HALK HİKÂYELERİ
Ünite 1
Hikâye kelimesi ilk defa 9. yüzyılda al-Cahiz tarafından kullanılmıştır.
Hikâye anlatma ve dinleme geleneği Türklerde ilk dönem
törenlerde karşımıza çıkar. Bilhassa sığır ve şölen/şeylan törenlerinde…
Anlatıcıların ilk örnekleri ozanlar ve kopuzcular olmalıdır.
Doğu Anadolu Bölgesi’nde serküşte, Çukurova’da bozlak adı
verilen hikâyeli türkülerin halk hikâyeleri arasında sayılabilir. Bunlara
şiirsiz kara hikâyeler ve koçakların maceralarını konu alan metinleri de dahil
etmek gerekir.
Kol:
Hikâye, destan gibi metinlerdeki farklı bölümlere verilen ad (=bab).
Otto Spies adlı Alman Türkolog, halk hikâyesini “bir
sevgiliyi elde etme yolundaki maceraları anlatan masal” olarak tanımlamış.
Halk Hikâyelerinin
Özellikleri
Şekil Özellikleri
Halk hikâyeleri nazım ve nesir karışımı anlatmalık
türlerdir. Bu yönleriyle masal, efsane ve fıkradan ayrılırlar. Halk
hikâyelerinin değişmeyen kısımları manzum olanlardır. Manzum parçalar
çoğunlukla hece ölçüsüyle söylenirler. Usta anlatıcılar 7,8 ve 11 heceli
şiirlere ağırlık verirler. Mensur kısımlarda ise konuya sadık kalınmak
suretiyle değişiklikler yapılabilmektedir. Metnin aslında olmayan ancak
anlatıcının dahil ettiği ek hikâyelere rastlanabilir. Bu ek hikâyelere karavelli
denir. Halk hikâyesi anlatma geleneği Doğu Anadolu’ya özgüdür diğer bölgelerde
daha az görülür. Bu bölgede anlatılan hikâyeler duvaggapma, peşrov, Selçuk gibi
adlarla anılan bir bölümle başlar. Bu bölüm şiirle başlayacaksa en az üç şiir
okunması gerekir.
Peşrev: Halk
hikâyesi anlatmaya başlamadan önce söylenen mensur ve manzum parçalara verilen
addır.
Halk hikâyelerinde şiirler daha çok hikâyenin kahramanları
tarafından söylenirler.
Sersuhane: Peşrev,
döşeme ve Selçuk gibi, halk hikâyesinde hikâyeye başlamadan önce
söylenen manzum anlatılardan biridir. Bu ek bölümlerin, hikâyenin aslında olması
şart değildir. Karavelli gibi anlatıcının eklediği parçalardırlar.
Hikâyelerdeki güzel ve çirkin tasvirlerinin dili oldukça
ağırdır. Bu metinler seci ve aliterasyonlarla süslenmişlerdir.
İçerik Özellikleri
Konuları genellikle aşk ve kahramanlıktır. Çoğu hikâyenin
tarihi olaylarla yakın ilgisi vardır. Gerçek olayların yanında
olağanüstülüklere de yer verilir. Kahramanlar genellikle ailenin tek çocuğudur.
Dünyaya gelişleri olağanüstüdür. Padişah ve vezirin çocuğu olmaz. Olağanüstü
şekilde çocuk sahibi olurlar.
Kahramanların âşık olma biçimleri:
Bade içme yoluyla âşık olma: kahraman rüyasında
gördüğü pirin elinden bade içer. Pir dolusu bade, rüyada içilen badenin
kahramana şiir söyleme yeteneği vermesine verilen addır.
Kahramanların kardeş olmadıklarını öğrendikten sonra
birbirlerine âşık olmaları
İlk görüşte aşk
Resim görerek aşk
Hikâyeleri anlatan özel anlatıcılar vardır. Halk hikâyesi
anlatan kişilere hekâtçı, meddah, âşık gibi
isimler verilir.
Zorda kaldığında kahramanın yardımına koşan Hazreti Hızır figürüne
rastlanır.
Kahramanın atı da kahraman kadar olağanüstülük gösterebilir.
Kahramanlar insanlardan başka diğer canlılar ile de
konuşabilirler.
Hikâyelerin başlangıç yeri genellikle Hayber, Herat ve
İsfahan’dır. Masal kaynaklı hikâyelerde ise Kaf Dağı, Yemen ve Hindistan tercih
edilir (mekân olarak).
Genellikle mutlu sonla biterler.
Halk Hikâyelerinin
Kaynakları
Halk hikâyelerinin kökenleri hakkındaki ilk görüş Fuad
Köprülü’ye aittir.
-Eski Türk geleneğinden gelen konular: Dede Korkut, Köroğlu
-İslam geleneğinden gelen dini konular: Mevlid, Menkıb-i
Seyyid Battal Gazi, Hazreti Ali Cenkleri, Hazreti Hamza’nın Kahramanlıkları,
Ebu Müslim Horasani Kıssaları…
-İran geleneğinden gelen konular: Kelile ve Dimne, Sehname…
Pertev Naili Boratav’ın tasnifi:
-Yaşanmış olaylar: Boratav bu başlık altında serküşte,
kaside ve bozlak denilen küçük hikâyeleri değerlendirir.
-Âşık hayatları etrafında oluşan hikâyeler: Âşık Garip, 17.
yüzyılda yaşamıştır (Garip ile Senem), Âşık Tahir, 17. yüzyılda yaşamıştır
(onun hayatı etrafında Tahir ile Zühre hikâyesi oluşmuştur), Cihan, 16.
yüzyılda Azerbaycan’da yaşamıştır (Cihan ve Abdullah), Ercişli Emrah, 17.
yüzyılda yaşamıştır (Ercişli Emrah ile Selvi Han), Kerem Dede, 17. yüzyılda
yaşamıştır (Kerem ile Aslı), Kurbani, 16. yüzyılda Azerbaycan’da yaşamıştır
(Gurbani ve Peri), Tufarganlı Âşık Abbas (Tufarganlı Aşıg ve Gülgez Peri)…
Köroğlu menkıbeleri ve bu tipteki diğer menkıbeler: Köroğlu,
Bolu civarında yaşamış bir kahramandır.
Klasik manzum hikâyeler: Konularını manzum mesnevilerden
alırlar.
Şükrü Elçin’in tasnifi
Türk kaynaklı hikâyeler, Arap-İslam kaynaklı hikâyeler,
İran-Hind kaynaklı hikâyeler.
Ali Berat Alptekin’in tasnifi
Türk kaynaklı hikâyeler, Arap-Fars- Hint kaynaklı hikâyeler,
Masal-efsane kaynaklı hikâyeler, Âşıkların hayatından kaynaklanan hikâyeler.
Halk Hikâyelerinin
Bölümleri
Manzum ve mensur olmak üzere iki temel kısımdan oluşurlar.
Manzum Kısımlar:
Fasıl: Halk hikâyesine başlamadan saz eşliğinde söylenen
şiirlere verilen addır.
1-
Divan (Divanî): Halk şiirinin aruzlu
türlerindendir. Fâilâtün / Fâilâtün / Fâilâtün / Fâilün ölçüsüyle söylenir. En
az üş dörtlükten oluşur. İlk dörtük (aaxa), diğer dörtlükler (bbba, ccca, ççça)
şeklinde kafiyelenir. Aruzu bilmeyen
anlatıcılar 4+4+4+3, 8+7 duraklı nazım şeklini kullanırlar.
2-
Tecnis: Kafiyeleri cinaslı kelimelerden bu
şiirler türkü olarak okunurlar. Kafiye yapısı koşmadaki gibidir. Örneklemesi en
zor türlerden biridir.
3-
Tekerleme: Gülünç bir konuyu dinleyicileri
heyecanlandırmak için türkü biçimde söylendiği bölümdür. Kafiye şekli koşmada
olduğu gibidir.
4-
Koşma: Hece ölçüsünün 8 ve 11’li ölçüleriyle
söylenir. En az üç dörtlükten oluşur.
5-
Destan:
En az beş dörtlükten oluşur. Genellikle kahramanlık konuları işlenir.
6-
Muamma: Anlatıcının mecliste bulunanlara sorduğu
bir sorudan oluşur.
Tapşırma: Şiire son vermek için
mahlas söylemektir. Özellikle âşık karşılaşmalarında kullanılır.
Mensur Kısımlar
Halk hikâyelerinin mensur kısımları döşeme adı verilen bir
tekerlemeyle başlar. Döşemeye Azerbaycan bölgesinde ustadname, Kars ve
civarında sersuhane adı verilir.
Döşeme uzunca bir dua ile devam eder. Hikâye anlatılırken
dinleyicilerin ilgisini dikkate alan anlatıcı kimi bölümleri kısaltıp kimi
bölümleri uzatarak hikâye anlatmaya devam eder. Hikâye âşık ve maşukun kavuşturulmasından
sonra güzelleme ile sona erer. Hikâyenin sonunda okunan güzellemeye Doğu
Anadolu Bölgesi’nde toy adı verilir.
Halk Hikâyelerinin
Sınıflandırılması
Konuyla ilgili ilk çalışma Macar Türkolog Ignac Kunos’a aittir. Kunos, halk
hikâyelerimizi üç başlık altında tasnif eder:
a) Kahramanlık
romanları
b) Saz
şairlerinin romanları
c) Saz
şairlerinin kahrmanlık romanları
Fransız araştırmacı Edmond Saussey, köken konusuna dikkat
ederek farklı bir tasnif yapmıştır.
a) Menşe
destanları
b) İslami
destanlar
c) Saz
şairleri etrafında teşekkül eden destanlar.
Kahramanlık
Hikâyeleri
A) Köroğlu
kolları
İlk kol, Kasab-ı Cömert veya Ayvaz Kolu, Kösenin Kolu, Koca
Bey Kolu, Mamaç Bezirgân veya Tekelti Kolu, Demircioğlu veya Telli Nigâr
Erzurum Kolu, Kiziroğlu Mustafa Bey Kolu, Bağdat Turna Teli Kolu, Hasan Paşa
Silistre Kolu, Hasan Bey-Dağıstan Kolu, Kaytaz Kolu, Kirizoğlu Mustafa Bey
Kırım Kolu, Kenan Kolu, Kayseri Kolu, Köroğlu’nun Oğlu Haydar Bey Kolu, Son
Kol.
B) Diğer
kahramanlık hikâyeleri
a) Köroğlu
dairesine bağlı olanlar / Celali Bey ve Mehmet Bey, Kirmanşah
b) Diğer
Hikâyeler / Eşref Bey, Salman Bey, Latif Şah, Cihan ve Abdullah, Arslan Bey,
Mustafa Bey, Ahmet Han, Şah İsmail, Bey Böyrek, Haydar Bey, Hurşit Bey, Yaralı
Mahmut.
Aşk Hikâyeleri
A) Kahramanları
hayali olanlar / Mirza-yı Mahmut, Ülfetin, Derdiyok ile Zülfü Siyah, Elif ile
Mahmut.
B) Âşık
şairlerin romanlaşmış hayatları
a) Yaşadıkları
rivayet olunan âşıklar / Ercişli Emrah ile Selvi Han, Âşık Garip, Tufarganlı
Abbas, Âşık Kerem, Kurbani, Tahir Mirza.
b) Yaşadıkları
muhakkak olanlar / Âşık Ali İzzet, Sümmani, Gökçeli Ali Esker, Hasta Hasan,
Dikmetaşlı Dede Kasım, Kara Gelin (Posoflu Fakiri’nin Maceraları), Karacaoğlan,
Vüdat-ı Hasta
Bu Kategorilere Girmeyen Hikâyeler
A) Aşk
Maceraları / Ali Şir Hikâyesi, Gündelişoğlu, Hasan ile Mihrican, Erzurumlu Hoca
Fenayi’nin Oğlu Mahzuni, Yahudi Kızı, Namuslu Kız, Kamber’in Beyşehir’deki
Macerası, Âşık Ömer’in Şair Olması, Abdullah Çavuş, Furkani
B) Mehur
Kaçaklara ve kabadayılara ait hikâyeler / Deli Yusuf Bey, Kerem Bey, Kazar,
Mihrali Bey, Kaçak Nebi
Konuyla ilgili bir diğer önemli tasnif Ali Duymaz’a
aittir.
A) Konuları
bakımından halk hikâyeleri
a) Aşk
hikâyeleri
b) Kahramanlık
hikâyeleri
c) Aşk
ve kahramanlık hikâyeleri
B) Coğrafi
yayılışları bakımından halk hikâyeleri
a) Anadolu’da
bilinen halk hikâyeleri
b) Türk
dünyasının bir bölümünde bilinen halk hikâyeleri
c) Türk
dünyasının geneline bilinen halk hikâyeleri
Ünite 2
Halk Hikâyesi İnceleme Yöntemleri ve
Hikâye Araştırmacıları
Yöntemler:
Tarihi – Coğrafi Fin
Yöntemi
Metinlerin varyantlarının incelenmesi suretiyle ilk metne
yani ur-forma
ulaşmaya çalışılır. Julius Krohn ve
oğlu Kaarle Krohn tarafından geliştirilmiştir. 1966 yılından sonra ülkemizde
çokça kullanılmış bir yöntemdir.
Bu incelemede nelere dikkat edilir?
1) Epizotlara
göre: Hikâyenin ana motifleri eler alınır.
aa. Kahramanın ailesi: Genellikle
erkek kahramanın ailesinden söz edilir. Baba genellikle padişah veya beydir ve
çocuğu yoktur. Bu nedenle yakın arkadaşı vezirinin yanına alarak gurbete çıkar.
ab. Kahramanın durumu:
Kahramanların nasıl doğdukları anlatılır. Gurbete çıkan baba, yolda çeşme
başında(akarsu, mezar vb.) mola verir. Namazını kıldıktan sonra yemek yer. Bu
sırada Hz. Hızır (Pir, kırklar, üçler, yediler, aksakallı dede vs.) yanlarına
gelir. Onlara elma, nar veya muska verir. Elmayı ikiye bölerek yarısını eşine
vermesini söyler ve ortadan kaybolur. Kahramanlık hikâyelerinde elmanın
kabukları ahırdaki kısrağa verilir. Zamanı gelince çocuk dünyaya gelir.
ac. Kahramana ad verilmesi:
Elmayı veren, kendisi gelinceye kadar çocuğa ad verilmemesini tembihler. Çocuk
adı konmadan büyür, adı yok veya adsız diye anılır. Sonunda derviş gelir ve
çocuğun ismini verir.
aç. Kahramanın eğitimi
ad. Kahramanın âşık olması: Hz.
Hızır kahramanlara rüyalarında bade içirirler. Badenin birincisi Allah,
ikincisi derviş, üçüncüsü de sevgili içindir.
ae. Sevgiliyle karşılaşma: Badeyi
içen uzun süre baygın kalır. Hekimler çağrılır ancak derman bulunmaz. Güngörmüş
bir kadın hastanın derdini anlar. Kahramanın yanına bir saz bırakır. Sazın
sesini işiten kahraman uyanır ve türkü söylemeye başlar. Uzun süren bir gurbet
yolculuğundan sonra sevgililer genellikle gül bahçesinde karşılaşırlar.
af. Kahramanın gurbete çıkması:
Kahraman ailesinin yanına döner ve yaşadıklarını anlatır. Kız tarafı dünür
olunca ağırlığınca altın ister, işler zorlaşır. Kahraman gurbete çıkar.
ag. Sevgilinin başkasıyla
evlendirilmek istenmesi: Kızın babası kızını başka birine vermek ister. Damat
adayı maddi açıdan iyi durumdadır. Kız, sevdiğini görebilmek için süre ister.
Bu süre yedi yıl veya kırk gün olabilir. Süre dolmadan evvel kahraman düğün
evine gelir. Mekândaki âşıklarla atışır, hepsini alt eder. Gelin ve damat
adayıyla karşılaşır. Gelin, damada sevgilisini anlatır / tanıtır. Böylece
ikinci defa kavuşmuş olurlar.
ağ. Kahramanın yurduna dönüşü
ah. Sonuç: Baba ocağına dönen
kahraman kırk gün kırk gece düğün yapar. Muradına erer ve ömrünü orada yaşar.
Tahir ile Zühre ve Kerem ile Aslı
gibi bazı hikâyelerin sonunda âşıklar kavuşamadan ölürler. Mezarları yan yana
yapılır. Her yıl mezarları üzerinde kırmızı ve beyaz olmak üzere birer gül
biter. Güller birbirlerine eğilirken aralarında biten bir karaçalı
kavuşmalarına engel olur.
2) Motiflerine
göre inceleme:
Bu çalışma, Stith Thomson’un masallar için geliştirdiği motif
kataloğuna göre yapılmaktadır. Thomson masal motiflerini
a) Mitolojik motifler,
b) Hayvanlar,
c) Yasak (tabu)… gibi 22 farklı başlık oluşturur.
Bu yöntem ilk defa Erzurum
ve Çevresinden Derlenen Halk Hikâyeleri Üzerinde Araştırmalar (Karadağ, 1984)
adlı tezde uygulanmıştır.
1- Padişahın
çocuğu yoktur, vezirin yanına alarak gurbete çıkar.
2- Yolda
Hz. Hızır’la karşılaşılır. Hızır’ın mucizeleri. Gurbet, Evlat sahibi olma…
3- Zaman
gelince iki bebek doğar. Birlikte okula giderler.
4- Çocuklar
büyür. Kahraman, kızla karşılaşır. Bazı hikâyelerde kız çok kuvvetlidir. Deve
esir olan kıza yardım edilir. Yardımcı figür olarak kahramanın atı.
5- Padişah,
kızın babasına dünür olur. Sevgililer bazı hikâyelerde beşik kermesi olabilir.
Bazı hikâyelerde sevgililer birbirlerini rüyada tanırlar.
6- Bir
cadı kadın hikâyedeki birine kötülükler yapar (kızın babası, kızın annesi, kız
veya kızın kardeşleri). Sevgililerin arası açılır.
7- Kızın
düğünden önce süre istemesi. Bu süreyi dokunacak olan halı belirleyebilir veya
kırk gün beklenecektir. Son gün sevgili gelir, hasret biter.
8- Kızını
kahraman vermek istemeyen baba başka yere taşınır. Kız bu arada bir ocak taşına
mektuplar bırakarak kahramanla haberleşir.
9- Kahraman,
sevgilisinin bulunduğu memlekete gelir/gider. Kılık değiştirerek sevgilisinin
odasına ulaşır.
10- Kahramana
yardım eden yaşlı kadın.
11- Kahraman
yakalanır. Saraya götürülür. Öldürülmesi için cellatlara teslim edilir.
Kahraman kıyamayan cellatlar, kuş kanıyla lekelenmiş gömleğini padişaha
götürürler.
12- Kurtulduktan
sonra sevgilisinin yanına geri dönen kahraman yakalanıp hapsedilir.
13- Kahramanlar
yollarda olağanüstü güçlerle savaşırlar (devler, kırk haramiler). Bu sayede
servet kazanırlar.
14- Kız
ve oğlan memleketlerine dönerler. Kahraman, hasta olan babasına yardım eder.
Saltanat kahraman kalır. Kırk gün kırk gece düğün yapılır.
Yapısalcı Halk Bilimi
Yöntemleri
Lord Raglan’ın
Gelenksel Kahraman Kalıbı
1- Kahramanın
annesi soylu bir kadındır.
2- Babası
kraldır.
3- Baba,
çoğunlukla annenin yakın akrabasıdır.
4- Kahramanın
rahme düşmesi uygunsuz bir ilişki sonucudur.
5- Kahraman
aynı zamanda bir tanrının oğlu kabul edilir.
6- Uygunsuz
bir bebek olduğu için doğumdan sonra genellikle öldürülmek istenir.
7- Gizlice
gizli bir yere gönderilir.
8- Çocuğu
bir aile evlat edinir.
9- Kahraman,
kendi geçmişi hakkında pek bir şey bilmez.
10- Yetişkin
olduğunda ileride kralı olacağı topraklara gider.
11- Kral,
dev ya da yırtıcı bir hayvana karşı zafer kazanır.
12- Kralın
kızıyla evlenir.
13- Kral
olur.
14- Sakin
bir hayat sürer.
15- Yeni
yasalar koyar.
16- Yasaları
nedeniyle tanrıların ve halkın gözünden düşer.
17- Tahtı
kaybeder.
18- Ölümle
karşılaşır.
19- Çoğunlukla
bir tepede ölür.
20- Çocukları
(varsa tabii) tahtın uzağında kalır.
21- Bedeni
gömülmez (zaten bulunamaz).
22- Kahramanın
gömülü olduğu kabul edilen bir veya daha fazla kutsal yer vardır.
Bu yöntem Özkul Çobanoğlu
tarafından Oğuz Kağan ve Er Töştük destanlarına uygulanmıştır.
M. Öcal Oğuz, Dede Korkut, Dirse Han Oğlu Boğaç Han ve Basat’ın
Tepe Göz’ü Öldürdüğü Boya adlı metinlerde bu yöntemi denemiştir.
İsmet Çetin bu yöntemi Türk
destanlarına uyguladıktan sonra destan kahramanlarının özelliklerini yedi
başlık altında toplamıştır.
Vladimir Propp’un Yapısalcılık Yöntemi
Rus masal araştırmacısı Propp (1895-1970) masallarda değişen
değerlerin kişi adları ve kişilerin nitelikleri olduğunu, değişmeyen yönlerin ise
kişilerin eylemleri ile işlevleri olduğunu saptamıştır. Rus peri masallarının
olay akışına uygun olarak tüm masallar için uygulanabilecek bir kalıp
oluşturdu. Buna göre masalda kişiler en fazla 31 işleve sahiptir ve bu işlevler
7 kişi tarafından üstlenilir (saldırgan, bağışçı, yardımcı, prenses, gönderen,
kahraman, düzmece kahraman). Bu yöntem Türkiye’de Umay Günay tarafından Elazığ’dan derlediği 70 masala uygulanmıştır.
İlhan Başgöz âşık
hikâyelerini bu yöntemle incelemiştir. Rüya görme ve bade içerek âşık olma
motifi âşık hikâyelerinin ana hatlarıyla sıkı ilişki içindedir. Halk
hikâyesindeki kişi sayısı Propp’un belirlediği kişiler ve görevlerle uyumludur
ancak işlevler farklıdır. Buna göre bir âşık hikâyesinde üç ana bölüm ve altı
aksiyon bulunur:
1- Ailenin
parçalanması (aksiyonlar: kriz ve değişim (yetişkin – âşık sanatçıya dönüşme))
2- Yeni
bir aile kurmak için mücadele (aksiyonlar: arama, engeller, çözülüş)
3- Yeni
ailenin kurulması (aksiyonlar: Birleşme)
Claude Levi-Strauss’un
Yapısalcı Yöntemi
Akrabalığın Temel Yapıları adlı çalışmasında ensest ilişki
üzerinde durur. O, mitlerin yapısal kompozisyonunu araştırmaktan çok mitlerde
tanımlanan dünyanın yapısal çözümlemesini yapmaya çalışmıştır. Türkiye’de bu
yöntem Ümran Kırman tarafından Dede
Korkut hikâyelerinde uygulanmıştır. Seyfi
Karabaş bu yöntemle Dede Korkut hikâyelerinde renklerin kullanımı ile
kişilerin duygu, düşünce ve davranışları arasındaki paralellikleri saptamıştır.
Karşıt yansımalı bir yapıya
sahip olan Dede Korkut hikâyelerinde merkez anlatım birimi denilen hikâyenin
orta bölümü öncesinde ve sonrasındaki olay sayısı eşittir. Olayların içeriği de
benzerdir. Merkez anlatım birimindeki karmaşa en üst düzeydedir. Bu birimin
sonrasındaki olaylar karmaşanın çözülmesi yolundadır. Karabaş’ın Dede Korkut
hikâyelerindeki renkleri kullanımıyla ilgili üçlü kalıbı şöyledir:
Düz renkler: İnsanın ideal olarak benimsediği şeyleri dile
getirir.
Karışık renkler: İdealde eksikliği, törpülenmiş öğeleri,
kusurları, yıpranmayı ifade eder.
Renksiz: Bir şeyin sınaması sırasında renk kullanılmaz.
Joseph Campel’ın Kahramanın Sonsuz Yolculuğu
Kahramanın Sonsuz Yolculuğu adlı eserinde halk anlatılarının
yapılarının aynı olmasını tartışmıştır.
1 Yola çıkış. A) Maceraya çağrı, B) Çağrının reddi, C)
Doğaüstü yardım, D) İlk eşiğin aşılması, E) Balinanın Karnı.
2 Erginleme. A) Sınavlar yolu, B) Tanrıçayla karşılaşma, C)
Baştan çıkarıcı olarak kadın, D) Babanın gönlünü alma, E) Tanrılaştırma, F) En
son ödül.
3 Dönüş. A) Dönüşü reddetme, B) Büyülü kaçış, C)Dışarıdan
gelen kurtuluş, D) Dönüş eşiğinin aşılması, E) Yaşama özgürlüğü.
Gremias’ın Göstergebilim Yöntemi
Bu yöntem Filiz
Kırbaşoğlu tarafından Köroğlu Destanı’nın Özbek Varyantları Üzerine Bir
Çalışma adlı eserde uygulanmıştır. Gremias’a göre evrenin bizde bir biçim,
anlam kazanabilmesi için onda bir takım farklılıklar algılamamız lazımdır. Bir
metni çözümlemenin çeşitli yolları vardır. Bunlardan biri derin düzey
çözümlemesidir. Bunu da göstergebilimsel dörtgen sağlar.
Karşıtlık (yaşam-ölüm; erkek-dişi)
Çelişiklik (yaşama-yaşamama; yitirme-yitirmeme)
İçerme ya da bütünleyicilik (olasılık-belirsizlik; av-savaş)
İdeolojik Halk Bilimi
Kuramı
İlk halkbilim çalışmalarının yapıldığı Finlandiya ve
İrlanda’da bir süre etkili olan bu kuram Hitler Almanya’sı ve Bolşevik devrimi
sonrası Rusya’da ve diğer pek çok ülkede desteklenmiştir.
Bağlam Merkezli Halk Bilimi Kuramları
Performans Teori
Bu teoride halkbilimsel unsurun yaratım sürecine
odaklanılır. Metnin oluşmasında anlatıcı kadar, dinleyici kitlesi, anlatının
gerçekleştiği mekân ve sosyal çevrenin de önemi vardır.
Sapma: Anlatının
ana yapısında olmayan dış yapısal özelliğe denir.
Sözlü Kompozisyon
Teorisi
Milman Parry ve Albert Lord tarafından biçimlendirilen
kuram Boşnak âşıkların müzik eşliğinde anlattıkları Homeros eserlerinin incelenmesiyle
ortaya çıkmıştır. Kuram, âşıkların yetişme evrelerini belirlemiş ve usta âşık
olmada eğpik şiirin veznine uygun doğaçlama yapma becerisinin kazanılması
gerektiğini ileri sürmüştür. Kuramın iki temel terimi vardır. Bir düşünceyi
ifade etmek için hep aynı vezin koşullarında düzenli olarak kullanılan kelime
gurubunu ifade eden formula/kalıp ve formula ile de birleştirilerek bir
konunun âşık tarafından hep aynı kelimelerle ifade edilmesi anlamına gelen tema.
Halk Hikâyeleri
Üzerinde Yapılan Çalışmalar
15. yüzyılın sonlarından itibaren
Anadolu sahasında ozanlık geleneği yerini âşıklığa, hikâye anlatıcısı kıssahan
da yerini meddaha bırakmıştır. Halk hikâyelerinin ilk şekilleri yaşamış ve ya
yaşadığı rivayet edilen âşıkların hayat hikâyeleri etrafında şekillenerek, 16.
yüzyılın sonlarında Azerbaycan ve Doğu Anadolu Bölgesi’nde ortaya çıkmaya
başlamıştır.
Âşık Garip (17. yüzyıl): Âşık
Garip (Garip ile Senem)
Âşık Tahir (17. yüzyıl): Tahir
ile Zühre
Cahan (16. yüzyıl): Cahan (Cihan)
ve Abdullah
Ercişli Emrah (17. yüzyıl):
Ercişli Emrah ile Selvi Han
Kerem Dede (17. yüzyıl): Kerem
ile Aslı
Kurbani (16. yüzyıl): Gurbani ve
Peri
Tufarganlı Âşık Abbas (16. yüzyıl
sonu ile 17. yüzyıl başları): Tufargannı Aşıg Abbas ve Gülrez Peri
19. yüzyıl gerçekçi halk hikâyelerinin
oluştuğu dönemdir (Hançerli Hanım, Cevri Çelebi, Kanlı Bektaş, Sansar Mustafa,
Letaifname).
Yazılı Kaynaklar
Cönkler, mecmualar ve basma
eserlerdir.
a)
Yazma Metinler: Arzu ile Kamber, Asuman ile
Zeycan, Âşık Garip, Derdiyok ile Zülfüsiyah, Hurşit ile Mahımihri, Kerem ile
Aslı, Şah İsmail, Tahir ile Zühre.
b)
Basılı Eserler: Arzu ile Kamber, Asuman ile
Zeycan, Âşık Garip, Derdiyok ile Zülfüsiyah, Elif ile Mahmut, Ferhat ile Şirin,
Han Mahmut, Hurşit ile Mahımihri, Karam ile Aslı, Köroğlu, Kurbani, Melikşah
ile Güllühan, Razınihan ile Mahıfiruze, Tahir ile Zühre.
Sözlü Kaynaklar
Cumhuriyetin ilanında sonra
başlanan derleme gezileri sonucunda ortaya çıkan arşivlerdir. Pertev Naili
Boratav, İlhan Başgöz, Ahmet Edip Uysal, Muhan Bali, Fikret Türkmen, Saim Sakaoğlu
arşivleri önemlidir.
Halk Hikâyeleri Üzerine
Yapılan Bilimsel Çalışmalar
Pertev Naili Boratav ve Halk Hikâyeleri 1931 yılında lisans tezi
olarak hazırladığı Köroğlu Destanı
adlı çalışmasında Paris, Özbek, İstanbul, Tobol, Urfa, Azeri gibi çeşitli
varyantlarını inceler. İzahlı Halk Şiiri
Antolojisi adlı eserinde Kirmanşah, Emrah ile Selvi, Kerem ile Aslı, Tahir
ile Zühre, Âşık Garip, Şah İsmail ve Beyböyrek hikâyeleri yer almaktadır. Halk Hikâyeleri ve Halk Hikâyeciliği
adlı eserinde halk hikâyelerinin destan, masal, âşık şiiri, roman gibi türlerle
olan ilişkisini ele alır.
İlhan Başgöz ve Halk Hikâyeleri Yazdığı çok sayıda makale Folklor Yazıları adlı eserde yer
almaktadır.
Muhan Bali ve Halk Hikâyeleri Ercişli
Emrah ile Selvihan Hikâyesi adlı tezinde adı geçen hikâyenin kaynağı,
motifleri ve üzerinde yapılan çalışmaları ele alır.
Fikret Türkmen ve Halk Hikâyeleri Âşık Garip Hikâyesi Üzerinde Mukayeseli Bir Araştırma adlı tezinde
anılan hikâyenin kaynağını varyantlarını, epizotlarını ve şiirlerini
değerlendirmiştir. Bir diğer monografisi de Tahir
ile Zühre Hikâyesi’dir. Mete
Taşlıova ve Nail Tan’la birlikte
hazırladıkları Âşık Şeref Taşlıova’dan
Derlenen Halk Hikâyeleri adlı eserde çok sayıda halk hikâyesine yer
verilmiştir. Mustafa Cemiloğlu ile birlikte
hazırladığı Âşık Şevki Halıcı’dan
Derlenen Halk Hikâyeleri adlı eserde 15 halk hikâyesi yer almaktadır.
Ensar Aslan ve Halk Hikâyeleri Çıldırlı
Âşık Şenlik, Hayatı-Şiirleri-Hikâyeleri adlı tezinde Latif Şah, Salman Bey
ile Turnatel Hanım ve Sevdakâr Şah hikâyelerine de yer vermiştir. Yaralı Mahmut Hikâyesi Üzerine Bir İnceleme adlı eserinde
eserin epizotları, şiirleri tahlil edilmiştir.
Ali Duymaz ve Halk Hikâyeleri Kerem
ile Aslı Hikâyesi Üzerine Mukayeseli Bir Araştırma adlı tezinde eserin on
dört varyantı, epizotları, şiirleri ve motifleri incelenmiştir. Nevruz Bey Hikâyesi adlı eserinde de
benzer metotlar öne çıkar. Saim Sakaoğlu
ile birlikte hazırladığı Hurşit ile
Mahımihri Hikâyesi, yazarın diğer eseridir.
Ali Berat Alptekin ve Halk Hikâyeleri Kirmanşah Hikâyesi Üzerine Mukayeseli Bir Araştırma adlı eserinde
adı geçen hikâyenin Binbir Gece Masalları’ndan kaynaklandığını anlattıktan
sonra eserin epizotları, şiirleri, formelleri, motifleri ele alınır. Halk Hikâyelerinin Motif Yapısı adlı
eserinde halk hikâyesinin tanımı ve özellikleri üzerinde durur. 70 hikâyenin
özeti, hikâyelerin motif yapıları ve geniş bir bibliyografya eserde yer alır.
Halk Hikâyeleri
Üzerinde Yapılan Diğer Önemli Çalışmalar
Radloff ve öğrencilerinin oluşturduğu Proben adlı eserin sekizinci cildi Osmanlı Türklerinin metinlerini
ele alır. Otto Spies’in Türkische Volkbücher / Türk Halk
Kitapları adlı eserde halk hikâyelerinin kaynakları, şekil ve muhteva
özelliklerine yer verilmiştir. Hans
August Fischer’in Schah Ismajil und Gülizar
/ Şah İsmail Hikâyesi’ni konu alan monografisi hikâyenin tenkitli metni ve
Almanca çevirisini içerir. Wolfram
Eberhard Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nden derlediği hikâyeleri Minstrel Tales From Southeastern Turkey adıyla
yayımlamıştır. Edith Fischdick Elif
ile Mahmut hikâyesi üzerine bir monografi yayımlamıştır (1958).
Ünite 3
Halk Hikâyelerinin
Anlatıldığı Bölgeler ve Halk Hikâyesi Anlatıcıları
Sözlü anlatımlar Türkiye’nin daha
çok doğu bölgelerinde anlatıcı ve dinleyici bulabilmiştir (bunda uzun kış
geceleri etkili olmuştur).
Erzurumlu Âşıklar
Erzurum’da meddahlar ve
âşıklardır hikâye anlatıcıları. Mehmet Kaplan’ın bir süre bölgede bulunması
hikâyelerin tespitinde literatüre çok katkı yapmıştır.
Âşık Sümmani 1861’de Narman ilçesinde doğdu. Badeli âşıklarımızdandır.
Bade içtikten sonra rüyasında gördüğü Gülperi’yi bulabilmek için gezip
dolaşmıştır. Şubat 1915’te vefat etmiştir.
Âşık Mıktat Köroğlu hikâyelerini yazdıran âşık olarak bilinir.
İshak Kemali 1914’te Çat’ta doğdu. İyi bir hikâye anlatıcısı olarak
bilinir. Anlattığı bazı hikâyeler Fikret Türkmen tarafından derlenmiştir.
Behçet Mahir Resmiyette 1919 doğumlu görünmektedir. Mehmet Kaplan
tarafından keşfedilerek üniversiteye alınmıştır. Ahmet Edip Uysal’ın da
yardımıyla hikâyeleri yurtdışına kadar ulaşmıştır. 1988’de vefat etmiştir. Anlattığı
hikâyeler; Âşık Garip, Davudoğlu Süleyman, Derdiyok ile Zülfüsiyah, Eba Müslim
Horasani, Ebu Ali Sina, Emrah ile Selvi, Erzurumlu Mahiri Baba, Eşref Bey,
Ferhat ile Şirin, Firdevs Şah, Firuz Şah, Hamzai Sahip-gıran, Hatem-i Tai, İmam
Ali’nin Gan Galesi Cengi, Kerem ile Aslı, Kirmanşah, Köroğlu (on dört kolunu
bilmektedir), Latif Şah, Leyla ile Mecnun, Nebi Han, Nemrut Han, Seyfülmülük,
Sümmani, Sürmeli Bey, Şah İsmail, Şah Oğlu Şah Abbas ile Deli Murat, Tahir ile
Zühre, Temimdari, Timurlenk, Yaralı Mahmut, Yusuf ile Züleyha, Zaloğlu Rüstem.
Mevlüt İhsani Şafak (Âşık Mevlüt İhsani) Şenkaya ilçesinde doğdu. Halk
hikâyesi tasnif edebilmesinin yanında âşık makamlarını da iyi bilmektedir.
Nusret Yazıcı (Âşık Toruni) 1945 yılında Narman ilçesinde doğdu.
Âşık Sümmani’nin torunudur. Çok sayıda âşık yetiştirmiştir. 2003’de vefat etti.
Hüseyin Yazıcı (Sümmanoğlu) 1937’de Narman ilçesinde doğdu. Âşık
Sümmani’nin torunudur.
Yaşar Yılmaz (Âşık Yaşar Reyhani) 1934’te Hasankale’de doğdu.
Yurtdışını gezip görme imkânı olmuştur. Uzun hikâyeler dışında türkülü
hikâyeler de anlatmıştır. 2005’te vefat etti.
Ardahanlı Âşıklar
Çıldırlı Âşık Şenlik 1850 doğumludur. 1913’te vefat etmiştir. Türk
edebiyatına yüzlerce şiirin yanı sıra üç hikâye kazandırmıştır. Şiirleri
arasında koşma, destan ve sicillemeleri yeniliklerle doludur. Eserleri hakkında
Ensar Aslan’ın tez çalışması vardır.
Sabit Ataman (Âşık Müdami) 1918’de Posof’ta doğdu. Hikâyeleri
Boratav tarafından derlenmiştir. 1968’de vefat etmiştir.
Karslı Âşıklar
Timur’un Kars’ı işgali üzerine
söylenen destan bölgede yetiştiğini varsaydığımız Baykan (Bıkan)’a aittir. Hikâyenin
yanında masal anlatma geleneği de bu bölgede yaygındır.
Gülistan Çobanlar (Âşık Gülistan) 1900’de Arpaçay’da doğmuştur. Murat
Çobanoğlu ve İbrahim Demir’in ustasıdır.
İslam Erdener 1921 doğumludur. Anlattığı hikâyeleri Âşık Şenlik’in
oğlu Âşık Kasım’dan öğrenmiştir. Âşık Şenlik’e ait üç hikâyeyi (Latif Şah,
Salman Bey ve Turnetel Hanım, Sevdakâr) Ensar Aslan’a anlatarak günümüze
ulaşmasını sağlamıştır.
Şeref Taşlıova (Âşık Taşlıova) 1938’de Çıldır’da doğdu. Halk
hikâyeleri ve folklor hakkında çok sayıda makalesi vardır. Çok sayıda çırak
yetiştiren Taşlıova, âşık edebiyatını 150 kadar âşık makamını ve halk hikâyesini
en iyi bilen âşıklarımızdandır.
İsmail Cengiz (İsmail Azeri) 1928’de Tebriz’de doğdu. Azeri
mahlasıyla şiirler söylemiştir.
Dursun Cevlani 1900’de Sarıkamış’ta doğdu. Âşık İkrami’nin yanında
çıraklık yapmıştır.
Muhittin Cuya (Âşık Mihmani) 1935 doğumludur. “Ozan-baksı
geleneğinin İslami şekle girmiş tek temsilcisidir. Hem müzisyen, hem dansçı,
hem din adamı, hem şair, hem de aktördür” (Bekir Sami Özsoy böyle demiş).
Murat Çobanoğlu (Âşık Çobanoğlu) 1940’ta doğdu. Badeli
şairlerimizdendir. Ustası, babası olan Gülistan Çobanlar’dır.
Sadi Değer (Hasreti) 1927’de Susuz’da doğdu. Âşıklık makamları ve
halk hikâyesi konusunda çok bilgilidir.
Üzeyir Aziz Göktekin (Âşık Pünhani) 1917’de Sarıkamış’ta doğdu.
Laçin Kurt (Âşık Laçin Aladağlı) 1918’de Kağızman’da doğdu. Ustası
Karslı Cemal Hoca’dır.
Vanlı Âşıklar
Van ilinin halk hikâyesine ilgisi Ercişli Emrah ile Selvi
Han Hikâyesinden kaynaklıdır.
Ahmet Poyrazoğlu
1951’de Erciş’te doğdu. Ercişli Emrah onun manevi ustasıdır.
Gaziantep ve Baraklar
Ağırlıkla Gaziantep ilinin Nizip ilçesinde yaşayan
Barakların göçleri, göç ettikleri yerlerde komşularıyla olan ilişkileri zamanla
kısa hikâyeli türkülere konu olmuştur.
Baraklı Âşık Mahgül
(Mehmet Kılıçoğlu) 1919’da Nizip’te doğdu. Hikâye dağarcığını Barakların
Orta Asya’dan Horasan’a, oradan da Anadolu’ya göçlerinin teşkil ettiğini
söyler. Hikâyelerinin konusunu Barakların Horasan’dan göçü, Yozgat ve civarına
yerleşme ve Osmanlı ile ilk temas, Mehmet Bey’in sürgün edilmesi, Rışvan Bey’in
misafir edilme olayı, Abuseyf’in ölümü, Feriz Bey’in Acem’e dönmesi, Abbas
Paşa’nın Culab’ı dağıtması başlıkları altında sıralar.
Çukurova ve Bozlaklar
Yörede anlatılan kısa hikâyeli türkülere bozlak denir.
Bozlaklar “Ahey, eyy” ünlemiyle başlarsa Karacaoğlan’a, “Aydost”la başlarsa
Dadaloğlu’na, “Heyhey”le başlarsa Köroğlu’na aittir.
Ahmetce (Ahmet Cihan)
Ceyhan’da yaşamıştır (tahmini 1898-1977). Yöredeki bozlakçıların ustası kabul
edilir.
Ünite 4
Kahramanlık Hikâyeleri
Köroğlu Hikâyesi
Köroğlu destanının halk ağzından ilk derlemeleri 19.
yüzyılda başlar. İ. Şopen,
Azerbaycanlı bir âşıktan derlediği destanın konusunu Rusçaya tercüme edip
yayımlar. Aynı dönemde Polonya asıllı Rus araştırmacı A. Chodzko, on üç hikâyelik önemli bir Köroğlu destanı derlemesini
yayınlar. Destanın ilk Türkçe yayını Kazan’da yapıldı: Mir Babaoğlu Hasan Molla’nın hazırladığı eserin adı, Hikâyat-ı Köroğlu Sultan ve Hikâyat-ı
Gayvazhan.
Köroğlu’nun Soyu
Kimi araştırmacılara göre Teke boyuna mensup bir Türkmen’dir
(Boratav – Chodzko). Türkmenistan Türkleri onun Daşoğuz ilinin Göroğlu
köyünden olduğunu ileri sürerler. Mersin ilinin Bozyazı ilçesinin Tekeli
beldesinde yaşayanlar da Köroğlu’yla aynı boydan olduklarını iddia ederler.
Babası: Doğu varyantlarında babası Ravşan (Kazakistan), Revşenbek (Türkmenistan), Ravşanbek (Özbekistan), Hazreti Ali (Doğu Türkistan) adlarla bilinmektedir. Batı varyantlarında ise Uruşan (Rövşen, Ruşen), Baba; Yusuf, Deli Yusuf veya Ali’dir. Ürüşan Baba veya Deli Yusuf pek çok destanda Köroğlu’nun ortaya çıkışı hikâyesinde görülmektedir.
Annesi: Doğu varyantlarında Akanay (Kazakistan) Bibi Hilal (Türkmenistan), Hilalay (Özbekistan), Zulper Ayım (Doğu Türkistan) adlarıyla bilinmektedir. Batı varyantlarında anne hakkında bilgi yoktur.
Köroğlu’nun adı: Esas adı Ruşen Ali (Tobol rivayeti), Ali veya Irışvan Ali (Maraş rivayeti), Ali (Maraş ağzı), Ruşen (Güney Azerbaycan), Rövşen (Kuzey Azerbaycan), Ruşen Ali (Korkmaz), Uruşen Ali (Hekimoğlu-Öztürkmen), Ali Ruşen/Ruşen Ali (Kaftancıoğlu), Hürüşan (Türkmen-Cemiloğlu)’dır.
Evliliği: Doğu varyantlarında çok eşli, batı varyantlarında tek eşlidir.
Çocukları: Çocuk meselesi de doğu ve batı varyantlarında farklılık gösterir. Ivaz Han, Özbek anlatımlarında Köroğlu’nun oğlu olarak geçer. İstanbul rivayetinde Nigar ile evliliğinden bir çocuğu olduğu söylenir (Hasan Bey). Anlatıların büyük kısmında aldığı ah nedeniyle zürriyetsiz olduğu söylenir.
Memleketi: Bolu Dörtdivan, Erzincan Kemah, Van Muradiye, Kars Sarıkamış, Tokat ve Bingöl illeri Köroğlu’na ev sahipliği iddiasında olmuşturlar. Türkiye dışında da çok sayıda yer vardır.
İşi: Çok seyahat eden, macera peşinde koşan Köroğlu zaman zaman âşık kılığında, zaman zaman tüccar, çoban kılığında karşımıza çıkar.
Şahsiyeti: Chodzko, Köroğlu için Türkmenlerin Teke boyundan olduğunu ve Erzurum yöresinde eşkıyalık yaptığını söyler. Boratav da bu görüşe katılmaktadır. Evliya Çelebi, Celali ayaklanmalarından söz ederken Köroğlu’nun ismini zikreder. Pek çok araştırmacı onun Celali olduğu görüşündedir. Ziya Gökalp, onun Gazneli Mahmut, Ayvaz’ında nedimi (kankası) ayaz olduğunu iddia eder. Zeki Velidi Togan ve Faruk Kadri Timurtaş, Köroğlu’nun kökenini eskilere taşır: Onun Sasaniler döneminde sınır muhafızlığı yaptığını iddia ederler. Kırzıoğlu, destandaki askeri düzeni dikkate alarak onun 5. yüzyılda yaşamış bir Oğuz kahramanı olduğu iddiasındadır. Edip Uysal’a o sadece mitolojik bir kahramandır.
Özdemiroğlu
Osman Paşa’nın komutasında sefere katılan ordu şairi Köroğlu ile destan
kahramanı Köroğlu aynı kişi değildir.
Hikâyenin Özellikleri
Hikâyelerdeki bazı olaylar 16-17. yüzyıllardaki Osmanlı-İran
savaşlarının izlerini taşımaktadır. Boratav
ve Paşa Efendiyev, destana bu yönden yaklaşırlar.
Fikret Türkmen ise hikâyelerin temelini Dede Korkut hikâyelerinde
olduğu gibi Oğuz destanlarında arar.
Konusu: Genel olarak kahramanlık hikâyeleridir. Çıktığı seferlerde çeşitli hilelerle galip gelen Köroğlu saf bir kahraman olarak düşünülmemelidir. Behçet Mahir, “Köroğlu harpleri ya bir dilber haberinden, ya bir yiğit haberinden çıkar” demiştir.
Köroğlu Hikâyesinin Kol Sayısı: Coğrafya değiştikçe kol sayısı da değişmektedir. Türkiye ve Azerbaycan’da 14-24, Özbekistan’da 47, Türkmenistan’da 14, Kazakistan’da 65, Tacikistan’da 50.
Köroğlu anlatma geleneği Doğu
Anadolu dışında Kahramanmaraş ve Osmaniye’de devam etmektedir. Anlatıcılar
arasında Erzurumlu Nalbant İshak (İshak Kemali), Gez Mahalleli Mugdat,
Meddah Behçet Mahir başı çeker. Âşık Mevlüt İhsani, Âşık Murat
Çobanoğlu, Âşık Şeref Taşlıova, Âşık Şevki Halıcı Köroğlu
hikâyeleri anlatan âşıklardan bazılarıdır. Kahramanmaraş bölgesindeki
anlatıcılar; Hamza Küçükkürtül, Ökkeş Bilal (Fırıldak Ökkeş), Hancı
Ökkeş, Nuh Osman (Suboşaltan).
Hikâyelerde Köroğlu’nun keleşleri
başları sıkışınca ondan yardım isterler. Karşısındaki güç ile baş edemeyeceğini
düşünen Köroğlu sık sık kılık değiştirir.
Köroğlu fakiri incitmez, bezirgânların
mallarını dağıtır, zenginden alıp fakire verir, çiftçilere liderlik eder.
Köroğlu’nun Zuhuru Kolu: Doğu varyantlarında gebe kadın ölüp
mezara gömüldükten sonra bebek mezarda doğar (gor= mezar / Goroğlu). Keçi veya
kısrak tarafından emzirilir. Batı varyantlarında mitolojik motifler yoktur.
Batı varyantlarında babasının gözüne mil çekilir (kör / Köroğlu). Boratav,
Metin Ekici, Mustafa Arslan, Zekeriya Karadavut konuyla ilgili
çalışmalar yapmıştır.
Hikâyenin özeti: Ruşen Ali, Bolu Beyi’nin yanında seyistir. Beyin isteği üzerine at aramaya çıkar. Erzincan’ın Tercan ilçesine gider. Orada iki çelimsiz kulunu satın alır. Bu kulunlar sudan çıkan aygır ve kısrağın birleşmesinden doğdukları için çok değerlidirler. Bey bu kulunları beğenmez. Ruşen Ali’nin gözlerine mil çektirip yanından savar.
Ruşen Ali, on yaşındaki oğlu Ali’den
kulunlara bakması için yardım alır. Işık geçirmeyecek bir ahır yapmasını ister.
Yemlerini verdiğinde atların yanından uzaklaşmasını tembihler.
Bey’in konağından her gün yemek
alan Ali’nin yolunu kesen eşkıyalar, Ali’nin yemeğini elinden alırlar. Aynı yol
üzerinde kavga eden köpekleri seyreden Ali, tek başına bütün köpekleri alt eden
köpekten ilham alarak karşısına çıkan eşkıyaların hepsinin hakkından gelir.
Nam-ı duyulur; Ali olur Köroğlu…
Zaman geçer. Tarlayı balçığa
çeviren Ruşen Ali, Ali’den atları tarlaya sürmesini ister. Önce doru olanı
çamura sürer. Atın ayaklarında çamurlar iz eder (demek ki ahıra ışık girmiş, at
ışık görmüş). Sonra Kırat’ı çamura sürer. Ayaklarında çamur izi görünmez (demek
ki ışık görmemiştir ve uçma özelliğini yitirmemiştir). Baba Ruşen der ki; “Oğlum,
Kırat senin altında iken seni kimse tutamaz, artık durma, eğer benim helal
evladım isen Bolu Beyi’nden intikamımı al”.
Oğlu’nu Murat nehrinin kaynağına
yollar. Şafak vakti kaynakta görünecek olan üç köpüğü kendisine getirmesini
ister. Ali gidip üç köpüğü bulur ve onları içer. Eli boş geri dönünce babası
kadere rıza gösterir. Bu üç köpük Köroğlu’na kahramanlık, ölümsüzlük ve şairlik
gücü vermiştir.
Bu olaylardan sonra Kemah’a gidip
kale yaptıran Köroğlu, gelip geçenden haraç (baç / paç) almaya başlar. Çok
geçmeden Sultan Murat durumdan haberdar olur.
Bolu
Beyi Kolu: Bu hikâye daha çok batı varyantlarında görülür. Hatice
İçel, konuyla ilgili çalışmalar yapmıştır
Özet: Sultan Murat, Köroğlu’na bir fermanla bezirgânlardan kırkta bir bac alma hakkı verir. Bu durumdan kurtulmak isteyen bezirgânlar yedide bir bac ödedikleri yalanını uydururlar. Sultan Murat, Köroğlu’nun saraya getirilmesini emreder. Derviş kılığında Gürcüstan’a giden Köroğlu, sarraf dükkânı önünde oyun oynayan Afganistan Şahının torunu Esebali’yi kaçırır. Esebali yedi yaşında olmasına karşın altın üzerine işlenmiş yazı ve turayı parmaklarıyla silebilecek kadar kuvvetlidir. Esebali, Nigâr Hanım’ı anne, Köroğlu’nu ise baba bilerek büyür.
Bolu Beyi’nin hizmetindeki
Keloğlan, Sultan’ın fermanını duyunca zindan da yatan Bolu Beyi’ne durumu
bildirir. Sultana mektup yazan Bolu Beyi, Köroğlu’nu yakalarsa cezasının
affedileceği ve Dönek Sultan’la evlenebileceği vaadini alır. Bolu Beyi, emrine
verilen 80 bin piyade ve 80 bin süvari ile yola koyulur.
Sultan Murat, uzun süren kış
nedeniyle halkın terk ettiği Erzurum’a gider. Karaz köyünde bir dervişe
rastlar. Zengin olan bu kişi keşiştir. Yakın bir köyde de bir derviş
yaşamaktadır. Biri zenginliğiyle, diğeri de iman kuvvetiyle hayatta
kalabilmektedir. Derviş’in evine misafir olan Sultan’a 12 dakika içinde
salatalık, yanındaki atlara da taze yönce ikram eden dervişe sorulunca, bütün
bunları Bağdat’tan getirdiğini söyler. Sultan’ın yaz gelmeyecek mi sorusuna derviş
dua ile yanıt verince, kış gider baharlar açar. Köyün ismi de umudum köyü olur.
Koçaklarının ısrarıyla ağır kış
şartlarında bac almak üzere derviş kılığında İstanbul yoluna düşer. Yolda
karşılaştığı askerler ona Köroğlu’nu bulmaya çalıştıklarını söylerler. Bolu
Beyi’nin çadırına giden Köroğlu, kendisinin de Köroğlu’nun düşmanı olduğunu
söyler. Bununla da kalmayıp bin altın karşılığında Bolu Beyi ve askerlerini
Çamlıbel’e götürebileceğini söyler. Askerlerden biri Köroğlu’nu tanır ve Bey’e
haber verir. Köroğlu, ordu içindeki komutanları, Sultan tarafından Bolu Beyi’ni
yakalamakla görevlendirildiği yalanına inandırır. Askerlerden önce Çamlıbel’e
ulaşarak koçaklarını haberdar eder. Demircioğlu’na Bolu Beyi’ni yakalama emrini
verir. Demircioğlu, Bolu Beyi’ni yakalayıp Çamlıbel’e getirir. Köse Kenan,
acınacak haldeki Bolu Beyi’nin affedilmesini ister. Yanında Köroğlu olmadan
İstanbul’a dönerse cezasının devam edeceğini söyleyen Bolu Beyi’ne elleri ve
kolları bağlı olarak kendisini yanında götürebileceğini söyleyen Köroğlu, bu
şekilde Bolu Beyi’nin yanında yola koyulur. Bolu Beyi, yolculuk boyunca Köroğlu’na
işkence eder. Köroğlu’nu yolda karşılarına çıkan taşkın bir dereye atarlar. Dereden
kurtulan Köroğlu bir sigara yakar. Sigaranın dumanını gören askerler Köroğlu’nun
ölmediği haberini Bolu Beyi’ne iletirler. Bey, paşalardan yardım ister ancak paşalar
oralı olmaz. Bolu Beyi de tek başına yakalar Köroğlu’nu. Elini ayağını bağlayıp
Sultan’ın huzuruna çıkarır. Köroğlu’nun öldürülüp başının denize atılması emri
verilir.
Köroğlu’nun hile ile
yakalandığını anlayan Dönek Hanım Bolu Beyi’ne, Köroğlu’nu kendisinin öldürmek
istediğini belirten bir mektup yazar. Köroğlu’nu haremine alır. Oraya bakasını
sokmaz. Bir süre sonra da Köroğlu’nun öldüğünü söyler. Sultan’a haberi veren
Bolu Beyi özgürlüğüne kavuşur. Dönek Sultan’la altı ay sonra yapılacak olan
düğün için hazırlıklara başlar.
Esebali Köroğlu’nu bulmak üzere
yola çıkar. İstanbul yerine Halep’e gider. Yolda kırk haramilere yakalanır.
Esebali, durumu harami başına anlatır. Harami başı, daha evvel çokça iyiliğini
gördüğü Köroğlu’na yardım etmeye karar verir. Esebali pullu kıratı alarak İstanbul’a
gider. Bolu Beyi’nin kahvesinde Bey’i taşlayan türküler söyler. Dönek Sultan
Esebali’yi konağına davet eder. Bu ikisi birbirlerini sevmeye başlar. İkisini da yanına alıp kaçan Köroğlu daha
sonra Bolu Beyi için geri döner. Bey’i öldürür.
Dönek Sultan’ın babası Köroğlu’nu
yakalaması için kardeşi Kiziroğlu’ndan yardım ister. Kiziroğlu Köroğlu’nu bulur
ancak samimiyetini anlayınca onunla dost olur. Çamlıbel’de Esebali ile Dönek
Sultan’ın düğünleri yapılır.
Köroğlu’nun Son Kolu: Köroğlu’nun mezarı yoktur (ölümsüzlük
motifine uygun olarak). Ölümsüz olduğuna inanıldığı için Doğu Anadolu âşıkları
her faslın başında ve sonunda onu anarlar.
Özet: Frenk Bezirgân’ın oğlu Köroğlu tarafından kaçırılır. İntikam planı yapan Frenk, tabancayı icat eder (başka yolla Köroğlu’nu alt edemeyeceğini bilmektedir) ve bunu Ayvaz’a hediye etmek ister. Ayvaz genç ve silahlara düşkün biridir. Silah onun elinde olursa koçaklar arasında fitne çıkma ihtimali kuvvetlenirdi. Frenk, tabancayı Ayvaz’a verip geri döner.
Demircioğlu Ayvaz’ın elindeki
silah yüzünden ölür. Duruma kızan Ahmet Bezirgân da Ayvaz’ı öldürür. Dağıstanlı
Hasan da Ahmet Bezirgân’ı öldürür. Üzüntü içindeki Köroğlu hazineyi 22’ye
böler. 1 hisseyi kendine ayırıp kalan hazineyi taburlarına paylaştırır. Ailesini
yanına alarak Şam’a gider. Çamlıbel dağılınca Frenk, intikamını almış olur. Köroğlu
da Kırklar dağında inzivaya çekilir. Köroğlu’nun evlilik vaat ettiği Benli Böne
üzülüp intihar eder. Kırklar dağına defnedilir. Köroğlu ile oğlu, Döne’nin
mezarını ziyarete giderler. Oğul önde yürürken ailenin kalan fertlerini yanına
alıp Dağıstan yolunu tutması ve Köroğlu’yla atını bir daha aramamasını söyleyen
bir ses işitir. Döner bakar; Köroğlu yok! Köroğlu bir daha görünmez. Sadece
sazının sesi Kırklar dağında duyulur.
Diğer Kahramanlık Hikâyeleri
Kirmanşah Hikâyesi
Sadece Türkiye ve Azerbaycan
sahasında bilinmektedir. Ali Berat Alptekin, hikâye hakkında tez hazırlamıştır. Şimşek,
Çolak ve Duymaz’ın da konuyla ilgili çalışmaları vardır. kaynağı Binbir Gece Masalları’dır.
Özet: Tiflis hükümdarı Hurşut Şah’ın çocuğu olmamaktadır. Şah, veziriyle birlikte su kenarına gider. Yanlarına derviş gelir. Çocuğu olması için tavsiyelerde bulunup kaybolur. Şah, söz dinler ve zaman gelince çocuğu olur. Güçlü kuvvetli doğan çocuk dört yaşına geldiğinde bütün Tiflis ondan korkar olmuştur. Çocuğa ad konulması istendiğinde derviş ortaya çıkar ve çocuğun ismini verir (Kirmanşah).
Kirmanşah, Yemen sultanının
kızının güzelliği ve kuvvetini işitir. Kirmanşah, Sultanı yenince ikisi birlikte
Tiflis’e dönerler. Rüyasında dervişten üç bade alır. Birincisi Allah; ikincisi
üçler, yediler kırklar; üçüncüsü ise Herat hükümdarı Selim Şah’ın kızı Mahperi
Han aşkınadır. Derviş aynı gece Mahperi Han’a da bade verir (kader, bu
şekilde ağlarını örüyor). Aşkından deliye dönen Kirmanşah, Tiflis’ten ayrılır. Yolda
çeşitli hayvanlarla karşılaşır; ejderha, aslan/kaplan… Daha sonra on dört bin
atlısı olan Koca Arap’la karşılaşır. Kirmanşah’ın yanındaki Yemen
Şahının kızı, Koca Arap’ın kahramanı Mecal Vermez’i yener. Koca Arap’ı da
Kirmanşah alt eder. Haraç kesme adetini terk eden Koca Arap, buna karşılık
Kirmanşah’ın kendisine oğul olmasını ister. Kirmanşah, başından geçenleri Koca
Arap’a anlatır. Koca Arap, atını (Karakaytaz) Kirmanşah’a verip onu
Herat’a yolcu eder.
Kaf Dağı’ndan çıkıp gelen Ağ Dev,
Mahperi’yi kaçırır. Herat yas içindedir. Şah, Kirmanşah’a olanları anlatır. Kirmanşah,
yanına arkadaşlarını alıp yola çıkar. Bir tepede pirle karşılaşırlar. Pirin
tembihi üzerine Kirmanşah’ın arkadaşları Herat’a geri dönerler. Yola yalnız
devam eden Kirmanşah, Davudoğlu Süleyman’ın bahçesine ulaşır. Bahçedeki bir
levha onu Kaf Dağı’nda karşılaşacakları hakkında uyarır. Yola devam eder. Billur-i
ezeme geldiğinde buranın yarısının ateş yarısının da kar olduğunu görür. Bu
yeri geçip devin kalesine ulaşır. Kalede kapı yoktur. Rüyasında Hızır’ı gören Mahperi,
sevdiceğinin geldiği haberini alır. Yanındaki kemendi kaleden aşağıya sarkıtır.
Kirmanşah kaleye girer. Devin yerini öğrenip, başucundaki kılıçla devi öldürür.
Kirmanşah, kalede esir olan amcaoğullarını da kurtarır. Kementle kaleden
inerlerken arkalarında kalan Kirmanşah’ın yaralanmasına sebep olurlar. Şiraz’a
doğru giderlerken Mahperi guruptan ayrılır. Babalarının tahtına varis olan iki
oğul, Kirmanşah’ı devin yediği yalanını uydururlar.
Yaralı olan Kirmanşah, Karakaytaz’ın
sırtında yola düşer. Mahperi’yi bulur. Yola birlikte devam ederler. Annesi
Zöhre Banu’ya ait bir çimenlikte istirahat ederler. Rüyasında oğlunun geldiğini
gören Zöhre Banu, bahçeyi gezmeye çıkar. Süt aramak üzere Kirmanşah’ın yanından
ayrılan Mahperi, geri döndüğünde Kirmanşah’ı bıraktığı yerde bulamaz. Bu
nedenle kendini ırmağa atar. Kızın kemeri bir dala takılır. O ağacın altında saklı
hazineyi gören daldan kurtulur ve bir değirmenin bendine kadar sürüklenir.
Değirmenci kızı bulup evlat edinir. Birlikte hazineye de sahip çıkarlar.
Kirmanşah babasının askerleriyle
birlikte Mahperi’yi arar. Sahipsiz kalan Karakaytaz, Koca Arap’a geri döner.
Kirmanşah’ı aramaya çıkan Koca Arap, Şiraz’a ulaştığında Ahmet Şah’ın
oğullarının yalanlarını anlayıp onları öldürür.
Kirmanşah ve Koca Arap, Mahperi’nin
yaptırdığı bir hayratın başında rastlaşırlar. Değirmenci de iki âşığı
evlendirir. Düğün-dernek mutlu son…
Şah İsmail Hikâyesi
Balkanlardan Türkmenistan’a kadar
uzanan geniş bir coğrafyada çok sayıda anlatması vardır. Masal kaynaklıdır.
Sevgi konulu halk hikâyelerinin tamamında var olan elma yiyerek çocuk sahibi
olmak burada da vardır (üremenin evrensel sembolü elma). Alp tipi kahramanın
yapıp ettikleri destansı motifleri çağrıştırır. Şah İsmail çok eşlidir. Bir
diğer önemli husus; oğulun getirdiği kızlara babanın âşık olmasıdır. Faruk
Çolak’ın konuyla ilgili doktora tezi vardır.
Özet: Çocuğu olmayan Kandehar Padişahı vezirini yanına alıp yola çıkar. Karşılarına çıkan derviş bir elmayı ikiye bölerek eşleriyle yemeleri için bunlara verir. Elmanın kabuklarını da ahırdaki kısrağa vermelerini salık verir. Söz dinlerler ve vakit gelince hem çocukları olur hem de kulunları. Çocuk 15’ine gelince derviş gelir ve çocuğa Şah İsmail ismini verir. Ahırdaki kuluna da Kamer Tay adını vererek kaybolur. Şah İsmail ava çıkar. Çeşme başında uyur ve kırkların elinden bade içer. Gezisi sırasında Türkmen Beyi’nin kızı Gülizar’a âşık olur. Evlenirler. Gülizar’ın annesi olanlara razı olmadığı için kızını alıp Hindistan’a gider. Gülizar ardında bıraktığı mektupla yerini bildirir. Şah İsmail, sevdiğinin ardından yola koyulur. Yolda karşısına çıkan bir kaleyi yıkıp içerisinde Gülperi’yi bulur. Gülperi’nin kardeşlerini kurtarmak üzere devlerle savaşır. Devleri yener, kardeşleri kurtarır. Gülperi’ye evlilik sözü vererek yola devam eder. Arapüzengi’nin kalesini bulur. İnsan başından yapılmış bu kalenin tamamlanması için son bir kelleye ihtiyaç vardır. Arapüzengi bu niyetle Şah İsmail’la dövüşür ve mağlup olur. Şah İsmail, Arapüzengi’ye de evlilik sözü vererek yola birlikte devam ederler. Hint Padişahı’nın oğluyla evlendirilmiş olan ve gerdekten önce kırk gün süre isteyen Gülizar’ı Arapüzengi’yle birlikte kaçırırlar. Dönüş yolunda Gülperi de onlara katılır. Oğlunu gelinlerinden kıskanan anne, kocasından Şah İsmail’i öldürüp gelinleri almasını ister. Padişah hile ile oğlunu yakalatıp idamını ister. Gözlerine mil çekilen Şah İsmail dağa terk edilir. Durumdan haberi olmayan Arapüzengi, Şah İsmail’in eve dönmemesinden evhamla kayınbabasının saraya gelmesi için gönderdiği 99 kadının başını keser. Güvercinlerin yardımıyla Şah İsmail yeniden görmeye başlar. Orduya katılarak Arapüzengi’ye karşı savaşa katılır. İkili birbirlerine üstünlük sağlayamazlar. Arapüzengi Şah İsmail’i tanır. Güç birliği ile babayı alt ederler. Şah İsmail tahta çıkar. Üç hatunla kırk gün kırk gece düğün yapılır.
Yaralı Mahmut Hikâyesi
Hikâye, masallarda karşımıza
çıkan, geceleyin etrafı aydınlatan çamçırak(Şamşırak, Şimşirik: Aydın
kimselerin dilinde Şeb-Çerağ olarak bilinen geceleyin parıldayan yakut taşının
halk dilindeki karşılığıdır) taşlarının Bağdat’tan alınıp İstanbul’a
getirilmesi etrafında şekillenir. Sadece Türkiye’de bilinmektedir. Zeynelâbidin Makas’ın
yüksek lisans, Ensar Aslan’ın da konuyla ilgili doçentlik
tezi vardır.
Özet: Ali Bezirgân adlı tüccarın Ahmet ve Mahmut adında iki oğlu
vardır. Mahmut akıl sahibi, ailesine bağlı iken Ahmet bunun tersidir. Baba ölünce,
Ahmet mirası tüketir. Mahmut, annesini yanına alıp çobanlık yapmaya başlar. Muhteşem
bir saray yaptıran Osmanlı Padişahı, şamşırak taşlarıyla bu saray daha güzel
görünür dedikleri için bu taşları bulmak ister. Taşları getirene dünyalığını
vaat eder. Mahmut bu işe talip olur. Taşlar Gence padişahındadır. Emrine
verilen orduyla yola çıkar. Ordular cenk eder. Dökülen kan dursun diye Mahmut’un
karşısına bir pehlivan çıkarılır. Pehlivan güreşi kaybedince yüzündeki peçeyi
kaldırır. Pehlivan meğerse kızmış! Mahmut o anda âşık olur ve bayılıp düşer.
Kızın adı Mehbub’dur. Kendisini yenenle evleneceğini vaat etmiştir. Şamşırak
taşları da koynundadır. Mehbub’la birlikte İstanbul yoluna girer. Mehbub’la
daha evvel nişanlanmış olan Kara Vezir, Gence padişahına korku salmaktadır.
İstanbul’a giden bir cadı yaptığı sihirle kızı Mahmut’tan ayırır. Terk eden
eşini takip eden Mahmut Kahraman dağlarında Mehbub’la karşı karşıya gelir. Mehbub,
sihrin etkisiyle Mahmut’u yaralayıp Gence’ye ulaşır. Büyünün tesiri geçince
cadıyı öldürür ancak Kara Vezir’le evlenmekten kurtulamaz. Yaralı Mahmut’u bir
Bezirgân bulup iyileştirir (Mahmut’u tedavi eden Gülşen, Mehbub’un arkadaşıdır).
Mehbub’la Kara Vezir’in düğün hazırlıkları sürerken Mahmut gelip gerdek odasına
saklanır. Kara Vezir’i öldürüp Mehbub’u yanına alarak İstanbul’a doğru yola koyulur.
Mehbub, çeyizi olmadığı için önce çeyiz düzmek üzere para kazanmaları
gerektiğini söyler. Haramiliğe başlarlar. Kuvvet komutanı olan Ahmet, çifti
yakalar ve Padişahın huzuruna çıkarır. Padişah çifti cezalandırmaz, evlendirir.
Ünite 5
Sevda Konulu Halk Hikâyeleri
Ercişli Emrah ile Selvi Han Hikâyesi
Türkiye dışında; Azerbaycan,
Türkmenistan ve Balkanlarda da bilinmektedir. Muhan Bali (1973) tarafından
hikâye hakkında tez çalışması yapılmıştır. Saim Sakaoğlu ve Ali Saracoğlu Ercişli Emrah’ın âşıklık ve hikâyeciliği hakkında
çalışma yapmıştır. Saim Sakaoğlu ile Ali Berat Alptekin, hikâye hakkında bibliyografya çalışması
yapmıştır.
Özet: Tahtı İsfahan’da olan Şahoğlu
Şah Abbas’ın kırk âşığı vardır. Âşıklar Gence’ye Kara Vezir’e misafir olurlar ve atışmak
için rakip isterler. Rakip çıkmayınca Âşık
Ahmet saraya çağrılır. Âşıklarla aşık atamayan Âşık Ahmet, ailesiyle
birlikte Erciş’e zorunlu olarak göç eder. Miroğlu Ahmet Bey’in evindeki âşık fasıllarına katılır. Oğlu Emrah’ta yaşı 14’e gelince babasıyla
birlikte fasıla gider. Sazı eline alır ve bütün tellerini kırar. Babasından
dayak yer. Emrah, köyün dışındaki çeşmeye gidip elini yüzünü yıkar. Abdest
alır, namaz kılar ve dua edip âşıklık ister. Duası kabul olur: Rüyasında Pir
Emrah’a yeşil fincanda bade içirir. Birincisi Allah’ın aşkına, diğeri üçler,
beşler, yediler, kırklar aşkına, sonuncusu da Miroğlu Ahmet Bey’in kızı Selvi Han aşkına. Pir, Emrah’a Selvi
Han’ın yüzünü de gösterir. Emrah, ağzından köpükler saçılarak bayılır.
Emrah’ı bulanlar onu
uyandıramazlar. Babası durumu anlar ve sazının tellerine vurarak Emrah’ı
uyandırır. Başından geçenleri manzum olarak anlatmaya başlayan Emrah babasıyla
atışmak ister. Babasına sorular sorar, baba cevap veremez. Babası, Emrah’ın
üstünlüğünü kabul eder. Bunu üzerine Miroğlu Ahmet Bey, Emrah’ı evlat edinir.
Selvi Han’ın yıldızı sevdaya akar
ve hastalanır. Selvi Han’ın sırdaşı Nazlı,
iki âşığı buluşturur.
Şahoğlu Şah Abbas, Van kalesini
almak üzere sefere çıkar. Kaleyi kuşatır ama alamaz. Bulunduğu yere bağ
diktirir ve adını da Şahlar Bağı koyar. Kuşatmayı kaldırıp Erciş’e doğru
yola koyulur. İki asker Miroğlu Ahmet Bey’in bahçesine girip Selvi Han ve
Nazlı’yı kaçırırlar. Bunun üzerine Emrah gurbete çıkar. Şahoğlu Şah Abbas,
talan ve kız kaçırma olaylarına sinirlenip sorumlularını cezalandırır. Sahat
Çukuru’nun yöneticisi Yakup Han’ın
yönetimini beğenen Şah Abbas, onu yanına alıp İsfahan’a döner.
Abbas, İsfahan’a dönünce Selvi
Han’la evlenmek ister. Selvi Han bir bağ dikilmesini ve bağlar üzüm verince
düğün yapılmasını şart koşar (7 yıldır bu süre). Emrah, İsfahan yolundayken
düğün haberini öğrenir. Yakup Han, Emrah’ı kendi âşığı yaparak fasıllara sokar.
Şah Abbas’ın huzuruna çıkar. Selvi Han’ın amcasının kızı olduğunu söyler. Emrah’ın
sözlerini Selvi Han doğrular. Hak âşığı olup olmadığını sınamak isteyen
vezirler, Emrah’ın verilecek zehri içmesini isterler. Selvi Han’ın elinden
içmek kaydıyla kabul eder. Pir yetişip işleri halleder. Şah Abbas Selvi Han ve
Emrah’ı ağırlıklarınca altınla Erciş’e yola koyar. Yakup Han’da yanlarındadır.
Erciş’e vardıklarında Selvi Han’ın kardeşleri âşıkların evliliğine karşı çıkar.
Kardeşleri, Selvi Han’ı alıp Gence’ye kaçarlar. Kardeşleri Selvi Han’ı Kara
Vezir’in oğluyla evlendirmek isterler. Selvi Han, çeyizindeki halıyı kendisinin
dokuması şartıyla kabul eder (7 yıldır bu süre).Emrah, önce Erzurum
sonra da Halep yollarında babasıyla birlikte Selvi Han’ı ararken Pir, Selâtin Peri adlı kıza bade sunar:
badelerin üçüncüsü Emrah aşkına verilmiştir. Ertesi gecenin rüyasında
tembihlenen işleri tutan Selâtin Peri, viran yerde Veran Bağları’nın
dikimine başlar.
Emrah ile babasının yolu bahçeye
varır. Selâtin Peri, Emrah’a elini tutmasını söyler, söyleneni yapan Emrah’ın
aklı başından gider. Kendine geldikten sonra Selâtin Peri’den izim alıp Gence
yoluna düşerler. Selvi Han’ın konağında bir araya gelirler. Kara Vezir, derhal
cellatlarına haber verir. Yakalanan Emrah başından geçenleri anlatır.
Anlattıklarının teyidi için İsfahan’a elçi yollanır. Kara Vezir sahte bir
fermanla Emrah’ın infazını emreder. Vezirler Gence sokaklarında her gün bir
saat gezdirilen Emrah’ın dokuzuncu günde infaz edileceğini söylerler.
Emrah’ın babası İsfahan’da Şah
Abbas’ı bulur. Yakup Han, Emrah’ın asılması için götürüldüğü Kanlı Dere’ye
gider. Cellatlarını birbirine düşüren Emrah son anda kurtulur. Emrah’ı yanına
alan Yakup Han, Kara Vezir’in sarayına gider. Yalanları ortaya çıkan Kara Vezir
öldürülür. Hep birlikte İsfahan’a dönerler. Düğümler burada çözülür, Selâtin
Peri de İsfahan’a getirilir. Emrah önce Selvi Han’la bir hafta sonra da Selâtin
Peri’yle evlenir.
Şahoğlu Şah Abbas: Adaleti temsil
eder.
Kara Vezir: Muhterem kötü eleman
Karaca Oğlan İle İsmikan Sultan
Hikâyenin bir tek anlatması
vardır o da Radloff’un Proben’inin VI. cildindedir. Hikâye
hakkında Ali Berat Alptekin, Saim Sakaoğlu, Esma Şimşek
gibi isimlerin çalışmaları vardır. Hikâye, ihtiyar bir kadının bedduasıyla
başlar (Üç Turunçların temel motifi). Karaca Oğlan’ın şiir söylemeye başlaması
rüya motifine bağlıdır. İlim, irfan sahibi bilge kişiliğiyle Karaca Oğlan,
Anadolu erenlerini temsil eder mahiyettedir.
Özet: Smayıl, nefesi hak
yolunda olan biridir. Çeşme başında yaşlı kadının bardağını kırar ve beddua
alır. Smayıl’a rüyasında İsmikân
Sultan gösterilir. Kendinden geçen Smayıl şiir söylemeye başlar ve namı olur Karaca Oğlan. Gurbete çıkar. Yolda
karşısına çıkan peri kızlarına türküler söyler. Murat Paşa’nın kahvesinin bulunduğu şehre varır. Kahveye çırak olan
Karaca Oğlan, bilmeden İsmikân Sultan’ın evine suya gider. Yolda iki kişinin
kavgasını çözer onları barıştırır. Murat Paşa, şiirler söyleyen bilge çırağı
için meclis tertip eder. Karaca Oğlan burada İsmikân Sultan redifli bir şiir
söyler. Dinleyiciler arasındaki kızın babası bu duruma bozulur. Murat Paşa’nın
hatırına kızını vermeye razı olur.
Karaca Oğlan Belgratlı, İsmikân
Sultan ise Tunalıdır. Kırk gün kırk gece düğün yapılır. Yedi gün izin alıp
ayrılan ancak zamanında dönmeyen Karaca Oğlan’ın öldürülmesi istenir. Murat
Paşa’dan af dileyen Karaca Oğlan bağışlanır. İsmikân Sultan’ın yanına
gittiğinde onu bir Arap’la görür ve böylece sevgilisini terk eder.
İsmikân Sultan’ın babasının
gemisinde çalışan Prikaşçik,
hediyelerle birlikte İsmikân Sultan’ın yanına gelir. Karaca Oğlan’ın gidişine
üzülen İsmikân Sultan hastalanıp yataklara düşer. Vücudu şişer. Karaca Oğlan
için yeniden ölüm fermanı çıkaran Murat Paşa duruma dayanamaz ve kızını, şehrin
dışına terk eder. Prikaşçik, Karaca Oğlan’ı bulur ve Murat Paşa’nın yanına doğru
yola koyulurlar. Yolda İsmikân Sultan’ı gören Karaca Oğlan, sevgilisini
affeder. Sevgilisini kaplıcalara götürüp iyileştirir.
İkisi evlenip muratlarına
ererler. Prikaşçik ise onlara hizmetçi olur.
Kerem İle Aslı Hikâyesi
Bütün Türk cumhuriyetleri ve
topluluklarında bilinmektedir. Hikâyenin doğuş yeri olarak Doğu Anadolu ve
Azerbaycan gösterilir. Manzum kısımları nesir kısımlarına daha fazladır. Şükrü Elçin ve Ali Duymaz, hikâye hakkına
çalışmışlardır. Hikâye din farklılığı üzerine kurulmuştur. Hikâyenin başında
Aslı’nın adı Meryem, Kerem ‘in ise Muhammet’tir.
Özet: Âdil Şah, İsfahan’ın
Şahı, Keşiş ise hazinedarıdır. Sıkıntıları,
çocuklarının olmamasıdır. Yollara düşerler. İhtiyar bir adam dertlerini anlar
ve onlara eşleriyle birlikte yemeleri için elma verir. Elma yenir, zamanı
gelince çocuklar dünyaya gelir. Şah’ın oğlu Ahmet Mirza, Hazinedarın kızı da Kara Sultan adını alır. Beşik kertmesidirler. Aralarındaki din
farkını dert edinen Hazinedar, işini terk edip, ailesiyle birlikte İsfahan’dan
ayrılır, Zenge’ye göç eder. Ahmet Mirza uyuyakalır ve üçler, yediler,
kırkların elinden bade içer. Rüyasında Kara Sultan’ı görür. Yollara düşer.
Zenge’ye vardığında Keşişe misafir olur. Durumu anlayan Keşiş, Kara Sultan’ın
öldüğü yalanını uydurur. Yas içindeki Ahmet Mirza, ava çıkar. Şahininin
peşinden bir bahçede Kara Sultan’ı bulur. Diz dize türküler söylerler. Türkülerdeki
“Kerem” ile “Aslı” isimlerini mahlas edinirler.
Ahmet Mirza hastalanır. Derdinin
dermanı “Aslı”dır. Keşişe haber gönderilir. Durumu anlayan Keşiş, ailesini alıp
kaçar. İyice dertlenen Kerem, arkadaşı Sofu’yu
yanına alıp gurbete çıkar. Van yolunda Kırk haramilere yakalanır. Hak
âşığı olduğu anlaşılınca serbest kalır. Türlü badirelerden sonra avcının
tuzağındaki ceylanla söyleşir. Başı sıkışınca Hz. Hızır’ın yardımına mazhar olur. Erzurum’da Alık Paşa’nın kahvesinde türküler söyler. Yolu Kayseri’ye
varınca diş çektirmek bahanesiyle Aslı’nın evine gider. Aslı’nın dizinde bütün
dişlerini çektirir. Uzun zaman önce Aslı’dan aldığı mendille ağzındaki kanı
silerken Aslı onu tanır. Evden çıkarken ayağı kapıya sıkışan Kerem, Aslı’ya
olan aşkının üçte birinin kıza verilmesini niyaz eder. Dua kabul olur.
Sevgililer gece vakti kaçmaya karar verirler. Gece vakti Kerem ve Sofu
yakalanır. İdamına karar verilir. Kırk kızın arasından Aslı’yı tanıyan Kerem,
hak âşığı olduğunu ispat eder ve idamdan kurtulur. Keşişten düğün
hazırlıklarına başlaması istenir. Göçünü hazırlayan Keşiş yola çıkar. Peşinden
gidildiyse de yakalanamaz. Kerem ve Sofu onları aramaya koyulur. Halep’te
Külhanbeyi’nin yardımıyla Aslı’yı
bulurlar. Kerem yine yakalanıp hapse atılır (genç kızla görünmesi suç sayıldı).
Aslı bir başkasıyla evlendirilir. Halep
Paşa’sı nikâh kıyılırken Aslı’yı alır ve Kerem’le evlendirmek ister. Keşiş, kızının gelinliğini dikmek şartıyla
razı gelir bu işe. Gerdekte, sihirle dokunan elbisenin düğmelerini açmaya
çalışan Kerem sihre karşı koyamaz. Bir “ah” çeker ve ağzından çıkan alevle
tutuşur. Aslı da bu ateşi söndürmeye çalışırken ateşe kapılır. İkisi de yanıp kül olur. Keşiş ve karısı
öldürülür. Sofu da, ismi Esma olan
bir kızla evlenir.
Âşık Garip Hikâyesi
Balkanlardan Doğu Türkistan’a uzanan coğrafyada
bilinmektedir. Azerbaycan çıkışlı olduğu görüşüne itibar edilmektedir. Fikret Türkmen’in doktora tezi bu hikâye ile ilgilidir. Dede
Korkut Hikâyelerinden Kampüre’nin Oğlu Bamsı Beyrek
hikâyesi ile
arasında benzerlikler vardır (görmeyen gözün tedavisi, ağlamaktan
dolayı gözleri kör olan anne, tedavide kanın mendille göze sürülmesi ile Haz.
Hızır’ın atının ayağından alınan toprağın göze sürülmesi).
Özet: Tebrizli
Hoca Maksud’un oğlu Resul ve kızı Güllü Han, büyüme çağındayken babaları ölür. Resul, arkadaşlarıyla
içkili meclislere girer. Miras tükenir. Çalışması gerekir ancak bir baltaya sap
olamaz. Berat gecesindeki bir sohbette Kelaoğlan,
aşağılamak maksadıyla Resul’den saz çalmasını ister. Namazını kılıp dua eden
Resul, rüyasında üçler, yediler, kırkların elinden bade içer. Hem âşıklığı
öğrenir hem de Tiflisli Hoca Sinan’ın
kızı Şah Senem’e sevdalanır. Annesi
ve kız kardeşiyle birlikte Tiflis’e doğru yola çıkar. Tiflis’te Canım Hoca, aileye kucak açar. Resul’e
Tiflis’te Garip adını yakıştırırlar. Âşık fasıllarında namı yürüyen Resul’den
Hoca Sinan, yanında çalışmasını ister. Senem’in arzusuyla Garip, kızı
babasından ister. Baba, başlık olarak kırk kese altın karşılığında razı olur.
Sazını evin duvarına asan Garip, yollara düşer. Garip önce Erzurum’da
itibar edinir. Senem, yazdığı mektubu Garip’e ulaştırsın diye Şah Veled’e verir. Senem’i seven Şah
Veled, Kelaoğlan ile kafa kafaya verir. Garip’in daha önce Kelaoğlan’a verdiği
gömleği kana bulayıp, Garip’in annesine götürürler. Oğlunun öldüğünü sana anne
gece gün ağlar ve kör olur. Şah Veled, Senem’e dünür gönderir. Garip’in
öldüğüne inanmayan Senem, Kelaoğlan’dan doğruyu söylemesini ister. Kelaoğlan
oyunundan dönmez. Senem beddua eder. Çok geçmeden Keloğlan ölür. Garip’in annesi,
kız kardeşi ve Senem, işin aslını öğrenebilmek için bir bezirgândan yardım
isterler. Bezirgân, elinde Garip’in bade içtiği tas ile yollara düşer, nihayet
Garip’i bulur. Olanları öğrenen Garip, Tiflis’e dönmek üzere yola koyulur.
Yolda sıkıntılar yaşar ancak Hz. Hızır ona yardım eder. Evine vardığında kız
kardeşi ancak duvardaki sazın telleri kopunca Garip’i tanır. Hz. Hızır’dan
aldığı toprak ile annesinin gözlerini iyileştirir. Şah Senem’le Şah Veled’in
düğünlerinin otur dokuzuncu günü gelmiştir. Garip, düğün evine gider. Sevdiğini
alır. Kız kardeşi Güllü Han’ı Şah Veled’e verir. Hep birlikte düğün yaparlar.
Tahir İle Zühre
Hikâyesi
Türkçenin konuşulduğu hemen her yerde bilinmektedir. Çeşitli
dillere çevrilmiş, opera ve filmlere de konu olmuştur. Fikret Türkmen’in
doçentlik tezi bu hikâye hakkındadır (bu çalışmada hikâyenin 24 varyantı,
epizotları, motifleri ele alınmıştır). Hikâye, öncelikle çocuksuzluk motifi
üzerine kurulmuştur. Tahir’in ırmağa atılması önemli bir detaydır. Tayyizaman,
tayyimekân ve cadı, dikkat çekici motifleridir.
Özet: Çocuğu
olmayan padişah ve aynı dertten mustarip lalası kıyafet değiştirerek yolculuğa
çıkarlar. Karşılarına çıkan derviş onlara elma verir. 9 ay kadar sonra
padişahın bir kızı, lalanın ise oğlu olur. Tahir
ile Zühre, birlikte büyürler, okula
giderler. Zühre’nin su kenarında (bazı varyantlarda su üzerinde)bahçesi ve
sarayı vardır. Sarayın bahçesinde birbirlerine türküler söylerler. Padişahın Arap Köle’si Tahir ile Zühre’nin
birbirlerine âşık olduğu haberini herkese yarar. Babası kızı Tahir’e vermeye
razıysa da anne razı olmaz ve büyücüden yardım ister. Büyü işe yarar ve
Zühre, Tahir’den soğur. Zühre, bir köşk yaptırıp dadısıyla birlikte
köşke taşınır. Dadı, Zühre’ye annesinin yaptıklarını anlatır. Yeniden Tahir’le görüşmeye
başlar. Padişah, durumu öğrenince sevdalıları yakalar. Tahir, Mardin’e
sürgün edilir. Aradan 7 yıl geçer. Kervancı (Keloğlan), Zühre’nin Tahir için
söylediği türküyü işitir ve bu türküyle ilgili haberleri Mardin’deki Tahir’e
ulaştırır. Zühre’nin darda olduğu düşüncesiyle daralan Tahir dua eder. Hz. Hızır gelir ve Tahir bir anda
kendini Zühre’nin yanında bulur. Ne var ki Zühre Tahir’i tanıyamaz. Tahir’i
dilenci sanan Zühre, ona sadaka vermek ister. Tahir ailesine kavuşur ve yeniden
Zühre ile görüşmeye başlar. Arap Köle, padişahı durumdan haberdar eder. Padişah
askerlerini Tahir’in üstüne salar. Birçok askeri öldüren Tahir işin sonunun
gelmeyeceğini anlar ve teslim olur. Teslim olan Tahir, bir sandığa kapatılarak
nehre atılır. Göl Padişahının kızına mektup yazan Zühre, sevgilisinin
kurtarılmasını ister. Kız Tahir’i görüp âşık olur ancak karşılık bulamaz. Tahir
yine Hz. Hızır’ın yardımıyla Zühre’ye kavuşur. Ne var ki Zühre bir başkasına
verilmiştir. Tahir’i düğün evinde gören Arap Köle, padişahı durumdan haberdar
eder. Tahir yine yakalanır ve bu defa canını alması için Allah’a yalvarır.
Tahir oracıkta ölür. Zühre’de dua edip ölüverir. Arap Köle intihar eder.
Âşıklar defnedilir. Tahir’in mezarından kırmızı, Zühre’ninkinden beyaz gül
biter. Arap Köle’nin mezarından da karaçalı çıkar. Güller birbirine
kavuşacakken karaçalı aralarına girer.
Arzu İle Kamber
Hikâyesi
Türkiye dışında Musul, Kerkük ve Balkanlarda bilinmektedir.
Doğuş yeri olarak Kerkük gösterilir.
Hikâyenin manzum kısımları mani şeklindedir. Esma Şimşek’in
yüksek lisans tezi bu hikâye ile ilgilidir. Göçebe hayatından izler taşıması
bakımından önemli bir hikâyedir. Hikâyenin kurgusunda dua çok önemli bir yere
sahiptir.
Özet: Çoban Ahmet’in erkek çocuğu olmaz.
Koyunlarını otlatırken ırmağın üzerinde sandık bulur. Sandıkta bir çocuk bulur.
Adını Kamber koyar. Kamber, Ahmet’in
kızı Arzu ile birlikte büyük.
Birbirlerini kardeş sanırlar. Kamber okuldan eve dönerken rastladığı yaşlı
bir kadından Arzu’yla kardeş olmadıklarını öğrenir. Arzu ile Kamber birbirlerini
sevmeye başlarlar. Sevdalıları gören kocakarı, aralarını bozmak için
şölen tertip eder. Arzu’nun annesinin sütü ile yemek yapılıp Kamber’e
yedirilecektir. Arzu’nun kardeşi olanları duyar, Arzu’ya haber eder, Arzu’da
Kamber’i uyarır. Kamber şehirde bir ağanın yanında çalışmaya başlar. Ağanın
oğlu bir yol Arzu’yu görür ve âşık olur. Babasını Arzu’ya dünür gönderir. Babası
Arzu’yu oğlana verir. Kamber olanları duyunca dayısı Araz Bey’in yanına gider. Dayısı Kamber’e kırk atlı verir Arzu’yu
kaçırması için. Kendi atı olan Düldül’ü de Kamber’e vermiştir. Atlıları gören
kocakarı mezarlığa gider ve ağlamaya başlar. Ne olduğunu soran Kamber’e
Arzu’nun öldüğünü söyler. Bayılıp düşen Kamber kendine geldikten sonra dağa
çıkar. Bir zaman sonra mezarlığa gider ama Arzu’ya ait mezarı bulamaz. Oradaki
çiftçiden Arzu’nun ölmediğini, ağanın oğluyla düğününün yapıldığını öğrenir.
Düğün evinde Kamber’i tanımazlıktan gelirler. Kamber beddua eder. Düğünden
sonra gelini götürmek için at ararlar. Arzu’nun bindiği bütün atların beli
kırılır. Sadece Kamber’in atı sağlam kalır. At, Kamber’den başkasını yanına
yaklaştırmaz. Kamber atı tutar ve Arzu ata biner. Yolda Arzu atı mahmuzlayınca
at Kamber’in ayaklarına basar. Kamber’in çizmeleri kanla dolar. Kanı silsin
diye Arzu Kamber’e mendil uzatır. Kamber Arzu’yu öper ve oradan uzaklaşır. Arzu,
ağanın evine gelin gider ama Kamber’in bedduası sonucu damat ölür. Şehirde yas
ilan edilir. Diyar diyar gezen Kamber Arzu’nun dizinin dibinde ölmek ister ve
şehre döner. Arzu’nun yanına varır. Çok yorgun olduğunu söyleyerek kızın dizine
yaslanır. Sabaha kadar bekleyen Arzu, Kamber’in öldüğünü nihayet anlar. Kamber’in
ölümüne dayanamayan Arzu ölmek ister ve dileği kabul olur. Kızın babasıyla
beraber, Arzu’yu aramaya çıkan kocakarı, bir gül ağacının dibinde bulur
âşıkları. Olan biteni kızın babasına anlatır. Sinirlenen baba, kocakarıyı
öldürür. Âşıklar defnedilir. İkisinin mezarı üzerinde birer gül biter ancak
aralarına giren karaçalı kavuşmalarını engeller.
Hurşit İle Mahımihri
Hikâyesi
Türkiye ve Balkanlar
dışında Türk devletlerinde bilinmemektedir. Saim Sakaoğlu ve Ali Duymaz’ın
hikâye ile ilgili yayımlanmış kitapları vardır. Göçebe hayatı üzerine alegorik
bir hikâyedir.
Özet: Hurşit, Padişahın oğludur. Evlilik
çağına geldiğinde kendisine denk bir kız bulanamayacağını düşünür. Hurşit
kibirlidir bu konuda. Mahımihri ise Uçma’an
şehrinin beyinin kızıdır. Bey, kızına layık erkek olmadığını düşünmektedir. Hurşit,
rüyasında Murat Tepesi’ndedir. Orada kırklarla karşılaşır. Kırklar ona
Mahımihri’nin suretini gösterir ve bade içirir. Hurşit bayılır. Kırklar
Hurşit’e bu rüyadan kimseye söz etmemesini tembihleyerek kaybolurlar. Hurşit,
derdini kimseye açamaz. Öte yandan Mahımihri’nin aşkından divane olur. Hıde
kenarındaki sarayında turnalara sevgilisinin yerini sorar. Aylar geçer, Hurşit
dertlidir. Şehrin içinden yedi sarhoş padişaha gelip Hurşit’in derdine
çare bulabileceklerini söylerler. Meclis kurulur, sazını eline alan Hurşit
içini döker. Anlattıklarını dinleyenler onun aya âşık olduğunu sanırlar.
Kırkların vaat ettiği süre dolunca Hurşit, gösterilen yere gider. Geylani
Yaylası’nda kurulu çadırları görür. Av yakalamak için şahinini salar.
Obanın erkekleri Kara Han ile savaşmaya gider. Obada sadece kadınlar vardır.
Şahini arayan Hurşit, Mahımihri’yi görür, düşer bayılır. Hoca çağrılır, çadır
kurulur. Mahımihri, Hurşit’e sarılır ve baygın olan ayılır. Sazını eline alıp
derdini söyler. Sevdalılar sözleşip ayrılırlar. Padişah kızın evine dünür
gider. Kızın kardeşleri kırk gün süre isterler. Otuz gün sonra yedi
kardeş, Mahımihri’yi alarak uzaklara gider. Bunu haber alan Hurşit deliye
döner. O da gurbete çıkar. Bir çeşme başına ocak taşının altında
sevdasının mektubunu bulur. Mektupta, sevgilisinin Yüzbaşı Han ile evlendirileceğini öğrenir. Yola düşen Hurşit
Uçma’an şehrinde yaşlı bir kadına misafir olur. Yaşlı kadın Hurşit’i
Hasbahçeye götürür. Hurşit burada beyin kızı Boz Kula’yı görür. Derdini anlatır. Burada bulunan Hasret Hatun Hurşit’e yardım eder. Kara Han’ın üç oğlundan, Hurşit’e
yardım etmelerini ister. Kara Han, Hurşit’i hazinedarının yanına yardımcı
olarak yerleştirir. Kara Han’ın huzurunda derdini anlatır. Kahvede meclis
kurulur. Hurşit, sazı elinde söylemeye devam eder. Kadehçibaşı, şerbetlere rakı
katar ve herkes sarhoş olur. Hasret Hatun, Mahımihri’yi Hurşit’in yanına
getirir. Sevdalılar kaçarlar. Yolda düşmanlarını alt ederler ama kırk
haramilere yakalanmaktan kurtulamazlar. Bir Arap, Hurşit’i öldürmekle
görevlendirilir. Arap, Hurşit’in babasının adamıdır. Arap, Hurşit’e yardım
eder, ikisi birlikte kırk haramileri öldürürler. Yurtlarına dönüp evlenirler.
Ünite 6
Dede Korkut Meddah ve İstanbul
Hikâyeleri
Dede Korkut
Hikâyeleri
İki yazmasından biri Almanya’da Dresden’de diğeri
Vatikan’dadır. Dresden yazması 1815 yılında H.O. Fleischer
tarafından bulundu. Yazmayı bilim dünyasına H.F. von Diez tanıtmıştır. Vatikan
nüshası 1950 yılında Ettore Rossi tarafından
bilim dünyasına tanıtıldı.
Birinci hikâye, Dirse
Han Oğlu Boğaç Han ve on ikinci hikâye İç
Oğuzun Dış Oğuza Asi Olup Beyrek’in Öldürülmesi, Oğuzların kendi
aralarındaki mücadeleleri konu edinir. Basat’ın
Tepegöz’ü Öldürdüğü Hikâye ile Duha
Koca Oğlu Deli Dumrul Hikâyesi ise Oğuzların olağanüstü güçlerle
mücadelelerini konu edinir. Salur
Kazan’un Evinin Yağmalanması, Kam Püre Oğlu Beyrek, Kazan Bey’in Oğlu Uruz
Bey’in Esir Düşmesi, Kanlı Koca Oğlu Kan Turalı, Kazılık Koca Oğlu Yigenek,
Begil Oğlu Emren, Uşun Koca Oğlu Segrek, Salur Kazan’ın Tutsak Olup Oğlu
Uruz’un Kurtarması ise Oğuzların komşuları ile olan mücadelelerini anlatır.
Bekir Çobanzade,
1936 yılındaki bir makalesinde 13. hikâyenin Leningrad şehrinde şarkiyat
enstitüsündeki yazmalar arasında olduğundan söz etmişse de bu bilgi
doğrulanamamıştır.
Kazakistan kaynaklarına göre Dede Korkut, Kızılordalıdır
ve mezarı Sirderya Irmağı kenarındadır. Doğumu 36 ayda gerçekleşmiştir. O
doğunca mevsim değişmiş. Ölünce de olağanüstülükler olmuş. Rivayete göre 295
yıl yaşamıştır. Öleceğini anlayınca dört bir yana at sürmüş ve sonunda Sirderya
Irmağı kenarında seccadesini serip ibadet etmiş. Bir yılan onu sokmuş. Irmağın
dalgaları onu mezarının olduğu yere bırakmıştır.
Adam Olerarius,
1638 yılında Demirkapı Derbenti’ndeki mezarları araştırmış. Mezarlardan birinin
Dede Korkut’a ait olduğunu söylemiştir. Barthold
bu bilgiyi doğrulayamamıştır.
Bayburt ili de Dede Korkut’a ev sahipliği yapmak istemiştir
(Bamsı Beyrek ve Tepegöz’e de sahip çıkmaktadır).
Dede Korkut hikâyeleri, 9 ve 11. yüzyıllarda oluşmuştur. 15.
yüzyıl sonlarında yazıya geçirilmişlerdir.
Hikâyeler, hanlar hanı Bayındır Han veya Salur Kazan’ın
verdiği ziyafetle başlar. Oğuz Beyleri izin alıp ava giderler. Bu sırada
yurtları düşman saldırısına uğrar. Mallarını kaybederler. Bir bir avdan dönen
Oğuz Beyleri düşmanları yenerek yurtlarını kurtarırlar. Hikâyenin coğrafyası
Hazar Denizi’nin iki yakasıdır. Kazılık Dağı ve Ala Dağ, Hazar Denizi’nin
doğusundaki yerlerdendir. Dede Korkut, Oğuzların akıl hocasıdır. Çocuklara ad
koyar, bekârları evlendirir. Aynı zamanda kopuzu icat eden kişidir, ozanların
piridir.
Hanlar Hanı Bayındır Han ne üst mevkidedir. Salur Kazan,
ondan sonra gelir. Her beyin bir divanı vardır. Çocuklara avlanıp, kuş
kuşladıktan ve baş kestikten sonra beylik verilir. Bunları yapamayan çocuklara
ad verilmez. Hikâyelerde beylerin yanında 300, çocukların yanında ise 40 yiğit
vardır. Hatunların yanında da 40 ince belli kız vardır.
Hikâyelerde Oğuzlar Müslümandır ancak din kuvvetli bir unsur
olarak öne çıkmaz. Sefere çıkmazdan iki rekât namaz kılarlar. Düşmana
saldırırlarken salavat getirirler. Düşman kalelerindeki kiliseleri camiye
çevirirler. Keşişleri öldürüp ezan okuturlar. Hikâyelerde dört büyük melek, Hz.
Musa ve Hz. Muhammed, üç halife (Hz. Ömer hariç diğerleri) ve Kur’an-ı Kerim’in
bazı surelerinden söz edilir. İslamiyet’in yasakladığı içkiyi içerler. At eti
yerler. Deli Dumrul Allah tanımaz ve onunla savaşmak ister.
Hikâyelerde aile çok kuvvetlidir. Bamsı Beyrek dışında bütün
Oğuz beyleri tek eşlidir. Kadınlara karşı saygılıdırlar. Alp tipi evlilik
vardır. Beşik kertmesi evlilikler de vardır. Hikâyelerde ikiyüzlülük yoktur. Erkekler
ve kadınlar merttir. Hikâyelerdeki tek yalancı Yalancıoğlu Yaltacuk ise konu
gereği hikâyede geçmektedir(Bamsı Beyrek). Anne hakkı çok değerli tutulur. Erkek çocuk
tercih edilir. Hayat tarzı göçebeliktir. Tek varlıları sürüleridir. Kopuz hemen
her Oğuz beyinin yanından eksik etmediği müzik aletidir. Bunun yanında
savaşlara gidilirken davul çalınır. Tabiat çok etkindir, canlıdır, heybetlidir;
dağlar geçit vermez. Hemen her hikâyede ava çıkılır. Önemli kararların pek çoğu
da av alanında alınır.
Kilisli Muallim Rıfat, Orhan Şaik
Gökyay, Muharrem Ergin, Saim Sakaoğlu, Osman Fikri Sertkaya, Semih Tezcan,
Dursun Yıldırım, Keriman Üstünova, Güllü Yoloğlu, Ali Duymaz vs.
hikâyelerle ilgili bilimsel çalışmalar yapmışlardır.
Tarihi Kaynaklarda
Dede Korkut Hikâyeleri
Câmiü’t-tavrih: İlhanlı veziri Reşidüddin’in bir heyetle birlikte yazdığı eserin Târih-i Oğuz u Türkân u hikâyet-i cihangir-i
u adlı bölümünde dört Oğuz hükümdarının çağdaşı olarak Korkut Ata’dan söz edilir.
Dürerü’t-ticân: Mısırlı tarihçi Ebû Bekr b. Abdullah b. Aybek ed-Devâdârî, bir Oğuzname ve Tepegöz
hikâyesinden söz eder.
Selçukname: Yazıcıoğlu
tarafından yazılan eserde 65 satırlık bir Oğuzname bulunmaktadır.
Hazihi er-risâleti min kelimâti Oğuznâme el-meşhur bi-Atalar sözi:
15. yüzyılda Emir Süleyman döneminde yazılmış eserde bazı hikâye
kahramanlarından söz edilmektedir.
Târih-i âl-i Selçuk: Yazıcıoğlu
Ali tarafından 15. yüzyılda II. Murat adına yazılan eserde Dede Korkut
Hikâyelerinin girişindeki cümlelere benzer sözler yer almaktadır.
Câm-i Cemâyin: Tebrizli Hasan b. Mahmud Bayatî’nin eserinde Dede Korkut’un adı geçmektedir.
Nesâimü’l-mahabbe: Ali
Şir Nevâî’nin Camî’nin Nefahatü’l-üns’den çevirme ve tamlama
yoluyla yazdığı eserde Dede Korkut’tan söz edilmektedir.
Tevârih-i cedîd-i mir’at-i cihan: Bayburtlu Osman’ın eserinde hikâyelerdeki bazı kahramanlardan söz
edilmektedir.
Şerefnâme: Şeref Han’ın
1597’de tamamladığı eserin girişinde Dede Korkut hikâyelerinde bahsi geçen
Bügdüz Emen’in elçi olarak Hz. Peygamber’e gönderilmesi anlatılır.
Edirneli Ruhi: Hikâyelerde söz edilen Kayı Boyu ile ilgili
cümlelerin benzerlerini Ruhi’nin
eserinde de görmekteyiz. Aynı bilgileri Müneccimbaşı’da
eserinde tekrarlamaktadır.
Şecere-i Terâkkime: Ebulgazi
Bahadır Han’ın 1659-1660 yıllarında tamamladığı eserde Dede Korkut ve bazı
hikâye kahramanlarından söz edilmektedir.
Târih-i Dost Sultan: Eserde Dede Korkut’tan söz edilmektedir.
Seyahatnâme: Evliya
Çelebi’nin eserinde Dede Korkut’un Demirkapı Derbendi ve Ahlat’ta olduğu
söylenen mezarları hakkında bilgiler vermektedir.
Tuhfetü’s-sürûr: Hafız
Derviş Ali Çengî’nin eserinde kopuz ve bazı kahramanlardan söz
edilmektedir.
Leyla – Mecnun: Kul Ata’nın
mesnevisinde Dede Korkut özellikleriyle birlikte anlatılır.
Adam Olearius: Fransız oryantalisti bu zat 1638 yılında
Demirkapı Derbendi’nden geçerken mezarlardan birinin Dede Korkut’a ait
olduğundan söz etmiştir.
Yaşayan Dede Korkut Hikâyeleri
Hazar Denizi’nin iki yakasında
Bamsı Beyrek, Tepegöz ve Deli Dumrul hikâyeleri sözlü kaynaklarda anlatılmaya
devam etmektedir. Bamsı Beyrek hikâyesi coğrafyamızda “bey arı,” “ak kavak
kızı,” “bey börek,” babörek,” “bolbörek,” “bayram bey” gibi değişik adlar
altında masal veya hikâye şeklinde anlatılmaya devam etmektedir. Aynı hikâye
Hazar Denizi’nin doğusunda “alpamış”, “alpamışka”, “alıpmanaş” gibi adlar
altında destani özellikler göstererek anlatılmaktadır. Âşık Garip
hikâyesi ise Bamsı Beyrek hikâyesiyle benzerlikler gösterir.
Dede Korkut hikâyelerinden Kan Turalı ile Şah İsmail hikâyesi arasında da
benzerlikler vardır: Kan Turalı, vahşi hayvanları güreşle yenerek Selcan
Hatun’la evlenmeye hak kazanmıştır. İkisi birlikte yola çıkarlar. Kan
Turalı’nın uykusu gelir ve Selcan Hatun’un dizinde yedi gün uyur. Geriden gelen
Trabzon tekürünün askerleriyle Selcan Hatun bir başına savaşır. Şah İsmail
hikâyesinde de Şah İsmail, Hindistan dönüşü yorgun düşer ve uyur. Geriden gelen
Hint askerleriyle Arapüzengi savaşır.
Tepegöz’ün dünya genelinde
yüzlerce varyantı vardır.
Konuyla ilgili olarak Metin Ekici’nin ayrıntılı bir çalışması
vardır.
Dede Korkut Hikâyeleri ve Halk Hikâyeleri
Muharrem Ergin, Dede Korkut hikâyelerinin, Oğuzların yakın doğuya
gelmeden önce Sirderya kıyılarında yaşarlarken, komşuları Peçenek ve
Kıpçaklarla olan mücadelelerini konu ettiğini söyler. Boratav, destandan romana geçişte eşik olarak Dede Korkut
hikâyelerini gösterir. Destan anlatan ozanların yerini 15. yüzyıldan itibaren
âşıkların alması bu görüşü doğrulamaktadır.
Dede Korkut hikâyeleri ile halk hikâyeleri arasındaki benzerlikler: a)Her
ikisi de nazım ve nesir karışımıdır (Dede Korkut hikâyelerinde boy sözcüğü hikâye anlamında kullanılmıştır). b)
Aralarında konu ve motif bakımından benzerlikler vardır:
a) Kırk ince belli kız / Dede Korkut hikâyelerinde beylerin
yanında 40 yiğit, hatunların yanında da 40 ince belli kız vardır. Âşık hikâyelerinden
Cihan ve Abdullah’ta ve Kirmanşah hikâyesinde Mahperi’nin yanında,
Sevdakâr
Şah ile Gülenaz Sultan hikâyesinde Sevdakâr’ın yanında, Âşık İmdat Kapağan’ın
anlattığı Salman Bey ile Turnatel Hanım
hikâyesinde Turnatel’in yanında 40 kız bulunmaktadır.
b) Kül tepeçük olmaz, gülyegü oğul olmaz / Dede Korkut
hikâyelerinin girişindeki bu söz Âşık Şevki Halıcı’nın iki hikâyesinde
karşımıza çıkmaktadır.
c) At ayağı külüg
ozan dili çevik olur / Bu kalıp ifade hikâyeye akıcılık kattığı gibi
uzun bir sürede gerçekleşmiş olayların kısa bir hikâyede anlatılmasına da
işaret etmektedir. Bu kalıp ifadenin benzerleri Âşık Şevki Halıcı, Âşık Laçin
Aladağlı, Âşık Halik Sarıçay, Âşık İlyas Kaya, Âşık İslam Erdener ve Âşık Şeref
Taşlıova’nın hikâyelerinde de vardır.
ç) Av avladılar kuş kuşladırlar / Bu
kalıp ifade, Ardahan, Kars ve Iğdır çevresindeki halk hikâyelerinde karşımıza
çıkar.
d) Açların doyurulması
çıplakların giydirilmesi / Orhun Anıtlarında da karşımıza çıkan bu ifade sosyal
devletin tanımı mahiyetindedir. Dede Korkut hikâyelerinde yılda bir kez
düzenlenen toyda, açlar doyurulur, çıplaklar giydirilir. Âşık Şevki Halıcı’nın
anlattığı Kerem ile Aslı’da doğum
üzerine verilen ziyafette benzer etkinlikler gerçekleşir. Âşık İlyas Kaya’nın
anlattığı Latif Şah hikâyesinde de
aynı motif vardır.
e) Deliler / Dede
Korkut hikâyelerinde kahramanlık sıfatı olarak kullanılan deli tabiriyle üç
kişi anlatılmaktadır: Deli Dündar, Deli Karçar veDeli Dumrul. Doğu Anadolu’da
anlatılan hikâyelerde de benzer nitelikte Deli Becan karşımıza çıkar. Köroğlu’nun
keleşlerinden Koca Arap ile Deli Karçar, Deli Dündar, Kanturalı ve Boğaç Han
tiplerinde de benzerlikler vardır.
f)
Yas adetleri / Dede Korkut hikâyelerindeki ak çıkarıp karalar giyme, kavuğu
yere çalarak ağlama şekilleri halk hikâyelerinde de vardır.
g) Antlar / Kız ve erkek kahramanların
uyumadan önce aralarına kılıç koymaları Dede Korkut hikâyelerinde sıkça
karşımıza çıkar. Şah İsmail, Kirmanşah ve Yaralı Mahmut gibi hikâyelerde de
benzer motifler vardır.
h) İnsan
başından kale yapma / Kan Turalı
hikâyesinde Trabzon’da yaşayan Selcen Hatun’un insan başından yaptığı kale, Kirmanşah hikâyesinde de karşımıza
çıkar.
ı) Çocuksuzluk / Direse han
oğlu Boğaç Han hikâyesinde Hanlar Hanı Bayındır Han’ın düzenlediği toyda, oğlu kızı
olanlar ak çadıra, kızı olanlar kırmızı çadıra, çocuksuz olanlar kara çadıra
oturtulur. Çocuksuzluk motifi Bamsı Beyrek hikâyesinde de karşımıza çıkar. Sevgi
temalı halk hikâyelerinin hemen hepsinde de çocuksuzluk motifi vardır.
Meddah Hikâyeleri
Bir dönem şairliği, hekimliği,
büyü işlerini bir arada yürüten ozan, baksı, kam ve şamanlar daha sonra kendi
aralarında iş bölümü yaparak şiir söyleme ve kopuz çalmayı ozanlara; büyü ve
hekimliği kam, baksı ve şamanlara bırakmışlardır. Ozanlar kopuz çalıp şiir
söyledikleri gibi hikâye ve destan da anlatırlardı. 15 yüzyıldan sonra görülmeye
başlanan meddah
hikâyeleriyle halk hikâyeleri arasındaki farklılıklar: Meddah
hikâyelerinin konusu gerçek olaylardır (diğerleri hayali ve fantastik
olaylardır). Meddah hikâyelerini anlatanlar profesyonel sanatçılar gibidir (diğerleri
ozanlar ve kopuzculardan başka, meddah ve hekâtçı dediğimiz kişiler tarafından
anlatılır). Anlatımda süsleme yoktur (diğerlerinde süsleme amacıyla
abartılı tasvirler yapılır). Meddah hikâyelerinin kahraman kadroları geniştir
(diğerlerinde hikâye bir/iki kahraman etrafında kurgulanır). Meddah
hikâyelerinde şehir kültürü ağırlığı belli eder (diğerlerinde halk kültürü
öğeleri göze çarpar). Meddah hikâyelerinde mitolojik öğeler yok denecek
kadar azdır (diğerlerinde mitolojik öğeler çok fazladır). Meddah anlatıcıları
mendil ve sopayı aksesuar olarak kullanır (diğerleri sazıyla hikâye
anlatır). Meddah hikâyeleri şiirsizdir (diğerleri şiir bakımından
zengindir).
Meddah hikâyeleri büyük
şehirlerde daha çok cami yakınlarındaki kahvelerde anlatılırdı. Evliya
Çelebi’nin esrinde meddah geleneğinin 17. yüzyılda İstanbul, Bursa, Erzurum ve
Malatya’da yaygın olduğunu biliyoruz. Bizim meddah dediğimiz kimselere Araplar “kıssas”
Acemler “kıssadan” derlerdi (Köprülü).
Meddahlar halkı eğlendirmekle kalmaz
aynı zamanda eğitirlerdi de. Padişahın sıkıntılı zamanlarında saraya çağırılan
meddahlar duruma uygun hikâyeler anlatarak padişahı rahatlatırlardı bu bakımdan
bugünün psikologları gibi bir işleve sahip oldukları da söylenebilir. İlk meddah I. Bayezid’in sarayında
bulunan Kör Hasan’dır. Son meddah ise 1973’te vefat eden İsmail Dümbüllü’dür. Günümüzde
bu işi yapanlar; Cem Yılmaz, Ata Demirer, Ferhan Şensoy gibi isimlerdir.
Fütüvvet teşkilatını, yapısını,
usul, adap, erkân ve ilkelerini kapsayan nizamname niteliğindeki fütüvvet-nâme’de
meddahların özellikleri:
a) Üstün yetenek ve söz ustalıklarıyla Hz. Peygamber
ve ehli beyti öven onlarla ilgili sözleri, hikâyeleri manzum olarak söyleyenler.
b) Büyüklerin şiirlerini ve manzum eserleri okuyanlar ve halka yararlı olanlar.
Bunlara râvî denilir ve meddah sayılırlar.
c) Meddahlık
yanında halka yararlı başka işler yapanlar (sakalık gibi).
d) Çeşitli şiirleri
bilenler. Bunlar bildikleri şiirleri kapı önlerinde okuyarak para dilenirler.
Bu guruptakiler meddah görünümünde olsalar da meddah sayılmazlar.
Kitabî Mensur Realist İstanbul Halk Hikâyeleri
Tayyarezade, Cevri Çelebi,
Sansar Mustafa, Hançerli Hanım, Tıflî ile İki Biraderlerin Hikâyesi adlarıyla
bilinen bu hikâyeler IV. Murat döneminde oluşmuştur. Masal ve halk
hikâyelerindeki olağanüstülüklerin yerini bu metinlerde tesadüfler alır. Daha
çok masala benzerler (bütün hikâyelerin sonunda kötüler cezalandırılır, iyiler
ödüllendirilir). Realist İstanbul hikâyeleri başlığı altındaki eserlerde
kahramanlar gerçek hayattan kişilerdir (Sultan IV. Murat bu kahramanlardan
biridir). Anlatım tarzları birbirlerine benzer. Hikâyelerde kısa da olsa manzum
parçalar bulunur. Aruz veznindeki bu şiirlerin sanat değeri yüksektir. Köprülü,
Özdemir Nutku, Boratav, Şükrü Elçin, Saim Sakaoğlu, Pakize Aytaç gibi isimler
konuyla ilgili çalışmalar yapmışlardır.
Tayyarezade Hikâyesi
IV. Murat döneminin zengin
defterdarı Hüseyin Efendi yalnızlık çekmektedir. Derviş Mahmut’un bulduğu
Tayyarezade’yi evlat edinir. Bayram iznine giden Tayyarezade’ye yanlışlıkla
uşak için hazırlanan bohça verilince buna alınır ve geri dönmemeye yemin eder. Tayyarezade’yi
aramaya çıkan Hüseyin Efendi’de kayıplara karışır. Bir hafta sonra onun mühürlü
kâğıdını getiren biri bin altın alıp gider. Olay tekrarlanınca Tayyarezade’den
şüphelenilir. Karısı ve cariyeleri onu dövmek için hareketlenir ancak Hüseyin
Efendi’yi gittikleri yerde bulamazlar. Tayyarezade’nin içine de kurt düşer.
Para istemeye gelen adam takip edilir ve Hüseyin Efendi’nin Sultanahmet’te
Fazıl Paşa Sarayı’nda batakhaneye düştüğü anlaşılır. Paşa’nın kızı Gevherli
Hanım dul kaldıktan sonra sarayı batakhaneye çevirmiştir. Buraya düşen zengin
adamlar soyulduktan sonra öldürülmektedir. Tayyarezade ve ona yetişen
cariyeler, birlikte içeriye girerler.Tayyarezade’ye aşık olan cariye Sahba
Kalfa, aslı işlerinin zengin adamları peşlerine takıp saraya getirmek olduğunu
anlatır. Tayyarezade, Hüseyin Efendi’den alınan yüzükleri yapan dervişi bulmak
üzere izin alıp dışarıya çıkar. Derviş kıyafeti içerisinde, yanında Tıflî’yla
dolaşan IV. Murat’a rastlar, durumu anlatır, birlikte saraya dönerler. Padişahı
kurban sanıp özel odaya almak isterler. Sultan sinirlenir ve Gevherli Hanım’ı
öldürür. Esirler kurtulur. Hüseyin Efendi yeniden defterdar olur. Tayyarezade,
Sahba Kalfa ile nişanlanır. Kendisine Gevherli’nin mallarının yanında 20 cariye
bağışlanır. Bunun yanında sultana da musahip olur.
Sansar Mustafa
IV. Murat, musahibi Tıflî Efendi’den
Tophane’de seyir günü olduğunu öğrenir. Mevlevi kılığında, Derviş Hasan ve
Derviş Hüseyin adlarıyla seyre çıkarlar. Berber dükkânında gördükleri birini
merak ederler. Adı Ahmet olan delikanlı ertesi gün işe gitmez. Babasının
söylediğine göre lakabı “sansar” olan Mustafa onu kaçırmış ve Panayot’un
meyhanesinin üstünde bir odaya kapatmıştır. Sultan emir verir, pek çok insan
Ahmet’i aramaya çıkar. Ahmet, Dolmabahçe’deki bir evde Mustafa’nın bulduğu bir
kadınla birliktedir. Kadın, Ahmet’ten hoşlandığı için yerlerini ihbar etmez
ancak Mustafa yine de tedbiri elden bırakmaz ve kadını öldürüp denize atar.
Dürbünle denizi seyreden Sultan tesadüfen olaya tanık olur. Mustafa ve Ahmet
yakalanır. Bir gece Cumapazarı’nda uyumaktayken öldürdüğü iki arnavut’un
elbiselerini giyip Mısır’a gitmek üzere Ahmet’le birlikte kalyona binerler.
İskenderiye’de Kahveciliğe başlarlar. 5/6 yıl sonra, memleketini özleyen Ahmet
İstanbul’a döner. Sansar yakalanır ve huzura çıkarılır. Her şeyi anlatan Sansar,
Ahmet’in kardeşiyle evlendirilir. Ahmet’e de haremden bir kız verilir.
Cevri Çelebi
Cevri Çelebi, Yusuf Çavuş’un
konağının penceresinde gördüğü Abdî’ye âşık olur. Yusuf öldükten sonra Abdî’ye
yaklaşmaya çalışır. Bin altın karşılığında Abdî’nin tasvirini yaptırır.
Tasvirin arkasında da güzel bir kız resmi vardır. Abdî’de bu kızın resmine
vurulur. Kızın bulunması şartıyla Cevrî’yle dosluğa devam edeceğini söyler.
Düşkünlükleri ikisini de hasta eder. Üzülen anneler kızı aramaya başlarlar.
Hoca Mahmut’un kızı Rukiye’dir aranan. Anneler bir bahane kızın evine misafir
olurlar. Abdî’nin tasvirini kıza gösterirler. Kız resme vurulur. Çengi kılığına
giren Abdî Rukiye’yi alıp Hoca Mahmut’un yalısına gider. Cevri Çelebi’de yalıya
çağrılır. Cevrî, bütün olup bitenleri IV. Murat’a anlatır. Abdî ile Rukiye
evlendirilir. Cevrî’ye de saraydan bir kız verilir. Rukiye’nin babası da
bezirgânbaşı olur.
Tıflî ile İki Biraderler
Hasan ve Hüseyin adlı iki arkadaş,
babalarından kalan serveti tükettikten sonra evlenmeye karar verirler.
Kayıkçılığa başlarlar. Hasa, Rumeli Hisarı’na müşteri götürürken Bebek’teki bir
yalıdan gürültüler duyar. Dönüşte yalıya yaklaşan Hasan’ın kayığına bir kız
atlayıverir. Nişanlısı Kazazoğlu’nun gönül eğlencelerinden usanan bu kız Musa
Çelebi’nin kızıdır. Kızı ertesi gün baba evine götürmek üzere evine götürür.
Kızı aşüfte sanan Hüseyin, kıza sarkıntılık eder. Hasan’da arkadaşını öldürüp cesedi
denize atar. Kızı da babasına teslim eder. Müşteri beklerken uyuyakalan Hasan’ın
kayığına IV. Murat ve Tıflî gelip binerler. Hasan anlatır başından geçenleri.
Sultan, Hasan’a ev alı ve kızla evlendirir. Kızın eski nişanlısı ve halası
(nişanlısı ile kızın halası aynı saftaydılar) sürgün edilirler.
Hançerli Hanım
Bedastanî Halil Efendi, IV. Murat
döneminin sayılı zenginlerindendir. Ticareti bırakır, zamanını İbrahim Bey ile
dostluk ederek geçirir. Ölümünden sonra oğlu Süleyman’ın etrafındaki serseriler
bütün serveti tüketirler. İbrahim Bey onu bir dükkâna yerleştirir. Zengin bir
kadın Süleyman’a âşık olur. Süleyman’da kadının cariyesi Kamer’e âşık olur. Süleyman’ı
işten çıkaran Hançerli Hürmüz, annesine de bir konak alır. Kamer’in Süleyman’a
yakınlığı sezip nice işkenceden sonra kızı ormana attırır. Süleyman, kızı
kurtarır. Hançerli, onu da cezalandırmak ister. Ada gezisine çıkarlar. IV.
Murat ve Tıflî’de Bekri Mustafa’nın kayığı ile ada yakınlarındadırlar. Süleyman’ı
hançerleyip denize atan kadını görürler. Tıflî delikanlıyı denizden çıkarıp
tedavisiyle ilgilenir. İyileştikten sonra da önce Mısır’a, sonra da Trabzon ve
İran’a gönderir (kadının intikamından korunsun diye). Hançeli’nin işleri Sultan’a
anlatılır, Hançerli cezalandırılırken Süleyman’ın ricasıyla affedilir. Hançerli,
Kamer’i azat eder. Bütün malını sevdalılara vakfeder. Sevdalılar evlenir.
Delikanlı saraya nedim olur.
Kitap Bitti (gerisi ek metinler)
Çok güzel,çok faydalı teşekkürler
YanıtlaSilgüzel bilgi. bazı hocalar dershanelerde dahi kullanmaktadır
YanıtlaSilSizden Allah razı olsun. Bende derslerim için özetlerinizden yararlanıyorum. Çok güzel yazmışsınız. Ellerinize sağlık..
YanıtlaSilEmeğinize sağlık
YanıtlaSilkeşke saim sakaoglu'nun kitabını kopyala yapıstır yapmak yerine, yazarın adını belirtseydiniz. emek hırsızlıgı
YanıtlaSilBu blogda ağırlıklı olarak AÖF Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde okutulan ders kitaplarının özetlerine yer veriliyor. Herkes bunu anlayabilsin, fark edebilsin diye blog başlığını "AÖF Türk Dili ve Edebiyatı ders notları" olarak belirledik. Belli ki site içeriğinin ne olduğunu anlatmak üzere bu yaptıklarımız sizin derekeniz için yeterli olmamış (ilk 55 konu başlığı, sırf bu sözü edilen bölümde okutulan ders kitaplarıdır). Üniversite düzeyindeki öğrencilere hitap eden bu içeriklerin özgün makale değil, ders özetleri olduğunu anlamak zor değil. Zira yine çok az bir dikkat gösterebilseydiniz metinlerin özetlerinin önünde ya da sonunda müelliflerin dışında bir başka isme yer verilmediğini görebilirdiniz.
SilDurum böyleyken siz hangi ismi emek hırsızı/hırsız olarak nitelediniz? O kişiyi tanıyor musunuz, onun ne yaptığını biliyor musunuz?
Şunu da işitin; iftira, iftira edeni müfteri yapar
Kraalll
Sil