20 Aralık 2012 Perşembe

16. Yüzyıl Türk Edebiyatı


XVI. YÜZYIL TÜRK EDEBİYATI

Ünite 1

16. Yüzyılda Siyasal, Kültürel ve Edebi Hayat

Osmanlı Devleti 16. yüzyıla Fatih’,n şehzadesi II. Bayezid’in yönetiminde girmiştir. Uzun Hasan’ın şahsında simgeleşen Akkaoyunlu tehdidi yerini Erdebil Tekkesi şeyhi ve Safevi Devleti’nin kurucusu Şah İsmail’e bırakmıştır. Timurluların üzerinde parlayan yıldız bu yüzyılda daha uzak ülkelere kaymış, Hindistan’da Babür Şah’ın temsil ettiği Türk-Hint İmparatorluğu kurulmuştur. Türkçe, bu geniş coğrafyada edebi dil olarak kullanılmış ve en parlak dönemini yaşamıştır.

Osmanlı Padişahları ve Şiirleri
16. Yüzyılın padişahları
II. Bayezid (1481-1512)
Yavuz Sultan Selim (1512-1520)
Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566)
II. Selim (1566-1574)
III. Murat (1574-1595)
III. Mehmet (1595-1603)

Kültürel gelişmeler siyasi gelişmeleri belli bir mesafeden izler. Bu yüzyılda Osmanlı devleti siyasi olarak büyürken bilim ve sanatta geri kalmaması gerektiğinin bilincine vakıftı. Devletin bilim ve sanata verdiği destek devlet yapısı güçlendikçe artmaya devam etmiştir.
Osmanlı sultanları ve şehzadeleri himaye ettikleri bazı sanat dallarında yetenekleri doğrultusunda eserler vermişlerdir.
II. Bayezid (Adlî)
Yavuz Selim (Selimî)
Sultan Süleyman (Muhibbî)
II. Selim (Selimî)
III. Murat (Muradî)
Şehzadelerden;
Cem Korkut (Harimî)
Mustafa (Muhlisî)
Bayezid (Şahî) tanınmış şairlerdir.

II. Bayezid (Adlî)
Tahta geçişinin ilk yıllarında iç ve dış siyaset büyük ölçüde İshak Paşa ve Gedik Ahmet Paşa’nın istekleri doğrultusunda biçimlendi. Kardeşi Cem’in taht mücadelesini 1481’de kaybedip Mısır’a kaçışından Rodos şövalyelerinin elinde ölümüne kadar (1495) saltanatında temkinli hareket eden II. Bayezid, bu tarihten sonra donanmasını hazırlayarak Venedik seferine çıkar (1499-1502). Bu sırada doğuda Safevî tehdidi baş gösterir. Şah İsmail 1502 ve 1507’de iki defa Osmanlı topraklarına girer. 1511 yılında Şahkulu önderliğinde Teke yöresinde bir ayaklanma çıkarır. Safevî tehdidi büyüyerek Bursa’ya kadar varlığını hissettirir. Şehzade Selim, duruma daha fazla seyirci kalamaz ve yeniçerilerin desteğini arkasına alarak 24 Nisan 1512 yılında babasını tahttan indirir.

II. Bayezid şehzadeliğinde bulunduğu Amasya’nın kültürel ortamından iyi şekilde istifade eder. Onun zamanında Amasya çevresindeki şairlerin başında Taci Bey’in oğlu Cafer Çelebi (öl. 1515) ile Müeyyezade Abdurrahman (öl. 1516) gelir. Müeyyezade Hatemî mahlasıyla şiirler söylediği halde bilgin / âlim olarak tanınır. Torunu Âşık Çelebi (Meşairü’ş-Şu’ara’nın müellifi, öl. 1571) başta olmak üzere, şair Kemal Paşazade, Hafız-ı Acem, Necati Bey (öl. 1509) ve Zatî (öl. 1546) gibi birçok bilgin ve sanatkârın yetişmesine ön ayak olmuştur.

II. Bayezid ile Hüseyin Baykara’nın mektuplaştıkları bilinir. Herat, Hüseyin Baykara döneminde (1469-1506) şiir, musiki, hat, nakış gibi sanatlarda çok ileri mesafeler kat etmiştir.
Hüseyin Baykara’nın Ali Şir Nevayî (1441-15010) ve Molla Cami (1414-1492) ile kurduğu ilişki Osmanlı şairleri tarafında yönetici sanatkâr ilişkisinin örneği olarak alınmış ve takdim edilmiştir.

Adlî mahlasıyla söylediği şiirler Adlî Divanı adıyla Yavuz Bayram tarafından yayımlanmıştır (Amasya, 2009).

Yavuz Sultan Selim (Selimî)
Kısa süren saltanatına önemli zaferler sığdırmıştır. Dönemin şairleri onun seferlerini destansı dille işleyen Selimnameler yazmışlardır.
Sanatkâr ve bilginleri himaye etmiştir. Tacizade Cafer Çelebi, Müeyyezade Abdurrahman Çelebi, Zembilli Ali Efendi ve İbni Kemal, Yavuz’un dönemindeki kültür ve bilim ortamının renkli simalarıdır.

Farsça şiirle söyleyen Selim’in mücadele ettiği Safevî lideri İsmail ve Memlük lideri Kansu Gavrî’nin Türkçe şiirler söylemiş olmaları ilginçtir. Şiirleri Ali Nihat Tarlan tarafından yayımlanmıştır (İstanbul 1946). “Neyi ki şîve mi ki cevr mi ki nâz mı ki” dizesini yinelediği şiirleri vardır. Bu dize Ahmet Muhip Dıranas ve Melih Cevdet Anday’ı etkilemiş ve bu şairler aynı dize ile biten şiirler yazmışlardır.

Kanuni Sultan Süleyman (Muhibbî)
Siyasi alanda Osmanlı Devleti’ni dünyanın süper gücü haline getiren Sultan Süleyman kültür, sanat ve bilimde de ülkesine aynı başarıları kazandırmıştır. Onun döneminde açılan Süleymaniye medreseleri bilimin gelişmesi için gerekli koşulları sağlamıştır. Yazdığı şiirler ve koruyup gözettiği şairler ile Osmanlı şiirini zirveye taşımıştır. Sultan Süleyman’ın sanatkârları himaye eden tutumu Sadrazam İbrahim Paşa ve Defterdar İskender Çelebi başta olmak üzere Kınalızade Ali, Nişancı Celalzade Mustafa Çelebi, Kazasker Kadri Efendi, Şeyhülislam Kemal Paşazade, Şeyhülislam Ebusuud Efendi ve Katibî mahlasıyla şiir söyleyen Seydi Ali Reis gibi devrin bürokrat ve devlet adamları tarafından da benimsenmiştir.

Muhibbî, Osmanlı edebiyatında Zatî ve Edirneli Nazmî’den sonra en çok gazel yazan şairidir. Muhibbî Divanı, Coşkun Ak tarafından yayımlanmıştır (Ankara, 1987).
Şehzade Mustafa (1515-1553) Muhlisî ya da Mustafa mahlasıyla şiirler söylemiştir. Maiyetinde çok sayıda şair barındıran Şehzade Mustafa ardından en çok mersiye yazılan kişidir.

Divan şiirinde şairlerin kendi psikolojik sıkıntılarını dile getirmeleri hoş karşılanmamıştır. Kişisel problemlerin dile getirildiği şiirlere hasb-i hal tarzı şiir adı verilmiştir. Bu tarz şiirler Cem Sultan ve Şehzade Bayezid’in eserlerinde karşımıza çıkar.

II. Selim (Selim / Selimî)
Onun dönemindeki Kıbrıs’ın fethi(1571) Osmanlıların son büyük askeri başarısıdır.
Biz bülbül-i muhrik-dem-i gülzâr-ı firâkız
  Âteş kesilir geçse sabâ gülşenimizden
Örneklenen beyti çok ünlüdür.

III. Murat (Muradî)
Döneminde doğuda İranlılarla batıda da Habsburglarla savaşlar yapıldı. Şehzadesi Mehmet için yaptırdığı oldukça gösterişli sünnet düğünü Gelibolulu Ali’nin Cami’u’l-Buhur Der-Mecâlis-i Sûr adlı 2725 beyitlik eserine konu olur.

III. Murat Osmanlı sultanlarının en bilginlerinden biri kabul edilir. Şeyhülislam Mehmed Sadeddin Efendi, Bekai Efendi, Şeyh Şüca Efendi, Tiryaki Hasan Paşa gibi isimler tarafından yetiştirilmiştir.

Muhibbî’den sonra en çok gazel söylemiş sultandır. Muradî Divanı’nda 1567 gazel vardır. Farsça söylediği 39 gazel Futuhat-ı Ramazan adlı eserdedir.  Saatçilik, nakkaşlık ve meddah hikâyelerine merakı vardı.

III. Mehmet
Ekonomik sıkıntılar yaşayan Osmanlı Devleti onun döneminde Celali isyanlarıyla sarsılmıştır. Durumdan yararlanan Safevi lideri Şah Abbas, Osmanlı birliklerinin Anadolu’ya çekilmesini sağlamıştır. Parıltılı dönem sona ermektedir.

Edebi Muhitler ve Hamiler
Geniş kitlelerin okuma-yazma imkânlarına erişmediği dönemlerde sanatçılar, iktidar ve seçkin sınıfın himayesine muhtaç idi. Osmanlı devleti öncesinde Türk ve İslam devletlerinde de hamilik sistemi vardı.

Fatih’in İstanbul’u bilim ve sanat merkezi haline getirme çabası sonraki dönemlerde de kabul görmüş ve bu yönde uygulamalar gelenek haline gelmiştir.

Yavuz Sultan Selim çıkığı seferlerde himaye ettiği şairleri yanına alarak sefer tarihini nazmettirirdi. Onun döneminde yazılan çok sayıda Selimname’nin sebeplerinden biri de budur. Yavuz, ayrıca ülke dışındaki şair ve İslam dünyasındaki önemli isimleri Osmanlı topraklarına davet etmiştir.

Selimnameler Yavuz Sultan Selim’in saltanatını konu edinen manzum veya mensur eserlerdir. Bu eserler, devrin sosyal, siyasi ve kültürel olaylarını anlatmalarının yanında üsluplarından dolayı edebi değer de ifade ederler. Selimnameler daha sonra ortaya çıkacak olan Süleymannameler’le birlikte devletin en güçlü olduğu dönemleri anlattıkları için baştan sona zaferlerle doludurlar.

16. yüzyılda Türkçe, Arapça ve Farsça olmak üzere yirmi kadar Selimname yazılmıştır.
İshak Çelebi (öl. 1573)
Keşfi (öl. 1525)
İdris-i Bitlisi (öl. 1521)
Kemal Paşazade (öl. 1534)
Celalzade Mustafa Çelebi (öl. 1567)
Şükri, Sücudi, Şiri, Edayi ve Hoca Sadettin belli başlı Selimname yazarlarıdır.

Sultan Süleyman döneminde yüzlerce şair ve bilgin padişahın himayesinde yaşamıştır. Başlıcaları; Gazali mahlaslı Deli Birader, Hayali Bey, Fethullah Arif Çelebi, Taşlıcalı Yahya, Baki, Fevri, Nakkaş Balizade Rahmi, Edayi, Sürurui, Gubari, Lamii Çelebi, Edirneli Nazmi, Ubeydi ve Dai’dir.
Sultan Süleyman döneminde yazılan Süleymannameler’in kaynağı Selimnameler’dir. Muhteva bakımından benzerlik gösterirler. Elli civarında Süleymanname vardır. Ferdi (öl. 1525), Şemsi Ahmet (öl. 1580), Nevi (öl. 1599), Hadidi (öl. 1559) ve Gubari (öl. 1566) önemli Süleymanname yazarlarıdır.

Sultanlar dışında devlet erkânından isimlerde şair ve bilginleri himaye etme yarışı içine girmişlerdir. Sultan Selim döneminin kazaskerlerinden Müeyyezade Abdurrahman (öl. 1516), Taczade Cefer Çelebi (öl. 1515), Sultan Süleyman’ın sadrazamlarından Remzi mahlasıyla şiirler yazan Pir Mehmed Paşa (öl. 1532), İbrahim Paşa (öl. 1536), Rüstem Paşa (öl. 1561), Şeyhülislam Kemal Paşazade, Kazasker Kadri Çelebi, Defterdar İskender Çelebi (öl. 1535) nişancı Celalzade Mustafa Çelebi (öl. 1567) Katibi mahlasıyla şiirleri olan Seydi Ali Reis (öl. 1563) konaklarında toplantılar düzenleyen, musiki ustalarını çevrelerinde toplayan devlet adamlarıdırlar.

Sultanlar, şehzadeler ve devlet adamları dışında Osmanlı ordusuna bağlı Mihaloğlulları, Turhanlılar, Yahyalılar, Malkoçoğulları gibi akıncı aileleri de şair ve bilginleri himaye ederlerdi. Akıncı aileleri sınıra yakın bölgelere yerleşmiş oldukları için kendilerine merkezler belirlerlerdi. Evrenesoğulları Vardar Yenicesi’ni, Mihaloğulları Plevne’yi, Turhanlılar da Mora’yı merkez edinmişlerdi. Bu akıncı merkezleri de zaman içinde kültür merkezi hüviyeti kazanmıştır.

Divan Şairleri
Osmanlı şiiri 16. yüzyıla kadarki gelişme devrini bu yüzyılda ortaya çıkan büyük şairler ile birlikte tamamlamış ve ileri örneklerini vermiştir.  Bu dönemde Osmanlı şiiri simgeci ve kavramsal bir derinlik kazanır. Üslup açısından Şeyhi ve Ahmet Paşa tarafından temeli atılmış olan klasik üslup yüzyıla damgasını vurmuştur.

Baki (öl. 1600), Fuzuli (öl. 1556) ve Hayali (öl. 1557) dönemin en büyük şairleridir. Üç dilde yazdığı şiirleri sebebiyle Osmanlı coğrafyasının tamamında tanınan Fuzuli bütün yüzyıllar içinde en çok okunan divan şairidir.

II. Bayezid devrinde İstanbul’a gelmiş olan Zati, 30-40 yıl boyunca şairlerin hocası, yol göstericisi olarak kabul görmüştür. Hayali Bey, Sultan Süleyman’ın en gözde şairlerindedir. Yeniceli Usuli (öl. 1538) Osmanlı şiirindeki Rumeli duyuş tarzının gelişmesine katkı sağlamıştır.
Yeniceli bir diğer önemli isim ünlü Mevlevi şeyhi Yusuf-ı Sineçak’ın kardeşi Hayreti’dir (öl. 1535).
Yeniceli ve dahası Rumeli kökenli şairler şiirlerine yerel unsurları da dahil etmişlerdir. Rumeli’de yetişip İstanbul’a gelen Hayali ise Baki yetişene kadar Osmanlı şiirinin en büyük ustası kabul edilmiştir.  

Kaside ve gazel ustası Baki, neşesi, coşkunluğu ve rindliğiyle Nedim’i hazırlayan şairdir.
16. yüzyılın kaside ve gazeldeki başlıca şairleri:
Sultan Selim’in Trabzon’dayken musahibi ve hocası olan Halimi (öl. 1517), Ahi Benli Hasan (öl. 1517), Nacak Fazıl diye anılan Nihani (öl. 1519), Bihişti Sinan Çelebi (öl. 1520), Tali’i Mehmed Çelebi (öl. 1516), Hayali Abdülvehhab Çelebi (öl. 1523), Revani (Şiirleri şarap, meyhane ve rintlik üzerinedir, öl. 1523), Figani (Sultan Süleyman’ın şehzadesi Mustafa ve Sadrazam İbrahim Paşa için söylediği kasideleriyle tanınmıştır, öl. 1532), Kemalpaşazade Şemsettin Ahmed (öl. 1534), Hayreti (öl. 1534), İshak Çelebi (üç dilde şiirler söylemiştir, öl. 1536), Nihali Cafer Çelebi (öl. 1542).

Edirneli Nazmi (öl. 1554) Türk edebiyat tarihinin en çok gazel yazmış olan şairidir. 7777 gazeli vardır. Bursalı Rahmi (öl. 1567), Celili (Divan, Gül-i Sad-berg adlı eserleri vardır, öl. 1569), Fevri (öl. 1570?), Yahya Bey (Hamsesi vardır, 34 kaside ve 515 gazelden oluşan büyük bir de Divan’ı vardır, öl. 1582), Nevi (Baki ve Hayali’den sonra yüzyılın en büyük üçüncü şairi sayılır, öl. 1599), Galibolulu Mustafa Ali (şairliğinin yanında iyi de bir tarihçidir, en fazla Türkçe şiir söylemiş dördüncü şairdir(diğerleri Edirneli Nazmi, Muhibbi ve Zati), öl. 1600), Bağdatlı Ruhi (Terkib-i bendi ile tanınır, öl. 1606).
Kültür ve eğitim seviyesi yüksek çevrelerin dışında da önemli şairler yetişmiştir. Ümmi çevrelerden gelen bu şairlerin pek çoğu ümmiliği mahlas olarak kullanmışlardır. Ümmi Sinan (öl. 1551?), Cemili, Rayi, Talibi, Siyabi, Enveri (öl. 1547), Meşrebi (öl. 1554?), Bidari (öl. 1560?) ve Valihi bu çevrelerin önemli isimleridir.

1436 yılında Ömer b. Mezid tarafından toplanmış ilk nazire mecmuası Mecmuatü’n-Nezair sonra edebiyatımızda tanınmış nazire mecmuaları 16. yüzyıl tarihlidir.
Eğirdirli Hacı Kemal, Cami’ün-Nezair (1512), 266 şair ve 3170 şiire yer verir.
Edirneli Nazmi, Mecma’ü’n-Nezair (1523), 243 şair ve 3356 nazireye yer verir.
Pervane b. Abdullah, Mecmu’a-i Nezair (1560), 525 şairin 7360 naziresine yer verir.
Budinli Hisali, Metaliü’n Nezair (1652).

Nazire mecmuaları biyografi tarihinin de ilk örnekleridir.
Yazıdan çok sözün dolaşımda olduğu gelenekte nazirecilik oldukça önemlidir. Osmanlı şiirinin yerelleşmesine katkı yapmıştır.
Divan tertip eden şairlerin hece ölçüsünde de şiirler söylemeleri bir diğer yerelleşme emaresidir. Meali, Usuli, Zaifi, Âşık Çelebi, Fevri ve Muradi (III. Murat) hece ölçüsü kullanmış şairlerdir.


Ünite 2

Azeri ve Çağatay Sahası Türk Edebiyatı
Doğu Türkçesi 15. yüzyıldan itibaren Ali Şir Nevai’nin eserleriyle ilerleme kaydeder. Çağatay Edebiyatı, Ali Şir Nevai ve onun etkisi altında yazılan eserlerle şekillenmeye başlar. Çağatay edebiyatını besleyen ikinci kaynak, Kuzey Hindistan’da varlık sürmüş olan Babürlerdir.

Azeri Sahası Türk Edebiyatı
15. yüzyılda Karakoyunlular (1351-1469) ve Akkoyunlular (1350-1514) egemenliğinde kalmış olan Azeri sahası çeşitli inançların bir arada yaşandığı bir coğrafyadır. Bu bölge 16. yüzyıldan itibaren Safevilerin egemenliğine girmiştir. Azeri sahasının en büyük şairi Fuzuli 16. yüzyılda yaşamıştır. Hatayi, aynı yüzyılda yaşamış bir diğer önemli şairdir.
Şah Abbas döneminden itibaren Erdebil Tekkesi, tasavvufi şiiri terk ederek Şiiliğin Safevi yorumunu (gulat) yaymak üzere şiirler söylemeye başlamıştır (bu nedenle şiir dili olarak Farsça değil Türkçe tercih edilmiştir). Sünni sanatkârlara hayat hakkı tanımayan Erdebil Tekkesi, Sünni şairlerin başka coğrafyalara yönelmesine sebep oldu, bu durumdan Osmanlı Sarayı ziyadesiyle kazanç sağladı.

Şah İsmail (Hatayi)
23 Eylül 1486’da Erdebil’de doğdu. Babası Safevi Şeyhi Haydar; Annesi, Uzun Hasan’ın kızı Alemşah’dır. 1502 yılında Tebriz’i ele geçirerek şah unvanını alır. Düşüncelerini yaymak için topraklarını genişletmek isteyen Şah İsmail’in ilerlemesi Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran Seferi’yle sona erer (1514). Şah İsmail, 23 Mayıs 1524’de ölür.
Nesimi, Habibi ve Ali Şir Nevai’nin etkisinde kalan Şah İsmail, Türkçenin en güzel gazellerini yazmıştır. Şair padişahların hemen hepsinde görülen mısra ve beyit tekrarı, aynı redif etrafında oluşan benzetmelerin yinelenmesi, Hatayi’nin eserlerinde de karşımıza çıkar. Gazelleri dışında önemli bir başka eseri de Dehname adlı mesnevisidir.

Hatayi Divanı: Bilinen en eski nüshası 1535 tarihli Mahmud Nişapuri tarafından istinsah edilmiş yazmadır. Şair tezkireleri ve cönklerde Şah İsmail’e ait olmadığı halde Hatayi mahlasıyla yazılmış şiirlerin yer bulması nedeniyle başka şairlerin şiirlerinin divana sızmış olma durumu vardır (İbrahim Arslanoğlu, Mirza Resul İsmailzade, Ekber N. Necef ve Babek Cavanşir Hatayi’nin şiirlerinin yayımlamışlardır).
Dehname: Fars ve Çağatay edebiyatında örnekleri bilinen dehnamelerin (on mektup) Azeri sahasındaki ilk örneğidir. Hecez bahrinin mef’’ulü mefâ’ilün fe’ûlün kalıbıyla yazılmıştır. Bazı mısralarda bu veznin mef’ûlün fâ’ilün fe’ûlün şekline dönüşerek sekt-i melih yapıldığı görülür. Aşk konulu yaklaşık 1500 beyitten mürekkep eser 1506 yılında tamamlanmıştır.
Nasihatname: Dini görüşlerinin yer aldığı küçük bir mesnevidir. 184 beyitten mürekkeptir.

İbrahim Gülşeni
Diyarbakır doğumlu olduğu tahmin edilen İbrahim, henüz iki yaşındayken babası vefat eder. Amcasının himayesinde eğitimini sürdürür. Tebriz’de tanıştığı Kazasker Molla Hasan’ın yardımıyla medrese eğitimi görür. Dede Ömer Ruşeni, Tebriz’e geldikten sonra İbrahim’i irşat eder. Dede Ömer, ölümünden önce İbrahim’i halifesi ilan eder. İbrahim, bu yolla İbrahim Gülşeni olmuştur.
Akkoyunluların otoritesi zayıfladıktan sonra Diyarbakır’a giden Gülşeni, Safevilerin bölgeyi tehdit etmesi üzerine önce Maraş’a sonra da Kudüs’e gider. Kudüs’te erbain çıkardıktan sonra Kahire’ye gider. Yavuz Sultan Selim Mısır’ı aldıktan sonra Gülşeni’ye ilgi göstermiş ve dergâhını kurması için zatına arazi tahsis etmiştir. 1534’te Mısır’da vefat etmiştir.
İlk şiirlerini Heybeti mahlasıyla söylemiş daha sonra Gülşeni mahlasıyla şiirlerine devam etmiştir. Arapça şiirlerinde Halili mahlasını kullanmıştır. Gazellerinin makta beytinde kendi mahlasıyla birlikte Ruşeni’yi anmıştır.
Türkçe konusunda hassasiyet gösteren Gülşeni, soyunu Oğuz Kağan’a dayandırmaktaydı. Halvetiliği benimseyip Mevlevilik yorumunu ekleyerek sufi gelenekte yeni bir kol oluşturan Gülşeni, şiirleri kadar mistik tecrübeleriyle de kültür hayatımız açısından çok önemli bir şahsiyettir.
Eserleri Üç dilde eserler vermiştir.
Türk edebiyatı açısından en önemli eseri Türkçe şiirlerini içeren divanıdır. Pendname, Razname, Kıdemname ve Çobanname diğer Türkçe eserleridir.
Mevlana ve Hafız-ı Şirazi etkisinde söylediği gazellerini Farsça divanında bir araya getirmiştir. Rubailerini Kenzü’l-cevahir adlı bir kitapta toplamıştır. Farsça eserlerinin en önemlisi Manevi’dir.
Manevi: Mesnevi’ye nazire olarak yazıldığı söylenen eser 40 bin beyittir.

Çağatay Sahası Türk Edebiyatı
En görkemli dönemini Hüseyin Baykara zamanında (1469-1506) Herat çevresinde yaşar. 16. yüzyılda Çağatay edebiyatı, Şeybaniler ve Babürler tarafından temsil edilir.

Babür Şah
Zahirüddin Babür Şah, 14 Mart 1483’te Fergana’da doğdu. Timur’un torunlarından Ömer Mirza’nın oğludur. Çağatay edebiyatının Ali Şir Nevai’den sonraki en büyük ismidir. Babürname dünyaca ünlü bir eserdir. Türkçenin farklı coğrafyalarda konuşulmasına katkıları olan Babür Şah, güzel sanatlara düşkün bir devlet adamıydı. Hat sanatında hatt-ı Babüri diye bilinen bir tarzı icat etmiştir. 
Babürname: Babür’ün en ünlü eseri Vekayi adıyla bilinen hatıratıdır.
Babür Divanı
Aruz Risalesi: Aruz veznini ve nazım biçimlerini Farsça ve Türkçe örnekler vererek açıkladığı eseridir.
Mübeyyen: Hanefi fıkhıyla ilgili konuları mesnevi biçiminde fe’ilâtün mefâ’îlün fe’ilün ölçüsüyle anlattığı bu eserini çocukları Hümayun ve Kâmran’a öğüt amacıyla yazmıştır.
Risale-i Validiyye: Ubeydullah Ahrar’ın sufi ahlakıyla ilgili eserinin mesnevi biçimindeki uyarlamasıdır.


Ünite 3

Türk Edebiyatının İki Zirve Şairi

Fuzuli (1483-1556)
Hayatı boyunca Bağdat ve Kerbela çevresinde yaşayan Fuzuli’nin, İstanbul’dan uzak kalması ve Şii mezhebine bağlı olması nedeniyle şair tezkirelerinde adına pek rastlanmaz. Türkmenlerin Bayat boyuna mensup olduğu tahmin edilen Fuzuli’nin doğum yeri ve tarihi hakkında kesin bilgilere sahip değiliz.
Asıl adı Mehmet’tir. Babasının ismi ise Süleyman’dır. Âlim kişiliğinden ötürü Mevlana Fuzuli diye bahsi geçer. İlk kasidesini Akkoyunlu Elvend Bey’e sunmuştur. Ali bin Muhsin’e de kasideler sunduğu bilinir. 1508 yılında Bağdat Şah İsmail’in eline geçince Beng ü Bade adlı mesnevisini ona takdim eder. Bağdat valisi İbrahim Han Musullulu’ya da kaside ve terci-bent sunmuştur. 1534’te Kanuni Bağdat’a geldiğinde Kanuni ve yakınındaki devlet adamlarına şiirler takdim ederek onların yakınlığını kazanmaya çalıştı.  
Necef’teki Hz. Ali Türbesinde türbedarlık yaptığını sandığımız Fuzuli, ölümüne dek bu çevrede yaşamış olmalıdır (bu varsayıma göre).

Türkçe ve Farsça divanlarının dibacelerinde şiir hakkındaki görüşlerini ortaya koymuştur.
Şiirlerinde okuyucuyla bütünleşen ve okurları etkisi altına alan yalın, içten bir söyleyiş vardır.
Şiirleri, duyguları en ince ayrıntılarına kadar ifade eder. Sözcüklerin çağrışım gücüne inanır. Çok anlamlı kelimeleri sıklıkla kullanır. Gazellerinde sadelik ve halk zevkleri, kasidelerinde ise düşünce ve belagat öne çıkar. Coşkusunu gazellerinde, bilgin tavrını ise kasidelerinde ortaya koyar.
Kullandığı dil ağırlıkla Azeri Türkçesinin özelliklerini yansıtır. Osmanlı Türkçesi ve Çağatay Türkçesinden de uzak durmadığı için geniş coğrafyalarda şiirleri okunmuştur.
Fuzuli’nin şiiri Türkçenin aruza uyum sürecindeki önemli aşamalardan biridir. Şiirlerinde imale ve zihaf gibi aruz arızaları yok denecek kadar azdır.
Şiirlerinde asla gözden düşmeyecek evrensel temaları işlemiştir.
Aşk imiş her ne var âlemde” dizesiyle aşkın bir durum değil varlık sebebi olduğunu ifade eder.

Fuzuli’yi Etkileyen Şairler ve Fuzuli’nin Etkileri
Fars şairlerden Hafız, Molla Cami, Nizami ve Selman-ı Saveci’nin şiirlerinden ilham almıştır. Türkçe şairlerden ise aynı lehçenin temsilcisi Habibi’nin tesiri altında kalmıştır. En fazla ilgi duyduğu ve birçok şiirine nazire yazdığı isim Ali Şir Nevai’dir. Necati ve Nevayi’nin bazı şiirleri için de nazire söylemiştir.
Fuzuli’den etkilenmemek mümkün olamadığı gibi onun şiirleri için nazire söylememiş divan şairi yok gibidir. Hemen her cönkte şiirlerine rastlanması halk arasında da çok sevildiğinin göstergesidir.
Şiirlerinin yanı sıra kelam ilmiyle ilgili Matla’u’l-itikad fi marifeti’l-mebve ve’l-me’ad adlı bir eseri vardır.
Divanı mensur bir mukaddime ile başlar. Divandaki kasidelerden en meşhuru “su” redifli naattır. Divanda 3 yüz kadar gazel yer alır.
Molla Cami’ye ait olan kırk hadis şerhini Türkçeye uyarladığı bir eseri daha vardır.
Türkçe gazelleri, Leyla vü Mecnun mesnevisi ve Hadikatü’s-Süeda adlı makteli halk arasında meşhurdur.

Baki (1526/27 – 1600)
Asıl adı Mahmut Abdülbaki’dir. İstanbul’da doğdu. Babası Fatih Camii müezzinlerinden Mehmet Efendi’ydi. Genç yaşta söylediği şiirleri, Beyazıt Camii avlusundaki dükkâna giderek Zati’ye gösterir. Duyduğu şiirin karşısındaki gence ait olamayacak kadar güçlü olmasından dolayı, Zati, Baki’ye tazmin yapmaması için uyarılarda bulunur. Daha sonra şiirlerin Baki’ye ait olduğundan emin olunca takdirlerini sunar.
İlerleyen yıllarda saray çevrelerinin beğenisini kazanan Baki, Kanuni’nin gözde şairleri arasında başı çekmiştir. Kanuni’nin ölümünden sonra Murat Paşa Medresesi müderrisliğinden azledilen Baki’nin hayatı iniş-çıkışlı bir döneme girdi. 1570’li yıllarda Sokullu’nun dikkatini çekmeyi başaran Baki, Padişah için yazdığı nazireler ve kasidelerden sonra 1573’te Sahn müderrisliğine tayin edildi. III. Murat döneminde Süleymaniye müderrisi oldu. 1576’da Selimiye müderrisliğine, 1579’da da Mekke kadılığına atandı. 1584 ve 1586 yıllarında iki dönem İstanbul kadısı olarak görev yaptı. Aynı yıl Anadolu kazaskeri oldu.
Rumeli kazaskerliği ve nihayetinde Şeyhülislamlık makamlarında gözü olan Baki 1592’de Rumeli kazaskeri oldu. Üç ay sonra da emekli edildi. 2 yıl emeklilikten sonra III. Mehmet’in tahta çıkmasıyla kulis çalışmalarına başlayan Baki Sultan’ın ilgisini çekti ve yeniden Rumeli kazaskerliğine atandı. 6/7 ay sonra görevinden azledildi (başkaları da kulis yapmaktaydı). 1598’de aynı makamı üçüncü kez ele geçirdi. Şeyhülislamlık hedefi için ise ömrü vefa etmedi. 7 Nisan 1600’de vefat etti.  

Baki, Osmanlı şiirinde klasik söyleyişin en büyük üstadı kabul edilir. Şiirlerinde mana ve aruz uyumu en üst seviyededir. Fuzuli’nin aksine Baki’de coşkulu ilhamlar yoktur. Baki şekil mükemmeliyetine önem verir. Şiirini ince hayallerle, nüktelerle süsler. Tevriye ve harf oyunlarıyla zenginleştirdiği dizelerinde saklanmış olan ikincil manaları yakalamak kolay değildir. Şiirlerinde tabiat ve İstanbul’da çizgilere sıkça rastlanır.
Âvâzeyi bu âlemde Dâvûd gibi sal
Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sedâ imiş

Eserleri
Divanını kırk yaşlarındayken, Kanuni’nin isteğiyle tertip etmiştir. 1994 yılında hazırlanan Baki Divanı’nda 27 kaside, 9 musammat ve 548 gazel vardır. Divanında dini içerikli naat, münacaat gibi şiirler bulunmaz.
Fezâilü’l-Cihad: Muhyittin Ahmet b. İbrahim’e ait, kısa ado Meşari’u’l-Eşvak olan ve cihadın faziletlerinden söz eden eserin tercümesidir.
Fezail-i Mekke: Sokullu’nun emriyle Arapça’dan tercüme ettiği bu eseri III. Murat’a sunmuştur.
Mealimü’l-Yakin fi Sireti Seyyidi’l-Mürselin: Şehabettin Ahmet b. Hatib el-Kastallani’nin Mevahibü’l-Ledüniyye adlı siyerinin tercümesidir.


Ünite 4

Klasik Dönem Divan Şairleri

Zati (1471-1546)
Balıkesir de doğdu. Çizmecilik mesleğiyle hayata atıldı. Remil merakı ve sözün sırlarının keşfi peşinde İstanbul’a gitti. Hadım Ali Paşa’nın himayesine girdi. Şiirleri beğenildi ve İstanbul’da yaşamaya devam etti.
Zati’nin Bayezid Cami yakınındaki remilci dükkânı şairlerin uğrak yeri olur. Genç şairlerin de kendilerini gösterdikleri, sınadıkları bir mekân haline gelir Zati’nin remilci dükkânı. Necati’nin şiirlerinde öne çıkan yerlileşme arzusunu devam ettirir. Başta Bakî olmak üzere devrin pek çok şairine kılavuzluk etmiştir. 1825 gazeli vardır. Gazelleri dışında Edirne Şehrengiz’i türünün ilk örneği durumundadır. Şem ü Pervane adlı mesnevisi aynı konuyu işleyen diğer eserlere kıyasla daha çok rağbet görmüştür. Şairin bir de Letaif’i vardır.

Hayali (1497/99-1556/57)
Asıl ismi Mehmet, lakabı ise Bekâr Memi’dir. Vardar Yenicesi’nde doğdu. Kısa zamanda Kanuni’nin yakın çevresine dahil olmuştur. Hayali’yi destekleyen İbrahim Paşa ve İskender Çelebi’lerin vefatlarından sonra onu çekemeyenler saraydan uzaklaştırılmasını sağlamıştır. Son dönemlerini Edirne’de geçirdi. Rumeli şairlerinin eserlerinde görülen dünyaya karşı mesafeli duruş, samimi eda, yerlilik arzusu ve tasavvufi heyecan, şiirlerinde göze çarpar. Gazelleriyle çağdaşlarını ve ileri dönem şairlerini etkilemiştir. Bilinen tek eseri Hayali Divanı, Ali Nihat Tarlan tarafından yayımlanmıştır (1945).

Nevi (1533/4-1599)
Asıl ismi Yahya’dır. III. Murat tarafından şehzade hocası olarak görevlendirilir. III. Mehmet ve III. Murat dönemlerinde olağanüstü ilgi görmüştür. Vefat ettiğinde geride otuzdan fazla eser bırakmıştır. Kasideleri arasında Şehzade Mehmet’in sünnet düğünü vesilesiyle yazdığı Suriyye meşhurdur. Hocalığını yaptığı şehzadelerin öldürülmeleri üzerine söylediği mersiyeleri de ünlüdür. Berceste mısraları ve gazelleriyle ünlüdür. Biyografi yazarı oğlu Atayî, babasının otuzdan fazla eser yazdığını belirtir. Çeşitli bilimlerden söz eden ansiklopedik Netayicü’l-Fünün çok ilgi görmüştür. En önemli eseri Nevi Divanı’dır.

Emrî (Öl. 1575)
Asıl ismi Emrullah’tır. Edirne’de doğdu. Hayatı boyunca devrin ileri gelenlerinden uzak durmuştur. Kimse için övgü şiiri yazmamıştır. Esrar tutkunu olduğu kaynaklarda kayıtlıdır.
Muamma şairi olarak tanınır. Muamma konusunda o kadar ileridir ki muammalarının çözümünü içeren eserler neşredilmiştir. Emri Divanı ve muammaları M. Yekta Saraç tarafından yayımlanmıştır (2002).


Ünite 5

Klasik Dönem Divan Şairleri II

Lamiî Çelebi (1472-1534)

Farsçadan, özellikle Abdurrahman Cami’den yaptığı çevirilerle divan şiirinde farklı arayışları temsil eden kilit isimlerden biridir.
Bursa’da doğdu. Asıl adı Mahmut’tur. Dedesi Nakkaş Ali, Bursa’daki Yeşil Cami ve Yeşil Türbe’nin nakışlarını icra etmiştir. II. Bayezid döneminde adını duyurmaya başlayan Lamiî Çelebi, asıl ününe Yavuz Sultan Selim döneminde ulaşmıştır. 1509’da kaleme aldığı Hüsn ü Dil adlı eserini Yavuz’a sunduktan sonra kendisine 30 akçelik aylık bağlanmıştır. Saygın bir kişiliktir. Âşık Çelebi onun için “şi’r ü inşâyı şîr ü şeker gibi cem’ etti” diyerek onun hem nazımda hem de nesirdeki başarısına dikkat çekmiştir. Çağdaşı Gelibolulu Ali’de onun nesirdeki üstünlüğünü, Şerefü’l-İnsan ve Şevahidü’n-Nübüvve adlı eserleri överek belirtmiştir. Divanı dışında on altı manzum eseri vardır. İki hamse oluşturabilecek kadar çok eser yazmıştır. Mesnevilerinde kendisinden önce hiçbir şairin ele almadığı birçok konuyu işlemiştir.
Lamiî Çelebi’nin eserlerinde tasavvuf önemli yer tutar. Bursa’da Emir Ahmed Buhari’ye bağlanıp Nakşibendi tarikatına girmiştir. Kendisi gibi Nakşi olan Abdurrahman Cami ile tanışıp onun eserlerini tercüme ederek Cami-i Rum lakabını almıştır.
-          Üretken (velud) bir şair ve yazardır.
-          İki hamse sahibidir.
-          Nesirde üstattır.
-          Mükemmel ve mürettep divan sahibidir.
-          Âlim şairlerdendir.
-          Abdurrahman Camiî’den yaptığı tercümelerle Cami-i Rum diye anılır.

Eserleri
Fars şiirinde örnekleri olduğu halde Türk edebiyatında daha önce ele alınmamış Vamık u Azra, Vis ü Ramin gibi mesneviler ilk defa Lamiî Çelebi tarafından yazılmıştır. Abdurrahman Cami’nin siyeri Şevahidü’n-Nübüvve, evliya tezkiresi Nefahâtü’l-Üns ve felsefi-alegorik aşk mesnevisi Salaman u Absal’ını Türkçeye çevirmiştir. Şehrengiz-i Bursa ve Hayretname’sini de içine alan Lamiî Divanı, divan şiirinin dayandığı sanat anlayışını anlatan dibace ile başlar ve beş defterden oluşur (1989’da Burmaoğlu, divanı yayınlamıştır).
Lamiî Çelebi’nin şiirleri ve sanatı hakkında malumat için Sadettin Eğri’nin Bir Bursa Efsanesi – Lamiî Çelebi adlı kitabı önerilir.

Gelibolulu Mustafa Ali (1541-1600)
Şair, tarihçi ve devlet adamı olarak tanınır. İlk zamanlarda Çeşmî mahlasını kullanmıştır. 19 yaşındayken Kütahya’da şehzade Selim’in (II. Selim) divan kâtipliğine getirildi. Ardından Gelibolulu Lala Mustafa Paşa’nın yanında önce Halep’te ardından da Şam’da divan kâtipliği yaptı. Mustafa Paşa’nın azledilmesinden sonra Manisa’da Şehzade Murat’ın yanına sığındı (III. Murat). 1569’da İstanbul’a döndü. Heft Meclis adlı eserini Sokullu’ya sundu. 1570’te Bosna’ya divan kâtibi olarak atandı. III. Murat tahta çıkınca İstanbul’a gelerek bazı kasidelerle birlikte Zübdetü’t-Tevarih adlı eserini sultana sundu. Beklediğini alamayınca Bosna’ya döndü. 1578’de yeniden Lala Mustafa Paşa’nın maiyetine katıldı. Halep’te tımar defterdarlığına getirildi. Nüshatü’s-Selatin’i yazdı. Nusretname ve Camiu’l-Buhur Der-Mecalis-i Sur adlı eserlerini padişaha sunmak üzere İstanbul’a gitti. Yine umduğunu bulamadı. 1585’te Erzurum hazine defterdarı olarak görev yaptı. Daha sonra da Bağdat’ta mal defterdarlığına atandı. 1589’da Sivas defterdarlığına tayin edildi. Riyazü’s-Salikin adlı eserini yazıp padişaha sunmak üzere İstanbul’a döndü. 1592’de yeniçeri ocağı kâtipliğine atandı. Yaptırdığı evin inşasında acemi oğlanları çalıştırdığı için işinden oldu. 1593’te Gelibolu’ya döndü. III. Mehmet tahta çıkınca yazdığı cülusiyeyle övgü kazandı. Mısır defterdarı olmak istediyse de Sivas defterdarlığı ile Amasya sancak beyliği ve Rum defterdarlığını alabildi. Amasya’da dört yıl kaldıktan sonra Kayseri’ye mirliva olarak atandı. 1599’da Cidde sancakbeyliğine atandı.
Gelibolulu Mustafa Ali dört divan tertip etmiş, hamse oluşturacak kadar mesnevi yazmış (Mihr ü Mah, Riyazü’s-Salikin, Tuhfetü’l-Uşşak, Camiü’l-Buhur Der-Mecalis-i Sur, Mihr ü Vefa) bir şairdir. Divanlarında çeşitli nazım şekillerini kullanmıştır. Ali Divanı’nda bahr-ı tavil örnekleri de vardır. Divanlarında bulunan 1549 gazeliyle en çok gazel yazan şairler arasında yer almıştır. Çağdaşı pek çok şaire nazireler söylemiştir. Şiirlerinde Hafız-ı Şirazi ve Molla Cami’nden etkiler görülür. Şiirlerinde aruzun imkânlarını denedi. Osmanlı coğrafyasından yer adları ve yerel ifadelere şiirlerinde yer verir.

Eserleri
Manzum ve mensur olmak üzere elliden fazla eser vermiştir. Tarih ve biyografi (Künhü’l-Ahbar, Nusretname, Menakıb-ı Hünerveran), münşeat (Menşeü’l-İnşa ve Münşeat), menkıbe (Mirkatü’l-Cihad), siyasetname (Nasihatü’s-Selatin), tercüme ve çeşitli konularda risaleleri ve divanları (4 divanı vardır) vardır. İlk divanı gençliğinde yazdığı şiirleri içerir. Hayatının diğer dönemlerinde yazdığı şiirlerini Varidatü’l-Enika ve Layihatü’l-Hakika adlı eserlerinde tasnif etmiştir. Gazellerinden seçtiği yüz matla beytini Gül-i Sad-berg’i adı altında toplamış, Varidatü’l-Enika ve Layihatü’l-Hakika adlı eserlerinden yaptığı seçmeleri bir mukaddimeyle birlikte Sadef-i Sad-güher adı altında toplamıştır.

Bağdatlı Ruhi (1534/35-1605/6)
Asıl adı Osman, mahlası ise Ruhi’dir. Doğumu, Sultan Süleyman’ın Bağdat seferine rastlar. Babası, seferden hemen sonra Bağdat’a yerleşen Rumeli kökenli bir ailedendir. Kaynaklardan seyahat etmeyi sevdiğini öğreniyoruz. Ömrünün son yıllarında Şam’da Azmizade Haleti ile birlikte 2 yıl çalışmıştır.
Ruhi, çok sayıda gazel yazmıştır (divanında 1115 gazel vardır). Rintçe bir edayla yazılmış gazelleri liriktir. Sosyal olaylara duyarlıdır. Fuzuli’nin Şikâyetname olarak bilinen mektubunda dile getirdiği aksaklıkları gazel formunda dile getirmiştir. Terkib-bendi meşhurdur. Çok sayıda şair bu şiire nazire söylemiştir. Dönemin zihniyetini anlamak için Sabri Ülgener bu şiir üzerinde çalışmalar yapmıştır. Ruhi’nin şiirleri sade ve yabancı sözcüklerden uzaktır. Söz sanatlarına da fazla yüz vermez. Bilinen tek eseri Türkçe divanıdır (Coşkun Ak tarafından yayımlanmıştır, Bursa 2001).  


Ünite 6

16. Yüzyıl Mesnevileri

16. yüzyılda yazılan çok sayıdaki mesnevide dikkat çeken konular aşk, tasavvuf ve tarihtir. Ahmed-i Rıdvan, Taşlıcalı Yahya, Lamiî, Gelibolulu Ali, Şemseddin-i Sivasi ve Celili bu yüzyılın hamse sahibi şairleridir.

Ahmed-i Rıdvan eserlerini II. Bayezid adına tertip etmiştir. Divanın yanı sıra, İskendername, Leyla vü Mecnun, Hüsrev ü Şirin, Rıdvaniyye ve Mahzenü’l-Esrar’dan oluşan Hamsesi ve Şehzade Ahmet adına yazılmış Heft Peyker adında bir mesnevisi daha vardır.

Taşlıcalı Yahya; Gencine-i Raz, Şah u Geda, Usulname yahut Kitab-ı Usul, Yusuf u Züleyha, Gülşen-i Envar’dan müteşekkil hamsesi vardır.

Bursalı Lamiî; ondan fazla mesnevisi vardır. Salaman u Absal, Ferhad u Şirin, Şem ü Pervane, Vamık u Azra, Vis ü Ramin, Hüsn ü Dil, Edhem ü Hüma, Gûy u Çevgân, Mevlit, Maktel-i Hüseyin mesnevilerinden bazılarıdır.

Gelibolulu Mustafa Ali; Mihr ü Mah, Tuhfetü’l-Uşşak, Rüyazü’s-Salikin, Mihr ü Vefa, Cemiü’l-Buhur adında mesnevileri vardır.

Şemsettin-i Sivasi; Mesnevilerinin tamamı dini ve tasavvufi konulardadır. Mesnevileri; Mevlit, Süleymanname, İbretnüma, Miratü’l-Ahlak ve Mirkatü’l-Eşvak

Bursalı Celili; Hüsrev ü Şirin, Leyla vü Mecnun, Hecrname, Mehekname, Gül-i Sad Berg.


Aşk ve Macera Mesnevileri

Yusuf u Züleyha
Mesnevi tarzında en çok işlenen konudur. Olay örgüsünü Yusuf ile Züleyha’nın rüyaları, Yusuf’un kervanla Züleyha’nın düğün alayıyla Mısır’a gidişi, Yusuf’un köleliği, zindandan kurtulup Züleyha’yla kavuşmasıdır. 16. yüzyılda bu konuyu Kemal Paşazade, Abdurrahman Gubari, Şerifi ve Taşlıcalı Yahya işlemiştir. Kemal Paşazade’nin 7777 beyitten müteşekkil mesnevisi bu konuda yazılan mesnevilerin en ünlülerindendir.

Leyla vü Mecnun
İlk kez Genceli Nizami tarafından mesnevi biçiminde Farsça olarak işlenen bu konunun kökeni bir Arap halk hikâyesine dayanmaktadır. 16. yüzyılda Sinan Behişti, Kadimi, Celili, Sevdayi, Larendeli Hamdi, Celalzade Salih ve Halife tarafından işlenmiştir. Ahmed-i Rıdvan’ın mesnevisi ise eksiktir. Azeri sahasında bu konuyu Fuzuli ve Hakiri işlemiştir. En meşhuru Fuzulinin 3098 beyitlik mesnevisidir.

Hüsrev ü Şirin / Ferhad u Şirin
Sasani hükümdarı Hüsrev ve onun Şirin’le olan ilişkisi Şehname’de anlatılır. Bu konuyu aşk mesnevisi olarak işleyen ilk kişi Nizami’dir. Ahmed-i Rıdvan’ın Hüsrev ü Şirin’i 6308 beyittir. Fars edebiyatında 14. yüzyılda Arifi’den itibaren, Türk edebiyatında da Ali Şir Nevai’den sonra hikâyenin kurgusu değişmeye başlar; yardımcı karakter olan Ferhat, asıl karaktere dönüşür. 16. yüzyıl divan şairlerinden Harimi, Lamiî ve Şani, Ferhat’ı asıl kahraman olarak işlemişlerdir.

Şem ü Pervane
Kelebeğin mum ışığı karşısındaki dansının hikâyesi kitap olarak ilk defa Fars şiirinde Ehli-i Şirazi tarafından işlenmiştir. Osmanlı şairlerinden Lamiî Çelebi, Muidi ve Zati Şem ü Pervane yazmışlardır. Zati’nin 3937 beyitlik mesnevisi çok ilgi görmüştür.
Zati’nin eserindeki hikâyenin konusu Rum padişahı Jale’nin oğlu Pervane’nin Çin hükümdarı Fağfur’un kızı Şem’e olan aşkıdır.

Gül ü Bülbül
En çok beğenilen Gül ü Bülbül mesnevisi Kara Fazlî’ya aittir. İznikli Bekayi’de aynı konuyu işleyen bir mesnevi yazmıştır. Kara Fazlî’nın alegorik eseri ilk bakışta beşeri bir aşkı anlatmaktadır. Eserin ilerleyen bölümlerinde sembolik anlatım tasavvufi kimliğe bürünerek eserin değerini arttırır.
Rum ülkesinin padişahı Bahar Şah’ın oğlu Gül, yansımasını görünce kendi güzelliğine vurulur. Nesim’den daha güzeli var mı diye araştırmasını ister. Bülbül ise aşk derdinden viran düşmüş bir başka şehzadedir. Gül’den haber aldıkça aşkı derinleşir. İnlemeleri Gül’e kadar ulaşır. Ancak Gül, naz edip Bülbül’ü başından savar. Varisi olduğu Gülşen şehri saldırıya uğrayan Gül, dağlara sığınır. Gül’ün babası Bülbül’ü hapsettirir. Gülşen şehri kurtarıldıktan sonra Bülbül serbest bırakılır. Ancak bundan sonra Gül ile Bülbül birlikte eğlenebilirler.
Hikâyede gülşen, vücudu; bahar şah, aklı; gül, ruhu; bülbül, gönlü; nesim, nefesi; lale, sevgiliyi; cuy, sevgilinin tecelli ettiği yeri; jale, şevki; sünbül, kıskançlığı; har ise kibri temsil etmektedir.

Vamık u Azra
Bursalı Lamiî, 5981 beyitlik mesnevisini Fars şair Unsuri’nin aynı adı taşıyan mesnevisinden esinlenerek yazmıştır. Manisalı Cami’de Vamık u Azra yazmıştır.
Çin hükümdarı Taymus, Turan hükümdarının kızıyla evlenir ve Vamık doğar. Azra, Gazne hükümdarının kızıdır. Vamık, Azra’yı bulabilmek için yollara düşer. Çok çeşitli badireler atlatan âşıklar nihayet vuslata erer.

Salaman u Absal
Lamiî’nin 1903 beyitten oluşan bu eseri esasen Molla Cami’nin eserinin bir tercümesidir. Ancak çeşitli didaktik eklemelerle salt bir çeviri olmanın ötesindedir.
Yunan hükümdarının çocuğu olmamaktadır. Sihir yoluyla bir çocuğu olur. Annesi olmayan Salaman’a sütanne olarak Absal seçilir. Salaman büyüdükçe Absal ona âşık olur. Âşıkların hali hükümdarı rahatsız edince ikisi birlikte kaçarlar. Yolları sihirle engellenince geri dönmeye karar verirler. Karşılarına çıkan engelleri Hz. Hızır’ın yardımıyla aşarlar. Baba, birlikteliklerine engel olunca birlikte ateşe atlamak isterler. Absal ölür, Salaman ise babasının yardımıyla kurtulur. Kahrolan Salaman, hükümdarın danışmanının eğitimine girer. Danışman Salaman’ı ebedi güzelliğim âşığı haline getirir. Hükümdar tacını Salaman’a bırakır.

Şah u Geda
İlk defa Fars edebiyatında Hilali tarafından mesnevi tarzında işlenmiştir. Bursalı Rahmi ve Taşlıcalı Yahya Şah u Geda adında mesnevi yazmıştır. Hikâye Şah’ın güzelliğine hayran olan Geda’nın feryatlarıyla başlar. Şah, kendisini görebilmesi için Geda’ya izin verir. Rakip, Geda’yı çocuklara taşlatır. Geda, mağaraya saklanır. Başına konan güvercinle Şah’a durumu haber eder. Çeşitli sıkıntılardan sonra Şah tahta Geda’da Şah’a kavuşur. 16. yüzyıl şairlerinden Taşlıcalı Yahya hikâyenin kurgusunda değişiklikler yapar.
Aşkını dile döken Geda, Şah tarafından kınanır. Geda, inzivaya çekilir. Ahıyla Şah hastalanır, duasıyla iyileşir. Şah, Geda’nın aşkıyla kendini harap etmesine kabullenemez. Yahya’nın mesnevisi dünyevi aşkı küçümseyen, bunun yerine ilahi aşkı öven içeriğiyle diğerlerinden ayrılır. Mesnevi türü içerisinde yerli konulara yer vermesi bakımından Şah u Geda önemlidir. Yahya’nın mesnevisinde olaylar İstanbul’da geçmektedir. Mesnevi içerisinde yer yer şehrin tasvirleri bulunabilir.

Cemşid ü Hurşid
Hikâye Çin hükümdarı Fağfur’un oğlu Cemşid ile Rum hükümdarı Kayser’in kızı Hurşid arasındaki aşk üzerine kuruludur. 16. yüzyılda Abdi’nin yazdığı Cemşid ü Hurşid mesnevisi 5940 beyittir. Hubbi Ayşe’nin yazdığı mesnevi ise bulunamamıştır.
Cemşid, rüyasında gördüğü güzeli arar. Ressam Mihrab’ın tuvalinde âşığının suretini görür ve anlar ki Rum hükümdarının kızı Hurşid’dir aşkı. Ordusuyla birlikte yola koyulur. Türlü badirelerden sonra Hurşid’e ulaşır. Annesi Efser, Hurşid’i hapseder. Kayser, Cemşid’i vezir tayin eder. Mihrab, Efser’i ikna eder ve âşıklar görüşmeye başlar. Hurşid’i isteyip de alamayan Şadi, Rum ülkesine savaş açar. Kumandan Cemşid, harbi kazanır. Âşıklar evlenip Çin’e giderler. Cemşid, hükümdar olur.

Varka ve Gülşah
Hikâye ilk olarak Gazneliler devrinde Ayyuki adlı bir şair tarafından kaleme alınmıştır. 16. yüzyılda Yusuf-ı Meddah tarafından mesnevisi yazıldıysa da yaygınlaşmamıştır. Aynı yüzyılda Defteremini Mustafa Çelebi’de Varka ve Gülşah mesnevisi yazmıştır.
Hümam ve Hilal kardeştir. Hümam’ın oğlu Varka, Hilal’in kızı ise Gülşah’tır. Kuzenler birlikte büyür ve birbirlerine âşık olurlar. Evlenmelerine karar verilir. Rebi İbni Adnan, âşık olduğu Gülşah’ı kaçırır. Kabileler arasında çıkan çatışmada Varka esir düşer, babası ölür. Savaşlar devam eder, Varka Gülşah’ı kurtarıp yeniden düğün hazırlıklarına girişir. Gülşah’ın annesinin istediği ağırlık vuslata engel olur. Varka, varlık bulmak üzere Yemen’e dayısının yanına gider. Geride kalan Gülşah, Şam padişahı Melik Muhsin ile evlendirilir. Memleketine dönen Varka’ya Gülşah’ın öldüğü söylenir. Gerçeği öğrenip Şam yollarına düşer. Yolda yaralı düşer. Şam’a ulaşınca saraya misafir olur. Sarayın hanımı konumundaki Gülşah’la görüşmeyi doğru bulmaz ve oradan ayrılır. Yolda ölür. Varka’nın öldüğünü öğrenen Gülşah intihar eder. Zaman sonra Hz. Muhammed Şam’da Melik Muhsin’e konuk olur ve nedenini öğrenir. Melik Muhsin, âşıkların yeniden dirilmesi için dua ister. Hikâye âşıkların tekrar hayat bulmasıyla son bulur.

Burada tanıtılanlar dışında mesnevi geleneği içinde kayda değer diğer başlıklar: Niğdeli Muhibbi ve Abdi’nin Gül ü Nev-rûz, Lamiî’nin Vis ü Râmin, Haşimi’nin Mihr ü Vefa, Gelibolulu Mustafa, Çorlulu Zarifi ve Kıyasi’nin Mihr ü Mah ve Ahi’nin Hüsn ü Dil adlı eserleri 16. yüzyılın çift kahramanlı aşk ve macera hikâyeleridir.


Ünite 7

16. Yüzyıl Mesnevileri II

Dini ve Tasavvufi Mesneviler

İslami konular çeşitli edebi eserlere konu olmuştur. Lamiî Çelebi, Behişti ve Şemsettin Sivasi mevlit yazmıştır. Dini ve tasavvufi konuları ele alan şair ve yazarlar Genceli Nizami’nin yolunu izlerler. Nizami’nin Mahzenü’l Esrar’ı pek çok şair tarafından örnek alınmıştır. Eserlerde anlatım sade; olay örgüsü basittir. Zira amaç öğüt vermek, okuyucunun anlatılandan dersler çıkarmasını sağlamaktır.
Lamiî Çelebi’nin Gûy u Çevgân adlı mesnevisi hem aşk hem de tasavvufi konulara yer verir. Gûy u Çevgân, Fars şair Arifi’nin aynı adlı eserine alegorik tarzda yazılmış bir naziredir. Eserede gûy, sevgili; çevgân ise âşığı temsil eder. 1893 beyitlik eser mef’ûlü mefâ’ilün fe’ûlün kalıbıyla yazılmıştır.
Mahzenü’l Esrar’a Anadolu sahasında yazılan ilk nazire Ahmed-i Rıdvan’ın Mahzenü’l Esrar’ıdır. Rıdvan’ın Rıdvaniyye’si de dini ve ahlaki öğütler içerir. Yahya Bey’in Gülşen-i Envar, Gencine-i Raz ve Kitab-ı Usul benzer eserlerdendir.
Dini ve mistik konularda en çok dikkat çeken eser Azeri İbrahim Çelebi’nin 3140 beyitlik Nakş-ı Hayal adlı mesnevisidir. Cinani’nin Riyazü’l-Cinan’ı Nakş-ı Hayal tesiriyle yazılmıştır. Yirmi ravzaya ayrılan eserin her bir bölümünde ağırlıkla ahlaki konulara verilir. Cinani’nin Cilau’l-Kulub adlı eseri yirmi ıkda ayrılır. Dini içerikli bir eserdir.
Bursalı Rahmi’nin Gül-i Sad-Berg’i Nizami’nin Mahzenü’l Esrar’ına bir naziredir. Eser, 1550 beyittir.
Attar’ın Esrarname ve İlahiname adlı eserlerine yazılan Türkçe nazireler de dini-ahlaki içerikli mesnevilerdir. Güvahi ve Edirneli Nazmi öğütler veren Pendname’ler yazmışlardır. Güvahi’nin Pendname’si 2133 beyittir.
Şemsettin-i Sivasi’nin bütün eserleri dini ve tasavvufi konulardadır. Süleymanname’de Süleyman Peygamber kıssasını ele alır. Eser yaklaşık 1460 beyittir. İbretnüma adlı eseri Attar’ın İlahiname’sinin manzum bir özeti gibidir. Baharu’s-Sufiyye olarak da bilinen Gülşenabad adlı eseri 557 beyitten oluşan mesnevi mefâ’ilün mefâ’ilün fe’ûlün kalıbında yazılmıştır. Evrenin yaratılışı ve seyr-i süluk hakkında bilgiler içeren didaktik bir eserdir.
1584’te yazdığı, yaklaşık 2300 beyitlik Heşt-Behişt ayet ve hadisler ışığında adil hükümdarlar, bilginler, cömert zenginler ve tevekkül sahibi fakirler anlatılır. Mir’atü’l-Ahlak ve Mirkatü’l-Eşvâk adlı eseri iyi ve kötü ahlak hakkındadır. Menakıb-ı Azam adlı eseri İmam-ı Azam’ın hayat hikâyesini ele alır.

Tarihi ve Destani Mesneviler
Osmanlı padişahlarının yapıp ettikleri de mesnevilere konu olur. Fatih döneminden itibaren görülmeyen başlanan şahname niteliğindeki bu eserler saray tarihçiliğinin ilk örnekleri olarak kabul edilebilir. II. Bayezid zamanında tarihi nitelikli eserler artmış, Yavuz Sultan Selim zamanında ise padişahı merkeze alan mesneviler yazılmaya başlanmıştır. Yavuz döneminin şairlerinden Üsküplü İshak Çelebi, Sücudi, Keşfi, Sühayli, Muhyi ve Edayi; dönemin bilginlerinden Hoca Sadettin ve Akkoyunlu sarayında münşilik ve lalalık hizmetlerinde bulunup daha sonra Osmanlı bürokratı olarak çalışmış olan İdris-i Bitlis ve hemşerisi Şükrü Selimname yazmışlardır. Şükri-i Bitlisi’nin Fütuhat-ı Selimiye veya Fütuhat-ı Selim Han mesnevisi I. Selim’in 1490-1520 yılları arasındaki hayatını anlatmaktadır.
Hadidi’nin Süleymanname olarak da bilinen Tevarih-i Al-i Osman (y. 1523) adlı eseri Süleyman Şah’tan başlayarak 1522 yılına kadar cereyan eden olayları anlatır. Tatavlalı Mahremi Şehname’sinin birinci bölümünde II. Bayezid’in seferlerini, ikinci bölümünde Yavuz’un İran ve Mısır seferlerini, son bölümde de Sultan Süleyman’ın Rodos ve Belgrat seferlerine kadar geçen olayları anlatır. Niğde kadısı Haki, Sultan Süleyman’ın Erivan ve Nahcivan seferlerini anlatan bir Süleymanname yazar. Eyyubi’de Menakıb-ı Sultan Süleyman adlı eserinde Belgrat, Rodos ve Budin seferleri hakkında bilgi verir. Fevri, Ahlak-ı Süleyman adlı mesnevisinde Muhibbi’nin şiirlerini şerh ederek onun dünya görüşü ve kişiliği hakkında bilgi verir.
Osmanlı fetihlerinin gazilik fikri üzerine kurgulanmış arka planı dini ve mitolojik motiflerle bezenerek gazavatname ve fetihnameler yazılır. İran’ın mitolojik tarihi güncelleştirilerek Osmanlı sultan ve devlet adamlarına uyarlanır. Priştineli Bahari’nin Sultan Süleyman’ın Macaristan seferini anlattığı Fetihname-i Engerus adlı mesnevisi, Fütuhi Hüseyin Çelebi’nin aynı konuyu ele aldığı Enisü’l-Guzat, Asafi’nin Şecaatname adlı eserleri gazavatname türünün başlıca örnekleridir.  

Yerli ve Realist Mesneviler

16. yüzyılda gündelik hayat çeşitli biçimlerde sanat eserlerine konu olur.

Surnameler: III. Murat’ın şehzadesi Mehmet için 1582 yılında yapılan sünnet düğünü Gelibolulu Ali’nin Cami’u’l-Buhur der-Mecalis-i Sur adlı 2775 beyitlik eserinde anlatılır. Bu mesnevide 16 ayrı aruz kalıbı kullanılmıştır.

Şehrengizler: Fars edebiyatındaki şehrâşûb adlı eserlerin Türk edebiyatındaki karşılığıdır. Tahmis biçiminde yazılan Cami’nin Manisa Şehrengizi ile muhammes biçiminde yazılmış Ravzi’nin Edincik Şehrengizi gibi istisnalar olduğu halde şehrengizler genellikle mesnevi biçiminde yazılırlardı.
Mesihi ve Zati’nin Edirne şehrengizleri bu türün ilk örnekleridir. Manisalı Cami ve Derzizade Ulvi’nin Manisa şehrengizleri, Lemiî Çelebi’nin Bursa Şehrengizi, Vizeli Behişti’nin Bursa ya da Vize için yazdığı şehrengiz, Bursalı Rahmi’nin Yenişehir Şehrengiz’i, Gelibolulu Ali’nin Gelibolu Şehrengiz’i bu türün 16. yüzyıldaki örnekleridir. İshak Çelebi, Âşık Çelebi, Halili ve Mani de bu yüzyılda şehrengiz yazmıştır.  
Çoğunlukla şairler doğup büyüdükleri yerler için şehrengizler yazmışlardır.
Lamiî’nin Bursa şehrengizi edebiyat tarihi kadar tarih, sosyoloji, etnoloji gibi diğer bilim dallarıyla uğraşanlar için de geniş bilgiler verir.

Hasbihaller ve Sergüzeştler: Mesnevi tarzına en uygun konulardır.

Ebkâr-ı Efkâr
Molla Maşizade Fikri Derviş’in yazdığı eser 1504 beyittir. Şairin Edirne ve İstanbul’da yaşadığı bir aşk hikâyesini konu edinir. Bir divan şairinin yaşadığı aşkı eserinde işlemiş olması bakımından orijinal bir eserdir.

Sergüzeştname/Halname-i Sevadi
Şirvanlı Sevadi’nin 3118 beyitlik eseri kendi hayat hikâyesini konu edinir.

Sergüzeştname-i Zaifi
Zaifi’nin 1543’te yazdığı eser kendi hayat hikâyesini konu edinir.

Hasbihal
Safi, hasbihal’ini 1586’de yazdı. 830 beyittir. Mesnevide toplumun çeşitli kesimlerinden insanlar hakkında bilgilere yer verilir.

Nalan u Handan
Muyi’nin mesnevisi 2759 beyittir. Eserdeki Nalan, şairin kendisini temsil eder. Eserdeki olay örgüsü bir rüya motifiyle başlar. Asıl hikâye bundan sonra başlar.

Hecrname/Hazanname
Bursalı Celili’nin eseri 483 beyittir. Kahramanı Celili olan bir aşk hikâyesini işler.

Mehekname
Celili’nin 87 beyitlik eseri altın, gümüş ve mihank arasında geçen aşkı anlatır. Şair bu eserde değerinin bilinmediğini sembollerle anlatmaya çalışmıştır.

Sakînameler ve İşaretnameler
Eğlence meclisine ait terminolojiyle yazılan sakînamelerin ilk örneği Edirneli Revani tarafından İşaretname adıyla verilmiştir. 694 beyitlik eser, başarısıyla kendisinden sonraki sanatçıları etkilemiştir. Hayreti’nin de 102 beyitlik sakînamesi vardır. Fuzuli de Sakiname / Heft Cam adıyla bilinen 327 bayitlik tasavvufi nitelikte bir mesnevi yazmıştır. Fevri’nin 55 beyit, Taşlıcalı Yahya’nın da 48 beyitlik sakînameleri vardır.  



Ünite 8

16. Yüzyılda Nesir

15. yüzyılda Sinan Paşa’nın Tazarruname adlı eserinden sonra estetik nesrin örnekleri artmaya başlar.
Fahir İz, eski Türk edebiyatında nesri dil özelliklerini dikkate alarak sade nesir, orta nesir ve süslü nesir olmak üzere üç kategoriye ayırır. Fahir İz’in tasnifi Recaizeda Mahmut Ekrem’in hem dil hem de üslup özelliklerini dikkate alarak yaptığı nesr-i sade, nesr-i müzeyyen ve üslub-i âlî biçimindeki tasnifle büyük ölçüde örtüşür. Tahir Olgun eski nesri nesr-i Mürsel ve nesr-i müseca şeklinde sınıflandırır. Mensur eserlerin sınıflandırılmasında metnin söz varlığı dikkate alınır. Metnin söz varlığı ile üslubu örtüşmeyebilir (aynı metnin içinde farklı düzeylerde dil kullanımına rastlamak mümkündür). Bu ayrıntılar Osmanlı nesrini folklorik/şifahi üslup, ilmi üslup, bedii/estetik üslup ve resmi üslup başlıkları altında incelemeyi gerektirir.

Şifahi / Folklorik Üslup
Konuşma diline dayanan üslup düzeyidir. Daha çok dini, tasavvufi ve dini-destani konulu eserlerde görülür. Kısa cümleler kullanılır. Devrik cümle kullanımı yaygındır. Birgili Mehmet Efendi’nin Vasiyetname’si, Sofyalı Bali’nin Etvar-ı Seba’sı, Karamanlı Abdüllatif b. Durmuş’un Âdab-ı Menazil’i ve birçok letayifname ve menakıbnameler bu tarza örnek eserlerdir.

İlmi Üslup
Edebi incelikle yazılmış yine bilgi vermeyi amaçlayan eserlerdir. Çeşitli söz sanatlarına yer verilir. Bu nedenle dil ve üslup ağırlaşır. 16. yüzyıldan itibaren tarih, tezkire ve ilmi eserlerin çoğu bu tarzda yazılmıştır. Eserlerin giriş bölümlerinde sanatlı anlatım tercih edilir. Konunun işlendiği bölümlerde ise anlatım daha sadedir (Gelibolulu Sururi’nin Bahrü’l-Maarif adlı şiir hakkında bilgi içeren kitabından örnekler verilmiş).

Bedii / Estetik Üslup
Bilimsel eserlerin yazımında karşımıza çıkan estetik kaygı taşıyan üslup, eserin sanat değerini yükseltmek düşüncesine paralel olarak ilerler. Sinan Paşa’nın Tazarruname’siyle başlayan dil ve üslup uygulamaları Veysi ve Nergisi ile doruğa çıkar. Bu eserlerin estetik değeri içeriklerinin önüne geçmiştir (biçim, içeriğin önüne geçerse edebiyat / okuyucu ilişkisi bozulur). Bu eserlerde Arapça ve Farsçanın imkânlarını sonuna kadar kullanan müellifler dolaylı anlatımı ön plana çıkaran, peş peşe gelen paralel cümlelerle süslü ve secili anlatımı tercih ederek kolay anlaşılamayan eserler vücuda getirdiler. Âşık Çelebi ve Hasan Çelebi gibi tezkire yazarları ve Hoca Sadettin gibi tarihçilerin eserlerinde çokça örneğine rastlarız. Söz sanatlarına başvurmadan da esteti değer üretmek mümkündür; bunun en güzel örneği Fuzuli’nin Nişancı Celalzade’ye yazdığı mektuptur.

Resmi Üslup
Devlet yazışmaları, kararlar, emirler, hukuk metinleri gibi belgelerde gördüğümüz üsluptur. Bu üslup, resmi, sade, inandırıcı ve mantıklı olmalıdır. Bu metinlerde arkaik ve mahalli sözlere ve argoya yer verilmez. Şeyhülislam Ebusuud’un fetvaları örnek olarak incelenebilir.

Mensur Türler

Tarihler
Yahşi Fakih, günümüze ulaşmayan ilk Osmanlı tarih metninin müellifidir. 15. yüzyılda hızlı biçimde gelişmeye devam eden Osmanlı tarih yazıcılığı (Âşık Paşazade, Neşri, Oruç Bey) 16. yüzyılda Kemal Paşazade ile birlikte farklı bir boyuta ulaşmış ve Tevarih-i Al-i Osman yazmak gelenek haline gelmiştir. Bu yüzyıldan sonra tarih yazıcılığı üslup ve sanat gösterisine dönüşür. Dönemin büyük tarihçileri; Kemal Paşazade, Hoca Sadettin, Lütfi Paşa, Gelibolulu ali ve Selanikli Mustafa’dır.

Kemal Paşazade 1468’de Tokat’ta doğdu. Fatih devrinin önde gelen devlet adamlarından Kemal Paşa’nın torunu olması nedeniyle Kemal Paşazade veya İbn Kemal olarak anılır. Şeyhülislamlığa kadar yükseldi. Çok sayıda eserler neşretti. Tevarih-i Al-i Osman en meşhur eseridir. Eserde Osmanlı devletinde, kuruluşundan itibaren 1533 yılına kadar meydana gelen olaylar defter adını verdiği 10 bölüm içinde ele alınır. Eser, ilk büyük Osmanlı tarihi olarak kabul edilir.

Sultan Süleyman devri sadrazamlarından Lütfi Paşa, devşirme olarak saraya girmiştir. Tevarih-i Al-i Osman’dan başka vezirler için el kitabı mahiyetinde Asafname adlı bir eseri daha vardır.

Celalzade Mustafa Çelebi 1494’te Tosya’da doğdu. Meslek hayatını nişancılıkla noktalamıştır. Fuzuli’nin ünlü mektubu Şikâyetname’nin muhatabıdır. Tabakatü’l-Memalik fi Derecati’l-Mesalik adlı tarihinde Sultan Süleyman devrinin olaylarını anlatır. Eser, Osmanlı toplumsal yapısı hakkında da bilgiler vermektedir. Çelebi’nin bir de Selimname’si vardır. Her iki eser de ağdalı üslupla yazılmıştır.

Küçük Nişancı Mehmet Paşa bin Ramazan Çelebi, Sultan Süleyman’ın teşvikiyle Nişancı Tarihi olarak bilinen Siyer-i Enbiya-yı İzam ve Ahval-i Hulefa-yı Kiram ve Menakıb-i Selatin-i Al-i Osman adlı eserini kaleme almıştır. Eserde biyografilere de yer verilmiştir.

Hoca Sadettin Osmanlı tarihçiliğinin zirve eserlerinden sayılan Tacü’t-Tevarih’i bu yüzyılda neşretmiştir. Yavuz Selim’in nedimi Hasan Can’ın oğludur. Padişah hocası ve şeyhülislam tayin edildi. III. Murat ve III. Mehmet devirlerinin en etkili devlet adamıydı. Haçova savaşında III. Mehmet’in savaş alanından geri çekilmesini engelleyerek zafer kazanılmasına ön ayak oldu. Eser, İsmet Parmaksızoğlu tarafından sadeleştirilerek yayımlanmıştır (Ankara 1979).
Gelibolulu Ali’nin eseri Künhü’l-Ahbar adını taşır. Yazarın rükn adını verdiği dört bölümden oluşur. Eserin ilk üç rüknü Osmanlı öncesi olayları, son rüknü ise Osmanlı devrindeki olayları ele alır.

Selanikli Mustafa Efendi’nin Selaniki Tarihi adlı eseri 1563-1600 tarihleri arasındaki olayları ele alır.

Biyografiler
Biyografiler önceleri/erken dönemde umumi tarihlerin içerisinde karşımıza çıkar. Müstakil ilk biyografi kitabı Lamiî’nin Nefahatü’l-Üns’ün tercüme ve zeylini ihtiva eden Fütuhu’l-Mücahidin li Tervihi Kulubü’l-Müşahidin adlı eserdir. Eserde 650 kadar evliyanın biyografisi yer alır. Bunların 48’i Anadolu evliyasıdır.
Bilgin biyografileri de bu yüzyılda karşımıza çıkar; türün ilk örneği Taşköprizade İsamettin Ahmet’in Arapça olarak kaleme aldığı Şakayıku’n-Nu’maniyye fi Ulemai’d-Devleti’l-Osmaniyye (kısa adı Şakayık) adlı eserdir. Mecdi Mehmet tarafından Hadayıku’ş-Şakayık adıyla Türkçeleştirilmiştir.

Şair Tezkireleri
Şairlerin hayat hikâyelerine yer veren şuara tezkireleri de ilk defa bu yüzyılda görülmeye başlanır. Sahi Bey’in Heşt-Behişt adlı eseriyle başlayan gelenek 20. yüzyılın ortalarına dek devam eder.

Münşeat Mecmuaları
Yazışma kurallarını belirleyen eserlerdir. İlk örnekleri 15. yüzyılda karşımıza çıkar. Bu türün çok değerli bir örneği 16. yüzyılda Feridun Bey tarafından tertip edilmiştir. 1574 yılında Münşeatü’s-Selatin adlı fermanlar, fetihnameler ve mektuplardan müteşekkil eserini III. Murat’a sundu. Bu tür metinlerde saygınlık uyandıracak ifade ve unvanlara özellikle yer verilir. Etkileme amaçlı anlatım Tacizade Cafer Çelebi ile başlamış, Celalzade ve Feridun Bey ile klasik kimliğine ulaşmıştır. Gelibolulu Ali (Menşeü’l-İnşa)ve Lamiî Çelebi de münşeat türünde eser vermiştir.

İlmi Eserler
Gelibolulu Mustafa Sururi / Edebiyat ilmiyle ilgili vezin, kafiye ve şiir sanatları hakkında bilgi veren Bahrü’l-Ma’arif adlı eserin sahibidir. Edebi içerikli bir diğer eser, Muidi’nin Miftahu’t-Teşbih’tir.
Kınalızade Ali Efendi / Çelebi / Dini ilimler / Ahlak-ı Nasıri adlı eserden faydalanarak Ahlak-ı Alayi adlı bir eser neşretmiştir. Eser, yüzyıllarca medreselerde okutulmuştur. Ali Çelebi’nin bir diğeri eseri Münşeat ve İnşa-yı Atik’tir.
Muallim-i Sani diye anılan Ebusuud Efendi, İrşadül-Aklı’s-Selim ila Mezaya’l-Kur’ani’l-Azim adlı tefsiri ile meşhurdur.
Piri Reis ve Seydi Ali Reis coğrafya alanında eserler neşretmiştir. Nevi de Netayicü’l-Fünun adlı eseriyle bilginler arasında sayılmaktadır.

Tasavvufi Eserler
Birgili Mehmet EfendiVasiyetname
Karamanlı AbdüllatifAdab-ı Menazil
Lamiî ÇelebiMenakıb-ı Veysel Karani
Şevki Menakıb-ı Emri Sultan

Şerh ve Çeviriler
Hafız Divanı, Mesnevi, Füsus, Bostan, Gülistan, Kelile ve Dimne tercümelerinden olan Filibeli Alaattin Ali Çelebi’nin Hümayunname adlı eseri en çok okunan eserlerdir. Mustafa Şemi, tercümeleriyle tanınır. Gelibolulu Sururi, Sudi Efendi ve Celalzede Salih Çelebi çeviri yapmış kimselerdir.

Kitap Bitti

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder