Dama Taşları
Ali Dânâ Efendi Edirnekapısı semtinde dedesinin dedesinden kalma
eski viran evde oturur...
Eski bir merakı da dama oyunu idi.
Ah Cabi, Cabi!
“Gidip onu görmeliyim. Ölmeden onunla bir oyun olsun
oynamalıyım...”
“Efendim, göremezsiniz. Bu adam zırdelidir!” diyordu. Dânâ
Efendi boynunu bükerek, ak sakalıyla çocuk gibi ağlayarak tekrar rica etti.
“Bey oğlum, bu zat benim en aziz, en eski refikimdir. Bana
bir şey yapmaz.
İhtimal beni görünce sevincinden aklı başına gelir.”
Genç doktor kanmadı.
Kapı açılınca Dânâ Efendi eski arkadaşını sakalı bıyığına
karışmış, beyaz bir gömlek giymiş, köşede derin derin düşünüyor gördü.
Damayı çok oynamamı çekemediler. ‘Deli’ diye iftira attılar.
Beni tımarhaneye verdiler.
“Seninle yine bir oyun yapmak için dama kutusunu getirdim.
Ama doktor buraya bırakmadı.”
“Allah senden razı olsun! Dün gece rüyamda görmüştüm. Zaten
oynayacak bir adam bekliyordum. Benim taşlarım var!”
Dikkat et. Yanlış oynama. Eğer taş alırsam sana yuttururum.
“Taş bu kardeşim!”
“Ne olursa olsun, yutacaksın diyorum.”
“Nasıl yutayım?..”
Dânâ Efendi tepeden tırnağa kadar dikkat kesildi. Fakat deli
kaide, usul falan tanımıyordu. Abuk sabuk taşları sürüyor, aldığı taşı, şeftali
takdim eder gibi eliyle onun ağzına götürerek, “Buyur, yut bakayım, haydi...
Vakit geçirmeyelim” diyordu.
Dânâ Efendi can havliyle, aralanmış kapıdan fırladı,
koridora çıkınca “imdat, imdat!” diye bağırarak geldiği yollardan, çıktığı
merdivenlerden koşmaya başladı.
Yeni Mecmua, C. 2,
Sayı: 39, 11 Nisan 1918, s. 206-208.
…
(Özet değildir)
…
Ömer Seyfettin, Bütün Hikâyeleri (Hazırlayan: Hazırlayan:
Nâzım Hikmet Polat), Yapı Kredi Yayınları, 2. Baskı, 2015, İstanbul
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder