Çanakkale'den Sonra
Ona akrabaları “meraklı”, uzaktan tanıyanlar “deli”
derlerdi.
Acıbadem’deki evinden hiç dışarı çıkmaz
Gayet iyi bir tahsil görmüştü. İsterse çalışır ve para
kazanabilirdi.
“Evlen, bu ümitsizlik senden geçer!” diyenlere:
“Dünyaya bir esir getirmek cinayetini kabul etmem” diye
gülümserdi.
“Feylesof, bedbin, derviş, sinirli ve ilh...” derlerdi.
Fakat hayır, o... sade bir ümitsizdi! Mektepten çıktıktan sonra okumaya
başlamış, okudukça ümidini kaybetmiş, okuyup düşündükçe intiharı kurmuştu; ama
– kuvvetli tahsilin neticesi olan– ilmi, fikri ona hâkimdi.
“Aceleye lüzum yok. Mademki talihimiz böyle... Bir köşeye
çekilip ölümü beklemeli...” demişti.
İnsan olmak için mutlaka bir içtimaiyetin, bir milliyetin
içinde bulunmak lâzımdı... Düşünüyordu: Kendisinin bir milliyeti yoktu; bir
içtimaiyeti yoktu. Yalnız, hararetini hissedemediği, lisanından ve duasından
bir şey anlamadığı müphem bir dini vardı.
Kendi ismini bilmeyen, kendi dilini yazmayan, düşmanlarını
kardeşi tanıyan bir millet yaşayabilir miydi? Buna imkân var mıydı?
Bir güneş doğuyor sandı. Meşrutiyet ilân olunmuştu. Fakat
beş on ay geçmeden ümitsizliği eskisinden beter oldu.
Ticaret, zenginlik, para, saadet tamamıyla yabancıların
eline geçmişti. Kapitülâsyonlar bir milleti yavaş yavaş öldüren bir idam
makinesi, bir gasp müessesesi idi.
İngiliz ve Fransız zırhlıları Çanakkale’yi geçemedi. Hicret
edenler döndüler.
Yaşı elliye yaklaşıyordu. Saçları bembeyazdı. Fakat
milletinin birden uyanışı, saadeti, hareketi onu gençleştirdi. Ve evlenmeye
kalktı.
“Beyefendi, müjde!”
Yeni Mecmua, Sayı: 6,
16 Ağustos 1917, s. 119-120.
…
(Özet değildir)
…
Ömer Seyfettin, Bütün Hikâyeleri (Hazırlayan: Hazırlayan:
Nâzım Hikmet Polat), Yapı Kredi Yayınları, 2. Baskı, 2015, İstanbul
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder