Topuz
Küçük payitahtın karışık sokakları bugün çok kalabalıktı.
“Geç kaldılar.”
Kumandan, zırhlı göğsünü kabartan tatlı bir teessürle bir
halka, bir askerine bakıyor, mahmuzlarıyla dokunarak atını şahlandırıyordu.
Padişahın gönderdiği Türk, ak bir atın üstünde, yüksek
kavuğu ile geliyor, uzun kaftanının etekleri iki tarafında çırpınıyordu.
“Burada attan ineceksiniz. Prensimizin sarayına yürüyerek
gideceksiniz.”
Mütevazı Türk, “Pekâlâ...” dedi.
Elçi koynundan çıkardığı beratı öptü. Başına koydu. Sonra
yere bakarak ilerledi.
Tahtta murassa bir heykel gibi kımıldamayan prense uzattı.
Elçi yine gözleri yerde, geri geri gitti. Ortadaki neferin
omzundan topuzu aldı. Bu gayet ağır, altın yaldızlı, sarı parlak kabzalı bir
aletti. Yere bakarak yürüyor, gülümsüyordu. Bütün gözler harekâtını takip
ediyordu. Tahtın önüne geldi. Ansızın... gözle görülmeyecek bir çabuklukla
havaya kaldırdığı bu müthiş topuzu prensin elmaslı tacına öyle bir indirdi
ki...
... Salonun içinde kimse kımıldayamadı.
“İşte gördünüz ya... İstiklâl sevdasına düşen asi cezasını
buldu!” diye haykırdı.
Elçi salonun ortasındaki askerlerine döndü.
“Hasan” dedi, “git kapıdan davul çal. Mustafa! Sen de Ulahça
nara at. Meydandaki askerler hemen silahlarını bırakıp teslim olsunlar.”
Sarayın dışındaki muhafızlar da içerdekiler gibi şaşırdılar.
Korkudan kımıldayamadılar. Silahlarını yerlere atıp teslim oldular.
…
Yeni Mecmua, C. I,
Sayı: 25, 27 Kânun-ı evvel [Aralık] 1917, s. 494-496.
…
(Özet değildir)
…
Ömer Seyfettin, Bütün Hikâyeleri (Hazırlayan: Hazırlayan:
Nâzım Hikmet Polat), Yapı Kredi Yayınları, 2. Baskı, 2015, İstanbul
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder