19. Yüzyıl Türk Edebiyatı
Ünite 1
Bu yüzyılda eski ile yeni iç içedir.
Zelotizm; tehdide uğrayan medeniyetin, kabuğuna çekilerek iyice
gelenekçi olmasıdır.
Herodianizm; rakip medeniyetin maddi ve manevi silahlarını kullanmayı
öğrenmektir.
Osmanlının klasik edebiyatı ağırlıklı
olarak manzumdur.
Batılı nesrin klasik edebiyata girmesi
şiirden daha kolay olmuştur.
Klasisizmin kuralcı, şahsi yapısı gevşemeye
yüz tuttuğunda artık, barok dönem başlıyor demektir.
Kurallar yumuşar, geleneğin yerini yaratma
alır.
Osmanlının batının kültürel değerleriyle
tanışması;
a) Avrupalı sefirler ve sefaretnameler
b) Levantenler (Osmanlı topraklarında
ticaret yapmak isteyen batılı şirket çalışanlarına Levanten denir)
c) Gayrimüslim azınlıklar
d) Misyonerler
e) Mülteciler
f) Osmanlı sefirleri ve sefaretnameleri
g) Avrupalı sanatkârlar
h) Mühtediler (sonradan Müslüman olanlara
mühtedi denir)
ı) Sultanlar ve aydın memurlar
i) Ordu, askeri mektepler ve hocaları
j) Yurt dışına gönderilen talebeler
Edebiyat, Tanzimat’ın ilanıyla yenileşmeye
başlamaz.
1856 yılında Islahat Fermanı ilan edilir.
Paris Antlaşmasının ikinci maddesiyle
Osmanlı, Avrupa devleti sayılır.
Biçimsel
Değişimler
a) Divan tertibini bozarak medhiye tarzı
kasideleri divana almamak veya yerlerini değiştirmek. Gazellerin alfabetik
sırasına gelenekte olmayan bölümler ilave etmek.
b) Nadiren kullanılan veya hiç
kullanılmayan vezinlere işlerlik kazandırmak.
Hece veznini kullanmak ve bu yoldaki
şiirleri divana almak.
c) Alışılmadık redifler, Türkçe asıllı
kelimeler kullanmak. Şiirin vezinsiz ve kafiyesiz de olabileceğini söylemek.
d) Nazım şekillerinin gevşemeye başlaması.
Bahr-i tavil’i mensur şiirin atası olacak
şekilde kullanmak.
İçerikteki
Değişimler
a) Gelenekli mazmunların bir kısmını şiirin
lügatinden çıkarmak.
b) Yerelleşme, yerlileşme
c) Sade Müslümanın gündelik ihtiyaçlarını
karşılayacak didaktik bir şiir anlayışının öne çıkması.
d) 18. asırdan itibaren erkek şairler,
sevilen kadının ağzından gazeller yazmaya başlarlar, böylece kadın, şiirde
aktif bir varlık kazanmaya başlar.
e) Şair, sevdayı ve sevgiliyi daha beşeri
daha gerçekçi bir zemine indirir.
Şiir
Dilinin Değişmesi
a) 18. asırdaki mahallileşme cereyanı ve
yönetici kadronun “kaba Türk”lerden oluşması, şiir dilinin sadeleşmesinde
önemli bir etken olmuştur.
b) Dildeki sadeleşme hemen karşı kutbunu
yaratır ve Sebk-i Hindi’nin girift dilini, özel kelime kadrosunu, ilginç
terkiplerini canlandırır.
c) Azınlıkların dillerinden kelime ve
tabirlerin şiire girişi sevimli bir çeşitlilik olarak algılanır; İtalyancadan,
Fransızcadan alınma kelimelerin şiirde kullanımının gitgide yaygınlaşması,
Edebiyat-ı Cedidenin “alafrangalık”la suçlanmasına kadar uzanan bir sürecin
başlangıcı olur.
Edebiyatın gelenekli unsurlarının değişimi
yolundaki teşebbüsler zaman zaman inhitat, inkıraz gibi sıfatlarla
adlandırılmıştır.
Yenilik geleneği dönüştürürken gelenek de
yeniliğin boyutunu ve karakterini belirler. Hiçbir gelenek, çağını inkâr ederek
değişmeden kalmayı başaramazken hiçbir yenilik de köklerini geleneğe uzatmadan tutunamaz.
Her gelenek bir zamanlar yeniydi ve her yeni, bir gün geleneğin parçası olmaya
adaydır.
Ünite 2
Enderunlu
Şairler
Mülki ve askeri idarecilerin yetiştiği bu
mektep, temelde kapı kulu sınıfını yetiştirmek
için kurulmuştur.
Acemi oğlanları içerisinde çok başarılı olanlar Enderun’a alınır,
diğerleriyse “çıkma” adıyla çeşitli askeri
birliklere gönderilirlerdi.
Enderun’daki eğitim Büyük ve Küçük Odalar,
Doğancı Koğuşu, Seferli Koğuşu, Kiler Odası, Hazine Odası ve Has Oda olmak
üzere 6 kademeden oluşur.
Enderun’un ilk kademesi Büyük ve Küçük Odalardır.
Burada ilkin Türkçe, Arapça, Farsça ve Kur’an öğretilirdi. Derslere daha sonra
spor faaliyetleri eklenirdi.
Doğancı Koğuşu, padişaha ait doğan, şahin gibi hayvanları besleyip
eğitmekle mükelleftir.
Seferli Koğuşu, IV. Murad zamanında kurulmuştur. Çamaşırhane olarak açılan
koğuş daha sonra sanat faaliyetlerine tesis edilmiştir.
Kiler Odası, Fatih zamanında kurulmuştur. Burası padişaha ait
yemeklerin hazırlandığı yerdir.
Hazine Odası, sarayın kasasıdır.
Has Oda, Enderun mektebinin en seçkinlerine aittir. Görevleri
devleti idare etmektir. Has odabaşı, padişah neredeyse orada bulunur.
Çuhadar: Padişahın özel hizmetindeki
memurlara denir.
Rikaptar: Padişahın üzengisini tutan
kişidir.
Sırkâtibi: Padişahın özel habercisidir.
Anahtar Ağası: Enderun’un rutin işlerinin
takibini yapan kişidir.
Enderunlu
Şairler
Enderun Tarihi yazarı Tayyarzade Ata, beş ciltlik eserinin
dördüncü cildini şairlere ayırmıştır.
Ahmet
Refi, tezkiresinde Enderun’da
yetişmiş hattatlar, musikişinaslar ve şairlerden söz etmektedir.
Akif, Mirat-i Şiir adlı eserinde 23 Enderunlu şaire yer
vermiştir.
Hane-i
Hassa Şairleri
Tüfenkçibaşı
Mehmet Arif
1757’de İzmit’te doğdu. 1826’da İstanbul
kadısı oldu.
Hasan
Yaver
Divan
sahibidir.
1765’te doğdu, asıl adı Hasan’dır.
Şiirlerinde sosyal konulara yer vermiştir.
Nazif
Hırka-i Şerif hizmetinde bulundu. 1845’te
Hazine Kathüdalığı yaptı.
Rifat
Naşit
Ahmet Ratip Paşa’nın oğludur. Yetenekleri
sayesinde padişahın nedimi ve musahibi olmuştur.
Daha çok hikemi şiirler yazmıştır.
Raik
Asıl adı Ali’dir. Kâtiplik ve kethüdalık
yapmıştır.
Hazine-i
Hümayun Şairleri
Şakir
Asıl adı Mehmet’tir.
Divan
sahibidir.
Kilk
ü Dil adlı mesnevisinden 1762’de
İstanbul’da doğduğu anlaşılmaktadır.
İbadi
Farsça şiirlerinin bazılarında Hafız
mahlasını kullanmıştır.
Nedim
Asıl adı Mahmut’tur.
İbrahim
Ferit
1842’de surre emini olarak Hicaz yoluna
çıkmış, yolda ölmüştür.
Nısfet
Asıl adı Mustafa’dır.
Esat
Kapıcıbaşılığa kadar yğkselmiştir.
Reşit
Asıl adı Mehmet’tir.
Kilar-ı
Hassa Şairleri
Hamit
Asıl adı Mehmet Tayfur’dur.
Fenni
Sultan Mustafa zamanında sır kâtipliği
yapmıştır.
Feyzi
Arif-i
Diger Mehmet Ağa
II. Mahmut zamanında kapıcıbaşı olmuştur.
Raif
Hamid-i
Diger
Divan’ı
ölümünden sonra Cavit Ahmet Bey tarafından toplanmıştır. Asıl adı Mehmet’tir.
Hane-i
Seferli Şairleri
Rasih
Çuhadaroğlu olmuştur. Musikişinas biridir.
Kâmil
Şair Fazıl Bey’in kardeşidir.
Enderunlu Vasıf
Asıl adı Osman’dır.
Galata Sarayı’na yerleştirilmiş ve orada
yetişmiştir.
I. Abdülhamit zamanında Enderunun Kiler-i
Hassa koğuşuna alınmış, III. Selim’in 18 yıllık saltanatı boyunca sarayda
bulunmuştur. Sultan Selim’e 7 kaside sunmuştur.
IV. Mustafa zamanında Has Oda’ya
alınmıştır.
II. Mahmut zamanında kiler kethüdası olmuştur.
Sultana 4 kaside sunmuş değişik olaylar nedeniyle 62 tarih söylemiştir.
1824’te ölmüştür. Mezarı Karacaahmet
Türbesi yakınlarındadır.
Divan şiirinin hemen bütün nazım
biçimleriyle şiirler yazmıştır. Çok sayıda da şarkı yazmıştır.
Nefi’ye nazire olarak yazdığı kasidelerde
Nedim’in etkisi görülür.
Vasıf, klasik şiirin sanatına ve lügatine
ancak dış tarafından hâkimdir. Derinliği yoktur.
Vasıf’ın şiirleri zevk çöküşünün
habercisidir.
O, yeni / yenilikçi bir şairdir.
Hayatının kendine mahsus sözcüklerini şiire
sokmaya çalışmıştır.
Asıl merakı ve gayreti halk ifadesi
üzerinedir.
Sünbülzade Vehbi, Enderunlu Fazıl ve Süruri
gibi açık saçık şiir söyleme modasına uymuştur.
Vasıf’ın geleneğe bağlı kalarak söylediği
şiirler daha ziyade, III. Selim için söylediği kaside ve manzumeleridir.
Örnek metin
Her bir merâm yâra tamâm söylenilmiyor
Olmazsa yâr âşıka râm söylenilmiyor
Muhtâc bûs-ı lâ‘line yârın recâ-yı vasl
Mest olmadıkça asl-ı merâm söylenilmiyor
Tenhâda bulsam ol perî-zâdı telâşdan
Lüknet gelip zebâna kelâm söylenilmiyor
Dahl etme bana derd-i dilin söylemez deyü
Âşık ne yapsın âh a paşam söylenilmiyor
Vâsıf bezimde böyle gazel dest-i yârdan
Nûş itmedikçe bir iki câm söylenilmiyor
Ünite 3
Encümen-i
Şuara
Encümen-i Şuara bir cins isimdir. Devlet
büyüklerinin konaklarında tertip edilen içki ve şiir meclislerinin ismine genel
olarak encümen-i şuara denilmiştir.
19. asrın başlarından itibaren encümen-i
şuaralar ciddi bir değişim geçirdi.
Değişim, şairin hamisiyle kurduğu
münasebettedir. Buna bağlı olarak encümen-i şuaranın ruhu da değişmiştir.
Gelenekte encümen şairleri kendilerini hamilerine beğendirme derdindeydiler. Yeni
dönemde şiir hakkında etraflı sohbetler etmeye başladılar.
Sultan Abdülmecit’in saltanatının son
dönemlerinde encümen-i şuara devri çoktan kapanmıştır.
Asrın ortalarına gelindiğinde encümen-i
şuaraların ağırlıkla Mısırlıların konaklarına kaydığı gözlenir.
Encümen kaynaklarda, encümen-i edebi,
meclis-i şuara, encümen-i hikmet ve encümen-i şiir gibi adlarla da anılır.
1861 yılı baharında Hersekli Arif Hikmet
Bey’in Laleli Çukurçeşme’deki evinde başlayan ve her Salı muntazaman 1 seneye
yakın müddet devam eden edebiyat toplantıları yine encümen-i şuara adıyla ancak
bu defa özel bir isim olarak anılır.
Encümenin reisi Leskofçalı Mustafa Galip
Bey’dir.
Ev sahibi, Hersekli Arif Hikmet Bey’dir.
Müdavimler: Mehmet Lebip Efendi,
Mustafa İzzet Efendi,
Osman Nurettin Şems Efendi,
Koniçeli Musa Kâzım Bey,
İsmail Paşazade,
İbrahim Hakkı Bey,
Manastırlı Hoca Salih Naili Efendi,
Salih Faik Bey,
Abdülhamit Ziya Bey,
İbrahim Halet Bey,
Recaizade Mehmet Celal Bey,
Mazlum Paşazade Memduh Faik Bey,
Niğdeli Deli Hikmet Bey,
Namık Kemal Bey ve Mustafa Refik Bey’dir.
Encümen
Mensuplarını Bir Araya Getiren Sebepler
Rumeliye olan yakın bağları esas sebeptir.
Hemen hepsi çalışma arkadaşıdırlar.
İtikadi kıymetleri birbirlerine yakındır.
Aynı muhitlerde ikamet ederler.
Tarikat ve dergâh arkadaşlıkları vardır.
Uğradıkları kahvehane ve meyhaneler
ortaktır.
Encümen
Toplantıları
Tanpınar, Encümen-i Şuara için “son pleiad”
tabirini kullanır.
İbnülemin ise, encümenden bahsederken “bu
encümen Arab’ın Sûk-ı Ukazına adeta nazire idi” demiştir.
Encümen reisi Galip, kekemedir.
Bu sebeple sözcü olarak Arif Hikmet Bey’i
seçmiştir.
Şiirleri inşad işi Namık Kemal Bey’in
vazifesiydi.
Toplantılar yaklaşık 1 yıl devam ettikten
sonra kesin olarak bilmediğimiz bir sebeple Manastırlı Naili encümenden
kovulur. Akabinde Galip Bey’in tayini çıkar ve encümenden ayrılmak zorunda
kalır. Hızlı bir şekilde encümen dağılır.
Encümenin müdavimleri, milli duygu ve
kavramların ifadesindeki yalınlaşmanın, netleşmesinin ilk işareti sayılabilecek
eserlere imza atarlar.
Bu bağlamda, Ziya’nın Terci-i Bend’i bir
alfabe olarak kabul etmek gerekir.
Encümen şairleri yenilikçidirler. Bir yandan
doğunun değerlerini korurken bir yandan da batının yeniliklerini bünyelerine
almaya çalışırlar.
Dil üzerinde net bir duruş ortaya
koymamışlarsa da konuya duyarsız kalmadılar.
Şiirin formu hakkında da yeniliğe açık
olmakla birlikte geleneğin şiir formlarını ve aruzu terk etmeyi asla
düşünmediler. Bununla beraber kendilerini halk kültürünün dışında görmediler.
Hece veznini klasik formalara dâhil etmek
istediler. Bunu, divan şiirinin gelenekteki şekillerinin adlarını korurken
vezinlerini değiştirerek yapmak isterler. Bu düşüncenin sonucu olarak hece
vezniyle, dörtlükler halinde kasideler yazılmıştır.
Manastırlı Faik Bey, Ahmet Cevdet Paşa’nın
teşvikiyle Türkçe Aruz adında bir eser neşreder.
Nazım ve şair arasındaki farklar
netleştirilmeye çalışılır.
Nazım, şiirin vezin ve kafiye gibi biçimsel
olan tarafına denir. Bir metnin şiir olabilmesi için muhayyel olması yeterli
kabul edilir. Bu düşünce mensur şiirin önünü açmıştır.
Leskofçalı Galip eski poetikadan
vazgeçmeyeceklerinin ancak onu ıslah edeceklerinin işaretlerini verir.
Eski imge (mazmunlar) daha çok, gönül
gözüyle çözüldüğü için şiir muhayyileden uzaktır. Eski şiirin maddi bir gözle
değerlendirilmeye başlanması yıpratıcı eleştirilerin önünü açar.
Mazmunlar için yeni kaynak ferdin şuur dışı
birikimleridir.
Ziya Paşa yenileşmekte olan şiire taraf
görünmesine rağmen, Harabat’ı neşrederek eskiyle rabıtanın koparılmasını
istemediğini belirtir. Namık Kemal onu bu tutumundan dolayı davalarına ihanetle
suçlar.
Encümen-i Şuara, şiirin klasik değerlerinin
iyice zayıfladığı fakat bunun yerine modern değerlerin henüz yeşermediği bir
ara dönemin en önemli edebi topluluğudur.
Encümenin asıl rüknü modern ve değişime
açık bir poetikayı savunan şairlerin yetişmesine olanak sağlamasıdır.
Ünite 4
19.
Yüzyılda Kadın Şairler
Erkeğin kadına görece üstün kabul edilmesi
kadınların sanatın her alanında olduğu gibi şiirde de geri kabul edilmesi için
yeterli sebeptir. Nitekim 15. yüzyıl şairlerinden Necati’nin bir şiirine nazire yazan Nihri Hatun, Necati’nin sert tepkisine maruz kalmıştır. Hakarete
uğradığı kanaatindeki Necati, Mihri Hatun’u yazdığı nazireden dolayı
edepsizlikle suçlamıştır.
Eğitim imkânından da yoksun kalan
kadınların eğitimin yanı sıra yüksek bilgi birikimi gerektiren Osmanlı şiiri
içerisinde yer bulması mümkün olamazdı.
Kadın şairler, bu saydığımız engellerin
dışında kalmayı başarabilen istisnalar arasından çıkmıştır. Hemen hepsi
toplumun yüksek kesimlerine mensup ailelerdendir. Dolayısıyla eğitimlidirler.
Kadın şairlerimiz kültürel etkinliklerin
yoğun olarak yaşandığı muhitlerde yetişmişlerdir.
Bir diğer ortak özellikleri çoğunun Mevlevi
ve Nakşi tarikatlarına mensup olmalarıdır.
Klasik edebiyatımızda adı geçen en eski kadın şairler Fatih
döneminde yaşamış olan Zeynep Hatun
ve Mihri Hatun’dur.
Hubbi Hatun Kanuni döneminin kadın şairidir.
Hubbi Hatun Kanuni döneminin kadın şairidir.
Sıdki
Hatun aynı zamanda hattat olan Ani Fatma Hatun 17. yüzyılın kadın
şairlerindendir.
Fitnat
Hanım 18. yüzyıl şairlerindendir.
19. yüzyılda batılılaşma hareketlerinin
tesiriyle kadın şairlerin sayısı artmıştır. Bunlar arasında Leyla Hanım, Şeref Hanım ve II. Mahmut’un kızı Adile Sultan ismi öne çıkanlardır.
Sırrî
Hanım (1814-1877), kızının ölümü
üzerine yazdığı mersiye ile tanınmıştır.
Nakiye
Hanım (1845-1879), şair Şeref
Hanım’ın yeğenidir.
Fıtnat
Hanım (1842-1911), Trabzon valisi
Abdullah Paşa’nın kızıdır. Dergilerde açık imzası ile şiirleri yayımlanmıştır.
Leyla
Hanım, şairliğinin yanında besteci
olarak da tanınmıştır.
Mahşah
Hanım ise, divan tarzı şiirleri
yanında hece ölçüsüyle ilahiler ve bir de tiyatro oyunu yazmış olan bir şairdir.
Hattatlığı da olan Feride Hanım, divan ve halk tarzında şiirler yazmış olan Saniye Hanım ve ayrıca Münire, Hatice İffet, Hasibe Maide, Habibe, Şerife Ziba ve Fatma Kâmile gibi şairler de 19. yüzyıl kadın
şairleri arasındadır.
Kadın şairler genel olarak erkek şairlerin
dil özellikleriyle ve aynı sembollerle şiir söylemişlerdir. Üslupları çekingen
ve kısık seslidir. Bunun istisnaları vardır; Mihri Hatun, cinsiyetin üstünlük göstergesi olmadığını
söyleyebilmiştir.
Zeynep
Hatun da benzer sözler sarf
etmiştir.
Leyla
Hanım
Babası kazasker Moralızade Hamit Efendi,
annesi Hatice Hanım’dır. Keçecizade İzzet Molla,
şairin dayısıdır.
II.
Mahmut’un kız kardeşleri Hibetullah Sultan’a bir kaside, Esma Sultan’a ise bir terci-bent sunmuştur.
Saraya mensup pek çok kişinin doğum ve
evlilik gibi önemli günleri için tarih manzumeleri söylemiştir. Çevresinde zeki ve hazır cevap biri olarak tanınmıştır.
1848’de vefat etmiştir.
Divanında neredeyse bütün nazım
şekillerinde şiirler mevcuttur.
Şiirlerinde belirgin olan beşerî aşk,
hayata rindane bakış, felekten şikâyet gibi konulara yer verir. Dini içerikli
şiirleri de mevcuttur.
Örnek
(Şarkı)
Mef‘ûlü
Mefâ‘îlü Mefâ‘îlü Fe‘ûlün
Pür-âteşim açdırma benim agzımı zinhâr
Zâlim beni söyletme derûnumda neler var
Bilmez miyim itdiklerini eyleme inkâr
Zâlim beni söyletme derûnumda neler var
Şeref
Hanım
1809’da doğdu.
Birçok şiirinde nesebinin Muhammet(A.S.)’a
dayandığını söyler. Hayatı hakkındaki bilgilerimizin kaynağı yine şairin
şiirleridir. Sıradan, kişisel konularda tarihleri vardır.
1861’de vefat etmiştir.
Divanında toplam 677 manzume
bulunmaktadır.
Adile
Sultan
1826’da doğdu. Osmanlı hanedanından divan
sahibi tek kadın şairdir. Divanı, Hikmet
Özdemir tarafından yayınlanmıştır.
Tophane Müşiri Mehmet Ali Paşa ile 1845’te
evlenmiştir.
Yakın akrabası pek çok kişinin ölümüne
tanıklık etmiş, kederlenmiş ve kendini hayır işlerine adamış biridir. 1899’da
vefat etmiştir.
Ünite 5
19.
Yüzyıl Mesnevileri
Bu yüzyılın mesnevilerinin başlıca temaları
alegori ve aşktır. Diğer yüzyıllara nazaran bu yüzyılda yazılmış mesneviler
gözleme dayalı gerçek sahneler içermeleriyle farklılık arz ederler.
Yeni edebi türlerin yazınımıza girmesinden
vesile bu yüzyılda yazılmış mesnevilerin sayısı azdır.
Temsili
(alegorik) mesneviler:
Yenişehirli
Avni, Ateşgede
Keçecizade
İzzet Molla, Gülşeni Aşk
Âşıkane Mesneviler:
Mehmet
İzzet Paşa, Yusuf u Züleyha (Geleneğin etkisiyle
yazılmış klasik aşk mesnevisidir)
Keçecizade
İzzet Molla, Naz u Niyaz
Dini Mesneviler:
İrşadi
Baba, Mevlid
Selami, Mevlid
Siyasi Hiciv Türünde Mesneviler:
Keçecizade
İzzet Molla, Mihnetkeşan
Bayburtlu
Zihni, Sergüzeştname
Tarihi
Mesneviler:
Hayri, Zafername
Rıyazi, Manzume-i Sivastopol
İşret Hayatıyla İlgili Mesneviler:
Antepli
Ayni, Sakiname
Keçecizade
İzzet Molla
1786’da doğdu.
Babası Tanzimat döneminin ünlü sadrazamı Keçecizade Fuat Paşa’dır.
1822’de Keşan’a ve 1829’da Sivas’a olmak
üzere iki defa sürgün edilmiştir. Divan-ı Bahar-ı Efkâr adlı bir divanı Divan-ı Hazan-ı Asar
adında bir de divançesi vardır.
Mihetkeşan, Gülşen-i Aşk ve Naz u Niyaz adında üç mesnevisi
vardır. Naz u Niyaz yarım kalmıştır.
Mihnetkeşan
Mihnet çekenler anlamına gelen Mihnetkeşan,
mizahi bir dille yazılmıştır. Şairin, 1823’te Keşan’a sürgün edilişini anlatır.
Següzeştnamedir. Siyasi hiciv içerir. Metni hareketlendiren birçok anlatım
tekniğini kullanmıştır. Klasik tahkiye geleneğini gerçek anlamda dönüşüme
uğratan eser, batı tarzı anlatım türlerine bir hazırlık niteliğindedir.
Mihnetkeşan’da 109’u alıntı olmak üzere
4166 beyit ve 6 tahmis bendi bulunur.
Eser klasik mesnevi formunda
tasarlanmıştır. Münacat, naat ve halifelere övgülerden sonra II. Mahmut’u öven
beyitler gelir. Âğâz-ı Dastan ve Şikâyet ez-Cihan başlıklarıyla asıl hikâyeye
geçilir. Topkapı’dan başlayan yolculuk sahili şeridini takip ederek Keşan’da
sona erer. Şair, affedildiği haberini alıp geri dönüş yoluna girer.
Yenikapı’dan İstanbul’a girişiyle eser sona erer.
Gülşen-i Aşk
300 beyitten oluşan küçük bir mesnevidir.
Eser aruzun fe‘ilâtün mefâ‘ilün
fe‘ilün (fâ’lün) kalıbıyla yazılmıştır. Hüsn ü Aşk’ın tesirinde alegorik anlatımla yazılmıştır. Eserde hiciv
unsurları görülür. Ferhat ve Mecnun’u ham âşıklar olarak gösterir.
Eserde şair esas kahraman rolündedir.
Yenişehirli
Avni
Yenişehir (Larissa) doğumludur. Bağdat
valisi Mustafa Nuri Paşa’nın divan kâtipliğini yaptı. Ömrünün son yıllarında
Üsküdar’da memurluk yaptı. 1883’te vefat etti. Mevlevi olan Avni Bey, derviş
yaradılışlı bir kimsedir.
Divanı damadı Şevki Bey
tarafından bastırılmıştır. 3000 beyitten fazladır.
Abname, Dilekçe türünde secili
bir eserdir. II. Abdülhamit’e sunulmuştur.
Mir’at-ı Cünun, Normal dışı davranış
ehlini anlatan yarım kalmış bir eserdir.
Ateşgede, Hüsn ü Aşk etkisinde yazılmıştır. 249 beyit ve dokuz fasıldan
meydana gelen yarım kalmış bir eserdir. Eserde ateş ve ateşe yakın sözcükler
sıkça kullanılır.
Ünite 6
19.
Yüzyılda Nesir
Encümen-i Şuara, divan şiirinin düştüğü
yerden yine kendi imkânlarını kullanarak kalkabileceğine dair bir anlayışa sahipti.
İlk müdavimleri arasında Namık Kemal
ve Ziya Paşa’nın da bulunduğu bu
topluluk üyelerinin temel asgari müşterekleri şiirde eskiye yönelişi ve klasik
tarzı devam ettirme hususundaki kabul ve ısrarlarıdır.
Batı etkisinde gelişen Türk edebiyatı için Tercüman-ı Ahval’in yayın hayatına başladığı 1860
tarihi milat kabul edilir. Şinasi’nin halkın anlayabileceği bir dili öngörmesi
nesrin önemini arttırmıştır.
Bu yüzyılda sarayın edebiyata ilgisiz
kalması, sanatkârları yeni arayışlara iten sebeplerden biridir.
Nefi ile iyiden iyiye küçümsenen nesir, bu yüzyılda
hareketlenmeye başlar.
Ahmet
Cevdet Paşa’nın Kısas-ı Enbiya’sı geleneğin
birikimini batının yenilikleriyle bağdaştıran ve yeni Türk edebiyatında nesrin
yolunu açan önemli bir merhaledir.
Biyografiler
Dönemin en önemli tezkiresi Fatin Davut’un Hatimetü’l-Eşar’ıdır.
Hammer’in Geschicte der Osmanischen Dichtkunts [Osmanlı Şiir Sanatı Tarihi (I-IV, Pesth 1836-1838)]
adlı eseri, kuruluştan 1834 yılına kadar geçen dönemde yetişen 2200 Osmanlı
şairinin biyografisini içerir.
Hatimetü’l-Eşar’dan sonra bu yüzyılın şiiri için özellikle şair
biyografileri konusunda en önemli başvuru kaynağı Kemalü’ş-Şuara’dır.
Recaizade
Mahmut Ekrem’in Kudemadan Birkaç Şair’i kayda değer
bir çalışmadır (1888).
Tarih-i Edebiyyat-ı Osmaniyye adlı
eseriyle Abdulhalim Memduh, modern
anlamda edebiyat tarihi yazımının eksik ama ilk örneğini verir. Ebuzziya Tevfik’in Numune-i Edebiyat-ı Osmaniyye ve Mehmet Celal’in Osmanlı Edebiyatı Numuneleri de
içerikleriyle kısmen edebiyat tarihi izleri taşır.
Şeyhi
Mehmet’in Şakayık zeyli olan Vekayiü’l-Fuzala’sına, Fındıklılı İsmet, Tekmiletü’ş-Şakaik fî Hakkı Ehli’l-Hakaik (1730-1896
yılları arasında yaşamış bilgin ve şeyhlerin biyografilerini içerir) adlı
kitabıyla zeyl yazarak geleneği sürdürür.
Mektubizade
Abdülaziz’in, tespit ettiği zeyilleriyle
birlikte Şakayık’ı özetleyen eseri Teracim-i Ahval-i
Ulema ve Meşayıh ise Osman Gazi’den III. Murat dönemine kadar geçen
dönemde yetişen bilginlerin ve şeyhlerin kısa biyografilerini içerir.
Ahmet
Rıfat Verdü’l-Hakaik, 1808-1863 yılları
arasında görev yapan 24 sadrazamın hayatını anlatır.
Bağdatlı
Abdulfettah Şefkat, Ahmet Cavit’in Verd-i Mutarra’sına yazdığı zeyilde
1805-1808 yılları arasında görev yapan sadrazamların biyografilerini
yazmıştır.
Mehmet
Hafid Sefinetü’l-Vüzera’da Fatih döneminden
1792’ye kadarki dönemde görev alan vezirlerin biyografilerini verir.
Müstakimzade
Süleyman Efendi’nin eseri Devhatü’l-Meşayih’e
birçok zeyl yazılmıştır. Antepli Mehmet Münib, Sakızlı Süleyman Faik, Mektubizade
Abdülaziz, Ahmet Rıfat zeyl yazan isimlerdir.
Ahmet
Nazif’in Riyazu’n-Nukaba’sı, Ahmet Rıfat’ın Devhatü’n-Nukaba
adlı eseri nakibüleşraf hakkında yazılmış biyografilerdir.
Mehmet
İzzet’in Harita-i Kapudan-ı Derya adlı
eserinde başlangıçtan Abdülmecit devrine kadar (1839), kaptanıderyalık
yapan kimselerin biyografileri verilmiştir (İstanbul 1869).
Süleyman
Faik, Resmi Ahmet’in Halifetü’r-Rüesa’sına aynı adla yazdığı
zeylinde onun bıraktığı 1753 yılından 1823’e kadar yetişen kırk yedi reisülküttapın
biyografisine yer vermiştir (İstanbul 1852).
İranlı
Habib tarafından yazılan Hat ve Hattatan,
İranlı ve Türk talik sanatçılarının hayatlarını içerir.
Selanik kadısı Karslızade Mehmet Cemalettin Efendi, 1843 yılında kaleme aldığı Ayine-i Zurefa
adlı eserinde Kemal Paşazade’den Esat Efendi’ye kadar yetişen kırk altı Osmanlı
tarihçisini tanıtmıştır.
Tayyarzade
Ata, 1876’da kaleme aldığı Tarih-i Ata’da
saray âdetlerinin dışında Enderun’da yetişmiş önemli devlet erkânı, âlimler ve
sanatkârların biyografilerini vermiştir
Hafız
Hızır İlyas’ın Vekayi-i Letaif-i Enderun adlı
eserinin dördüncü ve beşinci ciltlerinde sultanlar, şehzadeler ve Enderun
şairlerinin şiir ve nesirlerinden örnekler vermiştir.
Halim
Giray’ın kırk dört Kırım girayının
hayatını anlattığı Gülbün-i Hanan’ı, Badi Ahmet’in, 1899’da Enisü’l-Müsamirin’e
zeyl olarak yazdığı üç ciltlik Riyaz-ı Belde-i Edirne’si şehir biyografisi
niteliğindedir.
Maraşlı
Mehmet Şemi Molla, Esmaru’l-Hadaik ve daha sonra
genişleterek Esmaru’t-Tevarih
adıyla yeniden yayımladığı eserinde meşhur kimseler hakkında bilgiler verir.
Mehmet
Süreyya’nın Sicill-i Osmanî adlı eserinde Osmanlı’nın
kuruluşundan 1899’a kadarki dönem içinde yaşamış, her meslekten tanınmış
kişilerin biyografileri alfabetik sırayla toplamıştır
Muallim
Naci’nin Esami’si (İstanbul 1890), Faik Reşat’ın Eslaf’ı (İstanbul 1893- 1894) ve Teracim-i Ahval’i
(İstanbul 1895) bu dönemde kaleme alınan diğer genel biyografik eserlerdendir. Şemsettin Sami’nin Kamusu’l-Alam’ı da bu dönemin önemli
biyografik kaynakları arasında yer almaktadır.
Hacı
Mehmet Zihni’nin Meşahirü’n-Nisa adlı eseri Müslüman
kadınları tanıtmaktadır.
Tarihler
Mütercim
Asım’ın vefatından sonra, Cevdet
Paşa tarafından asrının “yegâne tabip ve filozof” olarak nitelenen Şanizade Mehmet Ataullah Efendi
vakanüvis olmuştur.
Sahhaflar
Şeyhizade Mehmet Esat Efendi,
tarihte Vaka-i Hayriyye olarak anılan yeniçeriliğin kaldırılması hadisesini Üss-i Zafer
adlı eserinde anlatmıştır.
Ahmet
Cevdet Paşa, 1774-1825 arasındaki
olayların tarihini 12 cilt hâlinde 1884’te tamamlamıştır.
II. Abdülhamit’in tahta çıkışından itibaren
gelişen olayları ise Maruzat adı altında kaleme almıştır.
Ahmet
Lütfi Efendi 1825’ten 1879’a kadarki
dönemin resmî tarihini sade ve resmî bir üslupla kaleme almıştır.
Mehmet
Şakir Paşa’nın Yeni Osmanlı Tarihi adlı eserinin
ilk iki cildinde Osmanlı devletinin başlangıcından İstanbul’un fethine kadar geçen
olaylar anlatılmaktadır.
Ali
Cevat’ın Mükemmel Osmanlı Tarihi (İstanbul
1898) ve Mehmet Tevfik Paşa’nın Telhis-i Tarih-i Osmanî
isimli eserini de anmak gerekir.
Hayrullah
Efendi, Osmanlıların atalarından
başlayıp Sultan I. Ahmet’e kadar geçen dönemi yazdığı Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye Tarihi’nde
Batı kaynaklarını da göz önünde bulundurmuş ve olayları objektif bir bakış
açısıyla değerlendirmiştir. Ali Şevki
Bey, Hayrullah Efendi’nin vefatı üzerine yarım kalan esere kısa bir zeyil
yazmıştır.
Ahmet
Vefik Paşa, Sultan Abdülaziz’e kadar olan dönemin askerî, siyasal,
toplumsal ve kültürel boyutlarını altı bölüm hâlinde Tarih-i Osmanî adlı eserinde
anlatmıştır. Eser daha sonra Fezleke-i Tarih-i Osmanî adıyla yeniden
yayımlanmıştır.
Sait
Efendi, yazdığı tarihte Osmanlı’nın
yükseliş ve çöküş sebeplerini tahlil eder.
Maraşlı
Mehmet Fevzi de II. Selim’e kadar olan
dönemi içine alan beş ciltlik bir Osmanlı Tarihi kaleme almıştır.
Ahmet
Cevat Paşa’nın Tarih-i Askerî-i Osmanî’si, Mehmet Şükrü’nün Osmanlı deniz
savaşlarını anlatan Esfar-ı Bahriyye-i Osmanî’si bu yüzyılda kaleme
alınan kurum tarihi niteliğindeki eserlerdendir.
Mustafa
Nuri Paşa’nın Osmanlı’nın kuruluşundan
1841’e gelene kadar bütün kurumlarının tarihini ihtiva eden Netayicü’l-Vukuat adlı eseri vardır.
Gazavatnameler
Yazarı belli olan iki gazavatnamenin biri
yüzyılın hemen başında Mehmet Emin
Karahanzade’nin Mısır’ın Fransızlardan geri alınmasını anlattığı Mısır Seferi
Hakkında Tarihçe adlı kısa kitabı, diğeri Abdurrezzak Bahir’in Rusya Harbi adlı eseridir.
Sefaretnameler
ve Seyahatnameler
19. yüzyılın ilk sefaretname müellifi Abdurrahim Muhip Efendi’dir. Fransa
elçiliği sırasındaki izlenimlerini Küçük Sefaretname ve Büyük Sefaretname olarak adlandırdığı
iki ayrı kitap hâlinde anlatmıştır.
Seyyit
Mehmet Emin Vahit Efendi’nin sefaretnamesi Napolyon’la
buluşmak üzere gönderildiği Lehistan’a yaptığı seyahati, buradan Paris’e geçişi
ve Paris’te Napolyon tarafından ikinci kez kabul edilişini anlatır.
Seyyit
Mehmet Refi Efendi, bir layiha (rapor)
hâlinde 1807’de hazırladığı İran Sefaretnamesi’nde, yaptığı görüşmelerin
özetini verir.
Yasincizade
Seyyit Abdulvehhap Efendi’nin 1811 yılındaki İran
elçiliği seyahatinin, tercüman olarak maiyetine verilen Bozoklu Osman Şakir Efendi tarafından kaleme alındığı Musavver İran
Sefaretnamesi resimli bir sefaretnamedir.
Mehmet
Namık Paşa - Londra Sefaretnamesi
Seyyit
Mustafa Sami Paşa - Avrupa Risalesi
Mehmet
Sadık Rıfat Paşa - İtalya Sefaretnamesi
Abdürrezzak
Bâhir Efendi - Risale-i Sagire
Ahmet
Nazif’in Sefername-i Hayr adlı eseri II. Mahmut’un
1831 yılında Çanakkale Boğazı ve Edirne’ye yaptığı yolculuğu anlatılmaktadır.
Esat
Efendi’nin Ayatü’l-Hayr’ında ise II. Mahmut’un
1837 yılında Tuna’ya yaptığı kırk günlük gezi anlatılmıştır.
Ömer
Faiz ise Sultan Abdülaziz’in
Avrupa’ya yaptığı seyahatini “ruzname” tarzında kaleme almıştır
Mehmet
Hurşit, Seyahatname-i Hudud adlı eserinde
doğu Anadolu ve Irak’ta yapılan incelemeleri anlatır.
Surnameler
İstanbullu
Mehmet Lebib Efendi’nin yazdığı Surname,
II. Mahmut’un kızı Mihrimah Sultan’la Ferik Mehmet Paşa’nın 1836 yılındaki
düğünlerini konu edinir.
Abdunnafi
İffet Efendi’nin (Abdî) yazdığı Sûrname-i Selatin
adlı eseri Sultan Abdülmecit’in kızları Cemile Sultan ve Münire Sultan’ın 1858
yılında gerçekleşen düğünleri anlatmaktadır.
Münşeatlar
Süleyman
Paşa’nın, belagat konusunu işlediği
eseri Mebani’l-İnşa’sı
başta olmak üzere Manastırlı Mehmet
Rıfat’in Nüzhetü’l-Münşeat
ve Zübdetü’l-Münşeat’ı,
Sahhaf Nurî Efendi’nin derleyip
padişah Abdulaziz’e sunduğu Münşeatı Aziziyye fi Âsari Osmaniyye, Mustafa Reşid’in Bedayi’ü’l-İnşa ve İnşa Muallimi
adlı eserleri, Mehmet Atıf’ın Gülzar-ı Münşeat’ı,
Sadık Rıfat Paşa’nın İnşa’sı, Abdulahad Nuri’nin Münşeat-ı Kavanin’i, Muallim Naci’nin İnşa ve İnşad’ı, Faik Reşad’ın Amelî ve Nazarî Talim-i Kitabet yahud Mükemmel
Münşeat’ı gibi pek çok eser kaleme alınmıştır. Hatta Mehmet Fuat’ın Hanımlara Mahsus Usul-i Kitabet ve İnşa’sı
ve Ahmet Erib’in Hanımlara Münşeat’ı
gibi doğrudan hanımlara yazışma usul ve esaslarını öğretme amaçlı eserler dahi
kaleme alınmıştır.
Sait’in Mecma’u’l-Münşeat’ı, Çaylak Tevfîk’in iki cilt hâlinde basılan Letaif-i İnşa adlı eseri, Âkif Paşa’nın Münşeat-ı el-Hâc Âkif Efendi ve Divançe’si
Mahmut Celalettin Paşa’nın Münşeat’ı
Ebubekir Rıfat’in oğlu tarafından
divanıyla birlikte neşredilen Münşeat’ı, Ziver
Paşa’nın yine divanıyla birlikte Âsar-ı
Ziver Paşa başlığı altında basılan Münşeat’ı
bu yüzyılda yazılmış münşeat mecmualarıdır.
Belagat
ve Gramer Kitapları
Belagat kitaplarının sayısı dikkat çekici
bir biçimde artar ve içerikleri çeşitlenir. Tahir Selam tarafından Arapçadan çevrilen Mizanü’l-Edeb bu yüzyılda yayımlanan
ilk Türkçe belagat kitabıdır.
Mehmet
Nüzhet’in Mugni’l-Küttab’ı ise Türkçenin bu yüzyılda yazılan ilk telif belagat
kitabı sayılır.
Süleyman
Paşa’nın Mebani’l-İnşa’sıyla birlikte
Fransızca retorik, belagat kitaplarına girmeye başlar.
Ahmet
Cevdet Paşa’nın Belagat-i
Osmaniyye’si çok ilgi görüp çokça
tartışılmıştır.
Fransız retoriğinin esaslarını sistematikleştiren
eser Recaizade Mahmut
Ekrem’in Talim-i Edebiyat’ıdır.
Keçecizade
Mehmet Fuat Paşa ve Ahmet Cevdet’in müştereken yazdıkları Kavaid-i Osmaniyye, Türkiye’de basılan ilk gramer kitabıdır
Abdurrahman
Fevzî’nin Mikyasu’l-Lisan Kıstasu’l-Beyan’ı
ise Divanu Lugati’t-Türk ve Bergamalı Kadrî’nin Müyessiretü’l-Ulum’unu
hariç tutarsak Türkçenin ilk gramer kitabı kabul edilebilir.
teşekkürler
YanıtlaSilcok tesekkür ederim <3
YanıtlaSil