31 Ekim 2022 Pazartesi

Filibeli Ahmet Hilmi - Âmâk-ı Hayal

 Filibeli Ahmet Hilmi - Âmâk-ı Hayal

Birinci Kitap


Raci'nin Hatıratı

... şehri Osmanlı topraklarının en büyük ve en güzel şehirlerinden biridir.

…hakikaten dikkat çekici olan, evime yakın eski bir kabristandı.

 

Dindar ve iyi bir annenin olanca özeniyle geçen çocukluğum

Sonraları mükemmel bir eğitim gördüm. Haddinden fazla zeki olduğumdan bilgi bakımından yaşıtlarımdan üstündüm.

…bilgilerimi artırmaya okuldan sonra başladım.

Ben küfür ile imandan, ikrar ile inkârdan, tasdik ile kuşkudan meydana gelmiş bir şey olmuştum.

Herkes için pek doğal olan şeyler benim için başka bir şekil alıyordu.

 

Dört yıl süren bu ikinci çalışma hayatımda da hiçbir şey kazanmadığım gibi her yeni öğrendiğim şey de kuşku ejderhasına gıda olduğundan bir kere daha düştüm.

Rahat ve teselliyi kendimden geçmekte aradım. En şuh ve çapkın arkadaşlarımın aşırılıkta reisi oldum.

Arkadaşlarım / …güzel tahsil görmüş, vicdanlı ve namuslu gençlerdi. Ancak eğlenceye düşkün, sefahat ve zevk perisine tabiydiler.

Bir kısmı ise Ramazan kandillerini görünce Müslüman olduğunu hatırlayan Müslümanlardandı.

 

…bir kır âlemi yapma fikrini arkadaşlardan birkaçı ortaya attı.

Yerküre dediğimiz bu geçici ikametgâhı derin bir hüzne kapılmadan seyretmek acaba mümkün mü?

Kasabaya vardığımızda evvelce birkaç kere misafiri olduğumuz bir zat tarafından karşılandık. O geceyi dostumuzun evinde geçirdik

En güzel yeri seçtik. Ancak o mevkide bizden önce gelmiş iki kişi vardı.

İki serseri, iki dilenci, iki sarhoş, iki derviş...

Tesadüfen pejmürdelerin yanına düşmüştüm. Bunlar konuşuyor, ben dinliyordum.

Bunların sohbetinden ilkin deli olduklarına hükmettim. Hakikaten deliydiler. Lakin delilerin meczup denilen cinsinden.

Yaşlı deli, genç deliye diyordu ki:

Bu âlemde her ne varsa benim sıfatımdır. Ben olmasam bir şey olmazdı. Ben hepim yahut hiçim

Elimde olmadan söze karıştım:

- Acayip! Varla yok eşit olur mu? Mesela ben şimdi varım, yarın yok olacağım. Bu iki hal arasında fark yok mu? dedim.

Deli, başını çevirdi, kahkahayı kopardı:

-Vay! Sen varsın ha! dedi. Acaba var mısın?

Kalkıp gittiler.

 

...kasabasında üç gün kaldık. Bu üç günü arkadaşların şikâyet ve ısrarına rağmen tek kelime etmeden kendimi bilmez bir halde geçirdim.

Dönüşümüzün ikinci günüydü / mezarlığa girdim. / bir kulübe gözüme ilişti.

Elli yaşlarında zannedilen bu adamın başında yeşil bir takke vardı ki kırk elli kadar ayna parçası yapıştırılarak süslenmişti.

Safa geldiniz nurum, buyurunuz! Dedi (s. 10)

 

- Sizin isminiz nedir?

- Benim adım çoktur.

"Aynalı Dede" adıyla bilinirim. Ama sen istersen "Adem Baba" de.

 

Akıl denklemiyle hakkı itiraf mümkündür. Fakat bilmek, anlamak mümkün mü?

Aynalı Baba'yla birer kahve daha içtik.

 

BİRİNCİ GÜN / Hiçlik Zirvesi

…bir ney çıkardı, hafif ve latif bir ahenge başladı.

Zahiren bir şey hissetmezken kendimi garip bir alemde görmeye başladım. Hayalin derinliklerine dalmıştım

Görüyordum ki iklimimize benzemeyen bir ovadayım.

Ara sıra bana söz söyleyen bir de arkadaşım vardı. Ancak cismini göremiyordum

- Hindistan'dayız, Hiçlik Zirvesi'ne gidiyoruz, dedi.

Arkadaşım gümüş gibi parlak bir dereciğin kenarında bir kulübeye doğru gitmemi söyledi.

İçinde genç bir adam vardı.

Bir ağacın gölgesinde oturduk. Bana dedi ki:

- Hiçlik Zirvesi'ne insan cinsinin binde, yüz binde biri çıkamaz. Çünkü ona çıkmak için insan kendine hâkim olmalı. Bir kalpte emel olursa, yollarda kalır.

Buda'nın huzurundaydım.

Tırmandığımız yolun her iki tarafı görülmedik güzellikler sergileyen türlü çiçeklerle doluydu.

…saraya vardık.

Ortasında bir sofra kurulmuş

…yemekten yersen buradan dönmen, benden ayrılman gerekir" diyordu.

Saraydan çıkacağımız sırada cennet hizmetkârlarını andıran bir delikanlı huzuruma geldi. Elinde altın tepsi içinde üç tane billur kâse…

Kâseyi dudaklarıma temas ettireceğim sırada Buda elime vurdu. Kâse yere düştü.

Ertesi gün seher vakti yolumuza devam ettik.

Öğlen vakti karşımızda bir saray göründü.

Buda dedi ki:

- Bu saray, insanların ayağının kaydığı yerdir. Bu saray, imtihan sıratıdır.

Sebat ve mertliğin sağlam ipine yapışanlar bu sıratı geçer. İlerisi Hiçlik Zirvesi'dir. Lakin buradaki cana can katan gösterişe kapılanlar hayıflanma ve üzüntü vadisine düşer.

Gözlerim kamaştı, karardı. Dizlerimin bağı çözüldü.

Vuslat ne kadar sürdü, bir an, bir an. Gök gürlemesi gibi bir ses yeri göğü inletti. Gürültülü bir deprem adeta dünyayı altüst etti. Düşen bir yıldırım sarayı titretti. O büyük bina bir avuç toprak yığını gibi eridi, yıkıldı.

(Buda) - Ey ahdine vefa etmeyen insan! Ey namert adam! Ey kadın meşrepli adam, yazık sana! Sözünde durmadın, istenen noktaya varmadın.

Gözlerimi açtım. Aynalı Baba'nın mütebessim ve yumuşak çehresi, mahzun gözleri gözlerime ilişti.

- Evladım, Hiçlik Zirvesi'ne yükselmek kolay değil.

Kolay değil... Değil... dedi.

 

İKİNCİ GÜN / Zerdüşt

Ertesi gün / Erkence mezarlığa geldim.

Biraz sonra neyin sesi hafif, latif bir inilti halini aldığı sırada dalmışım. Görüntü başladı. Belh şehrinde bir evde bulunuyordum.

- Bugünden itibaren kırk gün Temaşa Bayramı'dır. Şimdi tellallar seslenecek ve herkesi sınava davet edecek. Herkes birer birer Zerdüşt'ün huzuruna çıkacak. Her kim hak sözü söyleyebilirse hakikatleri izlemeye izinli olur, alnına saadet çizgisi çekilir. Her kim söyleyemezse mahrum kalır, alnına bedbahtlık satırı çekilir.

Ben hiçbir şey bilmediğim için haliyle imtihanı vermeyecektim. Alnıma bedbahtlık satırı çekilecekti. Geldiğime pişman oldum.

Zerdüşt sordu:

- Nereden geldin?

Kalbime ilham edilen şu cevabı verdim:

- Nedensiz ve niçinsiz İzed'den.

 

Huzurdan çıktım. Alnımdaki yeşil çizgiyi gören halk hürmetle safları açmakta ve bana yol vermekteydi.

Rehberim beni bir odaya götürdü ve dedi ki:

- Pek dehşetli bir savaşa gireceksin.

Akşama kadar uçtuktan sonra büyük ve heybetli bir dağın eteğine ulaştık.

Rehberime bu dağı sordum. "Fark Dağı" cevabını aldım.

Nihayet dağın tepesine vardık. Dünya kadar geniş bir meydan görülüyordu. Bu meydanın sol tarafına gelen yarısı en karanlık gecelere parlak dedirtecek kadar karanlıktı. Sağa gelen yarısı ise nura sönüklük dedirtecek kadar parıltılıydı.

Sanki mahşer meydanını andıran bu yerde sayısız insan toplanmıştı.

…bunlardan nur tarafında bulunanının üzerinde Hürmüz oturmakta / Karanlıklar içinde kurulmuş olan tahtın üzerinde en korkunç ifritlerden daha çirkin, en kötü cinlerden daha iğrenç yüzlü Ehrimen oturmaktaydı.

Asılı tahtın üstünde insan hayalinin bütün tutkusuyla arzuladığı bütün güzellikleri canlandırmış bir peri vücudu ayaküstü duruyor ve elinde bir küre tutuyordu. Bu kürenin doğudaki yarısı aydınlık ve batıdaki yarısı karanlıktı.

(Önce Hürmüz ardından Ehrimen konuştu)

…her ikisi birbirini yalanlaya yalanlaya nihayet birbirine hücum edecek oldular,

Hürmüz:

- Beni seven meydana çıksın! dedi.

Aynı sözü Ehrimen de söyledi. O aralık ben de rehberimle beraber sağ taraftaki savaşçılara katıldım.

Kâh Ehrimen tarafı, kâh bizim taraf galip geliyordu.

Nifak Cadı / Muhabbet Pehlivan

Gazap Pehlivan / Hikmet Pehlivan

- Hikmet Pehlivan sensin!

"Hikmet, Gazap'ı hileyle vurdu" diyorlardı.

…küre baştan başa nur olmaya başladı.

…öğlen karşıma yüzü örtülü bir pehlivan çıktı.

Hürmüz pek mahzun oldu. Meçhul gence hitaben:

- İzed! İzed! Maksadın nuru mahvetmek mi? Merhamet ... Merhamet ... Merhamet! dedi.

File binen pehlivan mağrurca meydanı dolaştı. Gök gürültüsüne benzer bir nara attı.

- Ey benim kudretimi inkâr eden gafiller! Bilin ki ben pehlivanlar pehlivanı, kahramanlar kahramanı Nefs-i Emmare'yim. Şimdiye kadar bir şekilde mağlup etmediğim kimse yoktur.

…tam kılıcı böğrüne sokacağım sırada yüzündeki perdeyi kaldırdı.

Hayalin ötesinde bir güzellik gözlerimi kamaştırdı. Kılıç elimden düştü.

- Ya Ehrimen! Hikmet'i öldürmedim, esir ettim. Mutfağımızda soğan soyar. Tam kendisine münasip bir hizmettir, dedi.

…küreden yavaş yavaş nur kalkmakta ve karanlıklar her tarafı kaplamaktaydı. Ehrimen tarafı galip gelmişti.

İşte o sıradaydı ki uzaktan bir ses işitilmeye başladı.

…ejderhaya binmiş olan bu pehlivan güzellik timsali yahut güzellik kaynağı denecek kadar güzeldi.

İsmi Aşk olan bu pehlivan bize yaklaştıkça Nur Perisi'nin elindeki küre parlamakta ve aydınlık, karanlıkları kovmaktaydı.

Aşk, ejderhasını bize doğru yanaştırdı.

Gayet latif ve laubali bir tavırla:

- Ey Emmare! Bana da karşı duracak mısın? dedi.

Emmare alçakgönüllülükle filden yere indi. Aşkın önünde diz çöktü:

- Sen herkesin olduğu gibi benim de efendim, velinimetimsin.

Meydanda yalnız Aşk kaldı.

- Ya Hürmüz! Ya Nur! Selam olsun sana. Sana ki karanlıkların değeri seninle bilindi, dedi.

Daha sonra Ehrimen'e:

- Ya Ehrimen, ya Deycur! Selam olsun sana. Sana ki nurun değeri seninle bilindi, dedi.

Gözlerimi açtığım vakit Aynalı'nın gülümseyen yüzünü gördüm.

 

ÜÇÜNCÜ GÜN / Devr-i Daim

Kendimi on iki yaşında bir çocuk olarak gördüm.

Babam yüz on yaşında bir ihtiyardı. Sanskrit lisanıyla konuşuyorduk.

- Oğlum, yaşın on ikiyi buldu. Artık kendini ve kainatı bilecek zamanın geldi. Seni büyük üstada götüreceğim.

…şaşaalı bir düğün başladı.

Üçüncü gün seksen yaşında bir fakir bana kalfa tayin edildi.

Rehberim:

- Oğlum, ilim ve hikmetin kıymetini öğrenmek için yaya gideceksin.

Kulübede yalnız suyla dolu bir çanak vardı.

…suya bakıyordum.

…gaipten gelen bir ses işitmeye başladım.

 

Bir an hiç oldum. Bir an sonra yine sonsuzluk sahasını fark etmeye başladım.

İsrafil ezanını okuyordu

Bir anda milyonlarca asır geçti, yine bir an. Yorulmuş gibi oldum.

…avucuma sığacak kadar küçük bir alem görüyordum.

Bu mahalle tamamen suyla çevrili bir küreydi. Suya bakarken akıl ermez bir cazibe beni oraya çekti. Ilık bir halde olan suyun içine girer girmez kendimi milyonlarca tuhaf hayvanı içime almış gördüm.

Ne kadar vakit geçti, ne oldu, nasıl oldu bilmem. Bu defa kendimi yalnız denizde değil, karada da birçok hayvanın vücudunda gördüm.

Temiz havanın ciğerlerime nüfuzunu hissettikçe oluşan keyif ve zevkten vecde gelerek milyonlarca bedende koşuyor, oynuyordum.

Bir gün (…) emanet olan sırlar birer birer o bedende toplanıyordu. Diriltici, manevi bir nefes, renksiz, yersiz bedenimi kaplayıp ele geçirdi.

Her zerre sanki beni selamlıyor, her taraftan burnuma amberli koku geliyor,

Bir mest hali, bir sarhoşluk beni istila etti. Mana diliyle "Elhamdülillah" dedim.

Gaipten gelen bir ses bütün evrene ilan ediyordu:

Doğdu şimdi şems-i idrak aleme

istivagahtır dimağ-ı ademi

Nur-i Hak'tır şebçerağ-ı ademi

Ey melaik! Baş eğin hep Adem'e.

Gözlerimi açtım.

- Hepsi secde etti! dedim.

- Evet, dedi Aynalı, nefsindeki gurur sıfatı yani şeytan hariç!

 

DÖRDÜNCÜ GÜN / İmtihan Meydanı, Arifler Meclisi

Aynalı beni aldı, mezarlığın en ücra ve caddeye uzak köşesine götürdü.

- Git şu mezarın üzerine uzan.

Aynalı'nın çaldığı neyin hazin iniltilerini dinleye dinleye dalmışım. Gördüm ki bir yatak içinde yatıyorum. Oda zifiri karanlık

…Bir adam içeri girdi:

- Kalktın mı oğlum? dedi.

Anladım ki gelen adam babammış.

Oda tam manasıyla karanlıkken babam aydınlık olduğunu iddia ediyordu.

Biraz sonra odaya annem olduğunu iddia eden bir kadın, birçok amcalarım, dayılanın ve başka akrabalarım girdi. Babam bunlara yana yakıla çıldırmak üzere olduğumu söyledi.

…bu biçarelerin tümü beş duyunun en yüksek ve olmazsa olmazı olan görmeden, gözden mahrumdu.

…dörder ayaklı olmuş, olanca kuvvetleriyle zıplamaya başlamışlardı.

…memleketin padişahı, vezirleri, âlimleri evimize doldu. Hepsi bana şu garip "Beyaz İfrit'in Sarı Şeytanı Hazretleri" unvanını vererek haddinden fazla hürmet etmekteydi.

Bir gün ilahiyat üniversitesinin mezuniyet sınavlarına gittim.

Bibi adında, zekâsıyla meşhur bir talebeye sorular soruldu. Âlemlerin yaratılışı hakkında şöyle bir ifadede bulundu:

- Bundan birçok sene, Tata adlı âlimin sözüne göre…

Bir hafta sonra / Âlimler iki grup olmuşlardı. Tantan (ilerici) ve Tuntun (tutucu)

Kahkahalarla uyandım.

İşte varlıkların hakikatlerine nispetle insanların ilmi…

 

BEŞİNCİ GÜN / Azamet Meydanı

Erkence kulübemin önüne uzandım. Her zamanki tuhaf uyku ve garip gözlem başladı. Kendimi Ayasofya Camii'nin müezzini görüyordum.

…iri bir kuş minareye yaklaştı. Beni pençesiyle kaptığı gibi arkasına oturtarak uçtu gitti.

- Ben meşhur Simurg'um. Korkma, sana bir zarar gelmez.

Havanın rengi laciverdi, pek koyu laciverdi olduktan sonra birdenbire tam karanlık yüz gösterdi.

Uzay boşluğunda…

- Ey taş! Sen nesin, nereden geldin, nereye gidiyorsun? dedim.

Simurg içimden geçeni anlayarak:

- Evet, bu taş eskimiş, parçalanmış bir alemin kalıntılarındandır. Birkaç kuyrukluyıldızın birleşik cisminde hizmet etti. Şimdi de güneşin etrafında özel bir yol takip ediyor. Dünya atmosferine girerse diğerleri gibi bir göktaşı olacaktır, dedi.

Sonsuz bir okyanus, âlemi kaplamıştı.

Simurg içimden geçenleri anladı:

- Merih gezegenindeyiz, dedi.

Şaşkınlıktan kendimi alamadım:

- Bizim dünyamıza ne kadar benziyor!

- Evet, dedi Simurg, çok benzer. Lakin biraz daha mükemmeldir. Zira daha eskicedir.

Yüzlerce, binlerce küçücük gezegene, birçok kuyrukluyıldıza, semavi şose yollar oluşturan sayısız çökmüş âlemin kalıntılarına tesadüf ettik.

- Seyahate çıkalı bir seneye yakın oldu. Bilmem ki âlemlerin Sidre-yi Münteha'sına yaklaştık mı? dedim.

Güldü:

- Hey çocuk! Alimlerinizin keşfettiği binlerce alemden henüz bir tanesinin milyonda bir kısmını bile seyretmedik. Heyhat! Süratle milyonlarca sene dolaşsak, evrenin bir mahallesini ancak gezebilmiş sayılırız! diye ekledi.

- Yarabbi! Yarabbi! Bu nedir? Bu idraki yakan genişlik ve büyüklük nedir? dedim.

- Buna Azamet Kaf'ı derler, sonsuzdur, dedi.

 

Korku ve titremeyle birlikte gittikçe büyümekte olan güneşe doğru baktım kaldım. Güneş ilkin büyük bir tarla gibi görünüyordu. Nihayet ufku kapladı. Karşımda her türlü fikir ve hayalin ötesinde bir ateş denizi vardı.

Gözümü açtığım vakit kendimi kavuklu zatın mezarı üzerinden yuvarlanmış, yerde yatar gördüm. Aynalı, kahve pişiriyordu.

- Maya bir olduktan sonra pire de bir, fil de bir.

 

ALTINCI GÜN / Kaf ve Anka

On sekiz yaşında, Hint padişahının oğluymuşum.

- Şehzadem, Hindistan'a eski zamanlardan beri bir ejderha musallat olmuştur.

Her yedi senede bir kere gelip hepimize "Bu kervan nereye gidiyor?" diye sorar.

…tümü yirmi yaşında olmak üzere yedi delikanlı ile yedi bakire kız kendisine kurban verilir. Bunları yuttuktan sonra "Yedi sene sonra yine geleceğim. Sorumun cevabım Kaf Dağı'ndaki Anka'dan öğrenebilirsiniz" deyip gider.

Bazılarına göre Kaf Dağı dünyamızı çepeçevre kuşatmış zümrütten bir dağdır. Diğerlerine göre dünyanın tam ortasında semaya baş çekmiş tek ve büyük bir dağdır.

Memleketimizi ejderhadan kurtarmak üzere Kaf Dağı'nı aramaya çıkacağım

Himalaya Dağlarının ötesinde bir inzivahane vardır ki onun içinde sağlam ilim sahibi ve engin görüşlü, benzersiz bir bilge yaşamaktadır. / gidilecek yönü ona sormalı.

…buradan yedi ay mesafede Milest şehri harabeleri vardır. Orada bir kuyu vardır ki kuyunun ağzı, işlemeli bir taş kapakla kapalıdır. Bazen bu kapak bilinemeyen bir sebeple açılır. Şimdi gider, o kuyunun yanında beklersin. Şayet nasibin var da kapak açılırsa kuyudan içeri bir iple inersin. Orada bir deliğe rastlayacaksın. Onu takip ederek git. İlerisinde bir meydan görürsün, meydanın ortasında bir saray. Saraya gir. Üst katta bir mermer dolap içinde bir çekmece bulursun. Onu al kuyuya dön. Şayet kapağı henüz açık bulursan, ipe sarılarak dışarı çıkarsın. Kapak kapanmış ise mahvoldun demektir. Yeryüzüne çıkarsan sandık içindeki levhayı oku.

İki sene kadar çeşitli milletler arasında dolaşarak yüzlerce şehri gezdik. Kaf Dağı hakkında doğru bir bilgiye ulaşamadık.

Serendip'e giderek Âdem Tepesi'ndeki münzeviyi bulmaya ve levhaları göstermeye karar verdik.

Birinci levhadaki şiir Kaf ile Anka'yı bildiriyor. (Kulağıma gereken açıklamayı yaptı.)

Meğer seyahate çıkalı yedi sene olmuşmuş. Varışımız ejderhanın gelmesinden bir gün evveline rastladı.

 

- Bu kervan nereye gidiyor? dedi.

- Ey izansız ifrit! Bu tekâmüle muhtaç âlemler, bu dönmeye mahkûm kervan hayalin benzersiz sırrına, güzelliğin cezbedici nuruna doğru koşup gidiyor.

Ejderha bu sözleri işittiği gibi beyni parçalayacak şekilde haykırdı ve silkindi. On beş on altı yaşında peri vücudu bir kız oldu.

 

YEDİNCİ GÜN / Azamet Okyanusu ve Ululuk Girdabı

Bugün Aynalı Baba pek neşeliydi.

Zararsız'ın âleme ayak basması iki kişinin sevincine değmez mi? / s. 74

Dalmışım.

Tellallar:

- Cablisa şehrine kervan gidiyor! Yolcular akşama kadar kervana katılsın, yoksa kalırlar! diye bağırıyordu.

Alnımın ortasında tek gözüm vardı. İki kol yerine göğsümden çıkmış bir kolum olduğu gibi direk şeklinde bir ayağım vardı.

Gümüş evden çıktım. Bütün şehir gümüştendi. İki ayaklı bir merkebe binerek şehir dışındaki kervana yetiştim.

İki ayaklı merkep üzerinde yedi sene yol yürümek…

…tam yedi senede Cablisa şehrine vardık. Bu şehir altından yapılmıştı.

İrfan Cenneti'ne hareket ettik. Burası dünyanın sonunda yer alan Cablisa şehrinin bir fersah ötesindeydi.

Engin denizin ortasında akıl almaz bir şelale, cennetin yüzeyine doğru akıyordu. Azamet Okyanusu'nun bu şelalesine "Tecelli" ismi verilmişti. Bu şelaleden akan su bir fındık kabuğunun içine giriyor ve orada gözden kayboluyordu.

Bir an sonra büyük bir gürlemenin başlangıcını işitmekle hepimiz ölüler gibi kendimizi kaybettik ve bitkin halde yere serildik. Bir an sonra yine kendimize geldik. Lakin bu defa gözlerimiz, ellerimiz, ayaklarımız çiftti.

 

SEKİZİNCİ GÜN / Ebedi Muamma

Gözümü yumduğum vakit kendimi bir dershanede, heybetli bir öğretmenin huzurunda buldum.

Ben Nanken şehri ahalisinden, ilim ve marifet talibi bir gençtim.

Brahman'ı buldum. İşte şimdi onun ilk dersinde bulunuyordum.

- Ey Çinli öğrenci! Müşkülün nedir? Ne arıyorsun?

- Ebedi muammayı. /  Ruhun hakikatini.

- Ruhu diriler bilemez, ölmeye razı mısın?

- Evet.

- Yanıma gel.

Brahman'ın emri üzerine beni bir halvethaneye götürdüler. Burası ancak tek kişinin sığacağı kadar dar ve karanlık bir yerdi. Orada akşama kadar "Om, Om" diyerek zikrettim.

Yedi sene bu garip hapishanede kaldım,

Ben tarif ve tasviri müşkül bir hal almıştım. İlkin hava basıncı bana yetmiyormuş ve yürürken uçuyormuşum gibi garip bir hal hissediyordum.

Brahman ile ben, tavan ile yer arasında, semada asılı duruyorduk.

 

Ruhu hala anlamadın mı?

 

…olmak için evvela olmamak gerekir.

 

- Nur Dağı'na git, orada müşkülün hallolur.

 

…bir bebek, yolumun ortasında yatıyordu.

- Yoklukla varlığın tek şey olduğunu kim kanıtlayabilir? Böyle bir söz bile cinnettir. Bunu kim kanıtlayabilir?

- Kim mi? dedi Aynalı Baba. Bilmek ile bilmemeyi bir tutan deliler!

 

DOKUZUNCU GÜN / Ulular Meclisi

Bugün Aynalı'nın tavrında bir durgunluk, bakışında biraz hüzün vardı.

 

Zahit, bize tan eyleme

Hak ismi okur dilimiz…

 

Dalmışım. Görüyordum ki gayet büyük bir sarayın içinde, pek küçük bir pencerenin önündeyim.

 

- Beşeriyet gelmiş, bize bir soru soracakmış. Onayınız olursa gelsin, dedi.

Beşeriyet adını alan bu adam sefil ve hastalıklı bir zavallıydı.

 

Beşeriyet dedi ki:

- Hiç olmazsa bu kadar sefalete niye katlandığımı, neden intihar etmediğimi anlasam...

 

Cenab-ı Halil:

- Saadet çalışmak, kazanmak ve kazancını diğer insanlarla paylaşmaktadır.

Cenab-ı Kelim:

- Saadet, nefsini Firavun ihtiraslarından kurtarmaktadır.

Cenab-ı Adem:

- Saadet, şeytana uymamak ve Havva'ya aldanmamaktadır.

Konfüçyüs:

- Bir tencere pirinç pilavına bütün lezzetleri sığdırmaktadır.

Eflatun:

- Daima yücelikleri düşünmektedir.

Aristo:

- Mantık! İşte saadet.

Zerdüşt:

- Saadet, karanlıkta kalmamaktır.

Brahma:

- Saadet mi? Herkesin zannı neyse onun aksidir.

Cenabı Mesih:

- Saadet, maziyi unutmak, bugünü hoş görmek, geleceği düşünmemekle mümkündür.

Lokman:

- İnsanlar bu kelimeyi bütün özlemlerini bir sözle ifade etmek için icat etmişler.

Hızır:

- Saadet, bitmek bilmeyen arzuların giremediği gönüllerde bazen şimşek gibi parlayan bir hayalettir.

Buda öfkeyle ayağa kalktı:

- Ey Beşeriyet! Saadet yokluğun güzel isimlerindendir. Nirvana!

O vakit reis ayağa kalktı:

- Ey Beşeriyet! Saadet, hayatı olduğu gibi kabul, zorluklarına rıza, ıslahına gayrettir! dedi.

Beşeriyet ayağa kalktı ve:

- Ya Fahr-i Alem Beşeriyet’n dertlerini anlayan, ilacını bulan yalnız sensin! dedi.

Gözlerimi açtığım vakit beyhude yere Aynalı'yı aradım.

Yanımda bir pusula buldum. Üzerinde şu sözler yazılmıştı:

Elveda! Gün gelir ki yine görüşürüz.

Akşama kadar mezarlıkta hazin hazin ağladım.

 

İKİNCİ KİTAP

MANİSA TIMARHANESİ

 

Sami'den Raci'ye Mektup

Azizim Raci,

Sarhoşluk devresinden sonra hastalık devresine gireceğini tahmin ediyordum. Tahminim esasen değil, şeklen yanlış çıktı. Seni kansızlık, verem ve bunlar gibi bir hastalığa yakalanacak sanırken, bu defa henüz isim veremediğim ... Yok, yok, veremediğim değil, zarif bir isim bulamadığım bir hastalığa tutulduğunu haber aldım (s. 95).

 

Raci’den Sami’ye Mektup

Sevgili Sami,

Mektubunu aldım, hatırın için beş on dakika hayalimin derinliklerini terk ederek karanlık bir çukura benzeyen şu âleme çıktım.

Derdime bilim dünyasında deva aradım, bulamadım. Sonra... Bir garip âleme düştüm.

Böyleyken ben yine açım! Ruhum, kendisini doyuracak kanaat gıdasını henüz bulmadı. Arıyorum, arıyorum. Ne mi diyeceksin. Hiç!

Geçen gün, mensup olduğum dertlilerin rasathanesi hükmünde bulunan bir mezarlıkta geziniyordum.

Mezarlıkta bir deli gördüm. Eline geçirdiği bir teraziyle oynuyordu. Ne yaptığını sordum, bana su cevabı verdi:

- Ahmaklıkla bilgiyi tartıyorum.

- Bundan maksadın?

- Mevcut malımı anlamak.

- Ee, ne buldun bakayım?

- Ahmaklığım o kadar ağır ki... Sanırım zamanın Karun'u benim.

Bu ne demektir? Sana anlatmak müşkül. Lakin iste benim halim (s. 98).

 

Bu tımarhaneye girmek pek kolaydı. Güllabilere göre tımarhaneye her getirilen deliydi. Lakin akıllılar için bu adamlarca hiçbir ölçüt olmadığından tımarhaneden çıkmak pek müşküldü.

 

Raci tımarhaneye gireli on beş gün olmuştu. Bir gün hafif deliler, yeni gelmiş bir deliyi karşılamakla meşgul oluyordu.

Tımarhaneye gelen yeni deli, Raci'nin kaybettiği ve bulmak ümidiyle Anadolu'nun yarısını dolaştığı halde bir yerde izine tesadüf edemediği Aynalı Baba'ydı.

 

Makam Delisi

Bu âlemde her şey göreceli oluyor. Bu takdirle cinnet de kâh saadet kâh felaket sayılmaya değer bir durum.

 

Çifte Hafızlar

Bu iki deliden biri hakikaten hafızmış, diğeri ise bir arabacı. Bunlara Çifte Hafız denmesinin sebebi, arabacının diğerini her defasında taklit etmesinden ileri geliyordu.

 

Deliliği Akıllılığından Daha Makul Bir Deli

Doktor Kurusıkı hakikaten filozoftu diş ağrısına çare olmak üzere çene kemiklerinin çıkarılmasını tavsiye ederdi.

 

YENİ BİR HAYALLER DİZİSİ

Ab-ı Hayat

Tibet topraklarında yer alan bir kasabada odunla dolu ocağın karşısında oturuyor, hayatın bütün kıymetini, zevkini hissediyordum.

Karşımızda bir beşik içinde ikinci evladımız uyuyordu.

Bir sürü endişe.

Brahman'la beraber ab-ı hayatı aramaya gidecekler güneş doğarken hazır olsun!

Garip tesadüf.

- Ab-ı hayat karanlıklar memleketinde bulunur. Orada Cilve-yi Zuhur adlı büyük bir dağ vardır ki bunun bir tepesine Kaf Dağı adı verilir. Bu dağlardan Mihnet, Firkat adlı bir ırmak akar. İşte herkesin bildiği ve istediği ab-ı hayat bu ırmağın suyudur. Gerçi diğer bir ab-ı hayat daha varsa da ...

- Ya!..

- Onu kimse istemez.

- Acaba niçin?

- İçeni yok ettiği için.

 

Bize bakıyordu, acaba görüyor muydu?

 

Güzellik ve Hayal

Ben vardım lakin bu varlık maddi ve cismani değildi. Görüyordum ama neyi?

Renk ve görünmeden arınmış bir fezayı, bir okyanusu ...

…bana benzer bir zatın yanıma geldiğini gördüm. Kim olduğunu sordum:

- Hazırlara Hızır'ım dedi

 

- İşte görüyorsun ki bu bir zandan ibaretmiş. Nasutsuz Şahadet olmaz, lakin Şahadetiz Nasut olur. Yani böyle bir tasavvur mümkündür (s. 118).

 

 

Ebedi Hayalet

Olimpos dağlarının eteklerinde, çimenlerle süslü bir vadide şöylece yan yatmıştım.

 

- Nasılsın? Ne haldesin?

- Çok iyiyim, dedim. Jüpiter'e hamdolsun!

 

Emek ve Mükâfat

Herkes bir sene evvel ne yaptığını ve bir sene sonra ne yapacağını bildiren belgeleriyle büyük meydana gelsin.

Ben, hayal bu ya, sosyoloji âlimlerinden ve sosyalist erkânındanmışım.

 

Mücevherden Zincir, Âlemin Nasibi

Bir süre dinlendikten sonra sağ tarafa doğru uçmaya başladım. Benim gibi serserice uçmakta olan bir zata tesadüf ettim. Selam verdim.

- Burası berzah âlemidir. Ben Fisagoras'ım (s. 141).

 

A'MAK-I HAYAL’E -HAYALİN DERİNLİKLERİ'NE- EK

İnsanın yegâne marifeti bir şey bilmediğini itiraf ve tasdikidir.

 

- Evlat neredeydin?

- Varlık âlemi bazı böyle olur.

 

Kendimi karıncalar arasında ve binlerce sokaklı bir karınca yuvasında, karınca şeklinde buldum.

…karınca beylerinden birisinin oğluymuşum.

beygirlerin işemesi…

 

Leylalı Mecnun

Görüyordum ki Emel şehrinin eşraf ve tanınmış zenginlerinden birinin oğluymuşum.

 

Bir gün geldi ki artık uzun bir hüzün ve düşünceden kendimi alamaz olmuştum.

Nihayet uzakça bir köyde oturan, ilim ve kehanetle tanınmış bir münzeviyi getirdiler.

- Ey efendi! Oğlumuz seviyor, aşk hastasıdır, cevabında bulundu.

Zavallı babam sordu:

- Muhterem efendim, kimi seviyor?

Bilge:

- Hiç kimseyi. İşte aşkın en tehlikeli şekli budur.

- Efendi oğlumuzun bağrını yakan aşk mutlak aşktır.

Bu aşka bir hedef bulmalı…

 

Bir gün hazin bir fasıl henüz tamamlanmıştı ki sokakta dolaşan bir tellal gür sesiyle:

- Kapalı bir sandık satıyorum. Değeri bin altındır. Lakin içinde ne var bilmiyorum. Kimse de bilmiyor. Bu sandığı alan da pişman, almayan da.

Tellalın bu feryadını ebeveynim de duymuş olduklarından belki içinde beni eğlendirecek bir şey çıkar diye derhal satın almışlardı.

 

Sayısız anahtar getirildi. İki gün uğraştım, uyan olmuyordu.

 

Sandığın içinde yalnız bir resim ve bir kağıt vardı.

Bu sandıktaki resim Maksut şehri padişahı Sultan Keramet'in kızı Ayine-yi Aşk Banu'nun resmidir.

Ey bu resmi görecek olan zavallı! Sen onun sahibine âşık olmakla başını belalara uğratacaksın.

 

Resme baktığımda boğuk bir feryat ve çığlık çıkarıp bayılmışım.

Ayine-yi Aşk Banu'yu sevmiştim. Çok kısa bir sürede kendimi topladım. Adeta hiç hasta olmamış gibiydim. Cananımın resmi elimden, hayali kalbimin levhasından düşmüyordu (s. 156).

 

…acıktı bir vedadan sonra yola çıktık.

Nihayet / Cablisa iklimine, Maksut şehrine ulaşmak mümkün oldu.

…sultanın sarayına gittik.

…bu uzun seyahate katlanmamızın sebebini sordular. Sebep ve maksadımız arz edilince çehreleri karıştı.

…şimdiye kadar binlerce yeniyetme genç, bu kızın uğrunda heder ve mahvoldu. Her talibe bir şeyler soruyor. Cevap veremeyen ölümle yüz yüze kalıyor. Ancak cevap verenle evlenecektir.

 

Beri perdenin ortası hizasındaki sedire oturtuldum.

Bir müddet sonra perde kaldırıldı. Yüksek bir sedir üstünde oturmuş olan Ayine-yi Aşk'ın yüzü peçeliydi.

- Delikanlı, gel bu sevdadan geç! Sorularıma cevap veren olmadı, cevap verecek kudreti olanlarsa benim vuslatımdan müstağnidir. Beni arzu edenlerse bu cevabı asla veremez.

 

…iyi dinle delikanlı! Evvela elif mi noktadan, yoksa nokta mı eliften çıktı? İkincisi, ne vakit oldu? Üçüncüsü, elifle noktanın birliğini bilfiil ispat edebilir misin? Bu soruların ardından yüzündeki peçeyi kaldırdı. Ben o eşsiz güzelliği görünce göz kamaştırıcı zevke dayanamayarak "Allahüekber!" feryadıyla düşüp bayıldım.

Gözümü açtığım zaman Aynalı Baba komik bir tavırla söylüyordu…

 

Leylasız Mecnunlar

Bugünkü hayalim dün kesildiği yerden başlamıştı. Ben bayılmıştım. Ayine-yi Aşk da benim ardımdan bir ah çekerek bayılmış olduğundan onu saraya, beni meskenime getirmişler.

Ben karar vermiştim. Eğer sorulara cevap vermezsem intihar edecektim.

Kahine soruları tekrar ettim ve bunların cevaplarını nasıl vereceğimizi sordum. Dedi ki:

-Oğlum bu suallerin cevaplarını ancak Vadi-yi Cünun sakinleri bilir.

Ben:

- Ee güzel, bu memleket ne taraftadır?

Kahin:

- Her tarafta.

Ertesi gün yola çıkmıştık Üç ay birçok şehir ve kasabayı boşu boşuna dolaştık. Vadi-yi Cünun denilmeye layık bir yer bulamadık.

Kahinle kahvelerimizi içerken mezarlıktan bir kahkaha işitiliyordu. Ardından diyordu ki:

Mekânsız olan iki yer var ki biri meskenidir

Biri Vadi-yi Hayret, birisi Şehr-i Cünun

Kahin sevinçle:

- Evladım, işte Şehr-i Cünun'u bulduk. Kalk haydi, sakinlerine tanışalım ve görüşelim, dedi.

"Halı işte şimdi görüşebileceğiz" diye yanaştım ve gelen zata:

- Beyefendim, hoş ve safa geldiniz.

Gelen - Aaa, safa gelemedim.

Ben - Efendim, isminiz?

Gelen - Her dakika değişir.

Ben - Şu halde kimsiniz efendim?

Gelen - Ben ne bileyim?

 

- Hey millet, işte nokta! dedi. (Sonra nefesiyle ısıta ısıta uzattı ve) İşte elif! dedi.

O vakit Mecnun ayağa kalktı ve:

- Elifin başka ismi varsa söyle, dedi.

 

- Delikanlı! İşte şimdi Leylasız Mecnun oldun. Çünkü Mecnun, Leyla oldu. Aradan Leyla da çıkarsa, o vakit elifin kulağıma söylenen diğer ismini öğrenebilirsin, dedi.

Ben aşırı haz içinde gözümü açtım.

 

Aynalı'nın Ebedi Uzleti

- Ee evladım, ben artık buradan göçüyorum. Görünüşte ayrılmamız lazım geldi.

- Ne yapalım evladım, gidiş geliş alemidir. Görünüşüne niye bakmalı?

Görünmez şimşek miydi bilmem, pek acıktı bir vedayla ayrıldık. Bütün gece uyku uyumadım. Seher vakti mezarlığa gittim.

 

Sevdiklerimden oluşan küçük bir cemaatle döndüm ve sevdiği ağaç altına defnettik.

 

…yadigâr olarak bana kalan eşya bir büyük, iki küçük cezve, dört beş fincan, yüz dirhem kadar şeker ve kahve, bir tane el yazması Kuran-ı Kerim ve ufak bir cep defterinden ibaretti.

 

Saadet

Her insan, / saadet aramaya başlar.

Lakin insan -insanıkamil müstesna olmak şartıyla- aradığı, istediği ve özlediği saadetin mahiyetini pek de bilmediği halde yine bilmediği bu meseleye bir had ve hudut tasavvur etmez ve tayin eylemez. Nice mesutlar vardır ki bu hırs ve tutku yüzünden mesut olmadığı zannında bulunur (s. 171).

 

Bir Kahve Alemi

.... senesinde Filistin'in .... şehrinde bulunuyordum.

 

- Aynalı Baba, seni beyler istiyor, buyrun! dedi.

 

Beni bilenler bilmeyenlere masa aşırı kim olduğumu anlatıyordu. Söyledikleri "Zararsız, tuhaf bir deli" cümlesiyle özetlenebilirdi.

 

Azizim, siz insanoğluna hizmetten vazgeçerek bu yaşantıyı ve garip kıyafeti niye tercih ettiniz?

Genç müdürün hal ve sözünde haddinden fazla saygı ve tam anlamıyla saflık vardı.

Ben insanlardan o kadar çok ihanet gördüm ki onlara fenalık etmemek şartıyla şu huzur veren şekilde ömrümü geçirmeyi daha uygun buldum (s. 182).

 

Gençlik İksiri

Suriye'nin .... şehrinde ....

…altmışından sonra evlenmeye kalkışmıştı. Acaba niçin?

 

- Haberin var mı ya Aynalı Baba? .... Bey'in nişanlısı .... Hanım kendisini görmeyi arzu etmiş.

 

.... Bey'e sıkça gidiyordum. Altı ay kadar pek hoş ve faydalı sohbetler ettik.

 

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

2. Basım, Ocak 2020