Şiir Tahlilleri
Tevfik Fikret – Cenâb
Helecanlarla geçen bir günün akşamında;
Mai bir gölgeliğin sine-i ârâmında,
Gecenin bir ebedî ân-ı semen fâmında,
Pür / sükûn, zemzeme-i hilkati gûş etdinse…
Varsa şairliğe ruhunda nüfuzun, hünerin,
Dolaşıp neş’e-i san’atle gülen didelerin
Çehre-i girye nikabında hayat-ı beşerin
Bir müşerrih gibi teşrih-i nükûş etdinse…
Bir şey anlarsın, evet, belki bu simadan sen,
Bir şey anlarsın onun şive-i takririnden;
Yazamam yoksa Cenab’ın sana mahiyyetini.
Şöyle temsil edeyim: Bir yeni ufk-ı meşhûd,
Bir semâ/pâre-i nev/dîde ki her çeşm-i şuhûd
Göremez, görse de idrak edemez füshatini.
Sözlük:
Sine-i ârâm: Dinlenme yeri, huzur veren göğüs
Semen-fâm: Yasemin renkli
Zemzeme-i hilkat: Yaradılışın şarkısı
Girye: Gözyaşı
Nikâb: Örtü
Müşerrih: Anatomist
Nükûş: Nakışlar
Füshat: Genişler
Gûş etmek: Dinlemek, işitmek
Meşhûd: Gözle görülmüş, görülen
Şühûd: Şahitler, tanıklar
Nesre çevrilmiş
şekli
Kalp çarpıntısıyla geçen bir günün akşamında mai bir
gölgeliğin huzurlu göğsünde gecenin yasemin renkli sonsuz bir anında sükûn içinde
yaradılışın şarkısını dinledinse…
Şairliğe ruhunla nüfuz edebiliyorsan (şairliği ruhunda
hissedebiliyorsan) ve hünerin varsa sanatın neşesiyle gülen gözlerin insan
hayatının gözyaşıyla örtülü çehresinde dolaşıp bir anatomist gibi nakışları
(resimleri) açabildinse.
Evet, belki bu çehreden sen bir şey anlarsın, onun konuşma
üslûbundan bir şey anlarsın, yoksa sana Cenab’ın ne olduğunu anlatamam,
yazamam.
Onu şöyle temsil edeyim: O görülen yeni bir ufuk, yeni
görülmüş bir gök parçası ki her gören göz göremez, görse de genişlik ve
derinliğini anlayamaz.
Tahlil
Tevfik Fikret, Rübab-ı Şikeste adlı kitabının Aveng-i
Tesâvir bölümünde yer alan bu şiirde, Cenab’ın manevi portresini, onun
sanatına, şiirlerine, mizaç ve karakterine dayanarak çizer.
İlk bölümde Cenab’ın şiirlerinde sıkça geçen iki tamlama
dikkatimizi çekiyor; mâi gölge ve ân-ı semen fam. Cenab, “saat-ı semen-fam”
tamlamasını kullandığı için dekadanlıkla suçlanmıştı.
Mâi bir gölge sözüyle empresyonist resme has bir üslûbu
şiire dahil eden Tevfik Fikret, Cenab’ın tabiatta yeni renkler bulduğunu
anlatmaktadır.
Yine birinci bölümde, Cenab’ın üzerinde çok durduğu musiki
temasına “zemzeme-i hilkat” tamlamasıyla telmih yapılmıştır.
Şiirin genelinden yola çıkılarak söylenebilir ki Cenab için
tabiat hem işitilen hem de seyredilen bir şeydir (gûş etmek fiilinden de bu
sonuca ulaşıyoruz).
Şiirin ikinci bölümünde Cenab’ın insan hayatını adeta bir
anatomist gibi en küçük ayrıntısına kadar incelemek arzusunda olduğunu görüyoruz.
Müşerrih ve teşrih sözcükleriyle Cenab’ın mesleğine telmih yapılmaktadır.
Üçüncü bölümde Cenab’ı anlamanın kolay olmadığı, eserlerini,
üslûbunu bilmeyenlere Cenab’ı anlatmanın mümkün olmayacağı anlatılıyor.
Dördüncü bölümde Cenab’ın edebiyatımıza yaptığı katkılardan
söz ediliyor. Cenab’ın tabiata yeni bir gözle baktığı, tabiatın bir ruh olduğunu
ve buna kâinat adını verdiği anlatılıyor.
Bu şiirde sentaks dikkati çeker. Şiirin ilk üç parçası bir
cümledir. Bu yapı şiire muhteva ve ifade bütünlüğü kazandırıyor.
Servet-Fünuncular Parnasçılardan tablo gibi şiiri,
sembolistlerden de müzik gibi şiiri almışlardır.
Tevfik Fikret - Ömr-i
Muhayyel
Bir ömr-i muhayyel... Hani gülbünler içinde
Bir kuşcağızın ömr-i bahârîsî kadar hoş;
Bir ömr-i muhayyel... Hani göllerde, yeşil, boş
Göllerde, o sâfiyet-i vecd-âver içinde
Bir dalgacığın ömrü kadar zaîl ü muğfel
Bir ömr-i muhayyel!
Yalnız ikimiz, bir de o: Ma'bûde-i şi'rim;
Yalnız ikimiz, bir de onun zıll-ı cenâhı;
Hâkîlere bahş eyleyerek hâk-i siyâhı
Dûşunda beyaz bir bulutun göklere âzim.
Her sahn-ı hakîkatten uzak, herkese mechûl;
Bir safvet-i masûmenin âgûş-ı terinde,
Bir leyle-i aşkın müteennî seherinde
Yalnız ikimiz sayd-ı hayâlât ile meşgul.
Savtındaki eş'ar-ı pür-âhenk ile mâlî,
Şi'rimdeki elhan-ı muhabbetle nagam-saz,
Ah istiyorum, göklere âmâde-i pervâz
Bir lâne-i âvârede bir ömr-i hayâlî...
Bir ömr-i hayâlî... Hani gülbünler içinde
Bir kuşcağızın ömr-i bahârîsî kadar hoş;
Bir ömr-i hayâlî... Hani göllerde, yeşil, boş
Göllerde, o sâfiyet-i vecd-âver içinde
Bir dalgacığın ömrü kadar zaîl ü hâlî
Bir ömr-i hayâlî!
Sözlük
Gülbün: Gülün bittiği yer, gülün yetiştiği yer
Sâfiyet: Temizlik
Aver: Getiren
Mugfel: Aldatılmış
Ma’bude: Peri, dişi ilham perisi
Zıll: Gölge
Cenah: Kanat
Dûş: Omuz
Âzîm: Yükselen, yönelen / niyetli
Safvet-i masume: Masum bir saflık
Âgûş-ı ter: Taze kucak
Müteennî: Temkinli
Sayd-ı hayâlât: Hayallerin avcılığı
Savt: Ses, seda
Eş'ar-ı pür-âhenk: Ahenk dolu şiirler
Mâlî: Çok fazla dolu
Nagam-saz: Nağme söyleyen
Âmâde-i pervâz: Göklerde uçmaya hazır
Hâlî: Boş / hâlâ: Boşluk
Nesre çevrilmiş
şekli
Hayali bir ömür… Hani gül bahçeleri içinde bir kuşcağızın
bir baharlık ömrü kadar hoş, hayali bir ömür… Hani yeşil, boş göllerde insanı
kendinden geçiren saflığın içinde bir dalgacığın ömrü kadar geçici ve aldatıcı
hayali bir ömür.
Yalnız ikimiz bir de o şiirimin perisi, yalnız ikimiz bir
onun kanadının gölgesi. Kara toprağı topraktakilere bağışlayarak beyaz bir
bulutun omzunda göklere gitmeye niyetli.
Her hakikat sahnesinden uzak, herkese meçhul bir masum
saflığın taze kucağında bir aşk gecesinin temkinli sabahında yalnız ikimiz
hayalleri avlamakla meşgulüz.
Sesindeki ahenkli şiirlerle, şiirindeki muhabbet şarkıları
ile şakıyan göklere uçmaya hazır bir avare yuvada hayali ir ömür istiyorum.
Hayali bir ömür… Hani gülbünler içinde bir kuşcağızın bir
baharlık ömrü kadar hoş, hayali bir ömür… Hani yeşil boş göllerde vecd getiren
saflığın içinde bir dalgacığın ömrü kadar geçici ve boş bir hayali ömür.
Tahlil
Kuşların ömrü kısacıktır, dalgaların ömrü kısacık bir andır
ve bunu gibi şairin hayalindeki saadet ülkesi de kısacık bir an, canlanıyor
hayalinde.
İçerik bakımından Tevfik Fikret’in “Ne İsterim” adlı
şiiriyle benzerlik gösterir. Ne İsterim adlı şiirinde Tevfik Fikret, özlediği
hayatı ve içinde yaşamak istediği mekânı tasvir eder; mai bir göl yanında bir
orman, ormanın sinesinde ay ışığı, perilerle kucaklaşan çiçekler, çimenlerde
oynaşan ruhlar, bahar rüzgârının renkli şarkısı, rüzgârların kokulu
fısıltıları.
Bu şiirde de bahis konusu, şairin özlediği, hayalini kurduğu
saadet ülkesidir.
Şiirde içinde yaşanılan ve nefret edilen mekândan ve bunun
aksi istikametinde saadet içinde yaşanılacağına inanılan başka bir mekân
vardır. Servet-i Fünuncular içinde yaşadıkları mekândan kurtulmak için
teşebbüslerde bulunmuşlardır, bir dönem gurup halinde Yeni Zelanda’ya göç
etmeyi bile düşündüler.
Tabiat tasviri yaptığı diğer bazı şiirleriyle benzerlikler
taşıyan bu şiirin nazım şekli serbest müstezattır.
Tevfik Fikret – Ne İsterim
Mai bir göl, yanında bir meşcer;
Meşcerin sine-i sükûnunda
Münteşir iltimâ-i sâf-ı kamer;
Sonra birçok menâzır-ı hoş/ter,
Hilkatin subh-i pür-füsununda;
Hâke revnak veren güzellikler;
O perilerle koklaşan ezhâr,
O çemenlerde oynaşan ervah,
O mülevven sürûd-i şuh-ı behâr,
O muattar müşafehât-ı riyâh…
Bunların ortasında bir lâne,
Bi/hazer bir hayat-ı mürgâne
Mütecerrid bütün alâyikden;
Mütebaid bütün hakâyikden;
Daima bi/gâye, bi/seher, bi/hâb,
Hep o âsûde rûh saatler,
Hepsinin zirvesinde bir küme dûd,
Sonra bitmez bir âsûman-ı kebûd…
Sözlük
Meşcer: Orman
Müteşir: Yayılmış, açılmış
İltimâ-i sâf-ı kamer: Parıldayan saf bir ay
Menâzır: manzaralar
Subh-ı pür/füsun: Büyü dolu sabahın
Revnak: Parlak
Ezhâr: Çiçekler
Ervâh: Ruhlar
Mülevven: Renkli
Sürûd-i şuh-ı behâr: Baharın o renkli şuh şarkısı
Muattar: Itırlı, kokulu
Müşâfehat: Ağız ağıza
Riyah: Rüzgârlar
Lane: Kuş yuvası
Bi/hazer: Hiç korkusuz /
kaçınmadan
Mürgâne: Kuşlar gibi
Mütecerrid: Soyunan, tek başına
kalan
Alâyik: Alakalar
Mütebaid: Uzak
Hakayık: Hakikatler
İltizaz: Lezzet
Şebâb: Gençlik
Âsûde: Rahat, gailesiz
Dûd: Duman
Kebûd: Gök rengi, mavi
Tahlil
Ömr-i Muhayyel’de olduğu gibi bu
şiirinde de özlediği saadet ülkesini anlatıyor. Şiirde isim cümlecikleri
ağırlıklıdır, bunun sebebi statik bir dünyayı anlatmasıdır. Hareketli bir dünya
anlatmak isteseydi daha uzun cümleler kurup daha fazla fiil kullanırdı.
Tevfik Fikret – Sabah Ezanında
Allahü ekber... Allahü ekber...
Bir samt-i ulvî: Güya tabiat
Hâmûş hâmûş eyler ibâdet.
Allahü ekber... Allahü ekber...
Bir samt’i nâlân: Güya avalim
Pinhan ü peyda, nevvâr ü muzlim
Etmekte zikr-i Hallâk'ı dâim.
Allahü ekber... Allahü ekber...
Bir samt-ı ulvi: Kalb-i tabiat,
Bir samt-ı nâlân: Rüh-ı avâlim
Etmekte zikr-i Hâllâk’ı dâim
Etmekte ra’şân ra’şân ibâdet.
Sözlük
Samt-ı ulvi: Yüce suskunluk
Hâmûş: Sessiz, susmuş
Nalân: İnleyen
Avalim: Dünyalar
Pinhan: Gizli
Nevvâr: Ağlayan, inleyen
Muzlim: Karanlık
Ra’şân: Titrek, titreyen
(1897)
Nesre çevrilmiş
şekli
Allah en büyüktür… Allah en büyüktür…
Sanki tabiat yüce bir suskunluk ile sessiz sessiz ibadet
eder.
Allah en büyüktür… Allah en büyüktür…
Sanki inleyen bir sessizlik olan gizli ve aşikâr, ışıklı
veya karanlık alemler daima Yaradan’ı zikretmektedir.
Allah en büyüktür… Allah en büyüktür…
Yüce bir suskunluk içerisinde olan tabiat, inleyen bir
sessizlik olan alemler daima Allah’ı zikretmekte ve titreye titreye ibadet
etmektedir.
Şair ezan sesinin müzikalitesinden söz ediyor. Müslümanların
duygularından yola çıkmaz. Her bölümün başında tekrarlanan “Allahü ekber” lafızlarıyla
şiire musikiyi vermeye çalışmıştır. Şiirin genelinde din, içten hissedilen bir
duygu değil, seyredilen bir tablodur.
Şiirde tabiat unsurları beşerileştirilir: birinci bölümde
tabiatın sessizce ibadet etmesi, ikinci bölümde alemlerin inlemesi ve Allah’ı
zikretmesi, üçüncü bölümde tabiatın kalbi, alemlerin ruhu ve bunların Allah’ı
zikredip ibadet etmeleri gibi…
Şair ezan sesinin kendi ruhunda uyandırdığı intibalardan söz
etmez, sübjektif bir durumu objektifleştirir.
Şiir, ses üzerinde kurulmuştur.
Tevfik Fikret –
Yağmur
Küçük, muttarid, muhteriz darbeler
Kafeslerde, camlarda pür ihtizaz
Olur dembedem nevha-ger, nagme-saz
Kafeslerde, camlarda pür ihtizaz
Küçük, muttarid, muhteriz darbeler...
Sokaklarda seylabeler ağlaşır
Ufuk yaklaşır, yaklaşır, yaklaşır;
Bulutlar karardıkça zerrata bir
Ağır, muhtazır dalgalanmak gelir;
Bürür bir soğuk, gölge etrafı hep,
Numayan olur gündüzün nısf-ı şeb.
Söner şimdi, manzur olurken demin
Hayulası karşımda bir alemin.
Açılmaz ne bir yüz, ne bir pencere;
Bakıldıkça vahşet çöker yerlere.
Geçer boş sokaktan, hayalet gibi,
Şitaban u puşide-ser bir sabi;
O dem leyl-i yadımda, solgun, tebah,
Surur bir kadın bir rıda-yı siyah
Saçaklarda kuşlar -hazindir bu pek! -
Susarlar, uzaktan ulur bir köpek.
Öter guş-ı ruhumda boş bir enin,
Boğuk bir tezad-ı sukun u tanın;
Küçük, pür heves, gevherin katreler
Sokaklarda, damlarda pür ihtizaz
Olur muttasıl nevha-ger, nağme-saz
Sokaklarda, damlarda pür ihtizaz
Küçük, pür heves, gevherin katreler...
Sözlük
Muttarid: Tek düze
Muhteriz: Ürkek, çekingen
İhtizaz: Titreyiş
Dem-be-dem: Durmadan, daima
Nevha-ger: Yüksek sesle ölmüş için ağlayan, ağıt yakan
Nağme-saz: Şarkı söyleyen
Seylâbe: Su birikintileri
Zerrata: Zerreler
Muhtazır: Can çekişen
Tebâh: Boğuk, çürük, yıkılmış
Ridâ-yı siyah: Siyah örtü
Ridâ: Kara çarşaf
Gûş-i ruh: Ruh kulağı
Enin: İnilti
Tezad-ı sükûn u tenin: Sakinliğin ve çınlayışın tezadı
Katre: Damla
Muttasıl: Sürekli
Nümâyân: açık seçik olmak, görünmek
Nısf-ı şeb: Gece yarısı
Manzur: Görünmek
Heyûla: kötü hayal
Şitâbân: Koşan
Püşide-ser: Başı örtülü
Tahlil
(1)
Küçük tek düze, ürkek darbeler, kafeslerde, camlarda
titreyiş dolu devamlı ağıt yakar, türkü söyler. Küçük tek düze ürkek darbeler.
(2)
Sokaklarda su birikintileri ağlaşır, ufuk yaklaşır,
yaklaşır, yaklaşır.
Bulutlar karardıkça zerrelere ağır bir can çekişen dalgalanmak
gelir.
Muhteriz darbeler / Sıfat tamlaması
Muttarit darbeler / Sıfat tamlaması
Küçük darbeler / Sıfat tamlaması
Ağır, muhtazır dalgalanmak / ikili sıfat tamlaması
(3)
Etrafı hep soğuk bir gölge bürür, gündüzün gece yarısı gibi
görünür.
Soğuk gölge / Sıfat tamlaması
Nısf-ı seb / (Farsça) Belirtisiz isim tamlaması
Nümâyan olmak / Birleşik fiil
(4)
Demin âlemin kötü hayali karşımda görünürken, şimdi söner.
Âlemin heyulası / İsim tamlaması
(5)
Ne bir yüz, ne bir pencere açılmaz (bugünkü kullanımda “açılır”)
bakıldıkça yerlere vahşilik çöker.
(6)
Koşan ve başı örtülü bir çocuk boş sokaktan hayalet gibi
geçer.
(7)
O zaman hatıramın gecesinde solgun ve yıkılmış bir kadın
siyah bir örtüyü sürür.
Leyl-i yâd / (Farsça) İsim tamlaması
Solgun, tebâh kadın / (Farsça) Sıfat tamlaması
Ridâ-yı siyah / (Farsça) İsim tamlaması
(8)
Saçaklarda kuşlar / bu pek hazindir!
Susarlar, uzaktan bir köpek ulur.
(9)
Ruhumun kulağında boş bir inilti, boğuk bir sakinlik ve
çınlayış tezadı öter.
Ruhumun kulağı / Belirtili isim tamlaması
Boş bir enin / Sıfat tamlaması
Boğuk tezâd / Sıfat tamlaması
Tezâd-ı sükûn / İsim tamlaması
(10)
Küçük, heves dolu, mücevherden yapılmış damlalar,
sokaklarda, damlarda titreyerek durmadan ağlar, şarkı söyler.
Vezin: fe û lün / fe û lün / fe û lün / fe ûl
Vezin, şiire ritim ve ahenk kazandırır.
Şair şiirde yağmuru seyrediyor. Kendisi yağmur altında
değildir, duyularıyla yağmuru idrak eder. Şiirde yağmur sesini vermeye
çalışıyor. Kelime tekrarlarının nedeni budur. Müzikaliteyi arttırmak için
aliterasyona başvuruyor. En çok tekrarlanan konsonantlar s, r, ş harfleridir.
Yağmur küçük damlalar halinde başlıyor, ikinci parçada
damlaların büyümesi söz konusudur, daha sonra da sel haline gelir. Yağmur
harekete dayalı olduğu için şiirde çok fazla fiil kullanılmış.
Şiir bütünüyle bir tablo şiiridir. Hem göze hem de kulağa
hitap etmeye çalışır.
Tevfik Fikret – La Dans
Serpantin
Mahmûr ü müzehher, mütelevvin, mütenevvir,
Bi fecr-i behârî gibi zulmetler içinden
Reyyan-ı tebessüm doğuyor; şimdi muayyen
Bir şekl-i sehabide melekler gibi tâir,
Derken mütegayyir,
Bin hey’ete birden giriyor, berk-ı hırâmı
Hatfeyliyor enzar-ı heves-dâr-ı garâmı
San’at sarı, mor, penbe, yeşil, kırmızı, mai
Elvân-ı ziyâiyyeye bir kudret-i cevlân
Bahşeyliyerek hepsi perîler gibi mahfî
Mahfî ve sükûnetli adımlarla şitaban
Etrafını birden sarıyorlar; o, semavî
Bir tûde-i ezhâr-ı muhayyel gibi lerzan,
Lerzân ü perişan dönüyor… bir şeb-i sâfî
Tenvir ediyor sanki bir avize-i raksân.
Bağzan sönecekmiş, bitecekmiş gibi nâçâr,
Meyyâl-i tefekkür, mütereddid, süzülürken
Bir darbe-i şeh-bâl ile bir hamlede, birden
Tecdîd-i hayat eyleyerek, aşk-ı füsunkâr
Şeklinde bedîdâr,
Bin şigr ile tehziz ediyor kalb ü hayâlî
Her cilve-i nâzendesi, her cümbüş-i bâli
Bağzan kocaman bir kelebekdir ki müzehheb
Pervaz-ı hamûşânesi birlikde sürükler
Enzâr-ı temâşanızı, bağzan da mutarra
Bir zanbağa benzer ki değildir mutasavver
Bir mislini görmek şu tabiatde, mükevkeb
Tirâje-nümâ… Hem bu güzellikle beraber
Yapraklarının lerziş-i mestinde hüveydâ
Bir çehre-i pür-ağd-i emel, çehre-i dilber
Ey sihr-i nazar-perver-i san’at, mütenevvir
Bir fecr-i behârî gibi zulmetler içinden
Doğdun, yine zulmetlere döndür; ebediyyen
Fikrimde seher-hıyz olacaktır sana dair
Bir leyl-i serâir
Bir leyl-i serâir ki bütün şûh-u mülevven
Güllerle, güneşlerle, emellerle müzeyyen!
Sözlük
Mahmur: Uykulu
Müzehher: Çiçekli
Mütelevvin: Renkli
Mütenevvir: Nurlu
Fevr-i beharî: Bahara ait fecr
Reyyân-i tebessüm: Gülümseyişe kanmış
Müzeyyen: Belirli
Şekl-i sehabi: Buluta benzer şekil
Tâir: Uçan, uçucu
Mütegayyir: Birdenbire değişme
Heyet: Şekil, görünüş
Berk-i hıram: Salınışın şimşeği
Enzâr-ı heves dar-ı garam: Aşka hevesli bakışlar
Hatfeylemek: kamaşmak
Elvân-ı ziyâiyye: Işık veren renkler
Kudret-i cevelân: Kuvvetli akış
Mahfî: Gizli
Şitabân: Koşan, koşarak
Tude-i ezhâr: Çiçek yığını
Şeb-i safî: Saf gece
Tenvir etmek: Aydınlatmak
Darbe-i şehbâl: Kanat darbesi
Tecdid-i hayal: Birden canlanmak
Bedi-dâr: Belirmek
Tehziz: Titreme
Cilve-i nazande: Nazlı cilve
Cümbüş-i bâl: Kanat oynatma
Müzehheb: Altından
Pervaz-i hâmûşane: Sessizce uçuş
Enzar-ı temaşa: Hayranlıkla seyreden bakışlar
Mutarra: Taze, körpe
Mutasavver: Tasavvur edilmiş
Mükevkeb: Yıldızlı
Tiraje-nümâ: Gökkuşağı gösteren renkli
Lerziş-i mest: Kendinden geçmenin titreyişi
Hüveydâ: Açık, meydanda, görünen
Çehre-i pür-va’d-ı emel: Emel vaadiyle dolu çehre
Tahlil
(1)
Uykulu, renkli, çiçekli, ışıklı, bahara ait bir fecr gibi
karanlıklar içinden tebessüme karışmış bir şekilde doğuyor.
Şimdi belirli bir buluta benzer şekilde melekler gibi
uçuyor. Derken değişerek şekle giriyor. Salınışının şimşeği aşkın hevesli
bakışlarını, gözlerini kamaştırıyor.
(2)
Sanat, sarı, mor, pembe, yeşil, kırmızı, mavi gibi ışıklı
renklere bir akışın kudreti bahşeyleyerek hepsi periler gibi gizli gizli ve
sessiz adımlarla koşarak
(3)
Etrafını birden sarıyorlar o göğe ait bir hayali çiçekler
yığını gibi titrek titrek ve perişan dönüyor. Raks eden bir avize sanki saf bir
geceyi aydınlatıyor.
(4)
Bazen sönecekmiş, bitecekmiş gibi çaresiz düşünmeye meylederek
tereddütlü süzülürken bir kanat darbesiyle bir hamlede birden canlanarak
büyüleyici bir aşk şeklinde beliriyor, açık ve seçik olarak ortaya çıkıyor, her
nazlı cilvesi, her kanat cümbüşü kalbi ve hayali bin şiir ile titretiyor.
(5)
Bazen altın kanatlı kocaman bir kelebek gibi sessizce uçuşu
onu hayranlıkla seyreden bakınışınızı birlikte sürükler. Bazen de taze,
tasavvur edilmesi mümkün olmayan bir zambağa benzer.
(6)
Şu tabiatla onun (yılan) gibi yıldızlı gökkuşağına benzeyen
bir başka örneğini görmek mümkün değil (Yılanın derisi çok değişik renkli ve
parıltılı olduğu için yıldızlı gökkuşağına benzetiliyor).
Hem bu güzellikle beraber yapraklarının kendinden geçmişçesine
titreyiş içinde, emel vaadiyle dolu bir çehre, bir güzel çehresi açıkça görülür.
(7)
Ey sanatın gözü okşayan sihri, ışıklı bir bahar fecri gibi
karanlıklar içinden doğdun, yine karanlıklara döndün. Sana dair sırlı bir gece
ebediyyen fikrimde doğacaktır. Güllerle güneşlerle, emellerle süslü, renkli ve
bütün şen ve neşeli bir sırlı gece.
Tevfik Fikret bu şiirinde sanattan nasıl etkilendiğini
anlatır. Şiirin bütününde seyrettiği bir dansı betimler. Şairin gayesi,
dansözün hareketlerini takdi’ler aracılığıyla anlatmaktır.
Dansöz önce küçük ve seri adımlarla ortaya çıkıyor.
Yavaşlıyor, bütün vücuduyla görülüyor sonra yeniden hareketleniyor. Fikret,
dansözün bu geçişlerini küçük mısralarla verir. Şiir boyunca bu hareketliliği
takdi’lerle vermeye devam eder.
Birinci parçada “r” ünsüzü sık kullanılmıştır. Bu şiirde “r”
ünsüzü genellikle yumuşak kaypak hareketleri ifade etmek için kullanılmıştır.
Sık tekrarlanan diğer bir ünsüz “n” harfidir. Bununla da
şiire musiki kazandırmaya çalışır.
Tevfik Fikret’in pek çok şiirinde olduğu gibi burada da
amacı, gözüyle gördüğü bir tabloyu sözcüklerle aktarmaktır.
Tevfik Fikret –
Promete
Kabinde her dakîka şu ulvî tahassürün
Minkâr-ı âteşini duy, dâimâ düşün:
Onlar niçin semâda, niçin ben çukurdayım?
Gülsün neden cihan bana, ben yalnız ağlayım? ...
Yükselmek âsmâna ve gülmek ne tatlı şey!
Bir gün şu hastalıklı vatan canlanırsa... Ey
Müştâk-ı feyz ü nûr olan âtî milletin
Meçhul elektrikçisi, aktâr-ı fikretin
Yüklen, getir -ne varsa- biraz meskenet-fiken,
Bir parça rûhu, benliği, idrâki besleyen
Esmar-ı bünye-hîzini; boş durmasın elin.
Gör dâimâ önünde esâtîr-i evvelin
Gökten dehâ-yı nârı çalan kahramânını...
Varsın bulunmasın bilecek nâm-ü şanını.
Sözlük
Tahassür: Özlemek, hasret çekmek
Minkâr-ı ateşin: Ateşten gaga
Âsman: Sema
Müştâk-ı feyz u nur: Feyze ve nura susamış
Aktâr-ı fikret: Fikir ülkeleri
Meskenet-fiken: Miskinliği gideren
Esmar-ı bünye-hîyz: Bünyeyi besleyen meyveler
Esâtir-i evvel: Evvel zaman masalları
Dehâ-yı nâr: Ateşin dehası
Tahlil
Kalbinde her dakika şu yüce hasretin yakıcı gagasını duy.
Onlar niçin gökte, ben niçin çukurdayım; cihan bana neden gülsün de, ben yalnız
ağlayayım diye daima düşün, göğe yükselmek ve gülmek ve gülmek ne tatlı şeydir.
Ey feyz ve nura susamış olan milletin istikbalinin meçhul
elektrikçisi, şu hastalıklı vatan bir gün canlanırsa, fikir ülkelerinden biraz
miskinlik giderici, bir parça ruhu, benliği, idraki ve vücudu besleyen
meyvelerini, ne varsa yüklen, getir. Elin boş durmasın. Daima önünde
mitolojinin gökten ateşin dehasını çalan kahramanını gör… Varsın senin adını,
şanını bilecek bulunmasın.
Şiirdeki elektrikçi Promete’dir. II. Meşrutiyet devrinde
yazılmış, didaktik bir şiirdir.
Şiirdeki hâkim fikirler:
1-
Medeni olabilmek için Batının teknik ve medeniyetini
almak gerekir.
2-
Teknik sahada ilerleyebilmek için bu ilerlemeyi
başarmış ülkeleri örnek almak gerekir.
3-
Türkiye’nin kurtuluşu teknik ve medeniyettedir.
4-
Vatan için şahsi menfaat gözetmeden çalışmak gerekir.
Cenab Şahabeddin –
Son Arzu
Birlikte terk-i cism edelim mevte, bir gece
Mest-i garâm iken,
Kursun bahar, ruhumuz üstünde gizlice
Bir türbe-i semen
Olsun tuyûr-ı ruhumuz havz-i türâb
Bir lâne-i şegâf
Tâ haşre dek mesiremiz olsun pür-âb ü tâb
Bir sâhil-i sedef
Olsun şeb-i kıyamete dek hem-sürûdumuz
Bir cûy-ı nağme-hiyz
Kaslın sular lebinde dil-i yek-vücûdumuz
Mes’ud u hande-rîz
Tev’em sürûşlar gibi ayn-ı cenâh ile
Uçsun hayalimiz
Gezsin hadika-i ebediyyette el ele
Âmâl-i bâlimiz
Bir bedr-i mübtedi
Bir bûse-i muzî tuta fevkinde onların
Bir mâh-ı semedî
Vezin:
Mefûlü fâilâtü mefâîlü fâilün
Mefûlü fâilün
Sözlük
Mest-i garâm: Aşkla kendinden geçmiş
Tuyûr-ı ruh: Ruhumuzun kuşları
Havza-i türâb: Toprak yığını
Lâne-i şegâf: Aşk yuvası
Pür âb ü tâb: Işık ve suyla dolu
Hem-sürûdumuz: Birlikte şarkı söylemek
Cüy-ı nağme hîz: Şarkı söyleyen ırmak
Hande-rîz: Gülen, gülüş saçan
Tev’em: Eş, ikiz
Sürûş: Melek
Hadîka: Bahçe
Âmâl-i bâlimiz: Kanadımızın emelleri
Âlem-i şevkinde: İstek, derin istek âlemi
Bedr-i mübtedi: Yeni doğan şey, hilal
Bûse-i muzî: Işıklı öpüş
Mâh-ı sermedi: Daimi ay, ebedi ay
Nesre çevrilmiş
şekli
(1)
Bir gece aşkla kendinden geçmişken, birlikte ölüme gidelim,
bedenimizi terk edelim.
(2)
Bahar gizlice ruhumuz üstünde yaseminden bir türbe kursun.
(3)
Toprak yığını ruhumuzun kuşlarına bir aşk yuvası olsun
(4)
Işıklı ve sulu, sedeften bir sahil ta kıyamete dek bizim
gezinti yerimiz olsun
(5)
Şarkı söyleyen ırmak kıyamet gecesine dek bizimle birlikte
şakısın
(6)
Tek vücut olmuş gönlümüz suların dudağında mesut ve gülüş
saçarak kalsın
(7)
Hayalimiz ikiz melekler gibi aynı kanatla uçsun
(8)
Kanadımızın emelleri sonsuzluk bahçesinde el ele gezsin
(9)
Yeni doğmuş ay onların şevk âleminde avize olsun
(10)
Ebedi bir ay onların üstünde adeta ışıklı bir öpüş olsun.
Tahlil
Şiirin ana teması birlikte ölmektir. Bunun dışında aşk,
tabiat ve ışık şiirde dikkati çeken diğer temlerdir.
Bu şiirin şekli eski klasik müstezattır. İçerik bakımından
hayli yenilikçidir.
Tevfik Fikret’te olduğu gibi, Parnasçılardan tablo gibi şiiri,
sembolistlerden de musiki gibi şiiri bir şiirde birleştirmeyi denemiştir.
Şiirde kozmik bir zaman tasavvur edilmekle birlikte, gece
ile ilgili kelimeler sıklıkla kullanılmıştır.
Mekân olarak geniş tabiat tasvirlerine yer verilmiştir.
Kişiler ise şair ve sevgilisidir.
Şiirde birlikte ölmek isteği ile ölümü aşmak arzulanmakta.
Sevgililer öldükten sonra bile birlikte olmak isteğindeler.
Şiirde estetik unsurlar ön plandadır.
Jung’un arketip kuramına örnek olması bakımından birlikte
ölmek teması dikkat çekmektedir.
Şiirde musikiyi verebilmek için aliterasyonlar
kullanılmıştır. S, ş, r en çok tekrar eden sessiz harflerdir.