14 Eylül 2013 Cumartesi

Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK NESRİ

Ünite 1
CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK NESRİ

Dil Üzerine
Her dil, konuşulduğu coğrafyanın yüzyıllar içerisinde ürettiği sosyal ve milli bir kurumdur.

“Dilin milli ve zengin olması milli hissin inkişafında başlıca müessirdir.” Atatürk

“Türkçe bizim manevi ve mukaddes vatanımızdır. …bir millet lisanını bozar, kaybederse, hatta siyasi hakimiyeti baki kalsa bile tarihten silinir.” Ömer Seyfettin

NESİR/DÜZYAZI ÜZERİNE
Nesir (Ar.): Yayma, saçma, dağıtma.
Nesir kavramı eski dönemlerde inşâ, mensûr, mensûre sözcükleriyle karşılanırdı. Günümüzde ağırlıkla düzyazı tabiri kullanılır.
Nesir yazarı anlamındaki nâsir yerine Tanzimat devrinden itibaren münşi tabiri kullanılmaya başlanmıştır.
Nesrin edebi tür olarak kabulü geç dönemde mümkün olmuştur.
Nesrin en küçük birimi cümledir. Cümlelerin mantıksal bir düzlemde belli bir anlam veya fikir etrafında düzenlenmesiyle paragraf, bir veya birden fazla paragrafın kompozisyona dönüşmüş şekliyle de metin meydana gelir.
Dil ürünlerini üç guruba ayırabiliriz; günlük dil, bilim dili ve edebi dil.
Türk nesrini üç ana başlık altında ele alıyoruz:

1 – Tanzimat Öncesi Türk Nesri
a) İslamiyet Öncesi Türk Nesri
Sözlü edebiyat ürünü olan savları bu dönemin ürünü olarak kabul ediyoruz. Yenisey ve Orhun Yazıtları Türk nesrinin ilk ve en önemli örnekleridir.
Uygur dönemi nesri ise dini akımların etkisi altındadır: Irk Bitig, Altun Yaruk, Prens Kalyanamkara ve Papam Kara Hikâyesi, Sekiz Yükmek vs.
b) İslamiyet Sonrası Türk Nesri
Karahanlılar bölgesinde Kutadgu Bilig, Atabetü’l-Hakâyık ve Divanu Lügati’t-Türk;
Harezm sahasında Rabguzi’nin Kısas-ı Enbiya;
Antınordu sahasında Kerderli Mahmud bin Ali’nin Nehcü’l Feradis’i ve Kodeks Komanikus
Çağatay sahasında Ali Şir Nevayî’nin Mecalisü’n-Nefais ve Muhakematü’l-Lugateyn, Ebulgazi Bahadır Han’ın Şecere-i Türk ve Şecere-, Terâkime ve ilk Kur’an tercümeleri İslami dönemin ilk nesir örnekleridir.
Halk Edebiyatında Nesir: Masallar, efsaneler, menkıbeler, fıkralar vs. halk nesrinin belli başlı türleridir. 
Divan Edebiyatında Nesir: Tarih, destan, hikâye, seyahatname, biyografi ve mektuplar bu başlıklar altında incelenebilir.
Sade Nesir: Yalınlık ve açıklık sade nesrin belirleyici özelliğidir. Kur’an tefsirleri, hadis kitapları, İslam tarihleri, hikâyeler ve ahlak içerikli eserler sade nesrin hâkim olduğu eserlerdir.
Orta Nesir: Medrese tahsili görmüş yazarların pek çoğu orta nesri tercih etmiştir. Orta nesirde asıl amaç sanat yapmaktan ziyade düşüncenin ortaya koyulması, aktarılmasıdır. Nâimâ’nın Tarih’i, Kâtip Çelebi’nin Mizân’ül-Hak’ı, Koçi Bey’in Risale’si fetva ve sefaretnameler orta nesrin örnekleridir.
Süslü Nesir: Fatih devrinden itibaren görülmeye başlayan, divan şiiri tesiri altındaki nesir türüdür. Halk dilinden tamamen uzak, anlaşılması zor metinlerdir. Bu tür nesir yazarına münşî denir. Veysî ve Nergisî ile en üst noktasına ulaşmıştır.

2 – Tanzimat Sonrası Türk Nesri
Tanzimatla birlikte gazete ve dergilerin üretilmeye başlanması sade nesrin gelişimi açısından çığır niteliğindedir. Şiir karşısında nesir türleri gelişme göstermeye başlar.
Dönemin edebiyatçıları eserleriyle nesir türünün gelişmesine ve dilin sadeleşmesine katkı yaparlar. Servet-i Fünûn ve Fecr-i Ati dönemi edebiyatçılarının süslü dili nedeniyle nesir dilinde ağırlaşma görülse de ilerleyen dönemlerde sadeleşme devam etmiştir.
Ali Canip, Ömer Seyfettin ve Ziya Gökalp’in içinde olduğu Yeni Lisan ve Milli Edebiyat hareketleri planlı olarak yapılan dilde sadeleşme çalışmalarıdır.

Cumhuriyet Döneminde Türkçe
Harf İnkılabı (3 Kasım 1928): …
Türk Dil Kurumu: 12 Temmuz 1932’de kuruldu.
Dil Çalışmaları: 1924’te Türkiyat Enstitüsü kuruldu. 1936’da DTC Fakültesi açıldı. 1943-1976 yılları arasında 8 ciltlik Tarama Sözlüğü, 1963-1983 yılları arasında 10 ciltlik Derleme Sözlüğü, 1992’de Karşılaştırmalı Lehçeler Sözlüğü ve daha birçok sözlük hazırlanmıştır.

Dilde Özleştirme Çalışmaları: 1938’den itibaren yoğun olarak, 1960 ve 1980 yılları arasında düşük yoğunlukta devam etmiş olan öz-Türkçe hareketi Türk dilini baltalamak üzere yaptığımız en verimli çalışmalardandır. Öz-Türkçe hareketi sayesinde Cumhuriyetin ilk kuşağının konuştuğu Türkçeyi dahi anlayamaz hale gelebildik.

1923-1940 Dönemi Türk Nesri
1923 öncesindeki dil ve nesir Cumhuriyet dönemi nesrinin de temelini teşkil eder. Bu dönemin öne çıkan tematiği dil birliği ve bilincinin oluşturulması yönündeki çalışmalardır.

1940-2010 Dönemi Türk Nesri
Türkçe içerisindeki Arapça ve Farsça kökenli kelimelerin atılması ve öz-Türkçecilerin dile müdahaleleri ve hızla ilerleyen teknolojiye paralel olarak gelişen iletişim olanaklarının dile müdahaleyi imkânsız hale getirmesi bu dönemde gözlenen olgulardır.

Cumhuriyet dönemi Türk nesrini edebi nesir, bilimsel nesir, didaktik nesir ve gündelik nesir şeklinde tasnif ediyoruz.
Edebi Nesir
Söz ve anlam sanatlarıyla süslü olan edebi dil, gündelik dilin çok üstünde zenginliğe ve derinliğe sahiptir.
Bilimsel ve Öğretici Nesir
Çeşitli akademik branşlarda yayımlanan makale ve kitaplar bilimsel nesrin içeriğini teşkil ederler. Bilimsel bir iddiası olmayan ancak okuyucuyu bilgilendirme amacı güden yazılar ise didaktik nesrin içeriğini oluştururlar.
Günlük Nesir
Sözlü nesir ve süreli yayınların içeriğini oluşturduğu türdür. Kurumlar arası yazışmalar da günlük nesir örnekleri arasında kabul edilir.

Ünite 2
Hikâye – Öykü

Cumhuriyete Kadarki Türk Hikâyesine Genel Bakış
Hikâye sözcüğü Türk kültür tarihi içinde mitten modern hikâye ve romana uzanan geniş bir anlam yelpazesine sahiptir.
Modern hikâye için tanım: Olay ve durumların insan, zaman ve mekân unsurlarıyla birlikte kurgulanarak, ayrıntılara girilmeden okurlara estetik haz verecek şekilde anlatılmasıdır.
Tanzimat Dönemi
Modern Türk hikâyesinin erken dönem kare ası; Giritli Aziz Efendi’nin Muhayyelât-ı Aziz Efendi (1852), Emin Nihat’ın Müsameretnâme (1870), Ahmet Mithat Efendi’nin Kıssadan Hisse (1870) ve Letâif-i Rivâyât adlı eserleridir.
Bunlardan sonraki nesilde Sami Paşazade Sezai Küçük Şeyler (1892), Recaizade Mahmut Ekrem üç kısa hikâyesi ile Nabizade Nazım da Karabibik başta olmak üzere kısa hikâyeleriyle modern Türk hikâyesine katkı yapmışlardır.
Hikâyenin gerek yapı gerekse dil bakımından yetkin bir forma ulaşması Halit Ziya’nın eserleriyle mümkün olmuştur.
Sanat hayatı boyunca eserleriyle halka ulaşmayı amaç edinen Hüseyin Rahmi’nin eserleri de hikâye türünün popüler olmasında etkili olmuştur.
Milli Edebiyat Hikâyesi: Yeni Lisan’la başlayan dilde sadeleşme hareketi Milli Edebiyatın da başlangıcını teşkil eder. Bu dönemde eser vermeye başlayan kalemlerin büyük bölümü Cumhuriyetin ilanından sonra da eser vermeye devam etmişlerdir. Bu dönemin en önemli hikâyecisi Maupassant tarzı hikâye anlayışına bağlı olarak 150 kadar hikâye yazmış olan Ömer Seyfettin’dir.
Dili sade, üslubu şairane yazar Ahmet Hikmet Müftüoğlu, diyaloglara geniş yer veren Aka Gündüz, Anadolu edebiyatı çığırının başlatıcısı kabul edilen Refik Halit Karay, Balkan Savaşlarının yaşandığı dönemle birlikte toplumcu ve Milli Edebiyat anlayışına dâhil olan Halide Edip, Halide Edip gibi ferdiyetçi anlayışla eser vermeye başlayıp daha sonra toplumsal meselelere eğilen Yakup Kadri de Milli Edebiyat döneminin hikâyecileri arasında yer almaktadır. 1920’lerden sonra Çehov tarzı hikâyeleriyle edebiyatımızda müstesna bir yer edinen Memduh Şevket Esendal ve klasik tarzda 200 kadar hikâye yazmış olan Reşat Nuri Gültekin dönemin diğer hikâye yazarlarıdır.

CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK HİKÂYESİ
Dört başlık altında değerlendirmek mümkündür:
a) Milli edebiyat anlayışını sürdürenler
b) Sosyal / Toplumcu gerçekçiler
c) Bireyin iç dünyasını esas alanlar
d) Yeni arayışlar içinde olanlar

İlk Hikâyeciler
1920’ye kadarki dönemde Maupassant tarzı hikâyenin rağbet gördüğünü biliyoruz. Memduh Şevket Esendal sanat hayatının ileri yıllarında Çehov tarzı hikâyeler yazmaya başlar.
Esendal bu evrede yazdığı 200 kadar hikâyesinde realist sanata bağlı olmakla birlikte olay örgüsü üzerinde pek durmaz, olaylar genellikle bir anda başlar, okuyucunun merak duygusunu harekete geçirecek unsurlara dikkat etmez, daha çok kişilerin ruh hallerini işaret eden bu hikâyelerde dramatik unsurlar öne çıkar.
Esendal’ın hikâyeleri, İmparatorluktan cumhuriyete geçiş döneminin problemlerine odaklanmıştır.
Dil bilinci güçlü bir edebiyat insanı olan Esendal’ın 1920’den sonra yazdığı hikâyelerindeki anlatım günlük konuşma diline yaklaşır. Doğallık, onun üslubunun belirgin yanıdır (Bkz. Çehov). Hikâyelerinin büyük çoğunluğu vefatından çok sonra yayımlanabildi.

Fahri Celalettin Göktulga (1895-1975)
İlk kitabı Talak-ı Selase (1923) çok ilgi gördü. Kına Gecesi (1927), Eldebir Mustafa Efendi (1943), Avurzavur Kahvesi (1948), Salgın (1953), Rüzgâr (1955) yazarın diğer hikâye kitaplarıdır.
Eserlerinde geleneksel hikâye tarzına sadık kalmıştır. İnsan mizacı üstünde durur. Kişiler arası ilişkiler etrafında hikâyeler kurgular. Sosyal hayat ve geleneklerdeki değişimlere dikkat çeker.

Osman Cemal Kaygılı (1890-1945)
Eşkıya Güzeli (1925), Sandalım Geliyor Varda (1938) adlı eserleriyle halk yazarı olarak dikkat çeker. Alt tabakadan insanları hayatlarını realist bakış açısıyla ele alır. Samimi ve mizahidir.

Kenan Hulusi Koray (1906-1943)
Yedi Meşaleciler’in tek hikâye yazarıdır. Sanat hayatının ilk yıllarında mensur şiir diyebileceğimiz tarzda eserler veren Kenan Hulusi, ilerleyen yıllarda Vakit gazetesi etrafındaki sosyal gerçekçi guruba dâhil olur.
Bir Yudum Su (1929), Bahar Hikâyeleri (1939), Son Öpüş (1939), Bir Otelde Yedi Kişi (1940) isimli kitaplarının dışında gazetelerde kalmış hikâyeleri de vardır.

Sosyal Gerçekçiler
Birinci Kuşak (1930-1945)
Realist yazarlar ağırlıkla gözlemlenebilen dış gerçekliğe odaklanırlar. Eleştirel toplumcu gerçeklik 1930’dan itibaren Vakit gazetesi etrafındaki yazarların kaleminde yeni bir boyut kazanır. Sadri Ertem’in öncüsü olduğu bu kuşak Selahattin Enis, Reşat Enis Aygen, Hakkı Süha Gezgin, Refik Ahmet Sevengil, Kenan Hulusi Koray ve Bekir Sıtkı Kunt’tan oluşur.
Hikâyelerini Silindir Şapka Giyen Köylü (1933), Bacayı İndir Bacayı Kaldır (1933), Korku (1934), Bay Virgül (1935), Bir Şehrin Ruhu (1938) adlı kitaplarda toplayan Sadri Ertem harf inkılabından sonra eser vermeye başladı.
Sömürülen sınıflar, bürokratik baskılar, halk-aydın çelişkisi gibi çeşitli toplumsal konulara dikkat çekmiştir. Hayata bakışı maddeci ve karamsardır.
Selahattin Enis (1892-1942)
Sadece 13 hikâyesini kitaplaştırabilen (Bataklık Çiçeği, 1924) yazarın diğer hikâyeleri yayımlandıkları dergilerde kalmıştır. Maupassant ve Zola tarzında gerçekçiliği benimseyen yazarın eserleri pek anlaşılamamış bilakis yadırganmıştır. Çingeneler isimli eseri nedeniyle yargılanmıştır. Acı ve rahatsız edici olayları işlemiştir. Hikâyelerini zengin-fakir, iyi-kötü gibi zıtlıklardan doğan çatışmalar üzerine kurar. Fahişeler etrafında cinsellik ve ahlaki düşmüşlük sıkça ele aldığı konular arasındadır.
Nahit Sırrı Örik (1895-1960)
Sanat hayatına Les Oeuvres Libres (1927) adlı bir Fransız dergisinde yayımlanan Zeynep La Courtisane (Kibar Fahişe Zeynep) isimli hikâye ile başlayan Nahit Sırrı, çöküş dönemine odaklı eserler yazdı. Eserlerinde güçlü kadınlar dikkat çeker. Objektif ve soğukkanlı bir anlatımı vardır. Üslubu akıcıdır.  Hikâyelerini Kırmızı ve Siyah (1929), Sanatkârlar (1932), Eski Resimler (1933), Eve Düşen Yıldırım (1934) adlı kitaplarında toplamıştır.
Bekir Sıtkı Kunt (1905-1959)
1930’dan sonra hikâye yazmaya başlayan yazar, ilk kitabı olan Memleket Hikâyeleri’nde ağırlıkla köylünün sıkıntı ve ihtiyaçlarına dikkat çeker. Talkınla Salkım ve Herkes Kendi Hayatını Yaşar adlı kitaplarında sert eleştirel tavrını biraz yumuşatır. 1940’tan sonra Çehov tarzı hikâyeye yönelir. Yataklı Vagon Yolcusu ve Ayrı Dünya bu çizgide yazılmış eserleridir.
Sabahattin Ali (1907-1948)
İlk kitabı Değirmen’de romantiktir. İlk hikâyelerinde Maupassant, Poe ve Gorki tesiri görülür. 1936 tarihli Kağnı ve 1937 tarihli Ses, yazarın olgunluk dönemi eserleri olarak kabul edilebilir. Anadolu’nun ezilen insanlarını anlattığı hikâyeleri çok başarılıdır. Yeni Dünya (1943) adlı eserinde sosyal eleştiri dikkat çeker. Sırça Köşk (1947) tamamen sosyal gerçekçi ve tenkitçi bir eserdir.
Sabahattin Ali’nin eserleri sağlam konu, çok iyi gözlemlenmiş tabiat ve başarılı vak’a düzenlemesiyle öne çıkar. Hikâyeler, Maupassant tarzı giriş, gelişme ve sonuç bölümleri çerçevesinde sağlam bir kurguya sahiptirler.
Çoğu hikâyesinde vermek istediği mesaj, kurguya şekil verir mahiyettedir.
İlhan Tarus (1907-1967)
Doktor Monra’nın Mektubu (1938), Tarus’un Hikâyeleri (1947), Apartman (1950), Ekin İti (1953), Köle Hanı (1954) isimli kitapların sahibi olan yazar memuriyet hayatına paralel olarak memur, gecekondu insanları, bürokratlar, kenar mahalle insanlarının hayatlarından sahneleri ele alır. Sosyal sorunlara değinir.

İkinci Kuşak (1945-2000)
Toplumcu gerçeklik akımı bu dönemde de devam eder.
Kemal Bilbaşar (1910-1983)
Eleştirel gerçekçi kimliğiyle dikkat çeker. Kasaba insanının hayatını anlatır. Sanat yönü zayıf eserlerinde şive taklitlerine geniş yer verir. Eserleri: Anadolu’dan Hikâyeler (1939), Cevizli Bahçe (1941), Pazarlık (1941), Pembe Kurt (1953), Üç Bulutlu Hikâyeler (1956), Irgatların Öfkesi (1971).
Kemal Tahir (Demir) (1910-1973)
1931 yılında şiirle başladığı yazın hayatında 1940’ta hikâyeye geçti. Asıl başarısını 1950’den sonra yazdığı romanlarıyla yakaladı. 1955’te Göl İnsanları adı altında topladığı hikâyelerinde köy merkezli toplumsal sorunları ele alır. Toplumsal yapıyı aktarmak konusunda çok başarılıdır.
Orhan Kemal (1914-1970)
Edebiyata şiirle başlayan yazar, Nazım Hikmet’le tanıştıktan sonra hikâye ve romana yöneldi. Anlattığı hayatın içinden gelmiş olması onu diğer isimlerden (Sabahattin Ali, Sadri Ertem) ayırır. Orta ve alt tabaka insanların hayat mücadelesini ve özlemlerini anlatır. Eserlerini zıt karakterler arasındaki çatışma üzerine kurar. Kahramanlarının ahlaki değerleri ve bu değerleri koruma konusundaki ısrarları dikkat çeker.
Üslubu özensizdir. Hikâye kitapları: Ekmek Kavgası (1949), Sarhoşlar (1951), Çamaşırcının Kızı (1952), 72. Koğuş (1954), Grev (1954), Arka Sokak (1956), Kardeş Payı (1957), Babil Kulesi (1957), Dünyada Harp Vardı (1963), İşsiz (1966) Önce Ekmek (1968).
Samim Kocagöz (1916-1993)
150 kadar hikâyesinde Söke civarındaki insanların hayatlarını işler. Toprak işçisi bu insanlar makineli tarıma geçildikten sonra sorunlar yaşarlar. Eserlerindeki çatışma geleneksel üretim tarzı ile endüstriyel üretim tarzı arasındadır. Telli kavak (1941), Sığınak (1946), Sam Amca (1951), Cihan Şoförü (1954), Ahmet’in Kuzuları (1958), Yolun Üstündeki Kaya (1964), Yağmurdaki Kız (1967), Alandaki Delikanlı (1978), Zar Kanat (1985), Gecenin Soluğu (1985), Baskın (1990).
Fakir Baykurt (1929-1999)
Kırsal kesimden insanların sorunlarını dile getirdiği eserlerinde yerel şiveleri başarıyla kullanır. İdeolojik yaklaşımı öne çıkarır. Bu durum eserlerinin sanatsal değerini düşürür. Hikâyeleri: Çilli (1955), Efendilik Savaşı (1961), Karın Ağrısı (1961), Cüce Muhammet (1964), Anadolu Garajı (1970), On Binlerce Kağnı (1971), Can Parası (1973), İçerdeki Oğul (1974), Sınırdaki Ölü (1975), Kalekale (1978), Barış Çöreği (1982), Gece Vardiyası (1985), Duisburg Treni (1986).
Bekir Yıldız (1933-1998)
Evlilik kurumunun çarpıklıkları, yabancılaşma, insani ilişkilerde yozlaşma, göç meselesi üzerinde durur. 1980’den sonra fantastik kurgular yazmıştır. Hikâyeleri: Reşo Ağa (1968), Kara Vagon (1969), Kaçakçı Şahan (1970), Dünyadan Bir Atlı Geçti (1975), Beyaz Türkü (1973), Alman Ekmeği (1974), Mahşerin İnsanları (1982), Bozkır Gelini (1989).
Necati Cumalı (1921-2001)
Köylünün tabiatla mücadelesi ve kadın erkek ilişkileri ağırlıkla işlediği konulardır.
Hikâyeleri: Yalnız Kadın (1955), Değişik Gözle (1956), Susuz Yaz (1962), Ay Büyürken Uyuyamam (1969), Makedonya 1900 (1976), Kente İnen Kaplanlar (1976).
Aziz Nesin (1916-1995)
Mizahi ve ironik tarzıyla müstesna bir yere sahiptir. Bazı eserlerinde eleştirinin dozunu kaçırıp yaşadığı toplumun dini ve ahlaki değerlerine saldırdığı da gözlenir. Hayatını yazıyla kazanan Nesin’in bazı hikâyeleri taslak aşamasında yayımlanmıştır. İdeolojik tavrı nedeniyle sık sık tekrara düşmüştür. Dil ve üslup endişesi taşımayan yazarın 2000’den fazla hikâyesi vardır.
Haldun Taner (1916-1986)
Şişhane’ye Yağmur Yağıyordu adlı hikâyesi katıldığı yarışmada birinci olmuştur. Yaşasın Demokrasi (1949), Tuş (1951), On İkiye Bir Var (1954), Yalıda Sabah (1983) hikâye kitaplarının bazılarıdır. İronik üslubuyla dönemin edebiyatçılarından ayrılır.
Rıfat Ilgaz (1911-1993)
Radarın Anahtarı (1957), Don Kişot İstanbul’da (1957), Kesmeli Bunları (1962), Şevket Usta’nın Kedisi (1965), Garibin Horozu (1969) isimli hikâye kitaplarında sosyal eleştiriyi mizahla birleştirmiştir.
Halikarnas Balıkçısı (1886-1973)
Bodrum’a sürüldükten sonra sanat hayatına varoldu. Eserlerinde bölge insanını ele aldı. Değişmez konusu deniz ve deniz insanlarıdır. Eserlerinde mitoloji, folklor ve tarih geniş yer tutar. Hikâyeleri: Ege Kıyılarında (1939), Merhaba Deniz (1947), Ege’nin Dibi (1952), Yaşasın Deniz (1954), Gülen Ada (1957).
Zeyyat Selimoğlu (1922-2000)
Halikarnas Balıkçısı’nın yolundan gitti. Direğin Tepesinde Bir Adam (1969) adlı hikâye kitabında deniz insanlarının iç dünyalarını anlatır.

İç Gerçekçiliğin Hikâyecileri
Birinci Kuşak (1930-1945)
Peyami Safa (1899-1961)
Alemdâr gazetesinin hikâye yarışmasında birincilik kazanarak edebiyat ortamına adım atmıştır. Kardeşiyle birlikte çıkardıkları Yirminci Asır gazetesinde Asrın Hikâyeleri başlığı altında imzasız hikâyeler neşreder.  
100 civarındaki hikâyesini Bir Mekteplinin Hatıratı: Karanlıklar Kralı (1913), Siyah Beyaz Hikâyeler (1923), İstanbul Hikâyeleri, Ateşböcekleri (1925), Gençliğimiz (1922), Sürgünlerin Gölgesinde (1924) adlı kitaplarda yayımladı.
Mekân olarak çoğunlukla İstanbul’u kullanan yazar kadın erkek ilişkileri, aşk, kıskançlık, sahtekârlık konularını işler. Dil ve üslubu çok sağlamdır.
Samet Ağaoğlu (1909-1982)
Dostoyevski etkisi altında psikolojik hikâyeler kaleme almıştır. Varlık, kader, ölüm, ilişkiler, aile gibi konular etrafında insan ve psikolojisini işler. Olay örgüsüne önem vermediği intibaı verir. Karakterleri bunalımlı tiplerdir. Hikâyeleri: Strazburg Hatıraları (1950), Öğretmen Gafur (1953), Büyük Aile (1957), Hücredeki Adam (1964), Katırın Ölümü (1965).

İkinci Kuşak (1945-2000)
Döneme Sait Faik damga vurmuştur.
Sait Faik (1906-1954)
Eserleri çığır açıcıdır. Kitaplarına almadığı ilk hikâyelerinde (Semaver) geleneğe bağlıdır; Maupassant tarzında toplumsal gerçekçi çizgide yamaya başlar.
Fransa dönüşünde yayımladığı Sarnıç ve Şahmerdan’da asıl edebi kimliğinin izleri görülmeye başlar: Vak’a hikâyesini bırakıp durum hikâyesine geçmeye başlar. Dikkatini büyük şehrin küçük insanlarına çevirir. Lüzumsuz Adam’daki hikâyelerinde karakterlerin iç dünyasına odaklanır. Son dönem eserlerinde insanın iç dünyasını merkeze alan denemeye yaklaşan bir tarza ulaşmıştır. Sanat hayatının üçüncü merhalesinde bireyin şuuraltını esas alır. Sürrealist çizgileri öne çıkarır. Gerçeği sembol ve alegori içerisinde saklar, ölüm korkusu yaşama sevincinin yerini almıştır artık.
İnsanı merkeze aldığı hikâyelerinde çatışmadan ziyade sevgi merkezli daha iyi bir dünya arayışındadır.
Ahmet Hamdi Tanpınar (1901-1962)
Eserleri, dili kullanmadaki ustalığıyla kendini belli eder.
14 hikâyesini Abdullah Efendi’nin Rüyaları (1943), Yaz Yağmuru (1955) adları altında yayımlamıştır. Hatıra ve gözlemlerine dayanarak yazdığı hikâyelerinde insanın iç dünyasına yönelir. Gerçek ile hayal arasında gidip gelen anlatımı daha çok rüya üzerinde durur. Sanal bir alem kurgular. Ana temaları rüya, zaman, kadın ve musikidir. Marcel Proust’ın etkisi altında bireye ait geçmiş zamanın peşindedir.
Ziya Osman Saba (1910-1957)
Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi (1952) ve Değişen İstanbul (1959) adlı kitaplarında toplam 15 hikâyesi vardır. Şair bir mizacın geçmişe ait özlemlerini anlatmıştır. Eserleri hikâye-anı niteliğindedir.
Tarık Buğra (1918-1994)
1949’da ilk hikâye kitabı Oğlumuz’u yayımlar. Hikâyeleri vak’a değil durum odaklıdır. Yazar için hayatın anlamı dışta değil içtedir. Bu nedenle karakterin iç dünyasına odaklanır. Aşk, sanat, aile ve çocuk sevgisi onun başlıca temalarıdır. Dili süslü ve sanatlıdır. Anlatımı lirik ve şiirseldir. Yarın Diye Bir Şey Yoktur (1952), İki Uyku Arasında (1954), Hikâyeler (1964) diğer hikâye kitaplarıdır.
Oktay Akbal (1923-)
Sait Faik’in izinde bireyi esas alan çizgidedir. Durum anlatılarına ağırlık vermiştir. Hikâyelerinin merkezine kendi benini koyar. Önce Ekmekler Bozuldu (1946), Aşksız İnsanlar (1949), Bizans Definesi (1953), Bulutun Rengi (1954), Berber Aynası (1958), Yalnızlık Bana Yasak (1967), Tarzan Öldü (1969), İstinye Suları (1973), Karşı Kıyılar (1973), Lunapark (1983), Bayraklı Kapı (1986), Ey Gece Kapını Üstüme Kapat (1988) gibi kitapları vardır.
Nezihe Meriç (1924-2009)
Rüya ile gerçeği bir arada vermeye çalıştığı eserlerinde kadın duyarlılığı ile insanın iç ve dünyasını bir arada ele aldı. İlk yıllardaki iyimserliğini ileri yıllarda kaybetti. Mekân-insan ilişkisine önem verdi. Hikâyeleri: Bozbulanık (1953), Topal Koşma (1956), Menekşeli Bilinç (1965), Dumanaltı (1979), Bir Kara Derin Kuyu (1989), Yandırma (1998), Gülün İçinde Bülbül Sesi Var (2008)

Yeni Arayışlr
Yusuf Atılgan (1921-1989)
Tek hikâye kitabı Bodur Minareden Öte (1960) adıyla yayımlandı. Bütün hikâyeleri Eylemci adıyla yayımlandı (1993). Hikâyelerinde geleneksel ile modern hayat arasında yaşanan çatışmaların bireyin ruhunda yol açtığı bunalımları anlatır. Hayatın tekdüzeliğine yoğunlaşır. Problem olarak cinsellik, Atılgan’ın işlediği bir diğer konudur. Bütün eserlerinde kötülüğün kaynağı formundaki modernizm fon olarak karşımıza çıkar.
Adalet Ağaoğlu (1929-
Yüksek Gerilim (1974), Sessizliğin İlk Sesi (1978), Hadi Gidelim (1982), Hayatı Savunma Biçimleri (1997) adlı hikâye kitaplarıyla 1970 sonrasının önemli yazarları arasında yer alır. Ne anlatacağından ziyade nasıl anlatacağını önemser. Eserlerinin dili sanatlı ve gerçekçi bir anlatıma sahiptir.
Oğuz Atay (1934-1977)
1973’te Korkuyu Beklerken adlı hikâye kitabı yayımlanır. Çehov tarzında durum hikâyeleri yazmıştır. Psikolojik açıdan dengesiz, toplumdan kopuk, yalnız ve bunalımlı kişilerin kendileriyle ve çevreleriyle olan çatışmalarını anlatır.
Ferit Edgü (1936-
Gerçekliği tek biçimde değil çeşitli biçimlerde yansıtmaya çalışır. Yalnızlık ve yabancılaşma üzerinde durur. Bilinçaltı yöntemi ve alegorik anlatımdan yararlanır.
Hikâye kitapları: Kaçkınlar (1959), Bozgun (1962), Av (1968), Bir Gemide (1978), Çığlık (1982), Binbir Hece (1991), Doğu Öyküleri (1995), İşte Deniz, Maria (1999), Do Sesi (2002), Avara Kasnak (2005), Nijinski Öyküleri (2007).
Tomris Uyar (1941-2003)
Şiirsel bir dilin öne çıktığı eserlerinde sürekli yenilik peşindedir. Hikâyelerini anılar, izlenimler, çağrışımlar, iç konuşmalar ve çeşitli imgeler etrafında kurgular. Kadın öncelikli olmak üzere modern insanın bunalımlarını anlatır.
Hikâyeleri: İpek ve Bakır (1971), Ödeşmeler (1973), Dizboyu Papatyalar (1975), Yürekte Bukağı (1979), Yaz Düşleri/Düş Kışları (1981), Gecegezen Kızlar (1983), Yaza Yolculuk (1986), Sekizinci Günah (1990), Otuzların Kadını (1992), Güzel Yazı Defteri (2002).
Nazlı Eray (1945-)
Fantastik gerçekçi olmakla birlikte hikâyelerini gerçeklik ve fantastik olmak üzere iki düzlemde kurar. Bu iki düzlem üzerinde sıradan insanın sıkıntılarını, arayışlarını anlatır.
Hikâyeleri: Mösyö Hıristo (1959), Ah Bayım Ah (1976), Geceyi Tanıdım (1979), Kız Öpmek Kuyruğu (1982), Hazır Dünya (1983), Eski Gece Parçaları (1985), Yoldan Geçen Öyküler (1987), Aşk Artık Burada Oturmuyor (1989), Kapıyı Vurmadan Gir (2004).
Selim İleri (1949-)
Yalnızlıktan doğan hüznü anlatır. Küçük burjuva karakterlerin uyumsuzlukları ve dışlanması bu yalnızlığın sebebidir. Hikâyeleri dramatiktir. Hikâye kitapları: Cumartesi Yalnızlığı (1968), Pastırma Yazı (1971), Dostlukların Son Günü (1975), Bir Deniz Eteklerinde (1980), Son Yaz Akşamı (1983), Eski Defterde Solmuş Çiçekler (1982), Hüzün Kahvesi (1991), Otuz Yılın Tüm Hikâyeleri (1997).
Rasim Özdenören (1940-)
Büyük şehirde değerlerinden koparılmış insanın yalnızlığını anlattığı ilk hikâyelerinde toplumcu-gerçekçidir. İleri dönemde aile kurumundaki çözülmeyi ele almaya başlar. Son dönem eserlerinde modernitenin kaosundan tasavvufa sığınan bireyleri işlemeye başladı.
Hikâyeleri: Hastalar ve Işıklar (1967), Çözülme (1973), Çok Sesli Bir Ölüm (1977), Çarpılmışlar (1977), Gül Yetiştiren Adam (1979), Denize Açılan Kapı (1983), Kuyu (1999), Hışırtı (2000), Ansızın Yola Çıkmak (2000).
Sevinç Çokum (1943-)
Hikâyelerinin kaynağı hayatı, hatıraları ve yakın çevresinin hayatıdır. Gelenek, ahlaki ve milli değerlere vurgunun öne çıktığı eserlerinde yalın, sade ve sıcak bir üsluba sahiptir.
Hikâyeleri: Eğik Ağaçlar (1972), Bölüşmek (1974), Makine (1976), Derin Yara (1984), Onlardan Kalan (1987), Rozalya Ana (1995), Bir Eski Sokak Sesi (1996), Evlerinin Önü (1997), Beyaz Bir Kıyı (1998), Gece Kuşu Uzun Öter (2001).
Mustafa Kutlu (1947-)
Tanzimat öncesi geleneğe bağlı olan yazar, eserlerinde gelenekle barışık, yeni bir form arayışlarını sürdürmüştür. Hikâyeleri iki kaynaktan beslenir; taşra insanının büyük şehirdeki sıkıntıları ve insanın iç gelişimi. Tasavvufi kavramları yoğun olarak kullandığı eserleriyle edebiyatımıza metafizik bir boyut katmıştır.
Hikâyelerinden bazıları:
Yokuşa Akan Sular (1979), Yoksulluk İçimizde (1981), Ya Tahammül Et Ya Sefer (1983), Bu Böyledir (1987), Sır (1990), Hüzün ve Tesadüf (1998), Beyhude Ömrüm (2001), Mavi Kuş (2002), Tufandan Önce (2003), Rüzgârlı Pazar (2004), Chef (2006). 

Genel olarak şunları söyleyebiliriz: Cumhuriyetin ilk yıllarının hikâyecileri Milli Edebiyat akımının kalemleriydi. Sonraki dönemin sosyal ve toplumcu yazarları da ağırlıkla bu isimleri okumuş ve onlardan etkilenmiştir.
Cumhuriyet döneminin konuları başlıca iki kategoride incelenebilir; birincisi, bireysel konu ve temalar ikincisi ise toplumsal meselelerdir. Maupassant tarzı hikâye, Türk hikâyeciliğinde en çok görülen tarzdır. Çehov tarzı ilk olarak M. Ş. Esendal’ın 1925’ten sonra yazdığı hikâyelerde karşımıza çıkar. Sait Faik, Oktay Akbal ve Tarık Buğra bu çizgide yazmışlardır. 70’li yıllarla birlikte yenilik arayışları hız kazanır. Varoluşçuluk ve gerçeküstücülük belli ölçülerde yazarlarımızı etkiler. 80’lerden sonra postmodernizm etkili olmaya başlar.

Ünite 3
Makale – Fıkra

Makale belli bir konuda bilgi vermek, ele alınan konuyu, belli bir düşünce perspektifinden savunmak amacıyla yazılan yazılardır. Makale, örnek durumlarla tezini ispat etmeye çalışmasıyla deneme ve fıkradan ayrılır.
Klasik kompozisyon planında olduğu gibi makalede de giriş bölümünde ele alınan konu ortaya koyulur. Konuyla ilgili tezler sıralanır. Gelişme bölümünde çeşitli kanıtlarla iddia ispata çalışılır. Sonuç bölümünde iddia edilen tez savunulur.

Türk Edebiyatında Makale
Gazete ve dergilerin yayımlanmaya başlanmasıyla birlikte diğer pek çok düzyazı türü gibi makale de edebiyatımızda yerini almıştır.
Makale türünün gelişmesine katkı yapan yayın organları:
Namık Kemal ve Ziya Paşa önce Hürriyet (1868)’i ardından 1871’de İbret’i çıkardılar.
A. Mithat Efendi, Devir (1872) ve Tercüman-ı Hakikat (1878),
Şemseddin Sami, Sabah (1876) ve Tercüman-ı Şark (1878)
Ebuzziya Tevfik, Hadika (1872) ve Sirac (1873)
Basiretçi Ali Bey, Basiret (1869)

Ahmet Emin Yalman ve Asım Us tarafından 1917’de kurulan Vakit gazetesi ilerleyen yıllarda Yusuf Ziya, Sadri Ertem, Hakkı Süha, Refik Ahmet ve Fikret Adil gibi pek çok edebiyatçımızın makalelerine yer vermiştir.
İsim babalığını Atatürk’ün yaptığı Yunus Nadi ve arkadaşlarının kurduğu Cumhuriyet gazetesi de bu pek çok yazarımızın makalelerine yer vermiştir.
1935 yılında İş Bankası tarafından kurulan Tan gazetesi, Türkiye’nin en eski gazetelerinden olan Akşam gazetesi (1918), Atatürk’ün talimatıyla 1920’de Ankara’da kurulan Hâkimiyet-i Milliye gazetesi (1934’te Ulus adını alır) makale ve fıkra yazarlarımıza sayfa/köşe açmışlardır.
İkinci Dünya Savaşı yıllarında Tan, Vatan, Akşam, Tanin, Tasvir-i Efkâr gibi gazetelerde daha çok politik makaleler görülür.
1948 yılında Sedat Simavi tarafından kurulan Hürriyet gazetesi, çağdaş edebiyatımızın önde gelen isimlerinin makalelerine yer vermiştir.
1950’de Ali Naci Karacan tarafından kurulan Milliyet gazetesi ağırlıkla sanat ve kültür içerikli makalelere yer vermiştir.
Kemal Ilıcak’ın kurduğu Hadiselere Tercüman (1961) daha çok milliyetçi çizgide yazılara yer vermiştir.
1985’te kurulan Sabah gazetesi liberal, 1986’da kurulan Zaman ise muhafazakâr çizgide makalelere yer vermiştir.

Fıkra
Her hangi bir konuda yazarın düşüncelerini okurlarıyla paylaştığı, konuşma diline yakın bir dille yazılmış kısa düşünce yazılarına fıkra denir. Fıkrada öne çıkan unsurlar eleştirel tavır, iğneleyici, alaycı üslup ve senli benli konuşma havasıdır. İspata gerek duymayan bu yazıların amacı okurun ilgisini, dikkatini çekmek ve haber vermektir.

Türk Edebiyatında Fıkra
Şinasi’nin Tercüman-ı Ahval ve Tasvir-i Efkâr’daki yazılarından itibaren sade bir dille yazılan sohbet havasındaki yazıların sayısında artış olmuştur.
Cumhuriyet öncesinde ve sonrasına yazdığı fıkra yazılarını kitaplaştıran isimlerden bazıları:
Ahmet Rasim, Eşkâl-i Zaman (1918), Gülüp Ağladıklarım (1924), Muharrir Bu Ya (1926)
Falih Rıfkı Atay, Eski Saat (1933), Niçin Kurtulmamak (1953), Çile (1955), İnanç (1965), Kurtuluş (1966), Pazar Konuşmaları (1966)
Arif Nihat Asya, Kanatla ve Gagalar (1945), Enikli Kapı – Top Sesleri (1964), Terazi Kendini Tartamaz (1967), Tehdit Mektupları (1967), Onlar Bu Dilden Anlar (1970), Aramak ve Söylememek (1976), Ayın Aynasında (1976), Kubbeler (1976)
Peyami Safa’nın fıkraları Objektif başlığı altında yayımlanmıştır.
Ahmet Haşim, Gurebahaneyi Laklakan (1928), Bize Göre (1928), Frankfurt Seyahatnamesi (1933)
Refik Halit Karay, Bir içim Su (1931), Bir Avuç Saçma (1937), İlk Adım (1941), Üç Nesil Üç Hayat (1943), Makyajlı Kadın (1943), Tanrıya Şikâyet (1944)
Orhan Seyfi Orhon, Fıskiyeler (1922), Dün Bugün Yarın (1943), Kulaktan Kulağa (1943), Burhan Felek’in Felek (1947), Yaşadığımız Günler (1971), Recebin Kahvesi (1984), Biraz da Yarenlik (1984), Felek’ten Dostlara (1984), Geçmiş Zaman Olur Ki (1985), Mabet ve Millet (1970), Sohbetler (1987)

Ünite 4
Deneme
Deneme ≡ Ortaya karışık
Montaigne’in icadı olan deneme için Cumhuriyetten önce tecrübe-i kalemiyye, kalem tecrübesi gibi tanımlar kullanılmıştır.
Denemenin belirlenmiş bir tekniği yoktur. Anekdot, örnek, ironi ve hicivle çekici kılınmış serbest yazılardır. Denemeler iddiada bulunmayabilir, ispat içermeyebilir.
Karaalioğlu birikim sahibi kişilerin kalem tecrübelerine deneme demektedir.
Cemal Süreya denemeyi, düşünmeyi sağladığı için yararlı bulur.
Salah Birsel yazdığı denemelerine olaylar mozaiği demeyi tercih eder.
Murat Belge, deneme için miadını doldurmuş bir tür olarak söz eder. Denemedeki ferdi tavırdan dolayı böyle bir kanaattedir.
Emin Özdemir, Nurullah Ataç’la birlikte denemenin edebiyatımıza girdiğini, Ataç’tan önce yazılanların deneme olarak kabul edilemeyeceğini belirtir.
Nermi Uygur, “…her şeyin her şeyle sarmaş dolaş seviştiği bir süreç…” şeklinde tanımlar denemeyi.
Deneme sözcüğünün etimolojisini ortaya koyan M. Kayahan Özgül, denemenin tanımı için kalem tecrübesi ifadesine geri döner (Fr. Essay / Ar. Sa’y / Tr. “çalışma”).

Batı Edebiyatında Deneme
Essay/deneme, kelime anlamı itibarıyla denemek, girişmek, teşebbüs etmek, kalkışmak anlamlarına gelir. Bacon bu sözcüğü kendi denemelerinin adı olarak kullandı ve İngiltere’ye taşıdı. Bacon, deneme türüne şekil ve içerik bakımından yeni bir çehre kazandırdı.
Alexander Pope manzum yazılarını tanımlamak için bu ifadeyi kullandı. Manzum deneme pek rağbet görmedi. Addison ve Steele’in Tatler ve Spectator’u denemeye modern formunu kazandırdı.
Montaigne ve Bacon batı edebiyatında formal (resmi) ve informal (teklifsiz, senli benli) olmak üzere iki farklı denemenin ortaya çıkmasına sebep oldular.
Formal denemenin önde gelen isimleri: J. Swift, M. Twain, T. De Quincey, G. Orwell, E.M. Forster’dır.
İnformal denemenin önde gelen isimleri: M. Arnold, J. Stuart Mill, R.W. Emerson ve H.D. Thoreau’dur.
Günümüzde denemede artık böyle bir fark kalmamıştır.
Türk Edebiyatında Deneme
Tanzimat öncesinde tarz olarak deneme kabul edilebilecek metinlerimiz yok değildir. Münşeat, tezkire, seyahatname, kıyafetname ve şehrengizlerde bunlara örnek metinler mevcuttur.
Tanzimatın ikinci kuşağında sanat merkezli bilincin oturması deneme için gerekli şartları tesis etmiştir. R. Mahmut Ekrem, A. Hamid ve M. Naci yazıları arasında ilk deneme örneklerinin de yer aldığını kabul edebiliriz.
Servet-i Fünûn döneminde çeşitli edebi türler denenmiş olduğu halde deneme örneklerine rastlamıyoruz. Bu dönemde yazılan musahabe başlıklı yazılar denemeye yaklaşır niteliktedir.
Batılı anlamda denemenin ilk örnekleri II. Meşrutiyet’ten sonra karşımıza çıkar. Ö. Seyfettin, A. Haşim, A. Rasim, Y. Kemal, Y. Kadri ve H. Edip başarılı denemeler yazmıştır.  
Yahya Kemal ve Ahmet Haşim bu alanda çok başarılı örneklere imza atmıştır.
Peyami Safa’nın 1 Nisan 1936 tarihli “Musahabe Edebiyatı” başlıklı yazısında bu türü üslup ve metot kuramayan yazarların sığınağı olarak kabul eder.
Nurullah Ataç 1938 tarihli bir yazısında kendisinin münekkit değil essayist olduğunu söylemektedir. Nurullah Ataç, 1944 tarihli bir yazısında essai kelimesinin yanında denemeye de yer verir.

Deneme Türleri

Üslup Bakımından Denemeler
İnformal – Senli Benli Deneme: Montaigne / Nurullah Ataç
Formal – Resmi Deneme: Bacon tarzı bu deneme de yazar, otorite pozisyonundadır. Bu tür denemeler dogmatik, sistematik ve açıklayıcıdır. Ülkemizde Yahya Kemal bu türe örnekler yazmıştır.

İçerik Bakımından Denemeler
Sanat ve Edebiyat Konulu Denemeler
Nurullah Ataç, Cemal Süreya, İsmet Özel, Orhan Burian, Peyami Safa, Mehme Kaplan, Sezai Karakoç, Enis Batur, Mermi Uygur, Cemil Meriç vs. pek çok yazarımız bu türde eser neşretmiştir.
Psikoloji-Felsefe Konulu Denemeler
Bilgi ve birikim isteyen içeriğinden dolayı daha az örneğine rastlarız; Nurettin Topçu, Nusret Hızır gibi…
Şehir Konulu Denemeler
Bu tür bütün dünya edebiyatlarında çok yaygındır. Ahmet Rasim, Yahya Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar, Beşir Ayvazoğlu gibi isimler bu türde eserler neşretmişlerdir.
Sosyal, Siyasi ve Dini Konulu Denemeler
İsmet Özel (Üç Mesele), Mehmet Kaplan (Nesillerin Ruhu), Nurettin Topçu (İslam ve İnsan)
Karışık Konulu Denemeler
Gündelik hayatın içinden çeşitli konuları ele alan denemelerdir. Murat Belge (Tarihten Güncelliğe), Ahmet Haşim (Bize Göre)

Ünite 5
Sohbet – Söyleşi
Bir yazarın çeşitli konular hakkında karşısında okuyucuları varmış gibi, onlarla sohbet ediyormuşçasına yazdığı makale planlı fikir yazılarına sohbet denir. Makaledeki ağırbaşlı, ciddi hava sohbette yerini samimi bir anlatıma bırakır.
Sohbet yazarları konusunda bilgili, birikimli kimselerdir. Sohbet yazısında öne sürülen fikirlerin kanıtlanması gerekmez.
Eleştiri ve deneme arasında kalan sohbette yazar güncel konulara odaklanır. Başkalarının düşüncelerine değinmekle eleştiriye, kendi görüşlerini açıklarken de denemeye yaklaşır.
Sohbet yazılarının dili günlük konuşma dilidir.
Sohbet Türünün Özellikleri
Anlatım sohbet havası içinde, samimi, içten ve senli benlidir. Yazar soru-cevaplı cümleleriyle sohbet havası yaratır.
Yazar iddialarında ısrarcı değildir.
Yazar daha çok kişisel düşüncelerine odaklanır.
Yazar güncel olaylardan örneklerle düşüncelerini destekler.

Ahmet Rasim (Ramazan Sohbetleri), Yahya Kemal (Tarih Musahabeleri), Eşref Rado (Eşref Saati), Attila İlhan gibi yazarlarımızın sohbet türünde eserleri mevcuttur.

Ünite 6
Gezi – Seyahat Yazıları
Temel hareket noktası coğrafya olan gezi yazılarının anı ve günlük türleriyle yakınlıkları vardır. Edebiyatımızda ilhamını gezmek fikrinden alan eserler vardır; Ahmet Mithat Efendi’nin Hasan Mellah’ı, Yakup Kadri’nin Bir Sürgün’ü, Reşat Nuri’nin Çalıkuşu, Refik Halit’in Sürgün ve Gurbet Hikâyeleri adlı eserleri gibi.

Dünya Edebiyatında Gezi Yazısı
Homeros (Odysseia), Xenophon (Anabasis), Alexis de Tocqueville (Amerika’ya Yolculuk), Heinrich Harrer (Tibet’te Yedi Yıl) gibi eserler bu türe örnektir.

Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatında Gezi Yazıları
Tanzimat öncesi edebiyatımızda daha çok seyahatname adıyla neşredilmiş gezi yazılarına rastlanır. Bunun ilk örneği Hoca Gıyaseddin Nakkaş’ın Hıtay Sefaretnamesi olarak bilinen 1422 tarihli Acâibü’l-Letaif adlı eseridir. Aşağıda klasik dönemde yazılmış gezi kitaplarının bazıları belirtilmiştir.
Ali Ekber’in Hıtâînâme (1515-1516)
Pirî Reis’in Kitab-ı Bahriye (1521/1526)
Seydi Ali Reis’in Mir’atü’l-Memâlik (1557)
Âşık Mehmet Çelebi’nin Menâzıru’l-Avâlim (1597)
Evliya Çelebi’nin Seyahatname
Nâbî’nin Tuhfetü’l Haremeyn
Halide Edip’in 1937’de Londra’da basılan Inside India kitabı dışında Türkçe müstakil bir gezi kitabı olmamakla birlikte bazı kitaplarında gezi yazısı sayılabilecek bölümler vardır. Dağa Çıkan Kurt adlı kitabında Yolculuk Notları başlığı altında İtalya seyahatini anlatır.
Yakup Kadri, Alp Dağlarında ve Miss Chalfrin’in Albümünden adlı eserinde İsviçre Alplerinde gördüklerini anlatır.
Celal Esad, Seyahat İntibaları adlı eserinde İtalya, Hollanda ve İskandinav kentlerinde gördüklerini anlatır.
Selim Sırrı Tarcan ve Ahmet Haşim gezi yazısı neşretmiş diğer yazarlarımızdır.
Coğrafya öğretmeni olan Faik Sabri Duran, İstanbul’dan Londra’ya Şileple Bir Yolculuk ve Akdeniz’de Bir Yaz Gezisi adlı eserlerinde İstanbul’dan Londra’ya pek çok şehirden söz eder.
Edebiyat tarihçilerimizden İsmail Habip Sevük, yurtdışı gezilerini Tuna’dan Batı’ya adlı kitabında anlatır. Yurtiçi gezilerini ise Yurttan Yazılar’da anlatır.
Reşat Nuri’nin Anadolu Notları, bu türün en güzel örneklerinden biridir.
Falih Rıfkı Atay, gezi türünde on kadar eser neşretmiştir.
Ahmet Hamdi’nin Beş Şehir adlı eseri deneme, hatıra, şehir monografisi ve gezi yazısının bir arada gözlenebildiği bir eserdir.

Ünite 7
Anı – Hatıra – Günlük
Hatıratın geçmişe dair olması anlatıyı tarihe yaklaştırır. Belli bir dönemi anlatan hatıratlar ise anlatılan olaya bağlı olarak seyahatname, otobiyografi, sefaretname, tezkire, mektup ve günlük türleriyle yakınlık kurabilir.
Günlükler günü gününe yazıldıkları için oldukça fazla detay içerirler. Anı kitapları bu derece detay içermez.
Anı türünde olaylar kronolojik sırayla anlatılır.
Anı kitaplarını yazarın toplumdaki yeri, mesleği, eserin içeriği veya yazıldığı yere göre tasnif etmek mümkündür.
Siyasi ve tarihi içeriği öne çıkan anı kitapları daha geniş okur kitlesine hitap eder.
Kültür sanat içerikli anı kitapları önem sırasında ikinci basamakta yer alırlar.
Çeşitli meslek guruplarından kişilerin ferdi anı kitapları da önem skalamızda üçüncü sırada yer alır.
Cumhuriyet döneminin önemli anı kitapları;
Atatürk, Nutuk
Kazım Karabekir, İstiklal Harbimiz
Rauf Orbay, Cehennem Değirmeni
Ethem Bey, Hatıraları
Celal Bayar, Bende Yazdım
Yakup Kadri, Vatan Yolunda
Abdülhak Şinasi Hisar’ın romanları da dâhil olmak üzere eserlerinin tümünde hatıra tadında parçalar mevcuttur.

Günlük
Eski Türkçede Ruzname sözcüğüyle karşılanmıştır.
Günlüklerdeki yargılar sübjektiftir.
Anı kitaplarında olduğu gibi günlüklerde de eser sahibinin mesleği, toplumdaki yeri önem arz eder.
Julius Sezar’ın kendini savunmak üzere kaleme aldığı Gallia Savaşı, günlük türünün ilk örneği kabul edilir.
Romantizmin etkili olduğu 18. asırdan itibaren günlük örnekleri hızla artmıştır. Rousseau’nun İtiraflar’ı, Goldoni’nin İyiliksever Somurtkan’ı, Goethe’nin Şiir ve Hakikat’i, Hugo, Stendhal ve Verlaine’in günlükleri erken dönemde yazılmış önemli güncelerdir.
Arap edebiyatında rihlat, vefayat, havadis, Farsça metinlerde sefername, tezkire ve Türkçede vekayi, sergüzeşt, seyahatname, sefaretname gibi metinler arasında hatıraların da yer aldığı bilinmektedir.
Orhun Yazıtlarını Türk kültür tarihinin ilk anı türü olarak kabul edebiliriz.
Bâbur Şah’ın hatıralarını içeren Bâburname, anı türünün olgun bir örneğidir.
Seyyid Muradî Reis’in yazdığı, Barbaros’un savaşlarını anlatan Gazavât-ı Hayreddin Paşa,
Macuncuzade Mustafa Efendi’nin Sergüzeşt-i Esir-i Malta (1597), Temeşvarlı Osman Ağa’nın hatıralarını bu türün örnekleri arasında sayabiliriz.
III. Selim’in sır kâtibi Ahmed Efendi’nin Ruzname’si Padişahın gülük hayatı, saray ve çevresini anlatmanın yanında 1791-1802 tarihleri arasındaki siyasi olaylarına da değinmesi bakımından ayrıca önemlidir. Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran ve Mısır seferlerini anlatan Haydar Çelebi Ruznamesi ile Ahmet Ağa’nın Vaka-yı Beç (II. Viyana Kuşatması günlüğü olarak bilinir) adlı eserleri de günlük türünün erken örnekleri arasında kabul edilebilir.
Tanzimat’tan sonra;
Direktör Ali Bey’in Hindistan’a yaptığı geziyi anlatan Seyahat Jurnali (1897) ilk günlük örneği olarak kabul edilebilir.
Cevdet Paşa’nın Tezakir ve Ma’rûzat adlı eserleri döneminin siyasi olaylarını anlatır.
Keçecizade İzzet Molla’nın Mihnetkeşan (1852)
Ahmet Mithat Efendi’nin Menfa (1876)
Ziya Paşa’nın Defter-i A’mâl (1881)
Muallim Naci’nin Medrese Hatıraları (1886), Ömer’in Çocukluğu (1889)
Sami Paşazade Sezai’nin Londra Hatıraları (1896)
Ahmet Rasim’in Gecelerim (1896), Eşkâl-i Zaman (1918), Muharrir-Şair-Edip (1922)
Ali Kemal’in Ömrüm (1919) adlı eserleri neşredilmiştir.
Halit Ziya’nın Saray ve Ötesi adlı eseri de Mabeyn başkâtibi olduğu 1909-1912 yılları arasında saray hayatını ve İttihat Terakki-Saray ilişkilerini anlatması bakımından çok önemlidir.
Cumhuriyet döneminde Nurullah Ataç’ın günlükleri önemlidir. Bir diğer önemli isim Salah Birsel’dir. Fethi Naci’nin Eleştiri Günlükleri edebiyat hayatımız açısından önemlidir.
Batı edebiyatında; Pavese, Kafka, Gide, Baıdelaire, Camus, Tarkovski, Kierkegaard, V. Woolf ve Zweig, meşhur güncelerin yazarlarıdır.

Ünite 8
Biyografi
İnsanlığa katkı yapmış kişilerin hayat hikâyelerinin yazılmasıyla ortaya çıkan bir türdür. Biyografilerde gerçeklik vurgusu ön plandadır. Bu nedenle tanıklıklara yer verildiği görülür. Klasik edebiyatımızda bu türe Tercüme-i Hal, Hal Tercümesi denmektedir.
Otobiyografilerde kişisellik ön plandadır. Tür olarak anı ve hatıraya yakın olan otobiyografi, merkeze yazarın kendisini almasıyla öznelleşerek diğer türlerden ayrılır(anı ve hatırada anlatılan kişiler ve olaylar ön plandadır).
Ünlü bir kişinin (veya şehrin ya da bir fenomenin) şahsiyetini etraflıca ele alan eserlere monografi denilir.
Biyografik romanlarda bilinen, önemli bir şahsiyet hikâyenin kahramanı gibi ele alınır. Ancak burada da amaç edebi bir eser vermek değil, anlatıya konu olan kişinin hayat hikâyesine sadık kalmaktır.
Vefat sonrasında gazete ve dergilerde çıkan yazılara nekroloji denmektedir. Biyografik bilgi verdikleri için önemlidirler.
Ölüm karşısındaki çaresizliğimiz tarihin en eski çağlarından itibaren ölümsüzlük düşüncesini cazip kılmıştır ve bu nedenle biyografi türüne tarih içinden bolca malzeme çıkmaktadır. Mezar taşları dahi buna örnektir.
Plutarkhos’un Paralel Yaşamlar’ı türün ilk örneği kabul edilir (46-120)
İngiltere’de 6. yüzyıldan itibaren ahlaki mesaj vermek amacıyla azizlerin hayatlarını anlatan hagiographi denilen tür ortaya çıkar. Ortaçağ boyunca bu devam eder. Boccacio, De Casibus Virorum et Feminarum Illustrium adlı eseriyle türün yeniden canlanmasını sağlar.
Rönesans’la birlikte sanatçıların hayat hikâyeleri biyografiye konu olmaya başlar. Giorgio Vassari (Lives of Artists, 1550), William Poper (Life Sir Thomas More), George Cavendish (Life of Wolsey) dikkat çeken isimlerdir.
Modern anlamdaki biyografi Lytton Strachey’in Eminent Victorians (1918) adlı eseriyle başlar. Türün duayeni Zweig’tır.
İslam dünyasında; siyerler, gazavâtlar, ahbar kitapları, tabakat kitapları, tezkireler, menakıpnameler, şecere kitapları, kısasü’l-enbiyalar biyografi açısından verimli kaynaklardır.

Cumhuriyet Öncesi Türk Edebiyatında Biyografi
Şairler hakkında yazılan tezkirelerin ilk örneği Arap edebiyatında Muhammed b. Sallam el-Cumâhi (öl. 865) tarafından yazılmıştır (Tabakâtû’ş-Şu’arâ).  
Türk edebiyatında ilk tezkire Ali Şir Nevayî tarafından yazıldı. Anadolu sahasında ise ilk örnek Sahi Bey’e aittir (Heşt-Behişt). Latifî ve Âşık Çelebi’nin tezkirelerin bu türün en başarılı örnekleridir.
Tanzimat döneminde;
Mehmet Siraceddin’in Mecmuau’ş-Şuarâ ve Tezkire-i Üdebâ (1907)
Bursalı Mehmet Tahir’in Osmanlı Müellifleri (1916-1925)
İbnulemin Mahmud Kemal İnal’ın Son Asır Türk Şairleri (1930)
Nüzhet Ergun’un Türk Şairleri (1935)
Recaizade Mahmut Ekrem’in Kudemadan Birkaç Şair (1885)
Ebuzziya Tevfik’in Numune’i Edebiyat-ı Osmaniye (1890)
Muallim Naci’nin Osmanlı Şairleri (1890) ve Esami (1890)

Cumhuriyetten sonra;
Süleyman Nazif (Mehmet Akif), Mithat Cemal Kuntay, Abdülhak Şinasi Hisar, Yakup Kadri, Sadettin Nüzhet Ergun (Divan edebiyatından pek çok şair hakkında biyografiler hazırlamıştır), Asım Bezirci, İ. Alaettin Gövsa, Gündüz Akıncı, Behçet Necatigil, Şevket Süreyya Aydemir önemli eserler neşretmişlerdir.
Üniversitelerin mezun vermeye başlamasıyla bilimsel biyografilerin sayısında da artış olmuştur:
Kenan Akyüz, Mehmet Kaplan, Olcay Önertroy (Halit Ziya Uşaklıgil, Romancılığı ve Romanımızdaki Yeri), Birol Emil (Mizancı Murad Bey, Hayatı ve Eserleri), Haluk İpekten, İsmail Parlatır, Fatih Andı, İsmail Çeşitli, Nurullah Çetin, Yakup Çelik, Mustafa Özbaltacı, Ramazan Korkmaz, Güler Güven
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Beş Şehir ve Yahya Kemal isimli eserleri hem edebi hem de bilimsel biyografiye örnek teşkil edebilecek nitelikte eserlerdir.

Biyografik Romanlar;
Hasan Ali Yücel’in 1932’de yayımlanan Goethe Bir Dehanın Romanı adlı eseri türün ilk örneği kabul edilir. Mehmet Emin Erişirgil’in 1951’de yayımlanan Bir Fikir Adamının Romanı Ziya Gökalp ve İslamcı Bir Şairin Romanı Mehmet Akif adlı eserleri ve Yusuf Ziya Ortaç’ın İsmet İnönü adlı eserleri biyografik romanlarımızdandır.
Oğuz Atay’ın 1975’te yayımlanan Bir Bilim Adamının Romanı adlı eseri kurgusundaki başarı nedeniyle müstesna bir yere sahiptir.
Nermiz Bezmen’in dedesinin hayatını anlattığı Kurt Seyt ve Shura, Kurt Seyt ve Murka, Ayşe Kulin ve Hıfzı Topuz’un bazı romanları, Atilla Şenkon’un Bütün Düşler Nazlıdır adlı eserleri bu türde eserlerdir.

Portreler;
Yusuf Ziya Ortaç, Haldun Taner, Beşir Ayvazoğlu, Hüseyin Cahit Yalçın, Hakkı Süha Gezgin, Orhan Okay ve Hilmi Yavuz bu nitelikte eserler neşretmişlerdir.
Nekroloji edebiyatı bakımından da kayda değer birikime sahibiz diyelim ve fasıla edelim…

Ünite 9
Mektup – Söylev

Mektup sözcüğü Arapçada yazılı, yazılmış anlamlarına gelmektedir. Türün en eski örnekleri Mısır firavunlarının yazdığı diplomatik mektuplar ile Hitit krallarının Boğazköy arşivindeki mektuplardır.
Özel Mektuplar
Yakın ilişkideki insanlar arasında yazılan mektuplardır. İçeriği yazanla yazılanı ilgilendirir. Bu bakımdan gizliliği vardır.
İş Mektupları
Konusu ne olursa olsun bir iş veya hizmet içeren mektuplardır.
Edebi ve Felsefi Mektuplar
Düşünce, görüş-fikir veya tezin savunulması amacıyla yazılan mektuplardır. Bu mektupların bazısı gazete ve dergilerde yayımlanmak üzere yazılmış açık mektuplardır.

Antik Yunan’dan günümüze mektup türü önemli bir iletişim aracı olmuştur. Latin edebiyatında Çiçero’nun elinde iyice işlenen mektup kâğıdın kullanıma girmesiyle birlikte yaygınlaştı.
Rönesans İtalya’sında Aretino, Tasso ve Ariosto’nun mektupları önemlidir. Aydınlanma döneminde bu türün en büyük ustası Voltaire’dir (18 bin mektubu vardır).
Doğuya baktığımızda İslamiyet’ten önce mükatebe ve mürasele adıyla mektup yazıldığını görürüz.
Edebiyatımızda dostluk, sevi içerikli mektuplara muhabbatname, meveddetname ve uhuvvetname; astın üste yazdığı mektuplara arıza, şukka; tevazu göstermek için bazen varakpâre denilmiştir.
Âşık edebiyatımızda mektuba kâğıt, gam yükü, gönül dili, çile bohçası gibi adlar verilmiştir.
Divan edebiyatında ise mektuba inşa denilmiştir. Mektup yazanlara münşi, resmi yazışmacılara nişancı, münşilerin eserlerini bir araya getirdikleri metinlere münşeat denilmiştir.
Fuzulî’nin Şikâyetname’si mektup türünün örnekleri arasındadır. Lamiî, Gelibolulu Ali ve Ragıp Paşa mektup türünde eserler vermiştir.
Tanzimat döneminde Abdülhak Hamit, Namık Kemal ve Muallim Naci; II. Meşrutiyetten sonra Ömer Seyfettin ve Ziya Gökalp mektup türüne rağbet etmiştir.

Söylev
Sözlü bir türdür; bir düşünce, inanç ya da fikri savunmak, dinleyenlere aşılamak amacıyla yapılan etkili konuşmalardır. Söylev sanatına hitabet, söyleyene hatip denir.
Söylevde öncelikle konu ve amaç belirlenir.
Hitap edilecek kitlenin niteliği göz önüne alınır.
Konuya uygun malzeme toplandıktan sonra inceleme ve gözleme geçilir.
Fikirlerin öncelik sırası belirlenir ve konu belli bir plana oturtulur.
Söylevin girişinde amaç belirlenir.
İsteğe bağlı olarak girişte veciz sözler, özdeyişler kullanılabilir. Bunlar söyleve ilgiyi artırır.
Gelişme bölümünde konu ayrıntılarıyla ele alınır. Tezler ileri sürülür. Düşünceler dile getirilir. Örnekler verilir. Belgelerle kanıtlar sunulur.
Sonuç bölümü ki en önemli bölümdür, öne sürülen tezle ilgili yargılar, olabildiğince etkili ve çarpıcı şekilde bu bölümde toparlanır.
Söylevde kısa cümleler tercih edilir. Devrik cümle kullanılarak dinleyicinin ilgisi çekilir.

Daha çok haber kipinde veya mastar halinde fiiller kullanılır. Basmakalıp söz ve deyimlerden kaçınılır. Söylevin konusu dinleyici kitlesini ilgilendiren bir meseleyi işaret etmelidir.
Söylevin özü köklü bir zihin kültüründen kuvvet alır. Zihin kültürü ise edebi, sosyal, tarihi bilgilerin bir bileşimidir. Konuşmacının sakin, serinkanlı olması önemlidir. Konuşurken telaşa düşmemelidir.
Topluluğun sesi olmak, toplulukla duygudaşlık kurmak, dinleyicilerin içinde bir tartışma yaratmak söylevin baş amacıdır.
Siyasi Söylev
Bilimsel Kültürel Söylev
Düşünce insanlarının konferansları bu başlık altında incelenebilir.
Askeri Söylev
Kumandanların cephedeki konuşmaları bu başlık altında incelenebilir.
Dini Söylev
Mabetlerdeki dün konulu konuşmalardır. Cuma hutbeleri bu türün en bildik örneğidir.
Hukuki Söylev
Mahkeme salonunda iddianameler ve savunmalar bu türün içeriğini oluşturur.

Söylev türünün en eski kaynağı Aristoteles’in Retorik adlı eseridir.
Retorik, söylevdeki kanıtlama öğesi üzerinde durur. Kitabın ilk iki bölümü söylevin içeriğiyle, üçüncü bölüm ise ifade ile ilgilidir.
Demosthenes ve Çiçero diğer kuramcılar olarak incelenebilir.
Söylev konusunda araştırmalar yapmış olan Farabi, Fusulül Medeni adlı eserinde iyi bir devler adamında olması gereken nitelikleri sıralarken söz söyleme yeteneğinden ayrıca söz eder.
Söylevin tarihimizdeki ilk örneği Orhun Yazıtları’dır.
Halide Edip’in 16 Mayıs 1919 tarihli Sultanahmet mitingindeki konuşması, Hamdullah Suphi’nin 30 Mayıs 1919 tarihli Sultanahmet mitingi konuşması, Mehmet Emin Yurdakul’un 23 Mayıs 1919 tarihli Sultanahmet mitingi konuşması, Süleyman Nazif’in 1920’de Piere Loti gününde İstanbul Üniversitesi’nde yaptığı konuşma ve Atatürk’ün Nutuk başta olmak üzere çeşitli konuşmaları söylev türünün örnekleridir.

Ünite 10
Röportaj – Mülakat

Kelimenin kökü Latince toplamak, getirmek anlamlarına gelen reportare fiiline dayanmaktadır.
Haber yazısından farklı olarak röportajda yazar kendi kişisel görüşlerini de dile getirirken aynı zamanda okurlarını yönlendirmeye de çalışır.
Düşünsel bir planlamayla yazılan röportajlarda yazar anlattıklarının doğruluğunu konuşma, bilgi toplama ve fotoğraflarla destekler. Röportajın inandırıcılığı gerçeklere dayanmasıyla doğru orantılıdır. Röportajda diğer bütün anlatım biçimlerinden yararlanmak mümkündür.
Röportaj tanıtma özelliği olan metinlerdir. Bilgi verirken katı değildir. Bazen sohbet bazen de konuşma tarzındadır. Metnin canlılığına dikkat edilir.
Makalede olduğu gibi röportaj da bir teze dayanır. Yazar bu tezi inceler, araştırır, tanıklarla görüşür, fotoğraf ve belgelerle okuyucusunun bilgisine sunar.

Yöntem Açısından Röportajlar
Konuşmaya dayalı ve belgesel olmak üzere ikiye ayrılırlar. Belgesel röportaj; sözlü ve yazılı kaynaklardan faydalanır, bilgi toplar, araştırmasını bu şekilde hazırlayıp okuyucunun ilgisine sunar.
Ele Alınan Konu ve Görüşülen Kişilere Göre Röportajlar
Bu başlık edebi, siyasi, sağlık veya spor içerikli alt kategorilere inebilir.
Uzunluğuna Göre Röportajlar
Bir konu hakkında tek bir metinden oluşan röportajlar olduğu gibi bir konuyu kapsamlı şekilde ele alan dizi röportajlar da vardır.
Anlatım Tarzına Göre Röportajlar
Öyküsel ve kurgusal gibi alt kategorileri vardır. Kurgusal röportajda tanıkların anlatımını metnin içinde çeşitli yerlerde kullanan yazar bu yolla metin kurgusunu öne çıkartmış olur.
Sunuş Tarzına Göre Röportajlar
Çarpıcı giriş yazılarıyla başlayan röportajlar Amerikan röportajı olarak adlandırılır. Bu tür röportajlarda en sonda söylenmesi beklenen sözler giriş bölümünde açıklanır.
Yazarın kendini merkeze aldığı, ön plana çıkardığı röportajlara Alman röportajı denir.
Gezi yazılarındaki gibi yazarın ilgisini çeken detaylara yer vermeyip gezilen bölgeyle ilgili sorunsalları öne çıkaran metinlere de gezi röportajı denir.

Türk Edebiyatında Röportaj Türünün Gelişimi
İlk örnekleri seyahatnamelerde görmek mümkündür. Seydi Ali Reis’in Mirat’ül Memalik adlı eseri gezi tarzı röportaja örnek olarak incelenebilir.
Evliya Çelebi’nin Seyahatname adlı eseri de gezip gördüğü yerleri etraflıca tanıtıyor olması bakımından röportaj olarak kabul edilebilir.
Ruşen Eşref’in Diyorlar ki adlı eseri mülakat biçiminde bir röportaj kitabıdır.
Hikmet Feridun Es (Bugün de Diyorlar ki), Mustafa Baydar (Edebiyatçılarımız Ne Diyorlar), Gavsi Ozansoy (40 Yıl Sonra Diyorlar ki), Yaşar Nabi (Edebiyatçılarımız Konuşuyor) mülakat türünün diğer örnekleridir.
Ruşen Eşref, Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal’le Mülakat adlı eseriyle Mustafa Kemal’le ilk röportajı yapmıştır.
Falih Rıfkı (Faşist Roma, Kemalist Tiran, Kaybolmuş Makedonya, Moskova-Roma), Yılmaz Çetiner (Bilinmeyen Aravutluk, El Fateh), Abdi İpekçi (Dünyanın Dört Bucağından), Fikret Otyam (Ne Biçim Amerika, Ne Biçim Rusya) gezi röportajı tarzında eserler neşrettiler.
Sait Faik, adliye muhabirliği yaptığı dönemde gerçekleştirdiği röportajları Mahkeme Kapısı adlı eseriyle yayımladı (1956).
Bu türün diğer önemli eserleri;
Cevat Fehmi, Geceleri Bizi Kimler Bekliyor (1933)
Necmi Onur, Çanakkale Savaşları ve Şehitler Abidesi (1950), Çadır Tiyatrosu (1966)
Dursun Akçam, Analarımız (1962)
Fikret Otyam, Doğudan Gezi Notları (1960), Bir Karış Toprak İçin (1965), Oy Fırat Asi Fırat (1966)
Tahir Kutsi Makal, İç Göç (1964), Acı Yol (1964)
Hikmet Çetinkaya, Toprak Bizim Canımız (1973)
Yılmaz Çetiner, Bir Yudum Çay İçin (1968)
Nurullah Berk, Ustalarla Konuşmalar (1971)

Mülakat
Arapça kökenli mülakat sözcüğü karşılıklı buluşmak, görüşmek anlamlarına gelmektedir. Soru cevap temeline dayanan mülakatlar röportaj türünün başlangıcı sayılabilir. Mülakatta konuşulanların aynen yayınlanması zorunludur. Mülakat bu sebeple ciddi bir ön çalışmayı gerektirir.

Türk Edebiyatında Mülakat Türünün Gelişimi
Ruşen Eşref’in eseri mülakat türünün ilk örneğidir. Mülakat türü gazetelerin talebi doğrultusunda yıllar içinde hızla gelişmiştir, örnekleri artmıştır.


Kitap bitti

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder