12 Kasım 2013 Salı

Türk Edebiyatının Mitolojik Kaynakları

TÜRK EDEBİYATININ MİTOLOJİK KAYNAKLARI


Ünite 1
Mit, Mitoloji ve Edebiyat
Mit (mith) sözcüğünün kökeni Yunanca anlatı, hikâye anlamlarına gelen “mythos” tur.
Mit kutsal bir öyküyü, başlangıçtaki yeryüzünün hatta kâinatın başlangıcını ve kökenini anlatır.
Kült: Kutsallık atfedilene gösterilen saygı, inanç örüntüsüdür.

Mitlerin Kahramanları
Evren ≡Kozmos
Mitler, yaşatıldıkları kültürlerde gerçek kabul edilirler.
Mitlerin genel özellikleri
a) Tanrısal, olağanüstü varlıkları konu edinirler
b) Anlatılan gerçek ve kutsal kabul edilir.
c) Mit, daima yaratılış ve kökene ilişkindir. Mitler, insana özgü her anlamlı eylemin örnek tiplerini, modellerini oluştururlar.
d) Mitleri bilmek, kökenleri bilmektir. Tören havasında anlatılırlar.

Mitlerde Zaman Kavramı
Mitlerde zaman, süreklilik gösteren şimdiki zamandır.
Kökenlerle ilgili mitsel zaman “güçlü bir zaman”dır. Tekrara dayalı törensel uygulamaların sonucu olarak mitlerde zaman da kutsal niteliğe bürünmüştür. Şimdi ile mitlerde yaşanan zaman bütünleştirilir. Buna eş süremli zaman diyoruz.

Mitlerde Mekân
Kutsal ve kutsal olmayan mekânlar vardır. Yaratılışla ilgili anlatıların mekânı kutsaldır. Mekânı, kutsallıkla ilişkili olarak merkezi bir yapı içerisinde algılamaya merkez simgeciliği diyoruz. Merkezi kutsal mekân anlayışı gök, yer ve yeraltının birleştiği kutsal yer anlamındadır.

Mitlerin İçeriği ve Tasnifi
Köken ve Yaratılış Mitleri
a) Etiyolojik Mitler
Mitolojik zamanı aşamamış, ilkel topluluklarda yaygın olarak görülen mitlerdir. Teogoni mitlerinin oluşmadığı tek katmanlı kültüre sahip topluluklarda birincil önem sahiptirler.
b) Teogoni Mitleri
Tanrılar ve tanrısal varlıkların kökenine dair mitlerdir. Mitolojik zamanı aşıp tarihsel zamana dahil olurlar.
c) Kozmogoni Mitleri
Evrenin ve evrenin içerisindeki varlıkların nasıl oluştuğunu konu edinen mitlerdir.
d) Takvim Mitleri
Zamanın ölçümüyle ilgili sembolik öyküler, takvim mitlerinin içeriğini oluştururlar.
e) Antropogoni Mitleri
İnsanın kökenine dair mitlerdir. Türeyiş mitleri olarak da bilinirler.
f) Totem Mitleri
Bir boy veya milletin kökenini bitki, hayvan gibi başka bir nesneye/olguya bağlayarak tanrı-ata inancının oluşmasının sonucunda totemler ortaya çıkar. Totemlerin insanları bir arada tutma işlevi vardır.
g) Kahramanlık Mitleri
Atalar kültüyle ilişkilidirler. Kabile içindeki insanların eğitiminde önemli işlevleri vardır.

Eskatoloji Mitleri
İnsan veya dünyanın geleceği, sonu hakkındaki mitlerdir.
Mitler açıklayıcı özelliklere sahiptir. Bu nedenle bilim öncesi bilimi niteliğindedirler.

Mitlerin Şekli
Sözlü, törensel, görsel yollarla ifade edilebilmişlerdir. Bu nedenle şekil özellikleri kat’i çizgilerle belirlenemez.
Mitsel anlatılarda aldatıcı/yalancı tiplemeler karşımıza çıkmaktadır. Bu yolla inandırıcılıktan uzak inançlar için gerekçe bulan mitler, kutsallık atfettikleri anlatılarını korurlar. Aldatıcı figür/tip, trickster sözcüğüyle ifade ediliyor. Birçok gelenekte tilki, Kızılderililerde kurt, Türk mitolojisinde saksağan kuşu, taz (dazlak, kel) ve daha sonra halk masallarında karşımıza çıkan keloğlanın işlevi budur.
Mitlerin şeklini belirlemede esas ölçüt; içerik, işlev ve bağlamdır.

Mitlerin İşlevi
Mitler insan davranışları için örnek modeller olarak işlev görmektedir. Her dünya görüşü veya mitsel sistem kendi geleneksel değer ve kabulleri içinde kendine has bir mantıkla yaşamın ve evrenin çok önemli yönlerini açıklamaktadırlar. Köken açıklayıcı öğeler bu bağlamda mitlerin en işlevsel unsurları arasındadır.
Eski çağlarda pratik bilgiler bir şekilde mitsel anlatıların içerisinde soğurulur ve günümüzde akılcılığın yaptığı gibi mitsel bilgi içerisine indirgenirdi. Bu çerçevede mitler, ilmi düşüncenin ilk belirtileri olarak düşünülebilir.
Mitler insana yapmaya çalıştığı bir şeyin daha önce yapılmış olduğu konusunda bilgi verir. Mitin işlevi dünyaya, insanın varlığına ve davranışlarına bir anlam verecek olan modeller koyup bunları açıklamaktır.
Mitlerin kalıplaşmış törensel jestlerini taklit etmenin olumlu yanları vardır; bu tekrarlar tanrısal kahramanın eylemlerini insanların yapmasını sağlayarak insanların bir anlamda yücelmesine yardımcı olurlar.
Mitler, inanılması üzere anlatılırlar. Bu bağlamda mitler dogmanın temelidir.
Dil, bir simge sistemi olarak bize dünyayı algılamayı mümkün kılıyor. Mitler bu çerçevede en eski simge dağarcıklarıdır.
Bu simgelere yüklenen anlamlar, yüzlerce, binlerce yıllık birikimin sonucunda toplumların kültürel ve ahlaki yapılarında kendilerini gösterirler.
İlkel şifacılıkta mitsel ritüellerin kullanımı çok yaygındır.

Mitlerin İcra Bağlamı
Mitsel ritüel dünya düzeninin savunulması bağlamında düşünülmelidir. Ritüelleri uygulayanlar bu yolla düzeni tesis ettiklerine inanırlar. Bu bağlamda mitlerin dini düşüncenin gelişimindeki katkısı dikkate alınmalıdır.  
Mitsel ritüeller mahremdirler, yabancılara açık uygulamalar değildirler. Mitsel söylemin de kuralları vardır, günlük konuşmalar, alelade ifadeler bu ritüellerde kullanılmaz. 
Bazı kabilelerde mitler kadınlara da anlatılmaz. Mitler belli mevsimlerde özellikle gece vakti anlatılırlar. Hikâyeleri dinleyen kişilerin yıkanması en azından yüzünü yıkaması yaygın bir uygulamadır.
Bir Bantu halkı olan Tonga kabilesinde anlatıcı hikâyesini Kaç, Gwana ve Jaband sözcükleriyle bitirir. Gwana ve Jabana bu kabilenin inanışına göre ilk kadın ve erkektir. İsimleri anılarak ruh âlemine ulaşmalarına yardımcı olunur.
Mitsel ayinlerde günah çıkarma yaygın bir uygulamadır. Yıkanmak, tütsü yakmak, dans etmek gibi çeşitli şekillerde icra edilir.
Avcı kabilelerde büyü gücü olduğuna inanılan hikâye anlatıcısının av törenlerine katıldığı bilinir.

Mitoloji
Mythos + Logos
Mitos, söylenen veya duyulan sözdür.
Logos’un anlam bağlamı çok daha geniştir; insanda düşünce, doğada kanun olarak geçerli olan Logos’u kader, yazgı, kelam olarak düşünmek yanlış olmaz.
Logos sözcüğü ileri tarihlerde bilim/mantık anlamına gelen +loji sözcüğüne kaynaklık etmiştir. Bu çerçevede mitolojiyi, mitbilim, mit mantığı, mit çalışmaları olarak anlamak gerekir.
Antik Yunan’da mitos sözcüğü gerçek kabul edilen tarihin zıddı olarak kabul edilir; Herodot mitler için, “tarihi değeri olmayan, güvenilmez söz” tanımı yapmıştır. Platon’da da benzer düşüncededir. Günümüz bilimi bu yaklaşımı kabul etmez. Mitleri kendi anlam bağlamları içerisinde ciddiye alır. Bilimin mitleri ciddiye almasında Broslav Malinovski’nin çalışmaları etkili olmuştur.

Antik Dönemde Mitoloji
Yunan mitolojisinin temel kaynakları olan Odysseia ve İlyada’nın M.Ö. 9. yüzyılda yazıya geçirildiği kabul edilir. Hesiodos’un Teogonia’sı diğer bir kaynaktır.
Sicilyalı Evhemeros, M.Ö. 4. yüzyılda halk tarafından uydurma kabul edilen mitlerin tarihi gerçeklikler olduğunu dile getirir. Mitolojik hikâyelerin çok eski kral ve kahramanların hayat hikâyelerinin tanrısalaştırılması sonucu oluştuğunu öne sürer. Bu teoriye Evhemerism denir.  
Evhemeros’un düşünceleri Hıristiyanlığın paganlar karşısında başvurdukları argümanların içeriğini oluşturur.
Evhemerism, mitleri kutsallıktan arındırmayı amaçlayan bu yaklaşımın üç ayrı çalışma formu vardır.
a) Mitleri Terminolojik Arındırma: Mit sözcüğünü dışlayıp hikâyeyi kabul eder.
b) Mitleri Bütünleyici ve Dengeleyici Arındırma: İlkel, efsanevi yaftalarıyla yadsıma söz konusudur. Mitlerin yerine kültürel gelenekleri koymaya çalışır.
c) Mitleri Kısmî ve Yorumlayıcı Arındırma: Mitleri sembol ve simge olarak ele alırlar. Önemli olan bu sembollerle anlatılmaya çalışandır.
Sofistler ve Yeni-Platoncular mitleri ahlak ve ruh gerçekliklerinin sembolleri olarak gördüler. Platon ve Aristoteles mitlere karşıydılar.
Theon, mitin hakikatten bahseden uydurma açıklamalar olduğunu söyler. Plotinos ve Porphyrios mitleri felsefi düşünceler ve geleneklerin sembolleri olduğunu düşünürler.
Ortaçağda Rahip Banier, mitler ile azizlerin hikâyeleri arasında bağlantılar kurmaya çalışır. Bu bir tarihsel indirgeme çabasıydı.
1- Mitlerin mitograflarca tespiti: Mitleri yazıya geçirenlere mitograf denir.
2- Mitlerin felsefi eleştirileri
3- Bilim öncesi yorum: Evrenin kaynağını, cevherini arayan filozoflar mitlere kayıtsız kalmışlardır.
4- Doğal fenomenlere dayanan açıklamalar: Bazı doğal fenomenler için mitleri kaynak gösteren çalışmalardır. Apollo’nun ateş, Poseidon’un su, Artemis’in ay ve Hera’nın atmosfere olduğunu kabul eder.
5- Ruhsal niteliklere dayalı açıklamalar: Athena’yı doğru karar, Ares’i manasızlık, Afrodit’i arzu/istek, Hermes’i haberci/sezici kabul eder.
6- Etimolojik yorumlar
7- Tarihsel yorumlar: Herodot’la başlar. Herodot, mitlerin başka uygarlıklardan alınmış hikâyeler olarak kabul eder.
8- Efsaneler ve gelenekleri kaynak gösteren çalışmalar: Herodotus ve Prodicus bu yönde teoriler ortaya attılar. Temelleri Evhemeros’a dayanır.
9- Sosyal kontrol amaçlı yorumlar: Politik manevra aracı olarak mit kullanımı Eski Yunan ve Roma döneminde örnekleri görülür. Critias mitlerin sosyal düzeni sağlamak amacıyla uydurulduğunu söyler. Epicur mitleri insanın vicdansızlığının sonucu olarak kabul eder. Sokrates ve Platon mitleri şairlerin hayal gücüne dayandırır.
10- Psikolojik yorumlar: Prodicus, iyi bir hasat ve başarılı bir av için insanların minnet duygularının mitlere sebep olduğunu söyler.
Bu yorumlar Aydınlanma devri ile sarsılır.

Modern Çağda Mitoloji
18. yüzyılda Vico, mitleri tarihin canlı şahitleri olarak görür ve bunların incelemesi yapılmadan tarihe bakışın eksik kalacağını söyler. Bu yüzyıla kadar mit dendiğinde sadece Yunan mitolojisi anlaşılırken 19. yüzyıldan itibaren farklı medeniyetlerin farklı mitlere sahip olduğu fark edilmeye başlanmıştır.
Max Müller, mitleri güneşin yansımaları olarak izah eden bir yaklaşım benimsemiştir. Müller’in yaklaşımını benimseyenler Güneş-Mitolojistler olarak adlandırılır.
Mitlere yönelik kuramsal yaklaşımlar;
1- Bilişsel kategorilerin kaynağı olarak mit: Mitler, gizemli olaylar için açıklamalar içerir. Akılcı / rasyonel düşüncenin gelişmediği dönemde insanlar anlamlandırmakta güçlük çektikleri olgu ve fenomenleri insani niteliklere indirgeyerek kavramaya çalışarak mitleri icat ettiler. Aydınlanma döneminde taraftar bulan bir yaklaşımdır.
2- Sembolik ifade türü olarak mit: Mitolojiye, şiir ve müzik gibi yaratıcı bir etkinlik olarak bakan bu görüşü daha çok romantikler sahiplenmiştir.
3- Bilinçaltının izdüşümü olarak mit: Freud hayal kavramını mit örnekleri olarak sunmuştur.
4- Dünya görüşü olarak mit: Mitler, kişisel ve sosyal ihtiyaçları karşılayacak içeriklere sahiptirler. Kişiler bu unsurlar arasından seçim yaparak kendilerine dünya görüşü ihdas edebilirler.
5- Davranış şekli olarak mit: Mitler, zorunluluk ve imtiyazlar için makul gerekçeler sunabilir. Psikiyatride savunma mekanizmalarını örnekleyen bir yaklaşımdır.
6- Sosyal kurumların onayını alarak mit: İşlevselci yaklaşımda sosyal kurumlar anlam bağlamlarını pekiştirmede mitlerden yararlanırlar.
7- Sosyal uyumluluğun belirteci olarak mit: Bir kültürdeki sosyal kurumların geçerliliğini belirlemede o kuruma izdüşüm olabilecek mitolojik arka plan arayışıdır.
8- Kültürün, sosyal yapının aynası olarak mit: Mitlerin içeriğinde kültürel yapının izlerini sürer. Franz Boas ve öğrencilerinin izlediği bir yaklaşımdır.
9- Tarihsel bir durumun sonucu olarak mit: Mitlerin oluşumunda etkin olması muhtemel tarihsel olaylara yoğunlaşır.
10- Dini iletişim olarak mit: Mitleri bilgi aktarım aracı olarak değerlendirir.
11- Dini bir tür olarak mit: tarihçiler arasında rağbet gören bir yaklaşımdır.
12- Yapı aracı olarak mit: Levi Strauss’un yapısal mitoloji çalışmalarındaki ikili karşıtlık kavramı bu bağlamdaki en yeni bakış açısını teşkil eder.

Mitoloji ve Edebiyat
Sözlü Edebiyat ve Mit
Çeşitli nedenlerle kutsallığını yitiren mitlere yalancı öykü denir. Gerçek kabul edilen mitler ise büyük bir ciddiyetle anlatılır (kutsallık vurgusu). Kutsallığını yitiren mitler sözlü edebiyatın en işlevsel kaynağını oluşturur. Fabl anlatıları bu bağlamda dikkat çekicidir. Hayvan masallarının birçoğu başlangıçta mit idi.
Yazılı Edebiyat ve Mit
En eski örneği Sümerlerin Gılgamış Destanı’dır. Eski Mısır’da yazıya geçirilmiş olan Ölüler Kitabı’da bir diğer erken örnektir. Eski Hint’te Ramayana başta olmak üzere pek çok mitsel anlatı yazıya geçirilmiştir.
Rönesans’la birlikte Avrupa’da mitlere yönelik ilgi artmıştır. Sanatçılar mitleri içerik olarak ele almışlardır.
Dante, Boccaccio, Chaucer, Shakespeare, Milton, Goethe, Racine eserlerinde mitleri kullanmıştır. Aydınlanma döneminde mitler gözden düştüyse de edebiyatçıların mitlere olan ilgisi devam etti. Çağdaş dünya edebiyatının en önemli eserlerinden Ulysses, yine mitlerden beslenmiştir.


Ünite 2
Türk Mitolojisinin Orta Asya Kökenleri
Coğrafya Unsuru
Altay Dağları, Kırgız Bozkırları, Baykal Gölü çevresi, 90. Boylamın doğusu gibi çeşitli tespitler yapılmıştır. Göçebe kabilelerden müteşekkil topluluklar olduğu için stabil coğrafi çerçeve çizilememektedir.
İnsan Unsuru
Afanasevo tarafından yapılan çalışmalar sonucu bulunan, Orta Asya’da Minusinsk bölgesinde MÖ 2500-1700 yılları arasına ait arkeolojik bulgular ve Adronovo tarafından yapılan çalışmalarla MÖ. 1700-1200 yılları arasına ait bulgular Türk kültür tarihinin kökleri için zemin teşkil eder. Bu bölgede bulunan “brakisefal savaşçı beyaz ırk” Türk soyunun prototipi kabul edilir.
İnsanın ihtiyaçları önem sırasına göre, fizyolojik, emniyet, sevgi, itibar ve kendini gerçekleştirme şeklinde sıralanabilir.
Sıralanan ihtiyaçları karşılama hareketi, kültür üretimi anlamına gelmektedir.
Toplum Unsuru
Türk tarihinin orta Asya’da M.Ö. 4 yüzyılda başladığı kabul edilir. Bölge, bu tarihten önce de insan yaşamına mekân olarak hizmet etmiştir. Besserat ve V.A. Rano daha eski dönemlere ait bulgular ortaya koymuşlardır.

A.D. Graç’a göre anaerkil küçük kabileler halinde yaşayan topluluklar, M.Ö. ikinci binyıldan itibaren çobanlık ve avcılıkla ilgilenmeye başlamışlardır. Toplayıcı – avcılık hayat tarzı, Türklerin mitolojisinin oluşumu açısından önemli bir merhaledir (ağaç-orman kültü).
Bu dönemin ürünü olan “ağaçtan yaratılma miti” Türk köken mitlerinin en eskisidir.
Yakutlar arasında, ilk insanın kozmik ağacın içinde, belinden yukarısı çıplak bir kadın tarafından beslediği şeklinde bir inanç mevcuttur.
Yakut Türklerinin Er Sogotoh Destanında yer alan yaratılış mitinde Er Sogotoh yaratılmış ilk insandır, yeryüzüne indirilir. 
Kamlar, öldüklerinde toprağa gömülmezler, içi oyulan bir ağaca yerleştirilir. Ağaçla birlikte gömüldükten sonra, gömüldüğü yere bir ağaç dikilir. Kamın bütün eşyaları o ağaca asılır. Kutsanan ağaç kültünün temelleri bu inançta aranmalıdır. J.P. Roux’un tespitlerine göre Uygurlar, Kıpçaklar ve Oğuzlar başta olmak üzere pek çok mitte ağaca önemli roller atfedilir.
Türk mitolojisindeki en eski köken mitlerinden birisi olan “ağaçana” zaman içinde totemleşip bir kandaş topluluğun veya klanın totemini veya kolektif üst kimlik anlamında bizini oluşturmuştur.
Ağaç kültü, kadının prestijini de önemli ölçüde arttırmıştır. Tarıma, bitki yetiştiriciliğine meyledildiği süreçte kadın, doğuran ve doyuran olması nedeniyle ilahlaştırılır. Anaerkil yapının temeli burada aranmalıdır.
Altay ve Hakas Türklerinde ocak ateşinin kadınlar eliyle sürdürülmesi ritüeli, kadınların önemine vurgu yapmaktadır.
Altay dağları civarında yerleşik hayata geçip mağarada yaşamaya başlayan 10-15 kişilik gurupların başında kadın kamlar bulunurdu. Türklerde kamlık önceleri kadınların tekelindeydi.
Erken dönem Türk mitlerinde, ormandaki en güçlü hayvan olduğu için ayı kutsallaştırılır.
Belirli bir amaca yönelik her zorunlu eylem arkaik dünya için bir ritüeldir dolayısıyla dinseldir.
Şamanlığın oluşum serüveni, takvimsel zaman bakımından 20 veya 25 bin yıl öncesine uzanır.
Kamlık, ananın oluşturucusu ve yöneticisi olduğu kandaş toplumun örgütselliğini açıklayan bir temeldir.
Bu toplumsal yapı içerisinde kandaş örgütlenme üretimin ön şartıdır.
En kuvvetli kamlar kadın kamlardır. Yakutlarda erkek kamlar, özel cüppeleri bulunmadığı zaman kadın entarisi ile ayin yaparlar. Kamlar ve onların Müslümanlaşmış halleri kabul edilen baksılar saçlarını uzun tutarlar.
Kamlar için rüya çok önemli bir olgudur. Kamlık geleneklerinde gelecekten haber bildiren rüyaların anlatıcıları çoğunlukla kadındır.
Gece ve gün, aydınlık ve karanlık bu ikili anlayışın sonucu olarak kâinatı oluşturan iki temel esas; yer – karanlık / kararıg, gök – aydınlık / yaruk.
Daha sonra sekiz ayrı yönden esen rüzgârlar beş asli unsuru ortaya çıkarır: su, ateş, ağaç, maden/demir ve toprak.
Yeryüzündeki canlı ve cansız varlıkların tamamı bu beş unsurdan birine mensup addediliyor ve gök cisimlerinin biri ile ilişkilendiriliyordu. Türkler bu beş asli unsuru ve bunlarla ilişkili göklerdeki cisimleri kök sayıyordu. Buna (kök) kök, ruh, töz, oguş veya kut gibi adlar veriyorlardı.
Kut kavramı ayrıca önemlidir: Kut, hayatın özünü oluşturmak ve başarılı olup yaşayabilmek için mutlaka elde edilmesi ve elde edildikten sonra da kaybetmemek için sahip olunması gereken erdemlerle ilişkilendirilmişti. İşte bu töre kavramının ortaya çıkmasına imkân sağlar.
Yön tayini gök cisimleri yardımıyla sağlanıyordu.
Doğu yönü ağaç unsuru ile ilişkilendiriliyordu.
Güney yönü ateş ile ilişkilendiriliyordu.
Batı yönü maden unsuru ile ilişkilendiriliyordu.
Kuzey ise su ile ilişkilendiriliyordu.
Toprak merkez kabul edilirdi.
Kutup yıldızı (Demir kazık, Altın kazık) Gök Tanrı’nın makamı olarak kabul ediliyordu.
Kutup yıldızı merkez teşkil edecek şekilde dört ana yön ve dört ara yönde bir sarayın bulunduğu sınıflandırma vardı. Bu sekiz köşeli yıldız Osmanlı Devleti ve Azerbaycan’ın bayraklarında yer alır.
Ölüleri kişisel eşyalarıyla gömmelerinden dolayı ölümden sonra yaşama inandıklarını söyleyebiliyoruz.
Eski Türklerde Uçmak denilen cennetin de gökte olduğuna inanılır.
Belirli bir dağ, tepe, ırmak, göl, pınar, ağaç ve hatta kaya, yer-su olarak kabul edilir. Yani adeta canlı birer varlıkmış gibi kişileştirilirler.
Umay tapıncı, erkeklere kapalı gizli bir kadın ritüelidir. Anaerkil dönemin bir uzantısı olarak kabul edilir. Umay ana anaerkil dönemin en önemli tanrıçası olarak kabul edilir. Albastı ve alkızı olarak günümüzde yaşamakta olan inançların kaynağı da yine bu Umay inancıdır.
Albastı Türk boylarında kara ve sarı olmak üzere ikiye ayrılır. Bazı Türk boylarında altı kız kardeş denilen kötü ruh zümreleri olduklarına inanılır. Özellikleri insanların kutlarını (ruhlarını) alıp götürmeleridir. Türk boylarında albastı veya alkarısı denilen bu varlığın doğum esnasında ve lohusalık denilen dönemde insanın ciğerini alıp götürdüğüne inanılır.
Erkek egemen yaşantıyla birlikte Umay ve benzeri orman kültleri demir ve demirci kültleri karşısında önemlerini kaybetmeye başlar. Kamlık da bu dönemle birlikte erkeklere geçmeye başlar.
Erkek egemen sürecin başlangıcında dağ kültü vardır. Çeşitli boylar ve kabileler kökenlerini belli bir dağa izafe ederler.
Anaerkil dönemin ana ocağı ve kadın kampının yerine erkek egemen dönemde ata ocağı ve erkekler kampı tesis edilir.
Kadınların bitki kültüne karşı erkek egemen dönemde hayvan kültü oluşur.

Avcı Çobanlar Döneminde Türk Mitolojisi
Doğayla karşı karşıya olan avcı, duadan önce büyüye ihtiyaç duyar. Erkeklerin kamlık yapmaya başlamasıyla birlikte ayı-ata, kuş-ata ve geyik-ata adı verilen kültürler oluşmuştur. Bunlar kam cüppeleriydiler.
Ateşte demir döven demirciler, herkesin korkup çekindiği büyücüler olarak kabul ediliyordu, zira madene şekil veriyorlardı. Yakutlar arasında demircilik, kamlıktan sonraki en saygın meslektir.
Kabilelerdeki nüfusun artmasıyla birlikte kabile reisinin Gök Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcileri olarak kabul edilir algılanmaya başlamıştır.
Ötüken ormanının (Ötüken Yış) Gök Tanrı’ya ulaşılan geçit olarak kabul edildiği dönemde bu bölgeye hâkim olan kişinin muzaffer olabildiği inancı yaygınlaşmıştır.
Türklerin bozkıra yönelmesiyle birlikte daha önceki totemleri olan ayının yerini bozkurt alır.
Kabilelerin çoğalması ve arazi kavgalarının ortaya çıkması kağanlık ve devleti ihtiyaç haline getirmiştir.
Kağanlığın meşru kabul edilebilmesi için bozkurt-ana miti ortaya çıkmış ve Asena/Aşina Hanedanı meydana gelmiştir.
Türklerin türeyiş mitlerinde dişi bozkurtla birleşen erkek ve kaçırılan kadınlarla birleşen hayvanlar çıkar karşımıza.
Avcı-toplayıcı insanların hayatında atın evcilleştirilmesi önemli bir merhaledir.
Türk mitolojisinde ataları göl, deniz gibi suların derinliklerinde yaşayan olağanüstü aygırla çiftleşen kısrakların gerektiği gibi bakımı yapılırsa kanatlı ata yani tulpara dönüşeceğine inanılırdı.
Gök kubbeyi üzerlerinde bir çadır olarak telakki eden Türklerde evrensel dünya görüşü erken dönemlerde kendine yer bulur. Hunların kısa süre içinde bir dünya devleti olarak tarih sahnesine çıkışının gerisinde bu gibi detayların yer aldığını akılda tutmak gerekir.
Kutup yıldızını gök kubbenin ortasındaki direk olarak kabul eden mitlerde yıldızın ismi Demirkazık / Altınkazık olarak geçer.

Ünite 3
Türk Mitolojisinin Kültleri ve Türk Dünyasındaki Çeşitlemeleri
Kült sözcüğünün Türkçeye, Fransızcadaki “culte” sözcüğünden gelmiştir. Fransızcaya da Latince, “cultus” yani tapınma anlamındaki sözcükten geçmiştir.
Animizm, insan düşüncesinin en erken dönemlerinde, insanların doğal çevrelerindeki, canlı-cansız her şeyin “canlı” bir ruhu ve buna bağlı bir bilinç hali olduğuna inanmalarıdır. Buna bağlı olarak pek çok kült oluşmuştur.
Türklerin yaşadığı geniş coğrafyada etkileşimde bulundukları farklı kültürlerin tesiriyle bu kültler çeşitlenmiştir.

Teogoni Mitleri
Teogoni, Tanrıların doğuşu ve oluşumunu anlatan mitlerdir.
Türklerin teogoni mitlerini şamanlığın evreni gökyüzü, yeryüzü ve yeraltı olarak üç katmana ayırmasından hareketle üç kategoride tasnif edebiliriz.

Gökyüzü Mitleri
Gök Tanrı
Gökyüzünün ulaşılmazlığı ona dair olağanüstü ve aşkın bir güç anlayışını doğurmuştur.
İlkel mitolojilerde gökyüzü, tanrıların ikametgâhı olarak telakki edilir. Buradan doğa olaylarını kontrol eder, rüzgârları yönlendirir.
Eski Türklerde Gök Tanrı, yaşam (kut) ve talihin (ülüğ) dağıtıcısı, paylaştırıcısıdır.
Bu nedenle Gök Tanrı’ya dua edilir. Onun için yılda iki defa törenler düzenlenir. Tercihen lekesiz, sütbeyaz aygır kurban edilir.

Güneş, Ay ve Yıldız Kültleri
Tanrı sözcüğünün etimolojik açıklamaları arasında, “tang” (tan) kökünden geldiği ileri sürülen görüşlerden biridir. “Tang” güneşin doğduğu yerdir ve “Tanrı” da “güneşi çağıran”, “onun doğmasını sağlayan” anlamındadır.
Ateşi yeryüzünde güneşin temsilcisidir.
Kamlara göre güneş ve ay tutulmalarının nedeni, kötü ruhların onları yakalayıp karanlık dünyaya sürüklemeleridir. Bu nedenle kötü ruhları kovalamak için davullar çalar, bağırıp çağırırlar.
Gök Tanrı kültünün sembolü güneştir.
Umay kültünün sembolü aydır.
Türk bayrağındaki ay ve yıldızın bir anlamı da budur. Moğol bayrağında da ay ve güneş yer alır.
Göktürklerin paralarının üzerinde de ay ve güneş sembolleri vardır.

Ülgen
Altay Türklerinin dua ve ilahilerinde “Ülgen” en büyük yaratıcı Tanrı olarak yer alır. Ülgen sözcüğü “ulu” ve “büyük” anlamına gelir. Şor, Teleüt ve Güney Altay Türklerinde Ülgen’e “Kuday” (kut-ay) denilir. Kayrakan da yine en büyük tanrı anlamında kullanılan bir sıfattır.
Kızagan ve Mergen ise Ülgen’in yardımcısı iyi ruhlardır.
Bir insana benzediği düşünülen Ülgen için ak nur, nurlu bakan, fırtına koparak, şimşek çıkaran, yakıcı gibi sıfatlar kullanılır.
Ülgen’in yedi oğlu ve dokuz kızı vardır. Bunlar çeşitli işlerinde ona yardımcı olurlar.

Yayık
Ülgen ile insanlar, kamlar arasındaki en önemli yardımcı ruhtur. Ülgen tanrı onu insanları koruması ve yardımcı olması için yeryüzüne göndermiştir.
Kısrakların ilkbaharda sağılan ilk sütü yulafla karıştırılarak Yayık için saçı kurbanı olarak saçılır. Yayık’a beyaz kumaşla tasvirler yapılır, şeritten kurdeleler dikilir. Bu tasvirler iki kayın ağacının arasına asılırdı. Ağaçlara asılan bez parçalarının bu ritüele dayandığı aşikârdır.

Suyla
Gökyüzünde yaşadığı, güneşle ayın bir parçası olarak kabul edilir. Gözleri at gözü şeklinde tahayyül edilir. Çok iyi gören ve insanları koruyan bir ruhtur. İnsanların hayatlarındaki değişiklikleri Ülgen’e bildirir. Karlık adlı tanrısal güç, Suyla ile aynı görevleri üstlenir. Kurban törenlerinde kama yardım eder.

Utkuuçı
Ülgen’in en yakın elçisidir. Ülgen için düzenlenen törenlerde kamları kutup yıldızında karşılar. Kamın getirdiği kurbanı alıp Ülgen’e götürür. Kam, Utkuuçı’dan aldığı kazlarla yeryüzüne geri döner.

Ürün Aar Toyon
Yakut Türkleri Türk mitolojisini en iyi şekilde koruyan topluluktur. Yakutlar, gökyüzünde iyi tanrılar ve kötü şeytanların yaşadığına inanırlar. En büyükleri ulu tanrı Ürün Aar Toyon’dur. Bütün tanrıları o yönetir. Eşi, Kün Kübey Hatun güneşle bir tutulur. İki oğul iki de kızları vardır.
İkinci dereceden bir tanrı olan Uluu Suorun Toyon insana can verir. Oyun (kam/şaman) olacak kişileri o tayin eder. Cılğa Haan Toyon ve Tanha Haan Toyon kadere hükmederler. Ayııt Hatun ve İeyehsit çocukların doğmasını ve hayatın devam etmesini sağlarlar. Bu ikisinin diğer Türk boylarında görülen Ana Maygıl, Ak Ene ve Umay gibi ruhlarla benzer özellikleri vardır. Bebeği Al Karısı ve Albıs denen kötü ruhlardan korumakla da görevlidirler.
Hagdan Buuray Toyon bel bükülmesi ve kamburluğu, Dohsun Duyar deliliği, Çaaday Bolloh göz ve ayak hastalıklarını, Kere Ubahalaah Hatun mide ve eklem ağrılarını insanlara musallat ederler. İlbis Kuba ve Orol Uola kıskançlık, kin ve intihar duygularını aşılayan kötü ruhlardır.

Yeryüzü Tanrıları
Eski Türkler dağ, tepe, pınar gibi tabiat unsurlarına kutsallık atfediyorlardı. Bu tür ruhlara sahip / iye diyorlardı. Günümüzde de olağanüstülük atfedilen yerlere “sahipli” denilmektedir. Sahip anlamında “ıssı”, “iyesi” gibi sözcükler de kullanılır. Sahibi olmayan yerlere de ıssız denmesinin nedeni bu inanca dayanmaktadır.
Orhun Yazıtlarında kutsal varlık olarak Kök Tengri, Umay, Yağız Yir, Iduk Yir Sub (kutsal yer su) çıkar karşımıza. Suya kutsallık atfedilerek belli zamanlarda sulardaki ruhlar için ayinler yapılmaktaydı.

Ruh, Kişioğlu, Arvak
Eski Türklerde ruhun uçabildiğine inanılırdı. Altay Türklerine göre insanın canlılık hali “tın”, ölüp kalmayı ifade eden anlamdaki canına “süne” denilirdi. Candan ve tından ayrı olarak, insanın kimlik ve kişiliğini oluşturan unsurlar üçüncü bir ruhsal varlık olarak kabul edilirdi.
Yakut Türkleri “iye kııl” tabiriyle kam/şamanın hayvan suretindeki canını işaret ederler.
Kırgız/Kazak Türkleri “arvak-eş” tabirini bir insanın eşi olan ruh anlamında kullanırlardı. Bu ruh insan vücudundan ayrılıp dolaşabilir, çeşitli hayvanların suretinde görülebilirdi. Sadece baksıların arvağı olmaz. Arvak kavramı iye kııl kavramıyla aynı muhtevaya sahiptir. Türklerin Müslüman olmalarından sonra da bazı menakıpnamelerde benzer motifler kaşımıza çıkmaktadır (Hacı Bektaş Veli’nin şahin olarak uçması gibi).

Yo Kan
Altay Türkleri arasında en güçlü ruhlardan biri olduğuna inanılır. So Kan ve Temir Kan adında iki oğlu vardır. Yo Kan, dünyanın merkezinde bulunup ucu Ülgen’in evine kadar ulaşan bir çam ağacında oturur.
Yakutların inandığı Aan Alahçın Hotun ise büyük bir kayın ağacında oturur.

Talay Kan
Suların hâkimi ve ölülerin koruyucusudur.
Evinin Yayık adı verilen on yedi denizin birleştiği yerde olduğuna inanılır. Yakutlarda Küah Bolloh Toyon (Ukulaan Ayıı) su ruhu olarak kabul edilir.

Ana Maygıl, Ak Ene
Ak Ene (Ak Ana) Ülgen’e yaratma ilhamını vermiştir. Umay’ın kalıntısı veya ad değiştirmiş biçimi olarak kabul edilir. Ana Maygıl da benzer özellikler arz eder. Bu dişi ruha “ulus anası” da denir. Boy ve soy anlamında ulusu korur.

Umay
İnsanın doğumu ve büyüme süreciyle ilgili görevleri vardır. Gebe kadınların koruyucusudur. Şamanizmin erken dönemlerinde Umay yaratıcı dişi tanrıçadır.
Koruyucu ruh formundaki Umay kültü, İslam toplumlarında Hz. Fatma kültü içerisinde yaşamaya devam etmektedir.

Al Karısı, Albıs, Al Ruhu
Al ruhu ateş kültüyle ilgilidir. Kötü bir ruhtur. Lohusalara musallat olur. Gebe kadını ve bebeği öldürür. Bebeğin ciğerini suda yıkayıp yer.
Kazak, Kırgız ve Başkurtlarda albastı, kara albastı ve sarı albastı olmak üzere ikiye ayrılır. Sarı albastılar hoca, kam ve baksıların dualarıyla uzaklaştırılırlar. Kara albastı sadece kendisini görebilen “ocaklı”dan korkar. Sarı albastılar hoppa ve şarlatan kabul edilirler. Sarışın bir kadın, keçi veya tilki kılığında insana görünürler. Kazan Tatarları Albastıların, terkedilmiş ev ve bozkırlarda insanlara çeşitli şekillerde görünerek yolunu şaşırttıklarına inanırlar.
Tuva Türkleri, Albas dedikleri kötü ruhun evlenmemiş bir kızdan türediğine, kumsal ve kayalıklarda keçi gibi sesler çıkardıklarına inanırlar.
Altay Türkleri Almıs dedikleri bu kötü ruhu Erlik’in hizmetçilerinden biri olarak kabul ederler. Özbekler Albastıyı şeytan, cin ve perilerden farklı, yaşlı ve dağınık saçlı bir kadın olarak tahayyül ederler. Lohusayı boğmasın diye gebe kadını yalnız bırakmazlar. Saha Türklerinde Abası denilen bu ruh, insanların kutundan çalan kötü ve obur bir varlıktır.
Albastının demirciden ve metalden korktuğu kabul edilir. Bu nedenle lohusayı korumak için yastığının altına çeşitli metal objeler koyarlar.

Kasırga, Rüzgâr ve Yel Ruhu
Saha Türkleri rüzgârların, Tıal Holoruk İççite adını verdikleri bir ruhu olduğuna inanırlar. Gök gürültüsü ruhuna Etin İççite, yıldırımın ruhuna Çağılgan İççite adını verirler. Anadolu’da yakın geçmişe kadar yel çarpması dediğimiz olaya cin çarpması adı verilir.
Azeri Türkleri rüzgârları yöneten Yel Baba’ya inanırlar. Hakas Türklerinde de Yel İyesi / Sahibi (Şil Eezi) rüzgârların yöneticisidir. Aynı olgu Macar mitolojisinde Sel Ane adıyla karşımıza çıkar.

Taş, Kaya Ruhu
Çeşitli taşlarda çeşitli güçleri olan ruhların var olduğu yönündeki inanç hemen bütün mitolojilerde mevcuttur. Taş kesilmek iyiler için bir ödül, kötüler içinse bir çeşit cezalandırılma şeklinde kaşımıza çıkar.
Yada taşı Altay Türklerinde Cada, Kırgızlarda Caytaş ve diğer Türk boylarında yada / yat adıyla bilinir. Bu taş çeşitli meteorolojik olayları yönetebilir. Arap kaynaklarında bu taşın Türklere Nuh Peygamberin oğlu Yafes aracılığıyla geçtiği belirtilir. Bu taşın gücünü yadacı denilen kamlar yönetirdi.

Dağ Ruhu
Avcılar için avın bereketli olması dağ ruhuna dua edilmesine adaklar sunulmasına bağlanırdı. Çeşitli kabileler kendi soylarını belli bir dağın ruhuyla özdeşleştirdikleri görülür. Saha Türkleri dağın ruhuna Tıa İççite derler.
Türklerde, dağın göğe yakın olması onu kutsallaştıran bir vakıadır.

Ateş Ruhu
Türk kültüründe ateş arındırıcı, kötü ruhları uzaklaştıran niteliklere sahiptir. Ateşe çeşitli güçler izafe edilmişse de tanrı olarak kabul edilmemiştir. Aile ocağının kutsallığı, kabilenin ilk olarak bir ateş çevresinde bir araya gelmiş olmasıyla ilgilidir.
Altay, Şor, Teleüt ve Saha Türklerinde ateş için saçı kurbanı yapılırdı. Teleüt Türkleri ateş ruhuna Ot Ene (Ateş Ana) derler. Çuvaş Türkleri ateşin biri erkek biri dişi olmak üzere iki ruhu olduğuna inanırlardı. Saha Türklerinde ateşin ruhu Hatan Temieriye (Aan Uhhan) olarak adlandırılır.

Su Ruhu
Türk mitolojisinde su her şeyin başı, anası konumundadır. Pınarlar, yeraltı ruhlarının yeryüzüne çıkış yerleridir. Suların sahipleri veya iyeleri vardır ve bunlar kızdırılmamalıdır.

Ev Ruhları
Çeşitli Türk boyları evlerini koruyan ruhlara inanırlar. Ev ruhu mutsuz olursa ev halkı hastalanır. Ev ruhunu memnun etmek için saçı kurbanı uygulanan yaygın bir gelenekti. Kapının eşiği veya pervazı, ev ruhunun bulunduğu yerdir. Bu nedenle eşik çok önemlidir.
Altay Türklerinde Erlik’in oğulları Karaş, Kerey, Kaan, Temir Kaan, Bay Maatır ve Padış Biy’in eşik muhafızları olduğuna inanılır.
Pay Maatır’ın kızları da eşikte kapıcıdırlar ve kam dualarında kara yılana benzetilirler. Eşikte görülen yılana, aile halkının sağlıklı kalması için itibar edilir.

Ata Ruhları
Ölmüş ataların kendilerine yardımcı olması amacıyla ölenler için yapılan törenler Atalar kültürünü oluşturmuştur.
Atalar kültünde belli bir ata için tören yapılır, kurban kesilir.
Altay Türklerine göre ölen kişini ruhu yeraltı dünyasına gider. Burada Erlik’in ölüm elçisi Aldaçı tarafından karşılanır. Ölen her kişi burada körmös’e dönüşür. İnsanın canı kabul edilen süne ise Aldaçı ile birlikte ölenin akrabalarının arasında dolaşır ve onlardan kurban ister.
Kabilelerde sancağa kutsallık atfedilirdi. Kabilenin atalarının ruhlarının sancakla aracılığıyla yanlarında olduğuna inanılırdı. Göktürk sancağı bu nedenle kurt başıyla süslenmişti. Sancağa izafe edilen kutsallık bugünün Türkiye’sinde de yaşamaktadır.

Yeraltı Tanrıları
Erlik
Yeraltı dünyasının ruhudur. Atletik vücutlu yaşlı bir adam olarak tahayyül edilir. Sakalları dizlerine kadar uzun ve ikiye ayrıktır. Azı dişi şeklinde bıyıkları vardır. Boynuzlu ve kıvırcık saçlıdır. Kam alkışlarında Erlik’e Kayrakan’da denir. Anlamı ölümü getirendir.
Yeraltındaki sarayında yaşar. Sarayı, insanların gözyaşlarıyla oluşan dokuz nehrin birleşerek Doymadım Nehri’ni oluşturduğu bir yerdedir. Nehrin üstünde at kılından bir köprü vardır. Yeraltından kaçmaya çalışan ölüler bu köprüden geçmeye çalışırken Erlik onları yeniden nehre atar. Başka bir inanışa göre saray, abra ve yutpa denen su canavarlarıyla dolu Bay Deniz’in kıyısındadır.
Erlik, akşamları kanlı yemekleri yiyip akciğer kanı içer.
Kendisine kurbanlık adanır ve verilmezse insanlara ve hayvanlara felaketler getirir. Cezalandırmak üzere yanına aldığı ölülere körmös denir. Bu ruhları kötülük yapmaları için yeryüzüne gönderir.

Erlik’in Oğulları
Demir başlı yedi veya dokuz oğlu vardır. Kerey Kaan, Pay Maatır, Kaan Karaş, Kömür Kaan, Mattır, Padış Biy, Padış Kerey, Biy Yabaş, Temir Han. Bunlar yeraltı canavarlarını idare ederler.
Kapı eşiklerini korudukları için Altay Türkleri bunlara çokça saygı duyar.

Erlik’in Kızları
Bazı rivayetlerde iki (Sekiz Gözlü Kiştey Ana, Erke Soltan) bazılarında ise dokuz kızdan söz edilir. Zamanlarını oyun ve eğlenceyle geçirirler. Kurbanı kaçırmak için kamları kandırmaya çalıştıkları yönünde çeşitli rivayetler de vardır.

Kozmogoni Mitleri
Türk mitolojisinde yaratılışla ilgili mitler son birkaç yüzyılda derlenmişlerdir. Dolayısıyla birçoğu çeşitli dinlerden etkiler taşır. En orijinali Radloff’un derlediği Altay Türklerinin yaratılış mitidir.
Yaratıcı tanrı Kuday, insanla birlikte su üstünde uçar. Tanrı suya dalıp kişiye toprak getirmesini emreder. Kişi emri yerine getirir. Tanrı gelen toprakla yeryüzünü oluşturur. Kişinin ağzında saklı topraklarla da dağlar ve tepeler oluşur. Tanrı kendisine Kurbustan, kişiyi de Erlik, “şeytan” der. İyilerle kötüler arasında böylece ayrım yapmış olur.
Tanrı, insanlar türesin diye ağacı, bitkileri ve hayvanları yaratır. İşi bitince göğe çekilir yerine Mangdaşire’yi bırakır. Mangdaşire, şeytan Erlik’in dünyasını parçalar. Erlik’e bağlı insanlar yeryüzüne düşüp ölürler. 
Middendorf’un Yakut Türklerinden derlediği mite göre, tanrı küçük ve düz bir dünya yaratmıştır. Şeytan bu dünyayı bozar. Bunun üzerine tanrı daha büyük bir dünya kurar. Şeytanın ayak bastığı yerler suyla dolar. Kabaran yerler de dağa dönüşür.
Yenisey Türklerinden Anuçin’in derlediği mitte tanrının yerini bir şamanın aldığı görülür. Evren yine büyük bir deniz şeklindedir. Kam çeşitli kuşlarla birlikte uçmaktadır. Dinlenmek istediğinde kuşlardan suya dalıp toprak bulmalarını ister. Getirilen topraklarla adalar yapıp üzerine konarlar.

Gök
Hem maddi hem de manevi bakımdan gök, Türkler için çok önemlidir. Orhun Yazıtlarında Türklerin tanrısı olarak Gök Tanrı kaşımıza çıkar. Gücünü ondan alan ve insanlara yardım eden ise Gök Börü diye adlandırılır. Gök Börü, Bozkurt’un diğer adıdır. Göktürk kağanlarının da gökyüzünde doğduğuna inanılırdı.

Gök Ejderi
Doğu yönünü belirleyen yıldızlardan Ağaç yıldızı ve Müşteri yıldızının büyük bir canavar olduğu düşünülürdü. Bu gök ejderinin göğün en alt katında yer alan ve bütün gök cisimlerinin bağlı olduğu çarkı çevirdiğine inanılırdı.

Yıldırım, Şimşek ve Gök Gürültüsü
Bunlar Gök Tanrı’nın silahları ve varlık göstergesi olarak kabul edilir. Bu olayları sevinçle karşılar, sevinçlerini gökyüzüne oklar atarak, danslar ederek sergilerler. Yakut Türkleri, yıldırımla çarpılmış şamanı kutsal ve en saygın şaman olarak kabul ederler.

Yer Ana, Yeryüzü
Yaratan, hayat veren bir unsurdur. Erken zamanlardaki Ulu Ana, Kan Nine gibi adlandırmalar günümüzde Toprak Ana olarak devam etmektedir. Iduk yir sub diye karşımıza çıkan kutsal yer ve su, Yer Ana inancıyla ilgilidir. Yer ulu v ilk başlangıçtır. Umay, toprağı temsil eden bir tanrıçadır. Yer iyesi günümüzde Karaçay-Malkar Türklerinde cey teyri adıyla yaşamaktadır. Kumuk Türklerinde yer iyesi adıyla yaşamaktadır. Altay destanlarında Yer Ana, kahramanlara yardım eder. Bazı metinlerde Yer Ana büyük bir kayın ağacının gövdesinde yaşayan yaşlı bir kadın olarak tasvir edilir.

Dünyanın Şekli
Türk mitolojisinde dünya dörtgen şeklinde telakki edilir. Dünya, evrensel bir nehirle sınırlanmaktadır. Hayvanların üzerinde durduğu kabul edilir. Depremler de bu hayvanın hareketi nedeniyledir. Teleüt Türklerine ait bir destanda dünya dört öküzün üzerinde tahayyül edilir. Kırgız Türklerine bir anlatıya göre yerin altında bir okyanus vardır. Okyanusun üzerinde bulutlar, bulutların üzerinde büyük bir kaya, onun üzerinde de bir öküz vardır. Dünya, işte bu öküzün boynuzları üzerinde kabul edilir. Altay Türklerinde dünyanın öküzler tarafından çekilen, çadırlı bir araba olarak anlatıldığı metinler vardır. Kırım bölgesindeki bir destanda dünya boğanın boynuzları arasındadır. Boğanın altında bir deniz, denizde de büyü bir balık vardır. Balığın altında ise karanlık bir dünya vardır. Saha Türklerinde dünya Baykal gölünde yaşayan bir balığın üzerindedir.

Dağ
Gökyüzüne yakın oldukları için kutsal kabul edilirler. Dağlar ata ruhlarının toplandığı mekânlardır ve her birinin kendi ruhu vardır. Ötüken dağı dünyanın merkezi kabul edilir. Dünyanın enerjisi bu merkezden insanlara yayılır. Kamlar, rüyalarında bu dağa tırmanır ve Ülgen tanrıya adaklarını sunar.

Ağaç
Ağaç kökleriyle yeraltına, gözdesiyle yeryüzüne, dallarıyla da gökyüzüne temas eder. Bu özellikleri nedeniyle kutsaldır.
Türk mitolojisinde dünya ağacı sırık şeklinde Kutup yıldızına kadar uzanan bir eksene sahiptir. Altay Türklerinde bu ağaç çam ağacıdır. Göğü delip çıkar ve Ülgen tanrı bunun üzerinde oturur. Abakan Türklerine göre dünyanın ortasında göğe kadar uzanan demir bir dağ vardır. Bu dağın üzerinde yedi dallı bir kayın ağacı yer alır. Sibirya Tatarlarına göre bu ağacın bir eşi de yer altındadır. Saha Türklerine göre bu bir kayın ağacıdır ve üzerinde çift başlı bir kartal yer alır. İşi gökleri korumaktır.

Yeraltı
Yeryüzünün tersi olarak düşünülür. Yeryüzünde gece yaşanırken orada gündüz yaşanır. Bu inanış nedeniyle kurganlarda mezara konulan nesneler yeraltında sağlam olarak ortaya çıksınlar diye kırılırdı.

Antopogoni Mitleri
İnsanın türeyişiyle ilgilidirler.

Ağaç Ana/Ata
Kayın ağacı Türklerde kutsal kabul edildiği için “boy kayın” (ulu kayın) olarak adlandırılır. Kayın ağacı tanrıyla kulu arasında bir aracı olarak kabul edilir. Altay Türklerinde insanın yaratılışıyla birlikte bir de kayın ağacı yaratılmıştır. Umay Anayla birlikte yeryüzüne inmiştir. İlk insanı da kayın ağacı doğurmuştur. Aynı motif Uygur Türklerinde de vardır. Anlatıya göre kayın ağacından doğan beş çocuktan biri Buğu Han idi ve Uygurlara kağan olmuştu.
Saha Türklerindeki Er Sogotoh’un efsanesinde nereden geldiği bilinmeyen Er Sogotoh’un yaşadığı düzlüğün ortasında bir yaşam ağacı vardır. Kökleri ölüler diyarında, tepesi göğün dokuzuncu katındadır. Ağacın özsuyu ve yapraklarının gençleştirici etkisi vardır. Er Sogotoh ağaca yaklaşır. Ağacın gövdesinden bir kadın çıkar. İnsan soyu bu suretle türer.
Er Sogotoh, Altay Türklerinde Ak Genç adını alır.

Hayvan Ata/Ana
Kurt, avcı-toplayıcı dönemlerde en çok korkulan hayvandır. Bunun da etkisiyle zaman içinde korkuyla karışık saygı duyguları kurtların kutsallaştırılmasına yol açar. Kurt gibi, geyik, at, boz inek, şahin ve atmacaya da kutsallık atfedilir.

Dağ Ana/Ata
Yeraltına açılan pencereler olarak kabul edilen mağaralar adeta ana rahmi olarak telakki edilir. Mağara barındıran dağlara da doğurganlık izafe edilir.
Türk-Memlük türeyiş anlatısında Ay Atam ve eşi Ay-va bir mağarada oluşmuşlardır.

Eskatoloji Mitleri
Türk mitolojisinde çok az eskatolojik mit vardır.
Orhun Yazıtları’nda Gök Tanrı’nın Türkleri ve Türk kağanlarını dünyayı onun töresince tutup düzenlemeleri görevi verilmiştir. Buna göre dünyanın sonuyla ilgili her mit Türklerin görevini yapamamakla eşit anlam taşıyacaktır.
Kıyamete işaret eden anlatılarda kıyamet “uluğ gün” olarak adlandırılır. Altay Türkleri buna Kalgançı Çak (Kalacak olan çağ) derlerdi.
Teleüt Türklerine göre bu gün geldiğinde gök demir, yer sarı bakır olur. Uluslar birbirine düşer, ayak takımı bey olur. Evlatlar babalarını saymaz. At başı kadar altına bir kap yemek verilmez.

Ünite 4

Türk Halk Kültürü ve Mitoloji
Kültür kavramı folklor kavramının üzerinde yükselir. Kültürün genel çerçevesi bir toplumun hayatı yaşama biçimi olarak çizilebilir. Kültür kalıtımsal değildir; insan hangi toplumun içine doğarsa o toplumun değerlerini üzerine giyinir. Zamanla insanların ihtiyaçlarına değişmeler olabilir, bu gibi durumlarda insanlar o ihtiyaçlarını tatmin yolu ararlar. Bu süreçler kültür incelemelerinde kültür değişmesi başlığı altında incelenir; günümüz toplumları birbirleriyle maksimum etkileşim halindedirler. Dolayısıyla uzak bir coğrafyanın kültürel unsurları kendi bünyesine alabilmesi mümkün olmaktadır.

Halk Kültürü Nedir?
Toplumlarda bilimsel bilgi ve ona dayalı yaşam alışkanlıkları resmi kültür kapsamında kabul edilir (tüketim toplumu). Resmi kültür, kitabi kültür ve yüksek kültür sıfatlarıyla yüceltilir.
İnsanların gerçekten de kendilerine ait olan yaşam alışkanlıkları ise halk kültürü başlığı altında ele alınır.
Folklora ait dini içerikli unsurların pek çoğu resmi inanç tarafından yanlış, sapık, hurafe veya batıl inanç olarak adlandırılır.
Efsane, gerçek olduğuna inanılan hikâyelerdir.
Çok çeşitli olan efsanelerin tasnifi:
I.         Yaratılış ve dünyanın sonu ile ilgili efsaneler
II.       Tarihi efsaneler ve medeniyet tarihi ile ilgili efsaneler
III.      Olağanüstü kişiler, varlıklar ve güçlerle ilgili efsaneler
IV.      Dini efsaneler

Türk Halk Kültüründe Teogonik Unsurlar
Ülkemizde güneş ve ay ile ilgili tanrı tasarımı yoktur. Bununla beraber ay ve güneş tutulmalarının bu gök cisimlerinin bir ejderha tarafından yutulmasıyla izah edildiğine rastlanmaktadır. Güneşin bir insanın üzerine doğmasının o kişinin bereketinin kaçmasına sebep olacağına inanılır (erken kalkan yol alır). Ay ve güneşe cinsiyet izafe edildiği de gözlenir: Faika İsamettin’in Bursa civarında derlediği metinde ay, genç bir kadındır ve güneşe sevdalıdır. Güneş, sevdasının herkes tarafından görülmesini istemediği için sadece geceleri görünmektedir.
Adana dolaylarında bir işe başlarken ay eskisinin hayır, ay yenisinin hayırsızlık getireceği kabul edilir.
Halk Kültüründe Umay
Anaerkil dönemin yaratıcı tanrıçası Umay, ataerkil dönemde önemini yitirip kadınları ve çocukları koruyan bir ruh olarak algılanmaya başlanmıştır.
Hz. Fatma kültünün Türkler arasında aldığı şekle Umay kültünün tesiri yadsınamaz.
Türk halk kültüründe doğumda bebekle birlikte gelen plasentaya -geçmişte- umay denildiği gibi “son” veya “” dendiği de kayıtlarda mevcuttur.
Albastı, alkarısı, Kara Koncolos ve karabasan halk kültüründe gözlenen vakıalardır.
Sivas yöresinde Enkebir, başka yörelerde Erkebit denen bir kötü ruh simsiyah gölge gibi tahayyül edilir. Ellerinin ortası delikli bu varlık karabasana benzer özellikler arz eder.
Hınkur Munkur, göbeğinde bir torba vardır. Torbasında yavrusunu taşıdığına inanılır. Ölüleri ve yakaladığı insanları yediğine inanılır.
Hırtik, yarı insan yarı hayvan olarak tahayyül edilir. İnsanları nehir, göl ve denizlerden uzak tutmak için söylenegelmiş bir anlatıdır.
Demirkıynak, Balıkesir civarında anlatılır, pis kokan ve her kılığa girebilen bir varlık olarak kabul edilir. Sudan geçemediğine inanılır. Göründüğü kişinin aklını yitireceğinden korkulur.
Kul, her kılığa girebilen, insanları korkutup yolunu kaybettiren bir varlıktır.
Sarıkız, yaşadığı eve bereket getirdiğine inanılan “iyi” bir varlıktır.
Çarşamba Karısı, Ayvalık civarında anlatılır, salı günün gecelerinde evinde yalnız oturan kadınları ve çocukları korkutan, her kılığa girebilen bir varlık olarak tahayyül edilir.
Yol Azdıran, Orta Anadolu’da anlatılır, tenhalarda insana yolunu kaybettiren, bir daha geri dönmemesine neden olan bir tür cindir.
Karakura, Kara Ura, sessiz ortamlarda ortaya çıkarak insanları öldürmeye çalıştığına inanılır.
Gelincik, gelincik adlı hayvana izafe dilen olağanüstülükler etrafında oluşmuş bir külttür.
Kırk Basması, doğan çocuğun ve lohusanın kırk gün içinde hasta olmasına kırk basması adı verilir. Bu sebeple çeşitli önlemler alınır. Kırklı kadınların ve çocukların bu süre içerisinde karşılaşmamalarına dikkat edilir.
Kapoz, insanları tanıdıklarının sesleriyle çağırıp, yüksek bir yerden düşmelerine sebep olduğuna inanılır. Erlik’in oğulları ve kızlarıyla ilişkilendirilebilir.
Cadı, büyü yapabilen kadınlara denir. Cadıların hortlamış kişiler olduğu inancı yaygındır.
Mayısa, Çaykara civarında derlenen anlatılarda alevden saçları olan cadılara (cazu) verilen addır. Yaylada yapılan ilk tereyağının bereketini kaçırdığına inanılır.
Hıbilik / Gıbilik, karabasana verilen addır. Yakalayan kişiyi zengin edeceğine inanılır.
Arap, Trabzon civarından derlenmiştir. İnsan veya hayvan kılığında görünebilen, insanlara saldıran, döven bir varlıktır.
Ağaç Ruhu ve Ağaç Kültü
Tahtacı Türkmenleri çam türlerini, Yörükler ise karadut, çam, çınar, ardıç, kayın ve katran ağacını kutsal kabul ederler. Tahtacı Türkmenleri Muharrem ayında ağaç kesmezler. Salı günleri de ağaç kesmezler. Bir ağacı kesmeden önce dua okurlar. Ağustos ayında belli bir yerde, bir çam ağacının yanında kurban keserler. Dini törenler yaparlar. Bu şekilde kutsadıkları ağaca Ulu ağaç veya Evliya ağaç derler. Daha sonra bu ağaçlar dilek ağacına dönüşürler.
Su Ruhu ve Su Kültü
Pek çok yerde pınarlar sahipli, tekinsiz kabul edilmektedir. Benzer şekilde pek çok pınar şifalı kabul edilmektedir. Yalova civarında derlenen bir efsaneye göre Dağ Ermişi ve Yaz Ermişi Ağustos’un ikinci haftasında bir araya gelirler. Bu sayede mevsim bereketli geçer. Buluşamazlarsa mevsim bereketsiz geçer.
Dağ Ruhu ve Dağ Kültü
Maçka’dan derlenen bir efsaneye göre Dağ Anası yayla vaktinde insanları yaylada görüp sevinir. İnsanlar yayladan ayrılınca da üzülürmüş.
Ev Ruhu / Koruyucu İye
Evin temelinde yaşadığına inanılan, temel yılanı da denilen kara yılanlardır. İnanışa göre bu yılan öldürülürse kendisini öldürenin resmi gözünde kalır. Yılanın eşi, aynı gece öldüren kişiyi ısırıp öldürür. Mezarların içerisinde ölen kişiyi koruyan yılanların varlığı, yaygın olarak görülen inanışlardandır.
Evin veya Bir Yerin İşgalci Ruhu, Peri ve Sahiplenme
Özellikle terk edilmiş evler ve çeşitli yerler için o yerin sahipli olduğu söylentileri cinler, periler ve kötü ruhlara izafe edilir.
Ata Ruhları / Atalar Kültü
Ölmüş kişilerin soylarından gelenlere sıkışık zamanlarında yardım etmeleri inancıdır. Ata ruhlarının bulundukları yere, onlardan yardım alabilmek için sık sık ziyaretler yapılıp adaklar adanır.
Ata ruhlarının ölmek üzere olan kişinin ruhunu almaya geldiğine dair anlatılar mevcuttur.
Yeraltında Bulunan Tanrılar, Olağanüstü Güçler ve Kutsal Ruhlar
Hortlak, ölmüş olan kişinin çenesi bağlanarak başı kıbleye dönüş halde yanında bir gece bekletilir. Bu sırada yanında mutlaka biri bulunur. Aksi halde bir kara kedi gelip de ölünün üzerinden atlayacak olursa ölmüş olanın hortlayacağına inanılır.
Şubat Karısı, Şanlıurfa civarına evlerin bahçelerindeki kuyulardan Şubat ayında çıktığına inanılan cadı veya ruhtur. Bu cadı ev halkından kadın veya çocukları kuyuya çağırıp, kuyuya düşmelerine neden olur.
Hazine veya Gömü Yerleri, definecilerin mezar/gömü kazarlarken başlarına gelen fenalıklar etrafında gelişmiş inançlar vardır.

Türk Halk Kültürünün Kozmogonik Unsurları
Samanyolu, saman hırsızı bir kocakarının (bazı anlatılarda hacının) kaçarken döktüğü samanlardan oluşmuş kabul edilir.
Güneş ve Ay, Muğla’dan derlenen bir anlatıya göre birbiriyle hiç geçinemeyen kız erkek iki kardeşin annelerinin bedduası sonucunda oluşmuşlardır. Ayın üzerindeki lekeler, kızkardeşin attığı tokadın izleri olarak kabul edilir. Tunceli’nden derlenen bir anlatıya göre, güneş bacı hamur yumağını ayın yüzüne çarpar ve ay yüzeyinde lekeler oluşur.
Gök Kuşağı, altından geçenin cinsiyetinin değişeceğine inanılır.
Dünyanın Şekli, Yalova civarından derlenen bir anlatıya göre, balığın sırtında bir kaplumbağa, kaplumbağanın sırtında da bir öküz bulunmaktadır. Dünya, bu öküzün boynuzları arasındadır. Öküzün tam karşısında da bir sivrisinek vardır. Öküz, sinekten vesile dünyayı döndürmeye devem eder.
Deprem, Elazığ’dan derlenen bir anlatıya göre, yerin damarları vardır. Bir yerde insanlar günah işlerlerse melekler o yere uzanan damarı çeker ve böylece depremler olur.
Yer adları, yerleşim yerleri, Yalova’dan derlenen bir anlatıya göre, Kafkasya’da yaşayan Gün Baba ile Yer Ana’nın oğlu, sevdiği kızı bulabilmek için yollara düşer. Esadiye köyüne varıp burada uyur. Rüyasında aradığı yerin burası olduğunu öğrenir. Bu yerin adı da rüyada Esadiye olarak bildirilir. Oğul uyanıp bu yere yerleşir.
Mevsim Geçişleri, Tekrarlanan Zaman, vaktinden önce yaylaya çıkan bir kocakarı fırtınaya tutulur. Bu olaydan mütevellit yaza yakın çıkan fırtınaya Kocakarı Fırtınası denir.
Sivas yöresinde Doksan Kuşu’nun yuvadan çıkmasıyla yazın geldiğine inanılır. Bu kuş yeraltında yuva yapar. Kar düşünce yuvasına doksan küçük taş alır. Her gün bir tanesini dışarıya atar. Yuvada bir tane taş kalınca sayılı fırtınalardan “Abrıl Beşi” olur.
Ateş, Mersin’den derlenen bir anlatıya göre, cehennemden dünyaya getirilen zerre kadar bir ateşi melekler bir dağın üzerine koyarlar. Dağ eriri ve kıvılcımlar çıkar. İşte ateş bu şekilde ortaya çıkmış. Ayvalık yöresinde bu anlatıya zerre kadar ateşin denizlerde yetmiş defa yıkandıktan sonra dağın üzerine indirildiği eklenmiştir.
Bitkiler, Karadeniz’de Avad Dikeni yaygın olarak bulunur. Çiğenenip kanayan yere konulduğunda kanamayı durdurur. Bu bitkinin Hz. Ali’nin saklandığı bir mağarada Allah’tan yardım istemesi üzerine mağaranın girişini tuttuğu ve bu şekilde çoğalıp dünyaya yayıldığına inanılır.
Çam sakızının, Hz. Muhammed’in terlediğinde terini çam ağacına doğru atması sonucu oluştuğuna inanılır.
Adana yöresinde hastalanıp yataklara düşen derebeyinin göz kapaklarını kesip atması sonucu çay bitkisinin oluştuğuna inanılır.
Annesini öldüren bir adam pişman olup kefaret ister. Bunun sonucunda ölüp kendir otuna dönüşür.
Hayvanlar, Erzincan’da derlenen bir anlatıya göre, kurt saldırısına uğrayan bir adam ağaca tırmanıp beklemeye başlar. Sabah olunca kurtlar ulumaya başlar. Gökten para kadar madeni nesneler yağar. Kurtlar bu cisimleri yedikten sonra oradan uzaklaşır. Adam aşağıya iner, cisimlerden birini yer ve üç gün üç gece bir daha acıkmaz.
Şeytan, çamurdan yapılmış, insan şeklinde bir küp görür. Küpün üzerine tükürür. Melekler tükürüğü temizler. Temizlenen bu tükürükten köpek türer.
Hz. Süleyman’ın emrine icabet etmekte gevşeklik gösteren karga ve serçe cezalandırılır. Bu sebeple bu iki kuş sekerek yürür. Emre itiraz eden Baykuş’a da günde sadece bir serçe yeme müsaadesi verilir. Yarasanın tüysüz olması da aynı olaydan cezalandırılması nedeniyledir.
Hz. Zekeriya’nın saklandığı ağacın yerini belli eden keklik, Hz. Zekeriya öldürülünce onun kanından içmiştir. Bu nedenle gagası ve ayakları kırmızıdır.
Önce üvey annelerinden sonra da bir devden kaçmaya çalışan Nasuh ve Yusuf adlı iki kardeşin çaresiz kalıp kuş olmayı dilemeleri nedeniyle kuş olurlar.
İki kardeş kenger toplamaya dağa giderler. Topladıkları kengerler torba delik olduğu için ellerinden gider. Erkek kardeş bunun suçunu kardeşinden görür ve onu öldürür. Sonra torbadaki deliği fark edip pişman olur. O anda kuş olmayı diler ve Pepuk kuşuna dönüşür.
Atı susuz bırakan bakıcı, aldığı bedduayla çürük çaylak kuşuna dönüşür.
Efsaneye göre güvercin, torunlarından eziyet gören bir ninedir.
Kedilerin dört ayak üzerine düşmeleri aldıkları hayır dualarına bağlanır.
Ekmek isteyen Hızır’ı geri çeviren bir kadının kaplumbağaya dönüştüğüne inanılır.
Dilenciye görünmemek için yünlerin arasına sağlanan ağayı dilenci kılığındaki derviş, “ayı kalk” diye çağırınca ağa, ayı olarak ayağa kalkmış.
Zenginliğiyle kibirlenen Karun’un köstebeğe dönüştürülerek cezalandırıldığına inanılır.
Hz. İbrahim yakmak için toplanan odunları katırlar taşıdığı için katırların ah aldığı ve üreyemediklerine inanılır.

Halk Kültüründe Antropogonik Unsurlar
Adana civarında derlenen bir anlatıda Hz. Âdem ile Hz. Havva’nın çamurdan bebekler yapıp Allah’tan bu bebeklere can vermesini istedikleri ve insanların bu şekilde çoğaldıklarına inanılır.
Başka yörelerdeki birçok anlatıda da Âdem ile Havva insanın türeyişi sorusuna cevap olarak karşımıza çıkmaktadır.
Yaratıcı unsur olarak ağaç motifli anlatılar mevcuttur.
Trabzon’un Geyikli beldesinden derlenen bir anlatıda insanın geyikten türediği anlatılır.

Halk Kültüründe Eskatolojik Unsurlar
Kıyamete dair anlatılarda dünyanın sonuna yakın zamanda Deccal dünyayı fethetmek için asasını hazırlayacağı ancak uykudayken asası karıncalar tarafından yenileceği için maksadına ulaşamayacağı motifi karşımıza çıkar.
Yecüc ve Mecüc, Deccal’dan önce dünyadaki bütün nimetleri yiyip bitirecekler. Bundan sonra Deccal insanlara yiyecekler sunacak, Deccal’ın sofrasına oturanlar cehenneme gidecek, diğerleri ise kurtulup cennete gidecekler.
Kıyameti konu alan başka bir mitte, Müslümanlar ile Müslüman olmayanlar arasında yapılacak büyük bir savaştan sonra kıyametin kopacağına inanılır.
Mahşer yerinde insanların işledikleri günahlara göre çeşitli biçimlerde yaratılacaklarına inanılır.
Halk arasında çok çeşitli kıyamet alametleri rivayet edilir. Bunlara göre dünyanın sonu yaklaştığında kurt ile kuzu dost olacak, herkes Allah’ı unutup yalnız paraya tapacak, kadınlar artık doğurmayacak, yollar kısalacak, binalar çoğalacak ve zina artacaktır.


Gelecek ünite ve sonrasındaki ünitede ağırlıkla İran mitolojisi içerikli konular çıkacak karşımıza, bu konuda yararlı bir kaynak olduğu için ilgilenenlere bir kitap önerim olacak:
Hellmut Ritter - Doğu Mitolojisinin Edebiyata Etkisi
Şimdi devam edebiliriz,
Ünite 5
İran Mitolojisi ve Ana Temaları

İran mitolojisinin en eski kaynakları Rig Veda ve Avesta’ya dayanmaktadır. Avesta’nın en eski bölümleri olan Gatalar, Zerdüşt’ün ilahileridir. Araştırmacılara göre Gatalar, M.Ö. 6. yüzyılda yazılmış olmalıdır. Zerdüşt’ün yaşadığı dönem için ise M.Ö. 1100 ile 1700 yılları arasında değişik tarihler ortaya atılmaktadır.
İranlıların ataları Hint kökenlidir. Bugünkü İran topraklarına gelmeleriyle birlikte mitolojileri ortaya çıkmaya başlar. Hint ve İran ırkları bir arada Asya’da yaşarlarken kendilerine şerefli anlamına gelen Arya adını veriyorlardı. Ayrılıp Hint ve İran ırklarını oluşturmuşlardır.
M.Ö. 250 / M.S. 226 tarihleri arasında İran’da hüküm sürmüş olan Eşkaniler döneminde İran mitolojisi iyice olgunlaşmıştır.

İran Mitolojisinin Ana Temaları
Âb / Su
Ahura Mazda suyu yaratır. Bütün sular Elburz Dağı’nın güney eteklerinden çıkıp Ferâhkert Denizi’ne akar.
Suyun sorumlusu Hordâd adlı bir ölümsüzdür.
İranlılar kutsallık atfettikleri su için kurban törenleri düzenlemişlerdir. Bu törenler 5 ve 6. yüzyıllara kadar devam etmiştir.
Ölümsüzlük veren su ise karanlıklar ülkesindedir. Hızır bu suyu içip ölümsüzlük kazanmıştır.

Ahura Mazda
Avesta’da bahsi geçen en büyük tanrıdır. İyilik tanrısıdır. Ahura Mazda dışında Hurmuzd ve Hormez adlarıyla da anılır. Sözcük aynı zamanda müşteri gezegenini de ifade eder.

Asumân / Gök
Feleği koruyan tanrıdır. Şiirlerde çerh, sema ve felek olarak da anılır. Yedi kat olduğuna inanılır.

Ateş
Hûşeng tarafından bulunmuştur. Fars edebiyatında ateşin kutsanmasına, ona saygı duyulmasına çok yerde rastlanır.

Ateşkede
Ateşin saklandığı yerlerin ortak adıdır. Zerdüşt tapınaklarında hiç söndürülmeden yanmaya devam eden ateş, tanrısal gücü sembolize eder. Ateşkedeler genellikle sekiz kapılıdır. İçerisinde ateşin yakıldığı kompleks ateşdân / ateşlik olarak anılır ve yapının ortasında yer alır. Ateşkedeye şefkat kapısı da denir.
Eski İran’da ilk mektepler ateşkedeler ve deyr denilen yerlerdi. Hocalar ise muğ, hîrbed ve mûbed adlarıyla anılan kişilerdir.

Camasb
Zerdüşt dinine inana ilk kral olan Gostâsp’ın veziridir. Zerdüşt dininde akıllı, bilge, sanatkâr ve hekim olarak karşımıza çıkar. Hikmet ve astronomiyle ilgili Camaspname adlı bir eser yazmıştır.
Camasp, Zerdüşt’ün Pourucista adlı kızıyla evlenmiştir.

Câm-i Cem
Sihirli bir kadehtir. Cemşîd, Keyhusrev, Süleyman Peygamber ve Büyük İskender’e ait olduğu kabul edilir. İçine bakıldığında dünyada olup biten her şeyin görüldüğüne inanılır. Âyine-i Süleyman, Âyine-i Sikender ve Piyale-i Cem (Cem’in kadehi) adlarıyla da anılmıştır.
Cemşîd, dünyaa olan biteni bu kadehten öğrenmiştir. Kadeh, önce Keyhusrev’e sona da Dârâ’ya miras kalmıştır.
Cemşîd’in şarabı ve Câm-i Cem’i icadından dolayı, tasavvuf edebiyatında şarap kadehi ve şarap içme, bütün varlık sırlarını gösteren “câm-i cihânnumâ” gibi bütün sırları insana açıklayan, bildiren bir iksir olarak kabul edilmektedir. Mutasavvıflar genellikle “Câm-i Cem” ya da “câm-i cihânnumâ”yı “gönül”e benzetirler.

Ehrimen
Kötü akıl, şeytan anlamlarındadır. Avesta’da Ahura Mazda’nın karşısında kötü kuvvet olarak Ehriman vardır. 12 bin yıl boyunca savaş halindedirler. Savaşın kıyametle birlikte sona ereceğine inanılır. Ehrimen, Tanrı Îzed’in gürzünden korkar. Zerdüşt’ün doğumuyla birlikte yeryüzünü terk eder.

Elburz
Ahura Mazda’nın yaratılışına hasedinden yeryüzünü yaran Ehrimen bu dağın oluşmasına sebep olur. Gök cisimleri bu dağın üzerinde dönerler. Zirvesinde Cem’in sarayı vardır. Kavûs orada kale yaptırmıştır. Feridûn’un çocukluğu bbu dağda geçmiştir. Surûş’un bin sütunlu sarayı da bu dağdadır. Kutsal bitki hûm, bu dağın tepelerinde yetişir.
Bazı kaynaklarda Kâf dağıyla bir kabul edilir.

Heft / Yedi
Gök katmanlarının, yerin katlarının ve gezegenlerin sayısının 7 oluşu bu sayının kutsanması için yeterli olmuştur. Ka’be’nin 7 kez tavaf edilmesi, yedi kez taş atma, Safa ve Merve arasında 7 defa dolaşma gibi motifler 7 sayısının itibarını arttırmaktadır.
Zerdüşt zamanında tanrının yedi meleği olarak kabul edilen ölümsüzlere inanılırdı.

Hefthân / Yedi Makam
Rüstem ile direkt ilgili bir sözcüktür. Keykavûs’u kurtarmak için Mazedan’a gittiğinde yedi büyük tehlikeyle karşılaştı.
Birinci Hân’da, Rahş yırtıcı bir aslanı öldürdü. Rüstem bir yaban eşeğini kebap yapıp yedikten sonra uyudu. Uykudayken bir aslan gelip Rahş’a saldırmış ancak Rahş aslanı tekmeleriyle öldürmüştür.
İkinci Hân’da kurak bir çölde susuz kaldı. Bir koyunun yardımıyla suyu buldu.
Üçüncü Hân’da ejderhaları öldürdü.
Dördüncü Hân’da büyücü bir kadını öldürdü.
Beşinci Hân’da Olâd ordusuyla birlikte Rüstem’in karşısına çıktı. Rüstem, Olâd’ı ve ordusunu yendi.
Altıncı Hân’da Erjeng ile savaştı.
Yedinci Hân’da Beyaz Dev ile savaşıp İran şahını kurtardı.
Rüstem’in Heft Hân’ı Yunan mitolojisinde Herkül’ün on iki işine benzer.
Sufiler bu heft hân’ı seyr u suluk mertebelerinde kat edilmesi gereken istek, aşk, marifet, istiğna, tevhid, hayret ve fena mertebelerine benzetilirler.

İmşâspendan / Kutsal Ölümsüzler
Mazdeizmin en büyük melekleridirler. Her birinin özel düşmanı vardır. Her biri Ahura Mazda’nın bir özelliğini temsil eder.
Behmen: iyi düşünceyi temsil eden bu melek ilk yaratılanlardır. Yesnâlarda Ahura Mazda’nın oğludur. Kıyamet gününde hakemlik yapacaktır.
Ordîbehişt/Asha: Avesta’da en iyi varlık, iyi düzen iyi doğruluk anlamlarındadır.
Manevi evrende iyilik ve doğruluk, maddi evrende ise ateşin sorumlusudur. Meleklerin en güzelidir.
Şehrîver: ebedi mekân, cennet olarak kabul edilir. Merhamet, mürüvvet meleği olarak da bilinir.
Sifendârmûz: olgun, tam akıl anlamlarına gelir. Sevgi, sabır ve alçakgönüllülüğü temsil eder. Maddi dünyada yeryüzünden sorumlu meleği, dürüst ve iffetli eşleri simgeler. Ahura Mazda’nın kızı olarak anılır.
Hordâd ve Mordâd: olgunluk ve ebediliği simgelerler. Bitkiler onların emri ve sorumluluğundadırlar.

İranvîc: Aryanların topraklarının adıdır.

Îzed / Tanrı
Avesta’daki şekliyle “Yazata”, yeze kökünden gelen tapınmak anlamında bir kelimedir. Sanskritçede “yacata” övgüye yaraşan anlamındadır. Pehlevicede Îzed, yazat ve Yezed şeklinde övgü, yalvarış, övülmeye layık anlamlarında kullanılır. İranlıların inanışına göre gökyüzü meleklerle doludur. Avesta’da bu kelime bütün tanrıları da gösterir. Pehlevicede tekil anlamda Tanrı demektir.
Mazda ayinlerinde tanrılar cinsiyet sahibidirler. Gök ve ateş tanrısı eril kabul edilir.

Kâf Dağı
Dünyayı çevrelediğine inanılan, kökleri yerin derinliklerine uzanan, Anka kuşunun yuvasını barındıran dağdır. Simurg’un ülkesi de Kâf Dağı’dır.
Dağın, yeşil zümrütten yaratıldığı ve gökyüzüne rengini yansıttığına inanılır.

Kâve
Dahhâk’ın zulmü artınca Kâve’nin 18 oğlundan sonuncusunun beyni, yılanlarına sunsun diye Dahhâk’a götürülür. Kâve, peştamalını mızrağının ucuna takarak Dahhâk’a karşı isyan bayrağını açtı. Arkasına aldığı halk desteğiyle Feridun’u tahta çıkarır.

Keyûmers
İlk insan ve yeryüzünün ilk hükümdarı olduğu kabul edilir. Ishtar bölgesinde krallık yaptığına inanılır. Silah, ok yapımı, hayvan beslemek gibi pek çok işi insanlara o öğretmiştir.

Mihr
Mihr / Mitra, Arya kavminin büyük tanrılarındandır. Aryalar iki kola ayrılmadan önce Mihr’e taparlardı. Mihr, Allah, Ahura Mazda ve diğer yaratıklar arasında bir ağaç olarak kabul edilir. İranlılar, Mihr’e verdikleri önemden dolayı isimlerinde onun adını kullanırlar.
Eski İran inanışına göre ezeli aydınlık ile şimdiki aydınlık arasında bir araçtır.
Işığı temsil ettiği için güneş ile sembolleştirildiği görülür.
Mitra, bir taşın içinden çıkmış ve insanlar ona tapınmaya başlamışlardır. Güneşle anlaşarak bir öküzü tuzağa düşürmüş. Ölen öküzün artıklarından buğday başağı ve üzüm ağacı bitmiştir. Mitra’nın kıyamet günü ölülere kalkabilme gücü verecektir.
Eski İran’da Mitra, aydınlık tanrısı olarak yaratan kuvvet, Allah ile insanlar arasında bir araçtır.

Muğ
Ateşe tapan anlamındadır. Çoğulu muğân’dır. Eski İran’da bir hanedanın adıdır. Muğlar gizemli işlerle uğraşırlardı. Sözcük, şarap ve mey kelimeleriyle yakın ilişkide kullanılır. Muğ, muğdeke, muğbeççe sözcükleri şarap içen, meyhane ve saki anlamlarında kullanılır. Medler döneminde Zerdüşt inancının dini öncüleri sayıldılar. Din adamları bu hanedandan çıkmaya devam etmiştir.
İranlılar rahiplere “magi” diyorlardı.

Nahîd
Kökleri Zerdüşt inancından daha eskilere uzanır.
Nahîd/Anahita, suyun koruyucusu ve sorumlusu olan melektir. Gür ve duru su anlamlarına gelir. Nahîd aynı zamanda Zühre/Venüs’ün adıdır. 
Avesta’da bu tanrıça, alımlı bir genç kız olarak betimlenir.
Nahîd, yıldıza dönüşmeden önce çok güzel bir kadındır. Hârut ve Marût sınanmak için yeryüzüne indiklerinde onun güzelliğine kapılıp günaha bulaşmışlar, Nahîd onlardan ism-i a’zâm’ı öğrenmiş ve göğe yükselerek bir yıldıza dönüşmüştür.
Anahita’nın dört beyaz at tarafından çekilen bir arabası vardır. Bu atlar, bulut, yağmur, dolu ve kardır.

Nevrûz
Yılın ilk günü kutlanan bayramın adıdır. Nevruz’da yeni yılın yanı sıra Ferverdigân kutlamaları da yapılır.

Pîr-i Muğân
Mürşid- kâmil, şarap satıcısı, meyhanenin aksakallısı anlamlarında kullanılır. Tasavvufta mürşid, kılavuz anlamlarını alır.

Simorğ
Arapça karşılığı Anka’dır. Hiç kimse tarafından görülmemiş bir kuştur.
Bütün hastalıklara ilaç olan ve bütün bitkilerin tohumunu taşıyan bir ağacın üzerinde yuva kurmuştur. Bu ağaç Ferâhkent denizindedir.
Anka kuşu Şehname’de Zümrüdüanka olarak anılır ve mekânı Albruz dağındadır.
Sâm’in terk ettiği oğlu Zâl’ı Simorğ koruyup büyütmüştür.

Soşyânt
Zerdüşt’ün soyundan gelmektedir. Kıyamete yakın zamanda dünyaya gelir. Ölüleri, ölüm sonrası hayata hazırlar.
Mazdeizmde üç Soşyânt vardır. Bin yıl arayla ortaya çıkarlar. On ikinci bin yılın sonunda Ahura Mazda’nın en son yaratıkları olan Soşyânt dünyaya gelir. O gelince Ehrimen yok olur. Kötüler cezalandırılır. Sonra ölüler diriltilir. Ölüler, Mihr, Surûş ve Reşn’in huzurunda yargılandıktan sonra Çînvâd Köprüsü’nden geçerler.

Surûş
Dini törenlerin hepsinde hazır bulunur. İnsanlara kulluğu öğretir. Ahura Mazda’nın emirlerini insanlara iletir. Kıyamet gününde ölçü tartı işlerini o yapacaktır. Farsça kitaplarda Cebrail’le özdeşleştirilir. Şehname’de Feridûn’un yardımcısıdır.

Şebdîz
Gece rengi, siyah anlamındadır. Hüsrev’in atının adıdır.

Yeldâ
Arapça’da milâd, doğum anlamına gelir. İranlılar bu gecenin Mitra’nın doğum gecesi olduğuna inanır. Şeb-i Yeldâ, Avrupalıların 25 Aralık’ta kutladıkları Noel ile aynı zamana rastlar.
Yeldâ, yılın en uzun gecesidir. Uzun sürdüğü için uğursuz kabul edilir. İranlılar bu uğursuz gecenin kötülüklerinden korunmak için o gece ateşin etrafında sabaha kadar eğlenirler. Noel adı altında bu gelenek günümüzde de devam etmektedir.

Ünite 6
Eski Türk Edebiyatında Mitolojik ve Efsanevi Kişiler

Divan şairlerini derinden etkileyen Şehnâme, İran mitolojisini toplayan en önemli kaynaklardan biri olmuştur.
Câm-ı cihan-nümâ / Câm-ı kitînüma klasik şiirimizde Cem’e aittir. Oysa Şehname’de Keyhusrev’e ait olduğundan söz edilir.
Divan şiiri için Taberî Tarihi bir diğer önemli kaynaktır.

Divan şiirinde padişahlar övülürken ekseriyetle eski İran hükümdarlarıyla kıyaslanırlar.
Dünyanın faniliğine vurgu yapmak için de eski ve büyük hükümdarlara göndermeler yapılır.

Mitolojik Kişiler
Bijen
Giv’in oğlu, Rüstem’in torunudur. Efrasiyab tarafından bir kuyuya atılır (Çâh-ı Bijen). Bu kuyunun Harut ile Marut’un atıldığı kuyuyla karıştırıldığı olur.
Divan şiirinde sevgilinin çene çukuruna (zehendan) izafe edilir.

Cemşid
Rivayete göre şarabın mucididir. Yedi ayrı madenden yapılmış kadehiyle istediği her şeyi ve yeri görebildiğine inanılır. Cem kelimesi; Hüdhüd, Âsaf ve mur kelimeleriyle birlikte kullanıldığında Süleyman Peygamber kastedilmiş olur.

Dahhak
Cemşid’i öldürüp padişah olmuştur. Şehname’ye göre şeytan Dahhak’ın omuzlarından öper ve bunun üzerine omuzlarında iki yılan çıkar. Yılanlar her gün iki insan beyni yemek suretiyle sakinleştirilebilir. Gâve’nin başlattığı isyanın sonucunda Feridun tarafından alt edilmiştir. Divan şiirinde aşığı zulmeden maşuk, Dahhak’a benzetilir. Özellikle sevgilinin omuzlarına düşen saçları, Dahhak’ın omuzlarındaki yılanlara gönderme yaparak tasvir edilir.

Dârâ
İskender tarafından öldürülmüştür. Bir rivayete göre savaştan kaçarken öldürülmüştür. Klasik edebiyatımızda ululuk ve azamet sembolüdür.

Efrasiyab
DLT’ye göre Türlerin büyük hakanlarındandır. Asıl adı Alp Er Tonga’dır. Kahramanlık ve saltanat sembolüdür.

Feridun
Şehname’deki en önemli padişahtır.
Dünyayı üç oğluna pay etmiştir. Avesta’da Thraetaonas (Fırdusis), Thaetaone (Fretun) adlarıyla geçer. Edebiyatta adalet, iyilik ve uzun ömrü sembolize eder.

Hızır
Musa (A.S.) ile olan macerası, iyilikleri, ölümsüzlüğü, yeşil rengin anlamı olması gibi çeşitli suretlerde şiire konu olur. Sevgilinin dudakları, ağzı ve ayva tüyleri için benzetme unsuru olarak kullanılır.

Hüsrev
Şirin’e olan aşkı dillere destan olmuştur. Sarayıyla ve hazinesiyle ilgili efsaneler çoktur.

İskender
Zülkarneyn, Büyük İskender ve bunların harmanı olan âb-ı hayatı arayan İskender olmak üzere iç farklı kimlikle şiire konu olur. Rivayete göre Hızır (A.S.) ile birlikte İskender âb-ı hayatı aramaya zulumat ülkesine gider. Hızır (A.S.) âb-ı hayatı bulup kayıplara karışır. İskender’de üzüntüsünden ölür.
İskender’in İskenderiye’de yaptırdığı büyük bir ayna ile çok uzakları gördüğü de edebiyatta motif olarak karşımıza çıkar (Âyine-i İskender). 

Kahraman
Kahraman-ı Kâtil divan şiirinde yiğitliğin sembolüdür.
Sevgilinin gözleri Kahraman’a izafe edilir.

Keyhüsrev
Keykavus’tan sonra İran tahtına geçer. Bazı kaynaklarda İskender, bazı kaynaklarda Süleyman, kimilerine göre Musa Peygamber, kimine göre de Efrasiyab olarak zikredilir.
Divan şiirinde kıyas unsuru olarak karşımıza çıkar.

Nemrud
İbrahim Peygamber zamanında tanrılık iddiasındaki Babil kralıdır. Tanrıyı görebilmek için yüksek bir kule yaptırması, İbrahim Peygamber’i ateşe atması ve sakat bir sivrisinek tarafından beyni kemirilerek öldürülmesiyle meşhurdur. Divan şiirinde zulüm ve cefa sembolüdür.

Nuşirevân
531-579 yılları arasında hükümdarlık yapmış, Sâsâni sülalesinden, adaletiyle ün salmış biridir. Rivayete göre Kisra lakabı ilk kez onun için kullanılmıştır. Sarayına bir çan astırmış ve çanın ucuna bağlı zincirle ihtiyacı olanların kendisini haberdar etmesini temin etmiştir. Bu zincir adalet zinciri olarak zikredilir.

Rüstem
Zal’ın oğludur. Efsanevi bir kahramandır. İran orduları ne zaman dara düşse Rüstem imdada yetişir ve ordu galip düşmana gelir. Keykavus’u esir olduğu devlerin elinden, Heft-han adı verilen aşılmaz yedi engeli aşarak kurtarmıştır.
Bijen’i Efrasiyab’ın elinden kurtaran da Rüstem’dir.

Siyavuş
Bahtsız kahramanlardan biridir. Üvey annesi (Sudabe) ona âşık olunca Efrasiyab’ın ülkesine kaçar ve orada feci şekilde ölür.

Zâl
Bembeyaz doğar. Bebeğin halinden korkan babası onu bir dağın başına terk eder. Simurg, Zâl’i bulur. Besleyip büyütür.
Saçı ve kaşları beyaz olduğu için yaşlılık sembolü olarak kullanılır. Zal’in bir manası da kocakarıdır.

Ünite 7

Edebi Motiflerin Mitolojik Kökenleri I
Günümüzde İslam’ın etkisinin ağırlıkta olduğu coğrafya, tarih boyunca çok çeşitli medeniyetlere ev sahipliği yapmıştır. Dolayısıyla sanat alanında görülen etkileşimler çok yönlüdür.

KLASİK TÜRK EDEBIYATINDA MİTOLOJİK MOTİFLER

Leylî
İnanna, İştar, Astarte, Afrodit, Venüs, Beltis, Mylitta Atarganis, Artemis gibi adlarla anılan aşk ve savaş tanrıçalarının yakın doğudaki temsilcisidir Leylî.
Sümer geleneğinde aşk ve savaş tanrıçası olan İnanna, yüzyıllar içerisinde İştar’la özdeşleşir. Mezopotamya’da aslan ve kaplan sembolleriyle ifade edilir.
Kaplam figürü hem gece hem de Venüs yıldızıyla ilişkilidir. Geceye ait unsurlar aşk tanrıçasının sembolleri olmuş ve Leylî’de simgeleşmişlerdir (Leyl=gece).
İştar aynı zamanda savaş, karanlık ve tehlikenin de sembolüdür. Sevgili, direkt veya dolaylı olarak âşığına zulmeder şekilde tasvir edilir.
            Hasedden yere çalmış şîr-i çarh evreng-i hurşîdi
            Gönül Kaysı peleng-i kulle-i kühsâra yaslanmış
                                                           (Hayâlî, Divan 215)
Şair burada bir tabiat olayına başka bir sebep yüklemek suretiyle hüsn-i talil yapmıştır. Leylî ve Mecnûn mazmunlarıyla aşk hikâyesine telmih yapılmaktadır.
Divan şiirinde sıklıkla sevgili, Leylî motifiyle acımasız ve zalim bir kaplan olarak tasvir edilir.

Zülf/Ömür
Aşk ve savaş tanrıçası İştar’ın elinde, hayatı temsil eden yılan bulunur. Yılan, divan edebiyatında sevgilinin saçıdır. Bu benzerlik, saçtaki kıvrımlara atıftır. Saçın uzunluğuyla ömre atıf yapıldığı görülür. Dalgalı uzun saçlarıyla sevgili, âşıkları peşine takar ve onlara ıstırap çektirir.
            Her gün ol ruhsârı gül-zâr-ı cinânı gözlerem
            Her gice ol zülfi ‘ömr-i câvidânı gözlerem
                                               (Necâtî Bey, Gazel 374)
Sevgilinin yüzü cennetteki gül bahçesine benzetilmiştir. Gece, siyah rengi dolayısıyla zülf/saçla aynı konumdadır. Saç burada edebi hayat olarak telakki edilmiştir (fani bedende sonsuzluğu hayal eder gibi gelmeyeceğini bildiği halde sevgiliyi hayal etmektedir).
Zülf/Yılan
Gılgamış’tan bu yana ebedi hayat ulaşan yılan motifi karşımıza çıkmaktadır. Divan edebiyatında da saç/yılan/ömür kavramları arasında ilişki kurulmaktadır. 
Saç, sevgilinin yüzünü örter. Dolayısıyla nefesiyle hayat bağışlayan dudakları da örter. Bu anlam bağlamı karanlıklar içinde saklı olan ab-ı hayat’la ilişkilendirilir.
Yılanın gizli hazine bekçisi olarak kullanımı da yaygındır. Gizli hazine bazen sevgilinin dudağı bazen de yüzü olur. Hazineyi bekleyen saç da yılan olarak tasvir edilir.
Sevgilinin yüzünün bahçeye benzetildiği durumlarda cennet bahçesi ile de ilinti kurulur. Böylece yüze kutsallık atfedilir.
Halka-i zülfün ki ruhsârında ser-gerdân yatar
Yastanıp genc üstüne bin başlı bir sub’ân yatar
Ahmet Paşa, Divan 143
Beyitte söz edilen bin başlı yılan, bir tutam saçın kıvrımlarıdır.
Nabateanların tanrıçası Ka’bu/Allat, Babil’in aşk tanrıçası İştar’ın bir uzantısıdır. Sembolü siyah, dört köşe bir taştır. Yılanın/ejderin Kâbe’yi tavaf eder şekilde tasvirinin Ka’bu/Allat’ın bir uzantısı olduğu kabul edilir.

Ünite 8
Edebi Motiflerin Mitolojik Kökenleri II
KLASİK TÜRK EDEBIYATINDA MİTOLOJİK MOTİFLER II

Güneş Kartal
Sümer mitolojisinde aslan başlı bir kartal hava olaylarının tanrısı Ninurta’nın sembolüdür. Ninurta, yağmur dolayısıyla bereket ve gök gürültüsünden duyulan korkuya bağlı olarak savaş tanrısı olarak nitelenmiştir. Hasadın koruyucusu olan tanrının ismi Tammuz/Tamuz’dur. Temmuz ayı, ismini bu tanrıdan alır.
Tammuz'un kökeni Sümer çoban-tanrı, Dumuzid veya Dumuzi'dir. Dumuzi İnanna'nın eşiyken, Akadlar'da İnanna'nın dengi olan İştar'ın eşidir.
Temmuz tipi tanrılar aynı zamanda güneş tanrısı hüviyetini de benimsemişlerdir.
Ninurta sonradan sabah doğan güneşin veya ilkbahar güneşinin tanrısı hüviyetini alınca, kartal onun sembolü olmuştur. Bu tanrının en önemli sembolü adı İmolugut olan aslan başlı kartaldır.
Tarih boyunca bütün abidelerde kartal, “yenilmeyen güneş” olarak Ninurta’yı sembolize eder.

Fezâ-yı âlemi çün şahbâz-ı zerrîn-bâl
Kanadı altına almakdan oldu fârig-bâl
Hayâlî Bey, 10/1

Ömr-i hasmın defterin tûmâr-veş dürsün felek
Nice k’ezâsından eyyâmın düzer defter güneş
Ahmet Paşa. 79/68

Yakındoğu mitolojisinde güneş tanrısının doğudan doğuşunu anlatan insan sembolleri:
1. Omuzlarında ok şeklinde ışıklar fışkıran bir erkek figürü.
2. Elinde ışıkları temsil eden testere biçiminde dişli hançer bulunan bir insan figürü.
3. Doğarken ve batarken bir ayağını bir dağ tepesine koymuş bir erkek figürü.
Güneşin divan edebiyatında hançer ve kılıçla beraber kullanıldığı da çok sık görülür
Zaman içinde Mısır’da bir gemiye benzetilen güneşin ipleri, yani ışıkları, gemisinden soyutlanarak sadece iple (ışıkla) güneş arasında bir ilişki kurulmuştur. Divan edebiyatında da güneş ışınları-ip ilişkisine rastlanır.
Güneş, kartal olarak batıdaki karanlık sulara ihtiyar olarak daldıktan sonra gökyüzünün doğu tarafında yeniden gençleşir ve gece boyunca karanlık sularında yürüdüğü okyanusa karşı bir zafer kazanmış olarak yeniden dünyaya geri gelir.
Güneşin sembolü kartalın karanlıklara karşı sabah vakti kazandığı zafer kavramı zaman içinde giderek kuvvetin ve gücün de sembolü olmuştur.

Âb-ı Hayat
Âb-ı hayatın kaynağı Gılgamış efsanesine, hatta bu efsanenin de temelinde bulunan Sümer mitolojisindeki daha eski bir motife dayanır. Yeraltı dünyasına inen tanrı ça İnanna’yı ölümden geri çevirmek için nedimesi Ninşubur tanrı Enki’den teslim aldığı “hayat suyu”nu ve “hayat yiyeceğini” taşıyan Galatur ve Kurgarra adlı iki ruhun refaketinde yer altına iner ve ‹nanna’nın cesedi üzerine bu iki maddeyi saçarak onu yeniden hayata döndürür. Daha sonra Gılgamış efsanesinde ebedî hayat bağışlayan bitkiyi Gılgamış’dan bir yılan kaçırır. Benzeri bir hikâye daha sonra İskender ile aşçısı ve Hz. Hızır’ı aramaya çıkan Hz. Musa ile ona refakat eden Yûşa’bin Nûn’un başından geçer. Yemek üzere hazırladıkları balığın dirilerek suya atladığı nı görürüler. İslâm edebiyatında ise İskender hikâyelerinde İskender ve Hz. Hızır’ın hayat suyunu karanlıklar ülkesinde aramak üzere yola çıktığı, fakat bu hayat suyunu Hızır’ın bulup içtiğini, İskender’in ise içemeden geri döndüğü anlatılır.

Âb-ı hayat bazı beyitlerde hayatî özelliğinden ötürü su, ilaç yerine geçtiği için şarap, söyleyene ve dinleyene iyi ve güzel duygular aşıladığı, ebediyen kulaktan kulağa yaşadığı için söz, dolayısıyla edebî eser, âb-ı hayata benzetilir.

Temmuz
Mezopotamya’da eski Sümer’de adı Dumuzi (Temmuz) olan fakat değişik bölgelerde değişik adlarla adlandırılan ölen ve dirilen bitki tanrısı tarih boyunca geniş bir coğrafyada âyinler ve merasimlerle varlığını ve etkisini sürdürmüştür.
İlk zamanlarında Hıristiyanlığın içine de girmiş ve kendilerini değişik yorumlarla kabul ettirmişlerdir. Bilhassa ölen ve dirilen tanrılar için yapılan festivaller ile Hz. İsa’nın öldükten sonra dirilerek gökyüzüne yükselmesi inancıyla ilgili Paskalya merasimlerinin aynı zamana rastlaması çok dikkat çekicidir.

Hatem-i Tay
Bütün klâsik İslâm ve Divan edebiyatı şairleri, Arapların Tay boyundan ve meşhur Arap şairi ve reislerinden olan Hatem-i Tay’in cömertliğini bir darb-ı mesel hükmünde kullanırlar ve onun cömertliğini memduhlarının cömertliği ile mukayese ederler.

Simurg/Anka
Simurg/Anka, kadınla, musiki ile, çeng ve diğer musiki aletleriyle ilişkisi olan efsanevî, mevhum bir kuştur.
Arap rivayetine göre Anka, esatirdeki yarısı arslan yarısı kartal olan bir kuştur.
Ateşle olan ilgisi dolayısıyla güneşi temsil ettiğini de düşünebiliriz.
Divan edebiyatında yokluğun ve kanaatin timsali olarak geçer.

Hümâ
Bilhassa Asur devrinde güneş tanrısının, dolayısıyla tanrının yeryüzündeki temsilcisi olan hükümdarın da sembolü olur. Bu sembol bir daire içinde kanatlı bir insan figürüdür. Veya sadece bir kuşun kanatları ve kuyruğu ile süslü bir disktir. Aynı sembol, İranlılarda Hürmüz’ün sembolüne benzemektedir.
İslâmiyet’te devlet ve iktidarla, baht ve talihle birleştirilmiş ve İslâm edebiyatında Hüma kuşu, “devlet kuşu, talih ve baht kuşu” olarak kabul edilmiştir.

Hümâ devlet kuşıdur sâyesi ol
Sa’âdet gencdür sermâyesi ol
Ahmed-i Dâî, Çengnâme,148

Hüdhüd
Çavuş kuşu olarak da adlandırılır. Hz. Süleyman, Belkıs’ı onun sayesinde bulmuştur. Hüdhüd ayrıca, çölde suyun nerede bulunacağını da çok iyi bilir. Attar’ın eserinde Hüdhüd’ün rolü çok önemlidir: eserde bütün diğer kuşlara kılavuzluk eder.
Kılursın ‘âlemi Hüdhüd gibi seyr
            Süleymânsın okırsun Mantıku’t-tayr
                                   Çengname, 730

Misk
Rivayete göre gazal-ı misk adlı âhu Tibet tarafındadır. Misk, bu geyiğin göbeğinde toplanan kandan elde edilir. Misk şişi göbeğinde toplanınca âhu hastalanır, Tibetliler, geyiğin göbeğini kaşıyabilmesi için geniş sahralara kazıklar çakarlarmış. Âhu göbeğini kaşırken misk düşermiş.
Siyah renkli ve güzel kokulu olan misk, eski zamanlarda ilaç olarak kullanılırdı. Edebiyatta, sevgilinin saçları miske benzetilir.
Misk; zülf, siyah, koku kelimeleriyle, geldiği yer olan Hıta, Huten ve Çin kelimeleriyle ses benzerliği dolayısıyla da “çın” (doğru),hatâ (yanlış) kelimeleriyle beraber kullanılır.

Ud-i Kumârî
Tusî’de Kamîr şeklinde geçen Hindistan’ın Kumar şehri; öd ağacı, amber ve tavus kuşlarıyla meşhurdur.

Fîl-i Mengelûsî
Mengelus adlı yerde haşmetli, büyük beyaz filler yetiştirilirmiş. Gösterişli hayvanların bu fillere telmihle anlatıldığı görüldüğü örnekler vardır.

Yemen Akiki
Yemen’de bulunan akik taşı, rengini Süheyl adlı yıldızdan aldığı için renkçe diğer akiklerden daha parlakmış ve ruhtaki sıkıntıyı dağıtırmış.
Hırâmân kâmeti serv-i revândur
‘Akîkî lebleri reflk-i Yemen’dür
Çengnâme, 491



Ünite 9
Edebi Motiflerin Mitolojik Kökenleri III

Mani
Efsanevî nakkaş Mani, Mezopotamya’nın güneyinde, Susa’da 216 yılında doğdu. 241’de Hindistan’a geçti. İndus vadisi üzerinden Turan’a gitti. 242/43 yıllarında İran’a döndü. Kral Şapur’a bağlılığını belirtti. Hürmüz’ün zamanında dini öğretileri kabul gördü. Yaymaya çalıştığı dinin etkileri İspanya’dan Çin’e kadar ulaşmıştır. Bilhassa Türkistan ve Çin bölgesindeki etkisinden mütevellit, İslam âleminde Çinli nakkaş olarak yer almıştır.
Divan edebiyatında Mani, Çin ülkesi, büt-i Çînî, nakş, münakkaş gibi sözcüklerle, sevgili ve nakkaşlıktan söz ederken kullanılır.

İrem Bağı
Âd kavmi hükümdarı Şeddad’ın cennete nispet olarak yaptırdığı bahçe, güzellik timsali olarak zikredilir. İrem Bağı olarak adlandırılan bu bahçe aslında bir şehirdir. İskenderiye’nin olduğu yerde yaptırılmıştır. Şehrin inşası tamamlandıktan sonra Hz. Hûd’un ikazlarına kulak vermeyen Şeddad, şehri görmek üzere yola çıkıp maiyetiyle birlikte helak olmuştur.
II. Nabukadnezar’ın yaptırdığı asma bahçeleri de İrem bağları olarak adlandırılır.

Beyt-i Ma’mûr
Hz. Âdem’in yaratılışından iki bin sene evvel meleklerin inşa ettiği bu mabet, Nuh tufanında gökyüzüne, Kâbe’nin tam üstüne çekilmiştir. Kutsiyeti nedeniyle divan edebiyatında sıkça karşımıza çıkar.

Kubbetü’s-Sahra ve Mescidü’l-Aksa
İslamiyet’in ilk devirlerinde Hz. Süleyman’ın inşa ettirdiği mabedin kalıntıları üzerinde inşa edilmiş iki camidirler. Kubbetü’s-Sahra’yı 691’de Emevi hükümdarı Abdülmelik, Mescid-i Aksa’yı ise Abdülmelik’in oğlu Velid yaptırmıştır. Mescid-i Aksa, Müslümanların Kâbe’den evvelki ilk kıbleleri ve Hz. Muhammed’in Miraç gecesinde göklere yükseldiği yer olması nedeniyle ayrıca önemlidir.

Tâk-ı Kisri
Medayin şehrindeki İyvan sarayının kalıntısıdır. Çok yüksek olan bu tâkın üzerinde Hüsrev’in Şebdiz üstünde bir temsilinin yanı sıra ayrıca tek başına Şebdiz’in temsili de mevcuttur.

Elbruz
Elbruz Dağı, Deşt-i Arjanah ve Belh arasındadır. Simurg’un yuvası buradadır. Divan edebiyatında yüksekliği ve haşmeti bakımından ele alınmıştır.

Gûl/Gûlyabani
Cin taifesindendir. Çirkin görünüşlü bir kötülük sembolüdür.
Sümer mitolojisinde Galla adıyla anılan, İnanna’yı yeraltı dünyasından geri gelirken takip eden ve Temmuz’u yeraltı dünyasında zorla sürükleyen kötü ruhlarla arasında ses benzerliği vardır.

Periler
Cin taifesindendirler. Diğer cinler gibi çirkin değil, çok güzeldirler. Su, pınar ve çeşme başlarını mesken tutarlar. İnsanları buralarda çarparlar.
Divan edebiyatında periler çok yer tutar. Onlarla ilgili anlatılara çeşitli şekillerde göndermeler yapıldığı görülür.
Kara gözlü güzel yüzlü perîler
            Özü Zühre cemâli Müşterîler
                                   Çengname, 447

Yebruhssanem
İnsanlara ve cinlere faydası olan bir ottur. Pazı bitkisine benzer. Yüksek dağlarda yetişir. Akşamları çıra gibi yanar. Birisi bu otu koparsa ot öyle bir ah eder ki bu ahı işiten hemen ölür. Otun kökü insana benzer. Otu taşıyanlar âşık olur. Otun bulunduğu evde muhabbet ve bereket olur.

Pervane
Şem ü Pervane hikâyesini fars şiirinde ilk kez Şirazî (öl. 1535) işlemiştir.
Hikâyede ebedi hayat olan ışık ile aslı ölüm olan karanlık çarpışmaktadır. Hikâyenin kökleri gnostik inanıştaki aydınlık ile karanlığın mücadelesine dayanır.
Maniheist inanışa göre ışık tanrıdan varlık bulan ilk ışık Âdem (nous) karanlık güçlerle savaşıp onları yener. Ölülerin derilerinden gökyüzünü, bağırsaklarından toprağı ve kemiklerinden de dağları yaratır. Bu anlatının bir benzeri Sümerlerde mevcuttur.
Enuma Eliş adlı yaratılış efsanesinde, kötü güçleri temsil eden Ti’amat, tanrılara savaş açar. Ea’nın (Enki) oğlu Marduk, Ti’amat’ın karşısına çıkar. Ti’amat’ı öldürüp vücudunu ikiye böler. Bir yarısıyla gökyüzünü diğer yarısıyla da yeryüzünü yaratır. İnsan ise dökülen kanlardan ortaya çıkmıştır.
Ti’amat havadaki, karadaki ve denizdeki canlıların özelliklerine sahiptir. Çoğunlukla kanatlı bir yılan veya ejderha olarak temsil edilir. Gnostiklerde kâinat, ejderha ile temsil edilir.
Tasavvufta insan ruhu ışık, şamdan ve mumla sembolize edilir. Pervane ise nefsi sembolize eder.

İlm-i Kimya İlm-i Zîc
Yeryüzünde yaşanabilir yerlere eski kozmografyacılar rub-ı meskûn derlerdi. Rub-ı meskûn 7 farklı seyyarenin kontrolündedir. Yedi farklı iklim bu 7 seyyare ile mümkün olur.
7 iklim, 7 felek ve 7 yıldız kavramlarının anlam bağlamları iç içedir.
Dünyayı kâinatın merkezine koyan görüşe göre, 7 seyyare dünyanın etrafında döner. Her bir felekte sırasıyla Ay, Utarid, Zühre, Şems, Mirrih, Müşteri ve Zuhal yıldızları bulunur. On iki burcun yer aldığı sekizinci felek, bunları her taraftan sarmaktadır. Sâbiteler göğü olarak adlandırılan bu sisteme müfessirler Kürsî, ilm-i nücûm ehli ise Felek-i burûç adını verirler.
Kâinatın bir kopyası olarak telakki edilen insanın da yedi kısımdan meydana geldiği düşüncesi doğmuştur. 7 seyyarenin her biri insanın bir uzvuna hâkimdir.
İlm-i heyet, ilm-i zîçten faydalanarak yıldızların ve burçların yeryüzündeki coğrafi şartlara, iklimlere, insanlara, hayvanlara vs. tesir ettiğini ileri süren ve bu prensiple feleklerin yardımıyla gelecekten haber verme iddiasındaki Keldaniler ve Nebatilerden İslamiyet’e geçen ilm-i nücûm, edebiyata çok fazla tesir etmiştir. Şairler bu batınî bilgiden ilham alarak çok çeşitli teşbih ve mazmun üretmişlerdir.
İlm-i nücûma göre 6 yıldızın tesirleri ancak güneşle mukayese edilerek tespit edilebilir. Bu sebeple şairler güneşi, 7 yıldız içinde sultan olarak telakki ederler. Hükûmdari överken güneş ve onun etrafında kurulan mazmunlardan faydalanırlar. Diğer yıldızları da sultanın yardımcıları olarak vazifelendirirler. Utarid gök kâtibi olduğu için “gök debîri” olarak anılır.
Müşteri, kâdı-i felek veya hâtib-i felek olarak anılır. Düşünceyi temsil ettiği için telmih yoluyla sa’d-ı ekber olduğu belirtilir.
Eğlence ve işrete düşkün ehl-i heva Zühre’ye mensuptur. Divan şiirinde Zühre, elinde çeng olan bir sazende olarak tahayyül edilir.
Mirrih, İran’da Behram ve çok hızlı hareket ettiği için tîr-i per-tâbî diye anılır. Rengi kırmızı olduğu için İslam âleminde savaş ve kahramanlığı temsil eder.
Cellatlar ve yol kesenler de Mirrih’e mensuptur. Bir elinde kılıç, diğerinde insan başıyla tasvir edilir.

İlm-i Sihir ve İlm-i Tılsım (Hârût ile Mârût)
Kur’an’da Hârut ve Mârut’un Babil’de sihir öğrettikleri anlatılır. Bu iki melek sınanmak üzere yeryüzüne inerler. Gündüzleri insan kılığında sihir öğretirler, geceleri de sihirli bir sözle göğe yükselirlermiş. Bir gün Zühre isimli bir kadın kocasından boşanmak için onlara müracaat etmiş. Hârut ve Mârut Venüs’e âşık olmuş, onun yüzünden yoldan çıkmışlar. Zühre, bu iki melekten okudukları sihirli sözcükleri öğrenmiş. Gece olunca da göğe yükselmiş. Allah bu kadını gökyüzünde bir yıldıza çevirmiş. Hârut ve Mârut ise bir kuyunun içinde kıyamete kadar kalacakları şekilde baş aşağı asılarak hapsedilmişler.

İlm-i Kimya
İlm-i kimyanın amacı altın ve gümüş elde etmektir. Şairler, çeşitli madenlere ait hususiyetler etrafında teşbihler ve mazmunlar kurarlar. Bir başka maddeden altın elde etmek imkânsız olduğu için kimya ve altın elde etmekte kullanılan maddeye ad olan iksir sözcükleri nadir ve az olana kinaye olarak kullanılır.
Sahtekârların altın ve gümüş diye sattıkları değersiz metalleri ancak bu işten anlayan kişiler tespit edebildiği için, şairler de şairi kuyumcuya, kimyacıya, şiiri de iksire veya mücevhere benzetirler.
İlm-i Tıb
Halk arasında yaygın olarak kullanılan pek çok tıbbi terim Çengname’de karşımıza çıkmaktadır (tabib, sayru, sıhhat emm vs.). İlaç olarak kullanılan maddeler de eserde yer alır.

İlm-i Fâl, Satranç, Kumar
Halk arasında yaygın olarak kullanılan fal, baht, saadet, girev gibi kelimeler etrafında çeşitli sanatlar ve oyunlar kurulduğu görülür.

Çeng
Sümercede adı balag veya balang olan çeng, bilinen en eski müzik aletidir. Tanrılar için yapılan tören ve festivallerde bir şekilde kullanılmış olmasından dolayı mitsel pek çok kavramla yakın ilişkisi vardır. Sembolik anlamlarla yüklü Çengname’de de anlatının temelinde çeng yer alır. Çeng etrafında çok sayıda anlatım sanatının yer aldığı eserde, çengin kendisinin de insanlaştırıldığı görülmektedir.

Mitolojik İlkbahar Festivalleri - Hıdırellez
Doğanın yeşerdiği bahar aylarında düzenlenen festival ve kutlamaların ilk örneğini Sümer’de görüyoruz. Bereket tanrıçası İnanna ile bitki dünyasını ve enerjiyi temsil eden tanrı Dumuzi’nin birleşmesiyle baharın geldiğine inanan Sümerler, bahar başlangıcında bu olay için tören yaparlardı. Bölge halklarının hemen tümünde benzer inanışlar varlığını sürdürmüş, 11 yüzyıldan itibaren İslam dünyasında da bu inancın etkilerine rastlanır. Doğanın ebedi ölüp-dirilme süreci Hızır peygamber şahsında sembolleşmiştir. Bunun batıdaki örneği St. John’dur.


Kitap bitti