Abdülbâki
Gölpınarlı – Yunus İle Âşık Paşa ve Yunus’un
Bâtınîliği – Notlar
Kenan Basımevi, 1941
Yunus Emre’nin Âşık Paşa olduğu hakkındaki iddia, önce
kitapçı Raif Yelkenci tarafından ortaya atıldı.
Raif Yelkenci’nin Yunus’un bir şiirindeki
Âdımı atdum yedi dört on sekizden öte ben
Dokuzu yolda koyup şâh emrine ferman olam beytindeki
7, 4, 18 ve 9 adetlerini amâli erbaaya tatbik ederek Yunus’un bu şiiri 46
yaşında yazdığını, 37 yaşında tarikate girdiğini, divanını (?) — Raif Yelkenci
böyle söylüyor, Sadettin Nüzhet te aynen onun sözlerini naklediyor — 707 de
yazdığını, 707 den 37 çıkarsa 670 kalacağını, Âşık Paşa’nın 670 te doğduğunu,
şu halde Yunus’un Âşık Paşa’dan başka bir kimse olmıyacağını keşfeylediğini
tekrarlamak suretiyle başlıyor.
…beyitteki yediden murat yedi yıldız, dörtten murat dört
unsur, onsekizden maksat onsekizbin âlem olup dokuzla da dokuz telek
kasdedilmiştir
Klâsik edebiyatla (gerek İran edebiyatı, gerek bizim
edebiyatımız) biraz meşgul olan her şahıs, buradaki sayıların ancak bizim verdiğimiz
manaya geldiğini bilir, anlar.
Eğer, her dört, yedi, onsekiz ve dokuzdan böyle amali
erbaalı bir netice bulursak - ki bulacağımız yekûnların bir çoğu, tarihî
hâdiselere pekâlâ tevafuk edebilir - bir çok kişileri birleştirmiş, bin netice
edebiyat tarihini küçültmüş, tedrisini de kolaylaştırmış oluruz.
Sadettin’e göre Âşık Paşa Bektaşî tarikatine mensuptur.
Yunus ta aynı tarikattendir.
Hacı Bektaş’ın, Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî ile muasır
olduğunu hem Menakıbül-ârifin, hem Bektaşî Vilâyetnamesi kaydediyor.
Fakat Sadettin Nüzhet, işine gelince menkîbeleri kabul eder,
işine gelmeyince reddeyler
Hacı Bektaş zamanında, Bektaşîlik yoktur, Babaîlik ve
Tarikatı Vefaiyye vardır.
Hacı Bektaş’ın 669 da öldüğü doğru ise Âşık Paşa, 670 te
doğmuş bulunduğundan bu tarihte bir yaşında bulunmaktadır ve görüşmesi rivayeti
de yanlıştır.
Âşık Paşa, Sadettin Nüzhet’in dediği gibi Bektaşî değildir
Yunus Emre / kendisinin, açıkça babası Muhlis Paşa’ya mensup
olduğunu söylüyor. Şakayik’te ve Âşık Paşazade Tarihi’nde de Hacı Bektaş’a
mensubiyeti hakkında bir kayıt yoktur.
Aynı asırda ve aynı sahada yaşıyan, aynı zümreye mensup olup
aynı akideyi taşıyan iki, yahut üç şahsın şiirlerinde eda ve mevzu vahdetinden
daha tabiî bir şey olamaz.
Huzur olmaksızın kılman namaz, ecri olmasa da farzı insandan
iskat eder. Bektaşîye namaz kılmıyorsun, demişler. Namaz kılmak benim haddim
mi, ben kimim, namaz kim? demiş. Hacı Bektaş ta aşağı yukarı bunu söylüyor. İç
temiz olmadıkça abdest namaz caiz değildir, diyor. Fakat bunu bir muttaki
edasiyle söylemektedir.
…şeriat methiyesini yapan Hacı Bektaş, şeriat babında şeriat
ehlinin amellerini mufassal yazar, ondan sonra tarikat, sonra da hakikat ve
marifet ehlinden bahseder. Bütün bu bablarda bâtınî temayüller açıkça görünüp
durur. Şeriat ehlinin yel, tarikat ehlinin ateş, marifet ehlinin su, hakikat
ehlinin toprak asıllarından geldiğini anlatır…
İbadet zahidindir, gönlünü ibadetle tathir edebilirse
iyidir. Fakat ârifler, velayet bekler, tefekkür ederler. Muhib ise Hak’la
sohbet eder, halkın taan ve dahline hiç ehemmiyet vermez. Dava ile olan yetmiş
yıllık ibadete bir saat iradet bedeldir. Yetmiş yıllık ibadet bir saat
tefekküre, bir dem didâr görmek ise yetmiş yıllık tefekküre müsavidir. Bütün
halk, kâlükilden gümana düşer, onun için her dilden dava kopar. Zahidin
ibadeti, halkla muamele içindir. Ariflerin tefekkürü ise Halik’ledir. Muhibler,
münacatlariy'le Mevlâ’yı bulurlar...
…kitapta yakıyn meratibi anlatılırken «İlmelyakıyn ten
beslemek, aynenyakıyn gönül, hakkalyakıyn de can yetiştirmektir.
İlmelyakıyn ehli tenle taat eder, aynenyakıyn ehli gönülle,
hakkalyakıyn ehli de canla ibâdet eder. Tenle taatta bulunanlar âbidler'dir,
gönülle, ibadette bulunanlar zâhidler’dir, canla ibâdet edenler ârifler’dir.
Tenle ibadet edenlerin ibadetlerini halk, canla ibadet edenlerden de o ibadatı
Hak kabul eder. Akıllıya işaret kâfidir, anlıyan kişiye muştuluk» deniyor
Peygamberin önce mü’min, sonra sırasiyle âhid, zahid, ârif,
velî, nebi, resul, ülül’azm ve hâtem olduğunu söyleyip «Ruhların bu dokuz mertebesi
ariflerin indinde vehbî, hükemâ indinde kisbî’dir. Beyit: Sen yol aşıp gitmedin
de ondan sana göstermediler. Yoksa bu kapıyı kim çaldı da açmadılar» diyor.
Ârif odur ki olmaya» diyor. «Sünnet terk-i dünya, farz
sohbet-i Mevlâ’dır»
Şimdi asıl Vahdeti vücud ve bu akideyi benimsiyenlerin
telâkkilerine geliyoruz:
Bu akideyi benimseyen kişinin nazarında kâinatın, kâinat
olarak vücudu yoktur. Mükevvenat mezahirden ibarettir. Âdem de cem’iyyeti
esmaiye mazharı bir zuhuru tamdır. Böyle bir adam, kâinatı kendisinde bulur,
kendisini kâinatta görür. İleri giderse şeriat ehlinin tanıdığı Allahü Taalâ’ya
açıkça «İlâh-ı Mevhum» deyiverir. Nitekim Varidat Sahibi ve Oğlanlar Şeyhi bu
tâbiri hiç te gizlemeden söylemişlerdir (Varidat ve sohbetname). Bu inanışa
sahip olanlar, umumiyetle insanları üçe ayırırlar: Avam, havas, hass-ül havas.
Avam, şeriat ehlidir. Bunlar, ehli zahirdir. Havass-ül havas, şeriatın,
bâtınına erişmiş, vahdette tahakkuk etmiş, hakikate ulaşmış kişilerdir, bunlar
ehli bâtındır.
Havas, tarikat ehlidir. Onlar şahitlerdir.
Hülâsa Ehli Bâtın, yani şeriatin zahirinden bâtınına geçmiş
olan ve vahdet akidesini kendilerine imam aşk ve vecit ittihaz etmiş bulunan
kişilerde ibadet, umumiyetle ikinci plânda kalır.
Sünnîlik başka; bâtınîlik yine başkadır. Şîî diyemiyeceğimiz
nice sufîler vardır ki bâtınîdirler.
İşte Hallâc. Kitab-üt Tavasın, Ahbâr-el Hallâc ve Divan
meydanda. İblis’i ve teslisi bile takdis ediyor.
Tapduk Baba, Barak Baba ve Saltuk Baba, Yunus’un istifade
ettiği kişilerdir.
Barak, Sarı Saltuk’un mürididir. Barak Baha’ya uyanlara
«Barakîler» deniyor.
Tapduk’un Yunus’un mürşidi olduğunda ise hiç şüpheye mahal
yoktur.
Barak’ın bâtınîliğinde bütün tarihler müttefiktir. Ve bu
zatin hayatını pekâlâ biliyoruz. Sarı Saltuk’un bâtını olduğunu İbn-i Batuta’dan
öğreniyoruz.
Hacı Bektaş’ın şeyhi Baba İshak, müridleri tarafından «Baba
Rasulullah» diy'e anılan zattır.
Yunus, halden hale giren, hiç bir hali kendine maletmiyen,
bütün kâinatı, varlığı kendisinde gören, kendisini de her şeyde müşahede eden,
bütün peygamberlerin sırrını kendisinde duyan Huseyn-İbn-i Mansur gibi bir
vahdet eridir. Vahdeti vücudun neticesini ve bu akidenin bir şair ruhunda îman,
vecid ve heyecan haline inkilâb edince ne olacağım idrâk edemi'yenler, yahut
etseler bile hazmedememekle beraber o zatı da verilecek hükümden kurtarmak
istiyenler, nihayet tevil yoluna saparlar, fakat açıkça bu sözler tevil
götürmez. Yunus kendisi, kendisini takdir ediyor: Abdürrazzak ol derviş
yoldaş idindi beni
Hallac-l Mansur ile dâra asılan benem
Biz Yunus’a ne dinsiz dedik, ne de imansız. Böyle bir şey
mevzuu bahs değildir. Zahirden bâtına nüfuz eden kişi, asıl mü’min olarak
kendisini görür, başkalarına mukallidi ve İlâh-ı mevhuma tapan kişiler der.
Yunus, Hakk’a, Hakk’ın varlığına, kendisine, kendisinin
ihatasına, vahdeti vücuda inananların ve inanışlarını hal ve vecid, aşk ve
cezbe haline getirenlerin başında gelir.
…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder