19 Ağustos 2025 Salı

Abdülbâki Gölpınarlı – Yunus İle Âşık Paşa ve Yunus’un Bâtınîliği

Abdülbâki Gölpınarlı – Yunus İle Âşık Paşa ve Yunus’un Bâtınîliği – Notlar

Kenan Basımevi, 1941


 

Yunus Emre’nin Âşık Paşa olduğu hakkındaki iddia, önce kitapçı Raif Yelkenci tarafından ortaya atıldı.

 

Raif Yelkenci’nin Yunus’un bir şiirindeki

Âdımı atdum yedi dört on sekizden öte ben

Dokuzu yolda koyup şâh emrine ferman olam beytindeki 7, 4, 18 ve 9 adetlerini amâli erbaaya tatbik ederek Yunus’un bu şiiri 46 yaşında yazdığını, 37 yaşında tarikate girdiğini, divanını (?) — Raif Yelkenci böyle söylüyor, Sadettin Nüzhet te aynen onun sözlerini naklediyor — 707 de yazdığını, 707 den 37 çıkarsa 670 kalacağını, Âşık Paşa’nın 670 te doğduğunu, şu halde Yunus’un Âşık Paşa’dan başka bir kimse olmıyacağını keşfeylediğini tekrarlamak suretiyle başlıyor.

 

…beyitteki yediden murat yedi yıldız, dörtten murat dört unsur, onsekizden maksat onsekizbin âlem olup dokuzla da dokuz telek kasdedilmiştir

Klâsik edebiyatla (gerek İran edebiyatı, gerek bizim edebiyatımız) biraz meşgul olan her şahıs, buradaki sayıların ancak bizim verdiğimiz manaya geldiğini bilir, anlar.

Eğer, her dört, yedi, onsekiz ve dokuzdan böyle amali erbaalı bir netice bulursak - ki bulacağımız yekûnların bir çoğu, tarihî hâdiselere pekâlâ tevafuk edebilir - bir çok kişileri birleştirmiş, bin netice edebiyat tarihini küçültmüş, tedrisini de kolaylaştırmış oluruz.

 

Sadettin’e göre Âşık Paşa Bektaşî tarikatine mensuptur. Yunus ta aynı tarikattendir.

 

Hacı Bektaş’ın, Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî ile muasır olduğunu hem Menakıbül-ârifin, hem Bektaşî Vilâyetnamesi kaydediyor.

 

Fakat Sadettin Nüzhet, işine gelince menkîbeleri kabul eder, işine gelmeyince reddeyler

 

Hacı Bektaş zamanında, Bektaşîlik yoktur, Babaîlik ve Tarikatı Vefaiyye vardır.

Hacı Bektaş’ın 669 da öldüğü doğru ise Âşık Paşa, 670 te doğmuş bulunduğundan bu tarihte bir yaşında bulunmaktadır ve görüşmesi rivayeti de yanlıştır.

Âşık Paşa, Sadettin Nüzhet’in dediği gibi Bektaşî değildir

 

Yunus Emre / kendisinin, açıkça babası Muhlis Paşa’ya mensup olduğunu söylüyor. Şakayik’te ve Âşık Paşazade Tarihi’nde de Hacı Bektaş’a mensubiyeti hakkında bir kayıt yoktur.

 

Aynı asırda ve aynı sahada yaşıyan, aynı zümreye mensup olup aynı akideyi taşıyan iki, yahut üç şahsın şiirlerinde eda ve mevzu vahdetinden daha tabiî bir şey olamaz.

 

Huzur olmaksızın kılman namaz, ecri olmasa da farzı insandan iskat eder. Bektaşîye namaz kılmıyorsun, demişler. Namaz kılmak benim haddim mi, ben kimim, namaz kim? demiş. Hacı Bektaş ta aşağı yukarı bunu söylüyor. İç temiz olmadıkça abdest namaz caiz değildir, diyor. Fakat bunu bir muttaki edasiyle söylemektedir.

 

…şeriat methiyesini yapan Hacı Bektaş, şeriat babında şeriat ehlinin amellerini mufassal yazar, ondan sonra tarikat, sonra da hakikat ve marifet ehlinden bahseder. Bütün bu bablarda bâtınî temayüller açıkça görünüp durur. Şeriat ehlinin yel, tarikat ehlinin ateş, marifet ehlinin su, hakikat ehlinin toprak asıllarından geldiğini anlatır…

 

İbadet zahidindir, gönlünü ibadetle tathir edebilirse iyidir. Fakat ârifler, velayet bekler, tefekkür ederler. Muhib ise Hak’la sohbet eder, halkın taan ve dahline hiç ehemmiyet vermez. Dava ile olan yetmiş yıllık ibadete bir saat iradet bedeldir. Yetmiş yıllık ibadet bir saat tefekküre, bir dem didâr görmek ise yetmiş yıllık tefekküre müsavidir. Bütün halk, kâlükilden gümana düşer, onun için her dilden dava kopar. Zahidin ibadeti, halkla muamele içindir. Ariflerin tefekkürü ise Halik’ledir. Muhibler, münacatlariy'le Mevlâ’yı bulurlar...

 

…kitapta yakıyn meratibi anlatılırken «İlmelyakıyn ten beslemek, aynenyakıyn gönül, hakkalyakıyn de can yetiştirmektir.

İlmelyakıyn ehli tenle taat eder, aynenyakıyn ehli gönülle, hakkalyakıyn ehli de canla ibâdet eder. Tenle taatta bulunanlar âbidler'dir, gönülle, ibadette bulunanlar zâhidler’dir, canla ibâdet edenler ârifler’dir. Tenle ibadet edenlerin ibadetlerini halk, canla ibadet edenlerden de o ibadatı Hak kabul eder. Akıllıya işaret kâfidir, anlıyan kişiye muştuluk» deniyor

Peygamberin önce mü’min, sonra sırasiyle âhid, zahid, ârif, velî, nebi, resul, ülül’azm ve hâtem olduğunu söyleyip «Ruhların bu dokuz mertebesi ariflerin indinde vehbî, hükemâ indinde kisbî’dir. Beyit: Sen yol aşıp gitmedin de ondan sana göstermediler. Yoksa bu kapıyı kim çaldı da açmadılar» diyor.

Ârif odur ki olmaya» diyor. «Sünnet terk-i dünya, farz sohbet-i Mevlâ’dır»

 

Şimdi asıl Vahdeti vücud ve bu akideyi benimsiyenlerin telâkkilerine geliyoruz:

Bu akideyi benimseyen kişinin nazarında kâinatın, kâinat olarak vücudu yoktur. Mükevvenat mezahirden ibarettir. Âdem de cem’iyyeti esmaiye mazharı bir zuhuru tamdır. Böyle bir adam, kâinatı kendisinde bulur, kendisini kâinatta görür. İleri giderse şeriat ehlinin tanıdığı Allahü Taalâ’ya açıkça «İlâh-ı Mevhum» deyiverir. Nitekim Varidat Sahibi ve Oğlanlar Şeyhi bu tâbiri hiç te gizlemeden söylemişlerdir (Varidat ve sohbetname). Bu inanışa sahip olanlar, umumiyetle insanları üçe ayırırlar: Avam, havas, hass-ül havas. Avam, şeriat ehlidir. Bunlar, ehli zahirdir. Havass-ül havas, şeriatın, bâtınına erişmiş, vahdette tahakkuk etmiş, hakikate ulaşmış kişilerdir, bunlar ehli bâtındır.

Havas, tarikat ehlidir. Onlar şahitlerdir.

Hülâsa Ehli Bâtın, yani şeriatin zahirinden bâtınına geçmiş olan ve vahdet akidesini kendilerine imam aşk ve vecit ittihaz etmiş bulunan kişilerde ibadet, umumiyetle ikinci plânda kalır.

 

Sünnîlik başka; bâtınîlik yine başkadır. Şîî diyemiyeceğimiz nice sufîler vardır ki bâtınîdirler.

İşte Hallâc. Kitab-üt Tavasın, Ahbâr-el Hallâc ve Divan meydanda. İblis’i ve teslisi bile takdis ediyor.

 

Tapduk Baba, Barak Baba ve Saltuk Baba, Yunus’un istifade ettiği kişilerdir.

Barak, Sarı Saltuk’un mürididir. Barak Baha’ya uyanlara «Barakîler» deniyor.

Tapduk’un Yunus’un mürşidi olduğunda ise hiç şüpheye mahal yoktur.

Barak’ın bâtınîliğinde bütün tarihler müttefiktir. Ve bu zatin hayatını pekâlâ biliyoruz. Sarı Saltuk’un bâtını olduğunu İbn-i Batuta’dan öğreniyoruz.

 

Hacı Bektaş’ın şeyhi Baba İshak, müridleri tarafından «Baba Rasulullah» diy'e anılan zattır.

 

Yunus, halden hale giren, hiç bir hali kendine maletmiyen, bütün kâinatı, varlığı kendisinde gören, kendisini de her şeyde müşahede eden, bütün peygamberlerin sırrını kendisinde duyan Huseyn-İbn-i Mansur gibi bir vahdet eridir. Vahdeti vücudun neticesini ve bu akidenin bir şair ruhunda îman, vecid ve heyecan haline inkilâb edince ne olacağım idrâk edemi'yenler, yahut etseler bile hazmedememekle beraber o zatı da verilecek hükümden kurtarmak istiyenler, nihayet tevil yoluna saparlar, fakat açıkça bu sözler tevil götürmez. Yunus kendisi, kendisini takdir ediyor: Abdürrazzak ol derviş yoldaş idindi beni

Hallac-l Mansur ile dâra asılan benem

 

Biz Yunus’a ne dinsiz dedik, ne de imansız. Böyle bir şey mevzuu bahs değildir. Zahirden bâtına nüfuz eden kişi, asıl mü’min olarak kendisini görür, başkalarına mukallidi ve İlâh-ı mevhuma tapan kişiler der.

 

Yunus, Hakk’a, Hakk’ın varlığına, kendisine, kendisinin ihatasına, vahdeti vücuda inananların ve inanışlarını hal ve vecid, aşk ve cezbe haline getirenlerin başında gelir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder