Primo Türk Çocuğu
Bu serin ve karanlık eylül gecesinin yıldızsız seması
altında meyus ve mustarip Selanik, sanki gündüzki nümayişlerden, heyecanlardan,
gürültülerden yorulmuş gibi, baygın ve sakin uyuyordu.
Rıhtım tenha idi...
…mühendis Kenan Bey
Türklükten nefretiyle, Türklüğe yani medeniyetsizliğe karşı
olan garazıyla, Avrupa muaşeret kaidelerindeki vukuf ve maharetiyle,
nazikliğiyle, şen ve şuhluğu ile meşhurdu. Tahsilini Paris’te bitirmişti.
…dolgun bir maaşla İzmir’e gitmiş, orada âşık olduğu güzel
bir İtalyan kızıyla izdivaç etmişti...
O hiç harbi sevmezdi.
…bir masondu! Yakında “grandmetr” bile olacaktı!
Fransa’yı hatırladı. Daima fazilete, insaniyete hizmet
ettiğini haykıran bu millet yüz senedir Afrika’yı kana boyuyor,
İtalya’ya da müstemlekesi dar gelmişti... Şimdi
beklenilmeyen, ümit ve tahayyül olunmayan bir dakikada Trablus’a saldırıyor,
Silahsız Afrika’yı tamamıyla zapt eden bu yırtıcı, insafsız,
müthiş Avrupalılar Asya’yı da paylaşıyorlar, bu tecavüzlerine soğukkanla, “Şark
meselesi!” diyorlardı. Milyonlarca adamı insan yerine saymıyorlar, onlara
hayvanlardan daha aşağı muamele ediyorlardı. Kendi memleketlerinde yalancıktan
gülünç insaniyetler gösteren, şefkat pazarları, şefkat müesseseleri tesis hatta
hayvanları himaye cemiyetleri teşkil eden bu dolandırıcı, alçak Avrupalılar…
Navarin’de donanmamızı yakarak Yunanistan’ı icat etmişlerdi.
“Yalnız insaniyet, başka bir şey yok!” diyen franmasonluk
şimdi nerede idi?..
Bütün hayatında ne kadar yanlış ve çürük fikirlerle
aldandığını, kavmiyetsizliğin, milliyetsizliğin, “beynelmileliyetçilik ve
masonluk” hülyasının biraz düşünebilen bir adamı hüngür hüngür ağlatacak
derecede gülünç bir budalalık olduğunu anlıyor, istemeyerek, içinden “Ben
neyim?..” diye kendi kendine soruyor, fakat “Türk’üm!..” demeye cesaret
edemiyor, şimdiye kadar ruhu zapt olunmuş kıymetsiz bir cesetten başka bir şey
olmadığını idrak ile hiddetinden ve utanmasından ağlamak istiyordu.
Yürüdü ve şuursuz bir hareketle Splandit Palas’ın önüne
geldi.
“Oda var mı?” diye sordu.
Avrupa’dan geldiği seneyi, gençlik ve bekârlık günlerini
hatırlıyor,
Grazia’yı ilk defa İzmir’de bir baloda görmüş ve hayret
etmişti.
Evvelâ babasına kendisini takdim ettirdi. Bu mösyö, Vitalis
isminde bir İtalyan mühendisti.
Mösyö Vitalis kızına tarihten, ensâbiyat ilminden bahis
açtı; Bizans İmparatorluğu’nu zapt eden Türkler ancak bir avuçtu... Bugün
görülen Rumeli ve Anadolu ahalisi hep Rum’du. Fakat zorla dinleri tebdil
edilmişti. Evet Kenan da bir Rum çocuğu idi. Türkiye, Avrupalılar tarafından
taksim edildikten sonra hiç şüphesiz Rumeli ve Anadolu’da Türk namı altında
yaşayan on yedi milyon Rum eski dinlerine dönecek, Hıristiyan olacaklardı...
Mösyö Vitalis böyle anlatıyor,
Baba kız hayalleriyle Kenan’ı Rum olarak kabul ettikten
sonra izdivacı o kadar imkânsız görmediler.
Sonra Şark meselesi halledilince, yani Türkiye Avrupalılar
tarafından parça parça taksim edilince en büyük mevkileri böyle Kenan gibi mütefennin,
Avrupa’da tahsil görmüş, yerlilerin ruhuna vâkıf, muktedir adamlar işgal
edecekti.
Grazia ile birleşmişti. İki sene içinde birbiri üstüne iki
erkek çocuğu olmuştu. Gayet mesuttu. İtalyan âdetini takip ederek çocuklarını
numara ile çağırıyorlar: “Primo! Sekundo!” diyorlardı.
Otelin kapısından çıkınca gözleri kamaştı.
Meyus bir çehreye rast gelmiyordu. Aksine şapkalıları daha
şen, daha mesut görüyordu.
Küçük, zarif yalısı ölmüş gibi sessizdi.
Geçme nâmert köprüsünden, koy aparsın su seni!
Korkma düşmandan, ki âteş olsa yandırmaz seni!
Müstakim ol, Hazret-i Allah utandırmaz seni!
Seviyorum zannettiği bu siyah gözlü lâtif kadın, hakikatte,
aslıyla, esaslarıyla, kavmiyetiyle kendisine ne kadar yabancı, ne kadar uzaktı.
Ve hatta bir düşmandı…
“Ne vakit hareket edeceğiz, Kenan? Yarın mı?..”
“Ben buradan bir yere gitmem!” dedi. Grazia inanamadı.
(Primo rıhtımda Orhan adlı çocukla konuşup olan bitenler
hakkında malumat edinmiş
Karısıyla tartışan Kenan Bey artık birlikte
yaşayamayacaklarını anlar. Karısı Primo’yu da yanına almak ister fakat Primo
Türk olduğunu haykırarak annesinden uzak durur.)
…
Genç Kalemler, C. 3,
Sayı: 13, 5 Kânun-ı evvel 1327 [18 Aralık 1911], s. 3-11, 14-27.
…
(Özet değildir)
…
Ömer Seyfettin, Bütün Hikâyeleri (Hazırlayan: Hazırlayan:
Nâzım Hikmet Polat), Yapı Kredi Yayınları, 2. Baskı, 2015, İstanbul
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder