Roman Tahlilleri
Halit
Ziya Uşaklıgil – Mai
ve Siyah
Halit Ziya, bu romanı İstanbul’a gittikten
sonra yazdı.
İlk üç romanı (Sefile, Nemide ve Bir Ölünün
Defteri) trajik şekilde sona eren üçlü aşk romanlarıdır. Gençlik dönemi bu
romanların üçü de ev içi romanıdır. Bu romanlar Batı tesirinde yazılmış olup,
tamamen Batılı yaşam tarzını benimsemiş insanların yaşantısını anlatan
romanlardır. Fakat bu Batılılık, şekilde bir Batılılıktır. Yani dekor, kıyafet
vs. Batılılaşmıştır ancak bu insanların toplum içindeki konumu ve toplum
karşısındaki tavırlarından söz edilmez. Ayrıca bu romanların karakterleri
mirasyedidir, meslekleri yoktur.
Ferdi ve Şürekâsı, olgunluk çağına geçiş
romanıdır. Bu romanda üçlü aşk ilişkisinin yanı sıra para-aşk çatışmasına da
yer verilir. Bu romandan sonra Halit Ziya’nın romanlarında toplumun çeşitli
sosyal tabakalarından insanlar yer almaya başlar.
Mai ve Siyah’ta Batılı yaşam tarzını
benimsemiş olan insanların (ki bunlar Servet-i Fünûnculardır) hayat
karşısındaki tutumlarına yer verilir. Bu bakımdan Mai ve Siyah bir nesil romanıdır.
Eser, adından da anlaşılacağı üzere bir
tezadı anlatır.
Romanda eski Türk edebiyatı ile yeni Türk
edebiyatının bir karşılaştırmasını da görebiliriz.
Halit Ziya bu romanında çok sayıda ve çok çeşitli
karakter kadrosuyla bütün şehir hayatının bir portresini çıkarır. Bütün bu
çeşitliliğin içinde romanın ana teması Servet-i Fünûncuların hayat görüşüdür ve
bu da Batılı tarzı yaşama biçimidir.
Romanın kahramanı Ahmet Cemil, ekonomik
bakımdan orta halli bir babanın oğludur. Baba, oğlunu kültürlü bir insan olarak
yetiştirmek istemektedir, bütün gayesi budur. Ahmet Cemil, Askeri Rüşdiye ve
sonrasında Mekteb-i Mülkiye’de tahsile devam eder. Bu okullar Tanzimat’tan
sonra açılan, Batılı tarzda eğitim veren kurumlardır. Kültürel alanda
Batılılaşma önemli ölçüde bu okullarda yetişen nesiller eliyle gerçekleşmiştir.
Romandaki Râci karakteri eskiyi, geleneksel
olanı temsil eder. Râci’nin karısı da oğlunun Batılı tarzda eğitim veren bir
okulda okumasını ister. Romandaki çatışma, mahalle mektebinde yetişen
gelenekselden yana olanlarla Batılı tarzda eğitim görmüş Batı hayranları
arasında ortaya çıkar.
Ahmet Cemil, zengin bir paşanın oğlu olan Hüseyin
Nazmi ile okul yıllarında tanışır. Farklı ekonomik sınıflardan gelen bu iki
genç, aldıkları eğitim sayesinde yakın dost olurlar. Okuldaki eğitim, ekonomik
bakımdan aralarında uçurum olan bu iki genci belli kültürel değerler çerçevesinde
bir araya getirir, ikisi arasında ortak paydalar oluşmasına katkı yapar. Her
ikisi de okuma tutkunudur. Edebiyat sınıfına geçtikten sonra şiirler meşgul
olurlar. Onlara göre edebiyatın amacı bütün duygu, düşünce ve hayalleriyle
birlikte insanı anlamaktır.
Ahmet Cemil, Râci’nin de bulunduğu bir
mecliste, insanı anlamak için mevcut dile karşı tavır alır: yeni bir dil
yaratmak ister, öyle bir dil ki insanı bütün yönleriyle ifade edebilsin. Ahmet
Cemil’e göre geleneksel edebiyat dilinin süslü ve yapay sözcük zenginliği,
anlam bakımından bir değer olarak kabul edilse bile insanların edebiyattan
uzaklaşmasına sebep olmuştur. Geleneksel dil bu nedenle cansızdır, ölüdür. Divan
şiiri geleneği lisanı o boş süsler uğruna bozmuştur. Ahmet Cemil bunu aşmak
için resim ve musikiden istifade etmek ister. Okul yıllarında yazdığı
şiirlerinde tabiat tasvirlerine yer verir. Günlük konuşmalarında da bu tabiat
tasvirlerine yer verir. Ahmet Cemil bu haliyle Servet-i Fünûncuları ve onların
içinde çıkan Parnas ekolü izleyicisi şairlerin edebiyat zevkini temsil eder.
Ahmet Cemil, babası öldükten sonra ailesini
geçindirmek için tercüme yapmaya karar verir. Hüseyin Nazmi ile birlikte
tercüme edebileceği kitaplar hakkında fikir teatisinde bulunur ve nihayet
Lamartine’in Raphael adlı eserini tercüme etmeye karar verir. Ahmet Cemil,
tercüme konusunda da Servet-i Fünûncularla aynı kaygıları taşır: aslına uygun
dil, muhteva ve şekli olduğu gibi veren bir tercüme peşindedir.
Bir süre sonra bu şekilde bir tercüme ile
para kazanamayacağını anlayan Ahmet Cemil, kitapçıdan bir kitap ismi ister.
Kitapçı ona Hırsızın Kızı isimli popüler bir romanı önerir. Ahmet Cemil için
kolay olan bu iş, utanç vericidir. Mütercim olarak isminin kullanılmaması
kaydıyla tercüme işini alır. Bu olay, Ahmet Cemil’in edebi hayatındaki ilk
hayal kırıklığıdır.
Ailesini geçindirmek için bu tür tercüme
faaliyetlerine devam eder.
Ahmet Cemil’in bir başka zevki de müziktir.
Klasik batı müziğine hayrandır. Halit Ziya’nın hemen bütün romanlarında müzikle
meşgul olan bir karakter vardır. Servet-i Fünûncular müziğe çok önem vermiştir.
Halit Ziya’da da bunu görüyoruz.
Hüseyin Nazmi, Ahmet Cemil’le dünya görüşü
bakımından benzer bir çizgide olmasına rağmen, aktif, girişken ve hırslı
kişiliğiyle farklılık arz eder. Mekteb-i Mülkiye’yi bitirdikten sonra Umur-ı
Şehbenderi kaleminde diplomat olarak çalışma hayatına başlar. Geleceğe yönelik
adımlarını planlı şekilde atmaktadır. Ahmet Cemil ise bütün hayatı boyunca
kaderci bir çizgide yaşamaktadır. Edebî faaliyetlerinde de Ahmet Cemil’e
kıyasla çok daha girişkendir. Gencine-i Edep adlı bir dergide yazmaya başlar ve
yenilikçi yazılarıyla kısa sürede dikkat çeker. H. Nazmi, Ahmet Cemil’i her
fırsatta destekler. Ahmet Cemil’in şiirlerini edebiyat çevrelerine tanıtmak
için evinde bir toplantı tertip eder. Toplantının açılış konuşmasında H. Nazmi,
Servet-i Fünûncuların edebi görüşlerinin özetler. Konuşmanın akabinde Ahmet
Cemil, davetli basın mensuplarının önünde şiirlerini okur. Bu toplantı, Ahmet
Cemil’in en büyük hayal kırıklıklarından biri olur. İzleyen günlerde basında şiddetli
tenkit yazıları çıkar, alay konusu olur.
Hüseyin Nazmi ve Ahmet Cemil’in tezadı olan
kişi Râci’dir. Romanda daha çok çevresi sayesinde tanıdığımız Râci, romanın
başlarında evini, ailesini ihmal eden biri olarak tanıtılır. Karısı ve çocuğu
günlerdir eve uğramayan Râci’yi aramak üzere çalıştığı matbaaya giderler. Kadının
haline üzülen Şevki Efendi ile birlikte Ahmet Cemil, Râci’yle konuşmak üzere
tutulduğu şarkıcı kadının çalıştığı çalgılı kahvehaneye giderler. Buradaki
konuşmaları daha ziyade eski ve yeni edebiyat tarzının bir münakaşası gibidir.
Râci (isminden de anlaşılacağı gibi Muallim Naci’yi sembolize etmektedir),
Ahmet Cemil’in de içinde olduğu yeni edebiyatçıların dilini ve kullandıkları
sembolleri eleştirmektedir (abes-muktebes tartışmasında olduğu gibi).
Râci, muntazam bir hayattan razı değildir,
zamanının büyük bölümünü bu nedenle batakhanelerde geçirmektedir. Neticede
verem olup ölür.
Çalgılı kahvede Türkiye’ye çalışmaya gelen
yabancı tiplemelerle de karşılaşırız. Bu insanların bazıları gerçekten de
çalışmak için yurtlarından çıkıp buralara gelmişlerdir. Ahmet Cemil bu
insanlara karşı yüreğinde derin bir merhamet hisseder.
Ahmet Cemil’in çalışmakta olduğu matbaanın
sahibi ölünce, Vehbi Bey matbaanın başına geçer. Vehbi Bey, Ahmet Cemil’in
kızkardeşi İkbâl’le evlenir. Ahmet Cemil de matbaaya ortak olur (Vehbi Bey’in
isteğiyle). İyi başlayan işler kısa sürede bozulmaya başlar. Vehbi Bey, borç
senetlerini Ahmet Cemil’e imzalatır. Bir süre sonra Ahmet Cemil’in kaldığı ev
dahi ipotek edilir. Vehbi Bey’in aşırılıkları bunlarla da sınırlı değildir. Bir
gece gebe olan İkbâl’i döver, merdivenlerden yuvarlanan İkbâl ağır bir kanama
geçirir. Ahmet Cemil, annesinin birkaç parça mücevherini paraya çevirerek
kardeşinin tedavisiyle ilgilenir. İkbâl çocuğunu kaybeder, daha sonra kendisi
de vefat eder. Alacaklılar Ahmet Cemil’in kapısına dayanır, ipotek altında ev
de kaybedilir.
Bir de Lâmia vardır; Ahmet Cemil’in içten
içe sevdiği bu kadın evlenince bütün hayalleri yıkıla Ahmet Cemil’in İstanbul’la
arasındaki bütün bağlar kopar. İstemese de uzak bir şark vilayetine memur
olarak atanır ve yola koyulur.
Halit Ziya bu romdan mücerret mekân tasviri
yapmaz; karakterlerle mekân arasında bağlantılar kurar. Örneğin mesire
yerlerinin tatil günlerindeki durumunu Ahmet Cemil’in dilinden tenkit eder. Düşük
zevk ve eğlenceler Ahmet Cemil’i tiksindirir.
Eserlerinde dinî hiçbir unsura yer vermeyen
Halit Ziya, Ahmet Cemil’in Eyüp’te bulunduğu bir sahnede İslam dininin sembol
mekânlarından biri olan Eyüp’ü sükûn ve yalnızlık arayan ruhların sığınağı
olarak tasvir eder.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder