15 Ağustos 2012 Çarşamba

Tanzimat Dönemi Türk Edebiyatı 1


Tanzimat Dönemi Türk Edebiyatı 1

Ünite 1
Tanzimat Edebiyatının Arka Planı

1440 yılından itibaren Roma ve Floransa’da başka bir dünya algısı peşindeki insanlar klasik metinlerin çevirilerine başladılar. İlerleyen yıllarda bu eserler hakkında çok çeşitli tartışmalar ve yorumlar ortaya atıldı.
1456 yılında Gutenberg’in matbaasında kitaplar basılmaya başlandı.
1519 yılında Martin Luther İncil’i Almancaya çevirerek Roma Kilisesine savaş açtı.
15. yüzyıl boyunca Avrupa’da 1700 civarında matbaa kuruldu ve yaklaşık 15-20 milyon kitap basıldı.
Bütün bu gelişmeler 17. Yüzyıldan itibaren başta İngiltere olmak üzere Avrupa ülkelerinde meyvelerini vermeye başladı.
F. Bacon, T. Hobbes, Voltaire, Montesquieu ve Kant gibi düşünürler ön yargılar, dogmalar ve batıl inançlara karşı aklı yüceltmeye başladılar.
Aklın yükselişi 1750 yılından sonra başlayan Sanayi Devrimi’nin dayandığı temeldir. Pragmatizmin gelişimi de aynı dönemdedir. Avrupa insanı bu dönemde dünyayı işlenebilir hammadde olarak görmeye başlar.
Rasyonelleşmenin yaygınlaşmasıyla birlikte pozitivizm adeta bir din hüviyetine bürünür.
Sanayileşmenin getirdiği teknik imkânları ordularını modernize etmede de kullanan Avrupalı ülkeler dünya siyasetini yönetecek konuma eriştiler.
Avrupa’daki bu ilerleme Osmanlı topraklarındaki gayrı Müslimlerin iktidara karşıt bir tutuma girmeleri ve Avrupa ülkelerinin güdümüne girmeleri sonucunu doğurmuştur.
16. yüzyıla kadar Batıdaki gelişmeleri dikkatle takip eden Osmanlı Devleti bu tarihlerden itibaren yeniliklere ilgisi kaybederek Avrupa karşısında teknolojik bakımdan gerilemeye başlamıştır.
III. Selim döneminde Fransız Devrimi’nin neme nem bir şey olduğunun anlaşılması için sultana rapor sunan hariciyeci Atıf Efendi, Muvazene-i Politike adlı raporunda Aydınlanmacıları fısk-ı fücur cümbüşü olarak tasvir eder. Çağın olaylarına bakışımız işte bu minvaldedir.

1821-1825 yılları arasında Mora’da çıkan Rum isyanından mütevellit tercüme işlerinde Rumlara güvenemeyeceğini idrak eden Osmanlı, 1821 yılında Tercüme Odası ihdas ederek hariciyeci yetiştirmeye başladı. Tercüme Odası’nın Tanzimat aydınlarının Batıya açılmasındaki önemi çok fazladır.

Osmanlı’daki derileme 1683 tarihli Viyana bozgunu ve buna müteakip devam eden savaşların sonunda imzalanan Karlofça Antlaşması (1699) ile ayyuka çıkar. Batı bu tarihten sonra Türkleri Avrupa’dan çıkarmak üzere hareket etmeye cesaretlenir.

Kapitülasyonların ilerleyerek Osmanlı ekonomisini bitirme noktasına gelmesi gerilemenin bir diğer nedenidir. Ekonomideki gerilemeyle birlikte Batıdan borç almaya başlayan Osmanlı ekonomisi kısa zamanda vesayet altına girmiştir.

Osmanlı’nın gerileyişinin en güçlü ayaklarından biri de düzeni bozulan Yeniçerilerdir.


Ünite 2

Osmanlı Devletinde Çağdaşlaşma

Modernleşme çalışmalarına cesaretlenmemize sebep Büyük Petro’nun Rusya’da, Mehmet Ali Paşa’nın Mısır’da elde ettiği başarılardır.
İlk girişimler Damat İbrahim Paşa döneminde başlar. Avrupa ülkelerine elçiler gönderiyoruz bu dönemde. 1719’da Viyana’da, 1921 yılında da Paris’e elçiler gönderilir.
Lale Devri’nde başlayan bu çalışmalar Osmanlı ordusunun İran hükümdarı Nadir Şah karşısında aldığı yenilgiyle (1730) galeyana gelen halkın Frenk tarzına nefreti iyi kullanan Patrona Halil’in başını çektiği isyanla sona erer.
Dini eserlerin basılmaması şartıyla kurulmasına izin verilen matbaada 1729 yılında Vankulu Lügati basılır.

Halil Hamit Paşa’nın gayretleriyle 1773’te Mekteb-i Riyaziye, 1776’da Handese Odası adıyla mühendislik okulu ve 1783’te de Mühendishane-i Bahr-i Hümayun açıldı.
1827’de Mekteb-i Tıbbiye, 1831’de Mızıka-yı Hümayun Mektebi, 1834’te Mekteb-i Ulum-ı Harbiye açıldı.

Çeviriler
1660’lı yılların başında Tezkereci Köse İbrahim Efendi, Fransız astronom Noel Duret’nin 1651’de Paris’te basılmış eserini Secencel el Eflak fi Gayet el-İdrak adıyla önce Arapçaya sonra da Türkçeye çevirir.
İbrahim Müteferrika, Kâtip Çelebi’nin Cihannüma ve Andreas Cellarius’un Atlas Celestis adlı eserlerini Türkçeye çevirdi.
Şanizade Ataullah Efendi, 1812 yılında Baron von Storck’un Miyar’ül-etibba adlı eserini, Hekimbaşı Behçet Efendi, İtalyan Antonio’dan Çiçekaşısı, Kolera Risaleleri ve Ruhiyyat Risaleleri’ni çevirir.
Münif Paşa’nın Volter, Fenelon ve Fontenel’den seçilmiş felsefi parçalar içeren eseri Muheverat-ı Hikemiyye (1859) ve Yusuf Kamil Paşa’nın Fenelon’dan Telemaque çevirileri (1859) yenileşme hareketlerinin düşünsel zeminin oluşturur.
Aynı yıl (1859) Ceride-i Havadis’te Victor Hugo’nun Sefiller’i Hikâye-i Mağdurin adıyla tefrika edilir.
Ahmet Lütfi Efendi, Daniel Defoe’nun Robenson Cruzoe adlı eserini (1864), Teodor Kasap, Monte Cristo’yu (1871-1873) ve Lesage’dan Topal Şeytan’ı (1872) çevirir.
Ziya Paşa, Rousseau’nun Emil (1870) ve Moliere’in Riyanın Encamı (1881) adlı eserlerini çevirir.
Ahmet Vefik Paşa, Moliere’in Tartuffe, İnfial-i Aşk, Don Juan, Adamcıl adlı eserlerini çevirir. Yine Moliere ait olan Zor Nikâh, Zoraki Tabip, Tabip-i Aşk, Dekbazlık adlı oyunlarını uyarlar.
Recaizade Mahmut Ekrem, Chateaubriand’ın Atala (1873) ve Bernard de Saint Pierre’in Pol ve Virjini’ini çevirir.  

Gazeteler
İlk gazete II. Mahmut döneminde çıkar; Takvim-i Vekayi (1831). Başyazarı Esat Efendi idi.
İlk özel gazeteyi William Churchill Ceride-i Havadis adıyla çıkarır (1840). Gazetenin amacı Osmanlı topraklarındaki İngiliz çıkarlarını belirlemek ve bunun propagandasını yapmaktı.
Agâh Efendi’nin Tercüman’ı Ahval’i 1860’da yayına başlar. Şinasi’nin yönettiği bu gazetede ilk tiyatro eserimiz Şair Evlenmesi tefrika edilmiştir. Şinasi daha sonra bu gazeteden ayrılarak Tasvir-i Efkâr adıyla kendi gazetesini çıkarmaya başlar (1862).
Ali Suavi’nin Muhbir (1867), Namık Kemal ve Ziya Paşa’nın Londra’da kurdukları Hürriyet (1868), yine Namık Kemal’in İstanbul’da çıkardığı İbret (1871), Ahmet Mithat’ın Devir (1872), Bedir (1872) ve pek çok romanını tefrika ettiği Tercüman-ı Hakikat (1878) dönemin diğer gazeteleridir.

Tanzimat Fermanı
Reşit Paşa tarafından 3 Kasım 1839’da okunmuştur.
Özünde tüm Osmanlı yurttaşlarına eşitlik vaat eden bu ferman Müslüman kesim tarafından yadırganmıştır.
Fermanda vaat edilen yenilikleri gerçekleştirecek düşünsel altyapıya sahip olmayan Osmanlı, bu iyi niyetli girişiminden zararlı çıkmıştır. Ağırlıkla gayrı Müslim kitlelerin haklarını gözeten ferman, ilerleyen yıllarda Avrupa ülkelerinin Osmanlı’nın iç işlerine müdahale etmeye başlamalarına zemin hazırlamıştır.
Tanzimat’ın asıl müspet etkileri edebiyat alanında gözlenmiştir.

Tanzimat dönemi aydınlarından Şinasi, akılcı bir kavrayışı, din ve Tanrı algısına kadar taşımak isteyen modernist bir öncüdür.
Reşit Paşa için yazdığı Kaside ve Münacat’ı yenilik düşüncelerinin edebiyatımızdaki ilk ve en ileri örneklerindendir.
Kuvvetler ayrımını meclis-i meşveret kavramı ile sürekli gündemde tutmaya çalışan Namık Kemal, demokrasi yanlısı tutumu ile Tanzimat döneminin en önemli aydınlarındandır.
Tasvir-i Efkâr’da 1866’da yayımlanan Lisan-ı Osmaninin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülahazatı Şamildir adlı makalesi Türkçenin yazı dili olarak Arapça ve Farsçadan ayrılması gerektiğinin önemine işaret eder.
Osmanlı-Rus savaşı dolayısıyla yazdığı Murabba’da hürriyet, vatan, devlet ve millet kavramlarını işler.
Ziya Paşa’nın Şiir ve İnşa adlı makalesi, modernleşme çalışmaları açısından önemlidir.
Sadullah Paşa, şair kimliğinden ziyade pozitivizm düşüncesiyle palazlanan Batıdaki teknolojik gelişmeleri görmesi bakımından dikkate değer bir aydındır. 19. Asır adlı manzumesi bu gözlemleri içerir.
Beşir Fuad, Büchner, Jean Masse ve Claude Bernard’dan yaptığı çevirilerle realizmi hakikuyyun sözcüğüyle karşılamış ve aşkın metafizik görüşleri reddetmiştir.  

Özetleyelim; yeni Türk edebiyatının ortaya çıkışını 3/5 kitabın dilimize çevrilmiş olması hadisesine bağlamış bulunmaktayız.


Ünite 3

Tanzimat Döneminde Şiir: 1. Kuşak

Tanzimatla birlikte Batı tesirinde eserler verilmeye başlanması klasik edebiyat geleneğimizin bir anda terk edildiği anlamına gelmemelidir. Bazı şairler ve yazarlar klasik tarzda eserler vermeye devam etmişlerdir (Osman Şems Efendi, Kâzım Paşa, Leskofçalı Galip, Hersekli Ârif Hikmet). Bununla beraber Tanzimat döneminin birinci kuşak edebiyatçılarından Şinasi, Ziya Paşa ve Namık Kemal’in de biçim bakımından klasik tarza sadık kaldıkları eserleri mevcuttur.
Yenileşme hareketleri çerçevesinde Şinasi, konuşulan Türkçeyi yazı dili yapmak ister. Şair Evlenmesi adlı eserini bu düşünceyle kaleme almıştır.
Müntehabat-ı Eş’ar adlı eserindeki şiirlerinde de bu konuya dikkat etmiştir.
Namık Kemal ve Ziya Paşa, Şinasi kadar radikal davranamazlar ancak Ahmet Mithat Efendi tam manasıyla Şinasi’nin çizgisinde, halk dilinde eserler vermeye gayret etmiştir.

Gazetelerin günlük hayata dahil olmasıyla birlikte edebi eserler yüksek zümreye değil ağırlıkla halka yönelmiş ve bu, edebi eserlerde halk dilinin tercih edilmeye başlamasında etkili olmuştur.

Türkçe ile ilgili çalışmalara Şinasi, Türk atasözlerini derlediği eseri Durub-i Emsâl-i Osmaniye adlı eseriyle katkı yapar (1863).

Türk dili hakkında ilk ciddi çalışma Şemseddin Sami’nin Lisan-ı Türkî “Osmanî” başlıklı makalesidir (1881). Türkçenin sadeleşmesi gerektiğine dikkat çeken yazar, düşünceleriyle Ömer Seyfettin’i etkilemiş ve Yeni Lisan hareketine öncülük etmiştir.
Türkçenin sadeleşme yönündeki çalışmalara Ahmet Vefik Paşa da katkı yapmıştır (doğu lehçelerinden sözcük almak teklifini dışarıda tutmak kaydıyla).

Klasik tarzda eserler kaleme alan ve bunun yanında içerik bakımından edebiyatımıza yeni temalar getirmesi bakımından Âkif Paşa, dönemin dikkat edilmesi gereken edebiyatçılarındandır. Kaside-i Adem adlı eserinde varlığa karşı yokluk temasını yüceltmesi şiirimiz açısından daha önce benzeri olmayan bir örnektir. Eserlerinde kötümser ruh hali hakimdir.

Tanzimat’ın ilk yıllarında klasik tarza bağlı edebiyatçılar Encümen-i Şuara adıyla bir meclis teşkil ederler (1861).
Hersekli Ârif Hikmet’in Aksaray’daki evinde toplanan meclis, şiire hevesli gençlere yardımcı olmaya çalışır.
Leskofçalı Galip, Osman Şems, Hersekli Ârif Hikmet, Kâzım Paşa, Nevres, İbrahim Halet Bey, Üsküdarlı Hakkı Bey, Recaizade Celal, Salih Faik Bey, İrfan Paşa, Salih Naili, Ziya Paşa ve Namık Kemal bu meclise devam etmişlerdir.
Sebk-i Hindi ekolüne bağlı kalan meclis, şiirlerine başlık koymaları, ortak şiirler kaleme almaları, yeni tema arayışına girmeleri ve bazılarının dilde sadeleşemeye gitmeleri bakımından dikkate değer işler yapmıştır.

Şinasi
Şiirde ilk değişim içerikte gözlenir; bu dönüşümün ilk örneklerini İbrahim Şinasi’nin eserlerinde görebiliriz. Maliye eğitimi almak üzere 1849-1854 yılları arasında Fransa’da bulunan Şinasi, bu dönemde aralarında Lamartine’in de bulunduğu çeşitli sanatçılarla dostluklar kurar. Şinasi’nin Fransız sanat çevreleriyle olan bu dostluğun etkileri, şiirlerinde alışagelmediğimiz yeni sözcükleri kullanmasıyla kendini gösterir. Şiirlerinde vatan, hürriyet, devlet, medeniyet gibi sözcükler kullanan Şinasi’nin şiirimize dahil ettiği kavramlardan biri de akıldır.  
Reşit Paşa için yazdığı kasideler ile de devrine yeni görüşler, düşünceler katmak/aşılamak istediğini görüyoruz.
Batı edebiyatından yaptığı çevirilerde yeni şekil denemelerinde bulunmuştur. Yazdığı kasidelerde nesib kısmını kaldırıp doğrudan medihte bulunmuştur. Klasik şiirin mazmunlarla dolu kapalı anlatımını çözüp, yaşanan hayatı anlatan canlı ve halkın iştirak edebileceği bir dile ulaşmak istiyordu.

Namık Kemal
Klasik tarz şiir zevkiyle yetişmiş ve çok sayıda klasik tarz şiiri bulunan Namık Kemal, 1862 yılında Şinasi ile tanıştıktan sonra sanatı ve edebi kişiliği tümüyle değişir.
Leskofçalı Galip’in etkisini uzun süre üzerinden atamayan Namık Kemal, Şinasi’yle tanıştıktan sonra da içerik ve biçim bakımından eski tarza bağlı eserler yazmıştır.
Namık Kemal’in şiirlerinde hürriyet, eşitlik, meşruti yönetim, hak, adalet, hamiyet, millet ve halk kavramları sıkça karşımıza çıkar. Bu kavramlar bir şekilde vatan temasına bağlanırlar.
Namık Kemal’in şiirimize katkıları ağırlıkla içerik yönündedir.

Ziya Paşa
Sanatı biçim bakımından klasik tarzın zevkini koruyan Ziya Paşa’nın şiirlerinde yenilikçi fikirler ve temalar, içerik olarak karşımıza çıkar.
Eski ile yeni arasında kalmış olan Ziya Paşa, aklıyla yenilikçiliğe destek olurken gönlüyle eskinin güzelliklerine sahip çıkmaktadır.
Klasik İslam felsefesiyle modern Batı bilimlerini, özellikle astronomiyi başarılı bir şekilde birleştirdiği şiiri Terci-i Bent ile edebi şöhrete kavuşmuştur. Şiirde hayata ve kâinata sorular yöneltir. Hayata pek de iyimser bir gözle bakmayan Ziya Paşa, şiirinde de sürekli olarak kötü olanın galip gelmesi ve iyinin kaybetmesi üzerinde durur.
Ziya Paşa’nın karamsar atmosferi, 1870 yılında İsviçre’deyken Bağdatlı Ruhi’nin Terkib-i Bent’ine nazire olarak kaleme aldığı Terkib-i Bent’te durulmuş görülür.
Harâbât Mukaddimesi’nde çocuk yaşta halk şiiriyle karşılaştığı bilgisini veren Ziya Paşa, Şiir ve İnşa makalesinde halk edebiyatını asıl edebiyatımız olarak kabul eder.

Sadullah Paşa (1838-1891)
Eserlerinin çoğu günümüze ulaşmamış olan pozitivist Sadullah Paşa, Batı hayranı, yenilikçi bir devlet adamıdır. Eserleri edebi içerikten ziyade fikri içeriğiyle dikkat çeker. On Dokuzuncu Asır isimli manzumesiyle döneminin aydınlarının yöneldiği Batı dünyasının temel değerlerini ortaya koymuştur. İnsan aklının gücü ve kudretinin öne çıkarıldığı şiirde, Ortaçağ karalığından aklın kılavuzluğunda kurtulan Batı medeniyetinin ilerlemesi etraflıca işlenir. Şiirde Osmanlı toplumuna da bu yolu izlemesi salık verilmektedir.


Ünite 4

Tanzimat Döneminde Şiir: 2. Kuşak

İkinci kuşak Tanzimat şairleri ilk kuşakta başlayan değişim ve yenilikleri ilerletirler. Birinci kuşağın akla dayalı toplumsal içerikli sanat anlayışı yerini, insanın iç dünyasındaki duygu durumların anlatımına bırakmaya başlar. Şiirde bireysel içerik ağırlık kazanır. Güzelliği esas alan sanat anlayışı bu döneme hakim olur.
II. Abdülhamit döneminin baskıcı uygulamalarının dönemin sanatçılarının romantizme bağlanmasına yol açtığı ve bunun sanatta güzeli yüceltmelerine, kurguda bireysel konulara öncelik vermelerine neden olduğu görüşü savunulabilir.
Dönemin isimleri; Recaizade Mahmut Ekrem (1847-1914), Abdülhak Hamit (1852-1937) ve Muallim Naci (1849-1893).
İkinci kuşağın hemen ardından çok sayıda genç şairden oluşan ara nesil de denilen üçüncü kuşak gelir ki bunlar devraldıkları yenilikleri daha geniş alanlara yayarak Servet-i Fünun dönemine taşırlar.
Şiirin içeriğiyle birlikte şeklinde de önemli değişikler deneyen ikinci kuşak, toplumsal konulardan ziyade bireysel konulara ve temalara yer vererek emeklemekte olan yeni edebiyatımızın içe kapanmasına neden oldular. İkinci kuşağın şiirlerinde aşk, ölüm, tabiat temaları, metafizik ve mistik arayışlar yer alır.
Kelime seçiminde titiz davranmalarına karşın dilin sadeleşmesine katkı yapamamışlardır.
Klasik tarzın klişeleşmiş mazmunlarının yerine yeni imgeler/semboller aranmıştır. Soyut mazmunların yerine tabiattan esinlenerek kurgulanmış görülebilir hayaller, tasvirler edebiyatımıza girmeye başlar.
Şiirin şekli üzerinde de değişik teknikler denenir.

Recaizade Mahmut Ekrem
İkinci kuşağın öncüsü Recaizade Mahmut Ekrem’dir. Şiirden başka, öykü, roman, eleştiri ve kuramsal yazılar neşretmiştir. Hariciye nezaretine memur olarak giren yazar burada Namık Kemal ile tanışır. Tasvir-i Efkâr’da yazıları çıkmaya başlar. 1867 yılında Namık Kemal’in Avrupa’ya kaçmasından sonra gazetenin idaresini üstlenir. Şurâ-yı Devlet üyeliği yapmak kaydıyla devlet adamlığı da yapan yazar, Mekteb-i Mülkiye-i Şahane ve Mekteb-i Sultanî’de dersler vermiştir.
Recaizade Mahmut Ekrem, ara nesil ve sonrasındaki Servet-i Fünun hareketi üzerinde etkili olmuştur. Onun bu etkisini edebiyat hakkındaki kuramsal yazılarında aramak gerekir. Servet-i Fünun hareketini başlatan aynı adlı dergiyi çıkaran ve derginin başına Tevfik Fikret’i getiren Ahmet İhsan, Recaizade Mahmut Ekrem’in öğrencilerindendir.
Talim-i Edebiyat adlı eseriyle yeni bir şiir anlayışını savunan yazar, klasik edebiyattan uzaklaşarak Batılı anlayışının gençlere yerleşmesine katkı yapmıştır.
Recaizade Mahmut Ekrem, şiirde güzelliği esas alır. Şiirde fayda ve ahlakı öne çıkaran birinci kuşak edebiyatçılardan bu yönüyle ayrılmaktadır. Güzel olan her şeyin şiire konu olabileceğini söyleyerek şiirin alanını genişletir.
Edebi eserde ve dolayısıyla şiirde üç tür güzellik görür;
Düşünce güzelliği,
Hayal güzelliği,
Duygu güzelliği…
Ona göre şiirin ölçülü ve kafiyeli olması gerekmez.

Abdülhak Hamit Tarhan
Şiir sanatındaki gücüyle öne çıkan ve yenilikçi edebiyatçıları etkileyen Abdülhak Hamit Tarhan, dil kurallarını ihlali, üslûp endişesi taşımaması, klasik tarzın estetik anlayışından uzaklaşması, metafizik endişeleri ve çok çeşitli imgeleriyle yenilikçi edebiyatçılar arasında sivrilir.
Fransız ekolüyle yetiştirilmiş olması, yenilikçi yanının beslenmesinden etkilidir.
Sanatı geniş ölçüde serbest çağrışımlara ve ilhama dayalıdır. Ağırlıkla ölüm ve metafizik içerikli şiirler yazmıştır.
Eşi Fatıma Hanım’ın ölümü üzerine yazdığı Makber (1885), ölüm ve metafizik konularında derinleşmesine sebep olur. Onun bu dönemdeki şiirleri felsefi şiir olarak kabul edilir.

Muallim Naci
Ziya Paşa gibi klasik şiiri çok iyi bilen, şekil ve zevk bakımından klasik edebiyata dayanan Muallim Naci, klasik şiiri sürdürmez. Klasik şiiri yenileme çabası içine girer. Yenileşmeye açık olan şair, klasik edebiyatla olan bağını sürdürür. Bu bakımdan neo-klasik kimliği kazanır. İlk şiirlerini henüz 18 yaşında Varna’dayken yayınlayan şair kısa zamanda üne kavuşur.
Mes’udi ve Mes’ud Harabatî mahlaslarıyla klasik biçimde aşk ve şarap eksenli şiirler yazar. Hayata tepeden bakma ve boş vermişlik hakimdir bu dönem şiirlerinde.  
Eski ve yeni tarzı şiirlerinde görebildiğimiz Muallim Naci, daha çok klasik şiirin temsilcileri arasında kabul edilir. Bunun nedenleri, yenilikçilerin klasik tarzdan keskin biçimde uzaklaşmış olmalarına karşın Muallim Naci’nin klasik edebiyat zevkini yeni tarzda yazdığı şiirlerde de kullanmak istemesi, eski ve yeni tarzı savunan kutupların çekişmeye başladıkları dönemlerde klasik edebiyatı savunanların onun yakınında kümelenmeleri sayılabilir.

Yenileşmenin ikinci kuşağı, biçim yönünden şiirde arayışlarına devam ederler; hece ölçüsü ve Batı edebiyatından alınan nazım şekillerinde şiirler yazılır. Birinci kuşak şairlerden Ziya Paşa, hece ölçüsüyle şiirler yazmıştı. Namık Kemal ve onun isteği üzerine Abdülhak Hamit de hece ölçüsüyle eserler vermiştir.

Yenileşmenin Üçüncü Kuşağı: Ara Nesil
Şiirin şekil, üslûp ve içeriği üzerinde süregelen yenilikleri arttırarak devam ettirirler. Birinci ve ikinci kuşakta sayılı isim tarafından savunulan yenilik hareketleri bu dönemde sayılamayacak kadar çok genç kalemin elinde geniş bir yaşam alanı bulur.
Ara nesil döneminde öne çıkan isimler;
Menemenlizade Mehmet Tahir (1862-193)
Nabizade Nazım (1864-1893)
Mehmet Celal (1867-1912)
Nigâr Hanım (1862-1918)
Mustafa Reşit (1861-1936)
Recep Vahyi (1867-1923)
Fazlı Necip (1863-1932)
Müstecabizade İsmet (1868-1917)

Birinci ve ikinci kuşak edebiyatçıları daha ziyade gazetecilik faaliyetleri çerçevesinde seslerini duyuruyorlardı bu ara nesilde ise gazetelerin yerini dergicilik almaya başlamıştır.
Dönemin belli başlı dergileri;
Âfâk, Âsâr, Berk, Gayret, Gülşen, Güneş, Hâver, Hazine-i Fünun, Hizmet, Maarif, Malûmat, Mekteb, Mir’at-i Âlem, Muhit, Musavver, Nilüfer, Resimli Gazete
Eser verdikleri yıllar II. Abdülhamit’in istibdat dönemine denk geldiği için, memleket meseleleri ve politik konularda yayın yapamayan edebiyatçılar, eserlerinde insanın iç dünyasına yönelmişlerdir. Mehmet Celal ve Mustafa Reşit Servet-i Fünuncularda doruğa ulaşacak olan santimantalizmin öncüleridir bu dönemde.  
Sosyal ve faydacı içerikten uzaklaşarak estetik kaygılarla şiirler yazmaya başlamışlardır.
Ara Nesil edebiyatçılarının tamamının yenilikçi olduğunu iddia etmek gülünç olur. Muhafazakâr aydınlar, bu dönemde klasik edebiyat zevkini devam ettirme gayretinde olmuşlardır. Şeyh Vasfi, Elhac İbrahim Efendi, Hoca Hayrettin Efendi, Mehmet Salahi, Muallim Feyzi ve Ali Ruhi eskiyi sürdürmek isteyen isimler arasındadır.  
Klasik edebiyat yanlılarının eski edebi geleneği sürdürmekteki ısrarları ileride Servet-i Fünuncuların öncüsü olarak anılacak olan Tevfik Fikret ve Cenap Şahabettin gibi isimleri de etkilemiş ve bu isimler ilk dönem eserlerinde klasik tarza bağlı kalmışlardır.
Eski ve yeninin kutuplaşmaya başlaması kaçınılmaz olarak bir ara bölge/ara gurup oluşması sonucunu doğurur. İntihâle karşı çıkan, Batılı gibi düşünüp Türk gibi yazmayı, sosyal şartlarımıza, adet ve geleneklerimize uygun bir edebiyat üretmeyi savunan Ahmet Rasim bu gurupta değerlendirilir. Ali Kemal ve Recep Vahyi de aynı çizgidedirler.

Ara nesil döneminde dikkat çeken bir diğer husus çeviri faaliyetleridir. Sadece Batı dilleri değil Doğu dillerinde de çok çeşitli türlerde eserler bu dönemde dilimize kazandırılmıştır.
Çeviri faaliyetlerinde titizlikle üslûp üzerinde durulması şiirimizde konuşma sentaksının gelişmesini sağlamıştır.
Yine şiirde anjambantlı cümlelere bu dönemde rastlanır.
Kafiyede şekil birliği bırakılıp fonetik benzerliğe önem verilmeye başlandı. Kafiyenin göze değil de kulağa göre tanzim edilmesi yüzyıllardır süre gelene klasik anlayışın sona ermesi anlamına gelmektedir.
Aşk ve ölüm, bu dönemin şiirindeki hakim temalardır. Verem, hüzün, gözyaşı, ev hayatı ve yaşama sevinci de tema ve konu olarak karşımıza çıkar. Ölüm temi o denli popülerdir ki mezarlığı keşfeden şairler, sevgilinin varlığının somutlaştığı yer olarak işlenene mezarlıklarla ilgili olarak Kitabe-i Seng-i Mezar başlıklı şiirler yazılmaya başlanır.

İlk örneklerine Mir’at-i Âlem dergisinde rastlanan Recaizade M. Ekrem’in Kelebek ve Hüseyin Haşim’in Kocakarı ve Kedi şiirleriyle başlayan tablo için şiir / tablo altı şiir modası bu dönemde rağbet görmüştür. Tablo şiirleri ağırlıkla tabiat tasvirleri ve bu yolla şairin kendi iç dünyasını ifadesi şeklindedir. Muallim Naci ve M. Faik’in de tablo altı şiirler yayınlamasıyla birlikte bu tür yaygınlık kazanmıştır.
Servet-i Fünun döneminde özellikle Cenap Şahabettin ve Tevfik Fikret’in yazdığı resim gibi şiirlerin gelişmesinde bu tablo şiirlerinin katkısı olduğu aşikârdır.
Recaizade M. Ekrem’in nesr-i muhayyel terkibiyle karşıladığı düzyazı şiir (mensur şiir) de ara nesil edebiyatçılarının rağbet ettiği bir türdür.
Mustafa Reşit, mensur şiirlerini Gözyaşları (1887/8) adlı bir kitapta, Halit Ziya ise Mensur Şiirler (1891) ve Mezardan Sesler (1891) adlı kitaplarda toplayıp yayımlar.
Mensur şiirler yazan bir başka şairimiz Mehmet Celal, Muallim Naci’nin bir şiirinin etkisinde kalarak aynı tem ve içerikle İstifâza başlığı altında mensur bir şiir yazmıştır.
Mensur şiir yazmaya şairleri cesaretlendiren, Recaizade M. Ekrem’in Takdir-i Elhan’daki mensur şiiri öven yazılarıdır (bu, elbette tek sebep değildir).


Ünite 5

Tanzimat Dönemi Türk Edebiyatında Roman: 1. Kuşak

1605 yılında yayınlanan Don Kişot Batı’daki ilk roman olarak kabul edilir. Sanayi devrimi ve modernleşmeyle birlikte roman türü Batı edebiyatının lokomotifi konumuna gelir. Tanzimat’la birlikte başlayan yeni Türk edebiyatında roman türünün ilk örneklerine de ancak bu modernleşme döneminde rastlarız.
Ahmet Hamdi Tanpınar, bizde roman ve öykü türünün başlamasını çevirilere bağlar. Hakikaten de öyledir; 19. Yüzyılda yapılmaya başlayan çeviri eserlerden hemen sonra öykü, roman ve tiyatro türünde eserler neşredildiği gözlenmektedir.
İlk örnekler; Ahmet Mithat Efendi’nin 1870 yılında yayımlanmaya başlayan Kıssadan Hisse ve Letaif-i Rivayat serilerinde yer alan romanlar, Şemsettin Samî’nin 1872/1873 yıllarında çıkan Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat ve Namık Kemal’in İntibah ve Cezmi adlı romanlarıdır.
Birinci kuşak edebiyatçıların romanları ağırlıkla sosyal konulara eğilir;
Görücü usulüyle evlenme,
Batılılaşmanın yanlış anlaşılması,
Köy hayatı ve köy halkı,
Kölelik,
Tarihi dönemleri konu alan eserler,
Fen bilileri ve tekniğe bağlı gelişmeleri ele alan eserler…

Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat
Batılı anlamda ilk romanımız Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat’dır. İlk eser olması bakımından teknik anlamda kusurları vardır.
Romanın esas karakteri Talat, Aksaray’daki evinde annesi Saliha Hanım ve Arap dadı Ayşe Kadın ile birlikte yaşamaktadır. Kocasıyla mektepte tanışarak evlenmiş olan Saliha Hanım, oğlunun da görüp beğeneceği bir kızla evlenmesini arzulamaktadır.
Bir kalemde memur olarak çalışan Talat, tütün satıcısı Hacı Baba’nın üvey kızını (Fitnat)evin cumbasında görür ve âşık olur. Tutucu bir adam olan Hacı Baba, kızını sokağa çıkartmamaktadır. Evinde dikiş dikerek zaman geçiren Fitnat’da Talat’ı görmüş ve beğenmiştir. Fitnat’ı görebilmek için kadın kılığına giren Talat, Fitnat’ın dikiş öğretmeni Şerife Hanım’ın evine gider. Şerife Hanım’ın Fitnat’a okuma yazma öğretme teklifini kabul eden Talat, Râgıbe adıyla Hacı Baba’nın evine gidip gelmeye başlar. Finat’ı gizli kimliğiyle görmeye başlayan Talat halinden memnundur. Fitnat bir gün Râgıbe Hanım’a cumbadayken gördüğü ve beğendiği genç bir adamdan söz eder. Fitnat bu genci Râgıbe Hanım’a benzetmiştir. Râgıbe Hanım’da Fitnat’a bir erkek kardeşi olduğunu söylemiştir.
Romanın bundan sonraki bölümünde Üsküdar’da büyük bir konakta yaşayan Ali Bey olaylara dahil olur. Boşadığı karısını geri çağırmak isteyen Ali Bey, eski eşinin öldüğü haberini alır ve kahrolur. Şerife Hanım, Ali Bey’in konağında bir cariyeye nakış dersleri vermektedir. Ali Bey’e eş arayan Şerife Hanım namzet olarak Fitnat’ı düşünür. Hacı Baba bu teklifi uygun bulur. Fitnat istemese de nikâh kıyılır. Râgibe’ye içini açan Fitnat, Talat’ı sevdiğini söyler. Kıyafetlerini çıkaran Râgıbe’de Talat olarak Fitnat’ın karşısına çıkar. Üvey kızının üzüntüsünü gören Hacı Baba, kızını dinlenmesi için Üsküdar’daki bir yakınının yanına yollar. Bu teklife çok sevinen Fitnat kendini Ali Bey’in konağında bulur. Yaşadığı entrika karşısında büsbütün yıkılan Fitnat’ı olaylardan habersiz olan Ali Bey kendi haline bırakır, ona yaklaşmaz. Fitnat’ın boynundaki muskayı ele geçirip okur; muskada ölen annesinin Fitnat’a vasiyeti yazılıdır. Fitnat’ın annesi Ali Bey’in boşadığı karısıdır. Tabiatıyla Fitnat’ta Ali Bey’in öz kızıdır. Bütün olayları öğrenen Ali Bey, Fitnat’ı Talat ile evlendirmeye karar verir. Ali Bey’in düşüncelerinden habersiz olan Fitnat bu sırada intihar eder (bıçakla bileklerini keser). Fitnat’ın başucunda gam ve kedere gömülen Talat da bu acıya katlanamaz ve ölür. Yaşanan bu olaylardan sonra Ali Bey’de çıldırır.
Görücü usulü evliliklerin doğru olmadığı mesajını yüklenen kurgusuyla bu eser sosyal içerikli bir roman olarak kabul edilmelidir.
Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat’ta evlilik dışında kız çocuklarına eğitim verilmemesi, kölelik gibi konuların da eleştirisi yapılmaktadır (Arap asıllı Ayşe Kadın romandaki köledir).
Romandaki tesadüflerin aşırılığı romanı gerçekçilikten uzaklaştırmaktadır.
Roman, otuz altı bölümden oluşmaktadır. Her bölümün başında bölümün içeriğine uygun başlık kullanılmıştır.
Roman, Aksaray’daki evle başlar ve önce Saliha Hanım sonra da Talat’ın hikâyesi anlatılır.
Laleli’deki Hacı Baba’nın dükkânıyla anlatının ikinci bölümü başlar. Burada da Fitnat’ın hikâyesine yer verilmiştir.
Romanın üçüncü ayağı Üsküdar’daki konakta başlar. Önce Ali Bey’in hikâyesi verilir. Şerife Hanım aracılığıyla Konak, olay örgüsüne bağlanır. Fitnat’ın konağa gelişiyle kurgu bağlanmış olur. Fitnat’ın muskasıyla romandaki düğümler çözülür.

Ahmet Mithat Efendi
Yaşadığı yıllarda hâce-i evvel sıfatıyla anılan yazar, halka yönelik öğretici eserlerinde sade dil kullanmaya gayret eder.
Çok sayıda roman yazmış olan Ahmet Mithat Efendi’nin eserlerinde olay örgüsü bir tek kahramanın etrafında kurulmaz, çok sayıda kahramanın serüveni çevresinde örülür. Kahramanlarının yetiştiği çevre ile karakterleri arasında ilgi kurar. Genellikle gerçekçi tiplere yer verir (olağanüstü kahramanlara yer verdiği eserleri de vardır).
Romanlarında iyi karakterleri mutlu, kötü karakterleri ise kötü bir sona sürükler.
Sevip beğendiği romanların benzerlerini yazma hevesiyle çok sayıda eser vermiş olan yazar kendisinden sonra gelen Hüseyin Rahmi Gürpınar’ı da bu bakımdan (popülizm)etkilemiştir.
Değişik sanat anlayışları ve edebiyatçıların etkisinde kalan Ahmet Mithat Efendi, farklı akımların etkisinde farklı türlerde eserler vermiştir:
Hasan Mellah (Monte Cristo’ya alternatif gibidir), Hüseyin Fellah, Dünyaya İkinci Geliş, A. Dumas tarzında yazılmış macera romanlarıdır.
Acaib-i Âlem, Ahmet Metin ve Şiraz, Jules Verne etkisinde yazılmış gezi ve bilimkurgu romanlarıdır.
Çengi, fantastik bir romandır, Ahmet Mithat Efendi’nin, çok beğendiği Don Kişot’un bir benzerini yazmak isteyerek kaleme aldığı eserdir.
Bahtiyarlık, köy romanıdır.
Yeniçeriler, Arnavutlar – Solyotlar, tarihi romandır.
Yeryüzünde Bir Melek, romantik; Henüz On Yedi Yaşında, realist; Müşahedat ve Taaffüf ise natüralist tarzda yazılmış romanlardır.
Bunca romana rağmen tekrara düştüğü pek görülmez. Eserlerinde yeni kurgular ve karakterler üretmekte hiç sıkıntı yaşamaz (bilgi birikiminin yanında hayal gücünün kuvvetli olduğunu da dikkate almak lazım).
Romanlarında kahramanlarının psikolojilerinden, duygu ve düşüncelerinden de söz eder. Romanlarının bazılarında kendisi/yazar kimliğiyle okuyucuya hitap eder (“Ey kâri!”, “Ey kârie!” gibi sözlerle okuyucuya seslenir), diyalog kurmaya çalışır, olaylara ve kahramanlara müdahale eder. Okurlarına yeni bilgiler vermek ve bir bakıma okurlarını eğitmek isteyerek kurguladığı hikâyeye müdahale eden Ahmet Mithat Efendi, bazı eserlerinde de kendi kendine konuşur. Bu müdahaleleri, hikâyesini anlattığı kahramana acımak yahut ona kızmak şeklindedir.
Eserlerinde ders vermeyi amaç edindiği için, eser sonlarında kıssadan hisse bölümleri yer alır.
Eserlerinde meddah tarzı anlatım yolunu seçtiği için laubali söyleyişi dikkat çeker. Üslûp kaygısı gütmemiştir.
Değişik konularda farklı tekniklerde eserler vermiş olması bakımından Ahmet Mithat Efendi’yi edebiyatımız için yol açıcı olarak kabul etmek yanlış olmaz.
Bahtiyarlık ve Bir Gerçek Hikâye adlı eserlerinde köy hayatından söz etmiştir.
Bahtiyarlık
Bahtiyarlık; köy hayatıyla şehir hayatını kıyasladığı bir eserdir. Öyküden ziyade roman tekniğiyle yazılmış bir eserdir. Eserde köy hayatı şehir hayatına üstün tutulmuştur. Dönüşümlü olarak şehir ve köy hayatından sahnelere yer verilirken anlatılan hikâyelerden köy hayatının şehir hayatına üstün geldiği sonucuna ulaşılır.
Mekteb-i Sultani’de yatılı okuyan iki öğrenci Senai ve Şinasi eserin tipleridir.
Senai, varlıklı bir köylü çocuğudur. Şinasi ise İstanbullu bir memur çocuğudur. Senai’nin hayali okulu bitirip şehirde kalmak, Şinasi’nin hayali ise okulu bitirip bir köye yerleşmek ve köy hayatı yaşamaktır.
Okulu bitirdikten sonra Şinasi, Senai’nin köyüne gider ve orada çiftlik kurar. Modern tarıma dayalı yaşam alanı inşa eder. Kısa süre içinde mutlu ve huzurlu olduğu kadar getirisi de yüksek bir standarda ulaşır.
Senai ise okulu bitirir bitirmez kendini Beyoğlu’nun eğlencesine bırakır. Rizette adlı Fransız şarkıcıyla ilişki kurar. Babasının gönderdiği paralarla bu hayata devam eder. Fransa’ya gidip orada hukuk tahsili yapmak hayali kuruyorsa da bu amacına ulaşamaz. Romantizmin etkisinde yazılmış olan eserde tabiatla iç içe, köy hayatı idealleştirilmiştir.
Eserde çiftlik dışında köy hayatına dair detaya inilmez. Yerel konuşmalara da yer verilmez. Bu olumsuzluklara karşın Yamalı Musa Ağa tiplemesi oldukça başarılı bir köy ağası tiplemesidir. Yazar, köy ağası aracılığıyla o dönemde uygulanmakta olan iltizam usulünü de eleştirmiştir.
Felatun Bey ile Rakım Efendi
1875 tarihli bu eserin Ahmet Mithat Efendi’nin eserleri arasında önemli bir yeri vardır. Tanzimat’tan sonra başlayan batılılaşmanın yanlış anlaşılmasını ele alan ilk eserdir. Birbirine zıt tiplemelerle Osmanlı toplumsal hayatı sade ve gerçekçi bir dille anlatılmaktadır.
Kutupluluk üzerine kurulu roman, çift zincirli olay örgüsüne sahiptir.
Felatun Bey, alaturkadan alafrangaya bir anda geçen, öğrenim düzeyi düşük bir babanın çocuğudur. Felatun Bey de babası gibi tahsili zayıf bir kimsedir. Babasının izinde alafranga bir hayat yaşamaktadır. Büyük bir kalemde çalışan Felatun Bey, eğlence ve gezmelerden zaman buldukça kaleme gidebilmektedir. Ancak Çarşamba günleri gidebildiği kalemde arkadaşlarında bütün bir hafta yaptıklarını anlatarak vakit geçirir. Kendini Eflatun’dan daha akıllı zanneden, kibirli ve kendini beğenmiş biridir. Babasının yirmi bin kuruşluk gelirine güvenen Felatun Bey’in kitaplara karşı özel bir merakı vardır; yeni çıkan kitapları aldırtır ve üzerlerine Ahmet Plâtun isminin A. P. harflerini bastırtıp kütüphaneye koyar ama asla okumazdı. Zaten okuyabilecek kadar birikimli biri değildir. Lüks yerlerde eğlenmek ve para harcamaktan mürekkep bir hayata sahiptir. Kız kardeşi Mihriban da Felatun Bey gibi şımarık ve sorumsuz biridir.
Romanın ikinci bölümünde karşımıza çıkan Râkım Efendi, Felatun Bey’den tamamen farklı, onun zıttı bir kişiliktir. Kavas olan babasını henüz bir yaşındayken kaybetmiş olan Râkım Efendi’yi annesi ve Arap dadısı yetiştirmiştir. Delikanlılık çağında annesini kaybeden Râkım Efendi, Hariciye kaleminde kendine bir iş bulur. Bulduğu her işe koşan Râkım Efendi, bir yandan da öğrenimine devam eder. Ermeni bir dostunun kütüphanesinde kitap okur. İlerlettiği Fransızcasıyla yaptığı çevirilerle para kazanmaya başlar. Yabancıların çocuklarına Türkçe ders verir. Felatun Bey’i aksine kendi kültürüyle barışık birisidir.
Râkım Efendi, Felatun Bey’de gördüğümüz olumsuzlukların giderildiği kişidir. Ahmet Mithat Efendi, Râkım Efeni tiplemesiyle, insanın kendi emeğiyle hayatını sürdürmesi, kendi kültürel değerlerine sahip çıkması gerektiğini anlatmaya çalışır.
Müşahedat (1891) adlı romanı yazılış tekniği ve de olay örgüsü bakımından dünya edebiyatı kapsamında ilk olma iddiasındadır. Ahmet Mithat Efendi, bu romanıyla Emile Zola’nın natüralizmine karşı bir natüralist tarz ortaya koymuştur. Avrupa’da örnekleri görülen natüralist romanlarda hakim olan kötümser havaya karşı, iyimser bir tarzda roman yazmak istemiş ve bunu da başarmıştır.
Müşahedat, takip adlı bir bölümle başlar. Anlatıcı, Beykoz’daki evinden İstanbul’daki matbaasına gitmek üzere Şirket-i Hayriye’nin vapuruna biner. Yolculuğun detaylı bir şekilde anlatıldığı bu bölümde anlatıcı kimliğiyle Ahmet Mithat Efendi karşımıza çıkar. Anlatıcı, her gün bindiği vapurda tanınmış bir yazar olarak itibarlı bir kişidir.
Yolculuk sırasında yaşlı bir kadının yanında biri sarışın diğeri esmer iki kadının Fransızca konuştuklarına şahit olur. Konuşulanlara kulak verir; yazmak istediği roman için bu kadınların anlattıkları hikâyeyi kullanmaya karar verir. Vapur yolculuğundan sonra da kadınları takip eder. Beyoğlu’ndaki evlerine kadar sürer bu takip. Tereddüt etse de kapıyı çalar. Kapıyı açan hizmetçi kadına kendini tanıtarak kadınlarla görüşmek istediğini bildirir. Avagni ve Siranuş isimli kadınlardan Siranuş, Ahmet Mithat Efendi’yi yazılarından tanımaktadır ve bu nedenle onunla görüşmeyi kabul eder.
Siranuş yazara, Avagni’nin hikâyesini anlatır. Anlatılanlarda bahsi geçen Refet’i bulur ve onun öyküsünü dinler. Bu şekilde Seyit Numan ve Siranuş’u da dinler. Anlatılanları bir kurgu içerisinde bir araya getiren yazarın yazdıklarını anlatan kişiler okuyup düzeltmeler yaparlar. Böylelikle Müşahedat, hem roman kişilerinin serüvenlerinin anlatıldığı hem de romanın yazılışının anlatıldığı bir romana dönüşmüş olur.
Roman, şimdi ve geçmiş’e ait iki metnin iç içe örülmesiyle vücuda getirilmiş olur.

Namık Kemal
Çok yönlü bir aydın olan Namık Kemal, bazı eserlerinin ön sözünde ve makalelerinde edebiyat ve roman hakkındaki görüşlerini dile getirir. Realist yazarlardan fazlaca etkilenmiş olan Namık Kemal, edebiyata meraklı kişilere Batı edebiyatını referans gösterir.
İntibah ve Cezmi adlarında iki roman yazmıştır. Konusunu sade tuttuğunu söylediği İntibah’la roman türünde bir örnek ortaya koymak istemiştir. İsmi Son Pişmanlık olan eser sansür tarafından İntibah’a çevrilmiş ve bu adla 1876 yılında yayınlanabilmiştir.
Realist tasvirlere yer verilmesi, psikolojik çözümlemelere gidilmesi bakımından Türk edebiyatının ilk edebi romanı olarak kabul edilen eser, sosyal içerikli romantik ekole bağlı olarak yazılmıştır. Mehmet Kaplan’ın ifadesiyle İntibah, aşk, kıskançlık ve intikam duygularını işleyen psikolojik bir eserdir.
Geniş bahar tasvirleriyle başlayan romanda gerçek hayattan uzakta özenle yetiştirilmiş bir gencin uygun olmayan bir kadına ilk görüşte âşık olması anlatılır. Gencin cariyelerinden birinin bu gence tek taraflı aşkıyla olay örgüsü dramatikleşir. Romanın başkişisi Ali Bey, Mehpeyker’e olan aşkı nedeniyle hayatını mahveder. Sahip olduğu varlıkları bu kadının uğrunda harcar. Annesinin ölümüne neden olur. Kendisine karşı düzenlenen bir suikasttan son anda kurtulur. Cariye Dilaşup, Ali Bey uğruna kendini feda eder. Kurtulan Ali Bey, olayları ancak idrak eder. Ne var ki son pişmanlık fayda getirmemektedir.
Romanın mesajı, hayatı yeterince tanımayan gençlerin karşılaşabilecekleri durumlar ve yapabilecekleri hatalar üzerinedir.
Annesi tarafından babasız büyütülmüş olan Ali Bey, arkadaşlarıyla birlikte gittiği Çamlıca’da Mehpeyker’le karşılaşır. Bu kadın yüzünden evini ve işini ihmal etmeye başlar. Annesi, Dilaşup’u yanına alarak oğlunun Mehpeyker’den uzaklaştırmak ister. Ali Bey’in arkadaşı Âtıf Bey’in amcası Mesut Efendi, Ali Bey’i Mehpeyker hakkında uyarır. Ali Bey, Mehpeyker’den uzaklaşmayı dener. Gururu incinen Mehpeyker Ali Bey’in peşini bırakmaz. Amacına ulaşamayan Mehpeyker, Dilaşup’a iftira atarak satılmasına sebep olur. Dilaşup’u satın alan Mehpeyker, Ali Bey’i öldürmeye karar verir. Suikast planını öğrenen Dilaşup Ali Bey’i uyarır. Ali Bey’in kılığına giren Dilaşup, Mehpeyker’in adamları tarafında Ali Bey zannedilerek öldürülür. Suikasttan kurtulan Ali Bey, kolluk kuvvetlerine haber verir. Mehpeyker’i öldürür. Dilaşup’u ve annesini kaybeden Ali Bey hapse girer. Hapishanede pişmanlıklar içerisinde altı ay kalabilen Ali Bey, burada ölür.
Roman genelinde Namık Kemal’in ahlakçı tavrı ve mekân tasvirlerindeki yetersizliği romanda hemen göze çarpan teknik zaaflardır. Romanın hemen başındaki oldukça uzun bahar tasvirleri, kasidelerde gördüğümüz nesip bölümlerinden alınmış gibi durmaktadır. Edebi dil kullanmak kaygısındaki yazarın bazı bölümlerde fazlaca ağdalı dil kullanması romanın zayıf taraflarıdır.
Tarihi roman olan Cezmi (1880), konusunu II. Selim devrinde başlayıp yaklaşık yüz yıl devam eden Osmanlı İran savaşlarını konu edinir.  
Yazarın 1877’de Midilli’ye gittikten sonra kaleme aldığı eserin birinci fasıl’ının ilk alt bölümünde 16. Yüzyıl Asya ve Avrupa’sının genel panoraması verilir. Batı’daki gelişmeler karşısında Osmanlı’nın tutumu anlatılır.
Roman, idealize edilen Cezmi’nin savaşlarda gösterdiği kahramanlıklar ve savaş sırasında tanışıp dost olduğu Adil Giray’ı esaretten kurtarma çabaları üzerine kuruludur.
Cezmi, Osmanlı İran savaşları sırasında Kırım Ordusu kumandanı Adil Giray ve kardeşi Gazi Giray ile tanışıp dost olmuştur. Bir başka muharebede esir edilen Adil Giray, Kazvin Sarayında tutulmaktadır. Romanda Adil Giray’a âşık olan Şahın karısı Şehriyâr ile kız kardeşi Perihan’ın serüvenlerine de yer verilir.
Adil Giray, Perihan’a âşık olmuştur. Perihan Sünnî’dir. Şehriyâr Adil Giray’ın gönlünü fethe çalışırken Adil Giray, İran tahtını Şiilerin elinden almanın hesaplarını yapmaktadır. Tahtı ele geçirmeyi planlayan Adil Giray yardımcı olması için Cezmi’yi saraya getirtir. İran’a yolunu tutan Cezmi türlü tehlikeleri atlatarak Adil Giray’a ulaşır. Hazırlıklara başlarlar ancak Şehriyâr ve Vezir Mirza Süleyman durumdan haberdar olup, Perihan ve Adil Giray’ı öldürmek üzere harekete geçerler. Çıkan çatışmada Şehriyâr, Perihan ve Adil Giray ölürler. Çatışmalardan yaralı olarak kurtulan Cezmi, Adil Giray ve Perihan’ı defnederek İran’dan ayrılır.
Namık Kemal, bu romanında İntibah’a kıyasla daha başarılıdır. Diyalogların ve hareketlerin az oluşu, tasvirlerin öznel ve abartılı oluşu, psikolojik çözümlemelere yeterince yer verilmemesi göze çarpan kusurlardır. Romantizmin etkisiyle romanın acıklı bir sonla kapatılması eserin zayıf yanıdır.
Romantik bir eser olan Cezmi ile Namık Kemal, genç edebiyatçılara konu seçimi için Türk tarihini işaret etmektedir.
Şemsettin Sami ve Ahmet Mithat Efendi halka yakın ve popülist oldukları halde Namık Kemal, edebi kaygıları daha fazla olan bir edebiyatçıdır.  

(Kitap Bitti)








1 Ağustos 2012 Çarşamba

OSMANLI TÜRKÇESİ GRAMERİ I



OSMANLI TÜRKÇESİ GRAMERİ I

Ünite: 1

Arapçada Kelime Yapımı
Arapça bükünlü bir dildir (kelime yapımında sözcük kökleri değişir); bir kökten yeni kelimeler türetilirken başa ve sona ekler getirilmez.
Arapça kelimeler genel olarak iki guruba ayrılır:
a)      Asıl isimler (ism-i câmid) özel isimler, cins isimler ve sayı isimleri bu guruba girer.
b)      Türemiş isimler (ism-i müştak) fiilden türemiş bu isimler ise; masdar isimleri, ism-i fa’il, ism-i mef’ul, sıfat-ı müşebbehe, mübalağa-i fa’il, ism-i tafdil, ism-i mekân, ism-i zaman, ism-i alet, ism-i tasgir, ism-i mensub şeklinde tasnif edilir.

İsm-i camid gurubundaki bütün kelimeler ile ism-i mekân, ism-i zaman, ism-i alet, ism-i tasgir gurubundaki kelimelerin hepsi isimdirler.

İsm-i fa’il, ism-i mef’ul, sıfat-ı müşebbehe, mübalağa-i fa’il, ism-i tafdil, ism-i mensub gurubundaki kelimeler ise sıfattırlar.

Arapça Kelime Yapımı
Birleşik kelimeler dışında Arapçada kelimeler ön ve son eklerle değil, bükünlenme yoluyla yapılır.

İki harfli edatlar ve birkaç istisna kelime dışında Arapçada bir kelime kökü en az üç harften oluşur. Bunlara asli harfler denir. Yeni kelime yapılırken bu asli harflerin başına, ortasına veya sonuna bir veya daha fazla harf ilave edilir. Bu ilave harflere zaid harfler (ekleme harfler) denir.
Kelime yapımı belli kalıplara göre yapıldığı için bu zaid harflerin hangi harfler olabileceği bellidir.

Zaid Harfler

Hamze (أ), Elif (ا), Te ( ت ), Sin ( س ), Mim ( م ), Nun ( ن ), Vav ( و ), He ( ه ), Ye ( ى )

Hamze (أ) sadece kelime başında zaid olur: افكار / efkâr, اخراج / ihraç. Osmanlı Türkçesinde bu gibi kelimelerde hamze yazılmayıp sadece hamzenin kürsüsü olan elif yazılır.

Elif (ا) kelime içinde uzun a (â) sesini karşılamak için kullanılır: ماهر / mâhir, مخابر / muhabir…

Te ( ت ) kelime başında, ortasında ve sonunda zaid olarak bulunabilir: تشكيل / teşkil, انتظار / intizar, شكايت / şikâyet…

Sin ( س ) ist-, müst- ses gurubuyla başlayan kelimelerde zaid harf olur: استثقال / istiskâl, مستقبل / müstakbel…

Mim ( م ) harfi sadece kelime başında zâid harf olur: معلوم / ma’lum, محكمه / mahkeme…
Nun ( ن ) harfi in-, mün- ses guruplarıyla başlayan kelimelerde başta, -ân ile biten kelimelerde ise sonra zaid olur: انكسار / inkisar, منكسر / münkesir, عرفان / irfan…

Vav ( و ) harfi genellikle kelime içinde uzun u (û) sesini karşıladığında zaid olur: معلوم / mal’ûm, مجهول / meçhul…

He ( ه ) harfi kelime sonunda Arapçadaki kapalı te harfi yerine kullanıldığında zaid olur: مدرسه / medrese, كتابه / kitabe…

Ye ( ى ) harfi kelime içinde uzun i (î) sesini karşıladığında zaid olur: تعليم / ta’lîm, فقير / fakîr…

Örnek:
Arapçada ‘yazmak’ fiilini oluşturan kök harfler: ب ت ك (k-t-b)
Bu kökten türetilmiş bazı kelimeler:
كتاب / kitâb
كاتب / kâtib
مكتب / mektûb
مكتب / mekteb
كتابه / kitâbe

Bu kelimelerde kelime kökünü oluşturan aslî harfler değişmezken, yeni kelimeler türetmek için bu kök harflere zaid harfler eklenmiştir.

Arapça Kelimelerin Vezni
Arapça bir kelimenin asli harflerinin yerine sırasıyla ف / ع / ل harfleri getirilip zaid harfler aynen korunur. Ortaya çıkan kalıp, kelimenin veznidir.

Kelimelerin Veznini Bulmak
جَهل / cehl “bilmeme, cahillik” kelimesi örnek olursa:
Zaid harfin olmadığı bu kelimede asli harflerin yerine ف / ع / ل harflerini getirip, kelimenin harekesiyle okursak, فَعل / fa’l çıkar karşımıza. Cehl kelimesinin vezni fa’l dir.

جاهِل / câhil kelimesi için aynı yöntemi kullanarak فاعِل / fâ’il kalıbını buluruz.
  
ضَرَر / zarar = فَعَل / fa’âl
دُخول / duhul = فُعول / fu’ûl
صَرف / sarf = فَعل / fa’l

Harflerine Göre Arapça Kelimeler
Arapça kelimeler asli harflerinin niteliklerine göre sahih ve mu’tell olmak üzere iki guruba ayrılır.
ى و ا harflerine illet harfleri denir.
Bu harflerden 1 veya 2 tanesi asli harfler içinde yer alırsa, böyle kelimelere mu’tell kelimeler denir.
İllet harfleri, kelime yapım sürecinde başka harflere dönüşür veya düşer. Dönüştükleri harfler yine illet harflerindendir.
Örnek: وزن vezn kelimesindeki و / vav illet harflerindendir. Bu kökten yeni bir kelime türetirken و ye / ى ye dönüşür: موزان / mivzan olması gereken kelime mîzân / ميزان şeklini alır.  
سيل / seyl kökünde ye / ى illet harfidir. Bu kökten türetilen اساله / isale kelimesinde ye / ى  düşmüştür.

Sahih kelimeler üç kısımdır: sâlim, mehmûz, muzâ’af.
Mu’tell kelimeler dört kısımdır: misâl, ecvef, nâkıs, lefîf.

Aksâm-ı seb’a
Asli kelimeler niteliklerine göre yedi kısma ayrılır, buna aksâm-ı seb’a denir.

1-      Sâlim / سالم : Asli harflerinden biri ا elif, و vav, ى ye, ء hamze olmayan ve içinde aynı cinsten iki harf bulunmayan kelimelere sâlim denir.
حلم / hilm = yumuşaklık, ağırbaşlılık
ضرب / darb = vurma, vuruş
ظلم / zulm = haksızlık, eziyet
لطف / lutf = lütuf
صبر / sabr = sabır

2-      Mehmûz / مهموز: Asli harflerinden biri ء hamze olan kelimelere mehmûz denir.
أدب / edep = edep
أمر / emr = iş, buyruk
أكل / ekl = yeme
رأى / re’y = görüş
جزء / cüz’ = parça

3-      Muzâ’af  / مضاعف: Asli harflerinden son ikisi aynı olan kelimelere muzâ’af denir.
سبب / sebeb
قرار / karar
عدد / aded
سرور / sürûr
رد / redd

4-      Misâlمثل: Asli harflerinden ilki و vav veya ى ye olan kelimelere misâl denir.
وعظ / va’z = nasihat
وقوع / vuku = olma, oluş
يسر / yüsr = kolaylık
يمن / yümn = bereket
يقين / yakîn = şüphesiz bilme

5-      Ecvef / اجوف: Asli ikinci harfi و vav veya ى ye olan kelimelere ecvef denir.
قول / kavl = söz
سوق / sevk
سير / seyr
بيع / bey’ = satma, satış

6-      Nâkıs / ناقص: Asli harflerinden üçüncüsü illet harflerinden biri olan kelimelere nâkıs denir.
سهو / sehv = yanılma
شقاوت / şakavet = eşkıyalık
سعى / sa’y = çalışma

7-      Lefif / لفيف: Asli harflerinden ikisi illet olan kelimelere lefif denir.
ولايت / velayet = veli olmak, velilik
وفا / vefa = sözünde durma
وقايه / vikaye = koruma
طى / tayy = çıkarma

Arapça İsimler ve Çokluk
Üç asli harften oluşan köklere sülasi, dört asli harften oluşan köklere rubai, beş asli harften oluşanlara humasi denir.

İsim,
Varlıkları gösteren kelimelerdir. Cins ve özel isim olmak üzere iki guruba ayrılırlar.
Masdar,
Hareket, oluş, kılış bildiren kelimelerdir. Mücerred, mimli, mezidünfih ve mec’ûl olmak üzere dört guruba ayrılırlar.
İsm-i fâ’il,
Masdarı yapanı ifade eden kelimelere verilen addır: yazıcı, kırıcı, yazan, yazar gibi…
İsm-i mef’ûl,
Masdara maruz kalanı ifade eden kelimelerdir: kırılmış, kırık, yazılmış, kırık gibi…
İsm-i tafdil,
Sıfatlarda derece açısından daha üstün olma durumunu gösteren kelimelerdir. Daha güzel, en büyük gibi…
İsm-i tasgir,
Küçültme kategorisidir. +cık, +cik, +cığaz, +ciğez ekleriyle yapılan kelimeler gibi…
İsm-i mekân,
Masdarla ifade edilenin gerçekleştiği yeri bildiren kelimelerdir. Derslik, kömürlük, çalışma yeri gibi…
Mübalağa-i fa’il,
Masdarla ifade edilenin özne tarafından fazlaca yapıldığını anlatan kelimelerdir. Çok konuşan, çok gezen, kırılgan, pişeğen gibi…
İsm-i mensub,
Nispet ifade eden kelimelerdir. Kelime sonuna nispet eki getirilmek suretiyle yapılır. İstanbullu, demirden, mektupçu gibi…

İsimlerin Vezinleri
İsim teşkilinde kullanılan bazı kalıplar:
Fa’l / فَعْل
شمس / şems, ثور / sevr (öküz), جوز / cevz, لحم / lahm (et), زرع / zer’ (ekin).
Fi’l / فِعْل
بٔر / bi’r (kuyu), ذٔب / zi’b (kurt), رجل / ricl (ayak)
Fu’l / فُعْل
فلك / fülk (gemi), قفل / kufl (kilit), نقل / nukl (meze)
Fa’al / فَعَلْ
قلم / kalem, قمر / kamer, جبل / cebel (dağ), ثمر / semer (meyve)
Fa’lel / فَعْلَلْ
خردل / hardal, ثعلب / sa’leb (tilki), صرصر / sarsar (fırtına)
Fu’lul / فُعْلُلْ   
بلبل / bülbül, فستق / fustuk, فندق / funduk, هدهد/ hüdhüd (ibibik kuşu)

Arapça İsimlerde Çokluk

İkilik (tesniye)
Arapça kelime yapımında tesniye +eyn ( ين ) ve +an ( ان ) ekleriyle yapılır.
طرف / taraf / طرفين / tarafeyn (iki taraf)
دولت / devlet / دولتين / devleteyn (iki devlet)
ليله / leyle / ليلتين / leyleteyn (iki gece)

Tesniye yapımında kullanılan +an eki Osmanlı Türkçesinde çok az kullanılmıştır.

Çokluk (cem)
Arapçada çokluk, eklemeli ve bükünlü olmak üzere iki guruba ayrılır.
Eklemeli çokluklar sâlim çokluk (cem’-i sâlim) adını alır. +în ( ين ), +ûn ( ون ) ekleri müzekker (eril), +ât ( ات ), eki ise müennes (dişil) çoklular yapar.

Bükünlü çokluklar mükesser çokluk (cem’-i mükesser) adını alır. İsmin asli harflerine çeşitli zaid harflerin ilave edilip belli vezinlere konulmasıyla elde edilir. Cem’-i mükesserler (=bükünlü çokluk), cinsiyet kategorisinde dişil (müennes) sayılırlar.
Örnekler:
Felek / فلك / eflak / افلاك (gökler) vezni: ef’al / افعل
Kasr (köşk) / قصر / kusûr / قصور (köşkler) vezni: fu’ul / فعول

Sâlim çokluklar
Sâlim çokluğu teşkil eden eklerden +in ve +un ekleri eril (müzekker) çokluk yapar.
مسلم / müslim: مسلمين / müslim+in / مسلمون / müslim+un (Müslümanlar)
مؤمن / mü’min: مؤمنين / mü’min+in / مؤمنون / mü’min+un (müminler)

Sâlim çokluğu teşkil eden eklerden +at eki ise dişil (müennes) çokluk yapar. Bu eki alan kelimenin sonunda ه ve ت harfleri varsa bu harfler yazılmaz.
معلمه / muallime (bayan öğretmen) / معلمات / muallimat

Fiillerin masdar şekillerinin pek çoğu +at ekiyle çokluk haline getirilir.
وقوع / vuku’ / وقوعات / vukuat
اخراج / ihrac / اخراجات / ihracat

Mükesser çokluklar esas olarak semaidir yani hangi kelimenin hangi kalıba göre çokluk yapılacağını Arapça konuşan halkların asırlar öncesinde oluşmuş uzlaşmaları belirlemiştir.
Cem’-i mükesserler (=bükünlü çokluk), cinsiyet kategorisinde dişil (müennes) sayılırlar. Farsça yapılı sıfat tamlamasında cem’-i mükesser kalıbında olan bir isimden sonra gelen sıfat da müennes yapılır.

Başlıca cem’-i mükesser kalıpları:
Ef’âl / افعال  
كدر / keder - اكدار / ekdar (kederler)
سبب / sebeb - اسباب / esbab
شخض / şahs - اشخاص / eşhas
نهر / nehr - انهار / enhar
شكل / şekl - اشكال / eşkal
Fu’ûl / فعول
امر / emr - امور / umûr (işler-emirler)
علم / ilm - علوم / ulûm (ilimler)
دين / deyn - ديون / duyûn (borçlar)
ملك / melik - ملوك / mülûk (hükümdarlar)
فن / fenn - فنون / fünûn (fenler-bilimler)
عقل / akl - عقول / ukûl (akıllar)
  
Fu’ul / فعل
كتاب / kitab - كتب / kütüb
طريق / tarik - طرق / turuk (yollar)
سفينه / sefine - سفن / süfün (gemiler)

Fu’al / فعل
امت / ümmet - امم / ümem (ümmetler)
دولت / devlet - دول / düvel
صورت / suret - صور / suver (resimler-suretler)

Fi’al / فعل
نعمت / nimet - نعم / ni’am (nimetler)
محنت / mihnet - محن / mihen
ملت / millet - ملل / milel
حكمت / hikmet - حكم / hikem

Fi’âl / فعال
جبل / cebel - جبال / cibâl (dağlar)
رجل / racül - رجال / ricâl (adamlar)
بلده / belde - بلاد / bilâd
عبد / abd - عباد / ibâd
كبير / kebir - كبار / kibâr
عظيم / azîm - عظام / izâm

Fu’’âl / فعال
Fâ’il (فاعل) veznindeki bazı kelimelerin çokluğu bu vezinle yapılır.
حاكم / hakim - حكام / hükkam
كاتب / katib - كتاب / küttab
طالب / talib - طلاب / tullâb

Fa’ale / فعلة
Fa’il (فاعل) veznindeki birçok kelimenin çoğulu bu vezinle yapılır.
طالب / tâlib - طابه / talebe (öğrenciler)
عاجز / aciz - عجزه / aceze

Fu’alâ / فعلاء
Fâ’il (فاعل) ve fa’îl (فعيل) veznindeki bazı kelimelerin çoğulu bu vezinde gelir. Veznin sonundaki hamze genellikle yazılmaz.
عالم / alim - علما / ulema
شاعر / şair - شعرا / şu’ara
فاضل / fazıl - فضلا / fuzala (fazıllar-erdemliler)
سفير / sefir - سفرا / süfera
وزير / vezir - وزرا / vüzera

Fe’â’il / فعاءل
صحيفه / sahife - صحاءف / sahâ’if
رساله / risale - رساءل resâ’il
حقيقت / hakikat - حقاءق / hakâ’ik
فضيلت / fazilet - فضاءل / fazâ’il
لطيفه / latife - لطاءف / letâ’if
وظيفه / vazife - وظاءف / vezâ’if
نتيجه / netice - نطاءج / netâ’ic

Fevâ’il / فواعل
جامع / câmi’ - جوامع / cevâmi’
حادثه / hadise - حوادث / havadis
قاعده / kaide - قواعد / kava’id
عالم / âlem - عوالم / avâlim
شاهد / şahid - شواهد / şevahid
ساحل / sahil - سواحل / sevahil
تابع / tabi’ - توابع / tevâbi’

Fevâ’îl / فواعيل
قانون / kanun - قوانين / kavanin
تاريخ / tarih - تواريخ / Tevarih
خاقان / hakan - خواقين / havakin

Efâ’il / افاعل
اكبر / ekber - اكابر / ekabir
اعظم / a’zam - اعاظم / e’azım
ارزل / erzel - ارازل / erâzil
اقرب / akreb - اقارب / ekarib (en yakınlar)

Efâ’îl / افاعيل
اقليم / iklim - اقاليم / ekalim (ülkeler-diyarlar)
حديث / hadis - احاديث / ehadis
استاذ / üstaz - اساتيذ / esatiz

Ef’ilâ / افعلاء
Fa’îl (فعيل) vezninin nakısı fa’î şeklini alır. Bu tür kelimelerin çokluğu ef’ilâ (افعلاء) veznindedir.
نبى / nebi - انبيا / enbiya
ولى / veli - اوليا / evliya
ذكى / zeki - اذكيا / ezkiya

Ef’ile / افعلة
جواب / cevab - اجوبه / ecvibe
زمان / zaman - ازمنه / ezmine
سلاح / silah - اسلحه / esliha
لسان / lisan - السنه / elsine
متاع / meta’ - امتعه / emti’a

Mefâ’il / مفاعل
Mef’al (مفعل), mef’alet (مفعلة), mef’il (مفعل), mef’ilet (مفعلة) veznindeki kelimelerin çokluğu bu vezinde yapılır.
مكتب / mekteb - مكاتب / mekatib
مذهب / mezheb - مذاهب / mezahib
مقصد / maksad - مقاصد / mekasıd
مصرف / masraf - مصارف / mesarif
مجلس / meclis - مجالس / mecalis
منْزل / menzil - منازل / menazil
مدرسه / medrese - مدارس / medaris
معرفت / ma’rifet - معارف / me’arif
منفعت / menfa’at - منافع / menafi’

Mefâ’îl / مفاعيل
Mef’ûl (مفعول), mef’al (مفعل), mif’âl (مفعال)veznindeki bazı kelimelerin çokluğu bu vezinle yapılır.
مجنون / mecnun - مجانين / mecanin
مفتاح / miftah - مفاتيح / mefatih (anahtarlar)
  
Tefâ’îl / تفاعيل
Bilhassa tef’îl (تفعيل) veznindeki kelimelerin pek çoğunun çokluğu bu vezinle yapılır.
تصوير / tasvir - تصاوير / tesavir
تركيب / terkib - تراكيب / terakib
تكليف / teklif - تكاليف / tekalif

Ef’ul / افعل     
نجم / necm - انجم / encüm (yıldızlar)
نفس / nefs - انفس / enfüs


Ünite 2

Arapça Kelime Yapımı

Arapça Masdarlar

Masdarlar, fiillerden türemiş isim kategorisindeki kelimelerdir. Türkçede –mak/-mek ve –ma/-me ekleriyle yapılan isimler masdar olarak karşımıza çıkar. Arapçada örnekler daha fazladır.
Arapça dilbilgisinde fiilin görülen geçmiş zaman 3. teklik şahsındaki şekli fiilin en yalın halidir. (قَتَبَ) ketebe / “yazdı” fiili, bu kökten türemiş kelimelerin en yalın halidir.
Arapçada masdarlar, türetildikleri fiilin teklik 3. şahıstaki çekimlerinde zaid harf alıp almama durumlarına göre iki guruba ayrılırlar. Zaid harf bulundurmayan masdarlara mücerred masdarlar (yalın masdarlar), zaid harf bulunduran masdarlara mezidünfih masdarlar (artırılmış, ilave edilmiş masdarlar) denir.
Mücerred (yalın) masdarların kalıpları belli bir anlamı işaret etmez. Niçin o vezinden türetildiğinin belli bir belli bir kuralı yoktur. Bu nedenle yalın masdarlara semai masdarlar (işitilip öğrenmeye dayalı masdarlar) da denir.
Mezidünfih masdarların kalıpları ise belli anlamlar üretirler. Her fiil her kalıba getirilip yani bir kelime üretilemez. Fiilin geçişli ve geçişsiz olması önemlidir. Buna göre kalıplar etken-edilgen-dönüşlü-işteş çatılarda belli anlamlar üretirler. Bu nedenle mezidünfih masdarlara kıyasi masdarlar da denir. Kıyasi masdarların sözlüğe bakılmadan sezilebilmesine imkân tanıyan anlam çerçeveleri vardır.

Mücerred Masdarlar
Semai / mücerred masdarların çoğunda asli harflerin sayısı üçtür.
Vezinleri
Fa’l = emr, bahs, cehl
Fi’l = izn, hilm, zikr
Fu’l = buhl, hüsn, hükm
Fa’al = amel
Fa’let = gayret
Fi’let = fikret
Fu’let = şöhret
Fu’ûl = zuhur
Fu’ûlet = hükûmet
Fa’âl = zeval
Fi’âl = firar
Fa’âlet = rehavet
Fi’âlet = hikâye, şikâyet
Fi’lân = Rıdvan
Fu’lân = hüsran
Fa’alân = devren
Tef’âl = tekrar

Rübai Mücerred Masdarlar
Dört asli harfli bu masdarların tek bir vezni vardır: fa’lelet / (فعللة)
Bazı cümle ve ibarelerin kısaltmasından oluşmuş kelimeler de fa’lelet veznindedirler. Bu gibi kelimelere menhut denilir (elhamdülillah yerine hamdele, bismillahirahmanirahim yerine besmele gibi).

Mimli Masdarlar
Semai bazı masdarlar vardır ki ortak özellikleri başlarında bir mim (م) olmasıdır. Bunlara mimli masdarlar denir.
Mef’il (مفعل)vezni
(وعد) va’d / (موعد) mev’id = söz verme
Mef’ilet (مفعلة) vezni
(عرفان) irfan / (معرفت) ma’rifet = bilme, bilgi
Mef’al (مفعل) vezni
(طلب) taleb / (مطلب) matlab = istek
Mef’alet (مفعلة) vezni
(رحمت) rahmet / (مرحمت) merhamet

Mec’ûl Masdarlar
Bazı sıfat ve isimlerin sonuna /iyyet/ (يت) eki getirilerek Türkçede +lık/+lik ekiyle karşıladığımız anlamlarda kelimeler yapılır.
(انسان) / (انسانيت) = insan / insaniyet

İsm-i Fâ’il ve İsm-i Mef’ûl
Fiil kökündeki hareketi yapanı işaret eden sözcüklere ism-i fâil, bu harekete maruz kalanı işaret eden sözcüklere de ism-i mef’ûl denir.
İsm-i fâillerde elif (ا), ism-mef’ullerde ise mim (م) ve vav (و) harfleri zaid harf olarak karşımıza çıkar.
Mücerred masdarların ism-i failleri (فاعل) fâil vezninde; ism-i mefulleri ise (مفعول) mef’ûl veznindedir.
Fiil kökü: (كتب) İsm-i fâ’ili: (كاتب) İsm-i mef’ûlü: (مكتوب)


Ünite 3

Mezidünfih Masdarlar
Mezidünfih masdarlar belli bir kalıp içinde belli bir anlam üretirler. Masdarın geçişli/geçişsiz, etken/edilgen, dönüşlü veya işteş çatıda olduğunu bilirsek, işaret ettiği anlam dairesini belirleyebiliriz.
Osmanlı Türkçesinde sıkça kullanılan dokuz babı vardır:
İf’âl (افعال)
Tef’îl (تفعيل)
Tefa’’ul (تفعل)
Tefâ’ul (تفاعل)
Müfê’alet (مفاعلة)
İnfi’âl (انفعال)
İf’tiâl (افتعال)
İf’ilâl (افعلال)
İstif’âl (استفعال)

İf’âl (افعال) Babı
Bu babda başta ve ortada yer alan elifler (ا) zaid harflerdir.
(كرم) kerem / (اكرام) ikram
Bu babdaki masdarların çatısı geçişlidir. Geçişsiz bir fiil bu baba eklendiğinde geçili olur ve nesne alır.
(علم) ilm / (اعلام) i’lâm (bir şeyi bildirme)
(سقوط) sukut (düşme) / (اسقاط) iskat (bir şeyi düşürme)
Bu babda (اسلام) ve (امكان) gibi geçişsiz masdarlar da vardır.

İf’âl Babının İsm-i Fâili (مُفعِل) müf’il vezninde yapılır.
(اكرام) ikrâm / (مكرم) mükrim
İf’âl Babının İsm-i Mef’ûlü (مُفعَل) müf’al vezninde yapılır.
(اكرام) ikram / (مكرم) mükrem

Tef’îl (تفعيل) Babı 
Tef’îl babında baştaki te (ت) ile ortadaki ye (ى) harfleri eklemedir.
(علم) ‘ilm / (تعليم) ta’lim
(شكل) şekl / (تشكيل) teşkil
(قرب) kurb (yakın olma) / (تقريب)
(جهل) cehl / (تجهيل) techil
(ثلاثه) selase / (تثليث) teslis

Tef’îl Babının İsm-i Fâili müfa’’il (مفعّل) vezninde yapılır.
(تعليم) / (معلم) mu’allim
(تسكين) / (مسكن) müsekkin (sakinleştirici)
(تأليف) / (مؤلف) mü’ellif

Tef’îl Babının İsm-i Mef’ûlü müfa’’al (مفعل) vezninde yapılır.
(ترتيب) tertib / (مرتب) müretteb
(تعليم) ta’lim / (معلم) mu’allem
(تثليث) teslis / (مثلث) müselles (üçgen)
(تأديب) te’dib / (مؤدب)

Tefa’’ul (تفعل) Babı
Bu vezinde baştaki te (ت) eklemedir. Ayın (ع) harfi de şeddeli okunur.
Tefa’’ul babı, tef’il babının dönüşlüsüdür ve genellikle geçişsiz masdarları türetir. Bu ikisini karıştırmamak için yazılışta tefa’’ul vezninin ye (ى)’siz olduğuna dikket edilmelidir.
(درس) ders / (تدرس) tederrüs (ders alma)
(جمع) cem’ / (تجمع) tecemmu’ (toplanma)
(كبر) kibr / (تكبر) tekebbür (kibirlenme)
(حركت) hareket / (تحرك) taharrük (kımıldanma)
(زوج) zevc / (تزوج) tezevvüc (evlenme)
(جنت) cinnet / (تجنن) tecennün (cinnet geçirme)

Tefa’’ul Babının İsm-i Fâ’ili mütefa’’il (متفعل) vezniyle yapılır.
(تكلم) tekellüm (konuşma) / (متكلم) mütekellim (konuşan)
(تردد) tereddüd / (متردد) mütereddid
(تأهل) te’ehhül (evlenme) / (متأهل) müte’ehhil (evli)

Tefa’’ul Babının İsm-i Mef’ûlü mütefa’’al (متفعل) vezninde yapılır.
(تشبث) Teşebbüs / (متشبث) müteşebbes (teşebbüs olunan şey

Tefâ’ul Babı (تفاعل)

Bu vezinde baştaki te (ت) ve ortadaki elif (ا) harfleri eklemedir. Bu masdarların bir kısmı özneleri açısından işteşlik ifade ederler (çarpışma, kapışma, yardımlaşma). Bir kısım masdarlar özneleri bakımından dönüşlüdürler (olgunlaşma, artma, çoğalma). Nesneleri açısından çoğunlukla geçişsizdirler (temayül/meyletme, tefahur/övünme, tecavüz/öteye geçme). Sıkça görülen bir başka özellik ise gerçekte olmayan bir hali varmış gibi gösteren yapmacık ifadelerdir (tecahül/bilmez gibi davranma, tegafül/tanımıyormuş gibi davranmak, temaruz/hastaymış gibi davranmak).

Tefâ’ul babının ism-i fâ’ili, müfefâ’il (متفاعل) vezniyle yapılır.
(تصادف) / (متصادف) mütesâdif = rastlayan
(تشاعر) / (متشاعر) müteşâ’ir = şairlik taslayan

Tefâ’ul babının ism-i mef’ûlü, mütefâ’al (متفاعل) vezniyle yapılır.
(تجافز) / (متجاوز) mütecâvez = tecavüz edilen, aşılan

Müfâ’alet (مفاعلة) babı
Bu babda baştaki mim, ortadaki elif ve sonraki te eklemedir. Sondaki te, Osmanlı Türkçesinde ya açık te (ت) veya (ه)e/a şeklinde yazılır. Masdarların çatıları geçişli ya da geçişsiz olabilir. Özneleri bakımından genellikle işteşlik ifade ederler.
(عهد) ahd / (معاهدہ) mu’âhede (anlaşma)
(سبقت) sebkat (geçme) / (مسابقه) müsabaka (yarışma)
(عمل) ‘amel / (معامله) mu’âmele (davranışta bulunma)

Müfâ’alet babının ism-i faili müfâ’il (مفاعل) vezninde yapılır.
(مخابره) / (مخابر)

Müfâ’alet babının ism-i mef’ûlü, müfâ’al vezninde yapılır.
(مخاطبه) muhataba (söyleşme) / (مخاطب) muhatab

İnfi’âl (انفعال) babı
Bu babda baştaki elif, nun ve ortadaki elif eklemedir. Bu babdaki masdarların çatıları özneleri bakımından genellikle dönüşlü, bazıları da edilgendir. Nesneleri bakımından da geçişsizdir, yani nesne almazlar.
(بسط) bast (açma) / (انبساط) inbisat (açılma, ferahlama)
(جزب) cezb / (انجذاب) incizâb (çekilme, çekim)
(قطع) kat’ (kesme) / (انقطاع) inkıtâ’ (kesilme, kesintiye uğrama)

İnfi’âl babının ism-i fâ’ili, münfa’il (منفعل) vezniyle yapılır.
(انكسار) inkisâr (kırılma) / (منكسر) münkesir (kırılan)
(انقلاب) inkılab (dönme, değişme) / (منقلب) munkalib (dönen, değişen)

İnfi’âl babının ism-i mef’ûlü yoktur.

İf’ilâl (افعلال) babı
Bu babda başta ve ortada yer alan elifler eklemedir. Üçüncü asli harf tekrarlanır. Anlam bakımından geçişsiz masdarlar türetir. Daha çok renk ve fiziki noksanlıkları ifade eden kelimeler türetir.
(عوج) ‘ivec (eğrilik) / (اعوجاج) i’vicâc (eğrilme)
(حمرت) humret (kırmızılık) / (احمرار) ihmirar (kızarma)

İf’ilâl babının ism-i fâ’ili, müf’all (مفعل) vezniyle yapılır.
(اغبرار) iğbirâr (gücenme) / (مغبر) muğberr (gücenen)
(اسوداد) isvidâd (kararma) / (مسود) müsvedd (kararan)
İf’ilâl babının ism-i mef’ûlü yoktur.

İft’âl (افتعال) babı
Bu babda baştaki elif ile ortadaki te ve elif harfleri zaiddir. Bu babdaki masdarların çatıları dönüşlü ve geçişsizdir.
(جمع) cem’ / (اجتماع) ictimâ’
(عقد) ‘akd / (اعتقاد) i’tikad
(كسب) kesb (kazanç) / (اكتساب) iktisâb (kazanma)

(د ذ ز ص ض ط ظ) gibi dişsi ünsüzlerle başlayan sülasi mücerred masdarlar ifti’âl babına nakledildiklerinde vezinlerinde bazı değişiklikler olur.
İlk harf (ض ص) ise vezindeki ekleme te harfi tı’ya dönüşür: (ضرب) / (اضطراب)
İlk harf (ط) ise ekleme te harfi tı’ya dönüşür ve iki tı birleşir (idgam olur): (طلوع) tulû (doğma) (اطلاع) ıttılâ (kişinin içine doğma).
İlk harf (ز) ise ekleme te harfi dal’a dönüşür: (زوج) / (ازدواج) izdivac (evlenme).
İlk harf (د ذ) ise vezindeki ekleme te harfi dal’a dönüşür ve oluşan iki dal harfi tek olarak yazılır (idgam olur): (دعوى) da’vâ / (ادعا) iddia etme, (ذخيره) zahire / (ادخار) iddihâr (ilerisi için biriktirme).

İfti’âl babının ism-i fâ’ili, müfta’il (مفتعل) vezninde yapılır.
(اعتدال) i’tidâl / (معتدل) mütedil
(انتشار) intişar / (منتشر) münteşir
(افتخار) iftihar / (مفتخر) müftehir (övünen)

İfti’âl babının ism-i mef’ûlü, müfta’al (مفتعل) vezniyle yapılır.
(اكتساب) iktisab / (مكتسب) mükteseb (kazanılmış)
(اخصار) ihtisar / (مختصار) muhtasar (kısaltılmış)
(انتخاب) intihab (seçme) / (منتخب) müntahab (seçilmiş)

İstif’âl (استفعال) babı
Bu badaki elifler, sin ve te harfleri eklemedir. Masdarların anlamları genellikle geçişlidir, nesne alırlar.
(ملك) / (استملاك) istimlak (mülk edinme)
(قبل) / (استقبال) istikbal (gelecek, birini yola çıkıp karşılama)
Geçişsiz örnekleri de vardır:
(حق) / (استحقاق) istihkak (hak etme, hak edilen şey)
Bu babdaki masdarlar bir şey isteme, dileme anlamını üretirler.
Bu masdardaki kimi masdarlar sayma, addetme anlamını üretirler.

İstif’âl babının ism-i fâ’ili, müstef’il (مستفعل) vezniyle yapılır:
(استحصال) istihsal (üreme) / (مستحصل) müstahsil (üreten)
(استنساخ) istinsah (bir eserin kopyasını yazma) / (مستنسخ) müstensih (istinsah eden)

İstif’âl babının ism-i mef’ûlü, müstef’al (مستفعل) vezninde yapılır.
(استهجان) istihcan (çirkin görme) / (مستهجن) müstehcen (çirkin görülen).

Mezidünfih masdarların birçok babının ism-i fâ’il ve ism-i mef’ûlleri aynı şekilde yazılır. Aralarındaki fark ism-i fâ’illerde sülasi mücerred kökün asli ikinci harfine denk gelen ayın harfinin esreli; ism-i mef’ûllerde ise üstünlü okunmasıdır.

Özet:
Mezidünfih masdarlardan,
if’âl babı geçişli;
tef’îl babı geçişli;
tefa’’ül babı genellikle dönüşlü, geçişsiz, bazen geçişli;
tefâ’ül babı çoğunlukla işteş, dönüşlü, geçişsiz, bazen geçişli;
müfâ’alet babı işteş, geçişsiz, geçişli;
if’ilâl babı dönüşlü, edilgen, geçişsiz;
if’ilâl babı geçişsiz; iftiâl babı dönüşlü, geçişsiz;
istif’âl babı geçişli çatılarda masdar üretir.




Ünite 4

Arapça Kelime Yapımı

Sıfat-ı Müşebbehe
Öznedeki değişmeyen bir durum ve niteliği bildiren kelimelere sıfat-ı müşebbehe denir. Bunlar ismi faillere benzerler. İsm-i fâillerin belirttiği nitelik geçicidir ancak sıfat-ı muşebbehenin belirttiği durum ve nitelik süreklidir. Türkçedeki –kan/-ken ve –kın/-kin ekleri Arapçadaki sıfat-ı müşebbehe kategorisine denk gelen kelimeler türetir. Sıfat-ı müşebbeheler semaidir.
Sıfat-ı müşebbehe kategorisinde sık kullanılan vezinler:
Fa’îl: Bu vezinde ortadaki ye harfi ekleme bir harftir.
(لطافت) letafet / (لطيف) latif
(كرم) kerem / (كريم) kerim
(كثرت) kesret / (كثير) kesir (çok)
Ef’al: Baştaki elif ekleme harftir.
Renkleri, bedendeki kusur ve sakatlıkları bildiren sıfatlar türetir.
(حمرت) humret (kırmızılık) / (احمر) ahmer (kırmızı)
(سواد) sevâd (karanlık) / (اسود) esved (kara)
(بكامت) bikâmet (dilsizlik) / (ابكم) ebkem (dilsiz)
(بلاهت) belâhet (aptallık) / (ابله) ebleh
(حمق) humk (bönlük) / (احمق) ahmak

Sıfat-ı müşebbehe yapan diğer vezinler:
Fa’lân (فعلان): (عطشان) / atşân (susamış)
Fu’lân (فعلان): (عريان) / uryan (çıplak)
Fa’l (فعل): (صعب) / sa’b (güç)
Fa’al (فعل): (حسن) / hasan (güzel)
Bu vezinlerin birçoğu sülasi mücerred masdarların vezinleriyle aynıdır.

İsm-i Tafdîl
Bu kategorideki sıfatlar, ifade ettikleri niteliğin öznede başkalarına göre daha çok veya en çok olduğunu ifade ederler.
Bu kategorinin bir tek vezni vardır:
Ef’al (افعل): baştaki elif harfi eklemedir.
(كبير) kebîr (büyük) / (اكبر) ekber ( en büyük)
(نادر) nâdir (seyrek) / (اندر) ender
Sıfat-ı müşebbehe kategorisindeki renk ve sakatlıkları/noksanlıkları belirten kelimelerle ism-i tafdil kategorisindeki kelimelerin vezinleri aynıdır. Ayrım ancak kelimelerin anlamlarının bilinmesiyle mümkün olur.

Mübâlağa-i Fâ’il
Yapılan işin çok fazla yapıldığını veya daima yapıldığını ifade eden kelimelere mübâlağa-i fâ’il denilmektedir.
Vezinleri:
Fa’’âl (فعال) bu vezinde ortada yer alan elif eklemedir.
(سياحت) seyahat / (سياح) seyyâh (çok gezen, gezgin)
(خلق) halk (yaratma) / (خلاق) hallâk (daima yaratan, Allah)
(مكر) mekr (hile) / (مكار) mekkâr (çok hileci)
(كزب) kizb (yalan) / (كزاب) kezzâb (çok yalan söyleyen)
Bu vezindeki bazı kelimeler mübalağa değil meslek isimlerini işaret ederler: (حمال) hammâl / hamal, (قصاب) kassâb / kasap
Fa’ûl (فعول) Ortada yer alan vav zaiddir.
(جسارت) cesaret / (جسور) cesur
(صبر) sabr / (صبور) sabûr (çok sabırlı)

İsm-i Mensûb
Aitlik mensubiyet anlamlarını işaret eden sıfatlardır. Bu kelimeler kıyasi, yani bir kurala bağlı olarak üretilir. Türkçedeki ekleme sistemine benzer: kelimenin sonuna Arapçada /iyyun/ şeklinde okunan bir ye (ى) getirilir. Ye harfi şeddeli ve tenvinlidir. Osmanlı Türkçesinde ise şedde ve tenvinin kaldırılmasıyla bu ek /î/ şeklinde okunur.
Ar. (علمىٌ) ilmiyyun – Tr. (علمى) ilmî
Kelimeye getirilen bu eke nispet eki denir. Bu ekle türetilen kelimeleri Türkçede +lı/+li, +ça/+çe, +sal/+sel gibi eklerle yapılan kelimeler karşılar.
(فكر) fikr / (فكرى) fikri
(صطح) sath (yüzey) / (صطحى) sathi
Kelimelerin sonunda zaid harflerden (ت), veya (ه) varsa bunlar atılıp nispet eki sonda kalan harfe eklenir.
(اداره) idâre / (ادارى) idârî
(تجارت) ticaret / (تجارى) ticari
Sonu hâ’ –i resmiyye ile biten kimi yer adlarına nispet eki –vî (وى) olarak getirilir ve kelime sonundaki hâ’-i resmiyye yazılmaz.
(ادرنه) Edirne / (ادرنوى) Edirnevi (Edirneli)
Sonu çift harf ile biten üç harfli kelimelerde ye harflerinden biri düşer, ikincisi vav harfine dönüşür; bir önceki harfin harekesi de üstün olur.
(نبى) nebi / (نبوى) nebevi

İsm-i Mekân
Başlıca vezinleri:
Mef’al (مفعل): Başta yer alan mim zaiddir.
(كتابت) kitabet (yazma) / (مكتب) mekteb
(سكون) sükûn (oturma) / (مسكن) mesken
(عبادت) İbâdet / (معبد) ma’bed
(طبخ) Tabh (yemek pişirme) / (مطبخ) matbah (mutfak)
(رقود) rukud (uyuma) / (مرقد) merkad (mezar)
Mef’il (مفعل): Baştaki mim zaiddir.
(جلوس) cülûs (oturma) / (مجلس) meclis
(نزول) nüzul (inme) / (منْزل) menzil (inme yeri)
Mef’alet (مفعلة): baştaki mim ve sondaki te (ة) zaiddir.
(طبع) tab’ (tabetme, basma) / (مطبعه) matba’a
(ذبح) zebh (hayvan kesme) / (مذبحه) mezbaha
(شجر) şecer (ağaç) / (مشجره) meşcere (ağaçlık)
Mef’ilet (مفعلة) Baştaki mim ve sondaki te zaiddir. (منزلت) menzilet, (مسيره) mesire

İsm-i Zaman
Mef’al ve Mef’il olarak iki vezni vardır. Her iki vezinde de baştaki mim harfleri zaiddir.
(بدء) bed’ (başlama) / (مبدأ) mebde’ (başlangıç)
(ولادت) viladet (doğum) / (مولد) mevlid (doğum zamanı)

İsm-i Alet
Vezinleri:
Mif’al (مفعل): baştaki mim zaiddir.
(غفر) ğafr (örtme) / (مغفر) miğfer
(ثقب) sakb (delme) / (مثقب) miskab (burgu, matkap)
(قطع) kat’ (kesme) / (مقطع) mikta’ (kalem ucu kesme bıçağı)
Mif’âl (مفعال): Baştaki mim ve ortadaki elif zaiddir.
(قرض) karz (kesme) / (مقراض) mikraz (kesme aleti, makas)
(فتح) feth (açma) / (مفتاح) miftâh (anahtar)
(ضرب) darb (vurma) / (مضراب) mıdrâb (mızrap)
(قياس) kıyas / (مقياس) mikyâs (ölçek)
(عيار) ayâr / (معيار) mi’yâr (ölçme aleti, ölçek)

Mif’ale (مفعلة): baştaki mim ve sondaki te eklemedir.
(شرب) şürb (içme) / (مشربه) mişrebe (maşrapa)
(كنس) kens (süpürme) / (مكنسه) miknese (süpürge)

İsm-i Tasgir
Küçültme kategorisidir. Osmanlı Türkçesinde sık kullanılan vezin Fu’ayl (فعيل)’de ortadaki ye zaiddir.
(عبد) abd (kul) / (عبيد) ubeyd (kölecik)
(حسن) hasen (güzel) / (حسين) hüseyn (Hasancık)

İ’lâl
Asli harfleri içerisinde illet harfi bulunan kelimelerde kelime üretimi sırasında bazı değişiklikler meydana gelebilir. Bu değişikliklere i’lâl adı verilir. Kelime yapımındaki bu değişiklikler ya illet harflerinin kelimeden çıkarılması (hazf) ya da illet harflerinin başka bir harfe dönüştürülmesi (kalb) şeklinde olur.
İçinde illet harfi bulunmayan mehmûz ve muzâ’af kelimelerin vezinlerinde de değişiklik yapılabilir:
(وجود) vücûd / asli harfleri içinde illet harflerinden vav vardır. Bu kelimeden if’âl vezniyle türetilen îcâd (ايجاد) kelimesinde illet harfi olan vav, ye harfine dönüşmüştür.

Masdarlarda Yapılan İ’lâller
Sülasi ve mücerred masdarlarda yapılan i’lâller
Fa’l, Fi’l ve Fu’l vezinleri muzâ’af kelimelerde Fa’’, Fi’’ ve Fu’’ şekline dönüşür: (مدّ) medd
Fa’âl, Fi’âl ve fu’âl vezinleri nâkıs kelimelerde Fa’â’, Fi’â’ ve Fu’â durumuna gelir, Osmanlıcada kelime sonundaki hamzeler genellikle yazılmaz: (جزا) cezâ, (دعا) duâ.
Fi’le(t) vezni misal kelimelerde ilk harf atılarak ‘ile(t) durumuna gelir: (وصل) vasl, (وصف) vasf gibi misal kelimeler Fi’let veznine girdiklerinde vavlarını kaybederler: (صله) sıla, (صفت) sıfat.

Kıyasi masdarlarda yapılan i’lâller
İf’âl babı ilk harfi hamzeli (mehmuz) ve misal köklerde î’âl durumuna gelir. (أمن) emn / (ايمان) iman.
İf’âl vezni evceflerde illet harfinin atılması ve veznin sonuna bir zait te harfi eklenmesiyle İfâle(t) durumuna gelir: (دور) devr / (اداره) idare
İf’âl vezni nâkıslarda illet harfinin hamzeye dönüşmesiyle İf’âl’ durumuna gelir ve sondaki hamze Osmanlıcada okunmaz (genellikle de yazılmaz): (جريان) cereyan / (اجرا) icra, (علو) ulüvv (yüce olma) / (اعلا) i’lâ (yüceltme).
Tef’îl babı nakıs ve son harfi hamzeli köklerde zaid olan ye harfinin atılması ve sonuna zaid bir te eklenmesiyle Tef’ile(t) veya son harfi vav olan köklerde vavların ye harfine dönüşmesiyle Tef’iye(t) durumuna gelir: (صفاء) safâ (saf oluş) / (تصفيه) tasfiye (temizleme), (سمو) semevv (ad koyma), (تسميه) tesmiye (adlandırma).
Tefa’’ul babı nâkıs ve son harfi hamzeli olan mehmuz kelimelerde illet harfinin ve hamzenin ye harfine dönüşmesiyle Tefa’’î durumuna gelir: (جيلاء) cila’ / (تجلى) tecelli, (عداوت) adavet / (تعدى) teaddi, (saldırma, zulmetme).
Tefâ’ül babı muzâ’af kelimelerde son iki harfinin aynı olması nedeniyle idgam yapılarak Tefâ’’ durumuna gelir: (ضدّ) zıdd / (تضادّ) tezadd.
Tefâ’ül babı nâkıs kelimelerde illet harfinin ye harfine dönüşmesiyle Tefâ’î durumuna gelir: (دوا) deva / (تداوى) tedavi
Müfâ’ale(t) babı nâkıs ve lefif kelimelerde illetli son harfin elife dönüşmesiyle müfâ’ât şekline gelir: (نجات) necât (kurtuluş), (مناجات) münâcât (Allah’tan kurtuluş isteme).
İnfi’âl babı ecvef kelimelerde ortadaki illet harfinin ye harfine dönüşmesiyle İnfiyâl durumuna gelir: (سوق) sevk / (انسياق) insiyak (sürülüp gitme).
İfti’âl babı misal kelimelerde illet harfinin te harfine dönüşmesi ve te harflerinin idgamıyla İtti’âl şekline girer: (وحدت) vahdet / (اتحاد) ittihad (birleşme).
İfti’âl babı ecvef kelimelerde ortadaki illet harfinin ye harfine dönüşmesiyle İftiyâl durumuna gelir: (شوق) şevk / (اشتياق) iştiyak.
İfti’âl babı nâkıs kelimelerde illet harfinin hamzeye dönüşmesiyle İfti’â durumuna gelir: (نهايت) nihayet / (انتها) intiha.
İstif’âl babı misallerde ve ilk harfi hamze olan mehmuzlarda ilk harflerin ye harfine dönüşmesiyle İstî’âl durumuna gelir: (أذن) izn / (استيذان) istizan (izin isteme).
İstif’âl babı ecveflerde illet harfinin atılması ve veznin sonuna zaid bir te harfinin getirilmesiyle İstifâle(t) durumuna gelir: (قيام) kıyam / (استقامت) istikamet.
İstif’âl babı nâkıs, lefif ve son harfi hamzeli kelimelerde son harflerin hamzeye dönüşmesiyle İstif’â durumuna gelir: (عفو) afv / (استعفا) istifa.

İsm-i Fâ’il Vezinlerinde Yapılan İ’lâller


İsm-i Fâ’il Vezinlerinde Yapılan İ’lâller
İlk harfi hamzeli kelimelerde â’il durumuna gelir. Ecvef kelimelerde illet harfinin hamzeye dönüşmesiyle fâ’il durumuna gelir. Nâkıs kelimelerde illet harfinin ye harfine dönüşmesiyle fâ’î durumuna gelir.
Müf’il vezni misâl ve ilk harfi hamzeli kelimelerde mû’il durumuna gelir. Muzâ’aflarda idgam nedeniyle müfi’’ şeklini alır.
Müf’il vezni ecveflerde illet harfinin ye’ye dönüşmesiyle müfîl durumuna gelir. Nâkıs, lefif ve son harfi hamzeli kelimelerde son harfin ye’ye dönüşmesiyle müf’î biçimini alır.
Müfa’’il vezni nâkıs ve son harfi hamzeli kelimelerde son harfin ye’ye dönüşmesiyle müfa’’î durumuna gelir.
Mütefa’’il vezni, nâkıs, lefif ve son harfi hamzeli olan mehmûz kelimelerde mütefa’’î şeklini alır.
Mütefâ’il vezni, muzâ’aflarda son iki harfin idgamıyla mütefâ’’ şeklini alır. Nâkıs ve lefif kelimelerde mütefâ’î durumuna gelir.
Müfâ’il vezni nâkıs kelimelerde müfâ’î durumuna girer.
Münfa’il vezni muzâ’af kelimelerde idgam nedeniyle münfa’’ durumuna gelir. Ecvef kelimelerde illet harfinin elife dönüşmesi nedeniyle münfâl şeklini alır. Nâkıs ve lefif kelimelerde münfa’î şeklini alır.
Müfte’il vezni muzâ’af kelimelerde idgam nedeniyle müfta’’ şeklini alır. Ecvef kelimelerde illet harfinin elife dönüşmesiyle müftâl şeklini alır. Nâkıs, lefif ve son harfi hamzeli kelimelerde müfte’î şeklini alır.
Müstef’il vezni muzâ’af kelimelerde idgam nedeniyle müstefi’’ şeklini alır. Ecvef kelimelerde müstefîl durumuna gelir. Nâkıs, lefif ve son harfi hamzeli mehmuz kelimelerde müstef’î şeklini alır.

İsm-i Mef’ûl Vezninde Yapılan İ’lâller
Mef’ûl vezni illet harfi vav olan ecvef kelimelerde meful, illet harfi ye olan ecvef kelimelerde mefîl durumuna gelir. İllet harfi vav olan nâkıslarda mef’uvv (Osmanlıcada mef’û şeklinde de okunabilir), illet harfi ye olan nâkıslarda mef’iyy (Osmanlıcada mef’î şeklinde de okunabilir) durumuna gelir.
Müf’al vezni, muzâ’af kelimelerde müfa’’, misal kelimelerde mû’al, ecvef kelimelerde müfâl, nâkıs ve lefif kelimelerde müf’â durumuna gelir.
Müfa’’al vezni nâkıs, lefif ve son harfi hamzeli mehmûz kelimelerde müf’’â durumuna gelir.
Müftea’’al vezni nâkıslarda mütefa’’â durumuna gelir.
Müfte’al vezninin muzâ’af ve ecvef kelimelerdeki i’lâli ism-i fâ’ili ile aynıdır. Misal kelimelerde mütte’al, nâkıs ve lefif kelimelerde müfte’â durumuna gelir.
Müstef’al vezni muzâ’af kelimelerde müstefa’’ şekline girer. Ecvef kelimelerde müstefâl, nâkıs kelimelerde müstef’â durumuna girer.

Diğerleri
Fa’îl vezni nâkıs ve sonu hamzeli mehmûz kelimelerde fa’iyy şekline girer.
Ef’al vezni muzâ’af kelimelerde efa’’ biçimini alır. Nâkıs ve lefiflerde ef’â şeklini alır.
Mef’al vezni ecvef kelimelerde mefâl biçimini alır.
Mef’alet vezni muzâ’af kelimelerde mefa’’at şeklini alır.


Ünite 5


Arapça Kelime Gurupları İsim ve Sıfat Tamlamaları, Edatlar

Arapça Yapılı Tamlamalar

Harf-i Ta’rîf
Türkçede iyelik ekleri ve bazı hâl ekleri kelimeleri belirli yapar (Çocuk camı kırdı. (Hangi cam olduğu biliniyor).
Arapçada kelimeyi belirli hâle getiren morfolojik unsur, harf-i ta’rîf denilen bir ön ektir. Elif+lâm اَلْ şeklinde yazılan bu ön ek, kelime başında olduğunda bazı kelimelerde el-, bazı kelimelerde ise kelimenin ilk harfi şeddeli olacak şekilde okunur:
الوطن el-vatan
الزمان ez-zamân

Güneş harfleri (Hurûfu’ş-şemsiyye)
Harf-i ta’rîf alan bir kelime el-beyt, el-bint, el-veled, el-kitâb şeklinde okunur. Ancak bir kısım harfler vardır ki, kelime bu harflerle başladığı zaman harf-i ta’rîfin lâm’ını kendisine benzeştirir. Güneş harfleri (hurûfu’ş-şemsiyye) denilen bu harfler şunlardır. Bunlara şemsî harfler de denir:

ت ، ث ، د ، ذ ، ر ، ز ، س ، ش ، ص ، ض ، ط ، ظ ، ل ، ن

Diğer harfler ise ay harfleri (hurûfu’l-kameriyye) adını alır.
Hurûfu’ş- şemsiyye ile başlayan harf-i ta’rîfli kelimelerden örnekler:
الشمس eş-şems “güneş” el-şems değil!
الدهر ed-dehr “dünya” el-dehr değil!
الرمضان er-Ramazân “Ramazan” el-Ramazân değil!

Ay Harfleri (Hurûfü’l-kameriyye)
Bu harflerden biriyle başlayan kelimelerde harf-i ta’rîfte herhangi bir değişiklik olmaz ve el- şeklinde okunur: el-beyt, elhakk,el-yevm ‘gün’vs.


ARAPÇA YAPILI İSİM TAMLAMALARI
Arapçada da, Farsçada olduğu gibi tamlamadaki kelime sırası Türkçedekinden farklıdır ve önce tamlanan (muzâf /mevsuf), sonra tamlayan (muzâfun ileyh / sıfat) gelir. Tamlayan kelimenin başında harf-i tarif ( ال el- ) olur. Tamlanan (muzâf) kelimenin son harfi, bazı istisnalar dışında ötreli okunur. Harf-i ta’rîfin elif’i hiçbir zaman okunmaz:
بابُ الْبيت bâbü’l-beyt ‘evin kapısı’

Farsça tamlama = bâb-ı beyt  / Arapça tamlama = bâbü'l-beyt
دين الاسلام dînü’l-İslâm “İslâm dini”
خالق الارض Hâliku’l-arz “arzın yaratıcısı”
                   


Bu tamlamaları ال el- takısını kaldırarak ve izafet kesresi koyarak kolaylıkla Farsça yapılı tamlamalar hâline dönüştürmek mümkündür. Meselâ dînü'l-İslâm / dîn-i İslâm; Hâlıku'l-arz / Hâlık-ı arz vs.

Arapça Tamlamaların Okunuşu
Tamlanan (muzâf) kelime ekleme harflerden ە veya ت ile bitiyorsa bu harfler ة ile yazılır. Dilimizde ت ile biten bazı kelimeler tamlayan (muzâfunileyh) oldukları zaman bu ٥ , ت olarak okunur.

حسرة  الملوك /  حسرت hasretü’l-mülûk ‘meliklerin hasreti(ni çektiği yer)
ليلة  القدر /  ليله  leyletü’l-Kadr ‘Kadir gecesi’


تذكرة  الاوليا /  تذكره  tezkiretü’l-evliyâ ‘evliyalar tezkiresi’
 
Arapça yapılı tamlamalar Farsça yapılı olanlara nispetle Osmanlı Türkçesinde daha az kullanılmışlardır. Bunların büyük bir kısmı makam ve mevki isimlerinde, kitap isimlerinde, kimi dinî tabirlerde ve bilhassa bilimsel terminolojide karşımıza çıkar.

Makam ve Mevki İsimleri
اميرالامرا  emîrü’l-ümerâ “beylerbeyi”, اميرالحج  emîrü’l-hac “hac emîri”, باب السعاده Bâbü’s-sa’âde “Saadet kapısı…
  


Kitap İsimleri

تحفة  الحرمين Tuhfetü'l-haremeyn,
تذكرة  الاوليا  Tezkiretü'l-evliyâ,
تذكرة  الشعر  Tezkiretü'ş-şuarâ, 
حديقة الوزرا Hadîkatü'l-vüzera,
زبدة  التواريخ Zübdetü'-tevârîh,
مجموعة  النظائر  Mecmû’atü'n-nezâir
  Bilimsel Terimler 
ذات  الجنب zâtü'l-cenb "akciğer örtüsü iltihabı",
ذات العظم   zâtü'l-azm "kemik dokusu iltihabı",
ذات الحركه zâtü'l-hareke "otomatik",
فقر الدم fakrü'd-dem "kansızlık, anemi",
داء الكلب  dâ’ü'l-kelb "kuduz",
مديدالبصر  medîdü'l-basar "hipermetrop",
قصيرالبصر  kasîrü'l-basar "miyop",


Bunların dışında bilhassa الله Allah kelimesiyle yapılan tamlamalar çok kullanılmıştır:
عبدالله Abdullâh, نصرالله Nasrullâh



دين dîn kelimesiyle yapılan Arapça tamlamaların da şahıs ismi olarak sık kullanıldığı görülür. Ancak bu gibi tamlamaların tamlanan unsuru (muzâf) Osmanlı Türkçesinde ötreli değil üstünlü okunur:
الدين نجم / Necmü’d-dîn değil Necme’d-dîn:



ARAPÇA YAPILI SIFAT TAMLAMASI
Osmanlı Türkçesinde kullanılan Arapça sıfat tamlaması yapısı da isim tamlaması yapısıyla aynıdır. İsim ve sıfat tamlamasını yalnızca tamlayan kelimenin niteliğinden ayırt ederiz; tamlayan isimse isim tamlaması, sıfatsa sıfat tamlaması olur:

دول المعظمه düvelü’l-muazzama “büyük devletler”
ملك المظفر melikü’l-muzaffer “muzaffer hükümdar”
رمضان المبارك ramazânu’l-mübârek “mübarek Ramazan”


Arapça Sıfat Tamlamalarında Uyum
Arapça yapılı sıfat tamlamasında tamlanan ve tamlayan unsurlar (mevsûf ve sıfat) arasında
a) cinsiyet (müennes - müzekker)
b) sayı (teklik, tesniye, çokluk)
açısından denklik aranır; sıfat bu özellikler bakımından mevsûf olan birinci kelimeye uygun hâle getirilir.

مجالس النفائس “Mecâlisü’n-nefâ’is”
تذکرة  الشعرا “Tezkiretü’ş-şu’arâ”
 
ARAPÇA ÖN EDATLAR (HARF-İ CERR'LER)
Dil bilgisinde harf-i cerr adı verilen Arapça ön edatlar, Farsça ön edatlarda olduğu gibi, kimi Türkçe hâl eklerine ve son çekim edatlarına karşılık gelir. Bu edatlar bir tamlamanın başına geldiğinde tamlanan kelimenin sonu ötreli değil esreli okunur:
عن قريبالزمان an-karîbü'z-zamân değil an-karîbi'z-zamân gibi.
 
ب
Türkçede +a/+e, +da/+de, ile ek ve edatlarının anlamını karşılar. Harf-i ta’rîfli kelimelerden önce geldiğinde hemzeyle bitişik yazılır ve kendisinden sonra gelen kelimenin niteliğine göre bi’l-, bi'n-, bi'z- vs. şeklinde okunur:


بالنتيجه  bi’n-netîce “neticede, sonuçta”, بالمقابله bi’lmukābele “karşılık olarak”


عن
an: Türkçede +dan/+den hâl ekleriyle ve kimi edatlarla karşılanabilir. Bu edattan sonraki kelime tamlama hâlinde olmayan tek bir kelime ise kelimenin sonu -ın/-in tenviniyle okunur:
عن قريب an-karîb “çok geçmeden, yakında”, عنقريبالزمان an-karîbi’zzamân “yakın zamanda”,  عن صميم   القلب an-samîmi’l-kalb “yüreğin içinden, yürekten”

فى
Türkçede +da/+de, içinde anlamlarını verir:

فى الحقيقه fi’l-hakîka “gerçekte, hakikaten”, فى الواقع fi’l-vâki’ “gerçekten, hakikaten”

ل
Türkçede "için, dolayı, yüzünden, tarafından" anlamlarını verir. İsimlerle ve bazı zamirlerle birlikte kullanılmaktadır:
لِهذا  li-hâzâ “bunun için”,  لذاته  li-zâtihi “kendiliğinden”,  لمؤلفه li-mü’ellifihi “müellifi tarafından”     
 
من
Türkçede +dan/+den, dolayı, sebebinden anlamlarını verir:
من بعد min-ba’d “bundan sonra”,  من القديم mine’l-kadîm “eskiden beri”, من طرف الله min-tarafi’llâh “Allah tarafından”

ك
Türkçede "gibi, sanki" anlamlarını verir. Benzerlik ifade eder:
كالاول ke’l-evvel “eskisi gibi”, كذلك ke-zâlik “böylece, bunun gibi”, كأن ke-enne “sanki, gûyâ” vs. 
  
ARAPÇA TAMLAMALARDAKİ DEĞİŞİKLİKLER          

Tamlananın Üstünlü Okunması
Tamlanan kelime بعد ba’d “sonra”, قبل kabl “önce”, فوق fevk “üst”, تحت taht “alt”, بين beyn “ara”, حسب hasb “göre, nazaran” عند ‘ind “yan, yanında göre” kelimelerinden biriyse bu kelimelerin sonu ötreli değil, üstünlü okunur: 
بعدالزوال   ba’de’z-zevâl ‘öğleden sonra’; 
قبل الطوفان  kable’t-tûfân ‘Tufan'dan önce’; 
بين الملل  beyne’l-milel ‘milletler arası’;
فوق العاده  fevka’l-âde ‘olağan üstü’;
تحت العرض tahte’l-arz ‘yer altı’;
حسب القدر  hasbe’l-kader ‘kader gereği’…
 
من min edatı da tamlayanın (muzâfun ileyhin) harf-i ta’rîfli olduğu bir tamlamada üstünlü okunur:  من القديم mine'l-kadîm "eskiden beri"…
 Elif-i maksûre (yani ى harfi) ile biten kelimeler tamlanan olduğunda elif-i maksûre okunmaz, bundan önceki harf üstünlü okunur:
على alâ    على الخصوص ale’l-husûs ‘hususiyle, özellikle’; 
على العاده ale’l-âde ‘alışıldık şekilde’
الى ilâالى الابد ile’l-ebed ‘ebede kadar’;
الى النهايه  ile’n-nihâye ‘sonuna kadar’ vs.
اقصى aksâ معنى ma'nâ gibi kelimelerde de aynı özellik söz konusudur: معنى الشعر ma’ne’ş-şi’ir “şiirin manası”, ا
اقصى الغايات akse’l-gâyât “gayelerin en uzağı” gibi.
يا ünleme edatı bir tamlamanın başına gelirse tamlanan kelimenin sonu üstünlü okunur:    
رب العالمين rabbü'l-âlemîn /  يا رب العالمين  yâ Rabbe'lâlemîn;  رسول الله Resûlullâh / يا رسول الله yâ Resûlallah vs.
 
Tamlananın Esreli Okunması
Harf-i cerr denilen Arapça ön edatlar bir tamlamanın önüne geldiğinde tamlananı esreli okuturlar: 
باذن  الله bi-izni’llâh (bi-iznullah değil!) ‘Allahın izniyle’
Bunun dışında بانى bânî, مفتى müftî, قاضى kādî gibi sonu tek ى ile biten kelimeler tamlanan (muzaf) olduğunda sondaki ye harfi okunmaz, bundan önceki harf esreli okunur:   
قاضى الخاجات kâdi’l-hâcât ‘istekleri yerine getiren; 

مفتى الانام müfti’l-enâm ‘halkın müftüsü; şeyhülislâm’

Arapça dil bilgisinde zincirleme tamlamalarda ikinci kelimelerin sonu da esreli okunur. Bu yapı Türkçede çok kullanılmamıştır: Divânu Lugāti't-Türk, Kitâbu Evsâfi'l-Mesâcidi'ş-Şerîfe gibi.

Üç kelimeden oluşan Arapça tamlamalarda yalnızca sondaki kelime harf-i ta’rîfli olur. Birinci kelimenin sonu ötreli, ikinci kelimenin sonu ise ötreli değil esreli okunur: مفتاحُ بابِالْبيت  miftâhu bâbi'l-beyti "evin kapısının anahtarı"
Bu gibi tamlamalarda ikinci ve üçüncü kelimeler Arapça yapılı bir tamlama gibi değerlendirilir ve her zaman tamlayan (muzâfunileyh) olarak birinci kelimeyi (muzâf) tamlarlar. Böylece tamlayanı Arapça yapılı bir tamlamadan ibaret olan Farsça yapılı bir tamlama teşekkül etmiş olur. Bu yüzden, bu gibi tamlamaları Farsça yapılı kabul edip birinci kelime (muzâf) ile Arapça bir tamlama yapısında olan diğer iki kelimeyi (muzâfunileyh) birbirine izafet kesresi ile bağlarız:
السلام باب درونِ derûn-ı Bâbü's-selâm "Babüsselâm'ın içi"

الحرام بيت حدودِ hudûd-ı Beytü'l-harâm "Beytülharâm'ın hududu"



Bilhassa kitap adlarında Arapça yapılı tamlama kullanımı yaygındır. Buralarda üç kelimeden oluşan tamlamaları
Arapçanın sözdizimi kurallarına göre okumamız gerekir. Buna tanınmış kitap isimlerinden bazı örnekler verelim:


الشريفه المساجدِ اوصافِ كتابُ Kitâbu Evsâfi'l-Mesâcidi'ş-Şerîfe.


ARAPÇA BİRLEŞİK SIFATLAR: LAFZÎ İZÂFET
Lafzi izafetler, Farsçanın birleşik sıfatlarına karşılık gelen Arapça kelime gruplarıdır.


Lafzî izafetlerin teşkilinde şekilce dikkat çeken en önemli unsur, birinci kelimenin sıfat fonksiyonunda olmasıdır.


Arapçanın lafzî izafetleri de, Farsça birleşik sıfatlar gibi, Türkçeye isnat grubu, sıfat tamlaması+lı kalıbı veya sıfat-fiil grubu şeklinde aktarılabilir.

سريع  الهَضم serî'ü'l-hazm / çabuk hazmlı, hazmı çabuk (olan)
طويل  القد tavîlü'l-kadd / uzun boylu, boyu uzun (olan)
عظيم الشان azîmü'ş-şân / yüce şanlı, şanı yüce (olan)
 
Lafzî İzafetlerin Kullanılışı
Lafzî izafetler, esas olarak birleşik sıfat anlamı taşıdıkları için söz diziminde sıfat fonksiyonunda kullanılırlar.

ظلمهء  عديمة الانصاف  zaleme-i adîmetü'l-insâf ‘insafsız zalimler’
كتاب  جليل القدر kitâb-ı celîlü'l-kadr ‘değeri yüce (olan) kitap’
كنيسهء نادرالمثل kenîse-i nâdirü'l-misl ‘benzeri nâdir (olan) kilise’
پادشاه سالف الذكر pâdişâh-ı sâlifü'z-zikr ‘zikri geçen padişah’

Metinler

Kitap Bitti