ELEŞTİRİ KURAMLARI
Ünite 1
Eleştirinin
Doğuşu ve Gelişimi
Antik dönemde kalıcı eserlerin güzel ve
iyiyle ilişkili olduğuna dair görüş hâkimdir. Sanat eseri, güzel ve iyi olanı
varlığıyla hissedilir kılabildiği ölçüde değer görürdü.
Platon ve Aristoteles’in
eserleriyle eleştiri hakkında temel teşkil edebilecek metinlere ulaşırız.
Aristoteles’ten sonra Theophraste
birçok eleştiri kitabı yazmıştır.
Platon ve Aristoteles’e
göre sanat bir yaratma işidir. Ancak yoktan var
etmez; var olanı taklit eder (mimesis),
yansıtır.
Bu iki filozof yaratma ediminin niteliği
konusunda farklı fikirlere sahiptirler.
Platon için idea temel kavramlardan biridir. İdea’yı
kavranabilir olan her şeyin tahayyüle dayalı ebedi ve mükemmel formları, özleri
olarak tanımlayabiliriz: Futbol hakkında zihnimizdeki hayale, mükemmel forma
idea diyebilir, pratikte bunu icra eden niceliklerin tümünü de bu ideanın
yansımaları sayabilir. Ancak Platon da bu kavram çok daha kapsayıcıdır:
herhangi bir olgu için onun önerdiği idea, mutlak mükemmel formdur, göreceli
değildir. Zaten Platon da Sofistlerle bu noktada ayrılır.
Duyular dünyasında algılanan her şey
hakikatin, mutlak ideaların yansımalarıdır. Sanatçı, zaten bir yansıma olan
duyulur dünyayı taklit ederek taklidin taklidini yapmaktadır. Bu nedenle de
kıymeti yoktur.
İdealara akılla, zihin emeğiyle
ulaşılabilir. Sanatçının yapıtı insanların zihnine değil duygularına seslenir.
Bu nedenle de insanı hakikatten uzaklaştırır.
Sanat hakkında yazılmış ilk sistematik eser
Aristoteles’in Poetika’sıdır. Eserin içeriği
edebiyat ve eleştiri başlıklarının da temelini teşkil etmektedir.
Aristoteles’e göre sanatın yararı, eser
karşısında yaşanacak arınmadır (catharsis).
Eserde tragedya yazarının uygulaması gereken tekniklerden söz eder. Bu
açıklamaları Fransa da klasisizmin temelini oluşturur. Aristoteles’e göre
tragedya, bütünlüğü olan bir hareketin taklididir. Tragedyada bütünlüğü
sağlayan bu harekettir (serim, düğüm, çözüm /
giriş, gelişme, sonuç). Hikâye bir hareketin taklidi olmalıdır; fazlalıkların
kompozisyonda yeri yoktur. Eser, olabilirlik ilkesi yani olasılık ve zorunluluk
kanununa göre inşa edilmelidir.
Aristoteles, sanatın gerçeklikleri
yansıttığını söyleyerek hocası Platon’dan ayrılır.
Sanatçı gerçekleri olduğu gibi vermez
(zaten bu sanat adına anlamsızdır Aristoteles için), gerçekliği seçip kendi
amacına göre sıralayarak taklit eder (tümevarım).
Olguların
tasvirinde uyulacak yöntemler:
a) Ya nasıl idiyseler veya nasılsalar,
(realizm)
b) Ya insanların inançlarına / mitoslarına
göre, (hayalcilik)
c) Ya da nasıl olmaları gerekiyorsa
(idealizm) öyle anlatılmalıdır.
Özetle, sanatta taklit üç şekilde karşımıza
çıkar:
a) Sanat görünüş dünyasını yansıtır.
b) Sanat geneli yansıtır.
c) Sanat ideali yansıtır.
Platonun aşkın bir gerçekliğe (trenscendental)
ulaşmayı amaç edinen düşüncesi önce Yeni Platonculuk ardından da Rönesans
İtalya’sında yeniden ortaya çıkar.
Eleştiri çalışmaları daha sonra retorik
etrafında gelişmeye devam etti.
Aristarque
de Samothrace, antik dönemin en meşhur
eleştirmen ve gramercisidir.
Denys
d’Halicarnasse, üslup ve dilbilgisi
çalışmalarını derinleştirdi. Hitabet sanatını sistematikleştirmeye çalıştı.
Plutarque, ahlakçı bir eleştirinin örneklerini verdi.
MÖ. 1. yüzyılda yazılan, yazarı bilinmeyen,
Yüce Üzerine (Traite de Sublime), önemli bir eleştiri kitabıdır.
Kitap eski Yunanistan’da ortaya çıkan eleştiriler ve üsluplar hakkındadır. Eserin
etkileri günümüze kadar ulaşmıştır.
Roma döneminde eleştiri çalışmaları, Elius Stilo, Varron ve Julius Cesar
gibi isimlerle devam etti. Bu isimler daha çok dilbilgisi alanına
odaklandılar.
Cicero, Quintilien ve Tacitus daha çok söylev sanatı
hakkında çalıştılar.
Ortaçağ boyunca önemli bir eleştiri
çalışması yapılmaz. Biyografi alanında bazı gelişmeler gözlenir. Daha çok dini
metinlerin yorumlanması / tefsir çalışmaları yapılır. Yorumlanacak eserin
orijinalini bulmak üzere metin inceleme çalışmaları yapılır ki bu yöndeki
çalışmaların birikimi metin eleştirisi
(critique textuel) biliminin temelini
teşkil eder.
Yazıt
bilimi (epigrafi) ve eski yazıları
okuma (paleografi), metin
eleştirisine yardımcı bilim dallarıdır.
Rönesans döneminde klasik metinlere ilgi
arttı. Dolayısıyla filoloji çalışmaları gelişti. Matbaanın icadıyla birlikte
edebiyat dünyası hızlı bir değişim sürecine girdi. Eleştiri bilimi bu dönemde
kurumsallaşmak zorunda kaldı.
Rönesans dönemi eleştirmenlerinden Sir Philip Sidney’e göre edebiyat,
sadece eğlendirmez, onun eğitici yönü de vardır.
Klasisizm, 17. yüzyılda Fransa’da ortaya
çıkar. Mutlak monarşinin ideolojik ve estetik görüşlerini yansıtır. Fikri
temellerini Descartes atmıştır.
Eserinde, hakikati kavramada insan aklını araç olarak yüceltmiştir.
Boileau, Şiir Sanatı adlı kitabında klasik akımın kuramını
ortaya koyar. Aklı, tabiatı, sağduyuyu sanatın hareket noktası olarak alır. Ona
göre sanatın amacı herkeste aynı olan insan tabiatını taklit etmektir. Mükemmel
kabul ettiği Yunan ve Roma sanatını taklit etmek gerektiğini belirtir.
Klasik yazarlar ahlak ile estetik arasında
yakınlık gördüler. Boileau için mükemmel eser, içerik ile biçimin uyumundan
doğar (ki bu genel anlamda kabul edilebilir bir denklemdir: içerik ile biçim
uyumluysa o her ne ise o dur, o olmuştur, yani doğrudur). Sanatın kuralları
sezgi ile bulunur. Eleştiri de seçme, sezme ve iyiyi kötüden ayırma yetisine
dayanır.
17. yüzyılda oluşmaya başlayan sanat
çevrelerinde sözlü eleştiri ortaya çıkmaya başlamıştır.
Thomas
Rymer, edebiyatın gerçeklere uygun
olması gerektiğini savunur. Ona göre yazarlar, tip yaratırlarken gerçeklere
uygun hareket etmelidirler.
17 ve 18 yüzyıllarda Fransa’da idealist ya
da kuramsal bir eleştiri anlayışı hâkimdi: Sanatta ahenk, kurallar, ölçü, ahlak
ve efendilik vazgeçilmez niteliklerdi.
Bu kuralcı yaklaşım bir tartışmaya yol
açtı: Eskiler – Yeniler kavgası başladı. Yenilerin temsilcisi Charles Perrault, eski Yunan sanatını
aşılamaz örnekler olarak kabul etmez. Fontenelle
ve Corneille bu görüşe destek verir.
Boileau, La Fontaine ve La Bruyere
ise eskileri savunmaya devam ederler. Bu tartışma yenilerin zaferiyle
sonuçlandı.
18. yüzyıl düşünce ürünlerinin arttığı bir
dönemdir. Felsefeyle yoğrulmuş edebiyat bütün Avrupa’ya yayıldı. Fransız
Devriminden etkilenen edebiyatta romantizm rüzgârları esmeye başladı.
Almanya’da Jena’da Hegel, Schlegel, Schelling ve Novalis’in başlattığı romantizm akımı çok güçlü ve yeni bir
eleştiri anlayışının doğmasına yol açtı.
Madame
de Stael ve Chateaubriand yeni eleştiri akımının kurucusu oldular. Tarihi
eleştiri yöntemine göre edebiyat, sosyal kurumlarla ilişkisi içinde ele
alınmalıydı.
Başlıca
Eleştiri Kavramları
Edebi eser veren sanatçılarda bulunması
gereken temel nitelikler, zihinsel güç, duyarlılık, hayal ve zevk…
Aynı niteliklerin eleştirmenlerde de
bulunması gerekir.
a) Zihin:
Eser, düşünceye dayanır. Düşünce, zihnin kavradığı iki fikir arasında ilişki
kurması ve bir hükme varmasıdır. Düşünce doğru, yanlış, açık, basit, eski,
ince, parlak olabilir. Bunlar düşüncenin nitelikleridir.
b) Duyarlılık:
Kişinin duyularının ve duygularının kuvvetli ve hassas olmasını ifade eder.
Eserde yansıtılmaya çalışılan duyguların gerçek ve inandırıcı olması önemlidir.
Bunda başarılı olmak içtenliğe bağlıdır. Zariflik, soyluluk ve yücelik
duygulara atfedilen niteliklerdir.
c) Hayal:
Nesneleri, olguları belirgin nitelikleriyle zihinde canlandırma yetisidir. Hayaller
üç ayrı kategoride ele alınır: 1) Pasif
hayaller: önceden görülmüş bir ağacı hatırlama halini işaret eder. 2) Yaratıcı, şairane hayaller: Var olan,
mevcut unsurlara zihinde yeni, başka, farklı nitelikler ekleyen hayallerdir
(Sfenks gibi). 3) Üslup hayalleri:
Soyut olanın maddi olanla ifade edilmesi (Gençlik için hayatın baharı
demek buna örnektir).
4) Zevk:
Eseri güzel ya da kötü olarak niteleyebilme yetisidir. Eleştirmenlere göre
zevk, sağlam bir yargılama, gelişmiş duyarlılık ve hayal gücüne dayanmalıdır.
İnsanda doğal olarak var olan zevk, eğitimle incelir ve estetik zevke
ulaşılabilir. Zevk, çağa ve kişiye göre değiştiği için bunun hakkında bir
kuramdan söz edilemez. Ahlak nasıl iyi ile kötüyü tefrik ediyorsa zevk de güzel
ile çirkini tefrik eder.
Üslubun Genel Nitelikleri
Üslup, düşünceyi ifade etme biçimidir. Buffon’a
göre üslup bizzat insanı yansıtır.
1) Açıklık:
İfade edilen düşüncenin hemen ve zahmetsizce anlaşılmasıdır. Eebi ifadenin
temel kuralı açıklıktır. Retorikçi Quintilien
ve divan şairi Ahmet Paşa bu
fikirdedir. Açık bir anlatımın ilk şartı anlatan kişinin anlattığını çok
iyi bilmesidir. Anlatımdaki kararsızlık ve tereddütler okuyucuya
muhakkak yansır. Anlatılan fikirlerin doğal ve mantıklı bir düzen
içinde sunulması da önemlidir. Fikirler sebep-sonuç ilişkisi içerisinde
verilmelidir. Cümleler ne kadar kısa olursa anlatım o kadar açık
olur. Kelime seçimleri anlatımı hem güzelleştirir hem de kolaylaştırır. Bu
nedenle konuya yabancı kelimelerden sakınmak gerekir.
2) Saflık:
Dili doğru kullanmaktır. Bunun için dilde bilinen kelimeleri kullanmak,
kelimeleri bilinen anlamları içerisinde kullanmak, sözdizim kurallarına uymak
dikkat edilmesi gereken hususlardır.
3) Tabiîlik:
Düşünceleri abartıya kaçmadan, düşünüldüğü formlarında ifade etmektir. İddialı
cümleler, olağandışı ve abartılı ifadelerden kaçınmaktır. Bu hatalara düşen
yazarların üslubu, tumturaklı, gösterişli, şişkin veya yapmacıklı olarak
nitelenir.
4) Vecizlik:
Düşüncenin en kısa, tam ve açık ifadesidir. Gereksiz söz ve süsten arınmış söze
veciz denir.
5) Asalet:
Üslupta bayağı ifadelere, kaba sözlere yer vermemektir.
6) Ahenk:
Kulağa hoş gelen seslerin bir arada kullanılmasıdır. İki çeşit ahenk vardır; a)
Mekanik Ahenk: kelimelerin ifade
ettikleri düşüncelere bakılmadan yapılan sözcük seçimidir. Mekanik ahenkte
birbirine uyumlu seslerin bir araya getirilmesine dikkat edilir. Anlamdan
ziyade sesler önemlidir. b) Taklide
Dayalı Ahenk: İfade edilmeye çalışılan şey ile kullanılan kelimeler
arasında benzerlik kurulmaya çalışılır. Bir çağlayanı anlatırken gürül gürül
kelimelerinin kullanılması buna örnektir.
7) Çeşitlilik:
Anlatımın sıkıcı olmaması için farklı üslup türlerinin kullanılmasıdır.
8) Uygunluk:
Üslubun anlatına konuya uygun düşmesidir. Üslubun tonunun, ritminin anlatılan
şeyin doğasıyla uyumlu olmasıdır. La
Fontaine bu konuda üstattır.
Üslup
Türleri
1) Basit
Üslup
Doğal, sanatsız anlatım tarzıdır. Duygu ve
düşüncelerin samimi dille ifadesidir. Masal, komedi, fabl, fabl, diyalog ve
tarih yazımında tercih edilir. Nitelikleri sadelik, incelik ve duyarlılıktır.
2) Orta
Üslup
Seçkin, zarif düşüncelerle ifade etme
tarzıdır. Edebi sanatlardan yararlanır. Şiir, şiirsel roman ve bazı tarih ve
fabl kitaplarında kullanılmıştır.
3) Yüksek
Üslup
Yüksek heyecanları ifade etmek için kullanılan
tarzdır. Amacı duygulandırmak, etkilemektir. Dili düzgün ve hatasız kullanmak,
açık ve kolay anlaşılır olmak, zarafet başlıca nitelikleridir. Her türden
eserde kullanılabilir.
Kompozisyon
Her türlü yazma etkinliğinde yazara düşen
üç görev vardır:
1) Yazar, öncelikle yazacağı şeyleri
bulmalıdır. Buna edebiyatta icat denir.
2) Bulduklarını düzene sokmalı,
sıralamalıdır.
3) Elindeki malzemeye uygun ifade tarzını
bulmalıdır (Üslup).
Bu basit ayrım retorik biliminin de temel
kategorileridir.
Kompozisyon
Türleri
Nesir
Sanatı (Prose)
Nesir/düzyazı türünde yazılmış eserde amaç
hikâye etmek, bilgi vermek veya ikna etmektir. Anlatı (narratif), öğretici
(didaktik) ve hitabet/söylev (orataire) olmak üzere üç sınıfa ayrılır.
a) Anlatı
türü (narratif): Gerçek ya da hayali bütün eserler anlatı türüne aittir.
Hikâye, roman, biyografi ve tarih bu türe aittir.
b) Öğretici
tür (didaktik): Ahlaki, edebi, ilmi ve dini bütün eserler bu türe aittir.
Kuramsal, bilimsel içerikli bütün türleri kapsar.
c) Hitabet
ya da Söylev türü (orataire): İkna
etmek, inandırmak amacıyla söylenen bütün sözleri kapsar. Vaazlar, bilimsel
bildiriler, iddianameler, siyasi ve adli söylevler vs.
Şiir
Sanatı (poetika)
Poetika, şiire has kurallar bütününü
içerir. Şiir sanatıyla ilgili başlıca kategoriler: A) Büyük türler; lirik, epik ve dramatik olmak
üzere üçe ayrılır. B) Orta türler;
eğitici, felsefi veya pastoral içerikleri kapsar. Öğretici türler arasında
fabl, masal ve satirler yer alır. C) Küçük
türler; koşma, balad ve sone tarzı şiirleri içerir.
Estetik
ve Eleştiri
Eleştiri tarihi boyunca eserler beş ayrı
estetik anlayışına göre değerlendirilmiştir: nesnel, pozitif, negatif, öznel ve
doğrulama estetiği.
1) Nesnel Estetik
Sanat eserlerini düşüncelerimizin dışındaki
nesnel gerçekliği yansıtabilme yetkinliğine göre değerlendirir. Eser, içerik ve
biçimden oluşur. Gerçekçilik akımı, edebi eserlerin içeriğine,
temalarına bağlı nesnel bir estetiğe yöneldi. İçeriğin gerçekçi olup olmadığı
araştırıldı. Biçimcilik (formalizm) edebi eserin biçimine, anlatımına
yöneldi; konunun değil biçimin nesnelliği ile ilgilendi.
2) Pozitif Estetik
Bu anlayışa göre sanat eseri bağlı olduğu
çevrenin ve dönemin ürünüdür. Dolayısıyla sanat eseri kendi dönemini ve
çevresini yansıtır. Bu yansıtmada benzeşimden çok bir türdeşlik ilişkisi öne
çıkar. Sanattaki değişim ve gelişmeler, zihin değişimine, tarihin akışına göre
biçimlenir. Hegel, sanatı tarih
içinde oluşmuş bir hiyerarşi içinde ele alır. Sanat tarihi maddi olandan manevi
olana, somuttan soyuta doğru bir ilerleme sergilemiştir. Sanat tarihinin
diyalektik seyri; somut, maddi ve sembolik olan mimari ile başlar, bunu klasik
heykel sanatı takip eder. Senteze ise şiir ve müzikle ulaşır. Lukacs ve Goldmann temel olarak Hegel’i izleyen estetik kuramcılardır.
Auguste
Comte’a göre bilginin gelişim
çizgisi insanın geçirdiği üç evreyi yansıtır:
1) Tanrıbilimsel
dönem: Bu dönemde sanat hayal gücüne dayalıdır. Putçuluk, Çoktanrıcılık ve
Tektanrıcılık bunun alt kategorileridir.
2) Metafizik
dönem: Olayların nedeni soyut fikirlerde veya maddi nedenlerde aranır.
Metafizik dönemde her şeyin başlangıç nedeni, oluş nedeni aranır. Hayal gücünün
yerine ispatlara değer verilir.
3) Pozitif
dönem: Deneysel evreyi temsil eder. Mutlak nedenler yerine bilimsel
kanunların peşine düşer. Bacon, Galilei ve Descartes pozitif bilimlerin kurucularıdır.
3) Negatif Estetik
Adorno ve Horkheimer’ın
öncüsü olduğu kuram, Kant’ın
eleştirel kuramına dayanır; Şu farkla ki, Kant’ın “yüce olanın aşkın estetiği” önermesini kabul etmez. Adorno’ya göre
sanatın gerçeklik değeri hür oluşunda, gerçeği, toplumu, yabancılaşmayı ve
aşırı akımları inkârında aranmalıdır.
4) Öznel Estetik
Herbert
Marcuse’un kuramıdır. Sanat
nesnelliğin dönüşümünü ifade ettiği ölçüde devrimcidir der Marcuse.
5) Doğrulama Estetiği
Nietzsche, Lyotard ve Deleuze tarafından geliştirilmiştir. Bu
kurama göre sanat bir amaç değil amaçlılıktır. Sanat, arzunun, libidonun,
kuvvetin, yapma iradesinin doğrulanması gücüdür. Hem Platon’un nesnel
estetiğine hem de Hegel’in pozitif estetiğine karşıdır. Diğer akımlara da
mesafelidir.
Eleştirinin
Temel Eğilimleri
Macherey’e göre bütün edebi eleştiriler üç
tip kuruntuya, vehme veya saplantıya dayanır; görgücü, kuralcı ve yorumlayıcı
anlayış.
1) Görgücü
anlayış: Tümevarıma dayanır. Edebiyatı metin olarak algılar ve eseri
yazarla açıklar. Doğal eleştiri taraftarlarına göre edebiyatı yaratan yazar ve
eseridir. Asılda ise eseri yaratan edebiyat geleneğidir.
2) Kuralcı
anlayış: Tümdengelime dayanır. Eser, ahlaki ya da ideolojik bir modele göre
değerlendirilir. Eleştiri bir ölçüte, bir kipe dayanılarak yapılır. Bu yolla
edebiyat ideolojiye indirgenirken eleştiri kurumsallaşır, yazarın efendisi
olur.
3) Yorumlayıcı
anlayış/kültürel anlayış: İçerik-biçim yahut iç-dış gibi kategorilerle
eseri eser aracılığıyla ele alır. Tefsirler, göstergebilimsel ve psikolojik
yorumlamalar bu tip eleştirinin kategorileridir.
Ünite 2
Sözbilim
ve Edebiyat İncelemeleri
Sözbilim / belagat / retorik
Sözbilim sadece bir teknik olarak
düşünülmemelidir. Sözle ve imgeyle oluşturulan kanıyı güçlendirmek, eleştirmek,
eleştirel bir yargı geliştirmek için sözbilime ihtiyaç vardır.
Özel bir disiplin olarak doğması MÖ. 465
yılına dayanır: Sicilya’ya hükmeden Gelon
ve Hieron’a karşı halkın yaptığı bir
savunmayla ortaya çıkmıştır.
Aristoteles’e göre sözbilimsel anlatım, akılcılık temelinde ve dille
ilgili bir anlatımı belirtir. Hakikate ulaşmak için bir araç olarak
kullanılabilir (aksi amaç için de kullanılabilir).
Ortaçağda Martinius Capella, iki aşamalı bir öğretim düzeni kurar. İlköğretimde
dilbilgisi, sözbilim (retorik) ve diyalektik okutulur.
Sözbilim daha çok yalan söyleme sanatı
olarak algılanmaya başlandı ve bu nedenle gözden düştü. 20. yüzyılla birlikte
yeniden itibar kazanmıştır. Günümüzde sözbilim kişiler arası iletişimden ziyade
kitleleri etkilemeye dönük söylem üzerine odaklanmıştır.
Sözbilim ilk etapta güzel konuşma, kendini
ifade edebilme ve ikna etme sanatı olarak düşünülür. İknaya yönelik kanıtlar ve
söylem açısından bakıldığında teknik ve bilimsel bir içeriğe sahiptir. Buna
göre sözbilim iki
esasa dayanır; güzel konuşma ve konuştuğuna
ikna etme.
Sözbilim = gösterme + kanıtlama + hitabet
Sözbilim, bir söylemin (bildirinin)
vericiden alıcıya aktarılması olarak yaşanılan sürecin bütünüyle ilgilidir.
Sözbilimin en temel sorularını Quintilien şu şekilde sıralar: “kim, ne, niçin, nerede, ne zaman, nasıl, hangi yoldan”
Sözbilimin
Bölümleri
Temel olarak beş kategoride inceleme
yapabiliriz: buluş, düzenleme, anlatma
biçimi, bellek ve hareket. İlk üç kategori
günümüzde de önemlidir. Son ikisi klasik dönemde itibar görüyordu.
Buluş
Söylemin teması, amacı, hedefi ile ilgili
yapılan araştırma sürecini kapsar. Konuşmayla ilgili söylem türünü belirleme
bir buluş durumudur. İyi bir konu bulmak, anlatılacak konuyu desteklemek üzere
kanıtlar toplamak buluş aşamalarıdır. Malzeme hazır olduktan sonra sıra
düzenleme işine gelir. Sözbilimin temeli
düzenlemedir. Buluş başlığı altına temel
olarak şu dört aşama ele alınır: neden bu konu seçildi, hangi metin türü
kullanılacak, ne tür bir kanıtlama kullanılacak, metinde düşünme düzeni nasıl
olacak?
Günümüzde konu bulmak önemli değildir.
Önemli olan konunun işleve uygun olması, bu yönde somutlaştırılmasıdır. Metnin hangi amaca hizmet ettiği, hangi kitleyi hedeflediği,
hangi iletişim araçlarından yararlanılacağı günümüzde buluş aşamasında dikkat
edilen hususlardır.
Sözbilimde kanıtlamalar ve temellendirmeler
için söylem içinde sorulan sorular yardımcı bir tekniktir. Söylem, metin
içerisinde seçtiği soruları sorar, hedefine uygun cevapları vererek sonuca
ulaşmaya çalışır.
Düzenleme
Sunulacak metnin yapısını ve tutarlılığını
inceler. Düzenlemenin işlevi, kabul
edilebilir bir neden açıklamak, söylemin bakış açısıyla konuyu uygun hale
getirmektir. Anlamlı bir bölümleme, mantıksal sıralama, inandırıcı ve etkili
kanıtlama düzenleme kısmına ait etkinliklerdir.
Düzenlemeyle ilgili olarak; söylem girişi,
anlatma, uzatı, somut sunum ve söylem sonu önemli kavramlardır.
Söylem
girişi: Öncelikli işlevi
ilişkilendirmedir. Alıcının dikkatini çekmeyi amaçlar.
Anlatma: Söylemin amacına uygun olarak konunun sunulmasını
belirtir. Anlatı kronolojik olmak zorundadır, önerinin açık olması bakımından
gereksiz sözler atılmış olmalıdır.
Uzatı: Söylem içerisindeki fonksiyonu alıcıyı oyalamaktır.
Buradaki amaç alıcıyı sonuca hazırlamaktır. Bu bölüm, söylem içerisinde yer
alacak olan söz sanatları ve tasvirleri kapsar.
Somut
sunum: Anlatım sırasında alıcının
anlatılanı yaşıyormuş gibi algılamasını belirtir. Başarılı bir tasvir, alıcıya
anlatılanı yaşamış hissi verebilir.
Söylem
sonu: Söylemin içeriğine göre üç
biçimde gerçekleşebilir: Birincisi yargılayıcı söylem türünde cezalandırma için
değerler ve etkileyimi ilgilendiren genişletme biçimindedir. İkincisi,
söz yöneltimi yoluyla acıma ya da kayıtsızlık duygusu uyandıran tutku yoludur.
Son olarak da söylemde yer alan kanıtlamanın kısa bir özetiyle olabilir.
Anlatma
Biçimi
Sözlü ya da yazılı sunumu belirtir.
Dilbilimde söylemin sözceleme aşamasına denk düşer. Burada söz konusu olan
düşüncelerin dile aktarılmasıdır. Yazılı anlatımlarda bu aşama çok önemlidir.
Anlatma biçimi seçilen konu kadar önemlidir. Biçem ve sözbilim betileri üzerine
kuruludur.
Hareket
Anlatım sırasındaki telaffuz, ses tonu,
sesin düzeyi ve vücut dilini belirtir.
Bellek
Söylenenin ezber edilmesidir. Kayıt imkânları
arttıkça söylemin ezber edilmesi gerekmez olmuştur.
Söylem
Türleri
Aristoteles üç tür söylemden söz eder: yargılayıcı/savunmacı
söylem, tartışma söylemi ve övgü-yergi söylemi.
Övgü-Yergi
Söylemi
İknaya dayanır. Bu nedenle sözbilimda
örneği en çok olan bu türdür.
Bu tür söylemde genellikle şimdiki zaman
kullanılır. Akıl yürütme biçimi olarak genişletme (fr. Amplification)
kullanılır. Biçem betisi olarak düzdeğişmece, eğretileme ve kapsamlayış
öne çıkar.
Klasik Türk şiirinde methiye ve güzellemeler
övgü türüne, taşlama da yergi türüne örnektir.
Yargılayıcı/Savunmacı
Söylem
Amacı suçlamak ya da savunmaktır.
Genellikle geçmiş zaman kullanılır. Akıl yürütme biçimi tasım ya da örtük
tasımdır.
Karar
Almaya Yönelik ya da Tartışmacı Söylem
Politikada karşımıza çıkar. Alıcıyı karar
almaya ya da eyleme teşvik eder. Ağırlıkla gelecek zaman kullanılır. Akıl
yürütme biçimi örneklemedir. Bir biçem betisi olan örnek, olgulardan
kurala ya da olgudan olguya giden tümevarım yöntemidir. Yargılayıcı söylemde
eylemin doğru olup olmadığı belirlenir. Tartışmacı söylemde ise eylemin yarar
ya da zararına göre karar verilir.
Sözbilimsel
Betiler ya da Biçem Betileri
Sözbilimin başlıca görevi, toplumsal
gereksinim ve koşullara uygun anlatma biçimlerinin özelliklerini belirlemek,
iyi ve doğru bir dilsel düzenlemenin ölçülerini ortaya koymaktır.
Oluşturulan söyleme bağlı olarak biçemlerin
seçilmesi söylemin başarısını arttırır. Anlatma ve söylemdeki durumu açısından
üç çeşit biçem vardır.
Heyecanlandırmayı
Amaçlayan Soylu Biçem
Amaç alıcıyı heyecanlandırmaktır. Söylemin
içerisinde alıcıya hitap ederek, alıcının duygularına seslenen içerikle bu
amaca ulaşılır. Burada biçemin alıcıya uygun hazırlanması önemlidir. Halka
yönelik bir konuşmada açık, kısa cümleler tercih edilir.
Bilgi
Vermek ve Açıklama Amaçlı İnce ya da Kalın Biçem
Genellikle akıl yürütmelerle birlikte
anılır. Verici ile alıcı arasında bilgi aktarımı amaç edinen söylemi belirtir.
Kısa
Anlatı ya da Espriyi Öne Çıkaran Hoşlanılacak Biçem
Burada kanıtlama açısından, alıcı üzerinde
güven sağlamak için konuşanın göz önünde bulundurduğu tüm özellikler söz
konusudur.
Biçem incelemesi yazarın/konuşmacının
kullandığı anlatım teknikleri ve söz sanatlarının incelenmesidir. Söz
sanatları, siz bilimde beti olarak ifade edilir.
Söz
Sanatlarının Türleri
Betiler dilin sıradan kullanımının yanında
geliştirilen savlı kullanımı belirtir, sözcüğün bilinen anlamının dışında
kullanımda yüklendiği yeni anlamları gösterir. Buna göre çarpıcı söyleyişler,
farklı, alternatif ifadeler beti olarak kabul edilir. Betiler; söyleyim (fr. Diction), yapı, söyleyiş gibi
kategorilere ayrılır.
Sözbilim betileri söylemin süsüdür.
Geleneksel sözbilimde çok önemli dört beti
vardır: eğretileme, düzdeğişmece,
kapsamlayış ve tersinleme.
Sözcük
Düzeyi
Değişmece (fr. Trope) bu gurupta yer alır.
Sözcüğe yeni bir anlam yüklendiğini belirtir. Tek bir sözcüğün anlamının
değişmesi demektir.
Dizim
Düzeyi
Zıtlaşma betisi bu guruptadır. Karşıt ya da
birbiriyle çelişen iki sözcüğün aynı bağlamda kullanılmasıyla elde edilir: Karanlık
güneş gibi.
Tümcecik
Düzeyi
Devriklik bu gurupta incelenir. Alışılmışın
dışında kurulmuş cümlelerin varlığını belirtir.
Metin
Düzeyi
Tersinleme ve somut sunum bu gurupta
incelenir. Tersinleme, duyurulmak istenen şeyi tersini söyleyerek belirtmeye
denir.
Yerine (fr. Allegorie), soyut kavramları açıkladığından konuşmalarda en çok
kullanılan betilerdendir.
Etkileyim (fr. Pathos) belirli bir bildiri yoluyla alıcıyı etkilemek,
yönlendirmektir. Bu durum, uslamlama ile dilin mantıklı kullanımı ile de
ilgilidir.
Anlam
Betileri
Dile yeni sözcükler katarak değil de
sözcüklere yeni anlamlar yükleyerek metne zenginlik katarlar.
Değişmecelerde, bir terim ya da terim
gurubu ile bir başka terim arasında yer değiştirme, daha doğrusu anlamsal
aktarım söz konusudur.
Kapsamlayışta ise içinde barındırma durumu
söz konusudur.
Sözcük
Betileri
Sözcüklerle yapılan oyunlarla ilgilidir.
Sesle ilgili betilerde bu gurupta
incelenir.
Hece düzeyindeki ses betisi, ses
benzeşimidir. Dize sonundaki uyaklar ses benzeşmesine örnektir.
Sözcük bağlamındaki ses yinelemelerine
örnek olarak eşadlılık ve çokanlamlılık verilir.
Eşadlılık içinde ündeşlik (fr. Calembour) vardır. İki sözcük ses olarak
özdeş ancak anlam olarak farklıdır.
Çokanlamlılık içinde cinas (fr. Anatanaclase) vardır.
Düşünce
Betileri
Tersinleme, karşıtlayım, abartma ve
arıksayış (fr. Litote) gibi yoğunluk
betileri ve söz yöneltme, dillendirme, sözaçmazlık (fr. Preterition) ve dönüş (fr. Epanorthose)
betileri gibi sözcelemeyi ilgilendiren betilerden oluşur.
Kuruluşla
İlgili Betiler
Başlıca başlıkları; çıkarma yoluyla beti
gurubunda eksilti, bağlamsızlık, ani sessizlik, eksik kapama. Tekrar yoluyla
betilere ise sözcük yineleme ve karşı sav örnek olabilir.
Kanıtlama
Sözbilimin en önemli kuramlarında birisi
olan özsunum (ethos), etkileyim (pathos) ve uslamlama (logos) üçlü yapısı ile bir sanat, teknik
ve bilim olan sözbilimin yapılanma biçimini ortaya koyar. Her çalışma için bu
üçlüden söz edilebilir. Bu üçlü, iletişimin üç temel öğesini
(verici-bildiri-alıcı) gösterir. Özsunum/ethos: insana, özneye, ahlaka ve
davranışa gönderme yapar.
Yazınsal metin bir iletişim biçimidir ve
burada verici (özsünüm), alıcı (etkileyim) ve bildiri (uslamlama) önemli yer
tutar.
Özsunum
/ Ethos
Alıcı üzerinde güven sağlamak için
konuşanın almak zorunda olduğu tüm özellikleri belirtir. İyi insan olmadan
gerçekten iyi konuşmak kolay değildir. Bu nedenle konuşmacının erdeminin öne
çıkartılması gereklidir. Burada söz edilen erdem özsunumun konusudur.
Özsunumun temelinde “ben” imgesi vardır.
Etkileyim
/ Pathos
Vericinin alıcıda uyandırdığı heyecan,
tutku ve duyguların tümüdür. Konuşma sırasında dinleyicilerin bedenlerine ve
yüreklerine hitap etmek gerekir. Burada amaç alıcının ikna edilmesidir.
Uslamlama
/ Logos
Vericinin kendini güçlü gösterebilmesi,
alıcıyı ikna edebilmesi uslamlamayla ilgilidir. Söylemdeki başarı, vericinin
iletişim becerisine bağlıdır. Akla uygun söylemle duyguları etkileyen söylem
arasındaki farkı belirleyen, heyecan yaratan ve işi, mantığı unutturma
noktasına kadar götüren uslamlamadır.
Özsunum “ben”, etkileyim “sen” adılını
baskın olarak kullanır. Uslamlama ise sözbilim betilerinin sıkça kullanıldığı
güzel anlatım özellikleri barındıran bildiriyi gösterir.
Metindeki
Farklı Kanıtlama Türleri
Sözbilim içi ve sözbilim dışı olmak üzere
iki tür kanıtlama vardır. Dışarıdan gelen kanıt, başka tanıkların dinlenmesi,
yapılan sözleşmeler gibi özellikleri belirtir. İçerideki kanıt ise konuşmacının
dilin imkânlarını kullanabildiği ölçüde sergilediği uslamlamaları belirtir.
Kanıtlama ile sözbilim aynı değildir.
Kanıtlama rasyonel ve mantıksaldır.
Sözbilim ise etkilemeye yöneliktir. Söylemde kanıt, akla uygunluk için
gereklidir. Bir anlamda sözbilim, kanıtlamayı kapsar.
Tüm kanıtlama biçimleri kaynak bakımından
iki kategoriye ayrılır; birincisi mantık alanından doğan kanıtlar, diğeri ise
yargı öne süren kanıtlardır.
Yarı
Mantıksal Kanıtlar
Sözbilim temelde yarı mantıksal kanıtlara
dayanır. Jean-Jacques Robrieux
kanıtları üçe ayırır:
Tanımlar; bir kavrama anlam vermek için denklik ya da eşdeğerlik
ilişkisi sağlarlar.
Karşılaştırma; Ortak özellikleri olan kavramları yakınlaştırarak ya da
uzaklaştırarak açıklama yoluna gider.
Bağdaşmazlık; Aynı sistem içerisinde birbiriyle çelişen iki kesinlemeyi/yargıyı
belirtir.
Görgül
Kanıtlar
Deneyime dayanır. Mantıksal kanıtlamadan
farklı olarak burada temelde gözlem yer almaktadır.
Üç kategoriye ayrılırlar: Nedensellik ve
ardışıklık üzerine kurulmuş kanıtlar (betimleme buna örnektir). Yüzleştirme
üzerine kurulmuş kanıtlar (yetisizlenme / fr. Disqualification, ya da yetkeci
kanıt / fr. Argument d’aotorie). Son olarak tümevarımsal kanıt (bezeme /fr.
Illustration ve örnekseme bu guruba örnektir).
Zorlayıcı
ya da Kötü Kanıtlar
Burada yönlendirme söz konusudur. Sağduyu,
uyarıcılık, kurnazlık ya da şiddet üzerine kurulu olabilirler. Sofizm,
mantıkötesicilik, savı kanıksama, karşıtlam bu gurubun bazı betileridir.
Kazanmak uğruna her yolu dener.
Etkileyim
Üzerine Kurulan Kanıtlar
Heyecan uyandırmak üzerine kurulmuş
kanıtlardır. Yargılayıcı söylem bu konuya örnektir.
Düşünme
Düzeninin Bilimi
Sözbilimsel sistem, alıcıyı ikna etmek (fr. persuader) ve inandırmak
(fr. convaincre) amacıyla söylemi yapılandırma
tekniklerinin tümü demektir.
Sözbilim belli yöntem ve stratejilere
dayalı bir ikna sanatı olarak değerlendirilir.
Sözbilim insanları ikna ede nedenleri arar.
Kanıtlamanın amacı bilinenden yola çıkarak
bilinmeyen hakkında bir düşünce geliştirmek, akıl yürütmektir. Biçimsel
mantıkta bu duruma çıkarım denir. Kanıtlama da
bir tür çıkarım işidir.
Kanıtlamanın amacı verici ile alıcı
arasındaki mesafeyi kısaltmaktır. Çıkarım ve kanıtlama düşünme düzenleridirler.
Düşünme düzeni tümdengelim ve tümevarım
olmak üzere iki kategoriye ayrılır.
Tümdengelim
/ Tasım
Genelden özele doğru giden bir akıl yürütme
biçimidir. Tasım, bu akıl yürütme biçimini inceler.
Tasım, kanıtlamalarda sık kullanılan bir
yöntemdir.
[Büyük önerme] / 1) Tüm insanlar ölümlüdür
[Küçük önerme] / 2) Sokrates insandır
[Çıkarım] / 3) Sokrates de ölümdür
Bu üçlü yapı bir tasımdır. İlk iki önerme
son önermenin öncülleridir. Birinci önerme (büyük önerme) genel bir kuralı,
ilkeyi belirtir. İkinci önerme, genel önermeden yola çıkarak tikel bir durumu
belirtir. Sonuncu önerme bu ikisinden çıkarılan bir sonucu belirtir.
Tasım iki biçimde olabilmektedir: evrensel
– tikel karşıtlığı üzerine ya da olumlu – olumsuz karşıtlığı üzerine.
Tümevarım
/ Genelleşme
Tikelden yola çıkarak genele ulaşılmaya
çalışılır. Bilimsel çalışmalarda genellikle bu yol izlenir.
Sözbilimde iki tür tümevarım yöntemi
vardır:
Tam tümevarım; bütünlükten yola çıkarak
bazı çıkarımlara izin verir.
Genişletilmiş tümevarım, mevcut tikel bir
durumun farklı bireyler veya bölgelerde denenerek genel bir yargıya ulaşılması
durumudur. Anket yaparak toplum içindeki bazı bireyler üzerinden topluma dair
yargılara ulaşmak buna örnektir.
Aristoteles’e göre kanıtlamanın iki temel yöntemi tümevarım ve
örnektir.
Ünite 3
İzlekçi
Eleştiri
Edebiyat
Nedir?
Okurlar nezdinde estetik haz yaratmayı
amaçlayan yazın ürünlerinin tümüdür. Bir yapı ile düşüncenin eser biçiminde
vücut bulmasıyla sanat yapıtı ortaya çıkar.
Eleştiri
Nedir?
Eleştiri, “elemek”
fiilinden gelmektedir. Elemek ise “el” adından
türetilmiştir, elden geçirmek, seçmek anlamına gelir. Batı dillerinde
eleştiri için kullanılan “critique”
sözcüğünün kökeni Latince ctiricus,
Yunanca kritikos sözcüklerinden
gelmekte olup ilk anlamı kesin olarak yargılamaktır.
Eleştiri
genel anlamıyla bir varlık, oluşum, düşünce, söylem ya da ürünün olumlu ve
olumsuz yönlerini, nitelik ve eksikliklerini irdeleyip anladıktan sonra tam
değerini ortaya çıkarma, yargıya ulaşma çabasıdır.
Genel kural olarak eleştirinin mesafeli ve
nesnel olması beklenir ancak sanat eserleri söz konusu olduğunda izlenimci ve
öznel eleştirilere fazlaca rastlanır. Tamamen eleştiren kişinin kimliği,
donanımı ve tutumu sonucunda ortaya çıkan bu yargılar eleştiriden ziyade
kişisel yorum niteliğindedirler.
Çözümleme ise, bir bütünün parçalarıyla
olan ilişkileri göz önüne alınarak yapılan nesnel ve bilimsel dayanakları olan
değerlendirme işlemidir.
Yorum:
öznel
Eleştiri:
öznel ya da nesnel (izlenimci, ruhçözümsel, tarihsel, toplumbilimsel, izlekçi…)
Çözümleme:
nesnel ve bilimsel (dilbilimseli yapısalcı, göstergebilimsel…)
Edebiyat
Eleştirisi Nedir?
Edebiyat eleştirisi, edebi eserlere veya
yazarların yaratıcılıklarına ilişkin yargıda bulunmak, yorum ve açıklama yapmak
amacıyla gerçekleştirilen okuma incelemeleri sonucunda oluşur. Eleştiriler
edebiyat dışı disiplinlerden yararlanılarak da yapılabilir, buna dış eleştiri
denir. İzlekçilik, yapısalcılık, yazınbilim, yazınsal göstergebilim gibi
yöntemlerle yapılan eleştirilere iç
eleştiri denir.
Mefhum
ve Kavram
Arapça kökenli mefhum sözcüğüne karşılık
olarak “kavram” kullanılmaktadır. Mefhumun anlamı, bir şeyi kendiliğinden, bir
anda tanıma, bilmedir. Sözcüğün ikinci anlamı, bir şey hakkında edinilmiş temel
bilgidir.
Kavram (fr. Concept) sözcüğünün karşılığı, bir nesne ya da düşüncenin zihindeki
soyut ve genel tasarımıdır. Felsefi terminolojide nesnelerin ya da olayların
ortak özelliklerini kapsayan ve ortak bir ad altında toplayan genel tasarım
olarak tanımlanır.
İzlek
Bir edebi eserde işlenen konunun anlamca
ortaya koyduğu ana yönelim olarak tanımlanır. İzlek çoğu zaman eserin konusu
ile karıştırılır. Konu, eserin dışında da var olan kavramları anlatır. İzlek
ise eserin içinde yaratılan bir anlam kategorisidir. İzlek, tasarlanmış öznenin
dünya ile olan öznel ilişkisini anlatır.
İzlekler mefhum ve kavramlardan yola
çıkarlar. İzleksel eleştiri bu nedenle kavramsal eleştiri olarak da kabul
edilir. İzlek bir eserde yinelenen
öğeler, olgular ya da kavramlar olarak düşünülmelidir. Yinelenen izlek, yananlam, simge/sembol veya örtük
anlamlarla oluşturulabilir.
Yalnızlık, dostluk, aldatma, sahiplenme,
yaşama savaşı, sevinç, pişmanlık, özlem, özgürlük, hasret sıklıkla kullanılan
izleklerdir.
Edebi eserlerde kimi zaman çatışma unsuru
olarak karşıt kavramlar izlek olarak işlenir: yaşam – ölüm, geçmiş –
gelecek/şimdi, gençlik – yaşlılık gibi.
İzlekler genellikle aynı sözcüklerle ya da
imgelerle ortaya çıkarlar. Bu durum izleklerin saptanmasını kolaylaştırır.
Bir eserde sıklıkla kullanılan kavramlar,
eserdeki izleklerin tespiti için dikkatlice belirlenmelidir.
İmge
Edebiyatta imge, kavramlar arasında benzerlik
ilişkisine dayalı olarak gerçekleştirilen anlam sanatıdır. Yazarlar dili
kullanma becerisi nispetinde özgün imgeler ortaya koyabilir ve bu yolla
eserlerinin değerini yükselebilirler. Özgün bir imge yaratılırken anlamsal ve
sözbilimsel sapmalar söz konusudur. Eğretileme bu amaçla kullanılan bir
yöntemdir. Eğretileme, bir sözcüğün genel olarak kabul gören anlamı dışında
kullanılmasıdır. İmge oluşturulurken yapılan işlem de bundan farklı olmadığı
için iki kavramın birbirlerinin yerine kullanıldığı gözlenebilir.
Pierre Reverdy
şiirsel imge için söyle der: “birbirlerine
yaklaştırılan iki gerçeklik arasındaki ilişki ne kadar uzak ve yerindeyse, imge
o kadar güçlü olur.”
İmgelem
Nedir
Soyut olanı göz önüne getirme, zihinde
canlandırma yetisi olarak tanımlanabilir. İmgelem yaratıcı olabilir; tasarımı
kendisi yaratır. Yansıtıcı olabilir; zihinde önceden bulunan tasarımları
anımsar. Yaratıcı imgeleme, insanın daha önce hiç görmediği, hatta gerçek dışı
varlık ya da nesnelerden yeni bir görüntü (imge) oluşturabilme yetisidir.
İzlekçi
Eleştiri
Edebi eserleri edebiyat dışı disiplinlerden
yararlanarak açıklamaya çalışan kuramlara tepki olarak ortaya çıkmıştır. Eseri,
içerisindeki öğelere dayanarak açıklamaya çalışır.
Edebi eserler yaratıcısının dünyaya
bakışını ve kendi dünyasıyla ilişkisini, hayata, çevreye ve kendine bakışını
ortaya koyar. Yazarlar yazmaya başladıklarında bir anlamda kendilerini yeniden
kurarlar. Yazarın kendi öz-benine mesafe koymaya çalışması izlekçi eleştiriyi
yapısalcı kurama yakınlaştırır. İzlekçi eleştiride yazar yerine “yaratıcı ben”,
“yaratıcı özne”, yaratıcı bilinç” gibi ifadelere yer verilir.
İzlekçiler, edebi eserde belli izleklerin
önemli ve ayrıcalıklı olduğuna inanırlar. Eseri anlayabilmek için eser sahibi
gibi düşünmenin gerekli olduğuna inanırlar. Israrla eserdeki gizli anlamın
ortaya çıkarılması için çalışırlar.
Edebiyat yapıtı bir ilişkiler ağıdır ve bu
ağda yer alan her öğe bütüncül anlamın oluşmasına katkıda bulunur.
İzlek saptama işlemimde asıl olan
yinelenmiş anlamların bulunmasıdır. Her eleştirmen bir eserde farklı izleklerin
izini sürebilir bu da izlekçi eleştiriyi nesnellikten uzaklaştırır.
İzlekçi
Eleştirmenler
İzlekçi eleştirmenler ruhbilimden
esinlenmişlerdir. Bununla beraber ruhçözüme değil çeşitli felsefi akımlara bağlı
kalmışlardır. Gaston Bachelard, Georges Poulet ve Jean-Pierre Richard akımın
önde gelen simalarıdır. Her üçü de b,linçin eleştirmenleri olarak anılırlar.
Gaston
Bachelard
Felsefe eğitimi almış, bilim tarihiyle
ilgilenmiştir. Bilim ve edebiyatın yaratıcılık
ekseninde buluştuğuna inanır. Her ikisinin de amacı
hayata anlam katabilmektir. Bilincin en net biçimde
edebiyatta ortaya çıktığına inanmaktadır.
Bachelard eserlerinde Aristoteles’in izinden giderek dört temel element üzerinde yoğunlaşmıştır. Bachelard bu temel öğelerden hareketle belli izleklere
ulaşmıştır.
Temel elementlerin birbirleriyle
karışabilmesinden hareketle imgelemin durağan olmadığı, hareketli bir alan
olduğu sonucuna ulaşmıştır. Dolayısıyla imgelemin tek başına bir değeri yoktur.
İmgenin değeri bağlı olduğu anlam ağına aittir.
Georges
Poulet
Cenevre Okulu’na bağlı olan eleştirmen,
Bachelard gibi bilinçle yakından ilgilenir. Edebi eserlerdeki imge ağlarını
ortaya çıkarmaya çalışır. Zaman ve uzamla ilgilenmiştir. İnsan Zamanı Üzerine İncelemeler
başlıklı dört ciltlik eserini 1949-1968 yılları arasında yayımlamıştır. Ona
göre zaman kavramında süre değil “an”lar önemlidir. Sevinç, öfke, kin gibi
belirgin duygular hep kısa zaman dilimlerinde gerçekleşmektedir. Zaman kavramı
yaratıcı ve özgün imgelerle somutlaşır.
Baudelaire ve Rimbaud
üzerine yoğunlaşmıştır. Geçmiş ve pişmanlık Baudelaire’de takıntı
halini almıştır. Bu durum şairi kısıtlamaktadır. Rimbaud ise her an dünyasını
ve kendini yeniden yaratmanın peşindedir.
İzlekçi eleştiri anlayışını Eleştirel Bilinç adlı kitabında ortaya
koymuştur. Poulet kendi izlenimlerini yapıtlara dayatmaya çalışan
eleştirmenlere karşı çıkar. Bunun yanı sıra özneyi bütünüyle yok sayan
yapısalcılığa da uzak durur. Ona göre eleştirmen hem yazarla duygudaşlık kurmalı
hem de nesnel saptamalar yapabilmek için yazarla ve yapıtla arasında eleştirel
mesafe koymalıdır.
Eleştirmek için hissetmek ve anlamak gerekir. İki bilincin
yazarın ve okurun birbirine yaklaşması, birbiriyle buluşması şarttır.
Jean-Pierre Richard
Yaratıcı bilinç ve yazınsal yaratının nasıl
doğduğunu anlamaya çalışır. Bunu yaparken düşünceden çok duyulardan, algılardan
yola çıkar. İnsandan yapıta ulaşmaya çalışır. Yapıtı, yaratıcısının kişiliğini
ortaya çıkaran bir yapı olarak değerlendirir. Bunun için eserdeki en küçük
detaylar bile çok önemlidir.
Richard, belli izleklere açıklık
getirmiştir. Örneğin yemek izleği doymazlık motifini ortaya koyar. Aşk deneyimi
ise akışkanlık içeren imgelerin yinelenmesiyle bağıntılıdır.
Uygulamalar
İzlek kavramı günümüzde edebiyat yapıtları
yeni eleştiri ve çözümleme yöntemleriyle birlikte ele alınmaktadır.
Örnek,
1
HASRETİNDEN
PRANGALAR ESKİTTİM
Seni, anlatabilmek seni,
İyi çocuklara, kahramanlara,
Seni anlatabilmek seni,
Namussuza, halden bilmeze,
Kahpe yalana.
Ard arda kaç zemheri,
Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu.
Dışarda gürül- gürül akan bir dünya...
Bir ben uyumadım,
Kaç leylim bahar,
Hasretinden prangalar eskittim.
Saçlarına kan gülleri takayım,
Bir o yana,
Bir bu yana...
Seni bağırabilsem seni,
Dipsiz kuyulara,
Akan yıldıza,
Bir kibrit çöpüne varana,
Okyanusun en ıssız dalgasına
Düşmüş bir kibrit çöpüne.
Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin,
Yitirmiş öpücükleri,
Payı yok, apansız inen akşamlardan,
Bir kadeh, bir cıgara, dalıp gidene,
Seni anlatabilsem seni...
Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır
Üşüyorum, kapama gözlerini...
Uzam: zindan, dışarıda, dünya, kuyu,
okyanus, cehennem
Zaman: zemheri, leyli, bahar, akşam
Esaret: pranga
Uzun esaret: art-arda kaç zemheri, kaç
leylim bahar, prangalar eskittim
Haksız esaret: namussuza, haldan
bilmez/kahpe yalana
Yalnızlık: bir ben uyumadım, ıssız,
yokluğun
Hasret: Hasretinden prangalar eskittim,
yokluğun cehennemin öbür adıdır.
Soğuk: zemheri, dipsiz kuyulara, üşüyorum,
kapama gözlerini
Işıksızlık: zindan, dipsiz kuyulara,
leylim, akşam, kapama gözlerini
Yoksunluk / uykusuzluk: bir ben uyumadım
Yalnızlık: yokluğun cehennemin öbür adıdır
Çaresizlik: seni bağırabilsem seni
Kapatılmışlık: pranga, zindan
Kayıp: yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin,
yitirmiş öpücükleri
Görüldüğü gibi sadece şiirdeki verilere yer
verilmiş, şairin yaşamına dair herhangi bir veriye yer verilmemiştir.
Sıralanan izleklerin anlam alanları,
yaratıcı öznenin, dış dünyaya karışması engellenmiş, yapmak istediklerini,
aklından geçenleri gerçekleştirme özgürlüğünü kaybetmiş bir kişi olduğunu
gösteriyor.
Şiirde yer alan 93 sözcükten 23’ü
esenliksiz bir değer taşımaktadır.
Ünite 4
Ruhçözümleyici
Eleştiri / Psikanalitik Eleştiri
Tanım
ve Temel
Psikanalitik çözümleme; Freud, Jung ve Lacan’ın
öğretilerinin yazınsal yapıtların çözümünde kullanılmasıdır.
İlk örnekleri sürrealist akımın Avrupa’da
etkin olduğu 1930’lu yıllarda görüldü. Bu tür eleştirinin gerçekleştirmek
istediği şey yapıtın oluşumunun yazarın ruhsal oluşumunun bir yansıması
olduğunu ortaya koymaktır.
Akımın etkisiyle heyecanlanan Charles Baudoin, Sanatın Ruhçözümleyimi (1929) ve Victor Hugo’nun Ruhçözümleyimi (1943) gibi eserleriyle yazarın
yaşamöyküsünü ve yapıtı inceleyerek ortak öğelerini (gizli içerik) ortaya
koymaya çalışır.
Charles
Mauron, Baudoin’in çalışmalarını
geliştirerek 1948’de psikanalitik eleştirinin kuramını ortaya çıkarır.
Yazarın bilinçdışının yapıtın yaratma
sürecinin güdümleyicisi olduğu yönündeki görüş edebiyat çevrelerinde çok fazla
destek görmez. Edebiyat ve psikoloji tarih boyunca birbirlerinin alanına
girmişlerdir (Freud’un kavramlarını hatırla). Sanat yapıtının egonun dışavurumu
olarak veya bilinçdışının veya bilinçaltının dışavurumu olarak düşünülmesi akla
uzak değildir. Keskin çizgilerle bu iki alanı birbirinden ayırmak doğru olmaz.
Freud
Psikanalizin kurucusu olan hekim, 1856’da
Avusturya’da doğdu. Psikanaliz, “konuşan tedavi”
olarak doğmuştur. Kavramın isim babası Josef
Breuer’in kadın hastalarından biridir.
Hastanın sırf konuşmakla bile kendini rahat
hissettiğini ifade etmesi üzerine iki hekim bu uygulamaya “konuşan tedavi”
adını verdiler.
1895’te iki hekim Histeri Üzerine İnceleme adlı bir kitap yayımlar. Tıp çevreleri bu
çalışmaya tepki gösterir. Psikanalizin bazı kavramları (bilinçdışı, değiştirme,
dışavurum, bastırma) bu eserde mevcuttur.
Nevrozun kökenini cinsellikle açıklamaya
çalışan Freud, bu konuda kendisiyle ters düşen Breuer’la ilişkisini keser.
1901’de Rüyaların
Yorumları yayımlanır. Rüya ilk kez bu eserle bilimsel incelemenin konusu
olmuştur.
Eserde, rüyanın görünen içeriği üzerinden
genel anlamı bir arzunun gerçekleştirilmesi olan örtük içeriği ortaya çıkarmaya
çalışır.
1905’te Cinsellik
Üzerine Üç Deneme yayımlanır. Bu eserle birlikte psikanaliz bilinçdışının
işleyişi inceleyen kuram oldu.
1920’de Haz
İlkesinin Ötesine yayımlanır. Bu eserde; Eros ile Thanatos kavramlarını
gerçeklik ilkesi ile haz ilkesini ortaya koyarak, ruhsal mekanizmanın
işleyişinde altben, ben ve üstben kavramlarını çevrime sokarak yeni bir model
önerir.
Freud’a göre bilinçdışı (veya ruhsal
mekanizma); id/es (bu/altben), ego (ben) ve süperego’dan (üstben) oluşur.
Bir dönem gözden düşen psikanaliz, 50’li
yıllardan sonra yeniden popüler oldu. Yeni dönemde dil ve bilinçdışı arasındaki
ilişki sorgulanmaya başlandı. Acaba bilinçdışı da dil gibi mi örgütlenir; dil,
bilinçdışının varlık koşulu mudur yoksa bilinçdışı mı dili yarattı?
Bu durum psikanalizi kullanışlı olmaktan
uzaklaştırır.
Lacan, “Freudgil şey” kavramıyla genel olarak bilinçdışını ve de
psikanalizin kendi bilinçdışını ifade eder.
Psikanaliz kuramı refleksif düşünme esasına
dayanır.
Refleksif düşünce, bir
şey üzerinde düşünürken aynı zamanda kendi üzerinde düşünen düşünce demektir.
Bilinçdışının keşfi, Freud’un başkasının söyleminde, kendi içindeki bir şeyi,
kendi kendine yorumlamaya, anlamlandırmaya çalışan düşüncenin keşfi olarak
ifade edilebilir.
Jung
ve Lacan’ın Freud’a Yaklaşımları
Jung, 1912 yılında yayınladığı Libido’nun Değişimleri ve Simgeleri başlıklı yapıtında, ilk kez
freudçu savlardan, libido’nun yapısı konusunda ayrı düşer. Jung’a göre, libido
“yaşamsal enerji” nin ruhsal düzeydeki anlatımıydı ve yalnızca cinsel kökenli
değildi. Oidupus ve Elektra karmaşalarını tanımayarak, rahatsızlıkları kişi ile
dünya arasındaki diyalektiğe göre tanımlar.
1913 yılında Freud’dan kesin olarak kopan Jung,
kendi yöntemine “çözümleyici ruhbilim” adını
verdi.
Jung, bireysel bilinçdışından farklı olarak
kolektif bilinçdışından söz eder. 1920 tarihli Ruh Tipleri adlı eserinde insanlık tarihi kadar eski olan ortak
imgeleri açıklar (düşsel imge).
1944’te çıkan Ruhbilim ve Simya adlı eserinden sonra klinik çalışmaları bırakarak
simya ve din felsefesiyle ilgilenmeye başlar.
Freud çizgisindeki Lacan, 1966’da kendi okulunu kurdu. Öğretisini iki temel üzerine
kurdu: “bilinçdışı öteki’nin söylemidir” ve “bilinçdışı bir dil ile kurulur.”
Düşüncesini üç ilke çerçevesinde kurar:
1- İstek, ötekini istemektir. İnsanoğlu
ancak ötekinde kendini bulur.
2- Simgesel düzen, söz alanıdır. Bu insanın
var olabildiği kendi öz düzenidir.
3- İstek, bilinçdışının kilit taşıdır.
İsteğin nedeni eksikliktir. Özne ancak bu eksiklikle var olmaya olanak tanır.
Ne var ki bilinçdışı sadece bir dil
değildir. Freud, cinsellik ağırlıklı yaşam enerjisinden, libidodan da söz
etmişti.
Psikanaliz
ve Yazınsal Eleştiri
Freud, sanatçının yaratma eylemi ile nevroz
arasında ilişki bulur. Yaratma, bilinci aşan içsel bir gücün dışavurumudur.
Toplum içindeki insan her isteğinin karşılığını bulamaz ve birçoğunu bastırır.
Bastırdığı arzularını hayal kurma (düşleme / imgelem) yoluyla tatmin etmeye
çalışır. Bu hayal ortamında aşırıya kaçarsa nevrozlar ortaya çıkar. Freud,
sanatçının dehasını gündüz düşleri olarak yorumlar. Yazarın eserini bastırılmış
arzuların dışavurum olarak yorumlamakla eser incelenerek, arzuların sembolleri
bulunabilir demeye getirmiş olur. Hülasası sanat yapıtı ruhsal bozukluğun ürünü
olmuştur. Ne var ki sanatsal deha bir hastalık değil yetenektir. Psikanalitik eleştirinin yetersiz kaldığı
nokta budur.
Her imgenin bir anlamı vardır. Sanat
yapıtında görünen simge, onun ardındaki gizli anlamlar ise imge olarak
tanımlanabilir.
Her yapıt tıpkı bir düş gibi, ruhsal bir
derinliğin ürünüdür, bir açık bir de gizli içeriğe sahiptir.
Psikanalitik
Eleştiride Yazar/Yapıt Denklemi
Yazınsallık
ve Psikanaliz
Bir nesneyi görmek onu şöyle ya da böyle
adlandırmak demektir. İmgeleyen dil olduğu için bu böyledir. Yazarın imgelem
evrenini yansıtan bu dil estetik değer yüklü, eğretilemeli, simgesel bir
dildir. Psikanalizci yöntemde simgelerin kaynağı bilinçdışıdır. O halde
çözümlemenin ortaya koyduğu nedir? Freud’a göre çocukluk deneyimleri.
Lacan, edebi metindeki sözcükleri imge
olarak değerlendirir. Edebi metnin bütünü bu durumda metnin bilincini
oluştururlar. Böylece bilinçdışı dilin dışında değil, içinde, inceleme yapanın
önündedir.
Düşlerin yorumunda da düş anlatılırken ki
söylemin düzeninin incelemesi bir anlamda metin incelemesidir; burada da
bilinçdışı dile gelmiştir.
Yazar/Yapıt
Denklemi
Yapıttan hareketle yazarı açıklamaya
çalışan yöntem; edebi metindeki her sözü klinik tedavideki hastanın sözü gibi
ele alır. Bu yolla yazarın yaşamöyküsünü oluşturur, yapıttan ve yapıtın derin
anlamından söz etmez.
Freud, yöntemin nasıl kullanılacağını
örneklerle göstermiştir.
Yaşamöyküsel veriler elde etmenin ötesinde
yapıtın derin anlamlarına ulaşmaya çalışan yöntem, edebiyat eleştirisine konu
olur.
Charles
Mauron ve Psikanalitik Eleştiri (Psikokritik) Yöntemi
Mauron, ele aldığı eser ve yazarlarda
metnin derin yapısını oluşturan olguları ve durumları saptar; çocukluk,
cinsellik vb. Yazarın sürekli tekrar ettiği sözcükler, eğretilemeler ve
simgeler araştırmanın temel hareket noktalarını oluşturur.
Bachelard’ın
Köktenlik Eleştirisi
İmgelerin devingen niteliğini yeniden
canlandıracak bir ruhbilimsel eleştiri önerir. Bu yolla okurun yazınsal
imgeleri yaşamasının olanaklarını arar. Psikanalitik eleştirinin ya yapıt ya da
yazar üzerinden çözümleme yapar. Araştırma nesnesini sürekli olarak birbirine
karıştırır.
Psikanalizci
Eleştiriye Yeni Bakışlar
Dominique
Fernandez ve Ruhsalyaşamöykücü Eleştiri
Ruhçözümcünün kaygısı sanatsal kavrayışı
engeller.
Jean-Michel
Garet, Yazınsal Tipte Estetik Bir İnceleme: Robinson Crusoe (1973) adlı
eserinde Daniel Defoe ile Robinson karakteri arasında ilişki kurar ve yazarın
yaşamöyküsünün eserdeki yansımalarını belirler.
Fernandez, Ruhçözümleyimin
Yansımaları (1970) adlı incelemesinde ruhsalyaşamöyküsü adını verdiği
yöntemini ortaya koyar. Yazarın, eserinde iç çatışmalarını aşmaya çalıştığını
kabul ederken bu iç çatışmaların yaratım kaynağı olduğu görüşünü önemsemez.
Ruhsalyaşamöyküsü Freudcu şemaları
genelleştirmeyecek, yapıttaki travma yansımalarını inceleyecektir. İnsan
yapıtın kaynağı ise yapıtta bulunacak olan da yine insandır. Kısacası, insanla
yapıt arasındaki etkileşimi incelemeyi amaçlar. Çözümlemeyi yapan kişinin
yazarın çocukluğuyla ilgilenmesi zaruridir. Eserde bulunacak simgelerin ancak
çocukluk dönemine ait bastırılmış dürtüler, travmalardan kaynaklanabileceğini
öne sürer.
Psikanaliz yapıtın biçimine değil içeriğine
ulaşır. Bunun da yazınsal eleştiriyle ilgisi çok zayıftır. Düş ya da nevrozlara
dair bilgi esere değil yazara götürür.
Yeni
Yönelimler
Anne
Clancier, Psikanaliz ve Yazınsal Eleştiri (1973) adlı eserinde bilinçdışı
kişilikle yazınsal dilin simgeselliği arasındaki bağıntıyı değerlendirir.
Okuyucunun metin karşısındaki pozisyonunu inceler.
Jean-Bellemin-Noel
ve Metin Bilinçdışı
İçkin metin çözümlemesine ağırlık verir.
Çözümlemeleri ikili boyutuyla ele alır: kuram ve yöntem. Yazmanlığın
bilinçdışını inceleme alanı olarak önerir.
Ferdinand
de Saussure’le başlayan dilbilim
alanındaki devrim sonucu ortaya çıkan yeni kuramlar yazınsal eleştiriye de
yansır.
Roland
Barthes, Bachelard’ın imgesel çözümlemesiyle
ruhçözümleyimin birikiminden “izlek” dediği yeni
bir yöntem üretir. İzleklerle “yapı”ortaya koyar.
S/Z (1970) adlı eseriyle yapısaldan göstergebilimsele geçer. Julia Kristeva’nın göstergeçözümleyim
kuramına odaklanır.
Göstergeçözümleyim, bir dil üretimi olan metinlere uygulanan, Freud’un “gösteren
kuramı”na dayandırılarak bir ruhçözümleyim olmaya yönelen eleştirinin
temelini oluşturur.
Eleştirinin geçerliliği imge evreninin
kendi kendisiyle uyumuyla mümkündür.
Çağdaş eleştiride asıl amaç metnin
yapısını, dilini, gizli anlamlarını ortaya çıkarmaktır.
Ünite 5
Sosyolojik
Eleştiri
Edebiyat toplumun içinde doğmuştur.
Dolayısıyla içinde doğduğu toplumu anlatır. Sosyolojik eleştirinin çıkış
noktası, edebiyatın hayatı temsil, taklit ettiği önermesidir.
Edebiyatın ifade aracı dildir. Dil,
toplumun ürünüdür. Edebi metnin içinde yer alan semboller, kavramlar vs. toplum
içinde üretilmişlerdir.
Edebiyat
– Toplum İlişkisi
Edebiyat, toplumun ifadesidir (bakalım öyle
mi). Sanatın taklit üzere olduğunu dikkate alırsak, edebiyat toplumu yansıtmaz,
taklit eder demek gerekir.
Toplumsal hayatın incelenmesi sosyolojinin
konusudur. Edebi metinlerin toplum hayatını taklit ve/veya temsil ediyor olması
sosyolojiyi edebiyata yakınlaştırır.
Sosyoloji
– Eleştiri İlişkisi
Sosyolojik eleştiri “eser neyi anlatıyor” sorusunun yerine “eser nasıl anlatıyor”
sorusuyla yola çıkar.
Edebiyata “ortamı göz önünde bulundurarak”
yaklaşır. Bu yolla edebiyatın anlamını, yönünü ve işlevini belirlemeye çalışır.
Sosyolojik eleştiri edebi eserin içinde
doğduğu yer ve zaman bağlamına yerleştirilmesini önerir.
Sosyolojik eleştiri edebi esere mimetik
anlayışla yaklaşır. Edebiyatı sanatçının hayatın gerçeklerini yansıttığı,
taklit mekanizmasını işler hale getirdiği bir alan olarak görür. Yazar, eser ve
okurun toplumsal koşullar ile çevrili olduğu olgusundan hareketle sanatla
ilgili soru ve sorunları açıklamaya çalışır.
Sosyolojik
Eleştirinin Tarihçesi
Giambastista
Vico’nun Yeni Bilim’i (1725) sosyolojik eleştirinin miladıdır. Eserde Homeros
psikolojik ve sosyolojik açıdan yorumlanmıştır.
Madame
de Stael, 1800 yılında Edebiyata Dair adlı eserini yayımlar. Eser,
edebiyat – toplum ilişkisi üzerinde durur. Stael’in kitabı edebiyat
incelemelerinde sosyolojik yöntemin başlangıcını teşkil eder. Villemain, Taine
ve Lanson Stael’in çizgisinde çalışmalar yayımladılar.
Abel
François Villemain
Fransız
Edebiyatı Dersleri adlı eseri 1828’de
yayımlandı. Nesnelliğin önemine vurgu
yaptı. Ona göre eser çevre, ülke ve uygarlığın çözümlenmesiyle anlaşılabilir.
Hippolyte
Taine
Sosyolojik eleştiriyi
sistematikleştirmiştir. Bilginin deneye ve gözleme dayandığına
inanır. 19. yüzyılda gelişen pozitivizmin önemli sözcülerindendir.
Irk, dönem
ve çevre edebi esere etki eder üç önemli kategoridir.
Irk
kavramıyla milletlerin milli özelliklerine atıf yapar. Milli karakterin
doğuştan geldiğini belirtir.
Dönem kavramını değişik içeriklerde
kullanmıştır.
Çevre
onun için edebi metni açıklamada en önemli verileri sağlar. Çevre iklim,
toprak, coğrafi durum ve toplumsal koşullarla belirlenir. Bu unsurlar insan
karakterine ve mizacına yön verir.
Ortaya attığı kavramlar bilimsel
kesinlikten uzaktır. Yöntemi bulanıktır. Sistematik olması bakımından yine de
önemlidir.
Taine, Tanzimat dönemi edebiyatçılarımızı
bir hayli etkilemiştir (Bkz. Recaizade Maahmut Ekrem).
Gustave
Lanson
Fransa’da edebiyat tarihçiliğinin
öncüsüdür. Klasik filoloji anlayışını modern edebiyata uygulamıştır. Edebiyatın
sosyal tarihe ışık tutacağını belirtir. Edebiyat eserleri ona göre sosyal
olaylardır.
Edebi eseri birey ile toplum arasındaki
bildirişim araçlarından biri olarak kabul eder. Edebi esere bakışta üç kavrama
vurgu yapar: zevk, araştırma ve bireysel sezgi.
Lanson, Hegelci çizgidedir.
Sosyolojik
Eleştiriden Yararlanan Eleştiri Akımları
Marksist
Eleştiri: Lukacs ve Goldmann
Marksist eleştiri topluma dönüktür.
Dolayısıyla sosyolojik eleştirinin önemli bir ayağıdır. Marx ve Engels
eserlerinde Marksist eleştirinin genel çerçevesini çizmişlerdir. Sanatın
duyulara hitap ettiğini ifade eden Hegel
çizgisinde hareket etmişlerdir. Eserdeki çok katmanlılık ve çok anlamlılıkla
ilgilenmemişlerdir. Onlara göre söylenen ile kast edilen aynıdır.
Georg Lukacs (1885-1971) ve takipçisi
Lucien Goldmann (1915-1970) Marksist estetiğin iki ayağıdır.
Lukacs, felsefi anlamda Hegelci eğilimlerle beslenmiştir. Roman Kuramı adlı eseri 1920’de
yayımlanmıştır. Eserinde Hegelci felsefenin bulgularıyla edebi problemleri
çözmeye çalışır. 1923’te Tarih ve Sınıf
Bilinci’ni yayımlar. Bu eserinde Hegelci diyalektik materyalizme ters düşer
ancak yine de Hegelcidir. Lukacs bütün tarihsel ve sosyal olguların anlamlı bir
bütünlük yarattığı düşüncesinden ayrılmaz (ona bu yüzden Hegelci diyoruz).
Goldmann bazı çalışmalarında Lukacs’ın önermelerini ispatlama
çabasına girmiştir.
Anlamlı yapı kavramı Goldmann’ın ayırt edici tarafıdır. Anlamlı yapı
kavramı Lukacs ve Marx’ın tip kavramlarıyla benzerlik gösterir. Hem
yorumsal (hermeneutik) hem de Hegelci anlamda belirli bir bütünlüğe işaret
eder. Anlamlı yapı, edebi metnin her bağımsız bölümünün ayrı ayrı açıklanması
ve söz konusu bölümlerin aralarındaki ilişkinin yorumlanmasını içerir
(diyalektik düşüncenin yansımalarıdır bunlar).
Saussurecü eşzamanlı incelemeyi
kendi yönteminden ayırmıştır. Kendi yöntemine genetik
yapısalcılık adını vermiştir. Edebi metinleri tek yanlı mesajlarla
kavramsal sisteme indirgeme eğilimindedir.
Frankfurt
Okulu: Adorno ve Benjamin
Frankfurt Okulu’nun eleştirel
yaklaşımlarında Marksistlerle çok fazla benzerlik görülmez ancak kullandıkları
birçok kavram ortaktır. Bu nedenle aynı başlık altında incelenirler.
Adorno’nun düşünceleri HEgelci Marksizmle çelişir/çatışır. Adorno’ya göre toplumun tarihsel evrimi sınıf
hakimiyetinden kurtulmak yönündedir. Bu çizgi nihai anlamda kurtuluşa değil
felakete meyyaldir. Sınıfların çatışması bireyleri belli değerlerden
uzaklaştırır. Bu durum küreselleşen kapitalizmin kaçınılmaz sonucudur.
Benjamin, klasik ve romantik dönemin sonuna gelindiğini söyler.
Baudelaire’ci bir önermeyi dillendirir; kuramı uyumsuzluğu, çarpıtmayı, parçalanmayı ve şok deneyimleri esas alır. Benjamin bu kavramları modern sanayileşmiş
toplumların günlük yaşantısıyla ilişkilendirir.
Benjamin’in üzerinde durduğu avangart sanat
anlayışı, havanın bozulması terimiyle ilgilidir. Sanatları havai (auratic) ve
mekanik olmak üzere iki kategoriye ayırır. Havai sanatları nitelikleri gereği
geleneksel sanatları ifade etmek üzere kullanır. Bunların dini törenlerle
ilgisi vardır. Buna karşılık fotoğraf ve film gibi mekanik unsurları olan
sanatlar sanatın havasını bozmuştur. Mekanik sanatların temeli estetik nesne
ile yayın imkânı arasındaki yeniden üretim ve tekrara dayanır. Hâlbuki havai
sanatlar tektir, nicel değildirler sadece benzerleri vardır. Mekanik sanatlarla
beraber sanat eserinin biricikliği ortadan kalkmıştır.
Adorno ve Benjamin’e göre sanat ve edebiyat
toplumun aynası değildir. Farklı gerçekliklere sahiptirler. Sanat, toplum
gerçekliğini yansıtmaz, ona yol gösterir. Buna karşılık sanatın da toplum
içinde bir sınıfı vardır. Gerçek sanat statükoya direnmenin bir aracı olarak
üretilmelidir.
Bu bakış açıları onların aristokrat ve
seçkinci olarak eleştirilmesine neden olmuştur. Kitle kültürüne olumsuz gözle
bakmakla eleştirilmişlerdir.
Eleştirirsen Adorno’yu o da söyler
doğrusunu; 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ortaya çıkan demokratikleşme
hareketleriyle birlikte birikmiş sermaye sahipleri kitle sanatını insanlara
dayatma imkânına erişmiştir (80’li yıllarda ülkemize hâkim olan arabesk
salgını). Bu dayatma ticarileşen sanat ve hormonlu gıdalarla birlikte ilerlemiştir.
Hormonlu gıdalarla (tıpkı hormonlu sanat gibi) toplumun bünyesi tahrip
edilmiştir. Ticarileşen metinlerle, müzik ve filmlerle insanlar
aptallaştırılmış, kitlenin zihinsel yapısı bozulmuş ve çürümüştür. Bunun
sonucunda tüketime yönelik manipülasyona elverişli, kolay yönlendirilen ve
kolay yönetilen bir toplum elde edilmiştir. Hâlbuki sanat öncü, yol açıcı
olmalıydı. Demokrasi perdesi altında avamın beğenisini ölçü alan sanatın değeri
sürekli olarak aşağıya dönük bir eğri çizecektir.
Bahtin
ve Çevresi
Bahtin’in geliştirdiği kuram, belirsizlik, çirkinlik ve grotesk unsurlarla ilgilidir.
Genel olarak kabanın (grotesk), gülünçlüğün, popüler kültürdeki karnaval ve
karnavallaşmanın üzerinde durur. Marksist estetiğin geleneksel uyum, ciddiyet
ve tek yanlı birlik anlayışına karşıt bir çizgide ilerler
Kuramını Nietzsche’nin düşünceleriyle
besler.
Nietzsche’nin ebedi dönüş miti Bahtin’in
karnaval dünyasındaki ruh göçü (reenkarnasyon) fikri ile
benzerlikler taşır.
Zıtlıkların diyalektik birliğinden yola
çıkan Bahtin, akıldışılığı keşfeden
kuramcıdır.
Dostoyevski’yi çok sesli romanın kâşifi
olarak kabul eder.
Ona göre Dostoyevski’nin romanlarındaki
karnavallaşma, karmaşa ve çok seslilik gibi öğeler, Hegelci estetiğin
klasisizm, sistematik sentez ve teksesli anlayışının zıddıdır.
Çok seslilik ancak büyük romanlarda
görülür. Belirli bir ideolojiyi savunmak üzere yazılmış olan angaje romanlar
teksesli romanlardır (monofonik).
Çok sesli romanlar, tek yanlılığa,
tipikliğe, uyumlu bütünlüğe ve ciddiyete meydan okumadır.
Bahtin, Stalin tarafından sürgün
edilmiştir. Kuramının Marksist-Leninist kuramları ters-yüz ettiği buradan
anlaşılabilir.
Tipiklik sanatı tek yanlılığa iter. Bahtin
bu nedenle tipikliğe karşıt olarak karmaşayı önerir. Kapalılığa dayalı bir
karmaşayı tipikliğe tercih etmiştir.
Hegel’in sistematik diyalektiğine karşı
zıtlıkların oluşturduğu birlik esasına dayanan açık bir diyalektik önermiştir.
Eleştirel
Edebiyat Kuramı: Zima
Peter V. Zima, 1946’da doğdu.
Çalışmalarında edebiyat sosyolojisi ve edebiyatın felsefi temelleri üzerinde
durmuştur.
Modern
Edebiyat Kuramlarının Felsefesi adlı
çalışması önemlidir. Kitabında eleştirel edebiyat teorisi veya teorik teori
adını verdiği yeni bir anlayış önermektedir. Edebi gerçekliğe kuşkuyla yaklaşır
ve onu metnin anlam katmanları içerisinde arar. Eserde edebiyat kuramlarında
ideolojilerin rolünü yorumlanmıştır.
Ünite 6
Yazınsal
Göstergebilim ve Eleştiri
Biçembilim: Bir metni özgün kılan dilsel öğelerin incelenmesi ve
yorumlanmasıdır.
Yazınbilim: Yazının işleyiş kurallarını çözümler, inceler, belirler.
Beti: Duyularla algılanan doğal dünyayı görsel ya da dilsel
olarak yeniden sunan / ifade eden her türlü göstergeye denir.
Edimbilim: Anlamın ancak bağlam ve kullanımın bilinmesiyle
anlaşılabileceğini ortaya koyan, doğal dil öğeleriyle ilgilenen dilbilimin bir
dalı.
Sözce: Sözceleme eylemi sırasında elde edilen dilsel üründür.
Ancak bağlam içerisinde anlam kazanan söz dizisidir.
Yerdeşlik: Bir söylem zinciri içerisinde kesintisizlik etkisi yaratan
anlamı oluşturan içerik öğelerinin yinelenmesidir.
Yazınsal
Göstergebilim
Kurucusu Algirdas Julien Greimas’dır. Ona göre yazının temel özelliği bir yapıtın özgün ve indirgenemez
öğeler barındırmasıdır.
Göstergebilimi kullanan araştırmacı,
yazınsal metni (ya da söylemi) bir araştırma nesnesi olarak ele aldıktan sonra,
bu nesnenin anlam üretme koşullarını ve bunun nasıl üretildiğini ortaya
çıkarmaya çalışır. Göstergebilim, genel bir eleştiri kuramı özelliği taşımadan
yazınsal pek çok sorun ve olguyu ele almıştır.
Yazınsal göstergebilim; metin okumalarını
aydınlatır, metni yazınsal açıdan değerli kılan unsurları ortaya çıkarır. Metne
dair iyi/kötü, yararlı/yararsız gibi yargılar vermekten uzak durur. Bunu okura
bırakır.
Göstergebilim, Emile Benveniste’in sözceleme kuramının söylem ve metin
çözümlemelerinden istifade etmiştir. Böylece sözceleme eylemi, sözceleme
işlemleri, sözceleme öznesi göstergebilimin konusu olmuştur.
Sözceleme kuramı, özel bir sözceleme biçimi
olan (Jacques Geninasca’nın
deyişiyle “yazınsal söz”) yazınsal göstergebilimin çözümleme ve inceleme
alanına girmiştir.
Çözümleme
Süreci
Metnin bölümlere ayrılması çözümleme
yapanın işini kolaylaştırmaktadır.
Örnek
Çalışma: Tahsin Yücel’in Sümüklüböcek
başlıklı öyküsü
Özet: Sümüklüböcek, aklı başında, düşünceli ve öksüzdür.
Annesiyle yaşamaktadır. Kırda bir ses duyar. Bu ses kozasının içindeki kelebeğe
aittir. Kelebeğe şarkılar, ninniler söyler.
Kozadan mavi kanatlı bir kelebek çıkar.
Kendisi için söylenenleri duymuş ve gururlanmıştır. Sümüklüböceğe hiç ilgi göstermez,
o arık yusufçuk böceğine âşıktır. Sümüklüböcekten, yusufçuk böceğini
ayartmasını ister. Sümüklüböcek verilen işi başarır. Zenginlik sembolü olan
renkli kanatlarının güzelliğine kapılan yusufçuk böceği, kelebekle evlenir.
Sümüklüböceğin annesi gürültücü böcekleri susturmaya çalışırken dayak yer ve
ölür.
Yusufçuk, kelebeğin kanatlarının mavisini
aldıktan sonra sarı bir arı ile evlenip uzaklara gider. Sümüklüböcek de terk
edilen kelebeği bulmak üzere yollara düşer.
Çözümleme
Şeması
Üretici
Süreç
Üretici süreç, sözceleme öznesinin
sözcesini gerçekleştirmesi sırasında oluşan “anlam belleğinin” bir
örnekçesidir.
Tek başına “sümüklüböcek”, “ufak tefek”,
“içli” gibi sözcüklerin bir anlamı yoktur (yazınsal metin bağlamında). Bir
metin dikkatle okunduğunda bir sözcükten diğerine geçilirken anlamsal bir
süreklilik oluşturularak ortak bir yerdeşliğe ulaşılır. Bu yerdeşlik, metinde
yinelenen her betiye anlam taşıyan bir kategori oluşturur. Metinde anlam
bütünlüğünü sağlayan budur.
Sümüklüböcek başlıklı metindeki
yerdeşlikler:
Böcek: sümüklüböcek / kelebek / yusufçuk /
arı
İnsan: içli / yalnız / düşünme, düşünce /
mutlu / dertli / sağlam bilgi
Yükseklik: yıldız / yüce / gökyüzü / güneş
/ yükseltmek
Yücel bu öyküsünde eşanlamlı sözcükler
kullanmayıp çoğunlukla yinelemeleri kullanmıştır.
Yerdeşliklerden yola çıkılarak, uzam, zaman
ve oyuncu betileri guruplanabilir:
Uzamsallaşma: dünya / yerler / ağaçlar /
otlar / yıldızlar / sağına soluna / uzaklardan
Zamansallaşma: geceler / sabah / bahar /
gün geçtikçe / birdenbire / akşamüstü
Oyuncu ve oyunculaşma: Böceklerden oluşan
oyuncuların dış görünümleri insanlara özgü nitelemelerle ayrıntılı olarak
verilmiştir.
Bu anlatının sözceleme öznesi Tahsin
Yücel’dir.
İzlek
/ Motif
Betiler saptandıktan sonra anlatının anlam
olasılıkları izlekler başlıklı bir kategori oluşturur. Bu izleklerin ifade
edilme biçimleri motif sözcüğüyle belirtilir.
Sümüklüböcek başlıklı anlatının motifleri:
Düşünme / yalnızlık / yıldız / zayıflık / çirkinlik / değişim / türkü
Anlatının öne çıkan motifi düşünmedir.
Düşünme ile diğer motifler arasında ilişkiler kurulabilmektedir.
İzlekselleşme: düşünce / yalnızlık /
değişim
Motifler: düşünme / yalnız, yalnızlar, yarı
yalnız, yalnız başına / değişmişti
Yüzey
Yapı: Anlatısal Sözdizim
Söylemsel yapıların altında bulunan
karmaşık bir düzeydir.
Eyleyenler
Özne
(Ö) / Nesne (N): Özne genellikle
anlatının başkahramanıdır. Nesne ise öznenin ilişkide olduğu her şeydir. Nesneler
bazen özneyle bağdaşık (Ö∩N), kimi zaman da ayrışık olabilir (ÖUN).
Özne her zaman nesneyi elde etmeye
koşullanmayabilir (eş veya hastalıktan kurtulmak gibi).
Özne ile nesne anlatının temel
direkleridir.
Göstergebilim nesneyi iki kategoride
inceler: Bilişsel nesneler bilgiye, anılara,
deneyimlere dayanır.
Edimsel nesneler ise insan, ev, araba, para gibi el değiştirebilir
niteliktedirler.
Gönderen
(G) / Gönderilen (G): Özneyi görevlendiren gönderen(G), değerlendiren ise gönderilendir (Gn). Gönderen çeşitli biçimlerde özneye etki eder.
Gönderen ve gönderilen kurum, kişi, soyut bir kavram veya olgu olabilir.
Gönderenin özneyi baskı altına alması onu özneden daha güçlü gösterir:
G/Ö
Özne gönderenin isteğini içselleştirirse isteme söz konusu olur. İsteme gerçekleşirse gönderen,
özne üzerindeki gücünü yitirir, eşit düzeye geçerler (G=Ö). Özneye etki eden unsurların
bulunmadığı anlatılardaki özneye özerk özne
denir.
Yardımcı
(Y) / Engelleyici (E): Öznenin nesnesiyle
olan ilişkisinde ona destek olan unsurlara yardımcı,
ona engel olan unsurlara da engelleyici denir.
Uygulamalar
Sümüklüböcek (özne) doğa ile birliktedir
(doğa = N). Bilgisi (Y) ve düşünceleri (Y) onun yardımcılarıdır.
Sesini duyduğu kozadaki kelebek onun
nesnesi olur. Annesi, bilgisi, düşünceleri onun yardımcıları olsa da kelebeğe
ulaşma konusunda ona fayda sağlamazlar. Engelleyicileri (E) ise kendi rengi,
yusufçuk ve diğer böceklerdir.
Öykünün en kazançlı kahramanı yusufçuktur.
Anlatının en büyük kaybedeni kelebektir.
Sümüklüböceğin annesi ve sevilen kelebek
arasında karşıtlı kurulmuştur. Aynı şekilde yusufçuk ve sümüklüböcek arasında
da karşıtlık kurulmuştur.
Anlatı
Şeması
Bu şema okuyucuya anlatıda olayların nasıl
eklemlendiğini, eyleyenlerin hangi işlevlerle olaylara katıldıklarını,
olayların değişik aşamalarının nasıl sunulduğunu gösterir. Bu şema eyletim,
eylem ve yaptırım olmak üzere üç aşamadan oluşur.
Birinci
Anlatı Şeması
1 – Eyletim:
Zamandizinsel anlatılarda öykünün başında bulunur. Anlatıda bir gönderen varsa
özneye bir görev yükler. Bu aşamada özneler ve nesneler belirlenebilir.
2 – Eylem:
Bu aşamada özne/ler nesne ya da nesnelerini belirler. Nesneye sahip olmak üzere
gerekli kiplikleri(istemek, bilmek vs.) donanırlar. Eyleyenler bu kiplikleri
donandıklarında nesnelerini elde edebilirler.
3 – Yaptırım:
Gönderen ve gönderilen öznenin eylemini değerlendirip onu ödüllendirebilir,
cezalandırabilir ya da kayıtsız kalabilir.
İkinci
Anlatı Şeması
1 – Eyletim:
Sümüklüböcek birinci yaptırım aşamasından sonra durur bekler sonra da aramak
üzere yola koyulur (kendini görevlendirir).
2 – Eyletim:
İstemek ve bilmenin yeterli olmadığını öğrenen sümüklüböcek, deneyimlerinin
verdiği yeni bilgiyle yola koyulur.
3 – Yaptırım:
Yusufçuğun arıyla balayına çıkması.
Sümüklüböcek kozadan çıkan sesi duyana dek
mutludur.
Kelebeğin kozadan çıkması beklediği süre
gerilimlidir, burada yükselen duygu değeri vardır.
Kelebeğin ortaya çıkışından sümüklüböceğin
duygu dünyasında olumsuz yönde seyir başlar.
Kelebeğin evlenip gitmesi duygu durumu
umutsuz bir hal alır.
Kelebek terk edildikten sonra, sümüklüböcek
yeniden umutlanır.
Duygusal iniş çıkışlar anlatı şemasında ok
işaretleriyle gösterilir.
Anlatısal
Anlam
Eyleyenlerin nesnelere, oyunculara, uzama
ve eylemlere verdiği olumlu, olumsuz değerlerin nasıl gerçekleştiğini ele alır.
Derin
Yapı
Bu aşamada terimler arasında birbirine
karşıt, birbirini tamamlayan, birbiriyle çelişen terimler bulunur.
Sümüklüböceğin duygu durumlarında birbiriyle çelişen terimler belirir. Kelebek
ve arının renkleri birbiriyle çelişen iki terimle ifade edilir. Metinde
sümüklüböcek dışındaki böcekler düşünmezler burada da karşıtlık oluşturulur.
Temel
Anlam
Temel anlam üretici sürecin en soyut
yapısıdır. Temel anlam, insanı ilgilendiren iki temel karşıtlığa odaklanır:
doğa / kültür ve yaşam / ölüm. Her yazınsal yapıtta temel anlamı belirlemede bu
karşıtlıklar yönlendirici olabilir.
Yazar
ve Metinleşme
Yazar ve yazarın yapıtı içinde yarattığı
anlatıcı kavramı ve tiplerinin açıklanması, göstergebilimin araçlarıyla
yapılabilmektedir. Sümüklüböcek öyküsü, dış anlatıcı, üçüncü tekil şahısla,
-di’li geçmiş zaman ve geçmiş zamanın hikâyesiyle anlatılmıştır. Bu dilsel
kesit, kurmaca bir sestir (metin içinde bir kez kendini dilsel bir birimle
gösterir).
Anlatıcı, anlatının bakış açısını
belirlemede yardımcı olur.
*Kalıplaşmış imgeler; örnek metinin başında
(“babasını vurmuşlardı”) ve sonunda (demir asa, demir kazık gidecekti”)
kalıplaşmış masal imgeleri kullanılmıştır.
*Kalıplaşmış deyimler; günlük hayatta sıkça
kullanılan birçok deyine yer veren yazar bu yolla okuyucunun kolayca kurmaca
evrenine girmesini sağlar.
*Metinlerarası ilişkiler; anlatı da Victor
Hugo’nun bir şiirine gönderme vardır.
Metnin içinde kurmacanın konusunu okura
sezdiren motifler, semboller kullanılmıştır. Kurmacada bu uygulamaya erken anlatım adını veriyoruz.
*Söyleşimlilik; anlatıcı ile yazarın
seslerinin birbirine karışması, okurun ikisini birbirinden ayıramaması
durumudur (iki sesin birbirine karışması).
Ünite 7
Metinlerarasılık
1960’lı yıllarda Julia Kristeva’nın çalışmalarına bağlı olarak ortaya çıkmıştır. Yazınsal
eleştirinin temel araçlarından biri durumundadır.
Metnin bir ya da daha fazla metni kendi
içerisinde erittiği ve dönüştürdüğü süreci belirlemektedir.
Metinlerarası bakışa göre bir metin
alıntılar mozaiği, farklı, ayrışık unsurların bir araya geldiği bir alandır.
Kristeva, “başka metinlerden alınan
sözcelerin bir kesişme yeri” olarak adlandırır bu kavramı.
Aynı tanım için Jean Bellemin Noel, metin-öncesi
kavramını önerir. Bu sözcüğü ilk kez Barthes
kullanır (1973).
Bir yazar başka bir yazarın metninden
parçaları kendi metninin bağlamında kaynaştırarak yeniden yazar.
Metinlerarası alış-verişler yeniden yazma,
kolaj, mozaik, yaptakçılık, palempsest vb. imgeleri ile gösterilir.
Mozaik: bir metinde birbirinden farklı parçaları yan yana getirme.
Yaptakçılık: çeşitli unsurları kendi işlevleri dışında bir işlev için
kullanmak.
Palempsest (yüzeyi kazılarak üzeri yeniden yazılan parşömen): yazınsal
her metnin altında başka metinlerin izlerine rastlanacağını işaret eden kavram.
Bütünce: üzerinde çalışılacak, benzeşik metinlerin toplamını işaret
eden kavram.
Karşılaştırmalı
Yazın Eleştirisi
Karşılaştırmalı yazın eleştirisinde
yazınsal denebilecek her nesne, bir kültürün öteki yapıcı unsurlarıyla
ilişkilendirilerek incelenmesini öngörür. Genellikle bir metni başka ülkelerin
kültür ürünleriyle karşılaştırır.
Metinlerarasılık bir bütünce oluşturmak
kaygısında değildir. Çünkü bir metnin yararlanabileceği kaynaklar sonsuzdur.
Metinlerarasında başka bir yapıta ait bir
kesit, yazar tarafından anlamla donatılır.
Karşılaştırmalı yazında birbirinden
habersiz oldukları halde iki ya da daha fazla yazarın ortak imgeler kullanması
söz konusudur. Metinlerarasında bu ilişki yazar tarafından bilinçli olarak
kurulmuştur.
Kaynak
Eleştirisi
Metinlerarası bir bağlam değiştirme
işlemidir. Yani bir sözce, başka bir metinde farklı anlam katmanlarıyla
donatılır.
Kaynak eleştirisinde ise sözcenin anlam
bağlamı korunur. Kaynak durağandır. Metnin içinde kolayca bulunabilir.
Metinlerarasında da kaynak eleştirisinde
olduğu gibi metin-öncesi araştırması yapılır. Bir metnin kaynağını açığa
çıkarmak, yazarın yapıtı oluştururken etkilendiği metinlere ulaşmak, yapıtı
belli bir geleneğin içerisine yerleştirmek, yazarın özgünlüğünün ne olduğunu
göstermek iddiasındadır.
Metinlerarasında bir göndergenin, bir
alıntının aldığı yeni anlam eski bağlamındaki anlamıyla karşılaştırılarak
çalışma, çözümleme yapılır.
Metinlerarasılığın
Kökeni
Rus
Biçimcileri
Metni büyük ölçüde kendi içerisinde ele
alır. Yapısını belirlemeye çalışır.
Amaçları eski biçimlerin yerini alan yeni
biçimleri saptamaktır.
Biçimcilerin farklı yapıtları
karşılaştırarak yaptıkları araştırmalar metinlerarası çalışmalara ilham
olmuştur. Metinlerarası bir yöntem olan parodi
ya da aynı anlamda kullandıkları pastiş terimini
sıklıkla kullanırlar.
En genel anlamıyla parodi, yapıtların
taklit edilmesidir. Biçimcilerin bazıları parodilerin belli bir yazınsal okulu
gülünç kılarak onun yaratıcı dizgesini yok etmeye yönelik olduklarına
inanırlar.
Mihail
Bahtin
Bahtin açıkça bir yapıtın başka yapıtlarla
sürekli alış-veriş içerisinde olduğunu söyler. Bu durum ona sözcenin varolma
koşuludur. Bunu söyleşimcilik adını verdiği
kuramıyla açıklar.
Kristeva’nın metinlerarası kavramı,
Bahtin’in söyleşimcilik kuramına yaslanır.
Metni kapalı bir dizge olarak belirtmekten
kaçınan Bahtin, bir metnin sözceler arası etkileşim ve söyleşi alanı olduğunu
söyler. Dil nasıl ki kendi başına varolamıyor aynı şekilde metni oluşturan
sözceler için de durum böyledir.
Bu nedenle Bahtin’in çalışmalarında çokseslilik önemli bir kavramdır.
Şiir teksesli bir yapıda olduğu için
Bahtin, çalışmalarına edebi kurmacalarla devam etmiştir.
Yazınsal türler arasında çoksesliliğin en
çok göze çarptığı türler tiyatro oyunlarıdır. Karnaval kavramını da sıklıkla
kullanan Bahtin, oyunlar da aradığı verileri bulmuştur.
Julia
Kristeva
Ortaya attığı metinlerarası kavramı
Bahtin’in söyleşim kuramı ve “söyleşim boyutundan yoksun sözce yoktur”
düşüncesine dayanır.
Bahtin’e göre söylem (ya da sözce) hem
söyleyenin hem de dinleyenin ortak edimidir. Bu
düşünceden hareket eden Kristeva, metnin her zaman öteki metinlerin kesiştiği
yerde bulunduğu ilkesini benimser. Metni alıntılar mozaiği olarak betimler.
Lautreamont üzerine yaptığı çalışmalarla şiirsel dilin de metinlerin
söyleşisinden oluştuğunu gösterir.
Roland
Barthes
Metin
Kuramı (1968) başlıklı yazısında
metni büyük ölçüde Kristeva’nın tanımını izleyerek açıklar ve metinlerarası
kavramının metnin ayrılmaz bir özelliği olduğunu vurgular.
Metinlerarası göndermelerin algılanmasında
okurun rolü üzerinde durur.
Michael
Riffaterre
Kristeva, metin karşısında okurun rolüne
hiç değinmez. Riffaterre, metinlerarasını büyük ölçüde okur-metin arasındaki
ilişkiye göre tanımlar. Metinlerarasılık ona
göre bir okurun okuduğu yapıtta başka yapıtların varlığını, başka yapıtlarla
olan ilişkileri algılamasıdır. Bu yolla alımlama kuramının genel çerçevesini çizer.
Gerard
Genette
Palimpsestes,
la littérature au second degré
(1982) adlı eseri metinlerarası tanımlamalar ve sınıflandırmalar konusundaki en
yetkin eserdir.
Metinlerarası modelinde dizgeli bir sıra
oluşturur. Rastgele kullanılan sözcüğü (metinlerarası) alt kategorilere ayırır.
Yazınbilimin konusunun metin değil, metinselaşkınlık
(yani bir metni açık ya da kapalı bir şekilde öteki metinlerle ilişki içine
sokmak) olduğunu söyler. Metinlerarası yerine metinselaşkınlık demiştir. Beş
tip metinselaşkınlık türü belirler ve daha çok anametinsellik
dediği kategori üzerinde durur.
1 – Metinlerarası
Metin-ötesi ilişkilerden biridir. İki ya da
daha fazla metin arasındaki ortak birliktelik ilişkisi, bir metnin başka bir
metindeki somut varlığı olarak tanımlar. Alıntı ve alıntısız göndergeler bunun
örnekleridir. Aşırma ve anıştırmayı da bu kategoride değerlendirir.
2 – Ana-metinsellik
Bir B metninin (yani ana metin) ondan
türeyen bir A metnine (alt metin) yalın bir dönüşüm ya da öykünme ile bağlayan
ilişkidir.
Bunu da üç kategoriye ayırır: Bir taklit
ilişkisine göre gerçekleşen pastiş (öykünme),
bir dönüşüm ilişkisine göre gerçekleşen parodi
(yansılama) ve alaycı dönüştürüm.
3 – Yan-metinsellik
Bir metnin dışında kalan ikinci derece
unsurlar; başlıklar, ara-başlıklar, ön ve sonsöz, notlar, metnin kapağı, metin
öncesi taslakları kapsar.
Bir çeşit kaynak eleştirisidir.
4 – Üst-metinsellik
Metnin türünü belirleyen kategoridir.
5 – Yorumsal
Üst-metin
Metin-ötesinin son biçimidir. Burada üst
metni ana metne bağlayan yorum/eleştiri söz konusudur.
Metinlerarası Yöntemler
Ortakbirliktelik
İlişkileri
İki tip metinlerarası ilişki
belirlenebilir: İki ya da daha fazla metin arasında kurulan “ortakbirliktelik
ilişkisi” ve “türev ilişkisi”.
Alıntı, gönderge, açık / gizli alıntı ve
anıştırma kapalı metinlerarası ilişkiler; yansılama, alaycı dönüştürüm, öykünme ise türev ilişkisine
dayalı açık metinlerarası biçimler
olarak kabul edilirler.
Alıntı
ve Gönderge
Alıntı, bir metnin başka bir metindeki varlığının en somut
göstergesidir. Alıntı, bilinçli ve sistemi bir hatırlamadır. Alıntının
özgüllüğü yazarın alıntıyı açıkça belirtmesidir.
Görderge, bir yapıtın başlığını ya da yazarını anmaktır. Göndergede
okur, alıntı yapmadan doğrudan metne ya da yazara yönlendirilir.
Epigraf / tanımlık; bir yapıtın ya da yapıttan bir bölümün başında
yer alan kitabı ya da bölümü temsil eden özettir.
Gizli
Alıntı ya da Aşırma
Eser ya da yazar belirtilmeden yapılan
alıntıdır. İntihal, çalma demiyoruz da işte böyle yeni/kibar kategoriler
oluşturuyoruz.
Anıştırma
Söylenmek istenen söz açıkça ifade edilmez
sadece telkin edilir. Dolaylı anlatımla bilinen bir eseri işaret eden ifadeler
buna örnektir. Alıntının dolaylı biçimidir. Alıntı gibi iki sözceyi üst üste
koyar; düzanlamın altından söyleme ait bir yananlam çıkar.
Kolaj
Mevcut yapıtlardan, iletilerden belli
sayıda unsuru alıp yeni bir yaratı oluşturmaktır.
Türev
İlişkileri
Yansılama
– Alaycı Dönüştürüm – Öykünme
Ana metinle gönderge metin arasındaki
ilişki konu düzeyinde gerçekleşiyorsa yansılama öne çıkar. Yansılama bir
yapıtın biçemini değiştirmeden konusunu değiştirmektir. Soylu, ciddi bir konu olabildiğince sıradan bir konuya,
olaya uyarlanır. Murathan Mungan’ın Yedi Cücesi Olmayan Bir Pamuk Prenses
adlı öyküsü bilinen masalın çok başarılı ters-yüz edilmiş biçimidir.
Yansılamaya güzel bir örnektir. Yansılama konuyu değiştirerek anlamsal bir
dönüşüm yaratır. Alaycı dönüştürüm de birçemsel bir dönüşüm gerçekleştirilir.
Öykünmede yine biçem taklit edilir. Ancak yergisel bir işlev,
amaç yoktur. Ferit Edgü’nin Yazmak Eylemi adlı çalışması, Raymon Queneau’nun Biçem Alıştırmaları adlı eserinin öykünmesidir. Aslında her ikisi
de Marcel Proust’un Pastiches et Melanges adlı eserindeki
Lemoine Davası konusundaki uygulamayı taklit etmişlerdir.
Ana-Metinlerin
Ciddi Düzende Dönüşümü
1- Biçimsel değiştirimler (dönüştürümler):
Burada anlamla oynamaktan çok biçim üzerinde oynamalar yapılır.
2- İzleksel ya da anlamsal değiştirimler
(dönüştürümler): Anlam açıkça ve bilerek dönüştürülür.
Biçimsel
Dönüşümler
Çeviri, düzyazılaştırma, koşuklaştırma,
vezin dönüşümü, biçem dönüşümü, kipsel dönüşüm gibi kategorilere ayrılır.
Düzyazıyı dizeler halinde yazmaya koşuklaştırma denir.
On hecelik bir dizeyi sekiz hecelik bir
dizeye indirgemek ya da tersini yapmak vezin dönüşümü
olarak adlandırılır.
Biçem dönüşümü en genel anlamıyla kötü/hatalı yazılmış yahut anlamı kapalı
bir metni düzenlemektir.
Metnin özetini çıkarmak, metni kısaltmak, indirgemek olarak tanımlanır.
Bir metnin içinden belli bir okur kitlesini
dikkate alarak bazı bölümleri çıkarmaya ayıklama
denir.
Metnin ana izleklerini koruyarak yapılan
kısaltmalara özlülük denir.
Yazınsal bir metnin sahnelenmesi söz konusu
olduğunda sahneye uyarlanan temsille orijinal metin arasındaki farklılıklar kipsel dönüşüm terimiyle ifade edilir.
Anlamsal
Dönüşümler
İki tür anlamsal dönüşümden söz edilir;
öyküsel ya da içeriksel değişikliği vurgulayan öyküsel
dönüşüm ve olayların ve eylemlerin gerçekleşme
biçimlerindeki değişikliğe vurgu yapan pragmatik
(edimsel) dönüşüm.
Genette, öyküden tarihse ve coğrafi çevreyi anlar. Buna göre bir
eylem, bir öykü zamanından başka bir öykü zamanına ya da bir yerden başka bir
yere aktarılırken eylemde meydana gelecek değişiklikler öyküsel-dönüşüm adı altında
ele alınır.
Öyküsel dönüşüm ili biçimde
gerçekleşebilir: Elöyküsel dönüşüm, bir metnin
eylemi ile onun alt-metninin eylemi arasındaki izleksel benzeşimi ifade eder.
Benöyküsel dönüşüm, daha önce yazılmış esere yazarın kendi izleksel anlamını
vermesidir.
Örgesel dönüşüm ve Değersel dönüşüm:
Anlamsal dönüşümün iki temel yöntemidirler. Örge
/ motif. Örgesel dönüşüm, bir motifin
yerine başkasının konulmasıdır.
Değersel dönüşüm, metindeki değerler dizgesinin bütünüyle başkalarıyla
değiştirilmesidir.
Anlatı
İçinde Anlatı
Bir yapıtta başka bir yapıt özet biçiminde
anlatılabilir. Alıntılanan yapıt alıntılandığı yapıtta bir tür ayna işlevi
görür. Alıntılanan metin, yapıtın anlamına açıklık getirmek üzere metne dahil
edilebilir.
Yenidenyazma
Bilinen bir eserin yeniden yazılması veya
bir yazarın kendi eserini ileri bir tarihte yeniden yazması gibi yinelemeleri
işaret eder. Gılgamış Destanı’nın pek çok yazar/şair tarafından yazılmış
örnekleri vardır.
Sonuç
Metinlerarasılık bağlamında yazmak hep
yeniden yazmak işlemidir.
Ünite 8
Bilimsel
Eleştiri – İzlenimci Eleştiri
Hippolyte
Taine
Bilimsel düşünceye bağlıdır. Eserle sanatçı
arasındaki bağı, sebep-sonuç ilişkileri içerisinde açıklayabileceğine
inanıyordu. 1865’te çıkan Sanat Felsefesi
adlı eserinde bilimsel eleştirinin nasılıyla ilgilendi. Taine’e göre sanat,
gerçeği olduğu gibi taklit etmez. Sanatçı, seçer ve olgular arasında yeni
bağlantılar kurar. Büyük bir sanatçı nesneler ve olaylar arasında sıradan
insanların görmediği bağıntıları görür. Böylece nesnenin veya olgunun ana
karakterini gösterir. Sanatçı böylece ideal
olanı ortaya koymuş olur. Sanatın amacı da budur.
Taine’e göre edebi eserin değerini tespit
eden üç ölçüt:
1 – Sanatçının kurduğu ana karakterin önem
derecesi
2 – Bu karakterin topluma sağlayacağı fayda
3 – Kurgu başarısı
Eserde kurulan gerçek yaşamla ne derece
örtüşüyorsa, gerçek hayata ne derecede eklemlenebiliyorsa eser o derece değerli
kabul edilir.
Botanik ve zooloji gibi bilimlerin
prensiplerinden ilham alan Taine, yüzeysel niteliklerin değil yapının önemli olduğunu gördü. Sanat eserinde
nitelikli bir yapı, kurgudaki unsurların eserin hitap ettiği toplumun
niteliklerini yansıtma başarısıyla ifade edilir. En iyi eser, toplumun en derin
niteliklerini yansıtan eserdir.
Eserleri ırk,
ortam (mekân) ve dönem
(zaman) bağlamı içinde değerlendirdi.
Irk, ulusal özellikleri
Ortam, coğrafi koşulları
Dönem ise eserin yazıldığı zamanı işaret
eder.
Brunetiere ve Lanson, Taine’in çizgisindeki
eleştirmenlerdir.
Ferdinand
Brunetiere
Öznel yaklaşımlardan uzak durup nesnel
çalışmaları desteklemiştir. Brunetiere’e göre eleştirinin amacı/görevi,
edebiyat eserlerini yargılamak, sınıflandırmak, açıklamaktır.
Nesnel eleştiri mukayese yönteminden
yararlanmalıdır.
Eleştiri anlayışını tür kavramı
üzerine kurmuştur.
Her eser, benzerleri arasında yerini alarak
belli bir türün gelişim aşamalarından birini oluşturur.
Onun için eleştirinin
amacı, türlerin gelişimini ortaya koymaktır.
Akılcı hareket etmeye çalışmışsa da
yazılarında dogmatik unsurlar göze çarpar. Bir eserin türünün olgun bir örneği
olup olmadığı konusundaki yargıyı sistematikleştiremez.
Brunetiere’in çalışmaları 20. yüzyılda yapısalcılığı
inşa eden Propp’a ilham vermiştir.
Propp, masal incelemelerinde her masalda
aynı değişmeyen unsurları belirleyerek, biçimcilik ve yapısalcılığın temelini
atmıştır.
Gustave Lanson
Kurduğu eleştiri akımı derin bilgi
birikimine dayandığı için uzman eleştirisi ve Lansonculuk olarak anılmıştır.
Art zamanlı ve eş zamanlı olarak iki
düzlemde birden yürütülen geniş bir mukayese anlayışını benimsedi.
Edebi olayları hem tarihi gelişimi içinde
hem de eş zamanlı küresel yayılımı içinde ele aldı. Edebi olguları özelden
genele, eserden edebiyatın bütününe giderek açıkladı.
Edebiyattan toplumbilime ulaştı.
Sanatçıyı, içinde yaşadığı kültür
ortamının, zamanın ve mekânın ürünü olarak açıkladı. Üniversite eleştirisinin en iyi örneklerini vermiştir.
İzlenimci
Eleştiri
Bilgiye boğulan eleştiri anlayışına tepki
gösteren edebiyatçılar, eser karşısında hissettiklerini ifade etmenin eleştiri
için yeterli olacağını söylediler.
Anatole
France, nesnel bir eleştirinin
olamayacağını, eleştirinin de edebi bir tür olarak kabul edilmesi gerektiğini
ilan etti. France, Gide, Lemaitre ve Gourmont’a
göre eleştiri okuma sonrasında elde edilen izlenimler üzerine kurulur.
Eleştirmen eseri yargılamak zorunda
değildir. Sadece eserden aldığı zevki ve vardığı sonuçları açıklamalıdır. Remy de Gourmont’a göre mutlak güzellik
yoktur. Her şey görelidir. Dolayısıyla her yazar kendine has bir estetik
yaratır. Gourmont, eserin iç
düzenini ortaya koyan kavrama eleştirisine yönelmiştir. Buna göre
eleştirmen yazarın farkındalık yani orijinalliği ve ferdiliğiyle
ilgilenmelidir. Sanatta en büyük değer
orijinalliktir. Basmakalıp ve klişeler
değersizdir. Eleştirinin uymak zorunda olduğu kural ve prensip yoktur. Eleştirmen
sadece her fikre açık, anlamaya çalışan dürüst bir okuma yapmalıdır. Gourmont
eleştiri kuramını, özgürlük, kuşkuculuk ve görecelik üzerinde inşa eder.
Jules
Lemaitre
Eseri değerlendirirken izlenimlerini dile
getirir. Zevkler ve bakış açıları sürekli değiştiği için doktrinlere dayalı
eleştiriyi kabul etmez.
Alain’in eleştirileri sezgi eleştirisi veya sempati eleştirisi
olarak kabul edilebilir. Edebi eserleri kendi düşüncelerini ifade etmek için
kullanır.
Sartre, Blanchot, Barthes, Gracq ve Peguy denemeci
eleştirmenlerdir.
Yaratıcı
Eleştiri
İzlenimci eleştirinin aşırıya kaçmış
biçimidir. Eleştiriyi yaratma eylemi olarak kabul eden ilk kişi Baudelaire’dir. Eleştiri ona göre bilim değil, sanat eseriyle yapılan bir işbirliğidir.
Albert
Thibaudet’nin eleştirileri yaratıcı
eleştiri kapsamındadır.
Sürekli değişim kaçınılmaz bir gerçeklik
olduğuna göre eleştiri de bu değişimin dinamiklerini yakalamak zorundaydı.
Paul
Valery, eleştiriyi bir
düşünce serüveninin yeniden kurulması olarak kabul eder. Valery, yazarların zekâsının nasıl işlediğini anlamaya
çalışır.
Okura dönük eleştiri birçok bakımdan
izlenimci eleştiriyle birleşir. Alımlama estetiği de izlenimci eleştiriden
faydalanır. Anlamlandırma bir süreçtir ve bu eserle sınırlı değildir, okurla
tamamlanan bir süreçtir. Böylece okurun eserin bir parçası olduğu yollu
fikirler ortaya çıkmıştır.
İzlenimci eleştiri temelde okur odaklıdır.
Bir eserin tek değerinin okuruna verdiği
zevk olduğu düşüncesindedir.
Bu nedenle eleştiri bilim değil sanattır.
Edebiyat
Eğitimine Yansıyan Eleştiri Anlayışları
Edebiyat eğitiminde bir metin genellikle
dört ayrı bakış açısıyla ele alınır. Bu dört yöntem, metin analizi yöntemi
değildir. Metin analizinde göz önünde bulundurulması gereken unsurlardır.
Edebi eserin analizinde şu dört soru
cevaplanmalıdır.
1- Eser hangi edebi akıma aittir?
2- Türü nedir?
3- Metin tipi nedir?
4- Duygu tonu nedir?
Edebi
Akımlar
A) Türk edebiyatında edebi akımlar
İslam öncesi edebi akımlar
Divan edebiyatı
Halk edebiyatı
Din dışı edebiyat
Tasavvuf edebiyatı
Sebk-i Hindi
Mahallileşme akımı
Klasisizm
Romantizm
Realizm
Natüralizm
Tanzimat hareketi
Sembolizm
Servet-i Fünun
Fecr-i ati
Milli edebiyat
Cumhuriyet dönemi
Beş hececiler
Yedi meşaleciler
Garipçiler
İkinci yeni
Vs.
B) Batı edebiyatında edebi akımlar
Hümanizm ve Pleiade
Klasisizm
Barok
Aydınlanma
Romantizm
Realizm
Natüralizm
Sanat için sanat
Sembolizm
Parnasizm
Sürrealizm
Vs.
Edebi
Türler
Tür
(Genre): Ortak nitelikler taşıyan
varlıklar kümesini işaret eder. Tür bazen içeriğe bazen de biçime dikkat ederek
belirlenir. Bazı eserler birden fazla türün özelliklerini barındırır. Bu durum
tasnif işlemini zorlaştırır.
Genel olarak edebi türler
1- Hikâye etme / anlatı türü (hayali yahut
gerçek olayları anlatan eserler
a) masallar
b) hikâyeler
c) romanlar
d) biyografiler
2- Tiyatro türü (sahnelenmek üzere yazılan
eserlerdir. Anlatımdan ziyade gösterme odaklıdır.
a) trajedi
b) komedi
c) dram
3- Şiir
a) lirik
b) epik
c) didaktik
4- Kanıtlamaya dayalı türler
a) fikir yazıları
b) felsefe yazıları
c) denemeler
d) vecizeler
5- Otobiyografiler
a) günlük
b) hatırat
c) otobiyografiler
d) kişisel portreler
e) kişisel hayali hayat hikâyeleri (yazar
ve hayali karakterin birbirinden ayırt edilemediği metinlerdir.
6- Öğretici metinler
a) deneme
b) biyografi
c) gazete fıkraları
d) edebi akım bildirileri
e) ahlaki türler (vecizeler, fabller,
portreler)
f) felsefe yazıları
7- Mektup
a) özel mektuplar
b) açık mektuplar
c) hayali mektuplar (mektup temeli üzerine
kurulu romanlar)
Metin
Tipi
Yazar, hikâye etmek, tasvir etmek,
ispatlamak yahut bilgi vermek isteyebilir. Bu dört durumdan dolayı ortaya dört
farklı metin tipi çıkar.
Yazarlar bu dört metin tipini çoğunlukla
bir arada kullanırlar.
Hikâye etme, genel olarak olgu ve olayların zaman akışı içinde
anlatımıdır.
Tasvir metinleri, nesneleri ve olayları zamana ve mekâna bağlı olarak ele
alırlar.
İspatlama amaçlı metinler de yazar, belli
bir düşünceyi okuruna kabul ettirmeye çalışır.
Duygu
Tonu
Patetik: yazarın ıstırap veren temler (hastalık, ölüm, ayrılık)
yardımıyla okurun duygularını harekete geçirmesidir.
Trajik: Bireyin, kendisini aşan güçler karşısında çaresizlikten
doğan ıstırabını yansıtır.
Komedi: Güldürü amaçlıdır.
İroni: Söylemek istenenin tersini söylemektir. Klasik
edebiyatımızda kinaye olarak adlandırılmıştır.
Lirik: Derin heyecan ve tutkuları dile getirir. Bu duygular
olumlu veya olumsuz olabilir.
Fantastik: okurun makul ve akıldışı açıklamalar karşısında kararsız
kalmasıdır.
Eğitim
Amaçlı Bir Uygulama
Ahmet Haşim – Süvari
Şu
bakır zirvelerin ardından
Bir
süvari geliyor kan rengi;
Başlıyor
şimdi melül akşamda
Son
ışıklarla bulutlar cengi…
1-) Edebi akımlar
Bu şiir, tabiattan çıkmıştır. Tabiat
karşısında hayaller kurulmuştur. Bu hayali imajlar sembol olarak
kullanılmıştır. Şiirde akşam manzarası savaş alegorisi biçiminde anlatılmıştır.
Bu neyin savaşıdır sorusu cevaplanmamıştır. Demeliyiz ki bu şiir sembolizm
akımı içinde ele alınmalıdır.
2- ) Edebi türler
Nazım birimi dörtlüktür. Aruz vezniyle
yazıldığı için şekil yönünden rubaiye daha yakındır. Çeşitli şiir formlarından
izler taşıyan lirik bir şiirdir.
3- ) Metin tipi
Tasvir ağırlıklı bir metindir. Metinde
anlatılan olay süreklilik arz etmektedir, hareketin varlığından dolayı “hikâye
etme”den söz edilebilir.
4- ) Duygu tonu
Şiirin söz varlığını dikkate alırsak bu
metnin okur üzerinde lirik, fantastik ve trajik duygular bıraktığını söyleriz.
Eğitimde
Kullanılabilecek bir Analiz Modeli
Metin
Tanıma Çalışmaları
İlk iş sağlam bir metin bulmaktır (taklit,
sayfası eksik gibi hatalar olmamalıdır). Filoloji bu nedenle orijinal eserin
peşindedir.
Bu bir kitapsa dış nitelikleri
belirlenmelidir.
Dış metin incelemesi (Paratexte), eserin adı,
yazarı, basım tarihi, metinle ilgili bilgiler, eserin içinde metnin yerinin
tespiti, metnin türünün belirlenmesi, metnin maddi niteliklerinin belirlenmesi,
sayfa düzeni, baskı nitelikleri tespit edilir.
Metnin
Tarihi ve Sosyal Şartlar İçinde Anlaşılması
Buna metnin dış bağlamı denir. Metnin
yazıldığı çevre, muhitin nitelikleri belirlenir. Devrin diğer eserleriyle kıyas
yapılır. Tarihi, siyasi ve toplumsal meseleler incelenir. Yazarın sanat
çevresi, kültürel hayatı ve dönemin edebi akımları araştırılır.
Dil
Fonksiyonlarının Araştırılması
Jakobson’a göre dilin altı görevi: ifade etme, etkileme, bilgi
verme, algılama, estetik ve üst dil fonksiyonlarıdır.
Bunların üçü temel görevlerdir (ifade etme,
etkileme ve bilgi verme).
Ben zamiri birinci fonksiyonda, sen zamiri
ikinci fonksiyonda, o zamiri de dili üçüncü fonksiyonda kullandığımızı
gösterir.
Metnin
Edimbilimsel (pragmatik) İncelemesi: Sözceleme
Edimbilime
göre söz
hangi şekliyle olursa olsun doğuşu
itibarıyla şimdiki zamana bağlı
bir olgudur.
Konuşma; şimdi, burada ve bu şartlar
altında prensiplerine bağlıdır.
Bir söz daima söylendiği anın belirtilerini
taşır. Dolayısıyla bir sözün anlaşılması onun söylendiği koşulların, şartların
bilinmesine bağlıdır. Doğuş şartları içindeki söze sözceleme denir.
Metnin
Dilbilimsel Bir Olgu Olarak İncelenmesi
Saussure, dilin esasını oluşturan “işaret”in,
birbirine bağlı iki unsurdan oluştuğunu, bu unsurların da “ses” ve “anlam”
olduğunu söylemiştir. Saussure’a göre bir kelime yahut dil işareti (gösterge), işaretleyen (gösteren)
ve işaretlenenden (gösterilen) oluşur.
İşaretlenen, dil işareti zihnimizde ses
imajı (kavram) oluşturur.
Bir dil işareti, bir isimle bir eşyayı
birleştirmez, zihni bir kavramla bir ses imajını birleştirir. Buna göre
kelimeler, cümleler ve hatta metinler ses tabakası ve anlam tabakası olmak
üzere iki kategoride incelendi.
Ses ve anlam ayrımı yapısal kuramların esasını teşkil eder.
Cümlenin öğeleri seçme ekseni ve sıralama
ekseni olmak üzere iki kategoride incelenmeye başlandı. Cümlenin öğelerinden
herhangi birinin yerine başka alternatif sözcükler kullanabilme imkânı seçme eksenini oluşturur.
1) Dilin
Tabakasının İncelenmesi (İşaretlenen “gösterilen”)
1- Seçme eksenine bağlı araştırmalar
a) sözcük bilimsel analiz
- bilinmeyen kelimeler
- temel ve yan anlamların tespiti: temel
anlam, metni açıklamaya, yan anlam metnin etkileme işlevlerini üstlenir.
- Öbekleşmelerin tespiti: metinde yeni bir
anlam düzlemi elde edilmek amacıyla kelimeler arasında kurulan ilişkileri
inceler
b) Dilbilgisel unsurların incelenmesi
İsimler, sıfatlar, zamirler vs. metinde yüklendikleri
anlam görevleri bakımından incelenir. Bu araştırma metinde çok fazla kullanılan
kelimeler üzerinde yoğunlaşır ve önemli verilere ulaşılmasını sağlar.
c) Edebi sanatlar
2) Sıralama ekseni
Söz dizim analizi
a) kelime türlerinin çeşitlenmeleri
b) yapı
- cümle çeşitleri
- cümle seçimleri (yazarın hangi tip
cümleleri tercih ettiğini tespit eder)
- cümlede kelimelerin düzeni
- cümlenin düzeni
2) Dilin
Ses Tabakasının İncelenmesi (İşaretleyenin “gösteren” İncelenmesi)
1) Seçme ekseni
Ses bilim analizi
- Ses birimlerinin tekrarıyla elde edilen
etkiler (kafiye, aliterasyon vs.).
2) Sıralama ekseni
Tecvit (prosodie) ve vezin (metrik)
a) Tecvit analizi (yoğunluk vurguları,
titremleme, hız, noktalama gibi unsurları inceler
b) Tecvit elementlerinin düzenli dağılımı,
ritim, periyot, oransızlık, nispetsizlik etkileri
c) mısralarda ritim, vurguların dağılımı,
ritim çeşitliliği, ahenk
d) vezin
Metnin
Diğer Metinlerle İlişkisi
1- Metinlerarası ilişkiler: varyant,
alıntı, telmih, aşırmalar, çalmalar
2- Nazire metinler
3- Asıl metne ait olmayan cümleler:
deyimler, atasözleri vs.
Kültür
Nesnesi Olarak Metin
1- Metin dışı ilişkiler: Eleştiri, şerh,
yorum
2- Ürünün takdim kipi: üslup özellikleri
3- Anlam tabakaları: eserin hakiki anlamı,
tarihi anlamı, sembolik anlamı vs.
Metnin
Yapısının İncelenmesi
Kitap bitti
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder