XVI. YÜZYIL TÜRK EDEBİYATI
Ünite 1
16. Yüzyılda Siyasal, Kültürel ve Edebi Hayat
Osmanlı Devleti 16. yüzyıla Fatih’,n şehzadesi II.
Bayezid’in yönetiminde girmiştir. Uzun Hasan’ın şahsında simgeleşen Akkaoyunlu
tehdidi yerini Erdebil Tekkesi şeyhi ve Safevi Devleti’nin kurucusu Şah
İsmail’e bırakmıştır. Timurluların üzerinde parlayan yıldız bu yüzyılda daha
uzak ülkelere kaymış, Hindistan’da Babür Şah’ın temsil ettiği Türk-Hint
İmparatorluğu kurulmuştur. Türkçe, bu geniş coğrafyada edebi dil olarak kullanılmış
ve en parlak dönemini yaşamıştır.
Osmanlı Padişahları
ve Şiirleri
16. Yüzyılın padişahları
II. Bayezid (1481-1512)
Yavuz Sultan Selim (1512-1520)
Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566)
II. Selim (1566-1574)
III. Murat (1574-1595)
III. Mehmet (1595-1603)
Kültürel gelişmeler siyasi gelişmeleri belli bir mesafeden
izler. Bu yüzyılda Osmanlı devleti siyasi olarak büyürken bilim ve sanatta geri
kalmaması gerektiğinin bilincine vakıftı. Devletin bilim ve sanata verdiği
destek devlet yapısı güçlendikçe artmaya devam etmiştir.
Osmanlı sultanları ve şehzadeleri himaye ettikleri bazı
sanat dallarında yetenekleri doğrultusunda eserler vermişlerdir.
II. Bayezid (Adlî)
Yavuz Selim (Selimî)
Sultan Süleyman (Muhibbî)
II. Selim (Selimî)
III. Murat (Muradî)
Şehzadelerden;
Cem Korkut (Harimî)
Mustafa (Muhlisî)
Bayezid (Şahî) tanınmış şairlerdir.
II. Bayezid (Adlî)
Tahta geçişinin ilk yıllarında iç ve dış siyaset büyük
ölçüde İshak Paşa ve Gedik Ahmet Paşa’nın istekleri
doğrultusunda biçimlendi. Kardeşi Cem’in taht mücadelesini 1481’de kaybedip
Mısır’a kaçışından Rodos şövalyelerinin elinde ölümüne kadar (1495)
saltanatında temkinli hareket eden II. Bayezid, bu tarihten sonra donanmasını
hazırlayarak Venedik seferine çıkar (1499-1502). Bu sırada doğuda Safevî
tehdidi baş gösterir. Şah İsmail
1502 ve 1507’de iki defa Osmanlı topraklarına girer. 1511 yılında Şahkulu önderliğinde Teke yöresinde bir
ayaklanma çıkarır. Safevî tehdidi büyüyerek Bursa’ya kadar varlığını
hissettirir. Şehzade Selim, duruma
daha fazla seyirci kalamaz ve yeniçerilerin desteğini arkasına alarak 24 Nisan 1512 yılında
babasını tahttan indirir.
II. Bayezid şehzadeliğinde bulunduğu Amasya’nın kültürel
ortamından iyi şekilde istifade eder. Onun zamanında Amasya çevresindeki
şairlerin başında Taci Bey’in oğlu Cafer Çelebi (öl. 1515) ile Müeyyezade Abdurrahman (öl. 1516) gelir. Müeyyezade Hatemî mahlasıyla şiirler söylediği halde bilgin / âlim
olarak tanınır. Torunu Âşık Çelebi (Meşairü’ş-Şu’ara’nın müellifi, öl. 1571) başta olmak üzere,
şair Kemal Paşazade, Hafız-ı Acem, Necati Bey (öl. 1509) ve Zatî
(öl. 1546) gibi birçok bilgin ve sanatkârın yetişmesine ön ayak olmuştur.
II. Bayezid ile Hüseyin
Baykara’nın mektuplaştıkları bilinir. Herat, Hüseyin Baykara döneminde
(1469-1506) şiir, musiki, hat, nakış gibi sanatlarda çok ileri mesafeler kat
etmiştir.
Hüseyin Baykara’nın Ali
Şir Nevayî (1441-15010) ve Molla
Cami (1414-1492) ile kurduğu ilişki Osmanlı şairleri tarafında yönetici
sanatkâr ilişkisinin örneği olarak alınmış ve takdim edilmiştir.
Adlî mahlasıyla söylediği şiirler Adlî Divanı adıyla Yavuz
Bayram tarafından yayımlanmıştır (Amasya, 2009).
Yavuz Sultan Selim
(Selimî)
Kısa süren saltanatına önemli zaferler sığdırmıştır. Dönemin
şairleri onun seferlerini destansı dille işleyen Selimnameler yazmışlardır.
Sanatkâr ve bilginleri himaye etmiştir. Tacizade Cafer Çelebi, Müeyyezade
Abdurrahman Çelebi, Zembilli Ali Efendi ve İbni Kemal, Yavuz’un dönemindeki kültür
ve bilim ortamının renkli simalarıdır.
Farsça şiirle söyleyen Selim’in mücadele ettiği Safevî lideri İsmail ve
Memlük lideri Kansu Gavrî’nin Türkçe şiirler söylemiş olmaları
ilginçtir. Şiirleri Ali Nihat Tarlan tarafından yayımlanmıştır (İstanbul 1946).
“Neyi ki şîve mi ki cevr mi ki nâz mı ki”
dizesini yinelediği şiirleri vardır. Bu dize Ahmet Muhip Dıranas ve Melih
Cevdet Anday’ı etkilemiş ve bu şairler aynı dize ile biten şiirler
yazmışlardır.
Kanuni Sultan
Süleyman (Muhibbî)
Siyasi alanda Osmanlı Devleti’ni dünyanın süper gücü haline
getiren Sultan Süleyman kültür, sanat ve bilimde de ülkesine aynı başarıları
kazandırmıştır. Onun döneminde açılan Süleymaniye medreseleri bilimin gelişmesi
için gerekli koşulları sağlamıştır. Yazdığı şiirler ve koruyup gözettiği
şairler ile Osmanlı şiirini zirveye taşımıştır. Sultan Süleyman’ın sanatkârları
himaye eden tutumu Sadrazam İbrahim Paşa
ve Defterdar İskender Çelebi başta
olmak üzere Kınalızade Ali, Nişancı Celalzade Mustafa Çelebi, Kazasker Kadri Efendi, Şeyhülislam Kemal
Paşazade, Şeyhülislam Ebusuud Efendi
ve Katibî mahlasıyla şiir
söyleyen Seydi Ali Reis gibi devrin
bürokrat ve devlet adamları tarafından da benimsenmiştir.
Muhibbî,
Osmanlı edebiyatında Zatî ve Edirneli Nazmî’den sonra en çok gazel
yazan şairidir. Muhibbî Divanı,
Coşkun Ak tarafından yayımlanmıştır
(Ankara, 1987).
Şehzade Mustafa (1515-1553)
Muhlisî ya da Mustafa mahlasıyla şiirler söylemiştir. Maiyetinde
çok sayıda şair barındıran Şehzade Mustafa ardından en çok mersiye yazılan kişidir.
Divan şiirinde şairlerin kendi psikolojik sıkıntılarını dile
getirmeleri hoş karşılanmamıştır. Kişisel problemlerin dile getirildiği
şiirlere hasb-i hal tarzı şiir adı
verilmiştir. Bu tarz şiirler Cem Sultan ve Şehzade Bayezid’in eserlerinde karşımıza çıkar.
II. Selim (Selim /
Selimî)
Onun dönemindeki Kıbrıs’ın fethi(1571) Osmanlıların son
büyük askeri başarısıdır.
“Biz bülbül-i muhrik-dem-i
gülzâr-ı firâkız
Âteş kesilir geçse sabâ gülşenimizden”
Örneklenen beyti çok ünlüdür.
III. Murat (Muradî)
Döneminde doğuda İranlılarla batıda da Habsburglarla
savaşlar yapıldı. Şehzadesi Mehmet için yaptırdığı
oldukça gösterişli sünnet düğünü Gelibolulu
Ali’nin Cami’u’l-Buhur Der-Mecâlis-i
Sûr adlı 2725 beyitlik eserine konu olur.
III. Murat Osmanlı sultanlarının en bilginlerinden biri
kabul edilir. Şeyhülislam Mehmed
Sadeddin Efendi, Bekai Efendi, Şeyh Şüca Efendi, Tiryaki Hasan Paşa gibi
isimler tarafından yetiştirilmiştir.
Muhibbî’den sonra en çok gazel söylemiş sultandır. Muradî Divanı’nda 1567 gazel vardır. Farsça
söylediği 39 gazel Futuhat-ı Ramazan
adlı eserdedir. Saatçilik, nakkaşlık ve
meddah hikâyelerine merakı vardı.
III. Mehmet
Ekonomik sıkıntılar yaşayan Osmanlı Devleti onun döneminde
Celali isyanlarıyla sarsılmıştır. Durumdan yararlanan Safevi lideri Şah Abbas,
Osmanlı birliklerinin Anadolu’ya çekilmesini sağlamıştır. Parıltılı dönem sona
ermektedir.
Edebi Muhitler ve
Hamiler
Geniş kitlelerin okuma-yazma imkânlarına erişmediği
dönemlerde sanatçılar, iktidar ve seçkin sınıfın himayesine muhtaç idi. Osmanlı
devleti öncesinde Türk ve İslam devletlerinde de hamilik sistemi vardı.
Fatih’in İstanbul’u bilim ve sanat merkezi haline getirme
çabası sonraki dönemlerde de kabul görmüş ve bu yönde uygulamalar gelenek
haline gelmiştir.
Yavuz Sultan Selim çıkığı seferlerde himaye ettiği şairleri
yanına alarak sefer tarihini nazmettirirdi. Onun döneminde yazılan çok sayıda
Selimname’nin sebeplerinden biri de budur. Yavuz, ayrıca ülke dışındaki şair ve
İslam dünyasındaki önemli isimleri Osmanlı topraklarına davet etmiştir.
Selimnameler Yavuz Sultan Selim’in saltanatını konu edinen
manzum veya mensur eserlerdir. Bu eserler, devrin sosyal, siyasi ve kültürel
olaylarını anlatmalarının yanında üsluplarından dolayı edebi değer de ifade
ederler. Selimnameler daha sonra ortaya çıkacak olan Süleymannameler’le
birlikte devletin en güçlü olduğu dönemleri anlattıkları için baştan sona
zaferlerle doludurlar.
16.
yüzyılda Türkçe, Arapça ve Farsça olmak üzere yirmi kadar Selimname
yazılmıştır.
İshak Çelebi (öl.
1573)
Keşfi (öl. 1525)
İdris-i Bitlisi
(öl. 1521)
Kemal Paşazade
(öl. 1534)
Celalzade Mustafa
Çelebi (öl. 1567)
Şükri, Sücudi, Şiri,
Edayi ve Hoca Sadettin belli
başlı Selimname yazarlarıdır.
Sultan Süleyman döneminde yüzlerce şair ve bilgin padişahın
himayesinde yaşamıştır. Başlıcaları; Gazali mahlaslı Deli Birader, Hayali Bey,
Fethullah Arif Çelebi, Taşlıcalı Yahya, Baki, Fevri, Nakkaş Balizade Rahmi,
Edayi, Sürurui, Gubari, Lamii Çelebi, Edirneli Nazmi, Ubeydi ve Dai’dir.
Sultan Süleyman döneminde yazılan Süleymannameler’in kaynağı
Selimnameler’dir. Muhteva bakımından benzerlik gösterirler. Elli civarında Süleymanname
vardır. Ferdi (öl. 1525), Şemsi Ahmet (öl. 1580), Nevi (öl. 1599), Hadidi (öl. 1559) ve Gubari
(öl. 1566) önemli Süleymanname yazarlarıdır.
Sultanlar dışında devlet erkânından isimlerde şair ve
bilginleri himaye etme yarışı içine girmişlerdir. Sultan Selim döneminin
kazaskerlerinden Müeyyezade Abdurrahman (öl. 1516), Taczade Cefer Çelebi (öl.
1515), Sultan Süleyman’ın sadrazamlarından Remzi
mahlasıyla şiirler yazan Pir Mehmed Paşa
(öl. 1532), İbrahim Paşa (öl. 1536), Rüstem Paşa (öl. 1561), Şeyhülislam Kemal
Paşazade, Kazasker Kadri Çelebi, Defterdar İskender Çelebi (öl. 1535) nişancı
Celalzade Mustafa Çelebi (öl. 1567) Katibi
mahlasıyla şiirleri olan Seydi Ali Reis
(öl. 1563) konaklarında toplantılar düzenleyen, musiki ustalarını çevrelerinde
toplayan devlet adamlarıdırlar.
Sultanlar,
şehzadeler ve devlet adamları dışında Osmanlı ordusuna bağlı Mihaloğlulları, Turhanlılar, Yahyalılar,
Malkoçoğulları gibi akıncı
aileleri de şair ve bilginleri himaye ederlerdi. Akıncı aileleri
sınıra yakın bölgelere yerleşmiş oldukları için kendilerine merkezler
belirlerlerdi. Evrenesoğulları
Vardar Yenicesi’ni, Mihaloğulları Plevne’yi, Turhanlılar da Mora’yı
merkez edinmişlerdi. Bu akıncı merkezleri de zaman içinde kültür merkezi
hüviyeti kazanmıştır.
Divan Şairleri
Osmanlı şiiri 16. yüzyıla kadarki gelişme devrini bu
yüzyılda ortaya çıkan büyük şairler ile birlikte tamamlamış ve ileri
örneklerini vermiştir. Bu dönemde
Osmanlı şiiri simgeci ve kavramsal bir derinlik kazanır. Üslup açısından Şeyhi
ve Ahmet Paşa tarafından temeli atılmış olan klasik üslup yüzyıla damgasını
vurmuştur.
Baki (öl. 1600), Fuzuli (öl. 1556) ve Hayali (öl. 1557) dönemin en büyük
şairleridir. Üç dilde yazdığı şiirleri sebebiyle Osmanlı coğrafyasının
tamamında tanınan Fuzuli bütün yüzyıllar içinde en çok okunan divan şairidir.
II. Bayezid devrinde İstanbul’a gelmiş olan Zati, 30-40 yıl boyunca şairlerin hocası, yol
göstericisi olarak kabul görmüştür. Hayali Bey, Sultan Süleyman’ın en
gözde şairlerindedir. Yeniceli
Usuli (öl. 1538) Osmanlı şiirindeki
Rumeli duyuş tarzının gelişmesine katkı sağlamıştır.
Yeniceli bir diğer önemli isim ünlü Mevlevi şeyhi Yusuf-ı
Sineçak’ın kardeşi Hayreti’dir (öl. 1535).
Yeniceli
ve dahası Rumeli kökenli şairler şiirlerine yerel unsurları da dahil
etmişlerdir. Rumeli’de yetişip İstanbul’a gelen Hayali
ise Baki yetişene kadar Osmanlı şiirinin en büyük ustası
kabul edilmiştir.
Kaside ve gazel ustası Baki, neşesi, coşkunluğu ve
rindliğiyle Nedim’i hazırlayan şairdir.
16. yüzyılın kaside ve gazeldeki başlıca şairleri:
Sultan Selim’in Trabzon’dayken musahibi ve hocası olan Halimi (öl. 1517), Ahi Benli Hasan (öl. 1517), Nacak Fazıl diye anılan Nihani (öl. 1519), Bihişti Sinan Çelebi (öl. 1520), Tali’i Mehmed Çelebi (öl. 1516), Hayali Abdülvehhab Çelebi (öl. 1523), Revani (Şiirleri şarap, meyhane ve rintlik üzerinedir, öl. 1523), Figani (Sultan Süleyman’ın şehzadesi
Mustafa ve Sadrazam İbrahim Paşa için söylediği kasideleriyle tanınmıştır, öl.
1532), Kemalpaşazade Şemsettin Ahmed
(öl. 1534), Hayreti (öl. 1534), İshak Çelebi (üç dilde şiirler
söylemiştir, öl. 1536), Nihali Cafer
Çelebi (öl. 1542).
Edirneli Nazmi (öl. 1554)
Türk edebiyat tarihinin en çok gazel yazmış olan şairidir. 7777 gazeli
vardır. Bursalı Rahmi (öl. 1567), Celili (Divan, Gül-i Sad-berg
adlı eserleri vardır, öl. 1569), Fevri
(öl. 1570?), Yahya Bey (Hamsesi
vardır, 34 kaside ve 515 gazelden oluşan büyük bir de Divan’ı vardır, öl. 1582),
Nevi (Baki ve Hayali’den sonra yüzyılın en büyük üçüncü şairi sayılır,
öl. 1599), Galibolulu Mustafa Ali (şairliğinin yanında iyi de
bir tarihçidir, en fazla Türkçe şiir söylemiş dördüncü şairdir(diğerleri
Edirneli Nazmi, Muhibbi ve Zati), öl. 1600), Bağdatlı Ruhi (Terkib-i bendi ile tanınır, öl. 1606).
Kültür ve eğitim seviyesi yüksek çevrelerin dışında da
önemli şairler yetişmiştir. Ümmi çevrelerden gelen bu şairlerin pek çoğu
ümmiliği mahlas olarak kullanmışlardır. Ümmi
Sinan (öl. 1551?), Cemili, Rayi, Talibi, Siyabi, Enveri (öl. 1547), Meşrebi (öl. 1554?), Bidari
(öl. 1560?) ve Valihi bu çevrelerin
önemli isimleridir.
1436
yılında Ömer b. Mezid tarafından
toplanmış ilk nazire mecmuası Mecmuatü’n-Nezair
sonra edebiyatımızda tanınmış nazire mecmuaları 16. yüzyıl tarihlidir.
Eğirdirli Hacı Kemal, Cami’ün-Nezair (1512), 266 şair ve 3170 şiire yer verir.
Edirneli Nazmi, Mecma’ü’n-Nezair (1523), 243 şair ve 3356 nazireye yer verir.
Pervane b. Abdullah, Mecmu’a-i Nezair (1560), 525 şairin 7360 naziresine yer verir.
Budinli Hisali, Metaliü’n Nezair (1652).
Nazire mecmuaları biyografi tarihinin de ilk örnekleridir.
Yazıdan çok sözün dolaşımda olduğu gelenekte nazirecilik
oldukça önemlidir. Osmanlı şiirinin yerelleşmesine katkı yapmıştır.
Divan tertip eden şairlerin hece ölçüsünde de şiirler
söylemeleri bir diğer yerelleşme emaresidir. Meali, Usuli, Zaifi, Âşık Çelebi, Fevri ve Muradi (III.
Murat) hece ölçüsü kullanmış şairlerdir.
Ünite 2
Azeri ve Çağatay
Sahası Türk Edebiyatı
Doğu Türkçesi 15. yüzyıldan itibaren Ali Şir Nevai’nin
eserleriyle ilerleme kaydeder. Çağatay Edebiyatı, Ali Şir Nevai ve onun etkisi
altında yazılan eserlerle şekillenmeye başlar. Çağatay edebiyatını besleyen ikinci kaynak, Kuzey
Hindistan’da varlık sürmüş olan Babürlerdir.
Azeri Sahası Türk
Edebiyatı
15. yüzyılda Karakoyunlular (1351-1469) ve Akkoyunlular
(1350-1514) egemenliğinde kalmış olan Azeri sahası çeşitli inançların bir arada
yaşandığı bir coğrafyadır. Bu bölge 16. yüzyıldan itibaren Safevilerin
egemenliğine girmiştir. Azeri
sahasının en büyük şairi Fuzuli 16.
yüzyılda yaşamıştır. Hatayi, aynı
yüzyılda yaşamış bir diğer önemli şairdir.
Şah Abbas döneminden itibaren Erdebil Tekkesi, tasavvufi
şiiri terk ederek Şiiliğin
Safevi yorumunu (gulat) yaymak üzere şiirler söylemeye başlamıştır (bu
nedenle şiir dili olarak Farsça değil Türkçe tercih edilmiştir). Sünni
sanatkârlara hayat hakkı tanımayan Erdebil Tekkesi, Sünni şairlerin başka
coğrafyalara yönelmesine sebep oldu, bu durumdan Osmanlı Sarayı ziyadesiyle
kazanç sağladı.
Şah İsmail (Hatayi)
23 Eylül 1486’da Erdebil’de doğdu. Babası Safevi Şeyhi
Haydar; Annesi, Uzun Hasan’ın kızı Alemşah’dır. 1502 yılında Tebriz’i ele geçirerek şah unvanını
alır. Düşüncelerini yaymak için topraklarını genişletmek isteyen Şah
İsmail’in ilerlemesi Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran Seferi’yle sona erer (1514). Şah İsmail, 23
Mayıs 1524’de ölür.
Nesimi, Habibi ve Ali Şir Nevai’nin
etkisinde kalan Şah İsmail, Türkçenin en güzel gazellerini yazmıştır. Şair padişahların
hemen hepsinde görülen mısra ve beyit tekrarı, aynı redif etrafında oluşan
benzetmelerin yinelenmesi, Hatayi’nin eserlerinde de karşımıza çıkar. Gazelleri
dışında önemli bir başka eseri de Dehname
adlı mesnevisidir.
Hatayi Divanı: Bilinen
en eski nüshası 1535 tarihli Mahmud Nişapuri tarafından istinsah edilmiş
yazmadır. Şair tezkireleri ve cönklerde Şah İsmail’e ait olmadığı halde Hatayi
mahlasıyla yazılmış şiirlerin yer bulması nedeniyle başka şairlerin şiirlerinin
divana sızmış olma durumu vardır (İbrahim Arslanoğlu, Mirza Resul İsmailzade, Ekber N. Necef ve Babek
Cavanşir Hatayi’nin şiirlerinin yayımlamışlardır).
Dehname: Fars ve
Çağatay edebiyatında örnekleri bilinen dehnamelerin (on mektup) Azeri sahasındaki ilk örneğidir. Hecez
bahrinin mef’’ulü mefâ’ilün fe’ûlün kalıbıyla yazılmıştır. Bazı mısralarda bu
veznin mef’ûlün fâ’ilün fe’ûlün şekline dönüşerek sekt-i melih yapıldığı
görülür. Aşk konulu yaklaşık 1500 beyitten mürekkep eser 1506 yılında
tamamlanmıştır.
Nasihatname: Dini
görüşlerinin yer aldığı küçük bir mesnevidir. 184 beyitten mürekkeptir.
İbrahim Gülşeni
Diyarbakır doğumlu olduğu tahmin edilen İbrahim, henüz iki
yaşındayken babası vefat eder. Amcasının himayesinde eğitimini sürdürür.
Tebriz’de tanıştığı Kazasker Molla Hasan’ın yardımıyla medrese eğitimi görür. Dede Ömer Ruşeni, Tebriz’e geldikten sonra İbrahim’i irşat eder. Dede Ömer,
ölümünden önce İbrahim’i halifesi ilan eder. İbrahim, bu yolla İbrahim Gülşeni
olmuştur.
Akkoyunluların otoritesi zayıfladıktan sonra Diyarbakır’a
giden Gülşeni, Safevilerin bölgeyi tehdit etmesi üzerine önce Maraş’a sonra da
Kudüs’e gider. Kudüs’te erbain çıkardıktan sonra Kahire’ye gider. Yavuz Sultan Selim Mısır’ı
aldıktan sonra Gülşeni’ye ilgi göstermiş ve dergâhını kurması için zatına arazi
tahsis etmiştir. 1534’te Mısır’da vefat etmiştir.
İlk
şiirlerini Heybeti mahlasıyla
söylemiş daha sonra Gülşeni mahlasıyla şiirlerine devam etmiştir. Arapça
şiirlerinde Halili mahlasını
kullanmıştır. Gazellerinin
makta beytinde kendi mahlasıyla birlikte Ruşeni’yi anmıştır.
Türkçe konusunda hassasiyet gösteren Gülşeni, soyunu Oğuz
Kağan’a dayandırmaktaydı. Halvetiliği benimseyip Mevlevilik yorumunu ekleyerek
sufi gelenekte yeni bir kol oluşturan Gülşeni, şiirleri kadar mistik
tecrübeleriyle de kültür hayatımız açısından çok önemli bir şahsiyettir.
Eserleri Üç
dilde eserler vermiştir.
Türk edebiyatı açısından en önemli eseri Türkçe şiirlerini
içeren divanıdır. Pendname, Razname, Kıdemname ve Çobanname diğer Türkçe eserleridir.
Mevlana ve Hafız-ı Şirazi etkisinde söylediği gazellerini
Farsça divanında bir araya
getirmiştir. Rubailerini Kenzü’l-cevahir
adlı bir kitapta toplamıştır. Farsça eserlerinin en önemlisi Manevi’dir.
Manevi:
Mesnevi’ye nazire olarak yazıldığı söylenen eser 40 bin beyittir.
Çağatay Sahası Türk
Edebiyatı
En görkemli dönemini Hüseyin Baykara zamanında (1469-1506)
Herat çevresinde yaşar. 16. yüzyılda Çağatay edebiyatı, Şeybaniler ve Babürler
tarafından temsil edilir.
Babür Şah
Zahirüddin Babür Şah, 14 Mart 1483’te Fergana’da doğdu. Timur’un
torunlarından Ömer Mirza’nın oğludur. Çağatay edebiyatının Ali Şir Nevai’den
sonraki en büyük ismidir. Babürname dünyaca ünlü bir eserdir. Türkçenin farklı
coğrafyalarda konuşulmasına katkıları olan Babür Şah, güzel sanatlara düşkün
bir devlet adamıydı. Hat sanatında hatt-ı Babüri
diye bilinen bir tarzı icat etmiştir.
Babürname: Babür’ün en ünlü eseri Vekayi adıyla bilinen hatıratıdır.
Babür Divanı
Aruz Risalesi:
Aruz veznini ve nazım biçimlerini Farsça ve Türkçe örnekler vererek açıkladığı
eseridir.
Mübeyyen: Hanefi
fıkhıyla ilgili konuları mesnevi biçiminde fe’ilâtün mefâ’îlün fe’ilün
ölçüsüyle anlattığı bu eserini çocukları Hümayun ve Kâmran’a öğüt amacıyla
yazmıştır.
Risale-i Validiyye:
Ubeydullah Ahrar’ın sufi ahlakıyla ilgili eserinin mesnevi biçimindeki
uyarlamasıdır.
Ünite 3
Türk Edebiyatının İki
Zirve Şairi
Fuzuli (1483-1556)
Hayatı boyunca Bağdat ve Kerbela çevresinde yaşayan
Fuzuli’nin, İstanbul’dan uzak kalması ve Şii mezhebine bağlı olması nedeniyle
şair tezkirelerinde adına pek rastlanmaz. Türkmenlerin Bayat boyuna mensup
olduğu tahmin edilen Fuzuli’nin doğum yeri ve tarihi hakkında kesin bilgilere
sahip değiliz.
Asıl adı Mehmet’tir. Babasının ismi ise Süleyman’dır. Âlim
kişiliğinden ötürü Mevlana Fuzuli diye bahsi geçer. İlk kasidesini Akkoyunlu Elvend Bey’e sunmuştur. Ali bin Muhsin’e de kasideler
sunduğu bilinir. 1508
yılında Bağdat Şah İsmail’in eline geçince Beng
ü Bade adlı mesnevisini ona takdim eder. Bağdat valisi İbrahim Han
Musullulu’ya da kaside ve terci-bent sunmuştur. 1534’te Kanuni Bağdat’a
geldiğinde Kanuni ve yakınındaki devlet adamlarına şiirler takdim ederek
onların yakınlığını kazanmaya çalıştı.
Necef’teki Hz. Ali Türbesinde türbedarlık yaptığını
sandığımız Fuzuli, ölümüne dek bu çevrede yaşamış olmalıdır (bu varsayıma
göre).
Türkçe
ve Farsça divanlarının dibacelerinde şiir hakkındaki görüşlerini ortaya
koymuştur.
Şiirlerinde okuyucuyla bütünleşen ve okurları etkisi altına
alan yalın, içten bir söyleyiş vardır.
Şiirleri, duyguları en ince ayrıntılarına kadar ifade eder.
Sözcüklerin çağrışım gücüne inanır. Çok anlamlı kelimeleri sıklıkla kullanır.
Gazellerinde sadelik ve halk zevkleri, kasidelerinde ise düşünce ve belagat öne
çıkar. Coşkusunu
gazellerinde, bilgin tavrını ise kasidelerinde ortaya koyar.
Kullandığı dil ağırlıkla Azeri Türkçesinin özelliklerini
yansıtır. Osmanlı Türkçesi ve Çağatay Türkçesinden de uzak durmadığı için geniş
coğrafyalarda şiirleri okunmuştur.
Fuzuli’nin şiiri Türkçenin aruza uyum sürecindeki önemli
aşamalardan biridir. Şiirlerinde imale ve zihaf gibi aruz arızaları yok denecek
kadar azdır.
Şiirlerinde asla gözden düşmeyecek evrensel temaları
işlemiştir.
“Aşk imiş her ne var âlemde”
dizesiyle aşkın bir durum değil varlık sebebi olduğunu ifade eder.
Fuzuli’yi Etkileyen
Şairler ve Fuzuli’nin Etkileri
Fars şairlerden Hafız,
Molla Cami, Nizami ve Selman-ı Saveci’nin
şiirlerinden ilham almıştır. Türkçe şairlerden ise aynı lehçenin temsilcisi Habibi’nin tesiri altında kalmıştır. En fazla ilgi duyduğu ve
birçok şiirine nazire yazdığı isim Ali
Şir Nevai’dir. Necati ve Nevayi’nin bazı şiirleri için de nazire
söylemiştir.
Fuzuli’den etkilenmemek mümkün olamadığı gibi onun şiirleri
için nazire söylememiş divan şairi yok gibidir. Hemen her cönkte şiirlerine
rastlanması halk arasında da çok sevildiğinin göstergesidir.
Şiirlerinin yanı sıra kelam ilmiyle ilgili Matla’u’l-itikad fi marifeti’l-mebve ve’l-me’ad adlı bir eseri
vardır.
Divanı mensur bir mukaddime ile başlar. Divandaki
kasidelerden en meşhuru “su” redifli naattır. Divanda 3 yüz kadar gazel yer
alır.
Molla Cami’ye ait olan kırk hadis şerhini Türkçeye
uyarladığı bir eseri daha vardır.
Türkçe
gazelleri, Leyla vü Mecnun mesnevisi ve
Hadikatü’s-Süeda adlı makteli halk
arasında meşhurdur.
Baki (1526/27 – 1600)
Asıl adı Mahmut Abdülbaki’dir. İstanbul’da doğdu. Babası Fatih
Camii müezzinlerinden Mehmet Efendi’ydi. Genç yaşta söylediği şiirleri, Beyazıt
Camii avlusundaki dükkâna giderek Zati’ye gösterir. Duyduğu şiirin karşısındaki
gence ait olamayacak kadar güçlü olmasından dolayı, Zati, Baki’ye tazmin
yapmaması için uyarılarda bulunur. Daha sonra şiirlerin Baki’ye ait olduğundan
emin olunca takdirlerini sunar.
İlerleyen yıllarda saray çevrelerinin beğenisini kazanan
Baki, Kanuni’nin gözde şairleri arasında başı çekmiştir. Kanuni’nin ölümünden
sonra Murat Paşa Medresesi müderrisliğinden azledilen Baki’nin hayatı
iniş-çıkışlı bir döneme girdi. 1570’li yıllarda Sokullu’nun dikkatini çekmeyi
başaran Baki, Padişah için yazdığı nazireler ve kasidelerden sonra 1573’te Sahn
müderrisliğine tayin edildi. III. Murat döneminde Süleymaniye müderrisi oldu. 1576’da
Selimiye müderrisliğine, 1579’da da Mekke kadılığına atandı. 1584 ve 1586
yıllarında iki dönem İstanbul kadısı olarak görev yaptı. Aynı yıl Anadolu
kazaskeri oldu.
Rumeli kazaskerliği ve nihayetinde Şeyhülislamlık
makamlarında gözü olan Baki 1592’de Rumeli kazaskeri oldu. Üç ay sonra da
emekli edildi. 2 yıl emeklilikten sonra III. Mehmet’in tahta çıkmasıyla kulis
çalışmalarına başlayan Baki Sultan’ın ilgisini çekti ve yeniden Rumeli
kazaskerliğine atandı. 6/7 ay sonra görevinden azledildi (başkaları da kulis
yapmaktaydı). 1598’de aynı makamı üçüncü kez ele geçirdi. Şeyhülislamlık hedefi
için ise ömrü vefa etmedi. 7 Nisan 1600’de vefat etti.
Baki,
Osmanlı şiirinde klasik söyleyişin en büyük üstadı kabul edilir. Şiirlerinde
mana ve aruz uyumu en üst seviyededir. Fuzuli’nin aksine Baki’de coşkulu
ilhamlar yoktur. Baki şekil mükemmeliyetine önem verir. Şiirini ince
hayallerle, nüktelerle süsler. Tevriye ve harf oyunlarıyla zenginleştirdiği dizelerinde saklanmış olan
ikincil manaları yakalamak kolay değildir. Şiirlerinde tabiat ve
İstanbul’da çizgilere sıkça rastlanır.
“Âvâzeyi bu âlemde Dâvûd gibi
sal
Bâkî kalan bu kubbede bir
hoş sedâ imiş”
Eserleri
Divanını kırk yaşlarındayken, Kanuni’nin isteğiyle tertip
etmiştir. 1994 yılında hazırlanan Baki Divanı’nda 27 kaside, 9 musammat ve 548
gazel vardır. Divanında
dini içerikli naat, münacaat gibi şiirler bulunmaz.
Fezâilü’l-Cihad: Muhyittin Ahmet b. İbrahim’e ait, kısa ado
Meşari’u’l-Eşvak olan ve cihadın faziletlerinden söz eden eserin tercümesidir.
Fezail-i Mekke: Sokullu’nun emriyle Arapça’dan tercüme ettiği
bu eseri III. Murat’a sunmuştur.
Mealimü’l-Yakin fi Sireti Seyyidi’l-Mürselin: Şehabettin Ahmet
b. Hatib el-Kastallani’nin Mevahibü’l-Ledüniyye adlı siyerinin tercümesidir.
Ünite 4
Klasik Dönem Divan Şairleri
Zati (1471-1546)
Balıkesir de doğdu. Çizmecilik mesleğiyle hayata atıldı. Remil merakı
ve sözün sırlarının keşfi peşinde İstanbul’a gitti. Hadım Ali Paşa’nın himayesine girdi. Şiirleri beğenildi
ve İstanbul’da yaşamaya devam etti.
Zati’nin Bayezid Cami yakınındaki remilci dükkânı
şairlerin uğrak yeri olur. Genç şairlerin de kendilerini gösterdikleri,
sınadıkları bir mekân haline gelir Zati’nin remilci dükkânı. Necati’nin
şiirlerinde öne çıkan yerlileşme arzusunu devam ettirir. Başta Bakî
olmak üzere devrin pek çok şairine kılavuzluk etmiştir. 1825 gazeli vardır. Gazelleri dışında Edirne Şehrengiz’i türünün ilk örneği
durumundadır. Şem ü Pervane adlı mesnevisi aynı konuyu işleyen
diğer eserlere kıyasla daha çok rağbet görmüştür. Şairin bir de Letaif’i vardır.
Hayali (1497/99-1556/57)
Asıl ismi Mehmet, lakabı ise Bekâr Memi’dir. Vardar
Yenicesi’nde doğdu. Kısa zamanda Kanuni’nin yakın çevresine dahil olmuştur.
Hayali’yi destekleyen İbrahim Paşa ve İskender Çelebi’lerin vefatlarından sonra
onu çekemeyenler saraydan uzaklaştırılmasını sağlamıştır. Son dönemlerini
Edirne’de geçirdi. Rumeli şairlerinin eserlerinde görülen dünyaya karşı
mesafeli duruş, samimi eda, yerlilik arzusu ve tasavvufi heyecan, şiirlerinde
göze çarpar. Gazelleriyle çağdaşlarını ve
ileri dönem şairlerini etkilemiştir. Bilinen tek eseri Hayali Divanı, Ali Nihat Tarlan
tarafından yayımlanmıştır (1945).
Nevi (1533/4-1599)
Asıl ismi Yahya’dır. III. Murat tarafından şehzade hocası
olarak görevlendirilir. III. Mehmet ve III.
Murat dönemlerinde olağanüstü ilgi görmüştür. Vefat ettiğinde geride otuzdan
fazla eser bırakmıştır. Kasideleri arasında Şehzade Mehmet’in sünnet düğünü
vesilesiyle yazdığı Suriyye meşhurdur.
Hocalığını yaptığı şehzadelerin öldürülmeleri üzerine söylediği mersiyeleri de
ünlüdür. Berceste mısraları ve gazelleriyle ünlüdür. Biyografi yazarı oğlu
Atayî, babasının otuzdan fazla eser yazdığını belirtir. Çeşitli bilimlerden söz
eden ansiklopedik Netayicü’l-Fünün çok ilgi görmüştür. En önemli eseri Nevi
Divanı’dır.
Emrî (Öl.
1575)
Asıl ismi Emrullah’tır. Edirne’de doğdu. Hayatı boyunca
devrin ileri gelenlerinden uzak durmuştur. Kimse için övgü şiiri yazmamıştır. Esrar tutkunu olduğu kaynaklarda kayıtlıdır.
Muamma şairi
olarak tanınır. Muamma konusunda o kadar
ileridir ki muammalarının çözümünü içeren eserler neşredilmiştir. Emri Divanı ve muammaları M. Yekta Saraç
tarafından yayımlanmıştır (2002).
Ünite 5
Klasik Dönem
Divan Şairleri II
Lamiî Çelebi (1472-1534)
Farsçadan, özellikle Abdurrahman Cami’den yaptığı
çevirilerle divan şiirinde farklı arayışları temsil eden kilit isimlerden
biridir.
Bursa’da doğdu. Asıl adı Mahmut’tur. Dedesi Nakkaş Ali,
Bursa’daki Yeşil Cami ve Yeşil Türbe’nin nakışlarını icra etmiştir. II. Bayezid döneminde adını
duyurmaya başlayan Lamiî Çelebi, asıl ününe Yavuz Sultan Selim döneminde
ulaşmıştır. 1509’da kaleme aldığı Hüsn ü Dil adlı eserini Yavuz’a
sunduktan sonra kendisine 30 akçelik aylık bağlanmıştır. Saygın bir kişiliktir.
Âşık Çelebi onun için “şi’r ü inşâyı şîr ü şeker gibi cem’ etti” diyerek
onun hem nazımda hem de nesirdeki başarısına dikkat çekmiştir. Çağdaşı
Gelibolulu Ali’de onun nesirdeki üstünlüğünü, Şerefü’l-İnsan ve Şevahidü’n-Nübüvve
adlı eserleri överek belirtmiştir. Divanı dışında on altı manzum eseri vardır.
İki hamse oluşturabilecek kadar çok eser yazmıştır. Mesnevilerinde
kendisinden önce hiçbir şairin ele almadığı birçok konuyu işlemiştir.
Lamiî
Çelebi’nin eserlerinde tasavvuf önemli yer tutar. Bursa’da Emir Ahmed
Buhari’ye bağlanıp Nakşibendi tarikatına girmiştir. Kendisi gibi Nakşi olan Abdurrahman Cami ile tanışıp
onun eserlerini tercüme ederek Cami-i Rum
lakabını almıştır.
-
Üretken (velud) bir şair ve yazardır.
-
İki hamse sahibidir.
-
Nesirde üstattır.
-
Mükemmel ve mürettep divan sahibidir.
-
Âlim şairlerdendir.
-
Abdurrahman Camiî’den yaptığı tercümelerle Cami-i Rum
diye anılır.
Eserleri
Fars şiirinde örnekleri olduğu halde Türk edebiyatında daha
önce ele alınmamış Vamık u Azra, Vis ü Ramin
gibi mesneviler ilk defa Lamiî Çelebi tarafından yazılmıştır. Abdurrahman Cami’nin siyeri Şevahidü’n-Nübüvve, evliya tezkiresi Nefahâtü’l-Üns ve felsefi-alegorik aşk
mesnevisi Salaman u Absal’ını
Türkçeye çevirmiştir. Şehrengiz-i Bursa
ve Hayretname’sini de içine alan Lamiî Divanı, divan şiirinin dayandığı sanat anlayışını
anlatan dibace ile başlar ve beş defterden oluşur (1989’da Burmaoğlu, divanı
yayınlamıştır).
Lamiî Çelebi’nin şiirleri ve sanatı hakkında malumat için Sadettin Eğri’nin Bir Bursa Efsanesi – Lamiî Çelebi adlı kitabı önerilir.
Gelibolulu Mustafa Ali (1541-1600)
Şair, tarihçi ve devlet adamı olarak tanınır. İlk zamanlarda Çeşmî
mahlasını kullanmıştır. 19 yaşındayken Kütahya’da şehzade Selim’in (II.
Selim) divan kâtipliğine getirildi. Ardından Gelibolulu Lala Mustafa Paşa’nın
yanında önce Halep’te ardından da Şam’da divan kâtipliği yaptı. Mustafa
Paşa’nın azledilmesinden sonra Manisa’da Şehzade Murat’ın yanına sığındı (III.
Murat). 1569’da İstanbul’a döndü. Heft
Meclis adlı eserini Sokullu’ya sundu. 1570’te Bosna’ya divan kâtibi olarak
atandı. III. Murat tahta çıkınca İstanbul’a gelerek bazı kasidelerle birlikte Zübdetü’t-Tevarih adlı eserini sultana
sundu. Beklediğini alamayınca Bosna’ya döndü. 1578’de yeniden Lala Mustafa
Paşa’nın maiyetine katıldı. Halep’te tımar defterdarlığına getirildi. Nüshatü’s-Selatin’i yazdı. Nusretname ve Camiu’l-Buhur Der-Mecalis-i Sur adlı eserlerini padişaha sunmak
üzere İstanbul’a gitti. Yine umduğunu bulamadı. 1585’te Erzurum hazine
defterdarı olarak görev yaptı. Daha sonra da Bağdat’ta mal defterdarlığına
atandı. 1589’da Sivas defterdarlığına tayin edildi. Riyazü’s-Salikin adlı eserini yazıp padişaha sunmak üzere
İstanbul’a döndü. 1592’de yeniçeri ocağı kâtipliğine atandı. Yaptırdığı evin
inşasında acemi oğlanları çalıştırdığı için işinden oldu. 1593’te Gelibolu’ya
döndü. III. Mehmet tahta çıkınca yazdığı cülusiyeyle övgü kazandı. Mısır
defterdarı olmak istediyse de Sivas defterdarlığı ile Amasya sancak beyliği ve
Rum defterdarlığını alabildi. Amasya’da dört yıl kaldıktan sonra Kayseri’ye
mirliva olarak atandı. 1599’da Cidde sancakbeyliğine atandı.
Gelibolulu
Mustafa Ali dört divan tertip etmiş, hamse oluşturacak kadar mesnevi yazmış (Mihr ü Mah, Riyazü’s-Salikin,
Tuhfetü’l-Uşşak, Camiü’l-Buhur Der-Mecalis-i Sur, Mihr ü Vefa) bir şairdir.
Divanlarında çeşitli nazım şekillerini kullanmıştır. Ali Divanı’nda bahr-ı tavil örnekleri de vardır. Divanlarında
bulunan 1549 gazeliyle en çok gazel yazan şairler arasında yer almıştır. Çağdaşı
pek çok şaire nazireler söylemiştir. Şiirlerinde Hafız-ı Şirazi ve Molla Cami’nden etkiler görülür. Şiirlerinde
aruzun imkânlarını denedi. Osmanlı coğrafyasından yer adları ve yerel ifadelere
şiirlerinde yer verir.
Eserleri
Manzum ve mensur olmak üzere elliden fazla eser vermiştir. Tarih
ve biyografi (Künhü’l-Ahbar, Nusretname,
Menakıb-ı Hünerveran), münşeat (Menşeü’l-İnşa
ve Münşeat), menkıbe (Mirkatü’l-Cihad), siyasetname (Nasihatü’s-Selatin), tercüme ve çeşitli
konularda risaleleri ve divanları (4 divanı vardır) vardır. İlk divanı
gençliğinde yazdığı şiirleri içerir. Hayatının diğer dönemlerinde yazdığı
şiirlerini Varidatü’l-Enika ve Layihatü’l-Hakika adlı eserlerinde
tasnif etmiştir. Gazellerinden
seçtiği yüz matla beytini Gül-i
Sad-berg’i adı altında toplamış, Varidatü’l-Enika
ve Layihatü’l-Hakika adlı
eserlerinden yaptığı seçmeleri bir mukaddimeyle birlikte Sadef-i Sad-güher adı altında toplamıştır.
Bağdatlı Ruhi (1534/35-1605/6)
Asıl adı Osman, mahlası ise Ruhi’dir. Doğumu, Sultan
Süleyman’ın Bağdat seferine rastlar. Babası, seferden hemen sonra Bağdat’a
yerleşen Rumeli kökenli bir ailedendir. Kaynaklardan seyahat etmeyi sevdiğini
öğreniyoruz. Ömrünün son yıllarında Şam’da Azmizade Haleti ile birlikte 2 yıl
çalışmıştır.
Ruhi, çok sayıda gazel yazmıştır (divanında 1115 gazel
vardır). Rintçe bir edayla yazılmış gazelleri liriktir. Sosyal olaylara
duyarlıdır. Fuzuli’nin Şikâyetname olarak bilinen mektubunda dile getirdiği
aksaklıkları gazel formunda dile getirmiştir. Terkib-bendi meşhurdur. Çok sayıda şair bu
şiire nazire söylemiştir. Dönemin zihniyetini anlamak için Sabri Ülgener bu şiir üzerinde çalışmalar yapmıştır. Ruhi’nin şiirleri sade ve
yabancı sözcüklerden uzaktır. Söz sanatlarına da fazla yüz vermez. Bilinen
tek eseri Türkçe divanıdır (Coşkun Ak tarafından yayımlanmıştır, Bursa 2001).
Ünite 6
16. Yüzyıl Mesnevileri
16. yüzyılda yazılan çok sayıdaki mesnevide dikkat çeken
konular aşk, tasavvuf ve tarihtir. Ahmed-i
Rıdvan, Taşlıcalı Yahya, Lamiî, Gelibolulu Ali, Şemseddin-i Sivasi ve Celili bu yüzyılın hamse sahibi
şairleridir.
Ahmed-i Rıdvan
eserlerini II. Bayezid adına tertip etmiştir. Divanın yanı sıra, İskendername, Leyla vü Mecnun, Hüsrev ü
Şirin, Rıdvaniyye ve Mahzenü’l-Esrar’dan
oluşan Hamsesi ve Şehzade Ahmet adına yazılmış Heft Peyker adında bir mesnevisi daha vardır.
Taşlıcalı Yahya; Gencine-i Raz, Şah u Geda, Usulname yahut
Kitab-ı Usul, Yusuf u Züleyha, Gülşen-i
Envar’dan müteşekkil hamsesi vardır.
Bursalı Lamiî; ondan fazla mesnevisi
vardır. Salaman u Absal,
Ferhad u Şirin, Şem ü Pervane, Vamık u Azra, Vis ü Ramin, Hüsn ü Dil, Edhem ü
Hüma, Gûy u Çevgân, Mevlit, Maktel-i Hüseyin mesnevilerinden bazılarıdır.
Gelibolulu Mustafa
Ali; Mihr ü Mah, Tuhfetü’l-Uşşak,
Rüyazü’s-Salikin, Mihr ü Vefa, Cemiü’l-Buhur adında mesnevileri vardır.
Şemsettin-i Sivasi;
Mesnevilerinin tamamı dini ve tasavvufi konulardadır. Mesnevileri; Mevlit, Süleymanname, İbretnüma,
Miratü’l-Ahlak ve Mirkatü’l-Eşvak.
Bursalı Celili; Hüsrev ü Şirin, Leyla vü Mecnun, Hecrname,
Mehekname, Gül-i Sad Berg.
Aşk ve Macera Mesnevileri
Yusuf u Züleyha
Mesnevi tarzında en çok işlenen konudur. Olay örgüsünü Yusuf
ile Züleyha’nın rüyaları, Yusuf’un kervanla Züleyha’nın düğün alayıyla Mısır’a
gidişi, Yusuf’un köleliği, zindandan kurtulup Züleyha’yla kavuşmasıdır. 16.
yüzyılda bu konuyu Kemal Paşazade, Abdurrahman Gubari, Şerifi ve Taşlıcalı Yahya işlemiştir. Kemal Paşazade’nin 7777 beyitten
müteşekkil mesnevisi bu konuda yazılan mesnevilerin en ünlülerindendir.
Leyla vü Mecnun
İlk kez Genceli
Nizami tarafından mesnevi biçiminde Farsça olarak işlenen bu konunun
kökeni bir Arap halk hikâyesine dayanmaktadır. 16. yüzyılda Sinan Behişti, Kadimi, Celili, Sevdayi,
Larendeli Hamdi, Celalzade Salih ve Halife
tarafından işlenmiştir. Ahmed-i Rıdvan’ın
mesnevisi ise eksiktir. Azeri sahasında bu konuyu Fuzuli ve Hakiri
işlemiştir. En meşhuru Fuzuli’nin 3098 beyitlik mesnevisidir.
Hüsrev ü Şirin / Ferhad u Şirin
Sasani hükümdarı Hüsrev ve onun Şirin’le olan ilişkisi Şehname’de anlatılır. Bu konuyu aşk
mesnevisi olarak işleyen ilk kişi Nizami’dir.
Ahmed-i Rıdvan’ın Hüsrev ü Şirin’i
6308 beyittir. Fars edebiyatında 14. yüzyılda Arifi’den itibaren, Türk
edebiyatında da Ali Şir Nevai’den sonra hikâyenin kurgusu değişmeye başlar;
yardımcı karakter olan Ferhat, asıl karaktere dönüşür. 16. yüzyıl divan şairlerinden Harimi, Lamiî ve Şani, Ferhat’ı
asıl kahraman olarak işlemişlerdir.
Şem ü Pervane
Kelebeğin mum ışığı karşısındaki dansının hikâyesi kitap
olarak ilk defa Fars şiirinde Ehli-i Şirazi tarafından işlenmiştir. Osmanlı
şairlerinden Lamiî Çelebi, Muidi ve Zati Şem ü Pervane yazmışlardır. Zati’nin
3937 beyitlik mesnevisi çok ilgi görmüştür.
Zati’nin eserindeki hikâyenin konusu Rum padişahı Jale’nin
oğlu Pervane’nin Çin hükümdarı Fağfur’un kızı Şem’e olan aşkıdır.
Gül ü Bülbül
En
çok beğenilen Gül ü Bülbül mesnevisi Kara Fazlî’ya aittir. İznikli Bekayi’de aynı konuyu işleyen bir mesnevi yazmıştır. Kara
Fazlî’nın alegorik eseri ilk bakışta beşeri bir aşkı anlatmaktadır. Eserin
ilerleyen bölümlerinde sembolik anlatım tasavvufi kimliğe bürünerek eserin
değerini arttırır.
Rum ülkesinin padişahı Bahar Şah’ın oğlu Gül, yansımasını
görünce kendi güzelliğine vurulur. Nesim’den daha güzeli var mı diye
araştırmasını ister. Bülbül ise aşk derdinden viran düşmüş bir başka
şehzadedir. Gül’den haber aldıkça aşkı derinleşir. İnlemeleri Gül’e kadar
ulaşır. Ancak Gül, naz edip Bülbül’ü başından savar. Varisi olduğu Gülşen şehri
saldırıya uğrayan Gül, dağlara sığınır. Gül’ün babası Bülbül’ü hapsettirir.
Gülşen şehri kurtarıldıktan sonra Bülbül serbest bırakılır. Ancak bundan sonra
Gül ile Bülbül birlikte eğlenebilirler.
Hikâyede gülşen, vücudu; bahar şah, aklı; gül, ruhu; bülbül,
gönlü; nesim, nefesi; lale, sevgiliyi; cuy, sevgilinin tecelli ettiği yeri;
jale, şevki; sünbül, kıskançlığı; har ise kibri temsil etmektedir.
Vamık u Azra
Bursalı Lamiî, 5981 beyitlik mesnevisini Fars şair
Unsuri’nin aynı adı taşıyan
mesnevisinden esinlenerek yazmıştır. Manisalı
Cami’de Vamık u Azra yazmıştır.
Çin hükümdarı Taymus, Turan hükümdarının kızıyla evlenir ve
Vamık doğar. Azra, Gazne hükümdarının kızıdır. Vamık, Azra’yı bulabilmek için
yollara düşer. Çok çeşitli badireler atlatan âşıklar nihayet vuslata erer.
Salaman u Absal
Lamiî’nin 1903 beyitten oluşan bu eseri esasen Molla Cami’nin eserinin bir
tercümesidir. Ancak çeşitli didaktik eklemelerle salt bir çeviri olmanın
ötesindedir.
Yunan hükümdarının çocuğu olmamaktadır. Sihir yoluyla bir
çocuğu olur. Annesi olmayan Salaman’a sütanne olarak Absal seçilir. Salaman
büyüdükçe Absal ona âşık olur. Âşıkların hali hükümdarı rahatsız edince ikisi
birlikte kaçarlar. Yolları sihirle engellenince geri dönmeye karar verirler.
Karşılarına çıkan engelleri Hz. Hızır’ın yardımıyla aşarlar. Baba,
birlikteliklerine engel olunca birlikte ateşe atlamak isterler. Absal ölür,
Salaman ise babasının yardımıyla kurtulur. Kahrolan Salaman, hükümdarın
danışmanının eğitimine girer. Danışman Salaman’ı ebedi güzelliğim âşığı haline
getirir. Hükümdar tacını Salaman’a bırakır.
Şah u Geda
İlk defa Fars edebiyatında Hilali tarafından mesnevi tarzında işlenmiştir. Bursalı Rahmi ve Taşlıcalı Yahya Şah u Geda
adında mesnevi yazmıştır. Hikâye Şah’ın güzelliğine hayran olan Geda’nın
feryatlarıyla başlar. Şah, kendisini görebilmesi için Geda’ya izin verir.
Rakip, Geda’yı çocuklara taşlatır. Geda, mağaraya saklanır. Başına konan
güvercinle Şah’a durumu haber eder. Çeşitli sıkıntılardan sonra Şah tahta
Geda’da Şah’a kavuşur. 16. yüzyıl şairlerinden Taşlıcalı Yahya hikâyenin
kurgusunda değişiklikler yapar.
Aşkını dile döken Geda, Şah tarafından kınanır. Geda,
inzivaya çekilir. Ahıyla Şah hastalanır, duasıyla iyileşir. Şah, Geda’nın
aşkıyla kendini harap etmesine kabullenemez. Yahya’nın mesnevisi dünyevi aşkı küçümseyen, bunun
yerine ilahi aşkı öven içeriğiyle diğerlerinden ayrılır. Mesnevi türü
içerisinde yerli konulara yer vermesi bakımından Şah u Geda önemlidir. Yahya’nın mesnevisinde olaylar İstanbul’da
geçmektedir. Mesnevi içerisinde yer yer şehrin tasvirleri bulunabilir.
Cemşid ü Hurşid
Hikâye Çin hükümdarı Fağfur’un oğlu Cemşid ile Rum hükümdarı
Kayser’in kızı Hurşid arasındaki aşk üzerine kuruludur. 16. yüzyılda Abdi’nin yazdığı Cemşid ü Hurşid mesnevisi 5940 beyittir. Hubbi Ayşe’nin yazdığı mesnevi ise bulunamamıştır.
Cemşid, rüyasında gördüğü güzeli arar. Ressam Mihrab’ın
tuvalinde âşığının suretini görür ve anlar ki Rum hükümdarının kızı Hurşid’dir
aşkı. Ordusuyla birlikte yola koyulur. Türlü badirelerden sonra Hurşid’e
ulaşır. Annesi Efser, Hurşid’i hapseder. Kayser, Cemşid’i vezir tayin eder.
Mihrab, Efser’i ikna eder ve âşıklar görüşmeye başlar. Hurşid’i isteyip de
alamayan Şadi, Rum ülkesine savaş açar. Kumandan Cemşid, harbi kazanır. Âşıklar
evlenip Çin’e giderler. Cemşid, hükümdar olur.
Varka ve Gülşah
Hikâye ilk olarak Gazneliler devrinde Ayyuki adlı bir şair tarafından
kaleme alınmıştır. 16. yüzyılda Yusuf-ı
Meddah tarafından mesnevisi yazıldıysa da yaygınlaşmamıştır. Aynı yüzyılda Defteremini Mustafa Çelebi’de Varka ve Gülşah mesnevisi yazmıştır.
Hümam ve Hilal kardeştir. Hümam’ın oğlu Varka, Hilal’in kızı
ise Gülşah’tır. Kuzenler birlikte büyür ve birbirlerine âşık olurlar. Evlenmelerine
karar verilir. Rebi İbni Adnan, âşık olduğu Gülşah’ı kaçırır. Kabileler
arasında çıkan çatışmada Varka esir düşer, babası ölür. Savaşlar devam eder,
Varka Gülşah’ı kurtarıp yeniden düğün hazırlıklarına girişir. Gülşah’ın
annesinin istediği ağırlık vuslata engel olur. Varka, varlık bulmak üzere
Yemen’e dayısının yanına gider. Geride kalan Gülşah, Şam padişahı Melik Muhsin
ile evlendirilir. Memleketine dönen Varka’ya Gülşah’ın öldüğü söylenir. Gerçeği
öğrenip Şam yollarına düşer. Yolda yaralı düşer. Şam’a ulaşınca saraya misafir
olur. Sarayın hanımı konumundaki Gülşah’la görüşmeyi doğru bulmaz ve oradan
ayrılır. Yolda ölür. Varka’nın öldüğünü öğrenen Gülşah intihar eder. Zaman
sonra Hz. Muhammed Şam’da Melik Muhsin’e konuk olur ve nedenini öğrenir. Melik
Muhsin, âşıkların yeniden dirilmesi için dua ister. Hikâye âşıkların tekrar
hayat bulmasıyla son bulur.
Burada tanıtılanlar dışında mesnevi geleneği içinde kayda
değer diğer başlıklar: Niğdeli Muhibbi
ve Abdi’nin Gül ü Nev-rûz, Lamiî’nin
Vis ü Râmin, Haşimi’nin Mihr ü Vefa, Gelibolulu Mustafa, Çorlulu Zarifi ve Kıyasi’nin Mihr ü Mah ve Ahi’nin Hüsn ü Dil adlı eserleri 16. yüzyılın çift kahramanlı aşk ve macera
hikâyeleridir.
Ünite 7
16. Yüzyıl Mesnevileri II
Dini ve Tasavvufi
Mesneviler
İslami konular çeşitli edebi eserlere konu olmuştur. Lamiî Çelebi, Behişti ve Şemsettin Sivasi mevlit yazmıştır. Dini ve tasavvufi konuları ele alan
şair ve yazarlar Genceli Nizami’nin
yolunu izlerler. Nizami’nin Mahzenü’l
Esrar’ı pek çok şair tarafından örnek alınmıştır. Eserlerde anlatım sade;
olay örgüsü basittir. Zira amaç öğüt vermek, okuyucunun anlatılandan dersler
çıkarmasını sağlamaktır.
Lamiî Çelebi’nin Gûy u Çevgân adlı mesnevisi hem aşk hem
de tasavvufi konulara yer verir. Gûy u Çevgân, Fars şair Arifi’nin aynı adlı eserine alegorik
tarzda yazılmış bir naziredir. Eserede gûy, sevgili; çevgân ise âşığı
temsil eder. 1893 beyitlik eser mef’ûlü mefâ’ilün fe’ûlün kalıbıyla
yazılmıştır.
Mahzenü’l Esrar’a
Anadolu sahasında yazılan ilk nazire Ahmed-i
Rıdvan’ın Mahzenü’l Esrar’ıdır. Rıdvan’ın
Rıdvaniyye’si de dini ve ahlaki
öğütler içerir. Yahya Bey’in Gülşen-i Envar, Gencine-i Raz ve Kitab-ı Usul benzer eserlerdendir.
Dini
ve mistik konularda en çok dikkat çeken eser Azeri İbrahim Çelebi’nin 3140 beyitlik Nakş-ı Hayal adlı mesnevisidir. Cinani’nin Riyazü’l-Cinan’ı
Nakş-ı Hayal tesiriyle yazılmıştır. Yirmi
ravzaya ayrılan eserin her bir bölümünde ağırlıkla ahlaki konulara verilir. Cinani’nin Cilau’l-Kulub adlı eseri yirmi ıkda ayrılır. Dini içerikli bir
eserdir.
Bursalı Rahmi’nin
Gül-i Sad-Berg’i Nizami’nin Mahzenü’l Esrar’ına bir naziredir. Eser,
1550 beyittir.
Attar’ın Esrarname ve İlahiname adlı eserlerine yazılan Türkçe nazireler de dini-ahlaki
içerikli mesnevilerdir. Güvahi ve Edirneli Nazmi öğütler veren Pendname’ler yazmışlardır. Güvahi’nin Pendname’si 2133 beyittir.
Şemsettin-i Sivasi’nin bütün eserleri dini ve
tasavvufi konulardadır. Süleymanname’de
Süleyman Peygamber kıssasını ele alır. Eser yaklaşık 1460 beyittir. İbretnüma adlı eseri Attar’ın İlahiname’sinin manzum bir özeti gibidir. Baharu’s-Sufiyye olarak da bilinen Gülşenabad adlı eseri 557
beyitten oluşan mesnevi mefâ’ilün mefâ’ilün fe’ûlün kalıbında yazılmıştır.
Evrenin yaratılışı ve seyr-i süluk hakkında bilgiler içeren didaktik bir
eserdir.
1584’te yazdığı, yaklaşık 2300 beyitlik Heşt-Behişt ayet ve hadisler ışığında adil hükümdarlar, bilginler,
cömert zenginler ve tevekkül sahibi fakirler anlatılır. Mir’atü’l-Ahlak ve Mirkatü’l-Eşvâk adlı eseri iyi ve kötü ahlak
hakkındadır. Menakıb-ı Azam adlı
eseri İmam-ı Azam’ın hayat
hikâyesini ele alır.
Tarihi ve Destani
Mesneviler
Osmanlı padişahlarının yapıp ettikleri de mesnevilere konu
olur. Fatih döneminden itibaren görülmeyen başlanan şahname niteliğindeki bu
eserler saray tarihçiliğinin ilk örnekleri olarak kabul edilebilir. II. Bayezid
zamanında tarihi nitelikli eserler artmış, Yavuz Sultan Selim zamanında ise
padişahı merkeze alan mesneviler yazılmaya başlanmıştır. Yavuz döneminin
şairlerinden Üsküplü İshak Çelebi, Sücudi, Keşfi, Sühayli, Muhyi ve Edayi; dönemin bilginlerinden Hoca
Sadettin ve Akkoyunlu sarayında münşilik ve lalalık hizmetlerinde bulunup
daha sonra Osmanlı bürokratı olarak çalışmış olan İdris-i Bitlis ve hemşerisi Şükrü
Selimname yazmışlardır.
Şükri-i Bitlisi’nin Fütuhat-ı
Selimiye veya Fütuhat-ı Selim Han
mesnevisi I. Selim’in 1490-1520 yılları arasındaki hayatını anlatmaktadır.
Hadidi’nin Süleymanname olarak da bilinen Tevarih-i Al-i Osman
(y. 1523) adlı eseri Süleyman Şah’tan başlayarak 1522 yılına kadar cereyan eden
olayları anlatır. Tatavlalı Mahremi Şehname’sinin birinci bölümünde II.
Bayezid’in seferlerini, ikinci bölümünde Yavuz’un İran ve Mısır seferlerini,
son bölümde de Sultan Süleyman’ın Rodos ve Belgrat seferlerine kadar geçen
olayları anlatır. Niğde kadısı Haki,
Sultan Süleyman’ın Erivan ve Nahcivan seferlerini anlatan bir Süleymanname yazar. Eyyubi’de Menakıb-ı Sultan
Süleyman adlı eserinde Belgrat, Rodos ve Budin seferleri hakkında bilgi
verir. Fevri, Ahlak-ı
Süleyman adlı mesnevisinde Muhibbi’nin şiirlerini şerh ederek onun dünya
görüşü ve kişiliği hakkında bilgi verir.
Osmanlı fetihlerinin gazilik fikri üzerine kurgulanmış arka
planı dini ve mitolojik motiflerle bezenerek gazavatname ve fetihnameler
yazılır. İran’ın mitolojik tarihi güncelleştirilerek Osmanlı sultan ve devlet
adamlarına uyarlanır. Priştineli Bahari’nin Sultan Süleyman’ın
Macaristan seferini anlattığı Fetihname-i
Engerus adlı mesnevisi, Fütuhi
Hüseyin Çelebi’nin aynı konuyu ele aldığı Enisü’l-Guzat, Asafi’nin
Şecaatname adlı eserleri gazavatname
türünün başlıca örnekleridir.
Yerli ve Realist Mesneviler
16. yüzyılda gündelik hayat çeşitli biçimlerde sanat
eserlerine konu olur.
Surnameler: III. Murat’ın şehzadesi
Mehmet için 1582 yılında yapılan sünnet düğünü Gelibolulu Ali’nin Cami’u’l-Buhur der-Mecalis-i Sur adlı 2775 beyitlik eserinde
anlatılır. Bu mesnevide 16 ayrı aruz kalıbı kullanılmıştır.
Şehrengizler: Fars edebiyatındaki şehrâşûb adlı eserlerin Türk edebiyatındaki
karşılığıdır. Tahmis
biçiminde yazılan Cami’nin Manisa Şehrengizi ile muhammes biçiminde
yazılmış Ravzi’nin Edincik Şehrengizi gibi istisnalar
olduğu halde şehrengizler genellikle mesnevi biçiminde yazılırlardı.
Mesihi ve Zati’nin Edirne şehrengizleri bu türün ilk örnekleridir.
Manisalı Cami ve Derzizade Ulvi’nin Manisa şehrengizleri,
Lemiî Çelebi’nin Bursa Şehrengizi, Vizeli Behişti’nin Bursa ya da Vize için yazdığı şehrengiz, Bursalı Rahmi’nin Yenişehir Şehrengiz’i, Gelibolulu
Ali’nin Gelibolu Şehrengiz’i bu
türün 16. yüzyıldaki örnekleridir. İshak
Çelebi, Âşık Çelebi, Halili ve Mani
de bu yüzyılda şehrengiz yazmıştır.
Çoğunlukla şairler doğup büyüdükleri yerler için
şehrengizler yazmışlardır.
Lamiî’nin Bursa şehrengizi edebiyat tarihi kadar tarih,
sosyoloji, etnoloji gibi diğer bilim dallarıyla uğraşanlar için de geniş
bilgiler verir.
Hasbihaller ve Sergüzeştler: Mesnevi
tarzına en uygun konulardır.
Ebkâr-ı Efkâr
Molla Maşizade Fikri
Derviş’in yazdığı eser 1504 beyittir. Şairin Edirne ve İstanbul’da yaşadığı
bir aşk hikâyesini konu edinir. Bir divan şairinin yaşadığı aşkı eserinde
işlemiş olması bakımından orijinal bir eserdir.
Sergüzeştname/Halname-i Sevadi
Şirvanlı Sevadi’nin
3118 beyitlik eseri kendi hayat hikâyesini konu edinir.
Sergüzeştname-i Zaifi
Zaifi’nin 1543’te
yazdığı eser kendi hayat hikâyesini konu edinir.
Hasbihal
Safi,
hasbihal’ini 1586’de yazdı. 830 beyittir. Mesnevide toplumun çeşitli
kesimlerinden insanlar hakkında bilgilere yer verilir.
Nalan u Handan
Muyi’nin
mesnevisi 2759 beyittir. Eserdeki Nalan, şairin kendisini temsil eder. Eserdeki
olay örgüsü bir rüya motifiyle başlar. Asıl hikâye bundan sonra başlar.
Hecrname/Hazanname
Bursalı Celili’nin
eseri 483 beyittir. Kahramanı Celili olan bir aşk hikâyesini işler.
Mehekname
Celili’nin 87
beyitlik eseri altın, gümüş ve mihank arasında geçen aşkı anlatır. Şair bu
eserde değerinin bilinmediğini sembollerle anlatmaya çalışmıştır.
Sakînameler ve İşaretnameler
Eğlence meclisine ait terminolojiyle yazılan sakînamelerin ilk örneği Edirneli
Revani tarafından İşaretname
adıyla verilmiştir. 694 beyitlik eser, başarısıyla kendisinden
sonraki sanatçıları etkilemiştir. Hayreti’nin
de 102 beyitlik sakînamesi vardır. Fuzuli
de Sakiname / Heft Cam adıyla bilinen
327 bayitlik tasavvufi nitelikte bir mesnevi yazmıştır. Fevri’nin 55 beyit, Taşlıcalı
Yahya’nın da 48 beyitlik sakînameleri vardır.
Ünite 8
16. Yüzyılda Nesir
15. yüzyılda Sinan Paşa’nın Tazarruname adlı eserinden sonra estetik nesrin örnekleri artmaya başlar.
Fahir İz, eski
Türk edebiyatında nesri dil özelliklerini dikkate alarak sade nesir, orta
nesir ve süslü nesir olmak üzere üç kategoriye ayırır. Fahir İz’in tasnifi Recaizeda Mahmut Ekrem’in hem dil hem
de üslup özelliklerini dikkate alarak yaptığı nesr-i sade, nesr-i müzeyyen ve
üslub-i âlî biçimindeki tasnifle büyük ölçüde örtüşür. Tahir Olgun eski nesri nesr-i Mürsel ve nesr-i müseca şeklinde sınıflandırır.
Mensur eserlerin
sınıflandırılmasında metnin söz varlığı dikkate alınır. Metnin söz
varlığı ile üslubu örtüşmeyebilir (aynı metnin içinde farklı düzeylerde dil
kullanımına rastlamak mümkündür). Bu ayrıntılar Osmanlı nesrini
folklorik/şifahi üslup, ilmi üslup, bedii/estetik üslup ve resmi üslup
başlıkları altında incelemeyi gerektirir.
Şifahi / Folklorik
Üslup
Konuşma
diline dayanan üslup düzeyidir. Daha çok dini, tasavvufi ve dini-destani konulu
eserlerde görülür. Kısa cümleler kullanılır. Devrik cümle kullanımı
yaygındır. Birgili Mehmet Efendi’nin
Vasiyetname’si, Sofyalı Bali’nin Etvar-ı Seba’sı,
Karamanlı Abdüllatif b. Durmuş’un Âdab-ı Menazil’i ve birçok letayifname ve menakıbnameler bu tarza örnek eserlerdir.
İlmi Üslup
Edebi
incelikle yazılmış yine bilgi vermeyi amaçlayan eserlerdir. Çeşitli söz
sanatlarına yer verilir. Bu nedenle dil ve üslup ağırlaşır. 16.
yüzyıldan itibaren tarih, tezkire ve ilmi eserlerin çoğu bu tarzda yazılmıştır.
Eserlerin giriş bölümlerinde sanatlı anlatım tercih edilir. Konunun işlendiği
bölümlerde ise anlatım daha sadedir (Gelibolulu
Sururi’nin Bahrü’l-Maarif adlı
şiir hakkında bilgi içeren kitabından örnekler verilmiş).
Bedii / Estetik Üslup
Bilimsel eserlerin yazımında karşımıza çıkan estetik kaygı
taşıyan üslup, eserin sanat değerini yükseltmek düşüncesine paralel olarak
ilerler. Sinan Paşa’nın Tazarruname’siyle başlayan dil ve üslup
uygulamaları Veysi ve Nergisi ile doruğa çıkar. Bu eserlerin
estetik değeri içeriklerinin önüne geçmiştir (biçim, içeriğin önüne geçerse
edebiyat / okuyucu ilişkisi bozulur). Bu eserlerde Arapça ve Farsçanın
imkânlarını sonuna kadar kullanan müellifler dolaylı anlatımı ön plana çıkaran,
peş peşe gelen paralel cümlelerle süslü ve secili anlatımı tercih ederek kolay
anlaşılamayan eserler vücuda getirdiler. Âşık
Çelebi ve Hasan Çelebi gibi
tezkire yazarları ve Hoca Sadettin
gibi tarihçilerin eserlerinde çokça örneğine rastlarız. Söz sanatlarına
başvurmadan da esteti değer üretmek mümkündür; bunun en güzel örneği Fuzuli’nin Nişancı Celalzade’ye yazdığı mektuptur.
Resmi Üslup
Devlet yazışmaları, kararlar, emirler, hukuk metinleri gibi
belgelerde gördüğümüz üsluptur. Bu üslup, resmi, sade, inandırıcı ve mantıklı olmalıdır. Bu metinlerde
arkaik ve mahalli sözlere ve argoya yer verilmez. Şeyhülislam Ebusuud’un fetvaları örnek olarak incelenebilir.
Mensur Türler
Tarihler
Yahşi Fakih, günümüze ulaşmayan ilk
Osmanlı tarih metninin müellifidir. 15. yüzyılda hızlı biçimde gelişmeye
devam eden Osmanlı tarih yazıcılığı (Âşık
Paşazade, Neşri, Oruç Bey) 16. yüzyılda Kemal Paşazade ile birlikte farklı bir boyuta ulaşmış ve Tevarih-i Al-i Osman yazmak gelenek
haline gelmiştir. Bu yüzyıldan sonra tarih yazıcılığı üslup ve sanat
gösterisine dönüşür. Dönemin büyük tarihçileri; Kemal Paşazade, Hoca Sadettin, Lütfi Paşa, Gelibolulu ali ve Selanikli Mustafa’dır.
Kemal Paşazade 1468’de Tokat’ta doğdu. Fatih
devrinin önde gelen devlet adamlarından Kemal Paşa’nın torunu olması nedeniyle Kemal
Paşazade veya İbn Kemal olarak anılır. Şeyhülislamlığa kadar yükseldi. Çok
sayıda eserler neşretti. Tevarih-i Al-i
Osman en
meşhur eseridir. Eserde Osmanlı devletinde, kuruluşundan itibaren 1533 yılına
kadar meydana gelen olaylar defter adını verdiği 10 bölüm içinde ele
alınır. Eser, ilk
büyük Osmanlı tarihi olarak kabul edilir.
Sultan Süleyman devri sadrazamlarından Lütfi
Paşa,
devşirme olarak saraya girmiştir. Tevarih-i Al-i Osman’dan başka vezirler için el
kitabı mahiyetinde Asafname adlı bir eseri daha vardır.
Celalzade Mustafa Çelebi 1494’te Tosya’da doğdu. Meslek
hayatını nişancılıkla noktalamıştır. Fuzuli’nin
ünlü mektubu Şikâyetname’nin
muhatabıdır. Tabakatü’l-Memalik fi Derecati’l-Mesalik adlı tarihinde Sultan
Süleyman devrinin olaylarını anlatır. Eser, Osmanlı toplumsal yapısı
hakkında da bilgiler vermektedir. Çelebi’nin bir de Selimname’si vardır. Her iki eser de ağdalı üslupla yazılmıştır.
Küçük Nişancı Mehmet Paşa bin Ramazan Çelebi,
Sultan Süleyman’ın teşvikiyle Nişancı Tarihi olarak bilinen Siyer-i Enbiya-yı İzam ve Ahval-i Hulefa-yı
Kiram ve Menakıb-i Selatin-i Al-i Osman adlı eserini kaleme
almıştır. Eserde biyografilere de yer verilmiştir.
Hoca Sadettin Osmanlı tarihçiliğinin
zirve eserlerinden sayılan Tacü’t-Tevarih’i bu yüzyılda neşretmiştir. Yavuz
Selim’in nedimi Hasan Can’ın oğludur. Padişah hocası ve şeyhülislam tayin
edildi. III. Murat ve III. Mehmet devirlerinin en etkili devlet adamıydı. Haçova
savaşında III. Mehmet’in savaş alanından geri çekilmesini engelleyerek zafer
kazanılmasına ön ayak oldu. Eser, İsmet Parmaksızoğlu tarafından sadeleştirilerek
yayımlanmıştır (Ankara 1979).
Gelibolulu Ali’nin eseri Künhü’l-Ahbar adını taşır. Yazarın
rükn adını verdiği dört bölümden oluşur. Eserin ilk üç rüknü Osmanlı öncesi
olayları, son rüknü ise Osmanlı devrindeki olayları ele alır.
Selanikli Mustafa Efendi’nin Selaniki Tarihi adlı eseri 1563-1600
tarihleri arasındaki olayları ele alır.
Biyografiler
Biyografiler önceleri/erken dönemde umumi tarihlerin
içerisinde karşımıza çıkar. Müstakil ilk
biyografi kitabı Lamiî’nin Nefahatü’l-Üns’ün tercüme ve zeylini
ihtiva eden Fütuhu’l-Mücahidin
li Tervihi Kulubü’l-Müşahidin adlı eserdir. Eserde 650 kadar
evliyanın biyografisi yer alır. Bunların 48’i Anadolu evliyasıdır.
Bilgin
biyografileri de bu yüzyılda karşımıza çıkar; türün ilk örneği Taşköprizade İsamettin Ahmet’in Arapça
olarak kaleme aldığı Şakayıku’n-Nu’maniyye fi Ulemai’d-Devleti’l-Osmaniyye
(kısa adı Şakayık) adlı eserdir. Mecdi
Mehmet tarafından Hadayıku’ş-Şakayık adıyla Türkçeleştirilmiştir.
Şair Tezkireleri
Şairlerin hayat hikâyelerine yer veren şuara tezkireleri de
ilk defa bu yüzyılda görülmeye başlanır. Sahi Bey’in
Heşt-Behişt adlı eseriyle başlayan gelenek 20. yüzyılın
ortalarına dek devam eder.
Münşeat Mecmuaları
Yazışma
kurallarını belirleyen eserlerdir. İlk örnekleri 15. yüzyılda karşımıza
çıkar. Bu türün çok değerli bir örneği 16. yüzyılda Feridun Bey tarafından tertip
edilmiştir. 1574 yılında Münşeatü’s-Selatin adlı fermanlar, fetihnameler ve
mektuplardan müteşekkil eserini III. Murat’a sundu. Bu tür metinlerde saygınlık
uyandıracak ifade ve unvanlara özellikle yer verilir. Etkileme amaçlı anlatım Tacizade Cafer Çelebi ile başlamış, Celalzade ve Feridun Bey ile klasik kimliğine ulaşmıştır. Gelibolulu Ali (Menşeü’l-İnşa)ve
Lamiî Çelebi de münşeat türünde eser
vermiştir.
İlmi Eserler
Gelibolulu Mustafa
Sururi /
Edebiyat ilmiyle ilgili vezin, kafiye ve şiir sanatları hakkında bilgi veren Bahrü’l-Ma’arif adlı eserin sahibidir. Edebi içerikli bir
diğer eser, Muidi’nin
Miftahu’t-Teşbih’tir.
Kınalızade Ali
Efendi / Çelebi / Dini ilimler / Ahlak-ı Nasıri
adlı eserden faydalanarak Ahlak-ı Alayi adlı bir eser neşretmiştir.
Eser, yüzyıllarca medreselerde okutulmuştur. Ali Çelebi’nin bir diğeri eseri Münşeat ve İnşa-yı
Atik’tir.
Muallim-i Sani diye anılan
Ebusuud Efendi,
İrşadül-Aklı’s-Selim
ila Mezaya’l-Kur’ani’l-Azim adlı tefsiri ile meşhurdur.
Piri Reis ve Seydi Ali Reis coğrafya alanında
eserler neşretmiştir. Nevi de Netayicü’l-Fünun adlı eseriyle bilginler arasında
sayılmaktadır.
Tasavvufi Eserler
Birgili Mehmet Efendi – Vasiyetname
Karamanlı Abdüllatif – Adab-ı Menazil
Lamiî Çelebi – Menakıb-ı Veysel Karani
Şevki – Menakıb-ı Emri Sultan
Şerh ve Çeviriler
Hafız Divanı, Mesnevi,
Füsus, Bostan, Gülistan, Kelile ve Dimne tercümelerinden olan Filibeli
Alaattin Ali Çelebi’nin Hümayunname
adlı eseri en çok okunan eserlerdir. Mustafa
Şemi, tercümeleriyle tanınır. Gelibolulu Sururi, Sudi Efendi ve Celalzede
Salih Çelebi çeviri yapmış kimselerdir.
Kitap Bitti
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder