Ahmet Haşim - Sensiz
Annemle karanlık geceler bazı çıkardık;
Boşlukta denizler gibi yokluk ve karanlık
Sessiz uzatır tâ ebediyyetlere kollar...
Guyâ o zaman, bildiğimiz yerdeki yollar
Birden silinir, korkulu bir hisle adımlar
Tenha gecenin vehm-i muhâlâtını dinler...
Yüksekte sema haşr-ı kevâkiple dağılmış,
Yoktur o sükûtunda ne rüya, ne nevâziş;
Bir sâ'ir-i mechul-i leyâli gibi rüzgâr,
Hep sisli temasiyle yanan hislere çarpar.
Göklerde ararken o kadın çehreni, ey mâh!
Bilsen o çocuk, bilsen o mahlûk-u ziyahâh,
Zulmette neler hissederek korku duyardı.
Guyâ ki hafî bir nefesin nefha-i serdi,
Ruhunda bu ferdâ-yı siyah rengi fısıldar.
Sakin geceler şefkat olan encüm-ü bîdâr,
Titrer o karanlıkların evc-i kederinde,
Hüsran ü tahassür gibi matem nazarında;
Guyâ ki o dargın geceler ruhu boğardı
Her şey bizi bir korkulu rüyayla sarardı.
Zulmet ki müebbet, mütehâcim, mütemâdi,
Eşkâle verir ayrı birer şekl-i münâdi.
Dallar kuru eller gibi mebhut ü duâkâr,
Zânuzede dullar gibi hep tûde-i eşçâr...
Çılgın dolaşan bâd-ı leyâli ki serâir,
Piş ü pey-i seyrinde koşar muzlim ü dâir;
En sonda nigah-ı ebediyyet gibi titrer,
Tâ ufka asılmış sarı bir lem'a-i muğber...
Bir kafile-i ruh-ı kevâkip gibi mahmur,
Zulmette çizer Dicle uzun bir reh-i
pürnur...
Ondan yalnız ruha gelir bir gam-ı mûnis,
Yalnız o, karanlıklara rağmen yine pürhis,
Yalnız... Bu kamersiz gecenin zîr-i
perinde,
Bir feyz-i ziya haşrederek âb-ı zerinde,
Bir kafile-i ruh-ı kevâkip gibi mahmur,
Zulmette çizer Dicle uzun bir reh-i
pürnur...
Dinlerdik onun şi'rini ben lâl, o hayali.
Lâkin ne kadar hüzn ile tev'emdi meâli,
Lâkin ne kadar târ idi sensiz o nazarlar!
Guyâ, o zaman nurunu, ey mâh-ı mükedder,
Eylerdi sema lu'lu-i hüznüyle telafi.
Yıldızları göklerden alıp bir yed-i mahfi,
Bir bir o donuk gözlerin a'mâkına isâr
Eylerdi ve zulmette koşarken yine rüzgâr,
Ruhumda benim korku, ölüm, leyle-i târik,
Çeşminde onun aks-i kevâkiple dönerdik...
Tahlil
Şiirde zaman değişmiyor, karanlık bir
gecede başlıyor şiir ve kesif karanlık daha ilk dizelerde hissettiriyor
kendini.
Ahmet Haşim geceyi, müphem bir karanlık
boşluk olarak telakki eder.
Gündüz tanıdığımız, bildiğimiz ne varsa
geceyle birlikte hepsi kaybolur, silinir. Karanlık ve bilinmezliğin içinde
adımlarımız akıl almaz vehimleri demlemeye başlar. Adımlarımızın sesini
duyarız, sanki bilinmez, başka şeylere ait seslere dönüşürler.
Sema, yıldırımların birbiri içine
geçmesiyle dağılmış haldedir. Gecedeki müphemlik katmerleniyor; hiçbir şey net
değildir. Annesiyle çıktığı bir geceyi olağanüstü derecede müphemleştiriyor.
Ay henüz doğmamıştır. Çocukluğuna dair bir
gönderme yapar; ışığı isteyen o çocuk, karanlıkta neler hissederek korkardı.
Sanki gizli bir nefesin soğuk esintisi, gelecek olan siyah, karanlık bir geleceği
fısıldar.
Anne hastadır ve çocuk anneyi kaybetme
korkusu içindedir. Bu korku gelecek olan simsiyah günler şeklinde ifade
ediliyor.
Korku telkinleriyle geceyi anlatmaya devam
eder.
Ağaçların dalları, kurumuş eller gibi adeta
dua eder. Ağaç yığınları ise yere diz çökmüş dullar gibidir.
Bu karanlık gecede ebediyet bize bahar gibi,
uzaklarda ufka asılmış sarı bir ışık gibi titrer.
Yıldızların ruhlarının kafilesi gibi uykulu
karanlıklar içinde Dicle uzun, ışıklı bir yol çizer.
Gecede ay gözükmez, anne ve çocuk bundan
dolayı bunaltı içindedirler. Aysız gecede Dicle, yıldızların ruhunun (ışığının)
kafilesi gibidir.
“Fakat sensiz o bakışlar ne kadar karanlık
idi.” Eksik olan aydır ve şair “sen” diye, aya seslenir.
Şiirde, kadın hastadır ve geceleri ayı
görmek için çıkmaktadır. Ay bu hasta kadın için tesellidir. Ay gözükmez ve hem
kadın hem de çocuk kederlenir.