23 Mart 2014 Pazar

Çağdaş Türk Romanı

ÇAĞDAŞ TÜRK ROMANI

Ünite 1
1950 Sonrası Türk Edebiyatında Roman

Tarih ve Tarihsel Roman Kavramı
Edward Hallet Carr, tarih sorusuna “tarihçi ile olguları arasında kesintisiz bir karşılıklı etkileşim süreci, bugün ile geçmiş arasında bitmez bir diyalog” cevabını verir.
Collingwood, tarihçinin hangi insan eylemini kayda değer bulduğu sorusunu sorar; ona göre tarihçi insanların doğal eylemleriyle (yiyip-içme vb.) ilgilenmez; toplumsal adalet ve ahlak anlayışına tesir eden eylemleriyle ilgilenir.
Tarihi roman yazarı bu noktadan malzeme çıkarır; tarihi olayların anlatımında yer verilmeyen insanların doğal eylemlerini tarihi gerçekliğe bağlı kalarak kurgulamaya başlar.
İlk tarihi romanı Walter Scott’ın kaleme aldığı kabul edilir. İskoç halk efsanelerinden yola çıkarak kaleme aldığı Waverley’de (1814) gerçek bir olayın içerisine fiktif yapıda metin yerleştirmiştir. Kitabın konusu 1745 tarihli Jakoben Ayaklanmasıdır.
Tarihi romanda vak’a zamanı ve yazma zamanı kendini hissettirir. Romancının kurmacadaki zamanla bütünleşmesi anlatımda başarı olarak kabul edilir.
Romancı için tarihsel bilgiyi yorumlamada sınır söz konusu değildir. Romancı tarihsel gerçekliği istediği tarzda değiştirebilir, buna counter factual denir.

Türk Edebiyatında Tarihsel Roman
1920-1960 Arası
Edebiyatımızda tarihi romanın ilk örneklerini Ahmet Mithat Efendi verir. Yeniçeriler, Hasan Mellah yahut Sır İçinde Esrar, Musullu Süleyman, Ahmet metin ve Şirzad adlı eserleri tarihi romanın ilk örnekleridir.
Namık Kemal’in Cezmi, bilinçli olarak tarihi işleyen bir romandır. Romanın amacı Osmanlı-İran ilişkilerini anlatmaktır. Ömer Seyfettin ve Ahmet Hikmet Müftüoğlu, hamasi içerikli tarihi romanlar yazmışlardır.
Tarihi romanlar genellikle tezli eserlerdir. Bizde durum biraz farklıdır. Gerilim ve krizle düğümlenen eserler tezi arak planda tutar/bırakır.
Abdullah Ziya Kozanoğlu, Nizamettin Nazif, Turhan Tan, Vala Nurettin, Fazlı Necip, İskender Fahrettin, Peyami Safa, Sami Karayel, Hayrettin Ziya, Kemalettin Şükrü, Enver Behnan Şapolyo, Kadircan Kaflı, Ziya Şakir, Reşat Ekrem, Ilgaz-Vahap Nevruzhan, Safiye Erol, Nihal Atsız, Feridun Fazıl, Zuhuri Danışman, Ratip Tahir, Murat Sertoğlu ve Ragıp Şevki Yeşim dönemin popüler tarihi roman yazarlarıdır.
1960 Sonrası
Mustafa Necati Sepetçioğlu, dönemin en etkili ismidir. Türk tarihinin bütün dönemlerini bir çeşit görev bilinciyle romanlaştırmıştır. Romanlarında ele aldığı dönemin manevi değerlerini işler. Bu Atlı Geçide Gider adlı eserinde Yıldırım Beyazıt döneminde eğitim ve bilime verilen önemi Somuncu Baba etrafında şekillendirdiği olaylarla aktarır.
Bekir Büyükarkın, Oğuz Özdeş, Yavuz Bahadıroğlu, Ahmet Yılmaz Boyunağa, Suzan Sözen, Zuhuri Danışman, Murat Sertoğlu bu dönemin diğer popüler romancılarıdır. Ele aldıkları konular ağırlıkla Osmanlı tarihinden kahramanlıklardır.
Tarihsel romanda asıl patlama 1980 sonrası dönemde yaşanır.
Gürsel Korat (Zaman Yeli), İhsan Oktay Anar, Elif Şafak (Pinhan), Handan Öztürk (Yalnız Bebekler), Nedim Gürsel (Boğazkesen), Zülfü Liivaneli (Engereğin Gözü), Yaşar Kemal (Fırat Suyu Kan Akıyor baksana), Nazan Bekiroğlu (Yusuf ile Züleyha, İsimle Ateş Arasında), İskender Pala (Babil’de Ölüm İstanbul’da Aşk), Sadık Yalsızuçanlar (Gezgin, Gündüz) bu dönemin öne çıkan ürünleridir.

Türk Romanında Türk Tarihinin Çeşitli Evreleri
Cezmi’den sonra Türk edebiyatında tarihi roman gerek eski devirlere dayalı kurgu gerekse yaşanılan devre ilişkin kurgu üzerinden yazılmaya devam etmiştir.
Osmanlı Devletinin kuruluşu Kemal Tahir’in Devlet Ana, Tarık Buğra’nın Osmancık, Yavuz Bahadıroğlu’nun Merhaba Söğüt romanlarında işlenir.
Feridun Fazıl Tülbentçi, tarihi romanlarında dipnotlar aracılığıyla gerçek tarihi bilgilere yer verir.

Safiye Erol – Ciğerdelen
1946’da yayımlanan Ciğerdelen’de şimdiki zaman ile geçmiş zamanda meydana gelen tutkulu bir aşk etrafında doğu-batı çatışması ele alınır. Geçmiş zamandaki hikâyenin anlatıcısı Cangüzel, okuyucuyu Estergon Kalesi muharebesine götürür. Şimdiki zamandaki olayları ise mimar Turhan Tuna anlatır.
Ciğerdelen, Türklerin Rumeli’deki stratejik bir üssüdür. Romanda sosyal sorumluluğun ciğeri deldiği bir dönemde aşkın geri plana itilmesi dikkat çekicidir. Sonunda kalenin de elden çıkması tam bir yıkımdır. Şimdiki zamanda Turhan ile Canıgüzel’in buluşması ise tarihi mirasa duyarlılık ve topluma hizmet mesajları içermektedir.

Kemal Tahir – Devlet Ana
Kemal Tahir romanlarında, Türklerin geçirdiği sosyal değişimleri işler.
Batılılaşma ile problematik bir ilişkisi vardır Kemal Tahir’in. Türklerin sanattan, ekonomiye her alanda batıya özenmesini, hâlbuki Türklerin kendi gelenekleri vardır önermesine atıfla eleştirir.
Son romanları olan Bir Mülkiyet Kalesi, Esir Şehrin İnsanları, Yol Ayrımı gibi eserlerinde de batılılaşmanın çılgınlık boyutuna vardığı cumhuriyetin ilk yıllarını ele alır.
Romanda olaylar Osmanlı Devleti’nin temelinin atıldığı yıllarda geçer. Ertuğrul Gazi’nin at bakıcısı Demircan ile sevgilisi Lidya’nın öldürülmesi, kardeşleri Kerim Can ve Mavro’nun intikam almaya kalkmasıyla olaylar gelişir.
San-Jan tarikatı şövalyelerinden Napoli kralının gayrı meşru oğlu Notüs Gladyüs, Issızhan’da Mavro’nun hanına yerleşir. Ertuğrul Gazi’nin hasta olduğu haberi duyulmuştur. Notüs Gladyüs’ün amacı, Ertuğrul Gazi’yi öldürmek ve beylik topraklarını ele geçirip Bizans İmparatorluğunun başına geçmektir. Türkopol Uranha ve handa buluştuğu keşiş Benito ile işbirliği yapar.
Demircan’ı sevgilisi Lidya ile buluştuğu sırada vururlar. Gladyüs bu sayede Ertuğrul Gazi’nin atlarını ele geçirir. Türkmenlerle Bizans arasındaki barış bu nedenle bozulur.
Beylik, kıtlık ve Moğollara ödenen vergiler nedeniyle zor durumdadır.
Osman Bey, Kerim ve arkadaşları, kurt kovalarken Dönmezköy’e kadar giderler. Orada Demircan’ı vurulmuş bulurlar. Demircan’ı vuran okun Karacahisar’da yapıldığını fark eden Osman Bey, düşmanın batılı olduğunu anlar.
Dündar Bey ve destekçileri barış bozulduğu için intikam alınmasını isterler.
Ertuğrul Gazi vefat eder. Osman Bey akıl danışmak üzere Şeyh Edebali’ye gider.
Üçüncü bölümde âşık Yunus Emre, Kaplan Çavuş’un evine gelir. Yunus, Kaplan Çavuş’a beyliğin geleceğiyle ilgili rüyasını anlatır. Osman Bey’in Balhatun’u istemesini söyler. Osman Bey, Balhatun’u istemeye Alişar’ı gönderir. Alişar yan çizer ve Balhatun’u kendine ister. Red cevabı alınca da Hıristiyanlarla işbirliği yapar. Osman Bey, Alişar’ı saf dışı bırakıp Balhatun’la evlenir.
Son bölümde Dündar Alp ile Osman Bey arasında kavga vardır.
Orhan Bey Yarhisar Tekfurunun kızı Lotus ile karşılaşır, ona âşık olur. 
Şövalye Gladyüs ve Uranha öldürülür.
Orhan Bey, Lotus’u kaçırır.
Bilecik ele geçirilir.
Roman, Osmanlı Beyliğinin batıya doğru genişlemeye karar vermesiyle sona erer.
Romanda batıda var olan sosyal sınıfların Türklerde olmadığı bu nedenle de Türklerin devlete bağlı olduğu önemle vurgulanır.

Yakın Tarihin Türk Romanına Yansıması
Mithat Cemal Kuntay Üç İstanbul’da II. Abdülhamit dönemini, İttihat ve Terakki yıllarını ve mütareke İstanbul’unu yozlaşmış tipleriyle ele alır.
Reşat Nuri Yeşil Gece’de milli mücadele yıllarını önceleri din adamı daha sonra da öğretmen olan Ali Şahin’in özelinde ele alır.
Nahit Sırrı Örik çocukluk yıllarının dünyasını II. Abdülhamit’in son dönemlerini eleştirerek ele alır.
Abdülhamit Düşerken: Nahit Sırrı’nın babası II. Abdülhamit dönemi maarif nezareti mektupçularındandır. Eserdeki içeriğin asıl kaynağı, yazarın babasından duydukları ve gözlemledikleridir. Eserde bir paşa kızı ile İttihat Terakki’nin hırsına yenik düşmüş bir subayın ilişkisi etrafında ahlaki çöküntü anlatılmaktadır. 10 Temmuz 1908 ile 31 Mart 1909 tarihleri arasında geçen olayları ele alır. Tarihe etki eden olayların sebeplerini insanların karakter özelliklerine bağlayan eser, bu yönüyle benzer içerikteki romanlardan ayrılır (insanlar çürürse ülke de çürür).
Ahmet Hamdi Tanpınar, Sahnenin Dışındakiler’de mütareke yıllarını o dönemin gençliği özelinde ele alır.
Kemal Tahir, Bir Mülkiyet Kalesi’nde II. Abdülhamit’in marangozu olan babasının hayatını kurgular. Esir Şehrin İnsanları’nda Kamil Bey’in mütareke yıllarında yaşadıklarını anlatır. Yorgun Savaşçı ise mütareke yıllarını eski bir askerin gözüyle ele alır.
Tarık Buğra, Akşehir’i simgeleştirerek Milli Mücadeleyi ele alır.
Küçük Ağa: 1963’te yayınlandı. Eser, Kuvayı Milliye’nin kuruluşu ve Ethem Beyin birliklerinin bozguna uğratılması sürecini konu edinir. Romanda halktan farklı kesimlerden karakterler dikkat çeker. Eserdeki çok yönlü ve çeşitli kişilikler, Milli Mücadelenin belli bir kesimin değil topyekûn milletin kazanımı olduğu düşüncesinin tezahürüdür.
Çolak Salih, geçmişin ihtişamını aramaktadır. Çanakkale’de kolunu kaybetmiş, görev bilinci en üst seviyede tam bir halk adamıdır.
İstanbullu Hoca, başlangıçta Osmanlı Devletine bağlılığı teşvik eden konuşmalarıyla dikkat çeker. Romanın ilerleyen bölümlerinde Milli Mücadele’ye olan inancıyla sembolleşir.  
Samim Kocagöz, Söke ve çevresini merkeze alarak Nutuk paralelinde Milli Mücadele yıllarını ele alır.
Attila İlhan, Aynanın İçindekiler üst başlıklı bir dizi romanında yakın tarihimizi etraflıca ele almıştır. Eserleri belgesel romana örnek teşkil eder.
Dersaadet’te Sabah Ezanları: 1981’de yayınlandı. Roman 1909 yılı ile 1920 yılları arasındaki dönemi inceler. Romanın merkezi İstanbul’dur. Eserin ilk bölümü çöküşün nedenlerini sorgular. Abdi Bey merkezinde İttihat ve Terakki bünyesinde ülkeyi yönetecek donanımın olmadığı vurgulanır.
Neveser’in babası Alaman Ziya etrafında Osmanlı-Alman ilişkileri anlatılır. İngiltere ve Fransa gibi ülkelerin Osmanlı’ya olan düşmanlığını, Osmanlı’nın neredeyse sadece Almanya ticari ilişki içinde olmasına bağlar.
Neveser’in kardeşi Ahmet Ziya, işçi hareketlerinin rolünü anlatmak üzere kullanılır. Bir bakıma sosyalizmin temsilcisidir.
Ünite 2
Toplumcu Gerçekçi Roman ve Gelişimi
Osmanlı döneminde sosyalist düşünce II. Meşrutiyet döneminde görülür.
Sosyalist düşüncenin ilk yazarı 1910 yılında çıkan İştirak gazetesinde yazmasından dolayı İştirakçi Hilmi olarak bilinen Hüseyin Hilmi’dir.
İkinci bir kişi Dr. Refik Nevzat’tır.
Tek parti döneminin fikir hayatını halkçılık düşüncesi belirler. Mustafa Kemal döneminde ana şiar halkı sınıfsızlaştırmak iken Milli Şef döneminde esas olan halkı belli bir düşünce ekseninde dönüştürmektir.
Edebiyatımızda Marksizm merkezinde ideolojik yapıyı kuran isim Nazım Hikmet’tir. Nazım’ın düşünceleri edebiyatımızın bütün ürünlerinde karşılık bulmuştur. 1929 yılında Resimli Ay dergisinin 4. sayısından itibaren başlattığı “Putları Yıkıyoruz” kavgası,  edebiyatımızdaki ideolojik kavganın merkezini teşkil eder. Yazılarında Abdülhak Hamit ve Mehmet Emin gibi isimlere çok sert eleştiriler yöneltir. Ülke tarihimizde devlet teşkilatından olmadığı halde ses getiren söylevlerin sahiplerinin akıbeti mutlaka mahpusluk olmuştur. Nazım ve takipçilerinin kaderi de istisna olmamıştır. Donanma Davası olarak bilinen yargı süreçlerinin sonunda Nazım ve benzer düşüncedekiler hapsedilmişlerdir. Böylece hapishane, bir mekân ve sembol olarak edebiyatımıza dâhil olmuştur.
Reşat Enis, Sabahattin Ali, Orhan Kemal gibi yazarlar eserlerinde kapitalist sistemin temsilcilerini ve onların karşısında emekçi sınıfın temsilcilerini romanlaştırmışlardır.
Konuyu etraflı ve sistematik biçimde ele aşan Kemal Tahir, toplumların kendi iktisadi ve siyasal düzeni kuramaması nedeniyle sıkıntı yaşadıklarına dikkat çekmeye çalışmıştır.

Toplumcu Gerçekçi Köy Romanı
Tanzimat’tan bu güne çeşitli dönemlerde köy merkezli pek çok roman yazıldıysa da köy romanı başlığının içeriğini oluşturan eserler köy enstitülerinin kurulduğu dönemden itibaren yazılanlardan seçilir.
Mahmut Makal – Bizim Köy
Köy enstitüsü mezunu olan yazarın eseri köy hayatına dair tuttuğu notlardan oluşur. Eserde yazar çeşitli konular üzerinde durur. Ekonomik sıkıntılar, ilkel malzemeler, toprak meselesi, teknolojiye yabancılık, sosyal yardımlaşma ele aldığı konulardır.
Yaşar Kemal – Teneke
1955’te yayınlandı. Romandaki çatışma yerleşim yerine yakın bölgelere çeltik ekmek isteyen ağalarla buna karşı çıkan kişiler arasındadır. Okçuoğlu ve diğer ağalar kaymakamlıktan ruhsat almak isterler. Kaymakamlığa vekâlet eden Resul Efendi, sıtma salgını vb. riskleri düşünerek işi sürüncemede bırakır. Yeni atanan kaymakamı (Fikret Irmak) ilgi ve hürmetle karşılayan köylüler, istedikleri ruhsatı almayı başarırlar. Ruhsat alınan bölgedeki Sazlıdere köyünden Mehmet Ali ve Zeyno Kadın topraklarını Okçuoğluna satmak istemezler. Meskûn mahali görmezden gelerek ruhsat veren kaymakam alyhinde dedikodular çıkar. Resul Efendi, kaymakama işin özünü anlatır. Köylüye kızan Okçuoğlu, suyu tarlalara vermiş Sazlıdereyi çamur içinde bırakmıştır. Zeyno Kadın ve bazı köylüler kaymakama şikâyete gider. Kaymakam, köylüden yana tavır alır. Ağalar, siyasetçi Ahmet’e haber gönderirler. Bununla da yetinmeyip kaymakam odasına kurşun sıkarlar. Kaymakam su bentlerinin başına nöbetçi diker. Ağaların siyasi çabası sonuç verir; kaymakamın tayini çıkar. Kaymakam köyden ayrılırken ağaların ayarttığı çocuklar teneke çalarlar.
Fakir Baykurt – Yılanların Öcü
1958’de Cumhuriyet’te tefrika edilmiştir. Romandaki problemleri Irazca’nın Dirliği ve Kara Ahmet Destanı’nda takip etmiştir.
Yılanların Öcü, Burdur’un 80 hanelik Karataş Köyü’nde geçer. Vali, şehre bir heykel yaptırmak için köylere salma salar. Muhtar bu parayı temin için Kara Bayram’ın evinin önünü Heceli’ye satar. Bayram’ın anası Irazca bu işe karşıdır. Muhtar ve ihtiyar heyeti arazinin köyün malı olduğunu söylerler. Köyün imamı da menfaati gereği sözü bir edip muhtarı destekler. Irazca ve Bayram köylülere karşı tek başlarına kalırlar. Ana oğul, Heceli’nin yaptığı kerpiçleri bozarlar. Heceli, Bayram evde yokken karısı Haççe’yi döver. Kadın çocuğunu düşürür. Muhtar olayı örtbas etmeye çalışır. Köyü ziyarete gelen kaymakama ziyafet verilirken Bayram’ın kuzusu kesilir. Irazca, kaymakam köye gelmeden yolda ona olup bitenleri anlatır. Kaymakam dürüst biridir. Muhtar, Heceli ile Bayram’ın barışmasını ister. Bayram çaresizdir. Anası ise direnmesini telkin etmektedir.
Kemal Tahir – Köyün Kamburu
Osmanlı toprak sisteminin Osmanlı kültürünün doğal bir sonucu olduğunu fark eden yazar, kültürel geleneğin, ekonomik geleneğin her millette kendine göre bir değişim yolu izlediğine dikkat çeker.
Köyün Kamburu 1959’da yayınlanır. Romanda olaylar, Papar Ahmet’in oğlu Çalık Kerim’in etrafında gelişir. Parpar Ahmet, çirkin ve topal bir kadınla evlendirilir. İçine giren cinlerin çıkması için direğe bağlanarak dövülür. Bu fikir imamdan çıkmıştır. Dayak sırasında Parpar Ahmet ölür. Hamile olan karısı erken doğum yapar. Doğan çocuk sakat ve çirkindir. Çiftlik sahibi Ömer Efendi, çocuğu yanına kuyrukçu olarak alır. Çiftliğe gelen Abuzer Efendi dindar görünümünün ardında hasis biridir. Amacı Ömer Efendi öldükten sonra çiftliği ele geçirmektir. Çalık Kerim çiftlikte kalamaz ve köye döner. Tahsil için Çorum’a medreseye gönderilir. Köyün oğlanlarının askere alındığı Dünya Savaşı yıllarında köye döner. Askere alınmayan Çalık, köyde kendine bir düze kurar. Çiftlikte Abuzer’den gördüğü dalavereleri hatırlayan Çalık, karaborsacılık yaparak zengin olur. Beğendiği kızın sevdalısını zehirleyerek öldürür ve kızla evlenir.

İşçi Romanı
Belgelenmiş ilk işçi örgütümüz Ameleperver Cemiyeti’dir. İlk işçi hareketi 1872’de patlak vermiştir. 1895’te Osmanlı Amele Cemiyeti kurulmuştur. 1906’da Reji İdaresi’ne karşı tütün işçileri greve gitmiştir. Örneklenen işçi hareketleri sınıf bilincinden yoksun gelişmelerdir. Cumhuriyetten sonraki işçi hareketleri sosyalistler tarafından yönlendirilmiştir. 1938 yılına dek çeşitli kanunlarla işçi hareketlerinin önüne geçilmeye çalışılmıştır.
Orhan Kemal bütün hikâye ve romanlarında işçilere yer vermiştir.
Orhan Kemal – Bereketli Topraklar Üzerinde
1954’te yayınlandı. Roman karakterlerinden İflahsızın Yusuf, Pehlivan Ali ve Köse Hasan, ekmek peşinde her yıl Çukurova’ya gelen işçilerdendirler. Yusuf, çıkarcı ve dost bilmez biridir. Adaletsiz ve bozuk düzende başarılı olan da ancak onun gibilerdir. Romanda da düze çıkmayı başaran Yusuf olur.
Pehlivan Ali, iri gövdesinin ardında zayıf karakterli bir bünye taşımaktadır. Roman boyunca çeşitli haksızlara tepki vermediği gözlenir.
Romandaki bireysel yapıyı az da olsa zorlayan kişi Zeynel’dir. İçinden taş çıkan pilavdan mütevellit gösterdiği tepki sınıf çatışmasının bir göstergesidir.
Orhan Kemal – Gurbet Kuşları
1962’de yayınlandı.
İflahsızın Mehmet adlı karakter, Bereketli Topraklar Üzerinde adlı romandan tanıdığımız İflahsızın Yusuf’un oğludur. Mehmet, Kurtalan’dan yükünü alıp trenle Haydarpaşa’ya gider. Gafur Emmi’yi bulur ancak yardım göremez. Hamal Veli sayesinde ırgatların barındığı bir handa kalmaya başlar. İstanbulda sömürenler sadece iş çevreleri değildir. Aynı sosyal sınıfa mensup olanlar da birbirlerinin kurdu konumundadırlar. Mehmet çevresinde dönen dalavereleri görür, uyum sağlamaya ve kendi iç dünyasını korumaya çalışır. Irgatlıkla geçinemeyeceğini fark eder. Duvarcı ustalığını öğrenir. Diğer ırgatlar çalışma hayatından umutlarını kesmiş ve yozlaşmaya başlamışlardır. Mehmet, kendini kurtarmanın derdindedir. Çalıştığı inşaatlardan birine komşu binadaki hizmetçi Ayşe ile tanışır. Frekansları uyar. Çevrelerindeki dalavereden kurtulmak üzere Gecekonduda yaşayan Hatça ve eşinin yanına sığınırlar (Hatça, Ayşe’nin ablasıdır). Ayşe ve Mehmet taksitle arsa alırlar. Gündüzleri fabrikada çalışan karı-koca geceleri gecekondularını yapmaya devam ederler.
Romandaki İflahsızın Mehmet, yazarın dünya görüşlerini aksettirdiği bir tiplemedir.

Toplumcu Gerçekçi Aydın Romanı
Yeni Türk edebiyatının erken döneminde öne çıkan aydın tipleri; Mai ve Siyah’ta Ahmet Cemil, Sodom ve Gomore’de Necdet ve Yaban’daki Ahmet Celal’dir. Her üçü de bunalımlı tiplerdir. Cumhuriyet’in ilk yıllarında bunalımlı tiplere Huzur’daki İhsan ve Yalnızız’daki Samim eklenir.
Aydın tiplemesinin ilk örneklerinin ortak noktalarından biri de birikimlerini toplum yararına kullanma kaygısıdır.
1960’lardan itibaren aydın tiplemelerindeki temel handikap hayatın anlamı ekseninde şekillenmiştir. Buna sebep Nietzsche, Camus ve Sartre’ın okumuş ve okumamışlarımız üzerindeki etkileridir.
Yusuf Atılgan – Aylak Adam
1959’da yayınlandı.
Romandaki C tiplemesi bunalımlı aydın tipinin arketipi gibidir. Sonraki birçok örnekte (Tutunamayanlar ve Bir Gün Tek Başına romanlarında görülebileceği gibi) C’nin yansımalarını görmek mümkündür.
C, çalışmayan, hazırdaki varlığını yiyen bir aylaktır. Her gün bir işi varmış gibi sokaklarda dolaşır.
Bir süre ressam Sadık’ın yanında aylaklık eder. Ressamın bir öğrencisi C’nin portresini yapar. C’nin sınırlı ve dar çevresi onun aylak hallerine aşinadır.
C’nin içindeki bunaltı ona bir şey arattırmaktadır ama aradığı şeyin ne olduğunu bilmemektedir. Aradığı şey bir kadın değildir, kadınlarla olan ilişkisi sağlıksızdır.
İlişkisi olduğu Ayşe’yi evinde bulamayınca kendini iyi hisseder. Sürekli iç dünyasını dinler. Zihni genellikle çocukluğunu hatırlar (belki de tanıştığı kadınlarda bir anne yansıması göremediği için onlardan uzaklaşmaktadır). Sokakta gördüğü bir genç kızın peşine takılır. Kızı, günlerce takip eder. Sonunda tanışırlar. İlişki ilerlemeye başlayınca ayrılırlar. C, evlenebilecek biri değildir.
Yazlığına taşınır. Orada Ayşe’yle karşılaşır. İlişkileri yeniden canlanır ama hep bir şeyin eksikliğini duyar.
C, Ayşe’ye çocukluğundan söz eder. Soğuk ve sert biri olan babasını anlatır. Annesi öldükten sonra ona teyzesi bakmıştır. Kendini hep teyzesinin kucağında hatırlar. Kadın bacaklarına düşkünlüğünü bununla ilişkilendirir. Bir gün babasını teyzesinin bacaklarını okşarken görmüştür. Babasının üzerine saldırmış ancak bir köşeye atılmaktan kurtulamamıştır.  Bir anda kadına tutulur. Aradığını bulduğunu hisseder. Bu hisler içindeyken otobüsle birlikte kadın gözden kaybolur.
Roman tamamen C’nin bilinç akışı üzerine kuruludur. Bu nedenle psikanalitik açıdan yorumlanmalıdır. Anne ve baba figürleri arasındaki çatışma C’nin hayata bakışındaki güvensizliğin kaynağıdır. Bu güvensizlikten ancak sevgiyle kurtulabilir. Ne var ki annesini küçük yaşta kaybettiği için sevgi düşüncesinin karşılığı olan anne figürünü belleğinde derinlere işlemiş olan çatışmalardan kurtaramaz. Sevgi kavramının içini dolduramadan yetişkin biri olamayız.
Oğuz Atay – Tutunamayanlar
1972’de yayınlandı.
Postmodern romanın ilk örneklerinden olması nedeniyle çok ilgi gördü.
İç içe geçmiş kurguları, olay akışı yerine karakterlerin zihinsel devinimleri üzerinden ilerlemiş olması eleştirilerde dikkat çeken yanlarıdır.
Romanın konusu (dar bir çerçevede) intihar etmiş olan arkadaşı Selim’in intihar nedenlerini araştıran Turgut Özben adlı karakterin hayatıdır. Romandaki sembolik anlatımlar, olay örgüsündeki düzensizlik bu dar tanımı kırar.
Turgut, araştırmasına Selim’in arkadaşı Metin’den başlar. Metin’in bir kızla ilişkisi vardır. Selim, Metin’e kız arkadaşıyla uyumlu olmadığını söylemiştir. Ancak aynı kızla arkadaşlık etmekte bir sakınca görmemiştir. Zeliha adlı kız, her ikisinin de hayatından uzaklaşmıştır.
Esat, Selim’in liseden arkadaşıdır. Selim’in Wilde ve Gorki okuduğundan söz eder.
Süleyman, Selim’in yazdığı 600 mısralık bir şiiri Turgut’a verir. Şiirde Selim’in bunalımlarının yansımaları görülür.
Selim’in kız arkadaşı Gülseli, Selim’in geleceğe karşı güvensiz biri olduğundan söz eder. Aynı zamanda inançsız biridir. İçkiye olan meylinin nedeni de kafasından uzaklaştıramadığı bunalımlarıdır. Selim, Gülseli’ye gönderdiği bir mektuptan sonra intihar etmiştir.
Mektupta “tutunamayanlar”a ilişkin bir ansiklopedi hazırlamaktan söz eden Selim, bu ansiklopedide kendisi için de bir madde ayırmıştır. Bu madde Selim’in tanımını vermektedir. Selim’in babası memurdur. Çocuk yaşta büyük şehre göç etmişlerdir. Sınıfın arka sıralarında oturmuştur. Yaşıtlarının okumadığı kitapları okur. Alman Harbi’nde askere gitmiş ve orada Süleyman’la tanışmıştır. Askerden sonra iş bulamaz, bulduğu işlerde de çalışamaz.
Araştırma ilerledikçe Turgut Özben’de değişmeler olur. Olric adını verdiği kendi iç sesiyle konuşmaya başlar ve roman ilerledikçe Turgut’ta Olric’le yakınlaşmaya başlar. Rutin bir hayatı olduğunu fark eden Turgut, Selim’le özdeşleşmeye başlar. Kendisi de bir tutunamayandır. Kendini kuşatan toplumsal değerlerden uzaklaşır ve romanın sonunda kaybolur.
Selim İleri – Bir Akşam Alacası
1981’de yayınlandı.
Kendini kabul ettirmiş, ünlenmiş ama bütün bunlarla tatmin olmamış; hayatından ve sanatından kopmuş bir ressam ile sanatında arayışlar içinde olan bir romancının toplumsal ilişkileri, iç yaşantıları ile anlatılır.
Emre Taran, idealize ettiği standartta yazamamaktan sıkıntılıdır.
Ülkenin siyasi atmosferi, eleştirmenlerin önyargılı tutumları Emre üzerinde baskı unsurudur. Varlıklı bir aileye mensup olan Emre, aktüel olayların uzağında durmaya özen gösterir.
Şair Atille, Emre’yi bireyci olmakla, toplumsal meselelere uzak kalmakla eleştirir.
Tüm bu baskılar Emre’yi bunaltır, iyice yalnızlaştırır.

1960 darbesi edebiyatımıza yeni temalar getirmiştir. Siyasi baskılar, yargısız infazlar ve de idamlar edebi ortamlarda sürekli olarak sancısı hissedilen travmalar haline gelmiştir.
Sevgi Soysal – Şafak
1975’te yayınlanır.
Adana’daki bir gecekondu mahallesine yapılan baskınla başlayan roman sabahın erken saatlerinde sona erer. Bu süre zarfında devrimci bir gurup genç, gözaltına alınır, sorgulanır ve serbest bırakılır.
Evin sahibi Maraşlı Ali Evecitçidir. Oya, Ali’nin yeğeni Mustafa’nın arkadaşıdır, her ikisi de devrimcidir.
Emniyet müdürü Zekai, emekli albay Muzaffer’in evindeki briç masasından kalkarak sorgulama için emniyete gider. Ali ve iki devrimci işkenceden geçirilir.
Erdal Öz – Yaralısın
1974’te yayınlandı.
Roman, gözaltı sahnesiyle başlar.
Romanda tarih verilmese de yaşananların 12 Mart yansımaları olduğu açıktır.
Gözleri bağlanmış olarak göz altına alınan genç çok ağır bir işkenceden geçirilir. Neden dolayı suçlandığı ve göz altına alındığı belli değildir.
Roman bir çeşit işkence belgeseli olarak devam eder.
Mehmet Eroğlu – Issızlığın Ortasında
1979’da yayınlandı.
12 Mart’ın sancılarını kendi içinde taşıyan Ayhan adlı karakterin hikâyesini konu edinir.
Romandaki olaylar 1975 yılında geçer.
Ayhan’ın çocukluğu ailesinden uzakta, yatılı okulda geçmiştir. Gençlik yıllarını devrim uğruna harcamıştır. Ayhan karakteri ile yazarın öz geçmişi arasında paralellikler vardır. Kıbrıs Barış Harekâtına katılan Ayhan’ın dünyaya bakışında değişmeler olur. Askerlik dönüşü Ankara’ya döner. En yakın arkadaşlarından Ali, 12 Mart cuntası tarafından öldürülmüştür. Diğer bir arkadaşı Zafer ise kayıptır. Zafer’i aramaya koyulan Ayhan, İskenderun’da Kör Abdül’e ulaşır. Aramaya devam ettikçe hayranı olduğu Zafer hakkında düşündüğü ve bildiğinden çok farklı bilgiler edinir. Zaafları ortaya çıkan Zafer, siyasi şubenin oyuncağı olmuştur. Tutunacak dalı kalmadığına inanan Ayhan, Nemrut dağında intihara sürüklenir.

Ünite 3
1950 Sonrası Türk Romanında Bireysel Eğilimler
50’li yıllarda Türk romanında aydınlanma ve aydınlatma düşüncesi öne çıkarken
60’lı yıllardan itibaren insanı tanıma ve iç dünyasına nüfuz etme çabaları dikkat çekmeye başlar.
Romancılarımızdaki konu bulma sıkıntısı köy romanlarıyla çözülmeye çalışılır.
70’li yıllarda Türk romanı iyiden iyiye politize olur. 12 Mart ve 12 Eylül darbelerinden sonra sanat eserinin içeriği iyice boşaldı. Sanatla ilgilenen çevreler sanatın biçimiyle daha çok ilgilenmeye başladılar.
90’lı yıllarda postmodernizm edebiyatımıza sirayet eder.
2000’li yıllardan itibaren edebiyatın hemen bütün formları yeniden hayat bulmaya başladı. Absürt ve fantastik öğeler bu dönemin yükselen değerleridir.

Abdülhak Şinasi Hisar
Konularını kendi hayatından ve tanık olduğu olaylardan seçer. Romanlarında geçmişe kaçış düşüncesi dikkat çeker (Proust etkisi altında).
Fehim Bey ve Biz, 1941 yılında yayınlanır. İlginç tiplemeleriyle dikkat çeker. Fehim Bey, bencil, korkak, kültürsüz bir memurdur. Kendi hayal dünyasında yaşayan Fehim Bey, gerçek dünyaya kendi hayal dünyasından bakar.
Çamlıca’daki Eniştemiz, Hacı Vamık Bey kişiliği üzerinden geçmiş-şimdi çatışmasını işler.
Ali Nizami Bey’in Alafrangalığı ve Şeyhliği, son romanıdır.

Semiha Ayverdi
Modernleşme sürecindeki Türk insanının yaşadığı değişim ve çözülmeleri geçmiş-şimdi çatışması olarak ele alır.
Aşk Bu İmiş adlı ilk romanı konusunu Firavunlar döneminde geçen, sonsuz aşka ulaşmayı hedefleyen bir menakıptan alır.
İbrahim Efendi Konağı, otobiyografik öğeler içerir.
Batmayan Gün, Ateş Ağacı, Yaşayan Ölü, İnsan ve Şeytan, Son Menzil, Yolcu Nereye Gidiyorsun, Mesihpaşa İmamı diğer romanlarıdır.
Ayverdi’nin romanlarındaki gelişme çizgisi dıştan içe, yani eşya ve olaylardan kişilerin iç dünyasına yönelmek şeklinde meydana gelir. Hareket noktası insandır.
Ayverdi’nin kişilerinin bir de misyonu vardır: Kişi yücelecek, nefsin isteklerine karşı koyacak ve insan-ı kâmil mertebesine ulaşacaktır. Bu yüzden romanların ve roman kişilerinin adları, çoğu zaman onların ulaştıkları yeri belirler.
Yazar, kişilerindeki değişimi maddeden manaya doğru geliştirir.
Mesihpaşa İmamı, olay örgüsünü imamın dünyası şekillendirir. Romanda Halis Efendi’nin bir günü anlatılır. Sıradan hayatı anlatılırken Halis Efendi’nin hayatındaki sevgisizlik, bu nedenle yaşadığı çatışmalar işlenir.
Balkan Harbini izleyen dönemde yaşanan göç hareketi romanın arka planını oluşturur.
Hediye adlı bir göçmen kıza gönlünü kaptıran imamın dünyası değişmeye başlar.

Oktay Akbal
Garipler Sokağı, Suçumuz İnsan Olmak, İnsan Bir Ormandır, Düş Ekmeği, Batık Bir Gemi adlı eserlerinde mutlu geçen çocukluk ve gençlik yıllarını anı roman-hikâye tarzında kaleme almıştır.
Garipler Sokağı, Alman Harbi yıllarında Fatih’te bir mahallenin dar sokaklarında bir araya gelen zengin-yoksul çeşitli insanları canlı sahnelerle anlatır.

Ahmet Hamdi Tanpınar
1944’te Ülkü dergisinde tefrika edilen Mahur Beste adlı ilk romanı Osmanlı’nın son dönemlerini yaşayan seçkin bir ailenin yaşamından kesitler sunar.
Huzur adlı romanındaki Mümtaz karakteri nezdinde sanat anlayışını, kültür birikimini ve hayata bakışını işlemiştir. Romandaki İhsan tiplemesi Yahya Kemal’e benzer.
Romanın asli kişileri olan Mümtaz ile Nuran arasındaki ilişki belli bir zamanda başlar, belirli şartlar altında gelişir. Roman, Nuran’ın kendisine ihanet eden kocasına dönmesi, Nuran’ı seven ve Mümtaz’la sürekli çatışma halinde olan Suat’ın intihar etmesi ve Mümtaz’ın bunalım geçirerek merdiven üzerine yığılmasıyla sona erer.
Tanpınar, Mümtaz’ın ve Nuran’ın duygularını müzik aracılığıyla verir. Bu yüzden Huzur’da müzik izleğinin kullanılışı, tüm romanın olay örgüsünü yönlendirecek yoğunluktadır.
Saatleri Ayarlama Enstitüsü, dengesiz ve arayış içindeki tiplemeleriyle yazar, yaşadığı dönemin eleştirisini yapmaktadır.
Roman, Hayri İrdal adlı karakterin anıları biçiminde yazılmıştır. Hayri İrdal karakteriyle geçmişinden uzaklaşamayan geçmişine saplanmış aydını eleştirir.
Mütareke döneminden çarpıcı sahneler sunan Sahnenin Dışındakiler adlı eseri yazarın ölümünden sonra yayınlanmıştır. Taslak halinde kalan Aydaki Kadın adlı son romanı da aynı şekilde ölümünden sonra yayınlanmıştır.

Halikarnas Balıkçısı
Sanatını Bodrum ve çevresindeki sünger avcılarının yaşam mücadelelerini anlatmaya adamıştır.
Uluç Reis ve Turgut Reis gibi tarihsel romanları dışında yazdıkları gözleme dayalı, abartıdan uzak rafine eserlerdir. Osmanlıcıdır ama daha çok Anadolu’ya ve Anadolu insanına yakınlık duyar.
Romanlarının mekânı denizdir. Denizden söz ettiği bölümlerde üslubu şiire yaklaşır.

Tarık Buğra
İlk romanı Siyah Kehribar’da Mussolini İtalya’sında iktidar baskılarına direnen aydınları ele alır. İbişin Rüyası’nda geçmiş-şimdi çatışması içinde Nahit ile Hatice’nin kirlenmemiş aşkını, Gençliğim Eyvah’ta aydın sorunlarını, 70 sonrasının öğrenci hareketlerini, ahlaki kirliliği anlatır.
Firavun İmanı’nda yeni kurulan Cumhuriyetin menfaat peşindeki fırsatçı tiplerini, dış kaynaklı siyasi entrikaları, Dönemeçte adlı romanında Anadolu’da bir doktor ile dul kadın arasındaki aşkın etrafında çok partili hayata geçişin sancılarını, Yalnızlar’da kentli bir aydının yasak aşkını sorgulamasını, Dünyanın En Pis Sokağı’nda kan davası taraflısı bir aileden gelen karakterin aldığı eğitim sonrası intikam duygularından arınmasını, Yağmuru Beklerken’de Serbest Halk Fırkası deneyimini toprak sahibi bir aydın tiplemesi etrafında ele alır.
Osmancık adlı son romanında Osmanlı devletinin kökeninde yatan ahlaki değerleri, iradeyi ve sosyal kurumları anlatır. Yazarın romandaki amacı ulus-devletin kurulmasında ahlaki değerlerin de göz ardı edilmemesi gerektiğini aydın ve yönetici zevata hatırlatmaktır.
Küçük Ağa ve onun devamı olan Küçük Ağa Ankara’da adlı romanları Milli Mücadele dönemini resmi tarihin dışında, farklı tezlerle ele alır (roman daha sonra birleştirilerek tek cilt olarak yayınlanmıştır).
Romandaki olayları İstanbullu Hoca olarak bilinen Mehmet Raşit Efendi, Çolak Salih, Ali Emmi, Doktor Haydar Bey ve Ağır Ceza Reisi belirler, yönlendirir.
Türk-Yunan çatışması, Salih ile Niko karakterleri aracılığıyla aktarılır. Niko, savaş döneminde uyanıklık etmiş ve çok para kazanmıştır. Salih ise ülkesini müdafaa ederken kolunu kaybetmiştir.

Mehmet Seyda
Edebi kariyere meraklı her Türk genci gibi o da yazı hayatına şiirle başladı.
Romanlarında Milli Şef döneminde Türk toplumunda yaşanan değişimleri, geleneksel değerlerde yaşanan erozyonu ele alır. Büyük Ailenin Çöküşü üst başlığıyla tanımlanabilecek bir dizi romanın ilki olan Yaş Ağaç (1958), devlet kasasından beslenen bir ailenin Cumhuriyet’ten sonra yaşadığı sıkıntıları, ailenin bir ferdi olan Osman’ın gözünden anlatır. Ne Ekersen adlı diğer romanı aynı ailenin diğer bir ferdi olan Ali Muhsin’in geçim sıkıntılarını anlatır.
Yanartaş adlı meşhur romanında maden işçilerini anlatır. Otobiyografik öğeler taşıyan eser, yazara TRT roman ödülü kazandırmıştır. Bu romanda da asıl karakter Osman’dır.

Tarık Dursun K.
İlk romanı Hasangiller ile bir çıkış yapan Tarık Dursun, daha sonra yazacağı Rıza Bey Aile Evi, İnsan Kurdu, Sabah Olmadan, Bağışla Onları gibi romanlarında yoksul mekânlarda yaşayan çeşitli mesleklere mensup kasaba insanlarının, daha çok marksist bir söylemle, sığ çatışmalar içinde aşk ve dostluğa dayalı sıcak ilişkilerini yansıtır.

Ünite 4
Postmodern Roman
Siyasi, toplumsal ve kültürel bağlamda tercihsizliği (kaos ortamını) temsil etmek üzere postmodernizm kavramını kullanıyoruz.
Ne anlatmak istediği konusunda yorumcuların kafasını karıştıran, yapı bakımından alışılmış üsluplardan farklı özellikler gösteren romanlar postmodern edebiyat ürünleri olarak tasnif edilirler. Böylece kimilerinin “bir şey anlamadığı” metinlere edebi eser payesi verilir. Hâlbuki edebi eserin dikkate alınması gereken unsurlarından biri de okuyucusudur.
Postmodern roman söz konusu olduğunda roman, yapıt, eser yerine metin demeye başlarız.
Postmodern romanın temel özellikleri, üst kurmaca, metinler arasılık, çoğulcu bakış olarak sıralanabilir.
Üst kurmacada anlatıcı öne çıkar.
Metinler arasılık üç yöntemle uygulanır; pastiş, dönüştürüm ve parodi. Pastiş yöntemini Jameson, modernizmde yabancılaşan bireyin postmodernizmde parçalanan özneye dönüşmesi şeklinde tanımlar.
Parodi, bir kurmaca metnin başka bir kurmaca metnin içeriğini örneksemesidir.
Postmodern romanın bir diğer özelliği entrika ve gizemi öne çıkarmasıdır.
Postmodern romanın tarihi konuları ele alış biçimi klasik tarihi romanların yazım özelliklerinden oldukça farklıdır. Tarihi kurgularda aydınlatmacı tutumdan ve siyasi bakış açısından uzaklaşır. Tarihi roman kurgularında karakterler genellikle sıradan kişilikler arasından seçilir. Bu farklılıkların nedeni tarihi, ders verici öğe olmaktan çıkarma düşüncesidir. Postmoderniste göre kimliği ve kültürü etkileyen yaşanan hayattır, idealleştirilmiş kişi veya olaylar değil.
Postmodernizm, rasyonel modernist sistematiğe karşı koyacak bir merkez kuvvet bulamadığı için, değerleri eşitleme yoluna gider.

Orhan Pamuk – Kara Kitap
1990’da yayınlandı.
Hakkında en fazla eleştiri yazılan romanlarımızdandır.
Galip, İstanbul’da yaşayan bir avukattır. Karısı Rüya (amcasının kızıdır), bir not bırakıp onu terk eder. Karlı bir kış günü kayıp karısı Rüya’yı aramaya başlar. Bu araştırma hem Rüya’ya hem de hayatın içindeki gizemlere yakınlaştırır Galip’i. Metnin içinde zaman zaman köşe yazarı Celal’in satırlarıyla karşılaşırız. Celal, Rüya’nın kardeşidir. Celal’in, karısının nerede olduğunu bildiğini düşünen Galip, onun yazılarını dikkatlice okumaya ve bu yolla onun nasıl düşündüğünü anlamaya çalışır. Celal’in gizli bir evi vardır. Oraya yerleşir. Bir süre sonra onun gibi giyinmeye ve onun gibi yazmaya başlar. Hatta kendi amacını unutur; Rüya’yı aramayı bırakıp Celal kimliğine bürünür. Romanın sonunda karısını ayarttığı iddiasındaki biri tarafından Celal ile Rüya vurulur. Ölümlerinin ardından Galip, kendi mesleğine, avukatlığa döner. Bir yandan da Celal’in yerine köşe yazılarını yazmaya devam eder.
Galip ve Celal, modern dünyada kendine yabancılaşan insanı temsil eder.
Romanın temel meselesi insanın “kendi olma” mücadelesidir.
Roman sembolik öğelerle doludur. Bu nedenle çok çeşitli ve birbirinden farklı yorumlara imkân vermektedir.

Hasan Ali Toptaş – Bin Hüzünlü Haz
1999’da yayınlandı.
Yazar, bu romanında roman sanatını sorguladığını, bir anlamda anlatı tarihine yolculuk yaptığını söyler. Yazara göre bu roman olasılıkları yoklaya yoklaya belirsizliğin bilgeliğine soyunmuştur. Sözcüklerle yeni bir dünya kurma iddiasındadır.
Romanın asıl karakteri Alaaddin, masaldaki adaşının çağrıştırdığı gibi masalsı, simgesel biridir. Bütün olasılıklar Alaaddin için mümkündür. Hayal edilebilecek her şeyim öznesi olmaya adaydır o. Orhan Pamuk Kara Kitap’ı yazdıysa ben de bunu yazarım şeklinde tezahür etmiş ego durumunun izini sürmek yararlı olabilir.

İhsan Oktay Anar – Puslu Kıtalar Atlası
Puslu Kıtalar Atlası, belirli bir anlamı sürekli kaybettirerek; herhangi bir gerçekliği temsil etmek yerine, istenildiği kadar gerçeklik kurulabileceğini göstererek var olan bir “anlatı”dır.
Roman genel olarak 17. yüzyılın son çeyreğinde İstanbul’da geçer. Denizci, dilenci, bilgin vs. çeşitli tarihsel tiplemeler yer alsa da romanda metni tarihi roman olarak kabul etmek mümkün değildir.
Korsan Arap İhsan, çocuk Alibaz, filozof Uzun İhsan, dişçi-hekim Kubelik, istihbaratçı Ebrehe, dilenci başı Hınzıryedi gibi tiplemeler belli bir kurgusal bütün ortaya koymazlar. Her birinin farklı ve birbiriyle organik bağı olmayan hikâyeleri anlatılır.
Roman, insanın çelişkilerini ortaya koyar bir bakıma. Bilginin peşinde görünen Ebrehe’nin asıl amacı cehennemden kurtulmak için ebedi hayata kavuşmaktır. Bilgi onun amacı değil asıl amacının aracıdır. Romandaki diğer tiplemelerde de çeşitli çelişkiler bulunabilir/görülebilir. Anar’ın tekrar eden argümanı insanın günahkâr olduğu ve insana dair kesin bilgiye ulaşılamayacağıdır. Gerçeklik diye ortaya koyduklarımız sürekli değişen yap-bozlardır. Buna paralel olarak Anar’ın anlatısı da kesinlikten olabildiğince uzak ve dağınıktır.

Ünite 5
12 Mart – 12 Eylül Romanları
12 Mart konulu romanlarda genellikle 68 döneminde ünlenen siyasal guruplarla birlikte eylemlere katılmış ya da bu eylemlere sempati duymuş kişiler karşımıza çıkar. Bu kişiler genellikle marjinal ve çevreleriyle uyumsuz tiplerdir.
Moran’ın tespitlerine göre 12 Mart romanları köy romanlarının kente uyarlanmış versiyonlarıdırlar. Köyde ağalara ve diğer mütegallibeye karşı verilen mücadele kentte kapitalist sistemin unsurlarına karşı devam eder. Ancak bu romanlarda içerik, ağırlıkla kahramanların yaşadıkları üzerine kuruludur. Romanlar çoğunlukla kahramanın gözaltına alınmasıyla başlar. Sorgulama ve işkence üzerinden dönemin koşullarına değinilir. Psikolojik çöküntü yaşayan kahraman, toplumsal ilişkiler kurmakta sorunlar yaşamaya başlar. Sevgi Soysal’ın Şafak’ı bunun tipik örneklerinden biridir.
Füruzan Tekil 47’liler adlı romanında devletin resmi politikalarıyla uzlaşamayan aydınları çeşitli yerlere savrulmasını anlatırken, emperyalizme karşı geliştirilen sol ideolojik söylemler ön plana geçer.
47 doğumlu Emine Semra Kozlu’nun yaşam öyküsünden alan roman, onun kişiliğinde 12 Mart döneminin kapalı dünyasına ayna tutmaktadır. O dönemde yaşanan sıkıntıları Emine karakteri üzerinden anlatan yazar, olayların merkezine kadın karakteri alarak Türkiye’de kadın olgusuna da dikkat çekmiştir.
Ayşegül Devecioğlu’nun Kuş Diline Öykünen, 12 Eylül döneminin belgesel romanı gibidir.
Süheyla Acar’ın Yağmur’un Yedi Yüzü adlı romanın konusu, Burgazada’da yalnız bir şekilde ölen Dr. Yağmur’un başucundaki yedi kişinin ölen hakkında anımsadıkları üzerine kuruludur. 

Milliyetçi / Ülkücü Romanalar
Tarık Buğra - Dünyanın En Pis Sokağı ve Gençliğim Eyvah adlı romanları, Yahya Akengin - Dönüş Acıları

Emine Işınsu
Eserlerinin birçoğu sağ/sol eksenli kutuplaşmaları hakkındadır.
İlk romanı Küçük Dünya, Urfa’ya gelin giden bir genç kızın burada yaşadığı çatışmaları konu edinir.
Azap Toprakları, Ak Topraklar ve Tutsak Çiçekler Büyür adlı romanlarında Batı Trakya’da yaşayan Türklerin maruz kaldığı baskıları işler.
Sancı’da solcular tarafından öldürülen bir gencin hayatını, Atlıkarınca’da azgelişmiş aydınların kısır çatışmalarını, Cambaz’da bünyesindeki insanları sömürmekle meşgul yozlaşmış sendikacılık faaliyetlerini, Cumhuriyet Türküsü’nde Cumhuriyet’in kurucu kadrosu ile muhalifler arasında yaşanan çatışmaları, Kaf Dağının Ardında da solcu bir kadının mistisizmin etkisiyle yaşadığı olgunlaşmayı konu edinir.
Nisan Yağmuru, Bir Ben Var Bende Benden İçeri ve Bukağı’da ağırlıkla mistik temalara yer verir.

Sevinç Çokum
Romanlarında sosyal ve tarihsel konulara yer verir. Ağustos Başağı, Milli Mücadele dönemini, Çırpıntılar’da göç dramını, Bizim Diyar’da Osmanlı Devleti’nin çöküş yıllarını, Karanlığa Direnen Yıldız’da 27 Mayıs darbesini, Deli Zamanlar’da aynı apartmanda yaşayan birbirine yabancılaşmış insanları, Hilal Görününce’de Kırım Savaşı döneminde Kırım’ı, Gül Yüzlüm’de şehirde çalışmak zorunda kalan bir kadının yaşadığı zorlukları, Gece Rüzgârları’nda ise 80’li yılların ideolojik ayrılmalarını işler.

Mustafa Miyasoğlu
Kaybolmuş Günler’de 1960 sonrasında yaşanan sosyal değişimleri, Dönemeç’te Anadolu insanının iç dünyasını, Güzel Ölüm’de folklorik motiflerle zenginleştirilmiş bir aşk hikâyesini, Bir Aşk Serüveni de yine bir aşk romanıdır.
Ahmet Bican Ercilasun’un bir gurup akademisyenin Özbekistan gezisini anlattığı romanı Gülnar, Türk aydınının son 40 yılda düşünsel planda yaşadığı dönüşümleri incelemiş olması bakımından önemlidir.
Siyasi içerikli romanlar arasında sayılması gereken diğer önemli isimler;
Alev Alatlı – İşkenceci
Mehmet Niyazi Özdemir – Var Olma Kavgası, Ölüm Daha Güzeldi
Hasan Kayıhan – Beyler Aman
Nihat Genç – Dar Alanda Tufan, Dün Korkusu, Konuştuğumuz Gibi Uzaklarda, Bu Çağın Soylusu

Ünite 6
Feminist Söylem ve Kadın Yazarlar

Kadın yazarlarımız, feminizmi kadın haklarını savunmanın bir usulü olarak görmüşlerdir. Eserlerinde şu noktalara dikkat çekmeye çalışmışlardır;
1          Öğrenim hakkı
2          İktisadi bağımsızlık
3          Meslek erbabı, eş ve anne sıfatlarını bir arada yürütmek
4          Kadına yönelik şiddet
5          Cinsel özgürlük
6          Bedeni üzerinde iktidar sahibi olması

Kadınların Türk toplumunda evin dışında var olma çabası Tanzimat’tan itibaren başlar.
İlk Türk kadın romancı olarak Fatma Aliye Hanım çıkar karşımıza.
Fransızcadan tercümeler yaparak başlayan yazın hayatı, Ahmet Mithat Efendi’nin çizgisinde eserlerle devam eder. 1892’de Muhaderat adıyla ilk romanını yayınlar. Uhuvvet ve Udi adlı romanlarında da kadının çalışma hayatına dâhil oluşunu konu edinir.
II. Meşrutiyet’e dek tek kadın yazarımız olarak eser vermeye devam eder.

Cumhuriyet Dönemi

Müfide Ferit Tek
Aydemir isimli Turancı düşünce ekseninde yazılmış romanıyla tanınmıştır. Roman, Rus esareti altında yaşayan Türkleri konu edinir.
Pervaneler adlı eserinde ise batı tarzı eğitim gören insanların kendi kültürüne yabancılaşması anlatılır.

Şükûfe Nihal
Renksiz Istırap (1928), Yakut Kayalar (1931), Çöl Güneşi (1933), Yalnız Dönüyorum (1938), Çölde Sabah Oluyor (1951), Vatanım İçin (1955) adlı romanlarında kadınların dünyasını anlatır.
Renksiz Istırap ve Yakut Kayalar adlı romanlarında kadınların istemediği evliliğe zorlanmalarını eleştirir. Çöl Güneşi’nde evlilikte nelere dikkat edilmesi gerektiğini anlatır.

Halide Nusret Zorlutuna
Romanlarında kendi yaşantısından esintilere yer verir. Gülün Babası’nda Edirne, Aşk ve Zafer’de Urfa’da öğretmenlik yaptığı yılların izleri gözlenir. Büyükanne romanında idealist bir öğretmeni tasvir eder.

Güzide Sabri Aygün
Ölmüş Kadının Evrak-ı Metrukesi adlı romanıyla tanınmıştır. Hicran Gecesi adlı romanında evlatlık bir kız olan Serap’ın yaşadığı aşkı konu edinir. Necla adlı romanında genç kızlık ıstıraplarını anlatır. Mazi’nin Sesi adlı eseri bir genç kızın hatıra defteri formunda yazılmıştır.

1950 Sonrası Kadın Yazarlarımız
Milli edebiyat akımının etkisindeki yazarlarımızın eserlerinde milliyetperver bakış açısı çerçevesinde geleneğe bağlı kadın tipleri karşımıza çıkar.

Sâmiha Ayverdi
Konularını tasavvuf düşüncesi ekseninde kurgular. Olaydan ziyade karakterlerinin iç dünyasına önem verir. Karakterleri manevi çatışmalar yaşarlar.
Aşk Budur, karşılıksız bir aşkın sebep olduğu ruh hallerini işler. Roman, ilahi aşkı yücelterek sona erer.
Batmayan Gün, Aliye’nin platonik aşkını konu edinir.
Ateş Ağacı, Cemil’in Fransız bir kadınla olan aşkını, iç çatışmalarını anlatır.
Yaşayan Ölü, aristokrat çevrede yetişmiş olan Leyla’nın Konya’ya öğretmen olarak gidişi üzerine kuruludur.
Yolcu Nereye Gidiyorsun? aristokrat çevrede yetişmiş olan Adli’nin hayatını konu edinir.
Mesihpaşa İmamı’nda Halis adlı imamın iç dünyası ve aşk halleri anlatılır.

Safiye Erol
Ciğerdelen romanıyla tanınan yazarın Kadıköy’ün Romanı aşk konuludur. Ülker Fırtınası’nda uzun yıllar Viyana’da kalan Nuran’ın hayatı, yaşadığı bir aşk ilişkisi etrafında anlatılır.

Emine Işınsu Öksüz
Küçük Dünya’da bir genç kızın Urfa’da yaşadığı sosyal ve psikolojik çatışmaları anlatır.
Azap Toprakları’nda Batı Trakya’da yaşayan Türklerin yaşadığı siyasi baskıları anlatır.
Çiçekler Büyür’de İlay’ın etrafında, Bulgaristan’da yaşayan Türklerin yaşadıkları baskıları anlatır.
Sancı ve Cambaz, 70 ve 80’li yıllarda ülkemizde yaşanan sağ/sol çatışmalarını anlatır.
Cumhuriyet Türküsü, Cumhuriyet’in ilk on yılının panoraması gibidir.
Nisan Yağmuru, Bir Ben Var Bende Benden İçeri ve Bukağı, tasavvufi içeriklidir.

Sevinç Çokum
Romanlarında sosyal ve tarihsel konulara yer verir.
Zor’da 70’li yılların siyasi olaylarına yer verir.
Bizim Diyar ve Ağustos Başağı yakın dönemin tarihi olaylarını ele alır.
Hilal Görününce Kırım Savaşı’nı konu edinir.
Gül Yüzlüm ve Gece Rüzgârları 70’li yıllardan itibaren ülkemizde yaşanan değişim ve dönüşümleri, insanların ruh hallerini irdeleyerek anlatır.

Nazan Bekiroğlu
Yusuf ile Züleyha konusunu Kur’an’daki Yusuf kıssasından alır.
İsimle Ateş Arasında isimler ve o isimlerin anlamları hakkındadır.

Fatma Karabıyık Barbarosoğlu
Hiçbiryer ülkemizin son 50 yılının toplumsal olaylarına değinir. Romanda, Şahin adlı karakter üzerinde köy-kent çatışması, büyük şehrin sıkıntıları anlatılır.

Toplumcu – gerçekçi Çizgideki Yazarlarımız

Suat Derviş
Yazın hayatına popülist romanlarla başlayıp daha sonra toplumcu-gerçekçi çizgide eserler verdi. Çoğu romanı kadın kahramanın gözünden anlatılır. Romanlarındaki kadın, kimliğini kazanma peşindedir.
Başlıca eserleri;
Kara Kitap, Hiçbiri, Fatma’nın Günahı, Buhran Gecesi, Gönül Gibi, Emine, Hiç, Çılgın Gibi, Ankara Mahpusu, Fosforlu Cevriye, Aksaray’dan Bir Perihan

Sevgi Soysal
Eserleriyle kadın sorununu Türk romanın temel meselelerinden biri haline getirmiştir.
Şafak, bugün artık sosyolojik değeri olan bir romandır. Tante Rosa yazarın yakın çevresini anlatır.

Füruzan Tekil
Güz Mevsimidir ve 47’liler’de sol ideoloji ön plandadır.
Berlin’in Nar Çiçeği’nde Almanya’da çalışan Türk işçilerini anlatır.

Popüler Romancılar
Yayınlandıkları dönemde ilgi gördüyse de zamanla tozlanan ve unutulmaya terk edilen eserler vermiş romancılarımız; Kerime Nadir, Muazzez Tahsin, Mükerrem Kamil, Cahit Uçuk, Peride Celal, Meliha İlksel vs.

Modernizmin İzindeki Romancılarımız
Nezihe Meriç
Korsan Çıkmazı’nda denize çıkan bir sokakta oturan iki arkadaşın iç dünyasını diyaloglar aracılığıyla aksettirilir.

Adalet Ağaoğlu
Bütün romanlarında Türk toplumundaki sosyal değişimleri kadın eksenli olarak ele alır.
Bir Düğün Gecesi’nde 12 Mart döneminin siyasi ve sosyal hayatını işler. Toplumun farklı kesimlerinden kişileri bir düğünde bir araya getirir.
Ruh Üşümesi’nde de fon olarak 12 Mart yerini alır. Bir lokantada birbirini tanımayan kadın ve erkek karakterlerin hayalleri üzerine kuruludur.

Leyla Erbil
Bütün eserlerinde tabu olarak kadın algısı sorgulamıştır.
Tuhaf Bir Kadın’da kadının toplumdaki yerini sorgular.
Karanlığın Günü’nde kendi kuşağının sorunlarını bir kadın gözüyle değerlendirir.
Mektup Aşkları, mektuplar üzerinden kurgulanmış bir aşk romanıdır.
Cüce, toplumsal eleştiriler yaptığı bir eseridir.

Ayla Kutlu
Bir Göçmen Kuştu O ve devamı niteliğindeki Emir Bey’in Kızları’nda Kafkas göçmeni bir ailenin Anadolu serüvenini işler. Bu seri roman, Milli Mücadele yıllarında başlayıp modern Türkiye’nin kuruluşuyla devam eder.

Oya Baydar
Kedi Mektupları, kedilerin gözünden toplumun yapısını sorgular.
Hiçbir Yere Dönüş, Berlin duvarının yıkılışı ve solcuların yaşadığı hayal kırıklıklarını anlatır.
Sıcak Külleri Kaldı, 1960 sonrası Türkiye’nin siyasi ve sosyal yapısını anlatır.
Erguvan Kapısı, bir önceki romanın devamı niteliğindedir.

Aylin Kulin
Adı Aylin, kökleri Giritli Mustafa Naili Paşa’ya uzanan bir ailenin kızı olan Aylin Devrimel’in hayat hikâyesidir.
Füreya, ilk kadın seramik sanatçımız Füreya’nın hayat hikâyesidir.
Türkân, Türkân Saylan’ın hayat hikâyesidir.
Köprü, Erzincan valisinin Başbağlar’a yapılmasını istediği köprü inşaatı sürecinde yaşanan bürokratik saçmalıklar anlatılır.
Nefes Nefese, Alman Harbi’nde Yahudileri soykırımdan kurtarmaya çalışan Türk diplomatlarını anlatır.
Gece Sesleri, Egeli bir ailenin hayat hikâyesidir.
Veda, Umut, Hayat ve Hüzün adlı romanlarında kendi ailesini konu edinir.
Veda, Esir Şehirde Bir Konak
Roman, yazarın ailesinin Milli Mücadelede yaşadıklarını anlatır.
O dönemde maliye nazırı olan dedesi Ahmet Reşat Efendi, İstanbul Hükümeti’nden yana tavır alır. Romanda, İstanbul’un işgal yıllarındaki görüntüsü, aydın çevrenin yaşam tarzı ve konak çevresi anlatılır.
Ahmet Reşat Efendi’nin yeğeni Kemal, Sarıkamış gazisidir. Hastadır ve konakta yaşamaktadır. Kemal’le ailenin yakını Doktor Mahir ilgilenir. Çerkez kız Mehpare, Kemal’in hemşiresidir. Kemal, İttihat ve Terakki ve buna paralel olarak Anadolu hareketini desteklemektedir. Ahmet Reşat Efendi ile siyasi konularda çatışır durumdadır. Romanın sayfaları ilerledikçe Ahmet Reşat Efendi’nin düşünceleri Kemal’in düşünce çizgisine doğru kaymaya başlar. İstanbul’un İngilizler tarafından işgali, düşüncelerindeki dönüşümde belirleyici olur. 

Aysel Özakın
Alnında Mavi Kuşlar adlı romanı feminist düşünce çizgisinde bir eserdir. Romanda hikâyesi anlatılan Armağan isimli kadın karakter, annesinin erkeklerden nefret etmesi yönündeki tembihleriyle yetişmiş biridir.
Genç Kız ve Ölüm, Cumhuriyetin ikinci kuşağının birinci kuşağı sorguladığı bir romandır.

Pınar Kür
Kadın problemlerini ve toplumsal meseleleri konu edinir.
Yarın Yarın, Şeyda ile Selim’in aşkını anlatırken 68 kuşağının ideolojik yapısını sorgular.
Küçük Oyuncu, konusunu bir tiyatro çevresinden alır.
Asılacak Kadın, cinsel bakımdan sömürülen ve sonunda cinayete sürüklenen bir kadını konu edinir.
Bir Cinayet Romanı iç içe geçmiş iki ayrı romandır.
Sonuncu Sonbahar yine bir cinayet romanıdır.

İnci Aral
Kadın sorunlarını konu edinir.
Hiçbir Aşk Hiçbir Ölüm, bir anne ile kızını anlatır. Anne sürekli olarak kızına yol göstermeye çalışır.

Nazlı Eray
Romanları hayal gücü yönünden çok zengindir. Fantastik unsurlara yer verir.

Duygu Asena
Kadının Adı Yok, feminist çevrelerin başucu kitabı olmuştur.

Erendiz Atasü
Dağın Öteki Yüzü, Cumhuriyetin ilk kuşağını anlatır.
Gençliğin O Yıkıcı Mevsimi, genç bir kadının cinselliğini fark etmesi ve dünyasının değişmesini anlatır.
Bir Yaşdönümü Rüyası, Türk toplumunun kadına bakışını Feride karakteri üzerinden anlatır.

Buket Uzuner
İki Yeşil Su Samuru, bir kadının düşsel ve fantastik dünyasını anlatır.
Uzun Beyaz Bulut, milliyetçilik ve emperyalizm gibi konuları Çanakkale’de dedesinin izini süren batılı bir genç üzerinden sorgular.

Latife Tekin
Toplumdan ve siyasal çatışmaları işleyen eserler yazmıştır.

Elif Şafak
Pinhan, tarih ile masalı iç içe işler.
Şehrin Aynaları, büyük şehir insanının değerler çatışmasını işler.

Ünite 7
Gelenekçi Romanın Özellikleri ve Gelişimi
Toplumda gelenekçilik, toplumun kültür değerlerine ilişkin farkındalık oluşturmaya yöneliktir.
Gelenekçi roman aileyi ve aile içi değerleri yücelten özellikle arz eder.
Toplumun değerleriyle barışıktır.
Romantizm, hâkim tavırdır.
Klasik olay örgüsü uygulanır. Kronolojik zaman sırası uygulanır.
Hâkim bakış açısıyla olaylar değerlendirilir.
Estetikten ziyade etik kaygılar önde tutulur.
Millî duygular, İslami hassasiyetler öne çıkar.
Yerel ağızlara yer verildiği gözlenir.
Romanda olaylar verilmek istenen mesaj doğrultusunda gelişir.

Mizancı Murat’ın “Turfanda mı Yoksa Turfa mı?” ve Halide Edip’in Yeni Turan’ı gelenekçi yazının ilk örnekleridir. Her ikisinde de milli ütopya mevcuttur.
Her iki romanda da batıya karşı millî değerlere ve kaynaklar yönelmek zarureti tez olarak kullanılır.

Safiye Erol
Kadıköy’ün Romanı, medeniyet çatışmaları çerçevesinde kurgulanmıştır. Millî değerlerine yabancılaşmış Boğaziçi sosyetesi anlatılır.
Ülker Fırtınası, batı müziği icracısı Nuran’la doğu müziği icracısı Sermet çevresinde bu iki medeniyet incelenir.
Ciğerdelen, doğu – batı kıyaslaması Macaristan coğrafyasında Türk uç beylerinin destansı anlatımıyla nakledilir.
Dineyri Papazı, yoksul Gülbün ile varlıklı Ayhan arasında mistik unsurlar ihtiva eden bir aşk romanıdır. Aşk, iki ayrı kişide farklı anlamlar taşır.

Samiha Ayverdi
Romancılığını son dönemlerinde tasavvufi konulara ağırlık vermiştir. Bu dönem eserlerinde Cumhuriyet öncesi geleneksel toplum hayatına ayna tutar.

Hüseyin Nihal Atsız
Türkçü-milliyetçi düşüncenin öncü isimlerindendir. Cumhuriyetin inşa etmeye çalıştığı kimliğe Orta Asya’daki kültürel değerlerimizi katmayı amaçlar. Bozkurtların Ölümü ve Bozkurtlar Diriliyor adlı romanları Türk milletinin kahraman idarecilere sahip olduğu dönemlerdeki değerlerini anımsatır.
Deli Kurt’ta Fetret Devri’ni anlatır. Ruh Adam ise aşkın nedensizliği ve insanın kader karşısındaki çaresizliğini anlatır.

50’li yıllarda Cengiz Dağcı eserleriyle gelenekçi edebiyata katkı yapar. Kırım Türklerinin Ruslardan gördüğü baskı ve zulümleri anlatır.
Korkunç Yıllar adlı eseri otobiyografik özellikler taşır. Eserlerinde vatan sevgisi, dostluk, fedakârlık gibi duygular yüceltilir.

60’lı Yıllar
Siyasi çalkantıların başladığı dönemdir.
Menderes’in politikalarının da etkisiyle daha önce hep batılı değerleri anlatan eserler, bu dönemden itibaren yerli unsurlara daha fazla yer vermeye başlarlar.

Münevver Ayaşlı
Pertev Bey ve ailesini anlatan eserlerinde konak hayatı içinde geleneksel Türk ailesini resmeder.

Tarık Buğra
Gelenekçi romanın en nitelikli ürünlerini verir. Hemen bütün romanları Türk toplumun değerleri üzerine kuruludur.
Yalnızlar, Dr. Rıza karakteri üzerinden yozlaşma ve çürümeye karşı hayatı savunur.
Küçük Ağa ve devamı niteliğindeki Firavun İmanı, savaş vurguncuları ve bunların karşısındaki erdemli insanları tasvir eder.
İbişin Rüyası, ortaoyunu temsilcilerinden Nahit’le canlandırdığı İbiş arasındaki gelgitler üzerine kuruludur.
Dönemeçte, çok partili geçiş sürecini ele alır. Bir Anadolu kasabasında aydın sıfatlı kişilerin toplumdan uzak, kişisel hesapları peşinde koşmalarını eleştirir.
Yağmur Beklerken romanında işlediği kuraklık, Türk siyasi hayatında gözlediği verimsizliğin alegorisidir.

70’li Yıllar
Milli değerlere yönelme ihtiyacı bu dönemin pek çok romanında dikkat çeken unsurdur.

Abbas Sayar, eserlerinde Anadolu merkezli insanı ve çevreyi tasvir eder.

Bahaeddin Azkişi, Köse Kadı eseri Osmanlı akıncılarını anlatır. Sokakta, materyalizmin maneviyattan yoksun yüzünü tasvir eder.

Tahir Kutsi Makal, Anadolu insanının hayatını tasvir eder.

Emine Işınsı, Küçük Dünya, şehirli küçük aydın tipini tasvir eder. Birçok romanında Türkiye dışında yaşayan Türklerin yaşantısını anlatır.

Sevinç Çokum, romanlarında geleneğe yaslanan bir tavır sergiler.
Zor’da Nesrin ve Ulvi Dayı geleneksel değerleri, Cevdet ve Enise genç kuşakları temsil eder ve aralarındaki çatışma işlenir.
Bizim Diyar, Osmanlı Devleti’nin çöküş yılları, Balkan ve Rumeli göçleri işlenir.
Hilal Görününce, Kırım Harbi’nde Kırımlı Nizam Bey’in yurduna tutunma çabası, Kırım Türklerinin örf ve adetleri anlatılır.
Ağustos Başağı, Milli Mücadele yıllarında Söğüt ve çevresindeki cephe tasvir edilir.
Gülyüzlüm, İstanbul’a göçle birlikte yaşanan kültürel yozlaşmalar işlenir.
Çırpıntılar, göçten vesile parçalanan aileler anlatılır.
Tren Buradan Geçmiyor, kültürel yabancılaşmanın bir sonucu olarak kimliksizleşmeyi ele alır.
Yoklar, kendine milli meseleleri dert edinmiş aydın tipini tasvir eder.
Zincir, 1977’de yayınlanmış olan bu roman SSCB’nin dağılacağını müjdeleyen bir kurguya sahiptir.
Uyanmak, Anadolu manzaraları ihtiva eder.
Acı Su, Seyhun Irmağı kıyısında bir yerde kolonyalizmin acımasız yüzü tasvir edilir.
Gurbet Ölümleri, Avrupa’nın dört bir yanına savrulmuş Anadolu insanlarının vatanlarından uzak kalınca hissettikleri birlik olma ihtiyacına vurgu yapar.
Beyler Aman, Aşiret beyi Sarı Mustafa ile Halk Fırkası müfettişi Çolak Sami arasındaki çatışmayı konu edinir. Tek parti iktidarının zulümlerine ayna tutar.
Sultan/Köln, kültür çatışmasından dağılan bir ailenin dramını anlatır.
Dönüş, Türk-Ermeni meselesi bir kaplumbağanın gözünden nakledilir. Romanda Rus ordusuyla işbirliği yapan Ermenilerin Anadolu köylerinde neler yaptığı anlatılır.

Tarihi Roman ve Gelenek
Nihal Atsız’ın romanlarıyla başlayan gelenekçi tarihi roman, 70’li yıllarda çağımızın Dede Korkut’u olarak tanınan Necati Sepetçioğlu ve Yavuz Bahadıroğlu ile devam eder.

Necati Sepetçioğlu
Kilit, Anahtar ve Kapı adlı romanlarıyla Malazgirt ve sonrasını romanlaştırır. Selçuklu ve Osmanlı Devleti tarihinden çeşitli konuları romanlaştırır. Konak, Çatı, Üçler Yediler Kırklar ile Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarını anlatır.
Bu Atlı Geçide Gider ve Karanlıkta Mum Işığı, Kayı boyunun aşiretten devlete yürüyüşünü konu edinir.
Darağacı, Ankara Savaşı sonrası yaşanan kargaşa ortamını konu edinir.
Sabır, II. Murat dönemi ve dönemin ermişlerini anlatır.
Ebem Kuşağı, Osmanlı’nın kuruluş yıllarında meydana gelen Düzmece Mustafa isyanını konu edinir.
Cevahir ile Sadık Çavuş’un Buğday Kamyonu, İnönü döneminde Anadolu köylüsünü anlatır.
Gece Vaktinde Gündönümü-İstanbul’un Fethi, …ve Çanakkale I, II, III, Döndüler, Kutsal Mahpus ve Sabır Ağacı Kıbrıs’ın tarihini özetler.

Yavuz Bahadıroğlu
Tarihi romanlarında dini ve milli değerleri öne çıkarır. Tarihi romanların dışında güncel konulara değindiği romanlar da yazmıştır.

Ahmet Yılmaz Boyunağa
Kırık Hançer, Hinduların elinde bulunan Gazneli Mahmut’un ordusuna karşı kullanılacak olan kutsal hançeri bulmak için akıncıların verdikleri mücadeleyi anlatır. Fetih Sancakları’nda Preveze Savaşı’nı, Hind Sularında, Seydi Ali Reis’in Hint Okyanusu’ndaki seferlerini, Endülüs Şahini, İber yarımadasının fethini, Kan ve Gül, Altınordu devletinin Müslüman oluşunu anlatır.

80’li Yıllar
Mustafa Miyasoğlu
Kaybolmuş Günler, 60’lı yıllardan itibaren birkaç neslin yaşamını hikâyeleştirir. Roman, 68 kuşağına farklı bir pencereden bakar.
Dönemeç, Anadolu insanının umut ve sevinçlerini işler.
Güzel Ölüm, Şakir ile Serpil arasındaki aşk ilişkisi romanın öne çıkan motifidir.
Bir Aşk Serüveni, aşk kavramı, algısı hakkındadır.

Rasim Özdenören
Gül Yetiştiren Adam, modernleşme ve yanlış batılılaşmayı anlatır.

Mehmet Niyazi
Ölüm Daha Güzeldi, Azeri Türklerinden Tahir Mihmandarlı’nın ülkesinde yaşadığı sıkıntıları anlatır.
 Yazılmamış Destanlar, Balkan Savaşlarını, Çanakkale Mahşeri, savaştaki cepheleri, Yemen ah Yemen! Yemen cephesinde yaşananları, Plevne, Osmanlı-Rus savaşının kilidi olan Plevne’yi anlatır.

Osman Çeviksoy
Anadolu insanını ve temel sorunlarını (göç gibi) konu edinir.

Nazan Bekiroğlu
Romanlarını tasavvufi ve İslami motiflerle süsler. Yusuf ile Züleyha’dan sonra yazdığı İsimle Ateş Arasında, Padişah ile yeniçeriler arasındaki güç/iktidar çatışmalarını konu edinir.
Lâ-Sonsuzluk Hecesi, Âdem ile Havva kıssasından yola çıkarak varoluş, isyan ve teslimiyet gibi kavramlar etrafına bir kurgudur.

İskender Pala
Tezli ve popülist romanlar yazmaktadır. Katre-Matem’de Lale devrini fon olarak kullanır. Şah Sultan’da Yavuz Sultan Selim ile Şah İsmail arasında kıyaslamalar yapar (daha çok Şah İsmail’den yana bir tavır sergiler).

Sadık Yalsızuçanlar
Yakaza’da taşrada görev yapan bir öğretmenin uyku ile uyanıklık arasındaki gelgitlerini öne çıkarır. Roman, gerçekliği sorgulamaya çalışır.
Gezgin’de İbn Arabi’yi hikâyeleştirir.
Anka’nın kahramanı Niyazi Mısrı’dir.
Vefa Apartmanı’nda Menderes dönemi konu edinir.

Ünite 8
Türk Romanında Yeni Bir Tarz: Biyografik Roman
Gerçek kişileri roman kurgusu içinde anlatan metinlere edebi biyografi veya biyografik roman denir.
Romana konu olan kişinin etraflıca portresi verilir.
Gerçeği anlatmak üzere kurgu tekniklerini kullanmak biyografik romanın sanat değerini düşürür. Gerçeklere bağlı kalma endişesi, yazan kişinin yaratıcılığını gölgeler.
Romanda kullanılan gerçek hayata ait materyaller fazlalaştıkça, romandan belgesele yönelen bir eğri ortaya çıkar.
Biyografik roman kurgularında çoğunlukla üçüncü kişi anlatımı kullanılır.
Yazarlar genellikle hayranlık duydukları kişilerin hayatını romanlaştırmaktadır.
Biyografik romana konu olan kişi genelde yazarın sosyal ilişkisi olan bir kişidir.
Biyografik romanlara dâhil edilen fotoğraflar, eserin belgesel hüviyeti kazanmasını sağlayan yardımcı gereçlerdendir.

1936 yılında Peyami Safa, Roman ve Biyografi adlı makalesinde Türk edebiyatında biyografik romanın eksikliğine dikkat çeker. Buna sebep olarak Türk romanının olay merkezli akışını ve romancılarımızın insan ruhunu görememesini öne sürer.

Vâlâ Nuderrin: Baltacı ile Katerina (1928) biyografik romanın ilk örneklerindendir. Romanda gerçek kişiler üzerinden hayali bir ilişki tasvir edilir.
Abdullah Ziya Kozanoğlu: Seydi Ali Reis, Malkoçoğlu, Battal Gazi Destanı, Cengiz Han’ın Hazineleri
Feridun Fazıl Tülbentçi: Yavuz Sultan Selim Ağlıyor, Barbaros Hayrettin Geliyor, Turgut Reis, Cem Sultan, Hürrem Sultan, Kanuni Sultan Süleyman. Bu saydığımız romanlarda kurmaca unsurları fazladır.
Hasan Ali Yücel’in Goethe: Bir Dehanın Romanı, biyografi türünün asıl ilk örneği olarak kabul edilebilir.
Mehmet Emin Erişirgil: Ziya Gökalp: Bir Fikir Adamının Romanı, Mehmet Akif: İslamcı Bir Şairin Romanı.
İlhan Selçuk: Yüzbaşı Selahattin’in Romanı, Çanakkale, Balkan Savaşları, İran ve Kafkas cephelerinde savaşan, 1919’da 25 yaşında yüzbaşı olarak İstanbul’a dönen Selahattin Yurtoğlu’nun anılarından yola çıkılarak yazılmıştır.
Halikarnas Balıkçısı: Uluç Reis, Turgut Reis

Oğuz Atay
Bir Bilim Adamının Romanı: Mustafa İnan, biyografik roman türünün en yetkin örneğidir.
Mustafa İnan, yazarın İTÜ’nden hocasıdır. Yazar, Mustafa İnan’ın şahsında bir dönemin idealizmini yansıtır.
İki bölümden oluşan romanın birinci bölümünde Mustafa İnan’ın doğumundan öğrenim hayatının sonuna kadarki dönem, ikinci bölümde ise hocalığından ölümüne kadarki süreç dikkatlere sunulur.
İmkânsızlıklarla dolu bir hayata sürdüğü dönemlerde başarıyla eğitimini tamamlayan, dünyaca ünlü bir bilim adamı olan, kendisine sunulan maddi imtiyazları reddeden, ülkesine ve milletine bağlı tam bir idealisttir Mustafa İnan.

Necip Fazıl Kısakürek: Kafa Kâğıdı adlı romanı tamamlanamamış bir eserdir.
Necati Cumalı: Viran Dağlar adlı eseri biyografik roman türündedir. Dayısı Zülfikar Bey’in Balkanlarda Osmanlı Devleti’nin dağılmaması için verdiği mücadeleyi anlatır.
Burçak Çerezcioğlu: Mavi Saçlı Kız adlı eseri, lösemi hastası yazarın hastalık sürecinde yaşadıklarını anlattığı otobiyografik bir romandır.
Zeynep Oral: Tutkunun Romanı Leyla Gencer, opera sanatçısı Leyla Gencer’in hayat hikâyesini konu edinir.

Kenize Murad’ın Saraydan Sürgüne adıyla Türkçeye çevrilen De la part de la princesse morte adlı eseri, yazarın annesi Selma Sultan’la ilgili biyografik bir romandır.

Hıfzı Topuz
Meyyâle: yazarın büyükannesinin biyografisidir. Çocuk yaşta Kafkasya’dan İstanbul’a getirilen ve saray alınan Meyyâle’nin sarayda yaşadıkları, yaptığı evlilikler romanın konusunu oluşturur.
Taif’te Ölüm: Mithat Paşa nezdinde Osmanlı Devleti’nin son dönemleri, çağdaşlaşma çalışmaları romana konu edilir.
Paris’te Son Osmanlılar – Mediha Sultan ve Damat Ferit: 19. yüzyılın ortalarından itibaren Paris’i merkez alan Jön-Türklerin Osmanlı Devleti’ne ve padişahlık rejimine karşı verdikleri mücadeleler romana konu edilir. Sultan Abdülmecit’in kızlarından Mediha Sultan’ın aşkları, evlilikleri ve çileli hayatı romanın merkez kurgusunu oluşturur.
Gazi ve Fikrîye: Mustafa Kemal’in “beni iki kadın sevdi, biri kendim için, diğeri mevkiim için” sözünün ilk bölümünde işaret ettiği kişidir Fikrîye. Mustafa Kemal, Latife ile evlenince Fikrîye intihar etmiştir.
Abdülmecit - İmparatorluk Çökerken Sarayda 22 yıl: 16 yaşında tahta çıkan, Mustafa Reşit Paşa’nın çabalarıyla Tanzimat’ı ilan eden, romanesk hayat yaşamış olan zayıf ruhlu ve iradeli padişah Abdülmecit’in hayatı romana konu edilir.
Hava Kurşun Gibi Ağır: Nazım Hikmet’in hayat hikâyesidir.

Ayşe Kulin
Yazar, kuzeni Aylin Devrimel’in hayatını Adı Aylin romanında anlatır.
Seramik sanatçısı Füreya Korel’in hayatını Füreya adlı romanında anlatır. Kılıç Ali’nin eşi olan Füreya’nın portresinin yanı sıra romanda Cumhuriyet’in ilk yılları da resmedilir.
Köprü adlı romanında portresi verilen vali, Recep Yazıcıoğlu’nun kişiliğiyle örtüşmektedir.
Veda – Esir Şehirde Bir Konak adlı eserinde büyük dedesi, Osmanlı’nın son maliye nazırı Ahmet Reşat Bey ve ailesinin hayat hikâyesi nezdinde çöküş sürecindeki devlet ile yeni bir gelecek kurmak endişesindeki Türk aydınlarının portresi resmedilir.
Türkân, Türkân Saylan’ın hayat hikâyesidir.

Beşir Ayvazoğlu: Bozgunda Fetih Rüyası, Yahya Kemal’in hayatının 1912-1922 yılları arasındaki dönemini konu edinir.

Attila İlhan
Allah’ın Süngüleri – Reis Paşa, Mustafa Kemal’in Reis Paşa sıfatıyla Anadolu’ya geçmesi ve Milli Mücadeleyi örgütlemesi romanın konusudur.
Gazi Paşa adlı eserinde Milli Mücadele yıllarında Mustafa Kemal’in hayatını konu edinir.  

Sadık Yalzısuçanlar
Gezgin, İbni Arabî’nin ruh dünyasına yolculuk niteliğindedir.
Cam ve Elmas, Harakanlı bilge Ebu’l Hasan’ın hayatı Kars’a film çekimi için giden bir kameramanın gözünden nakledilir.
Şey – Bir Ömer Hayyam Anlatısı, Ömer Hayyam’ı, Anka ise Niyazi Mısrî’yi konu edinir.

Fatma Karabıyık Barbarosoğlu: Fatma Aliye – Uzak Ülke adlı eserinde ilk Türk kadın romancı Fatma Aliye’nin hayatını anlatır.

Yavuz Bahadıroğlu: Selahaddin Eyyubi, IV. Murad, Cem Sultan
Mehmet Niyazi: Ölüm Daha Güzeldi adlı romanında Azerbaycan’dan Türkiye’ye sığındıktan sonra ağır ceza reisliği yapmış olan Tahir Mihmandarlı’nın hayatını anlatır.
Nermin Bezmen: Kurt Seyt & Shura ve Kurt Seyt & Murka adlı romanlarında dedesi ve anneannesinin hayatını anlatır.
Kurt Seyt, Mirza Eminof’un oğludur. Çarın muhafız alayında subay olduğu için Bolşeviklerin ölüm listesine girer. Ruslardan kaçarken yanında getirdiği silahları Kuvayı Milliye’ye teslim eder.
İkinci romanda Shura’dan ayrılan Seyit’in Murka (Mürivet) ile olan maceralı hayatı anlatılır.
Atilla Şenkon: Bütün Düşler Nazlı, Nazlı Eray’ın hayat hikâyesini konu edinir.
M. Talat Uzunyaylalı: Efsane Kadın – Nene Hatun, 1877-1878 yıllarındaki Osmanlı – Rus harbinde (93 Harbi) Erzurum halkını taş, kazma ve kürekle direnişe çağıran Nene Hatun adlı 20 yaşındaki gelinin hayatı konu edilir.
Hasan Öztürk: Çınarlı Köyün Muhtarı, TİP’in kurucularından Fevzi Kavuk’un hayatını konu edinir.
Naşide Gökbudak: Perina adlı romanı, Rus Çarı Nikolay’ın küçük kızı Anastasia’nın Rusya’da başlayıp Elazığ’da son bulan hayatını konu edinir.
İskender Pala: Şah Sultan, Od
Sinan Yağmur: Aşkın Gözyaşları, birinci cildinde Tebrizli Şems, ikinci cildinde Mevlana’nın hayatını anlatır.

Ünite 9
Modern Söylem
1980 Sonrası Türk Romanı
70’li yıllardan itibaren köy romanlarında bir durgunluk yaşanır. Romancılarımız bu tarihlerden itibaren aydın problemlerini romanın merkezine almaya başladılar.
Erhan Bener hemen bütün romanlarında yalnız, ürkek, çelişkiler yumağı aydın tiplerini kullanır. Ferit Edgü, yine yalnız tiplemelerini romanlarına konu eder.
Demir Özlü, aydının dünyasına renk vermek ister; Romanlarında Beyoğlu ve çevresini mekân olarak kullanıp, buralarda yaşanan renkli eğlencelerden söz eder.
Almanya’ya giden işçilerin hayatlarından kesitler sunan romanlarda da ciddi bir artış gözlenir: Bekir Yıldız, Gülten Dayıoğlu (Dönmeyenler), Tarık Dursun K. (Bağrıyanık Ömer ile Güzel Zeynep), Dursun Akçam (Almanya’nın Zencileri, Almanya’nın Üvey Çocukları), Zülfü Livaneli (Arafat’ta Bir Çocuk), Yüksel Pazarkaya (Oturma İzni), Abbas Sayar (Dik Bayır), Necati Tosuner (Sancı Sancı), Tekin Sönmez (Yeryüzü Gurbeti)…
Tutukevlerinde yaşanan anı-romanlar Kerim Korcan (Linç, İdamlıklar), Mehmet Kemal Kurşunoğlu (Sürgün Alayı), romanlarında yeni teknikler deneyen Yaman Koray (Deniz Ağacı, Gelintaşı, Mola, Sığırcıklar, Büyük Orfoz), işsizlik, yoksulluk gibi temalarıyla Yılmaz Güney, Burhan Günel (Ökçe, Umut Zamanı, Acının Askerleri), kent insanının sorunlarını konu edinen İnci Aral, Selim İleri, Güven Turan dönemin öne çıkan isimleridirler.

Selim İleri
Romanlarında anlattığı sıra-dışı aşklarla dikkat çeker. Ölünceye Kadar adlı romanında Süha Rikkat adlı bir kadının hayatına giren iki erkek ile olan birlikteliği ve ayrılık nedenlerini sorgular.
Yarın Yapayalnız adlı romanında Handan Sarp isimli soprano ile Elem adlı genç kızın hüzünlü aşkını anlatır. Farklı iki kültürü aşkın potasında eriten yazar bu eseriyle çokça eleştiri almıştır. Romanda olaylar, Handan Sarp’ın Selim İleri’yi arayıp yaşadıklarını romanlaştırmasını istemesiyle başlar.

Alev Alatlı
Eleni ve Tahsin’in evliliklerini anlattığı ilk romanı Yaseminler Tüter Mi Halâ adlı romanından sonra Or’da Kimse Var Mı üst başlığı altında yayınlanan seri romanlarında Türk siyasi gelenekleri ve aydın çatışmalarını işler.

Duygu Asena, Paramparça’da kadın gözüyle erkeğin dünyasını anlatmaya çalışır.
Feyza Hepçilingirler’in Tanrı Kadın’ı kadını yücelten adeta tanrılaştıran bir kurguya sahiptir.
Nezihe Meriç, Korsan Çıkmazı, Alagün Çocukları, Boşlukta Mavi gibi romanlarına kadının toplumdaki yerini sorgulamıştır.
Salah Birsel, Dört Köşeli Üçgen adlı ironik eseri toplumsal alışkanlıklarımızın eleştirel bir değerlendirmesi niteliğindedir.
Rıfat Ilgaz, eğitim sorununu mizahi dille anlattığı Hababam Sınıfı’nın yanı sıra çok sayıda eseriyle 70’li yıllarda geniş okur kitlelerine ulaşmıştır.

70’li yıllarda nicelik olarak ilerleme kaydeden Türk romanı nitelik olarak hızla değer kaybetmiştir. Oğuz Atay ve Yusuf Atılgan, bu dönemin mücevherleridir.
Aylak Adam adlı eseriyle Atılgan’ın toplum düzeni için birtakım eleştiriler getirirken çözüm üretmekten kaçınması ve romanın sonunu her türlü yoruma açık bırakması gerçek sevginin bu dünyada olmadığına inanmasından gelmektedir.

Post-Modern Eğilimler
80’lerden itibaren anlatılan konudan ziyade konunun nasıl anlatıldığı önem kazanmaya başlar. Sıradan insanın karakter olarak öne çıkması yine bu dönemdedir. Bilge Karasu, Pınar Kür, Nazlı Eray ve Orhan Pamuk yenilikçiler arasında öne çıkan isimlerdir.
Orhan Pamuk
Yeni Hayat
Tamamen üst kurmaca özellikle taşına eserde belli bir zaman ve mekândan söz edilmez. Anlatılanlar kahramanın iç dünyasında başlar ve biter. Mekân olarak Viranbağ, ışıktan ülke, dönüşü olmayan ülke, altın ülke gibi hayali simgeler karşımıza çıkar.
Eserde konudan ziyade anlatım ön planda tutulmuştur.
Kara Kitap
Eserin hemen başında verilen Galip, Celal ve Şehrikalp gibi isimler okuru doğu anlatılarına hazırlar. Galip’in Rüya’yı aramak üzere başlayan yolculuğu Hüsn ü Aşk’taki Aşk’ın ve Mantık’ut Tayr’daki Simurg’un yolculuğunu hatırlatır.
Galip, Şehrikalp apartmanına ulaştığında Celal’e dönüşür ve kişiliği böylece tamamlanmış olur; o artık bir yazardır.  

Pınar Kür, Asılacak Kadın cahillik, bencillik ve çaresizlik kıskacındaki bir kadının dramını anlatır.
Bir Cinayet Romanı üst kurmaca bir metindir. Romanda olaydan ziyade anlatımın üzerinde durulmuştur.

Bilge Karasu
Sevgi, dostluk, korku, tutku, ölüm gibi temalar etrafında özgün bir üslupla öykü ve romanlar yazmıştır.
Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı’nda okurlarıyla sohbet edercesine hayatı sorgular.
Göçmüş Kediler Bahçesi, dış dünyanın olumsuzluklarından arınmaya imkân veren bir masal dünyasıdır.
Gece, anlatıdan ziyade bir düşünce metnidir. Anlatının ardında askeri darbeler fon olarak varlığını hissettirir. Anlatılmak istenen sadece siyasi ve askeri baskı olmadığı için bu konu fazla deşilmiyor. Karanlıkla örülmüş gecede dilin gündelik sınırlarının dışına çıkarak düş gücünü harekete geçirerek anlatım imkânlarını sonuna kadar zorlar.
Kılavuz, fantastik unsurlar barındıran üst kurmaca bir romandır. Tatil için sahil kasabasına giden Uğur, burada Mümtaz adlı yaşlı bir adam refakatçi olur. Romanın dış çerçevesi 15 günlük bir tatille sınırlıdır.

Adalet Ağaoğlu, Bir Düğün Gecesi
Latife Tekin, popüler tartışmalar üzerinde kurguladığı siyasi içerikli romanlarıyla dikkat çeker.
Berci Kristin’in Çöp Masalları’nda yoksulluk, masal öğeleriyle harmanlanarak anlatılır. Unutma Bahçesi, yaşadığı dönemin sanat ortamını ve siyasi gündemini ele alır.
Sevgili Arsız Ölüm, şehrin bir kenar semtinde, fabrika atıkları, çöp yığınları içinde yaşamaya çalışan bir ailenin hikâyesini anlatır. Ailenin despot babası Huvat ve onun hurafeleri romanın renkli unsurlarıdır.
Nazlı Eray, fantastik gerçekçiliğin Türkçedeki yegâne temsilcisidir. İmparatorun Çay bahçesi ve Aşkı Giyinen Adam’da düşle gerçek arasında okurunu varlık sorununa götürür. Arzu Sapağında İnecek Var, birbirini tanımayan kişilerin Nazlı Eray’ın evine gelip kendisiyle söyleşi yapmak istemeleriyle başlar. Fantastik unsurlarla anlatı devam eder.
Aşkı Giyinen Adam, Elyazması Rüyalar, Ayışığı Sofrası (Yedi Uyurlar’ı günümüz Ankara’sına taşır).
İnci Aral, konusu kadın ve kadın sorunları olan romanlar yazmıştır.
Buket Uzuner, İki Yeşil Su Samuru; aşk-yalnızlık, intihar-hayata bağlılık gibi zıtlıklar üzerine kuruludur. Asli karakter Nilsu, kendisine model aldığı çağdaş bir kadın olan arkadaşı Selen’in de yardımıyla sorunlarının üstesinden gelir.
Kumral Ada Mavi Tuna’da içeriği sevgiyle doldurulmuş farklı bir ulusçuluk izlek olarak karşımıza çıkar.
Elif Şafak, Pinhan’da tarih ile fanteziyi iç içe sunar. Şehrin Aynaları ve Mahrem’de kent insanının iç çatışmalarını öne çıkarır. Bit Palas’ta bir mekânda topladığı kişilerin birbirleriyle olan ilişkileri üzerinden günümüz Türkiye’sinin insan manzaralarını aktarır. İngilizce olarak yazdığı Araf’ta doktora maksadıyla yurt dışında bulunan Ömer ve onun çevresindeki kişilerin değerleri, yeni geldikleri yabancı bir ülkede yaşadıkları çatışmalar ve nihayetinde kendilerine yabancılaşmalarını anlatır. Baba ve Piç, Ermenilerin gözünden Türkiye gözlemlerine yer verir.
Nedim Gürsel, Uzun Sürmüş Bir Yaz’da 12 Mart’ın olumsuz izlerini çocukların büyülü dünyalarıyla sağaltan kişilere yer verir. İlk Kadın’da şiirsel bir dille İstanbul’u anlatır. Boğazkesen’de Fatih’in özel yaşamını tartışmaya açar. Resimli Dünya, Boğazkesen’in devamı gibidir. Romanın arka planını Fatih dönemi İstanbul’u ve Venedik’i oluşturur.

İhsan Oktay Anar
Puslu Kıtalar Atlası, Kartezyen düşünceden yola çıkarak varlık, yokluk, hiçlik gibi kavramlar etrafında anlatılan düşsel bir yolculuktur. Kitab-ül Hiyel, hayal-gerçek çatışması etrafında güç arzusunun getirdiği hayal kırıklıklarını anlatır. Efraasiyab’ın Hikâyeleri, insan yaşamının sınırlılığına dikkat çeker. Amat ve Suskunlar’da iyi-kötü çatışmaları, sınırsız güç arzusu, ölümsüzlük düşüncesi ve açgözlülük anlatılmaktadır.
Romanlarında klasik anlatı formlarını kullanan Anar, eserin başında çerçeve olay dediğimiz ana olayı anlatır. Sonra da bu olayda yer alan kişilerin geçmişlerine uzanır.
Romanlarında tarihi atmosferi mekân olarak sonuna kadar kullanan yazar, tarihi kişiliklere yer vermekten kaçınır.
Enis Batur, Elma, Bir Varmış Bir Yokmuş ve Kravat adlı romanlarında birbirinden farklı anlatım tekniklerini polisiye anlatının imkânlarıyla birlikte sunar okurlarına.
Can Eryümlü, Ben Zaman Tanrısı, Zamanın Bittiği Yer, Son Antlaşma, Sakız’ın Gözyaşları gibi romanlarında bilim-kurgu formunu geçmiş zaman üzerinde kurgular.
Hikmet Temel Akarsu, Kayıp Kuşak ve İstanbul Dörtlüsü seri romanlarında mitolojik unsurları günümüz dünyasına uyarlar. Siberpunk kültürü ve bunun yol açtığı olumsuzluklar yazarın esas izlekleridir.
Kürşat Başar, eserlerini deneme havasında uzun tutulmuş bir cümle gibi ortaya koyar. 

2000’li yıllar roman patlaması yaşadığımız dönemin başlangıcıdır. Niceliğin girdabından kurtulmayı başaran az sayıdaki yazar arasında başarılı anlatım teknikleri sağlam kurgularıyla Gökçen Yılmaztürk (Aralık Roman), Cahide Birgül Sesveren (Ah Tutku Beni Öldürür Müsün?), Tahir Arabacı (Adı Senfoni Kalsın) sayılabilir.
Barış Bıçakçı, Yekta Kopan, Attila Şenkon gibi yazarlar eserlerinde 80 sonrasının enerjisi tükenmiş insanlarını anlatırlar.


Kitap Bitti

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder