
Cumhuriyet
Öncesi Türk Edebiyatında Biyografi
Şairler hakkında yazılan
tezkirelerin ilk örneği Arap edebiyatında Muhammed
b. Sallam el-Cumâhi (öl. 865) tarafından yazılmıştır (Tabakâtû’ş-Şu’arâ).
Türk edebiyatında ilk tezkire Ali Şir Nevayî tarafından yazıldı.
Anadolu sahasında ise ilk örnek Sahi Bey’e
aittir (Heşt-Behişt). Latifî ve Âşık Çelebi’nin tezkirelerin bu türün en başarılı örnekleridir.
Tanzimat döneminde;
Mehmet
Siraceddin’in Mecmuau’ş-Şuarâ ve
Tezkire-i Üdebâ (1907)
Bursalı
Mehmet Tahir’in Osmanlı Müellifleri
(1916-1925)
İbnulemin
Mahmud Kemal İnal’ın Son Asır
Türk Şairleri (1930)
Nüzhet
Ergun’un Türk Şairleri
(1935)
Recaizade
Mahmut Ekrem’in Kudemadan Birkaç
Şair (1885)
Ebuzziya
Tevfik’in Numune’i Edebiyat-ı
Osmaniye (1890)
Muallim
Naci’nin Osmanlı Şairleri
(1890) ve Esami (1890)
Cumhuriyetten sonra;
Süleyman
Nazif (Mehmet Akif), Mithat Cemal Kuntay, Abdülhak Şinasi Hisar, Yakup Kadri, Sadettin Nüzhet Ergun (Divan edebiyatından pek çok şair hakkında
biyografiler hazırlamıştır), Asım
Bezirci, İ. Alaettin Gövsa, Gündüz Akıncı, Behçet Necatigil, Şevket
Süreyya Aydemir önemli eserler neşretmişlerdir.
Üniversitelerin mezun vermeye
başlamasıyla bilimsel biyografilerin sayısında da artış olmuştur:
Kenan
Akyüz, Mehmet Kaplan, Olcay
Önertroy (Halit Ziya Uşaklıgil, Romancılığı ve Romanımızdaki Yeri), Birol Emil (Mizancı Murad Bey, Hayatı
ve Eserleri), Haluk İpekten, İsmail Parlatır, Fatih Andı, İsmail Çeşitli,
Nurullah Çetin, Yakup Çelik, Mustafa
Özbaltacı, Ramazan Korkmaz, Güler Güven…
Ahmet
Hamdi Tanpınar’ın Beş Şehir ve Yahya Kemal isimli eserleri hem edebi hem de bilimsel biyografiye
örnek teşkil edebilecek nitelikte eserlerdir.
Biyografik Romanlar;
Hasan
Ali Yücel’in 1932’de yayımlanan Goethe Bir Dehanın Romanı adlı eseri türün
ilk örneği kabul edilir. Mehmet Emin
Erişirgil’in 1951’de yayımlanan Bir Fikir
Adamının Romanı Ziya Gökalp ve İslamcı
Bir Şairin Romanı Mehmet Akif adlı eserleri ve Yusuf Ziya Ortaç’ın İsmet
İnönü adlı eserleri biyografik romanlarımızdandır.
Oğuz
Atay’ın 1975’te yayımlanan Bir Bilim Adamının Romanı adlı eseri
kurgusundaki başarı nedeniyle müstesna bir yere sahiptir.
Nermiz
Bezmen’in dedesinin hayatını
anlattığı Kurt Seyt ve Shura, Kurt Seyt ve Murka, Ayşe Kulin ve Hıfzı Topuz’un
bazı romanları, Atilla Şenkon’un Bütün Düşler Nazlı’dır adlı eserleri bu türde eserlerdir.
Portreler;
Yusuf
Ziya Ortaç, Haldun Taner, Beşir Ayvazoğlu, Hüseyin Cahit Yalçın, Hakkı Süha Gezgin,
Orhan Okay ve Hilmi Yavuz bu nitelikte eserler neşretmişlerdir.
Nekroloji edebiyatı bakımından da
kayda değer birikime sahibiz diyelim ve fasıla edelim…
Ünite 9
Mektup
– Söylev
Mektup sözcüğü Arapçada yazılı,
yazılmış anlamlarına gelmektedir. Türün en eski örnekleri Mısır firavunlarının
yazdığı diplomatik mektuplar ile Hitit krallarının Boğazköy arşivindeki
mektuplardır.
Özel
Mektuplar
Yakın ilişkideki insanlar arasında
yazılan mektuplardır. İçeriği yazanla yazılanı ilgilendirir. Bu bakımdan
gizliliği vardır.
İş
Mektupları
Konusu ne olursa olsun bir iş veya
hizmet içeren mektuplardır.
Edebi
ve Felsefi Mektuplar
Düşünce, görüş-fikir veya tezin
savunulması amacıyla yazılan mektuplardır. Bu mektupların bazısı gazete ve
dergilerde yayımlanmak üzere yazılmış açık mektuplardır.
Antik Yunan’dan günümüze mektup
türü önemli bir iletişim aracı olmuştur. Latin edebiyatında Çiçero’nun elinde
iyice işlenen mektup kâğıdın kullanıma girmesiyle birlikte yaygınlaştı.
Rönesans İtalya’sında Aretino, Tasso ve Ariosto’nun
mektupları önemlidir. Aydınlanma döneminde bu türün en büyük ustası Voltaire’dir (18 bin mektubu vardır).
Doğuya baktığımızda İslamiyet’ten önce
mükatebe ve mürasele
adıyla mektup yazıldığını görürüz.
Edebiyatımızda dostluk, sevi
içerikli mektuplara muhabbatname, meveddetname ve uhuvvetname;
astın üste yazdığı mektuplara arıza, şukka; tevazu göstermek için bazen varakpâre denilmiştir.
Âşık edebiyatımızda mektuba kâğıt, gam yükü, gönül dili, çile bohçası gibi adlar verilmiştir.
Divan edebiyatında ise mektuba inşa denilmiştir. Mektup yazanlara münşi, resmi yazışmacılara nişancı,
münşilerin eserlerini bir araya getirdikleri metinlere münşeat
denilmiştir.
Fuzulî’nin Şikâyetname’si
mektup türünün örnekleri arasındadır. Lamiî,
Gelibolulu Ali ve Ragıp Paşa mektup türünde eserler
vermiştir.
Tanzimat döneminde Abdülhak Hamit, Namık Kemal ve Muallim Naci;
II. Meşrutiyetten sonra Ömer Seyfettin
ve Ziya Gökalp mektup türüne rağbet
etmiştir.
Söylev
Sözlü bir türdür; bir düşünce,
inanç ya da fikri savunmak, dinleyenlere aşılamak amacıyla yapılan etkili konuşmalardır.
Söylev sanatına hitabet, söyleyene hatip denir.
Söylevde öncelikle konu ve amaç
belirlenir.
Hitap edilecek kitlenin niteliği
göz önüne alınır.
Konuya uygun malzeme toplandıktan
sonra inceleme ve gözleme geçilir.
Fikirlerin öncelik sırası
belirlenir ve konu belli bir plana oturtulur.
Söylevin girişinde amaç belirlenir.
İsteğe bağlı olarak girişte veciz
sözler, özdeyişler kullanılabilir. Bunlar söyleve ilgiyi artırır.
Gelişme bölümünde konu
ayrıntılarıyla ele alınır. Tezler ileri sürülür. Düşünceler dile getirilir.
Örnekler verilir. Belgelerle kanıtlar sunulur.
Sonuç bölümü ki en önemli bölümdür,
öne sürülen tezle ilgili yargılar, olabildiğince etkili ve çarpıcı şekilde bu
bölümde toparlanır.
Söylevde kısa cümleler tercih
edilir. Devrik cümle kullanılarak dinleyicinin ilgisi çekilir.
Daha çok haber kipinde veya mastar
halinde fiiller kullanılır. Basmakalıp söz ve deyimlerden kaçınılır. Söylevin
konusu dinleyici kitlesini ilgilendiren bir meseleyi işaret etmelidir.
Söylevin özü köklü bir zihin
kültüründen kuvvet alır. Zihin kültürü ise edebi, sosyal, tarihi bilgilerin bir
bileşimidir. Konuşmacının sakin, serinkanlı olması önemlidir. Konuşurken telaşa
düşmemelidir.
Topluluğun sesi olmak, toplulukla
duygudaşlık kurmak, dinleyicilerin içinde bir tartışma yaratmak söylevin baş
amacıdır.
Siyasi
Söylev
Bilimsel
Kültürel Söylev
Düşünce insanlarının konferansları
bu başlık altında incelenebilir.
Askeri
Söylev
Kumandanların cephedeki konuşmaları
bu başlık altında incelenebilir.
Dini
Söylev
Mabetlerdeki dün konulu
konuşmalardır. Cuma hutbeleri bu türün en bildik örneğidir.
Hukuki
Söylev
Mahkeme salonunda iddianameler ve
savunmalar bu türün içeriğini oluşturur.
Söylev türünün en eski kaynağı Aristoteles’in Retorik adlı eseridir.
Retorik, söylevdeki kanıtlama öğesi üzerinde durur. Kitabın
ilk iki bölümü söylevin içeriğiyle, üçüncü bölüm ise ifade ile ilgilidir.
Demosthenes ve Çiçero
diğer kuramcılar olarak incelenebilir.
Söylev konusunda araştırmalar
yapmış olan Farabi, Fusulül Medeni adlı eserinde iyi bir
devler adamında olması gereken nitelikleri sıralarken söz söyleme yeteneğinden ayrıca
söz eder.
Söylevin tarihimizdeki ilk örneği Orhun Yazıtları’dır.
Halide
Edip’in 16 Mayıs 1919 tarihli
Sultanahmet mitingindeki konuşması, Hamdullah
Suphi’nin 30 Mayıs 1919 tarihli Sultanahmet mitingi konuşması, Mehmet Emin Yurdakul’un 23 Mayıs 1919
tarihli Sultanahmet mitingi konuşması, Süleyman
Nazif’in 1920’de Piere Loti gününde İstanbul Üniversitesi’nde yaptığı
konuşma ve Atatürk’ün Nutuk başta
olmak üzere çeşitli konuşmaları söylev türünün örnekleridir.
Ünite 10
Röportaj
– Mülakat
Kelimenin kökü Latince toplamak,
getirmek anlamlarına gelen reportare
fiiline dayanmaktadır.
Haber yazısından farklı olarak
röportajda yazar kendi kişisel görüşlerini de dile getirirken aynı zamanda
okurlarını yönlendirmeye de çalışır.
Düşünsel bir planlamayla yazılan
röportajlarda yazar anlattıklarının doğruluğunu konuşma, bilgi toplama ve fotoğraflarla
destekler. Röportajın inandırıcılığı gerçeklere dayanmasıyla doğru orantılıdır.
Röportajda diğer bütün anlatım biçimlerinden yararlanmak mümkündür.
Röportaj tanıtma özelliği olan
metinlerdir. Bilgi verirken katı değildir. Bazen sohbet bazen de konuşma
tarzındadır. Metnin canlılığına dikkat edilir.
Makalede olduğu gibi röportaj da bir
teze dayanır. Yazar bu tezi inceler, araştırır, tanıklarla görüşür, fotoğraf ve
belgelerle okuyucusunun bilgisine sunar.
Yöntem
Açısından Röportajlar
Konuşmaya dayalı ve belgesel olmak
üzere ikiye ayrılırlar. Belgesel röportaj; sözlü ve yazılı kaynaklardan
faydalanır, bilgi toplar, araştırmasını bu şekilde hazırlayıp okuyucunun
ilgisine sunar.
Ele
Alınan Konu ve Görüşülen Kişilere Göre Röportajlar
Bu başlık edebi, siyasi, sağlık
veya spor içerikli alt kategorilere inebilir.
Uzunluğuna
Göre Röportajlar
Bir konu hakkında tek bir metinden
oluşan röportajlar olduğu gibi bir konuyu kapsamlı şekilde ele alan dizi
röportajlar da vardır.
Anlatım
Tarzına Göre Röportajlar
Öyküsel ve kurgusal gibi alt
kategorileri vardır. Kurgusal röportajda tanıkların anlatımını metnin içinde
çeşitli yerlerde kullanan yazar bu yolla metin kurgusunu öne çıkartmış olur.
Sunuş
Tarzına Göre Röportajlar
Çarpıcı giriş yazılarıyla başlayan
röportajlar Amerikan röportajı olarak
adlandırılır. Bu tür röportajlarda en sonda söylenmesi beklenen sözler giriş
bölümünde açıklanır.
Yazarın kendini merkeze aldığı, ön
plana çıkardığı röportajlara Alman röportajı
denir.
Gezi yazılarındaki gibi yazarın
ilgisini çeken detaylara yer vermeyip gezilen bölgeyle ilgili sorunsalları öne
çıkaran metinlere de gezi röportajı denir.
Türk
Edebiyatında Röportaj Türünün Gelişimi
İlk örnekleri seyahatnamelerde
görmek mümkündür. Seydi Ali Reis’in Mirat’ül Memalik adlı eseri gezi tarzı
röportaja örnek olarak incelenebilir.
Evliya
Çelebi’nin Seyahatname adlı eseri de gezip gördüğü
yerleri etraflıca tanıtıyor olması bakımından röportaj olarak kabul edilebilir.
Ruşen
Eşref’in Diyorlar ki adlı eseri mülakat biçiminde
bir röportaj kitabıdır.
Hikmet
Feridun Es (Bugün de Diyorlar ki), Mustafa
Baydar (Edebiyatçılarımız Ne Diyorlar),
Gavsi Ozansoy (40 Yıl Sonra Diyorlar ki), Yaşar
Nabi (Edebiyatçılarımız Konuşuyor)
mülakat türünün diğer örnekleridir.
Ruşen
Eşref, Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal’le Mülakat adlı eseriyle
Mustafa Kemal’le ilk röportajı yapmıştır.
Falih Rıfkı (Faşist Roma, Kemalist
Tiran, Kaybolmuş Makedonya, Moskova-Roma), Yılmaz Çetiner (Bilinmeyen Aravutluk,
El Fateh), Abdi İpekçi (Dünyanın Dört Bucağından), Fikret Otyam (Ne Biçim Amerika,
Ne Biçim Rusya) gezi röportajı tarzında eserler neşrettiler.
Sait
Faik, adliye muhabirliği
yaptığı dönemde gerçekleştirdiği röportajları Mahkeme Kapısı adlı eseriyle yayımladı (1956).
Bu türün diğer önemli eserleri;
Cevat Fehmi, Geceleri Bizi Kimler
Bekliyor (1933)
Necmi Onur, Çanakkale Savaşları ve
Şehitler Abidesi (1950), Çadır Tiyatrosu (1966)
Dursun Akçam, Analarımız (1962)
Fikret Otyam, Doğudan Gezi Notları
(1960), Bir Karış Toprak İçin (1965), Oy Fırat Asi Fırat (1966)
Tahir Kutsi Makal, İç Göç (1964),
Acı Yol (1964)
Hikmet Çetinkaya, Toprak Bizim
Canımız (1973)
Yılmaz Çetiner, Bir Yudum Çay İçin
(1968)
Nurullah Berk, Ustalarla Konuşmalar
(1971)
Mülakat
Arapça kökenli mülakat sözcüğü
karşılıklı buluşmak, görüşmek anlamlarına gelmektedir. Soru cevap temeline
dayanan mülakatlar röportaj türünün başlangıcı sayılabilir. Mülakatta konuşulanların
aynen yayınlanması zorunludur. Mülakat bu sebeple ciddi bir ön çalışmayı
gerektirir.
Türk
Edebiyatında Mülakat Türünün Gelişimi
Ruşen Eşref’in eseri mülakat
türünün ilk örneğidir. Mülakat türü gazetelerin talebi doğrultusunda yıllar
içinde hızla gelişmiştir, örnekleri artmıştır.
Kitap bitti
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder