3 Şubat 2021 Çarşamba

Şiir: Cenab Şahabeddin - Tekazâ-yı Üslûb

TEKAZÂ-YI ÜSLÛB

Vücud-ı fikrime bir şehper-i melek yapsam
    Şeb-i elfaz u nur-ı hülyadan;
    Per-i fikrimle havz-ı rüyadan
Alıp köpükleri zevkimce bir çiçek yapsam:

Benim bütün emelim buydu şi’re başlarken..
    Per-i fikrimdeki hayat-ı şebab
    Şeb-i elfaz içinde oldu harab
Çıkarmadan yeni bir nağme târ-ı kafiyeden..

Açıldı şimdi nigâh-ı nühüfte beynimde
    Şeb-i hikmetteki hakîkatler
    Ezerek ruhumu, takallus eder
Birer elem gibi parmaklarım cebînimde;

Bütün dimâğımı berk-i hazan gibi çevirir
    Yeni bir gird-bâd-ı fikr-i hayat;
    Yeni bir medd ü cezr-i hissiyyât
Bütün sevahil-i bahr-ı hayalimi kemirir;

Hadâik-ı heyecanımda bir gül-i nev-hîz
    Ararım vermek üzre şi’rime can;
    Bulurum bir vesile-i halecan
Ki bâd-ı vezn edemez umduğum gibi tehzîz.

Bu cüst ü cû, bu tefekkür, bu sûzen-i ser-tîz
    Eder a’sâb-ı mağzımı mecruh;
    Eder üslûb-ı şi’rimi bî-ruh
Budur bu sûzen-i aklî, bu sûzen-i hûn-rîz.

Bu ıstırab-ı taharride hislerim ezilir;
    Gelir eş’ârıma lika-yı memat;
    Kâğıt üstünde deste-i kelimât
Soğuk birer cesed-i bî-nefes gibi dizilir.

Nasıl kalırsa, bütün yâdigâr-ı ömr olarak.
    Ölüye müncemid bir ince kefen..
    Bütün evrak-ı hiss ü fikrimden
Neşâidimde kalır öyle bir gubâr ancak...

Ölümle ruhumu meze eylerim yazarken ben;
    Okuyan belki bir tebessüm eder.
    Yazarım “Bûseler, Telâkiler”...
Bütün bürûdet-i firkatle kalbim inlerken...

28 Ocak 2021 Perşembe

Şiir: Turgut Uyar / Terziler Geldiler

TERZİLER GELDİLER

Terziler geldiler. Kırılmış büyük şeylere benzeyen şeylerle
daha çok koyu renklere ve daha çok ilişkilere
Bir kenti korkutan ve utandıran şeylerle.
Kumaşlar bulundu ve uyuyan kediler okşandı. Sonra
    sonsuz çalgısı sevinçsizliğin.
Çay içmeye gidenler vardı akşamüstü, parklara gidenler de
Duruma uymak kısaltıyordu günlerini artamayan eksilmeyen
                                                                                  bir hüzünle..
Yorgun ve solgundular, kumaşları buldular, kenti doldurdular
O çelenk onbin yıllıktı, taşıyıp getirdiler
Ölülerini gömmüşlerdi, kalabalıktılar, tozlarını silkmediler
Bütün caddeler boşaldı, herkes yol verdi,

    "Tanrıtanır kadınlar ve cumhuriyetçiler
    piyangocular, çiçek satın alanlar,
    balıkçılar ağlarım, paraketelerini, ırıplarmı, oltalarını
    zokalarını, çevirmelerini ve kepçelerini topladılar.
    Sigaralarım yere atıp söndürdüler sigara içenler."

Bir şey vardı ısınmaz kalın kumaşların altında, kesip biçtiler
Patron çıkardılar, karşılaştırdılar,
Katlanılmaz bir uykunun sonunu kesip biçtiler
Şarkılara başladılar ölmüş olan bir at için
Makaslarını bırakmadılar
Bekleniyorlardı.

    "Ey artık ölmüş olan at! -dediler-
    Ne güzeldi senin çılgınlığın, ne ulaşılırdı!
    Sen açardın,
    Otuzüçbin at türünün tek kaynağıydın sen!

    Tüylerin karaparlaktı. Koşumların,
    - kokulu yağlarla ovulup parlatılan-
    nasıl yakışırdı sağrılarına ve göke.
Göke bir ululuk katardı sonsuz biçimin, at!
    Toynaklarını liflerle ovardık
    Senin karaya boyanırdı koşuşun
    Uyandırırdı bütün karaları ve denizleri.
    Çılgın kişnemeni duyardık sonsuzun yanıbaşından
    Ne güzel gözlerin vardı Kara at!
    Binlerce kişi,
    - çocuklar, kadınlar, erkekler görkemli yahut
    darmadağın giysileriyle herkes
    körler ve cüzzamlılar,
    bütün kutsal kitaplar kalabalığı,
    ermişler, kargışlılar ve günahlılar
    gebe kadınlar, vâz edenler
    ve dondurmacılar ve at cambazları ve
    tecimenler ve kıralcılar ve gemicilerle
    Tanrıtanımazlar ve tefeciler ve
    yalvaçlar..
    ormanlardan ve kıyılardan ve kıraç yerlerden gelmiş
    senin mutlu ovanı doldurup
    haykırırlardı.
    Büyük sesler içinde sen, geçerdin..."

Terziler geldiler. Bu güneşler odaların dışındaydı artık.
Herkes titrek ve sabırsız, titrek ve sabırsız evlerinde
Gazeteler yazmadı, dükkânlar dönemindeydik
Yüzlerce odalarda yüzlerce terziler, pencerelerini kapadılar
Parmakları uzun, kurusolgun yüzleri sararmış, eskimiş
                                                                        durmaktan
Yitik saat köstekleri, titrek ve sabırsız yorgun bacakları
Her şeylerine yön veren durmuşluğa olur dediler
beğenip gülümsediler.

    "Ey artık ölmüş olan at! -dediler-
    Senin eyerin ne güzeldi.
    Dişi keçi derisinden, ofir altınıyla süslü
    Nasıl yaraşırdı belinin soylu çukurluğuna
    Seninle öteleri ansırdık.
    Öteler, baklanın ve pancarm duyarlığı
    Kedinin vardığı erişilmez kişilik
    Güneşli bir damda,
    içimizden gemiler kaldırırdın,
    Suyunu büyük şölenlere tazelerdik
    Bayramımızdın. Kuburlukların
    bütün kişniş ve badem doluydu.
    Şimdi dar dünya
    Ölümün büyük hızı kesildi."

Terziler geldiler, Ateş ve kan getirmediler.
Hüzünleri kan ve ateşti ama. Uğultulu bir şey
Ekspresler garlarda kaldı, ilâçlar çıldırdılar
Kenti bir baştan bir başa dolaştım, tıs yok
Bütün odalara dağıldılar. Sürahiler tozlu, pabuçlar kurumuş
    yerlerde kırpıntılar,

    "oyulmuş yakalar, kolevlerinden arta kalanlar
    vatka pamukları, verevine şeritler, kopçalar,
    düğmeler, ilikler
    iplik döküntüleri, kumaş parçalan,
    karanlık akşamüstüleri ve sabahlar,
    dükkân tabelâları kartvizitler..."

kasıklarına kadar çıkmış, en ufak bir ölüm bile yok.
Tarafsız bir aşk çağlıyordu onların solgunluğunda
Mutfaklarını kilitlediler, büyük, atsı giysiler kestiler,

    "Ey artık ölmüş olan at! -dediler-
    Koşuşun büyütürdü dünyayı senin!
    Sen nasıl da koşardın.
    Biz güneyde yatardık, sen koşardın
    Hangi at güzelse ondan da güzeldin
    Kuyruğun parlak savruluşuyla bölerdi
    bir karaya göğü
    ve yüceltirdi, ince bezekli kuskununu.
    Gemin güzel sesler çıkarırdı güzel
    ağzında,
    herkesi sevinçle haykırtan.
    Başın yaraşırdı düşüncemize ve
    gözlerine saygıyla bakardık..."

Terziler geldiler. Durgunluktu o dökük saçık giyindikleri
Yarım kalmışlardı. Tamamlanmadılar. Toplu odalarını sevdiler.
Ölümü hüzünle geçmişlerdi, ateşe tapardılar.
Kent eşiklerindeydi, ağlayışını duydular
Kestiler, biçtiler, dikmediler ve gitmediler,
iğnelerine iplik geçirip beklediler;

    "Ey artık ölmüş olan at! -dediler-
    En güzeli oydu işte, yüzünün
    savaşla ilişkisi.
    Boydanboya bir karşıkoyma, denge
    ve istekli bir azalma. Onu bilirdik.
    O ağaç senin kanınla beslenirdi,
    hepimizi besleyen.
    Bir ülkeyi yeniden yaratırdı şaşkınlığımız
    senin karşında,
    alışverişin, alfabenin, iplik döküntülerinin ve
    her şeyi düzeltmeye kalkışmanın yok ettiği..."

Ömer Seyfettin - Cambazın Aşkı

Serkan Tuna - Ömer Seyfettin’in Kayıp Bir Hikâyesi: Cambazın Aşkı

 …yayın hayatına 5 Ağustos 1897 tarihinde başlayan Musavver Terakki mecmuası

Derginin yazar kadrosu üzerinde çalışılırken “C. Nazmi” müstearına tesadüf edilmiş,

Ömer Seyfettin külliyatları taranmış, bu hikâyenin olmadığı görülmüş ve dikkatlere sunulmaya karar verilmiştir. Hikâyede anlatılanlar, Ömer Seyfettin’in özel hayatında ilgi duyduğu jimnastik, spor ve artistik hareketlerle özdeşleşmektedir.

 

“Cambazın Aşkı” hakkındaki ilk bilgi; hikâyeci tarafından, Hakkı Tarık Us’a gönderdiği 23 Şubat 1321 [8 Mart 1906] tarihli bir mektupta verilmektedir.

 

Ömer Seyfettin söz konusu mektubunda “Nam-ı müstearımla eser denilebilecek bir şey neşretmedim. Yalnız [C. Nazmi] imzasıyla [Canbazın Aşkı] serlevhalı büyük hikâyemi neşrettim ki küçüklük hayatıma, edebiyata çalıştığım ilk günlere ait olduğu için bence pek kıymettardır.” demektedir.

 

“C. Nazmi’’ imzasıyla okuyucuya sunulan “Cambazın Aşkı” hikâyesi, Musavver Terakki’nin beşinci senesi içerisinde “Küçük Hiss-i Hikâye’’ başlığıyla dokuz sayı tefrika edilmiştir.

(12 Haziran 1902 / 30 Mayıs 1318 / 6 Rebiyülevvel 1320) / Adet 22, sayfa 175 (7 Ağustos 1902 / 25 Temmuz 1318 / 26 Cemaziyelevvel 1320)

 

Adet 16, sayfa 126’da yer alan kısımda maalesef iki sayfalık kopukluk (sayfa 127 ve 128) vardır. Hikâyenin başlangıcı vardır ancak kopuk sayfalardan ötürü devamı yer almaz. Eksik sayfaların temini için yapılan katalog taramalarından sonuç alınamamıştır.

 

Hikâyenin başkarakteri olan Victor, bir cambazhanede kalabalıklar önünde cambazlık gösterisi yapar. Ara ara kendi gösterisine katılan direktörün kızı Rosa’a aşıktır.

Hikâyede olaylar Victor’un gözünden takip edilir.

Şahısların tümü yabancıdır.

 

Hikâyenin neşredilmeye başlandığı tarih 12 Haziran 1902’dir. Bu tarih Ömer Seyfettin’in Mekteb-i Harbiye-i Şahane yıllarına tesadüf eder.

 

Ömer Seyfettin - Cambazın Aşkı

Onun her soyunduğu vakit, şu cambaz fanilalarını giyerken uzun uzun pazularına bakmak adeti idi.

…Rosa oradaydı.

…jimnastik aletiyle, atlarla geçen hayat-ı mesaisinde hiçbir heyecan duymamıştı.

 

O gün yemekten sonra herkes şehre, kahvelere indi. Victor yalnız kalmaya ihtiyaç duydu.

 

Rosa ve hain Paul!

Bugünden itibaren Victor için bir cehennem hayatı başladı…

 

Kendi kahkahalarıyla, neşvetleriyle meşguldüler. Aylar geçti, ilkbahar geçti, yaz geçti. Victor’u ağlatan birçok hain geceler geçti.

 

Türklük Bilimi Araştırmaları, 48. Sayı / 2020-Güz / s. 189-204