Abdülbaki
Gölpınarlı - Yunus Emre Hayatı ve Bütün Şiirleri
Türkiye İş Bankası
Kültür Yayınları
Yunus bu sözleri çatar
Sanki balı yağa katar,
Halka mata’ların satar
Yükü gevherdir tuz değil.
Kösedağı Yenilgisi (641 H. 26 Haziran 1243),
Moğollar, Sivas’a yürümüşler, şehri üç gün yağma etmişler,
oradan Kayseri’ye geçmişler, erkekleri kılıçtan geçirmişler,
Selçuklular, yıldan yıla ağır bir vergi vermeye razı olarak
Moğollarla uzlaşmışlardı.
Moğol kumandanı Baycu, bir kere daha Anadolu’ya yürüdü. 1256’da
Konya yakınlarında savaşta Selçuk ordusu bozguna uğradı.
Moğollardan sonra Anadolu’da bir kardeş kavgasıdır başladı.
Rükneddin’le İzzeddin ülkeyi paylaşmayı kararlaştırdılar.
İzzeddin Bizans’a kaçtı.
Muîneddin, 1265’te Rükneddin’i öldürttü
Anadolu, artık İlhanlıların bir eyaleti hükmündeydi.
Beylerden Horasanlı Hatıroğlu, kardeşi Zahîreddin’i, Mısır
hükümdarı Baybars’a, yardım istemek üzere gönderdi.
Niğde civarında muhafız olarak bulunan iki yüz Moğol erini
kılıçtan geçirdi
Moğollar, bunun üzerine harekete geçtiler.
Moğollar, Hatıroğlu Şerefeddin’i ele geçirdi.
Hatıroğlu’nun tarafını tutan Karamanlılar silaha sarıldılar;
Moğollar bozuldu.
Baybars, büyük bir orduyla Anadolu’ya girdi; Moğolları
bozdu.
Abaka Anadolu’ya geldi. Muîneddin’i, öldürttü,
…dervişlik kisvesine bürünmüş olan Cimri Konya’yı zapt etti;
adına hutbe okuttu.
İbni Bibi’ye göre bunlar / Babalılar’ın kılıç artıklarıydı.
Mehmed Bey, Cimri’ye vezir olduktan sonra, divanda ve
sarayda Türkçe konuşulmasına dair meşhur fermanı çıkararak bu halk hareketinin
hüviyetini tarihe armağan etmişti.
Moğolların yardımıyla Selçuklular, Cimri’yi bozguna uğratıp
esir ettiler, diri diri derisi yüzüldü ve bu deri, şehirlerde gezdirildi.
1284’te Abaka’nın ölümü üzerine yerine geçen Sultan Ahmed,
IV. Rükneddin Kılıçarslan’ın oğlu Gıyâseddin Keyhusrev’le Gıyâseddin Mes’ud’un,
ülkeyi ikiye bölerek saltanat sürmelerini emretti.
Anadolu’da her iş, Moğollara kulluk eden beylerin eline
düşmüştü.
1298’de padişah olan III. Alâeddin Keykubad / Halka, halkın
inancına o kadar kayıtsız bir hale gelmişti ki, Ramazan ayının yirmi altıncı
günü Sivas’ta, halkın karşısında oruç yedi, şarap içti. Bütün bunlar duyulunca
Moğolların Anadolu valisi Abuşka, Alâeddin’e meydan dayağı attırdı.
1303’te Gıyâseddin Mes’ud, tekrar padişah oldu.
İlhanlıların çöküntü devri başlamıştı.
Anadolu’da, beylikler meydana geldi.
Moğollardan kaçan Hârzemlilerin Selçuklular tarafından doğu
ve sınır bölgelerine yerleştirilmeleri, Moğol akınını Anadolu’ya yöneltmiş,
Anadolu, XIII. Yüzyıldan XIV. Yüzyılın ilk senelerine kadar dalga dalga gelen
Moğol ordularıyla çiğnenmişti.
Ülkede din adına, adalet adına, sadakat adına hüküm süren
zulümdü.
1299’da olduğu gibi yağmursuzluktan meydana gelen büyük
kıtlıklar, halka ölü insan etini bile yediriyordu.
…tasavvuf, yokluğu ferdiyetten, benlikten, bencillikten yok
olmak, halkta, her zerrede gerçek varlıkla var olmak, kendi için değil toplum
için yaşamak sayıyordu. Fakat kadercilik bu anlayışlara engel olmaktaydı
Kalenderîlik bu çağlarda yalnız Anadolu’da değil, Irak,
Suriye ve Mısır’da da pek yaygındı.
Şıhâbeddîn-i Sühreverdi’nin
(1234-1235), IV. Rükneddin Kılıçarslan zamanında, Halife En-Nâsır li Dîn’illâh
(1225) tarafından elçilikle Konya’ya gelişi…
Yunus’un doğduğu, yaşadığı ve ebediyete göçtüğü çağda
Anadolu’da siyasi, iktisadi ve dini durum buydu.
Yetmiş iki millete bir göz ile bakmayan
Şer’in evliyasıysa hakıykatte asidir.
…divanında on iki şiirde Taptuk’un adını anar
Yunus, Taptuk Baba’nın dervişidir; Taptuk, Barak Baba’nın, o
da Sarı Saltuk’un halifesidir.
Taptuk, Sakarya nehrine yakın, Mihalıççık civarında, Emre
Köyü’nde yatmaktadır.
Tokat köylerinden birinde doğan ve bir kâtibin oğlu olan
Barak Baba, Yazıcızâde Ali tarafından yazılan “Târih-i Âl-i Selçuk”a göre bir
Selçuk şehzadesidir
Sarı Saltuk, Câmi’üd-Düvel’e ve Saltuk-Nâme’ye göre Seyyid
Mahnmûd-ı Hayrânî’nin halifesidir; Barak Baba’nın da mürşididir. İzzeddin
Keykâvus’la, maiyetindeki Türkmenlerle Kırım’a gitmiş, İzzeddin’den sonra Kırım
Hanı’ndan izin alarak 1281’de, Dobruca’ya geçip ölünceye dek savaşla
uğraşmıştır.
Yunus’un hayatının nasıl geçtiğini bilemiyoruz.
Saltuk’a mensub olduğunu bildiren Barak, Hacı Bektaş’tan
bahsetmez. Yunus’un divânında ve risalesinde Hacı Bektaş’a dair bir ima bile
yoktur.
Yunus’un hayatına dair izleri, gene kendi şiirlerinde
buluyoruz.
Konya’da bulunmuştur
Mevlânâ ile Konya’da görüşmüştür; onun sohbetlerine ve semâ’
meclislerine katılmıştır.
İhtiyarlık çağınıysa, doğduğu Sarıköy’de geçirmiş, orada
ebediyete intikal etmiş, tekkesinin avlusuna defnedilmiştir.
Yunus, yalnız bir şiirinde kendisini “Derviş”, bir şiirinde
de “Âşık” diye anar
Âşık manasına gelen “Emre” yalnız Yunus’la şeyhi Taptuk’un
lakabı değildir.
Yunus Emre, Bektaşi Vilâyet-Nâmesinde (Menâkıb-ı H.B.V.)
Eskişehir’e yakın Sarıköylü gösterilmekte ve o köyde medfûn olduğu
bildirilmektedir.
Yunus, Farsça’dan Türkçe’ye geçiş devrinin bir şairidir; Bu
bakımdan Sultan Veled’de olduğu gibi Yunus’ta da Türkçe, Arapça, Farsça sözler
yerine göre, hatta bazı kere vezin yüzünden üç dilde de kullanılmıştır.
Aruzla yazılmış şiirleri olduğu gibi, onlardan daha, hem de
pek çok olmak üzere heceyle yazılmış şiirleri de vardır.
Yunus Emre’nin en eski ve doğru divanı olan Fatih nüshasında
“Risâlet’ün- Nushiyye”den başka 203 şiir var. Bunların yirmi altısında Yunus,
kendisine “tamamıyla yok yoksul” anlamına “Miskin” vasfını vermekte; altı
şiirde “Emre”, birinde “Âşık” sözünü adına eklemekte; öbür şiirlerinde
kendisini sadece “Yunus” diye anıyor. O divanda bulunmayan, fakat dil ve eda
bakımından onun olduğunda şüphe etmediğimiz 100 şiirin on birinde, gene adına
“Miskin” vasfını ekliyor; on şiirde, “Emre”, bir şiirdeyse “Tapduk Yunus”
mahlası var; divandaki bir şiirde kendisini “Tapduklu Yunus” diye anmakta.
Yunus Emre’nin bütün şiirlerini ihtiva eden bu esere,
İstanbul Süleymaniye Kütüphanesi’ne mülhak Fatih Kitapları arasında 3889 No. da
kayıtlı Divan esas ittihaz edilmiştir.
…
Pâdişâhın kudreti gör n’eyledi
Od u sû toprâğ u yele söyledi
Bismillah deyip getirdi toprağı
Ol arâda hâzır oldu ol dağı
Toprağ ile sûyu bûnyâd eyledi
Âna Âdem demeği âd eyledi
îman da üç dürlüdür: Biri ilm’ûl-Yakıyn’dir ve biri
Ayn’ül-Yakıyn’dir ve biri Hakk’ul-Yakıyn’dir. Ammâ ol îma’n ki ilm’ül-
Yakıyn’dir, akılda yerlidir ve ol iman ki Ayn’ül-Yakıyn’dir, gönülde yerlidir
ve ol îman ki Hakk’ul-Yakıyn’dir, canda yerlidir. Can ile olan îman canla bile
gider.
…
İbrâhim Edhem
Nasîbi sabr olanlar uluyısar İşittin Yûsuf’ı ol çâh içinde
Dururdu sabr ile ol mâh içinde Bilinmezdi ne denlidir uzûnu Çığırsa daşra
çıkmaz Yûsuf ünü Yukarı bakar ol çah ağzı ırak Aşağada makaamı taş u toprak
“Ölüm doğum için; yapın
yıkım için.”
Soluk alışımız bizi yaşatmakta; ama her soluk alıp verdikçe
ömrümüz tükeniyor
…günü dün eden, varı yok eden ölüm.
Çürümüş toprak içre ten sin içinde yatar pinhan Boşanmış
damar akmış kan batmış kefenleri gördüm
Yıkılmış sinleri dolmuş hep evleri harâb olmuş
Şunlar ki çoktur malları gör nice oldu hâlleri Sonucu bir
gömlek giymiş onun da yoktur yenleri
Miskin Yunus bilmez misin yoksa nazar kılmaz mısın Ölenleri
anmaz mısın ah n’ideyim ömrüm seni
Bilenlere sormak gerek bu tendeki can neyimiş
Can hod Hakk’ın kudretidir damardaki kan neyimiş
Fikir yumuş oğlanıdır endişe kaygu kânıdır
Bu âh u vah aşk donudur taht’ oturan han neyimiş
Şükür onun birliğine yok iken uş var eyledi
Çünkü asıldan biz yoğuz mülk ü han ü man neyimiş
Çalap viribidi bizi var dünyâyı görün diye
Bu dünya hod bakıy değil mülke Süleyman neyimiş
Sorun Taptuklu Yunus’a bu dünyâdan ne anladı
Bu dünyânın kararı yok sen neyimiş ben neyimiş
Bini değer bini gider buyruk böyle geldi meğer
Kim ola dünyâya doyar peymânesi doldu gider
Erte gece söyleşirler Hakk’ı bulalım deyiben
Yunus aydır miskin olan Hakk’ı bunda buldu gider
Ma’nî eri bu yolda melûl olası değil
Ma’nî duyan gönüller hergiz ölesi değil
Ten fânidir can ölmez gidenler gene gelmez
Ölür ise ten ölür canlar ölesi değil
Gevher seven gönüller yüz bin yol eder ise
Hak’tan nasib olmasa nasîb olası değil
Sakıngıl yârin gönlün sırçadır sımayasın
Sırça sındıktan geri bütün olası değil
Çeşmelerden bardağın doldurmadan kor isen
Bin yıl anda durursa kendi dolası değil
Şol Hızır ile İlyas Ab-ı hayât içtiler
Bu birkaç gün içinde bunlar ölesi değil
Yarattı Hak dünyâyı Peygamber dostluğuna
Dünyâya gelen gider bâkıy kalası değil
Yunus gözün görürken yarağın eyle bugün
Gelmedi anda varan geri gelesi değil
Kayaların bile nabzında atan, topraktan bile buğu-buğu göğe
ağan, bülbülün şakımasında nağme, gülün gülümsemesinde renk ve koku olan,
canlıları zebûn eden, demirleri yumuşatan, yelle esen, günle doğan, Ay’la
balkıyan, denizde köpürüp coşan, yazıda çağlayıp akan, her zerrede hüküm
yürüten, her vara varlık veren aşktır, aşk.
Aşk anadan doğmadı, kimseye kul olmadı,
Hükmüne kıldı esîr cümle biliş ü yâdı.
Âşık dünyâyı ne eder âkıbet bir gün terk eder Aşk eteğin
tutmuş gider her kim gelirse salâdır
İşidin ey yârenler kıymetli nesnedir aşk
Değmelere verilmez hürmetli nesnedir aşk
Hem cefâdır hem safâ Hamza’yı attı Kaf’a
Aşk iledir Mustafâ devletli nesnedir aşk
Dağa düşer yer eyler gönüllere yol eyler
Sultanları kul eyler cür’etli nesnedir aşk
Kime kim aşk vurdu ok gussa ile kaygı yok
Aşk iledir Mustafâ devletli nesnedir aşk
Denizleri kaynatır mevce gelir oynatır
Kayaları oynatır kuvvetli nesnedir aşk
Akılları şaşırır deryâlara düşürür
Nice ciğer pişirir key odlu nesnedir aşk
Miskin Yunus neylesin derdin kime söylesin
Varsın dostu toylasın lezzetli nesnedir aşk
…
Aşkın aldı benden beni bana seni gerek seni
Ben yanarım dün ü günü bana seni gerek seni
Ne varlığa sevinirim ne yokluğa yerinirim
Aşkın ile avunurum bana seni gerek seni
Aşkın âşıklar öldürür aşk denizine daldırır
Tecellî ile doldurur bana seni gerek seni
Aşkın şarabından içem Mecnun olup dağa düşem
Sensin dün ü gün endişem bana seni gerek seni
Süfîlere sohbet gerek ahîlere ahret gerek
Mecnun’lara leylî gerek bana seni gerek seni
Eğer beni öldüreler külüm göğe savuralar
Toprağım anda çağıra bana seni gerek seni
Yunus’durur benim adım gün geldikçe artar odum
İki cihanda maksudum bana seni gerek seni
…
Sorun Taptuk’lu Yunus’a: Bu dünyâdan ne anladı?
Bu dünyânın karârı yok, sen ne imiş, ben ne imiş?
…
Hak’tan inen şerbeti içtik elhamdü lillâh
Şol kudret denizini geçtik elhamdü lillâh
Şu karşıki dağları meşeleri bağları
Sağlık safâlık ile aştık elhamdü lillâh
Kuru idik yaş olduk kanatlandık kuş olduk
Birbirimize eş olduk uçtuk elhamdü lillâh
Vardığımız illere şol safâ gönüllere
Halka Taptuk ma’nîsin saçtık elhamdü lillâh
Beri gel barışalım yad isen bilişelim
Atımız eyerlendi eştik elhamdü lillâh
İndik Rûm’u kışladık çok hay ü şer işledik
Uş bahâr oldu geri göçtük elhamdü lillâh
Dirfilli pınar olduk irkildik ırmağ olduk
Aktık denize daldık taştık elhamdü lillâh
Taptuk’un tapısında kul olduk kapısında
Yunus miskin çiğ idik piştik elhamdü lillâh
…
Yunus’un şiirleri arasında, Kur’an ve hâdise dayanarak âhret
ahvâlini bildirenlerden başka gene o iki ana kaynağa, onlardan sonra erenlerin
menkabelerine, halk söylentilerine dayananlar var. Tekrar edelim ki Yunus, bir
halk şairi değil.
O klasik doğu edebiyatının da bir mümessili; hem de belki
ilk mümessillerinden biri. Aruzla da yazmış; ama inancı hisâbına, halka halk
diliyle ve heceyle hitab etmeyi daha doğru bulmuş
…
Hak bir gevher yarattı kendinin kudretinden
Nazar kıldı gevhere eridi heybetinden
Yedi kat yer yarattı ol gevherin nûrundan
Yedi kat gök yarattı ol gevherin buğundan
Yedi deniz yarattı ol gevher damlasından
Dağları muhkem kıldı ol deniz köpüğünden
Muhammed’i yarattı mahlûka şefkatinden
Hem Alî’yi yarattı mü’minlere fazlından
Gaib işin kim bilir meğer Kur’an ilminden
Yunus içti esridi ol gevher denizinden
…
Aceb şu yerde var m’ola söyle garip bencileyin
Bağrı başlı gözü yaşlı şöyle garip bencileyin
Gezerim Rûm ile Şam’ı Yukarı İller’i kamu
Çok istedim bulamadım şöyle garip bencileyin
Kimseler garip olmasın hasret oduna yanmasın
Hocam kimseler olmasın şöyle garip bencileyin
Söyler dilim ağlar gözüm gariplere göyner özüm
Meğerki gökte yıldızım şöyle garip bencileyin
Nice bu derd ile yanam ecel ere bir gün ölem
Meğerki sinimde bulam şöyle garip bencileyin
Bir garip ölmüş diyeler üç günden sonra duyalar
Soğuk su ile yuyalar şöyle garip bencileyin
Hey Emre’m Yunus bîçâre bulunmaz derdime çâre
Var imdi gez şardan şara şöyle garip bencileyin
…
Ben yürürüm yana yana aşk boyadı beni kana Ne âkılem ne
dîvâne gel gör beni aşk n’eyledi
Geh eserim yeller gibi geh tozarım yollar gibi
Geh akarım seller gibi gel gör beni aşk n’eyledi
Akar sulayın çağlarım dertli ciğerim dağlarım
Şeyhim anıban ağlarım gel gör beni aşk n’eyledi
Ya elim al kaldır beni ya vaslına erdir beni
Çok ağladım güldür beni gel gör beni aşk n’eyledi
Ben yürürüm ilden ile şeyh sorarım dilden dile
Gurbette hâlim kim bile gel gör beni aşk n’eyledi
Mecnun oluban yürürüm ol yâri düşte görürüm
Uyanıp melûl olurum gel gör beni aşk n’eyledi
Miskin Yunus bîçâreyim baştan ayağa yâreyim
Dost elinden âvâreyim gel gör beni aşk n’eyledi
…
N’idelim bu dünyâyı n’eyleyip n’itmek gerek
Dâima aşk eteğin komayıp tutmak gerek
Çalab’ım bu dünyayı kahır için yaratmış
Gerçeğin gelenlerin kahrını yutmak gerek
Ol yarınki yollara anda yoldaş isteyen
Bu dünyâda dostunu kılavuz tutmak gerek
Uçmak uçmak dediğin kulları yeltediğin
Uçmağın sermâyesi bir gönül etmek gerek
Erenlerin âhına dağ taş katlanamadı
Kalkanı demir ise okları atmak gerek
Yunus er nazarında tâze güller açılmış
Gerçekler bülbül ise nazarda ötmek gerek
…
Çıktım erik dalına anda yedim üzümü
Bostan ıssı kakıyıp der ne yersin kozumu
Ağrılık yaptı bana bühtan eyledim ona
Gerçi de geldi aydır hani aldın kuzumu
Kerpiç koydum kazana poyraz ile kaynattım
Nedir diye sorana bandım verdim özünü
İplik verdim çulhaya sarıp yumak etmemiş
Becid becid ısmarlar gelsin alsın bezini
Bir serçenin kanadın kırk katıra yüklettim
Çift dahı çekemedi şöyle kaldı kazını
Bir sinek bir kartalı salladı vurdu yere
Yalan değil gerçektir ben de gördüm tozunu
Bir küt ile güreştim elsiz ayağım aldı
Güreşip basamadım göynündürdü özümü
Kafdağından bir taşı şöyle attılar bana
Öylelik yola düştü bozayazdı yüzümü
Balık kavağa çıkmış zift turşusun yemeye
Leylek koduk doğurmuş baka şunun sözünü
Gözsüze fısıldadım sağır sözüm işitmiş
Dilsiz çağırıp söyler dilimdeki sözümü
Bir öküz boğazladım kaldırdım serekodum
Öküz ıssı geld’ aydır boğazladın kazımı
Bundan da kurtulmadım n’idesini bilmedim
Bir çerçi de geld’ aydır hani aldın közümü
Tospağaya sataştım gözsüz sepek yoldaşı
Sordum sefer nereye Kayseri’ye azimi
Yunus bir söz söyledin hiçbir söze benzemez
Münâfıklar elinden örter ma’nî yüzünü
…
Müslümanlar zamâne yatlı oldu
Helâl yenmez, haram lezzetli oldu
…
Canlar canını buldum bu canım yağma olsun
Assı ziyandan geçtim dükkânım yağma olsun
Ben benliğimden geçtim gözüm hicabın açtım
Dost vaslına eriştim gümânım yağma olsun
İkilikten usandım birlik hânına kandım
Derdin şarabın içtim dermânım yağma olsun
Varlık çün sefer kıldı dost andan bize geldi
Viran gönül nur doldu cihânım yağma olsun
Geçtim bitmez sağınçtan usandım yaz u kıştan
Bustanlar başın buldum bustânım yağma olsun
Yunus ne hoş demişsin bal u şeker yemişsin
Ballar balını buldum kovanım yağma olsun
…
Lâcerem (f): Hasılı, hülasa.
…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder