Cenap Şahabettin - Temâşâ-yı Hazân
Gel
bugün de, sükût ile güzelim,
İhtizâr-ı
hazanı seyredelim:
Ey
benim, ey hazan-lika güzelim.
Bir
dimagî vedad u ref’etle
Kalalım
ser-be-ser tabîatle;
Elem-i
arza iştirak edelim;
Mevsimin
kâinat-ı ye’sinde
Olalım
biz de bir gam-ı zinde...
Bu
soluk mevsim-i küdûretten
Dağılır
bir veda-ı bî-kelimât.
Pek
hayalî, rakîk bir “heyhât!...”
Za’f
ile diz çöken tabîatten
Yükselir
bir fecî’ vaz’-ı dua.
Gizli
bir şehka, bir sükût-ı reca.
Böyle
leb-beste terk-i ömr etmek.
Nazarî
bir lisan ile ancak
Ebedî
iftirakı anlatmak.
Bir
tahassürle dem-bc-dem dönere
Eylemek
cebhe-i hayata nazar
Bu
azîmette bir fecaat var!...
Sevgilim,
dinle, işte bâd-ı hazan
Müteverrim
misali öksürüyor.
Hem
de bir öksürük ki çok sürüyor.
Bir
bahar-ı terennümün her ân
Çâk
olur sanki sadr-ı hâtırası:
Bu
suâlin kesilmiyor arası;
Kâinat
oldu sanki ser-tâ-ser
Bir
büyük hastahâne-i etfâl.
Öyle
bir yer ki pür-hurûş-ı suâl.
Bâd-ı
pür-va’d-i nevbaharı eder
Bir
enîn-i elîm ile tekzîb
Öksüren,
inleyen şu bâd-ı ratîb.
Sar’a-ı
ihtizâr içinde gusûn.
Çırpınır,
çarpmır, kırar, kırılır;
Bâd-ı
nâlâna haykırır, darılır...
Âh,
ol dallardaki fütûr-ı derûn
Onların
tavr-ı serzenişkârı,
Onların
mâderâne ekdarı;
O
nihalânda sallanan yuvalar,
O
perakende, nâzenîn, muğber
Uçuşan,
savrulan, düşen tüyler…
Âh,
O son tüy ki muhteriz, kovalar
Câ-be-câ
ruh-ı âşiyânesini,
Yuvanın
yâd-ı pür-lerânesini...
Kim
bilir hangi tâir-i şûhun
Yâdigâr-ı
hayat-ı kalbîsi
Doldururdu
bu lâne-i hevesi!
Kim
bilir hangi pür-tarab ruhun
Yıkılan
âşiyânda mahfidi
Râz-ı
aşkîsi, râz-ı ümmîdi?...
Yıkılan
lânelere birlikte
Dökülür
âb u hâke yapraklar;
Na’ş-ı
evrak ile dolar laklar...
Rûhu
bâzû-yı bâd-ı hâlikte,
Ömr-i
nâçizi gam-zedâ-yı ziyâ’,
Dökülür
berg-mürde, lâl-i vedâ’.
O
sararmış giyâh, o yapraklar
Bûse-i
elvedâa nâ-kadir
Hasta,
fırkat-resîde leblerdir...
Dökülürken
hep, âh o yapraklar
Gamlı
hemşireler gibi araşır;
Öyle
hemşireler ki gam yaraşır…
Bu
düşenler birer nahîf eldir.
Öyle
eller ki tâlib-i rikkat,
Taleb-i
rahm için eder hareket;
Öyler
eller ki tavrı mühmeldir.
Gösterir
âsumanı hâke düşer,
Emel-i
arş ile helâke düşer.
Her
taraf sisli, her taraf birden
Sanki
der-beste-i nikab-ı buhar,
O
nikab arkasında girye-nisâr.
Asuman
bir sahîfe-i âhen.
Sisler
üstünde âftâb-ı hazîn
Bir
büyük dâne dürrc-i hûnîn...
Bir
nikab-ı esef cebininde.
Her
bulut bir hayal-i gam-dîde
Ki
leb-i tesliyetle rencide...
Dağların
sine-i hazininde,
Nevbaharın
hayat-ı dil-rişi
Düşünür
zahm-ı arzı tefrişi...
Bir
küçük katre, şebnem-i mâtem
Mevsimin
her yerinde lerzandır;
Her
taraf gizli yaşla giryandır...
Her
hıyabanda ser-be-dest-i elem.
Gizlice
mâder-i sükût inler;
Eder
ervahı ra’şedâr-ı keder.
Senenin
cismi muhtazır gibidir
Şu
mesâfât-ı bi-nihayette
Bister-i
vâsi-i tabiatte...
Bu
dram şimdi muntazır gibidir
Perde-i
beıfin anca inmesine.
Kışın
âsâyiş-i mukaddesine...
Yeter
artık nezâremiz güzelim,
O
senin mevti görmemiş dîden
Korkarım
incinir bu rü’yetten;
Gel,
bahar-ı hayali seyredelim..
Tahlil
Bu
şiirde de (Temâşâ-yı Leyâl de olduğu gibi) sevgiliye bir davet vardır. Sevgili,
burada sonbaharın seyrine davet edilir. Her iki şiir, kompozisyon bakımından
birbirine benzer, birbirlerini tamamlar.
Bu
şiir, sonbaharı çeşitli yönleriyle okura hissettirir.
Sonbahar,
kötümser için çok kullanışlı bir semboldür; bahar ve yaz aylarının tabiat
güzellikleri bu mevsimde solmaya başlar, işte bu temel motif, sonbaharın
Servet-i Fünûn şiirinde çok fazla kullanılmasının nedenidir. Bütün Servet-i
Fünûncularda bu kötümser hava mevcuttur. Yazdıkları romanlar mutlu değil trajik
sonla biter; şiirlerinde elem/keder baskın tema olarak karşımıza çıkar.
Cenap
Şahabettin, sonbahar manzarası karşısında ilkin tabiat varlıkları arasındaki
ayrılığa işaret eder. Bütün âlem veda halindedir.
Tabiat,
zaaf ve kuvvetsizlikten diz çökmüş bir halde tasavvur edilir. Şiirde bu, dua
jestiyle belli edilir (Za’f ile diz çöken tabîatten / Yükselir bir fecî vaz’-ı
duâ).
Bu
dua da gizli bir hıçkırık, bir rica vardır ve bu duanın sessizliğine tezat
teşkil eder. Ayrıca dua jesti Hıristiyanlara özgü dua eylemini resmetmektedir
(Hıristiyanlar haç veya İsa figürü önünde diz çökerek dua ederler).
İlerleyen
dizelerde sonbahar sesleri karşımıza çıkar. Sonbaharda rüzgârın sesleri
duyulur. Rüzgârın haşin seslerini öksürük tasavvuru ile ifade eder (…işte bâd-ı
hazân / Müteverrim misâli öksürüyor). Geçmiş ilkbaharın hatırası, sonbaharın
göğsünde elemli bir öksürükle yankılanmaktadır.
Yaprakları
dökülen, kırılan dallarla birlikte kuş yuvaları da bozulmaktadır. Sonbahar işte
bu denli ayrılık, yıkım ve veda doludur. Dökülen sonbahar yaprakları elveda
diyemeyecek kadar takatsizdir. Şair, yaprakları hastanın dudaklarına benzetir;
tabiat bu haliyle ölüm döşeğindeki bir hasta gibidir.
Bu
hasta yapraklar gamlı kardeşler gibi dökülürken birbirlerini görmek isterler.
Yaprakların
düşün anında şair yine tezat sanatını kullanır; yapraklar göğe yükselecek gibi
resmedilir (gökyüzü, edebiyatta ebediyeti temsil eder) ancak buna zıt/tezat
olarak yere düşerler.
Bundan
sonra tabiatın uzak ufuklarına yönelir şair (Asuman bir sahîfe-i âhen. /
Sisler
üstünde âftâb-ı hazîn / Bir büyük dâne dürrc-i hûnîn...) Gökyüzü burada
demirden bir levha olarak takdim edilir. Sislerin üzerinde güneş hüzünlü, kanlı
bir inci tanesi gibi durur. Kanla birlikte manzaraya trajik unsur da katılmış
olur. Uzakta, dağların hüzünlü göğsünde ilkbahardan geriye kalanlar gizlidir.
Havadaki
çiy taneleri, matem şebnemleri, şairin tasavvurunda sonbaharın hüznüne katılan
gözyaşlarıdır.
Her
ağaçlıklı yolda sessizliğin annesi gizlice ağlamaktadır (Her hıyabanda
ser-be-dest-i elem. / Gizlice mâder-i sükût inler;). Şair burada batı
edebiyatında ve mitolojisinde karşımıza orman perilerine öykünmektedir.
Şiirin
sonunda zamana atıf yapılır; yılın son aylarıdır ve bu mevsimde ölmekte olan,
aynı zamanda sonuna yaklaşmış olunan yıldır. Yakında gelecek olan kış, bu hazin
manzaranın üzerine örtülecek olan perde olarak tasvir edilir.
Şiirin
sonunda sevgiliye dönerek manzaraya bakmaya ara vermeyi teklif eder; sevgilinin
gözleri hiç bu kadar ölümü bir arada görmediği belki de incinecektir. Buradan
uzaklaşıp hayaldeki bahara yönelmeyi teklif ederek şiiri bitirir.
Ey benim, ey hazân
YanıtlaSil-likâ güzelim,
Bir dimağî vedâd ü ref’etle
Kalalım ser
-be
-ser tabîatl