1 Ağustos 2015 Cumartesi

Yeni Türk Edebiyatına Genel Bakış

Yeni Türk Edebiyatına Genel Bakış


Yeni edebiyat genel olarak batı edebiyatının özel olarak da Fransız edebiyatının bir taklididir. Millî unsurlara yabancıdır. Hatta onu inkâr eder, aşağılar mahiyettedir.

Tipolojiler:
1 Jön Türk tipi
1.1 İslahatçı Jön Türk tipi
1.2 İhtilalci Jön Tük tipi (Mizancı Murat’ın “Turfanda mı Yoksa Turfa mı?” adlı romanı bunun örneğidir)

2 Gerici tip
Şemseddin Sami’nin Taaşşuk u Tal’ât ve Fitnat” adlı romanındaki Hacı Baba, gerici tipe misaldir. Şu farkla ki, Hacı Baba dejenerasyona karşı mücadele vermektedir.
Mehmet Akif’te de gerici tiplerle karşılaşırız. Onun kaygısı gerçek dindarla dindar görünen cahillerin tefrik edilmesidir.

Tanzimat Sonrası
1876 – I. Meşrutiyet (Tanzimat dönemi)
1876-1895 - II. Abdülhamid dönemi (Ara nesil)
1895-1901 – II. Abdülhamid dönemi (Servet-i Fünûn)
1908-1920 – II. Meşrutiyet dönemi (Mütareke dönemi)
1920-1938 – Atatürk dönemi
1938-1950 – Tek Parti dönemi
1950- Çok partili dönem

Tanzimat Dönemi
1. Nesil: Şinasi, Ziya Paşa, Namık Kemal
2. Nesil: Abdülhak Hamid, Recaizade Mahmut Ekrem, Sami Paşazade Sezai

1. Nesil: “Sanat toplum içindir” görüşünü benimsedi. Ağırlıkla nazım türünde eserler verdiler. Nesir türündeki eserleri nazmı nesre yaklaştırmaya çalışır niteliktedir.
a) Akılcılık ve b) romantizmin etkisi altındadırlar.

a) Akılcı ekolden Voltaire ve Montesqieu’nun etkisindedirler. Bu tesirle akılcı bilimler edebiyata girmeye başladı. Şinasi, astronomik unsurları şiire soktu. Tanrı’nın varlığını akılcı yöntemlerle ispata kalkıştı.
Namık Kemal sosyal fikirlerini şiirlerine konu etti.
Ziya Paşa, dilin menşeini sorgulayıp halk edebiyatını adres gösterdi (daha sonra fikrini değiştirdi).
1. Neslin ortak paydası divan edebiyatına karşı olmalarıdır. Divan edebiyatını rasyonel gerçekliğe uygun olmadığı için küçümsemişlerdir. Buna rağmen (özellikle Namık Kemal) divan edebiyatının tesirinden kurtulamamışlardır. Fikir olarak batılılaşmaya başladılar ancak uygulamaya geçildiğinde divan edebiyatı söz ve anlam sanatlarına müracaat ettiler.

1. Neslin bir diğer ortak paydası, tamamının politikayla iç içe olmasıdır. Bu sebeple hepsi sosyal konularla ilgilendiler. Örnek aldıkları devlet adamı Mustafa Reşit Paşa’dır. Onu medeniyet resulü olarak niteleyerek imparatorluk geleneğine fitne sokmuşlardır.

b) romantizmin tesiriyle kendilerini halka karşı sorumlu hissedip halka ulaşmaya çalıştılar. İmparatorluk içindeki sorunlara karşı çözüm çarelerini/önerilerini özellikle tiyatro üzerinden halka anlatmaya çalıştılar.

2. Nesil: Namık Kemal nezdinde 1. Nesli üstat kabul ederler. Politikaya meyyal olmakla beraber devrin şartları gereği uzak durdular. Bundan dolayı sosyal meselelerden ziyade bireysel meselelere yöneldiler. “Sanat sanat içindir” görüşünü şiar edindiler. Eserlerinde ağırlıkla nazmı tercih ettiler. Tiyatro da dâhil olmak üzere manzum eser yazmaya gayret ettiler. Eserlerde psikolojik çatışmalar göze çarpar.
Bu devrin edebi tipleri içe dönüktür, şiirde ise lirizm hâkimdir.

1876-1895 II. Abdülhamid Dönemi (Ara Nesil)
Bu dönemde küçük, ferdi ıstıraplar öne çıkar. Bu dönemde 50’den fazla dergi yayın hayatına başlar. Tercümelerin sayısında artış olur. Üstat olarak Ahmet Mithat Efendi öne çıkar.
Ali Kemal’in “Ömrüm” adlı eseri devrin edebi hayatı hakkında benzersiz bir kaynaktır.

Klasik şiirin değişmez kalıpları/mazmunları yeni edebiyatla birlikte değişmeye-dönüşmeye başlamıştır.
Klasik dönemde şairlerimiz Arapça ve Farsça bilirlerdi. Yeni edebiyat döneminde batı dilleri öğrenilmeye başlandı. Tanzimat’tan itibaren özellikle Fransızca geniş çevrelerce öğrenildi. Dolayısıyla yeni edebiyata en fazla tesir eden batı dili Fransızca oldu. Fransız edebiyatının tesiriyle erken dönem yeni Türk edebiyatının konuları arasında aşk ve serbest yaşam öne çıkmıştır.
Erken dönemde Şinasi, Fransızcadan tercümeler yapmıştır. Ancak tercüme ettiği şiirleri orijinal biçimiyle değil uyarlayarak dilimize kazandırmıştır.
Ruslarla uzun yıllar savaş halinde olmamız, Rus dilini öğrenmeyi zorunlu kılmıştır. Recep Vahyi adlı bir subay Rusçadan ilk tercümeleri yapan kişidir.
1. Dünya Savaşı’nda Almanlarla müttefik olduktan sonra Alman dili yaygınlaşmaya başladı. İngilizcenin öğrenilmeye başlanması için ise çok daha ileri tarihleri beklemek gerekmiştir.

1895-1901 Servet-i Fünûn Dönemi
Fikri bakımdan Batılılaşmış olduğu kadar yaşayış bakımından da batılı tarzı benimsemiş bir zümrenin elinde vücut bulmuştur. Servet-i Fünûncuların hepsi batı hayranıydı ve eserlerinde de batı tarzı unsurları öne çıkarıp övüyorlardı. Bunun en önemli nedenlerinden birisi, bu kuşağın mensuplarının tamamının lise eğitimi imkânına sahip olmasıdır. Daha önceki nesiller kişisel çabalarıyla batıyı tanıyabiliyorlarken Servet-i Fünûncuların batı tarzı eğitim veren okullarda eğitim görmüş, hemen hepsi yabancı dil olarak Fransızca tahsil etmiştir.
Abdülhak Hamid yeni nazım şekilleri deneyerek ilk müceddid unvanını alır. Recaizade Mahmut Ekrem de “Talim-i Edebiyat” adlı eseriyle batı retoriğini edebiyatımıza sokmuştur.
Talim-i Edebiyat, Batı edebiyatına yönelmiş ilk belagat kitabımızdır. Bu nedenle çokça eleştirilmiştir. Eleştiriler içerikten ziyade Recaizade’nin şahsına yönelik olmuştur.
Tenkid / Nakd (değer) kökünden gelir. Halbuki bizdeki tenkid hep değersizleştirmeye yöneliktir.
Ahmet İhsan yeni bir edebiyat dergisi için Recaizade’ye müracaat ettiğinde ona önerilen isim Tevfik Fikret oldu. Fikret, Servet-i Fünûn’un başına geçtikten sonra dergi yeni bir karaktere büründü. Abes – Muktebes tartışması ve Dekadanlık tartışmaları derginin cepheleşmesinde önemli rol oynadı.
Servet-i Fünûncular arasında şiirde Tevfik Fikret ve Cenap Şahabettin; tenkitte Hüseyin Cahit ve nesirde de Halit Ziya başı çeken isimlerdir. Ortak bir çizgide eserler veren bu isimler birbirlerine taklide düşmemişlerdir.

Abdülhak Hamid’den itibaren şiirde muhtevaya aşırı derecede önem verildi. Bu durum birçok edebiyat meraklısının eski şiirin biçimsel özelliklerini özlemelerine sebep oldu. Eski ve yeni edebiyat yanlıları bu dönemde de çeşitli bahanelerle atışmaya devam ettiler.
Bu dönemde Mektep mecmuasında Cenap Şahabettin’in şiirleri yayınlanmaya başlar. Bütünüyle yeni bir dil, biçim ve ahenkle yazılmış bu şiirler gençler arasında çok tutulur/beğenilir. Ne var ki Cenap’ın şiirlerini herkes aynı duyarlıkla okuyup/anlayamaz. Hazine-i Fünûn mecmuasında bu yönde itiraflar yayınlanır. Bir süre sonra başlayacak olan “dekadanlık” tartışmalarının kaynağı da bu itiraflar olacaktır. Hazine-i Fünûn’da başlayan bu tartışmalar hakaret çizgisini de aşınca bir gurup edebiyatçı Servet-i Fünûn dergisi etrafında toplanıp aynı bir hareket olarak ortaya çıkar. Hazine-i Fünûn kadrosu ise Musavver Malumat’a taşınır.
Ahmet Mithat Efendi 10 Mart 1313’de Sabah gazetesinde “Dekadanlar” başlıklı bir yazı yayımlar. Ahmet Mithat bu yazısında Servet-i Fünûncuları dekadanlıkla suçlar (Dekadan, decadence kelimesinden gelir anlamı, edebi anane ve geleneğin iflasa yüz tutması, çökmesidir). Eski ve yeni taraftarlı arasındaki tartışma bu yazı üzerine yeniden alevlenir.

Servet-i Fünûncular yaşadıkları sosyal ve siyasi şartlardan rahatsızdırlar. Hayalleri Batılı yaşam ve Batılı toplumsal değerlerdir. Bunu bulamadıkları için mutsuzdurlar. Yaşadıkları devri bir tür maraz olarak telakki ederler. Şiirleri kederli, romanları mutsuz, trajik içeriklidir.
Tevfik Fikret’in şiirleri Servet-i Fünûncuların bedbinliğinin tipik bir örneğidir. Dış âlemde aradığını bulamayıp içine dönmüş profiller sunar şiirlerinde. Özel yaşamında da uyumsuz biridir; yakın çevresindekilerle bile uzun süre dostluk edemez. Servet-i Fünûncular etrafında pervaneyken de durum farklı değildir. Ali Ekrem’in yazısını sansürlemesi ve durumun Servet-i Fünûncuların dağılmasına yol açması, Servet-i Fünûncular arasındaki iletişimsizliğin mücerret göstergesidir.

Bu dönem şairleri arasında Cenap Şahabettin hayata karşı en olumlu kişidir. Ne var ki o dahi manzumelerinde bedbinleşir.
Halit Ziya gayet rahat bir hayat yaşamıştır; maddi bir sıkıntı görmemiş, memuriyet hayatında da bahtı açık olmuştur. Hayatı her yönüyle güzel yaşamasına karşın romanlarında bedbin hayatlar ve trajik olaylar tasvir eder.
Servet-i Fünûncular keder ve melalden adeta zevk alırlar.
Servet-i Fünûncuların hayal dünyaları da oldukça geniştir. Bazıları Yeni Zelanda’ya yerleşip yeni bir koloni oluşturmayı düşünür. Bu düşüncelerle bazıları Manisa’ya gidip çiftlik işleriyle meşgul olurlar. Eserlerinde hayal ve hakikat çatışması sürekli tekrar eder.

Servet-i Fünûncular edebiyatımızın modernleşme sürecine en çok katkı yapan topluluktur. Hemen bütün edebi türlerde eserler vermeleri, yeni edebiyatımız açısından büyük zenginliktir. Roman ve hikâyede oldukça başarılı örnekler verdiler. Özellikle Cenap Şahabettin ve Tevfik Fikret’in şiirleriyle şiirde yeni biçimler, yeni muhtevalar denendi ve dolayısıyla yeni bir şiir zevki oluşturuldu. Müzikalite, onlar için şiirin esas unsurudur.

Klasik şiir beyitlere dayalıdır. Gazel ve kasidelerde her beyit aynı kafiye ile yazılır. Bu durum şiirde bir ses darlığına neden olur. Servet-i Fünûncular müziğe verdikleri önemle bu ses darlığını aşmaya çalışmışlardır.
Servet-i Fünûncular şiire ahenk kazandırmak için yeni nazım şekilleri denediler. Sıfatları çok fazla kullanarak anlam bağlamında da şiirin imkânlarını genişletmeye çalıştılar. Maddi varlıklara sübjektif, sübjektif varlıklara ise maddi sıfatlar izafe ederek yeni ve orijinal sıfat terkipleri oluşturmuşlardır.
Şiirleri zaman zaman nesre yaklaşmış, kimi şiirler ise diyalog biçiminde bir görünüm arz eder olmuştur.
Servet-i Fünûncular şiirinde şiiri resim yapar gibi görselleştirmek en çok dikkat çeken unsur arasındadır.
Şiirlerinde hazan, kış ve yağmur sık sık tem olarak karşımıza çıkar.

Eleştiride gerek polemik gerekse edebi tenkit türlerinde ürünler ortaya koymuşlardır. Servet-i Fünûncular arasında tenkit konusunda öne çıkan isim Hüseyin Cahit’tir. Tenkitlerini “Kavgalarım” adı altında bir araya getirmiştir.
Edebiyat kuramı ve vizyonu konusuna da kafa yormuşlardır. Edebiyatımızın Batı’ya muhtaç mıdır sorusunu tartışmışlardır. Bu soru neticesinde bazıları batıdan bazıları da doğudan beslenmek gerektiği yönünde görüşler ortaya koymuşlardır.

Servet-i Fünûn’a yönelik itirazlar
Temel olarak şu üç konuda eleştirildiler:
1) Servet-i Fünûn edebiyatı marazi, hasta bir edebiyattır.
2) Servet-i Fünûn edebiyatı kapalı, bir salon edebiyatıdır.
3) Servet-i Fünûncular aşırı derecede Batı hayranıdırlar.

Örf ve adetlere aykırı konular icat ettikleri için eleştirildiler. Fransız tipi karakterler giyim kuşamlarından konuşma kalıplarına varıncaya dek millî kimliğimize uzaktırlar. Tam da bu nedenle milliyetçi bir gurup edebiyatçı Malûmat dergisi etrafında toplanıp Servet-i Fünûnculara karşı cephe oluşturdular.
Servet-i Fünûncuların hemen tümü Fransızca biliyordu ve eleştirilere göre eserleri Fransızca’dan çok az değişiklikle tercüme edilmiş eserdi.
Şiirde yine Fransız edebiyatından ithal edilen sone tarzı bu dönemde çok kullanılmış, biçim olarak Fransızca orijinaline benzetilen bu şiirler içerik olarak Türk edebi geleneğine yabancı kalmıştır.
Servet-i Fünûncular duygu ve düşüncelerini tasvir etmeye çalışırken mümkün olduğunca gelenek dışı terkip, tamlama ve sıfat kullanmaya çalıştılar. Bunun sonucunda anlaşılması zor, yapay bir dil ortaya koydular. Dekandanlık suçlamalarının nedeni de kullandıkları bu yapay dildir.
Kafiye kulak içindir diyerek geleneksel kafiye anlayışına karşı çıkan Recaizade Mehmut Ekrem şiddetli eleştirilerle karşılaşmıştır. Kafiyeyi basitleştiren bu yaklaşım şiir için ilerleme değil çöküş olarak telakki edilmiştir.
Eleştiriler devam ettikçe Servet-i Fünûncular yeni eserler vermeye devam etmişlerdir.
Servet-Fünûncuların en büyük endişesi duygularını ayrıntıları ile getirecek, ruh hallerini inceden inceye tasvir ve tahlil edecek bir dil ortaya koymaktı. Bu kaygılarla Halit Ziya’nın denediği ve başarıyla uyguladığı terkibi ve tasviri cümle büyük bir yenilik olarak ortaya çıkmıştır.

Ayrıntılı tasvir çabası, şiirde parnas ekolünün etkisine girmelerine neden oldu. Parnasçılar tablo gibi şiir yazma çabasındaydılar. Recaizade ve Abdülhak Hamid’in öncüsü olduğu tabiat manzaralarının tesiri altındaki Servet-i Fünûncular parnas ekolünün şiirinde aradıkları biçimi bulmuş oldular.

Servet-i Fünûncular dergiden ayrıldıktan uzun zaman sonra kendilerine yöneltilen eleştirilere cevap vermişlerdir.
Sosyal meselelerle ilgilenmemeleri konusunu devrin şartlarının uygun olmamasıyla izah ederler ki haklıdırlar da; II. Abdülhamid döneminin sıkı sansür ve baskı ortamında sosyal meselelere temas etmemeyi tercih etmeleri garipsenmemelidir. Ancak Servet-i Fünûncuların sosyal konulara temas etmemelerinin asıl nedeni bu değildir. Servet-i Fünûncular müreffeh kesimi romanlarında ele alır, bu romanların hitap ettiği çevre de ağırlıkla aynı müreffeh çevrelerdir. Dolayısıyla geniş halk kitlelerinin meseleleri, o çevrelerin meselesi olmadığı için, Servet-i Fünûncular belli bir edebi içerikle kendilerini sınırladılar. Zira kendilerinden hemen önce Nabizade Nazım ve Mehmet Emin gayet de toplumsal içerikli eserler kaleme almışlardı, yani bu eleştiri sadece II. Abdülhamid’in baskı ve sansürüyle izah edilemez.
Servet-i Fünûncular eser verdikleri dönemin kültürel gelişmelerine de kayıtsız kalmışlardır. Müziğe meraklı ve ilgili olmalarına karşın o dönem Türk musikisindeki gelişmelere bigâne kalmışlardır çünkü onların müzik sevgisi sadece batı müziğiyle sınırlıdır.
Tarihi konulara ise büsbütün uzaktırlar. Servet-i Fünûncularda tarih bilinci yoktur.
Tevfik Fikret “Sis” adlı şiirinde İstanbul’un Türkler elindeki tarihinden yeis duymaktadır. İstanbul’u Bizans’tan geri kalan bir artık, paçavra gibi görür.
Halk edebiyatı, Servet-i Fünûncular tamamen uzak durdukları bir diğer kültür unsurumuzdur.

Servet-i Fünûnculardan geriye üç hatırat kalır:
Hüseyin Cahit’in hatıratı, Halit Ziya’nın 40 Yıl adlı eseri ve Ahmet İhsan’ın hatıratı.

Servet-i Fünûncular kaleme ara verdikten sonra 1908 yılına dek edebiyatımızda bir durgunluk gözlenir. II. Meşrutiyet’in ilanından sonra yeni isimler görülmeye başlar. Mehmet Âkif imzası Sırat-ı Müstakim’de sık sık görülmeye başlar.

Bu dönemde imparatorluğun kurtuluşu için farklı görüşler sivrilmeye başlar; Türkçülük ve Panislamizm bunlar arasındadır.
Sanata bakışta da çeşitlilik vardır bu dönemde; bazı edebiyatçılar Batıyı örnek almaya ve onları taklit etmeye taraftarken bazıları sanatın gayesinin yine sanat olduğu görüşündeydiler. Yine bu dönemde toplumcu sanata ihtiyaç duyan edebiyatçılar ortaya çıkmıştır. Bu çizgi milli ve milliyetçi düşüncelerle gelişmiştir.

Bu yeni neslin içinden bir gurup Fecr-i Âti Cemiyet-i Edebiyyesi adı altında bir gurup kurarlar. Servet-i Fünûn mecmuası bu gurubun yayın organı olur. Edebi beyanname neşretmeleri onların ayırt edici özelliğidir. Beyanname, cemiyet kurulduktan 10-11 ay sonra neşredilir. Tam tarihi 1910 Şubat’ıdır.

Fecr-i Âti Beyannamesi
Beyanname daha önceki edebi ürünlere atıfla başlar. Beyannamede ne yapmak istediklerini maddeler halinde sıralarlar. Beyannamenin tam adı: Fecr-i Âti Encümen-i Edebiyesi Beyannamesi’dir.
Beyanname, bizde edebiyatın üzerinde durulmadığının tespitiyle başlar.
Edebiyatın verimli olduğu dönemlerde dahi edebiyatın bizatihi kendisi hakkında fikir ortaya atılmamıştır. Dolayısıyla edebiyat, yeterince ciddiye alınmamıştır.
Fecr-i Âti topluluğu bu noktada edebiyata misyon yükler; edebiyat onlar için toplumu eğitecek, terbiye edecek bir müessesedir.
Edebiyatımızı Avrupa edebiyatıyla aynı seviyeye taşımak hedefindeydiler.
Bu amaca hizmet etmek için lisanı, edebiyatı, fikri hayatı ve sosyal ilimleri ilerletmek gerekiyordu. Bütün bunlar cemiyetin hedefleri arasındaydı.
Cemiyet tenkide çok önem veriyordu. Çeşitli fikirlerin tartışıldığı bir ortam tesis edilebilirse, o tartışmalar içerisinden hakikate ulaşılabileceğini umuyorlardı.
Çalışmalarının neticelerini toplayacakları bir kütüphane tesis etmek istiyorlardı.
Yayın organı olarak Servet-i Fünûn’u adres gösteriyorlardı.
Memleketin fikri ve içtimai ortamına katkı yapacak Batı eserlerini tercüme etmek için teşebbüs oluşturacaklardı.
Halka açık konferanslar vereceklerdi. Bu sayede halkın edebi bilgi ve kültürünü arttıracaklardı.
Batıdaki kültür ortamlarıyla temaslar kuracaklardı. Böylece doğu ile batı arasında bir köprü kuracaklardı.

Fecr-i Âti topluluğu uzun ömürlü olamadı.
Aynı dönemde Genç Kalemler adı altında bir başka topluluk hararetle çalışmalar yürütüyordu. Türkçedeki Arapça ve Farsça unsurların külfet olduğunu ortaya atan Genç Kalemler, lisanı sadeleştirmek üzere faaliyetlerde bulundu.
Fecr-i Âti topluluğu, Genç Kalemler’in bu düşüncelerine tepki gösterdi. Türkçenin zenginliği Arapça ve Farsça ile mümkündü onlara göre. İki gurup arasında münakaşa devam ederken Fecr-i Âti topluluğundan Ali Canip ve daha sonra da Mehmet Fuat (Köprülü) cemiyetten ayrılarak Genç Kalemler’in saffında, Türkülüğü savunurlar. Bu durum Fecr-i Âti gurubunun sağlam bir zemin üzerinde kurulu olmadığını düşünmemizi sağlar. Bu gurubun en sağlam üyesi Ahmet Haşim olmuştur.

Yine bu dönemde Mehmet Âkif’in şiirleri Fecr-i Âti topluluğunu gölgeleyen bir diğer edebi vakıadır.

Bu gelişmelere rağmen Fecr-i Âti topluluğu, edebiyatımıza sembolizmi yakınlaştırmıştır.

Ahmet Haşim
Bağdatlı bir köy çocuğudur. Çölü tanıyarak büyümüştür. Çöl tesiri şiirlerinde görülür. Çölün yakıcı sıcağına tezat olarak akarsu da Ahmet Haşim’in şiirlerinde dikkat çekecek sıklıkta vurgulanır. Akşam serinlerine yer vermesi de yine çöl iklimiyle alakalıdır.
Annesi hasta bir kadındır ve Ahmet Haşim’in karakterinde çok önemli bir yeri vardır. Şiir yazdığı dönemde annesini kaybetmiştir ve anne, bir hatıra olarak Haşim’in şiirlerinde yaşamaya devam etmiştir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder