20 Aralık 2012 Perşembe

Halk Hikâyeleri


HALK HİKÂYELERİ

Ünite 1

Hikâye kelimesi ilk defa 9. yüzyılda al-Cahiz tarafından kullanılmıştır.
Hikâye anlatma ve dinleme geleneği Türklerde ilk dönem törenlerde karşımıza çıkar. Bilhassa sığır ve şölen/şeylan törenlerinde… Anlatıcıların ilk örnekleri ozanlar ve kopuzcular olmalıdır.
Doğu Anadolu Bölgesi’nde serküşte, Çukurova’da bozlak adı verilen hikâyeli türkülerin halk hikâyeleri arasında sayılabilir. Bunlara şiirsiz kara hikâyeler ve koçakların maceralarını konu alan metinleri de dahil etmek gerekir.

Kol: Hikâye, destan gibi metinlerdeki farklı bölümlere verilen ad (=bab).
Otto Spies adlı Alman Türkolog, halk hikâyesini “bir sevgiliyi elde etme yolundaki maceraları anlatan masal” olarak tanımlamış.

Halk Hikâyelerinin Özellikleri
Şekil Özellikleri
Halk hikâyeleri nazım ve nesir karışımı anlatmalık türlerdir. Bu yönleriyle masal, efsane ve fıkradan ayrılırlar. Halk hikâyelerinin değişmeyen kısımları manzum olanlardır. Manzum parçalar çoğunlukla hece ölçüsüyle söylenirler. Usta anlatıcılar 7,8 ve 11 heceli şiirlere ağırlık verirler. Mensur kısımlarda ise konuya sadık kalınmak suretiyle değişiklikler yapılabilmektedir. Metnin aslında olmayan ancak anlatıcının dahil ettiği ek hikâyelere rastlanabilir. Bu ek hikâyelere karavelli denir. Halk hikâyesi anlatma geleneği Doğu Anadolu’ya özgüdür diğer bölgelerde daha az görülür. Bu bölgede anlatılan hikâyeler duvaggapma, peşrov, Selçuk gibi adlarla anılan bir bölümle başlar. Bu bölüm şiirle başlayacaksa en az üç şiir okunması gerekir.
Peşrev: Halk hikâyesi anlatmaya başlamadan önce söylenen mensur ve manzum parçalara verilen addır.
Halk hikâyelerinde şiirler daha çok hikâyenin kahramanları tarafından söylenirler.
Sersuhane: Peşrev, döşeme ve Selçuk gibi, halk hikâyesinde hikâyeye başlamadan önce söylenen manzum anlatılardan biridir. Bu ek bölümlerin, hikâyenin aslında olması şart değildir. Karavelli gibi anlatıcının eklediği parçalardırlar.
Hikâyelerdeki güzel ve çirkin tasvirlerinin dili oldukça ağırdır. Bu metinler seci ve aliterasyonlarla süslenmişlerdir.

İçerik Özellikleri
Konuları genellikle aşk ve kahramanlıktır. Çoğu hikâyenin tarihi olaylarla yakın ilgisi vardır. Gerçek olayların yanında olağanüstülüklere de yer verilir. Kahramanlar genellikle ailenin tek çocuğudur. Dünyaya gelişleri olağanüstüdür. Padişah ve vezirin çocuğu olmaz. Olağanüstü şekilde çocuk sahibi olurlar.
Kahramanların âşık olma biçimleri:
Bade içme yoluyla âşık olma: kahraman rüyasında gördüğü pirin elinden bade içer. Pir dolusu bade, rüyada içilen badenin kahramana şiir söyleme yeteneği vermesine verilen addır.
Kahramanların kardeş olmadıklarını öğrendikten sonra birbirlerine âşık olmaları
İlk görüşte aşk
Resim görerek aşk
Hikâyeleri anlatan özel anlatıcılar vardır. Halk hikâyesi anlatan kişilere hekâtçı, meddah, âşık gibi isimler verilir.
Zorda kaldığında kahramanın yardımına koşan Hazreti Hızır figürüne rastlanır.
Kahramanın atı da kahraman kadar olağanüstülük gösterebilir.
Kahramanlar insanlardan başka diğer canlılar ile de konuşabilirler.
Hikâyelerin başlangıç yeri genellikle Hayber, Herat ve İsfahan’dır. Masal kaynaklı hikâyelerde ise Kaf Dağı, Yemen ve Hindistan tercih edilir (mekân olarak).
Genellikle mutlu sonla biterler.

Halk Hikâyelerinin Kaynakları
Halk hikâyelerinin kökenleri hakkındaki ilk görüş Fuad Köprülü’ye aittir.
-Eski Türk geleneğinden gelen konular: Dede Korkut, Köroğlu
-İslam geleneğinden gelen dini konular: Mevlid, Menkıb-i Seyyid Battal Gazi, Hazreti Ali Cenkleri, Hazreti Hamza’nın Kahramanlıkları, Ebu Müslim Horasani Kıssaları…
-İran geleneğinden gelen konular: Kelile ve Dimne, Sehname…
Pertev Naili Boratav’ın tasnifi:
-Yaşanmış olaylar: Boratav bu başlık altında serküşte, kaside ve bozlak denilen küçük hikâyeleri değerlendirir.
-Âşık hayatları etrafında oluşan hikâyeler: Âşık Garip, 17. yüzyılda yaşamıştır (Garip ile Senem), Âşık Tahir, 17. yüzyılda yaşamıştır (onun hayatı etrafında Tahir ile Zühre hikâyesi oluşmuştur), Cihan, 16. yüzyılda Azerbaycan’da yaşamıştır (Cihan ve Abdullah), Ercişli Emrah, 17. yüzyılda yaşamıştır (Ercişli Emrah ile Selvi Han), Kerem Dede, 17. yüzyılda yaşamıştır (Kerem ile Aslı), Kurbani, 16. yüzyılda Azerbaycan’da yaşamıştır (Gurbani ve Peri), Tufarganlı Âşık Abbas (Tufarganlı Aşıg ve Gülgez Peri)…
Köroğlu menkıbeleri ve bu tipteki diğer menkıbeler: Köroğlu, Bolu civarında yaşamış bir kahramandır.
Klasik manzum hikâyeler: Konularını manzum mesnevilerden alırlar.
Şükrü Elçin’in tasnifi
Türk kaynaklı hikâyeler, Arap-İslam kaynaklı hikâyeler, İran-Hind kaynaklı hikâyeler.
Ali Berat Alptekin’in tasnifi
Türk kaynaklı hikâyeler, Arap-Fars- Hint kaynaklı hikâyeler, Masal-efsane kaynaklı hikâyeler, Âşıkların hayatından kaynaklanan hikâyeler.

Halk Hikâyelerinin Bölümleri
Manzum ve mensur olmak üzere iki temel kısımdan oluşurlar.
Manzum Kısımlar:
Fasıl: Halk hikâyesine başlamadan saz eşliğinde söylenen şiirlere verilen addır.
1-      Divan (Divanî): Halk şiirinin aruzlu türlerindendir. Fâilâtün / Fâilâtün / Fâilâtün / Fâilün ölçüsüyle söylenir. En az üş dörtlükten oluşur. İlk dörtük (aaxa), diğer dörtlükler (bbba, ccca, ççça) şeklinde kafiyelenir.  Aruzu bilmeyen anlatıcılar 4+4+4+3, 8+7 duraklı nazım şeklini kullanırlar.
2-      Tecnis: Kafiyeleri cinaslı kelimelerden bu şiirler türkü olarak okunurlar. Kafiye yapısı koşmadaki gibidir. Örneklemesi en zor türlerden biridir.
3-      Tekerleme: Gülünç bir konuyu dinleyicileri heyecanlandırmak için türkü biçimde söylendiği bölümdür. Kafiye şekli koşmada olduğu gibidir.
4-      Koşma: Hece ölçüsünün 8 ve 11’li ölçüleriyle söylenir. En az üç dörtlükten oluşur.
5-       Destan: En az beş dörtlükten oluşur. Genellikle kahramanlık konuları işlenir.
6-      Muamma: Anlatıcının mecliste bulunanlara sorduğu bir sorudan oluşur.
Tapşırma: Şiire son vermek için mahlas söylemektir. Özellikle âşık karşılaşmalarında kullanılır.
Mensur Kısımlar
Halk hikâyelerinin mensur kısımları döşeme adı verilen bir tekerlemeyle başlar. Döşemeye Azerbaycan bölgesinde ustadname, Kars ve civarında sersuhane adı verilir.
Döşeme uzunca bir dua ile devam eder. Hikâye anlatılırken dinleyicilerin ilgisini dikkate alan anlatıcı kimi bölümleri kısaltıp kimi bölümleri uzatarak hikâye anlatmaya devam eder. Hikâye âşık ve maşukun kavuşturulmasından sonra güzelleme ile sona erer. Hikâyenin sonunda okunan güzellemeye Doğu Anadolu Bölgesi’nde toy adı verilir.

Halk Hikâyelerinin Sınıflandırılması
Konuyla ilgili ilk çalışma Macar Türkolog Ignac Kunos’a aittir. Kunos, halk hikâyelerimizi üç başlık altında tasnif eder:
a)      Kahramanlık romanları
b)      Saz şairlerinin romanları
c)       Saz şairlerinin kahrmanlık romanları
Fransız araştırmacı Edmond Saussey, köken konusuna dikkat ederek farklı bir tasnif yapmıştır.
a)      Menşe destanları
b)      İslami destanlar
c)       Saz şairleri etrafında teşekkül eden destanlar.

Kahramanlık Hikâyeleri
A)     Köroğlu kolları
İlk kol, Kasab-ı Cömert veya Ayvaz Kolu, Kösenin Kolu, Koca Bey Kolu, Mamaç Bezirgân veya Tekelti Kolu, Demircioğlu veya Telli Nigâr Erzurum Kolu, Kiziroğlu Mustafa Bey Kolu, Bağdat Turna Teli Kolu, Hasan Paşa Silistre Kolu, Hasan Bey-Dağıstan Kolu, Kaytaz Kolu, Kirizoğlu Mustafa Bey Kırım Kolu, Kenan Kolu, Kayseri Kolu, Köroğlu’nun Oğlu Haydar Bey Kolu, Son Kol.
B)      Diğer kahramanlık hikâyeleri
a)      Köroğlu dairesine bağlı olanlar / Celali Bey ve Mehmet Bey, Kirmanşah
b)      Diğer Hikâyeler / Eşref Bey, Salman Bey, Latif Şah, Cihan ve Abdullah, Arslan Bey, Mustafa Bey, Ahmet Han, Şah İsmail, Bey Böyrek, Haydar Bey, Hurşit Bey, Yaralı Mahmut.

Aşk Hikâyeleri
A)     Kahramanları hayali olanlar / Mirza-yı Mahmut, Ülfetin, Derdiyok ile Zülfü Siyah, Elif ile Mahmut.
B)      Âşık şairlerin romanlaşmış hayatları
a)      Yaşadıkları rivayet olunan âşıklar / Ercişli Emrah ile Selvi Han, Âşık Garip, Tufarganlı Abbas, Âşık Kerem, Kurbani, Tahir Mirza.
b)      Yaşadıkları muhakkak olanlar / Âşık Ali İzzet, Sümmani, Gökçeli Ali Esker, Hasta Hasan, Dikmetaşlı Dede Kasım, Kara Gelin (Posoflu Fakiri’nin Maceraları), Karacaoğlan, Vüdat-ı Hasta

Bu Kategorilere Girmeyen Hikâyeler
A)     Aşk Maceraları / Ali Şir Hikâyesi, Gündelişoğlu, Hasan ile Mihrican, Erzurumlu Hoca Fenayi’nin Oğlu Mahzuni, Yahudi Kızı, Namuslu Kız, Kamber’in Beyşehir’deki Macerası, Âşık Ömer’in Şair Olması, Abdullah Çavuş, Furkani
B)      Mehur Kaçaklara ve kabadayılara ait hikâyeler / Deli Yusuf Bey, Kerem Bey, Kazar, Mihrali Bey, Kaçak Nebi

Konuyla ilgili bir diğer önemli tasnif Ali Duymaz’a aittir.
A)     Konuları bakımından halk hikâyeleri
a)      Aşk hikâyeleri
b)      Kahramanlık hikâyeleri
c)       Aşk ve kahramanlık hikâyeleri
B)      Coğrafi yayılışları bakımından halk hikâyeleri
a)      Anadolu’da bilinen halk hikâyeleri
b)      Türk dünyasının bir bölümünde bilinen halk hikâyeleri
c)       Türk dünyasının geneline bilinen halk hikâyeleri

Ünite 2

Halk Hikâyesi İnceleme Yöntemleri ve Hikâye Araştırmacıları

Yöntemler:
Tarihi – Coğrafi Fin Yöntemi
Metinlerin varyantlarının incelenmesi suretiyle ilk metne yani ur-forma ulaşmaya çalışılır. Julius Krohn ve oğlu Kaarle Krohn tarafından geliştirilmiştir. 1966 yılından sonra ülkemizde çokça kullanılmış bir yöntemdir.
Bu incelemede nelere dikkat edilir?
1)      Epizotlara göre: Hikâyenin ana motifleri eler alınır.
aa. Kahramanın ailesi: Genellikle erkek kahramanın ailesinden söz edilir. Baba genellikle padişah veya beydir ve çocuğu yoktur. Bu nedenle yakın arkadaşı vezirinin yanına alarak gurbete çıkar.
ab. Kahramanın durumu: Kahramanların nasıl doğdukları anlatılır. Gurbete çıkan baba, yolda çeşme başında(akarsu, mezar vb.) mola verir. Namazını kıldıktan sonra yemek yer. Bu sırada Hz. Hızır (Pir, kırklar, üçler, yediler, aksakallı dede vs.) yanlarına gelir. Onlara elma, nar veya muska verir. Elmayı ikiye bölerek yarısını eşine vermesini söyler ve ortadan kaybolur. Kahramanlık hikâyelerinde elmanın kabukları ahırdaki kısrağa verilir. Zamanı gelince çocuk dünyaya gelir.
ac. Kahramana ad verilmesi: Elmayı veren, kendisi gelinceye kadar çocuğa ad verilmemesini tembihler. Çocuk adı konmadan büyür, adı yok veya adsız diye anılır. Sonunda derviş gelir ve çocuğun ismini verir.
aç. Kahramanın eğitimi
ad. Kahramanın âşık olması: Hz. Hızır kahramanlara rüyalarında bade içirirler. Badenin birincisi Allah, ikincisi derviş, üçüncüsü de sevgili içindir.
ae. Sevgiliyle karşılaşma: Badeyi içen uzun süre baygın kalır. Hekimler çağrılır ancak derman bulunmaz. Güngörmüş bir kadın hastanın derdini anlar. Kahramanın yanına bir saz bırakır. Sazın sesini işiten kahraman uyanır ve türkü söylemeye başlar. Uzun süren bir gurbet yolculuğundan sonra sevgililer genellikle gül bahçesinde karşılaşırlar.
af. Kahramanın gurbete çıkması: Kahraman ailesinin yanına döner ve yaşadıklarını anlatır. Kız tarafı dünür olunca ağırlığınca altın ister, işler zorlaşır. Kahraman gurbete çıkar.
ag. Sevgilinin başkasıyla evlendirilmek istenmesi: Kızın babası kızını başka birine vermek ister. Damat adayı maddi açıdan iyi durumdadır. Kız, sevdiğini görebilmek için süre ister. Bu süre yedi yıl veya kırk gün olabilir. Süre dolmadan evvel kahraman düğün evine gelir. Mekândaki âşıklarla atışır, hepsini alt eder. Gelin ve damat adayıyla karşılaşır. Gelin, damada sevgilisini anlatır / tanıtır. Böylece ikinci defa kavuşmuş olurlar.
ağ. Kahramanın yurduna dönüşü
ah. Sonuç: Baba ocağına dönen kahraman kırk gün kırk gece düğün yapar. Muradına erer ve ömrünü orada yaşar.
Tahir ile Zühre ve Kerem ile Aslı gibi bazı hikâyelerin sonunda âşıklar kavuşamadan ölürler. Mezarları yan yana yapılır. Her yıl mezarları üzerinde kırmızı ve beyaz olmak üzere birer gül biter. Güller birbirlerine eğilirken aralarında biten bir karaçalı kavuşmalarına engel olur.

2)      Motiflerine göre inceleme:
Bu çalışma, Stith Thomson’un masallar için geliştirdiği motif kataloğuna göre yapılmaktadır. Thomson masal motiflerini 
a) Mitolojik motifler, 
b) Hayvanlar, 
c) Yasak (tabu)… gibi 22 farklı başlık oluşturur.
Bu yöntem ilk defa Erzurum ve Çevresinden Derlenen Halk Hikâyeleri Üzerinde Araştırmalar (Karadağ, 1984) adlı tezde uygulanmıştır.
1-      Padişahın çocuğu yoktur, vezirin yanına alarak gurbete çıkar.
2-      Yolda Hz. Hızır’la karşılaşılır. Hızır’ın mucizeleri. Gurbet, Evlat sahibi olma…
3-      Zaman gelince iki bebek doğar. Birlikte okula giderler.
4-      Çocuklar büyür. Kahraman, kızla karşılaşır. Bazı hikâyelerde kız çok kuvvetlidir. Deve esir olan kıza yardım edilir. Yardımcı figür olarak kahramanın atı.
5-      Padişah, kızın babasına dünür olur. Sevgililer bazı hikâyelerde beşik kermesi olabilir. Bazı hikâyelerde sevgililer birbirlerini rüyada tanırlar.
6-      Bir cadı kadın hikâyedeki birine kötülükler yapar (kızın babası, kızın annesi, kız veya kızın kardeşleri). Sevgililerin arası açılır.
7-      Kızın düğünden önce süre istemesi. Bu süreyi dokunacak olan halı belirleyebilir veya kırk gün beklenecektir. Son gün sevgili gelir, hasret biter.
8-      Kızını kahraman vermek istemeyen baba başka yere taşınır. Kız bu arada bir ocak taşına mektuplar bırakarak kahramanla haberleşir.
9-      Kahraman, sevgilisinin bulunduğu memlekete gelir/gider. Kılık değiştirerek sevgilisinin odasına ulaşır.
10-   Kahramana yardım eden yaşlı kadın.
11-   Kahraman yakalanır. Saraya götürülür. Öldürülmesi için cellatlara teslim edilir. Kahraman kıyamayan cellatlar, kuş kanıyla lekelenmiş gömleğini padişaha götürürler.
12-   Kurtulduktan sonra sevgilisinin yanına geri dönen kahraman yakalanıp hapsedilir.
13-   Kahramanlar yollarda olağanüstü güçlerle savaşırlar (devler, kırk haramiler). Bu sayede servet kazanırlar.
14-   Kız ve oğlan memleketlerine dönerler. Kahraman, hasta olan babasına yardım eder. Saltanat kahraman kalır. Kırk gün kırk gece düğün yapılır.

Yapısalcı Halk Bilimi Yöntemleri
Lord Raglan’ın Gelenksel Kahraman Kalıbı
1-      Kahramanın annesi soylu bir kadındır.
2-      Babası kraldır.
3-      Baba, çoğunlukla annenin yakın akrabasıdır.
4-      Kahramanın rahme düşmesi uygunsuz bir ilişki sonucudur.
5-      Kahraman aynı zamanda bir tanrının oğlu kabul edilir.
6-      Uygunsuz bir bebek olduğu için doğumdan sonra genellikle öldürülmek istenir.
7-      Gizlice gizli bir yere gönderilir.
8-      Çocuğu bir aile evlat edinir.
9-      Kahraman, kendi geçmişi hakkında pek bir şey bilmez.
10-   Yetişkin olduğunda ileride kralı olacağı topraklara gider.
11-   Kral, dev ya da yırtıcı bir hayvana karşı zafer kazanır.
12-   Kralın kızıyla evlenir.
13-   Kral olur.
14-   Sakin bir hayat sürer.
15-   Yeni yasalar koyar.
16-   Yasaları nedeniyle tanrıların ve halkın gözünden düşer.
17-   Tahtı kaybeder.
18-   Ölümle karşılaşır.
19-   Çoğunlukla bir tepede ölür.
20-   Çocukları (varsa tabii) tahtın uzağında kalır.
21-   Bedeni gömülmez (zaten bulunamaz).
22-   Kahramanın gömülü olduğu kabul edilen bir veya daha fazla kutsal yer vardır.
Bu yöntem Özkul Çobanoğlu tarafından Oğuz Kağan ve Er Töştük destanlarına uygulanmıştır.
M. Öcal Oğuz, Dede Korkut, Dirse Han Oğlu Boğaç Han ve Basat’ın Tepe Göz’ü Öldürdüğü Boya adlı metinlerde bu yöntemi denemiştir.
İsmet Çetin bu yöntemi Türk destanlarına uyguladıktan sonra destan kahramanlarının özelliklerini yedi başlık altında toplamıştır.

Vladimir Propp’un Yapısalcılık Yöntemi
Rus masal araştırmacısı Propp (1895-1970) masallarda değişen değerlerin kişi adları ve kişilerin nitelikleri olduğunu, değişmeyen yönlerin ise kişilerin eylemleri ile işlevleri olduğunu saptamıştır. Rus peri masallarının olay akışına uygun olarak tüm masallar için uygulanabilecek bir kalıp oluşturdu. Buna göre masalda kişiler en fazla 31 işleve sahiptir ve bu işlevler 7 kişi tarafından üstlenilir (saldırgan, bağışçı, yardımcı, prenses, gönderen, kahraman, düzmece kahraman). Bu yöntem Türkiye’de Umay Günay tarafından Elazığ’dan derlediği 70 masala uygulanmıştır.
İlhan Başgöz âşık hikâyelerini bu yöntemle incelemiştir. Rüya görme ve bade içerek âşık olma motifi âşık hikâyelerinin ana hatlarıyla sıkı ilişki içindedir. Halk hikâyesindeki kişi sayısı Propp’un belirlediği kişiler ve görevlerle uyumludur ancak işlevler farklıdır. Buna göre bir âşık hikâyesinde üç ana bölüm ve altı aksiyon bulunur:
1-      Ailenin parçalanması (aksiyonlar: kriz ve değişim (yetişkin – âşık sanatçıya dönüşme))
2-      Yeni bir aile kurmak için mücadele (aksiyonlar: arama, engeller, çözülüş)
3-      Yeni ailenin kurulması (aksiyonlar: Birleşme)

Claude Levi-Strauss’un Yapısalcı Yöntemi
Akrabalığın Temel Yapıları adlı çalışmasında ensest ilişki üzerinde durur. O, mitlerin yapısal kompozisyonunu araştırmaktan çok mitlerde tanımlanan dünyanın yapısal çözümlemesini yapmaya çalışmıştır. Türkiye’de bu yöntem Ümran Kırman tarafından Dede Korkut hikâyelerinde uygulanmıştır. Seyfi Karabaş bu yöntemle Dede Korkut hikâyelerinde renklerin kullanımı ile kişilerin duygu, düşünce ve davranışları arasındaki paralellikleri saptamıştır. Karşıt yansımalı bir yapıya sahip olan Dede Korkut hikâyelerinde merkez anlatım birimi denilen hikâyenin orta bölümü öncesinde ve sonrasındaki olay sayısı eşittir. Olayların içeriği de benzerdir. Merkez anlatım birimindeki karmaşa en üst düzeydedir. Bu birimin sonrasındaki olaylar karmaşanın çözülmesi yolundadır. Karabaş’ın Dede Korkut hikâyelerindeki renkleri kullanımıyla ilgili üçlü kalıbı şöyledir:
Düz renkler: İnsanın ideal olarak benimsediği şeyleri dile getirir.
Karışık renkler: İdealde eksikliği, törpülenmiş öğeleri, kusurları, yıpranmayı ifade eder.
Renksiz: Bir şeyin sınaması sırasında renk kullanılmaz.

Joseph Campel’ın Kahramanın Sonsuz Yolculuğu
Kahramanın Sonsuz Yolculuğu adlı eserinde halk anlatılarının yapılarının aynı olmasını tartışmıştır.
1 Yola çıkış. A) Maceraya çağrı, B) Çağrının reddi, C) Doğaüstü yardım, D) İlk eşiğin aşılması, E) Balinanın Karnı.
2 Erginleme. A) Sınavlar yolu, B) Tanrıçayla karşılaşma, C) Baştan çıkarıcı olarak kadın, D) Babanın gönlünü alma, E) Tanrılaştırma, F) En son ödül.
3 Dönüş. A) Dönüşü reddetme, B) Büyülü kaçış, C)Dışarıdan gelen kurtuluş, D) Dönüş eşiğinin aşılması, E) Yaşama özgürlüğü.

Gremias’ın Göstergebilim Yöntemi
Bu yöntem Filiz Kırbaşoğlu tarafından Köroğlu Destanı’nın Özbek Varyantları Üzerine Bir Çalışma adlı eserde uygulanmıştır. Gremias’a göre evrenin bizde bir biçim, anlam kazanabilmesi için onda bir takım farklılıklar algılamamız lazımdır. Bir metni çözümlemenin çeşitli yolları vardır. Bunlardan biri derin düzey çözümlemesidir. Bunu da göstergebilimsel dörtgen sağlar.
Karşıtlık (yaşam-ölüm; erkek-dişi)
Çelişiklik (yaşama-yaşamama; yitirme-yitirmeme)
İçerme ya da bütünleyicilik (olasılık-belirsizlik; av-savaş)

İdeolojik Halk Bilimi Kuramı
İlk halkbilim çalışmalarının yapıldığı Finlandiya ve İrlanda’da bir süre etkili olan bu kuram Hitler Almanya’sı ve Bolşevik devrimi sonrası Rusya’da ve diğer pek çok ülkede desteklenmiştir.

Bağlam Merkezli Halk Bilimi Kuramları
Performans Teori
Bu teoride halkbilimsel unsurun yaratım sürecine odaklanılır. Metnin oluşmasında anlatıcı kadar, dinleyici kitlesi, anlatının gerçekleştiği mekân ve sosyal çevrenin de önemi vardır.
Sapma: Anlatının ana yapısında olmayan dış yapısal özelliğe denir.

Sözlü Kompozisyon Teorisi
Milman Parry ve Albert Lord tarafından biçimlendirilen kuram Boşnak âşıkların müzik eşliğinde anlattıkları Homeros eserlerinin incelenmesiyle ortaya çıkmıştır. Kuram, âşıkların yetişme evrelerini belirlemiş ve usta âşık olmada eğpik şiirin veznine uygun doğaçlama yapma becerisinin kazanılması gerektiğini ileri sürmüştür. Kuramın iki temel terimi vardır. Bir düşünceyi ifade etmek için hep aynı vezin koşullarında düzenli olarak kullanılan kelime gurubunu ifade eden formula/kalıp ve formula ile de birleştirilerek bir konunun âşık tarafından hep aynı kelimelerle ifade edilmesi anlamına gelen tema.

Halk Hikâyeleri Üzerinde Yapılan Çalışmalar
15. yüzyılın sonlarından itibaren Anadolu sahasında ozanlık geleneği yerini âşıklığa, hikâye anlatıcısı kıssahan da yerini meddaha bırakmıştır. Halk hikâyelerinin ilk şekilleri yaşamış ve ya yaşadığı rivayet edilen âşıkların hayat hikâyeleri etrafında şekillenerek, 16. yüzyılın sonlarında Azerbaycan ve Doğu Anadolu Bölgesi’nde ortaya çıkmaya başlamıştır.
Âşık Garip (17. yüzyıl): Âşık Garip (Garip ile Senem)
Âşık Tahir (17. yüzyıl): Tahir ile Zühre
Cahan (16. yüzyıl): Cahan (Cihan) ve Abdullah
Ercişli Emrah (17. yüzyıl): Ercişli Emrah ile Selvi Han
Kerem Dede (17. yüzyıl): Kerem ile Aslı
Kurbani (16. yüzyıl): Gurbani ve Peri
Tufarganlı Âşık Abbas (16. yüzyıl sonu ile 17. yüzyıl başları): Tufargannı Aşıg Abbas ve Gülrez Peri
19. yüzyıl gerçekçi halk hikâyelerinin oluştuğu dönemdir (Hançerli Hanım, Cevri Çelebi, Kanlı Bektaş, Sansar Mustafa, Letaifname).

Yazılı Kaynaklar
Cönkler, mecmualar ve basma eserlerdir.
a)      Yazma Metinler: Arzu ile Kamber, Asuman ile Zeycan, Âşık Garip, Derdiyok ile Zülfüsiyah, Hurşit ile Mahımihri, Kerem ile Aslı, Şah İsmail, Tahir ile Zühre.
b)      Basılı Eserler: Arzu ile Kamber, Asuman ile Zeycan, Âşık Garip, Derdiyok ile Zülfüsiyah, Elif ile Mahmut, Ferhat ile Şirin, Han Mahmut, Hurşit ile Mahımihri, Karam ile Aslı, Köroğlu, Kurbani, Melikşah ile Güllühan, Razınihan ile Mahıfiruze, Tahir ile Zühre.

Sözlü Kaynaklar
Cumhuriyetin ilanında sonra başlanan derleme gezileri sonucunda ortaya çıkan arşivlerdir. Pertev Naili Boratav, İlhan Başgöz, Ahmet Edip Uysal, Muhan Bali, Fikret Türkmen, Saim Sakaoğlu arşivleri önemlidir.

Halk Hikâyeleri Üzerine Yapılan Bilimsel Çalışmalar
Pertev Naili Boratav ve Halk Hikâyeleri 1931 yılında lisans tezi olarak hazırladığı Köroğlu Destanı adlı çalışmasında Paris, Özbek, İstanbul, Tobol, Urfa, Azeri gibi çeşitli varyantlarını inceler. İzahlı Halk Şiiri Antolojisi adlı eserinde Kirmanşah, Emrah ile Selvi, Kerem ile Aslı, Tahir ile Zühre, Âşık Garip, Şah İsmail ve Beyböyrek hikâyeleri yer almaktadır. Halk Hikâyeleri ve Halk Hikâyeciliği adlı eserinde halk hikâyelerinin destan, masal, âşık şiiri, roman gibi türlerle olan ilişkisini ele alır.
İlhan Başgöz ve Halk Hikâyeleri Yazdığı çok sayıda makale Folklor Yazıları adlı eserde yer almaktadır.
Muhan Bali ve Halk Hikâyeleri Ercişli Emrah ile Selvihan Hikâyesi adlı tezinde adı geçen hikâyenin kaynağı, motifleri ve üzerinde yapılan çalışmaları ele alır.
Fikret Türkmen ve Halk Hikâyeleri Âşık Garip Hikâyesi Üzerinde Mukayeseli Bir Araştırma adlı tezinde anılan hikâyenin kaynağını varyantlarını, epizotlarını ve şiirlerini değerlendirmiştir. Bir diğer monografisi de Tahir ile Zühre Hikâyesi’dir. Mete Taşlıova ve Nail Tan’la birlikte hazırladıkları Âşık Şeref Taşlıova’dan Derlenen Halk Hikâyeleri adlı eserde çok sayıda halk hikâyesine yer verilmiştir. Mustafa Cemiloğlu ile birlikte hazırladığı Âşık Şevki Halıcı’dan Derlenen Halk Hikâyeleri adlı eserde 15 halk hikâyesi yer almaktadır.
Ensar Aslan ve Halk Hikâyeleri Çıldırlı Âşık Şenlik, Hayatı-Şiirleri-Hikâyeleri adlı tezinde Latif Şah, Salman Bey ile Turnatel Hanım ve Sevdakâr Şah hikâyelerine de yer vermiştir. Yaralı Mahmut Hikâyesi Üzerine Bir İnceleme adlı eserinde eserin epizotları, şiirleri tahlil edilmiştir.
Ali Duymaz ve Halk Hikâyeleri Kerem ile Aslı Hikâyesi Üzerine Mukayeseli Bir Araştırma adlı tezinde eserin on dört varyantı, epizotları, şiirleri ve motifleri incelenmiştir. Nevruz Bey Hikâyesi adlı eserinde de benzer metotlar öne çıkar. Saim Sakaoğlu ile birlikte hazırladığı Hurşit ile Mahımihri Hikâyesi, yazarın diğer eseridir.
Ali Berat Alptekin ve Halk Hikâyeleri Kirmanşah Hikâyesi Üzerine Mukayeseli Bir Araştırma adlı eserinde adı geçen hikâyenin Binbir Gece Masalları’ndan kaynaklandığını anlattıktan sonra eserin epizotları, şiirleri, formelleri, motifleri ele alınır. Halk Hikâyelerinin Motif Yapısı adlı eserinde halk hikâyesinin tanımı ve özellikleri üzerinde durur. 70 hikâyenin özeti, hikâyelerin motif yapıları ve geniş bir bibliyografya eserde yer alır.
Halk Hikâyeleri Üzerinde Yapılan Diğer Önemli Çalışmalar
Radloff ve öğrencilerinin oluşturduğu Proben adlı eserin sekizinci cildi Osmanlı Türklerinin metinlerini ele alır. Otto Spies’in Türkische Volkbücher / Türk Halk Kitapları adlı eserde halk hikâyelerinin kaynakları, şekil ve muhteva özelliklerine yer verilmiştir. Hans August Fischer’in Schah Ismajil und Gülizar / Şah İsmail Hikâyesi’ni konu alan monografisi hikâyenin tenkitli metni ve Almanca çevirisini içerir. Wolfram Eberhard Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nden derlediği hikâyeleri Minstrel Tales From Southeastern Turkey adıyla yayımlamıştır. Edith Fischdick Elif ile Mahmut hikâyesi üzerine bir monografi yayımlamıştır (1958).

Ünite 3
Halk Hikâyelerinin Anlatıldığı Bölgeler ve Halk Hikâyesi Anlatıcıları
Sözlü anlatımlar Türkiye’nin daha çok doğu bölgelerinde anlatıcı ve dinleyici bulabilmiştir (bunda uzun kış geceleri etkili olmuştur).
Erzurumlu Âşıklar
Erzurum’da meddahlar ve âşıklardır hikâye anlatıcıları. Mehmet Kaplan’ın bir süre bölgede bulunması hikâyelerin tespitinde literatüre çok katkı yapmıştır.
Âşık Sümmani 1861’de Narman ilçesinde doğdu. Badeli âşıklarımızdandır. Bade içtikten sonra rüyasında gördüğü Gülperi’yi bulabilmek için gezip dolaşmıştır. Şubat 1915’te vefat etmiştir.
Âşık Mıktat Köroğlu hikâyelerini yazdıran âşık olarak bilinir.
İshak Kemali 1914’te Çat’ta doğdu. İyi bir hikâye anlatıcısı olarak bilinir. Anlattığı bazı hikâyeler Fikret Türkmen tarafından derlenmiştir.
Behçet Mahir Resmiyette 1919 doğumlu görünmektedir. Mehmet Kaplan tarafından keşfedilerek üniversiteye alınmıştır. Ahmet Edip Uysal’ın da yardımıyla hikâyeleri yurtdışına kadar ulaşmıştır. 1988’de vefat etmiştir. Anlattığı hikâyeler; Âşık Garip, Davudoğlu Süleyman, Derdiyok ile Zülfüsiyah, Eba Müslim Horasani, Ebu Ali Sina, Emrah ile Selvi, Erzurumlu Mahiri Baba, Eşref Bey, Ferhat ile Şirin, Firdevs Şah, Firuz Şah, Hamzai Sahip-gıran, Hatem-i Tai, İmam Ali’nin Gan Galesi Cengi, Kerem ile Aslı, Kirmanşah, Köroğlu (on dört kolunu bilmektedir), Latif Şah, Leyla ile Mecnun, Nebi Han, Nemrut Han, Seyfülmülük, Sümmani, Sürmeli Bey, Şah İsmail, Şah Oğlu Şah Abbas ile Deli Murat, Tahir ile Zühre, Temimdari, Timurlenk, Yaralı Mahmut, Yusuf ile Züleyha, Zaloğlu Rüstem.
Mevlüt İhsani Şafak (Âşık Mevlüt İhsani) Şenkaya ilçesinde doğdu. Halk hikâyesi tasnif edebilmesinin yanında âşık makamlarını da iyi bilmektedir.
Nusret Yazıcı (Âşık Toruni) 1945 yılında Narman ilçesinde doğdu. Âşık Sümmani’nin torunudur. Çok sayıda âşık yetiştirmiştir. 2003’de vefat etti.
Hüseyin Yazıcı (Sümmanoğlu) 1937’de Narman ilçesinde doğdu. Âşık Sümmani’nin torunudur.
Yaşar Yılmaz (Âşık Yaşar Reyhani) 1934’te Hasankale’de doğdu. Yurtdışını gezip görme imkânı olmuştur. Uzun hikâyeler dışında türkülü hikâyeler de anlatmıştır. 2005’te vefat etti.
Ardahanlı Âşıklar
Çıldırlı Âşık Şenlik 1850 doğumludur. 1913’te vefat etmiştir. Türk edebiyatına yüzlerce şiirin yanı sıra üç hikâye kazandırmıştır. Şiirleri arasında koşma, destan ve sicillemeleri yeniliklerle doludur. Eserleri hakkında Ensar Aslan’ın tez çalışması vardır.
Sabit Ataman (Âşık Müdami) 1918’de Posof’ta doğdu. Hikâyeleri Boratav tarafından derlenmiştir. 1968’de vefat etmiştir.
Karslı Âşıklar
Timur’un Kars’ı işgali üzerine söylenen destan bölgede yetiştiğini varsaydığımız Baykan (Bıkan)’a aittir. Hikâyenin yanında masal anlatma geleneği de bu bölgede yaygındır.
Gülistan Çobanlar (Âşık Gülistan) 1900’de Arpaçay’da doğmuştur. Murat Çobanoğlu ve İbrahim Demir’in ustasıdır.
İslam Erdener 1921 doğumludur. Anlattığı hikâyeleri Âşık Şenlik’in oğlu Âşık Kasım’dan öğrenmiştir. Âşık Şenlik’e ait üç hikâyeyi (Latif Şah, Salman Bey ve Turnetel Hanım, Sevdakâr) Ensar Aslan’a anlatarak günümüze ulaşmasını sağlamıştır.
Şeref Taşlıova (Âşık Taşlıova) 1938’de Çıldır’da doğdu. Halk hikâyeleri ve folklor hakkında çok sayıda makalesi vardır. Çok sayıda çırak yetiştiren Taşlıova, âşık edebiyatını 150 kadar âşık makamını ve halk hikâyesini en iyi bilen âşıklarımızdandır.
İsmail Cengiz (İsmail Azeri) 1928’de Tebriz’de doğdu. Azeri mahlasıyla şiirler söylemiştir.
Dursun Cevlani 1900’de Sarıkamış’ta doğdu. Âşık İkrami’nin yanında çıraklık yapmıştır.
Muhittin Cuya (Âşık Mihmani) 1935 doğumludur. “Ozan-baksı geleneğinin İslami şekle girmiş tek temsilcisidir. Hem müzisyen, hem dansçı, hem din adamı, hem şair, hem de aktördür” (Bekir Sami Özsoy böyle demiş).
Murat Çobanoğlu (Âşık Çobanoğlu) 1940’ta doğdu. Badeli şairlerimizdendir. Ustası, babası olan Gülistan Çobanlar’dır.
Sadi Değer (Hasreti) 1927’de Susuz’da doğdu. Âşıklık makamları ve halk hikâyesi konusunda çok bilgilidir.
Üzeyir Aziz Göktekin (Âşık Pünhani) 1917’de Sarıkamış’ta doğdu.
Laçin Kurt (Âşık Laçin Aladağlı) 1918’de Kağızman’da doğdu. Ustası Karslı Cemal Hoca’dır.
Vanlı Âşıklar
Van ilinin halk hikâyesine ilgisi Ercişli Emrah ile Selvi Han Hikâyesinden kaynaklıdır.
Ahmet Poyrazoğlu 1951’de Erciş’te doğdu. Ercişli Emrah onun manevi ustasıdır.
Gaziantep ve Baraklar
Ağırlıkla Gaziantep ilinin Nizip ilçesinde yaşayan Barakların göçleri, göç ettikleri yerlerde komşularıyla olan ilişkileri zamanla kısa hikâyeli türkülere konu olmuştur.
Baraklı Âşık Mahgül (Mehmet Kılıçoğlu) 1919’da Nizip’te doğdu. Hikâye dağarcığını Barakların Orta Asya’dan Horasan’a, oradan da Anadolu’ya göçlerinin teşkil ettiğini söyler. Hikâyelerinin konusunu Barakların Horasan’dan göçü, Yozgat ve civarına yerleşme ve Osmanlı ile ilk temas, Mehmet Bey’in sürgün edilmesi, Rışvan Bey’in misafir edilme olayı, Abuseyf’in ölümü, Feriz Bey’in Acem’e dönmesi, Abbas Paşa’nın Culab’ı dağıtması başlıkları altında sıralar.
Çukurova ve Bozlaklar
Yörede anlatılan kısa hikâyeli türkülere bozlak denir. Bozlaklar “Ahey, eyy” ünlemiyle başlarsa Karacaoğlan’a, “Aydost”la başlarsa Dadaloğlu’na, “Heyhey”le başlarsa Köroğlu’na aittir.
Ahmetce (Ahmet Cihan) Ceyhan’da yaşamıştır (tahmini 1898-1977). Yöredeki bozlakçıların ustası kabul edilir.

Ünite 4

Kahramanlık Hikâyeleri

Köroğlu Hikâyesi
Köroğlu destanının halk ağzından ilk derlemeleri 19. yüzyılda başlar. İ. Şopen, Azerbaycanlı bir âşıktan derlediği destanın konusunu Rusçaya tercüme edip yayımlar. Aynı dönemde Polonya asıllı Rus araştırmacı A. Chodzko, on üç hikâyelik önemli bir Köroğlu destanı derlemesini yayınlar. Destanın ilk Türkçe yayını Kazan’da yapıldı: Mir Babaoğlu Hasan Molla’nın hazırladığı eserin adı, Hikâyat-ı Köroğlu Sultan ve Hikâyat-ı Gayvazhan.

Köroğlu’nun Soyu
Kimi araştırmacılara göre Teke boyuna mensup bir Türkmen’dir (BoratavChodzko). Türkmenistan Türkleri onun Daşoğuz ilinin Göroğlu köyünden olduğunu ileri sürerler. Mersin ilinin Bozyazı ilçesinin Tekeli beldesinde yaşayanlar da Köroğlu’yla aynı boydan olduklarını iddia ederler.

Babası: Doğu varyantlarında babası Ravşan (Kazakistan), Revşenbek (Türkmenistan), Ravşanbek (Özbekistan), Hazreti Ali (Doğu Türkistan) adlarla bilinmektedir. Batı varyantlarında ise Uruşan (Rövşen, Ruşen), Baba; Yusuf, Deli Yusuf veya Ali’dir. Ürüşan Baba veya Deli Yusuf pek çok destanda Köroğlu’nun ortaya çıkışı hikâyesinde görülmektedir.

Annesi: Doğu varyantlarında Akanay (Kazakistan) Bibi Hilal (Türkmenistan), Hilalay (Özbekistan), Zulper Ayım (Doğu Türkistan) adlarıyla bilinmektedir. Batı varyantlarında anne hakkında bilgi yoktur.

Köroğlu’nun adı: Esas adı Ruşen Ali (Tobol rivayeti), Ali veya Irışvan Ali (Maraş rivayeti), Ali (Maraş ağzı), Ruşen (Güney Azerbaycan), Rövşen (Kuzey Azerbaycan), Ruşen Ali (Korkmaz), Uruşen Ali (Hekimoğlu-Öztürkmen), Ali Ruşen/Ruşen Ali (Kaftancıoğlu), Hürüşan (Türkmen-Cemiloğlu)’dır.

Evliliği: Doğu varyantlarında çok eşli, batı varyantlarında tek eşlidir.

Çocukları: Çocuk meselesi de doğu ve batı varyantlarında farklılık gösterir. Ivaz Han, Özbek anlatımlarında Köroğlu’nun oğlu olarak geçer. İstanbul rivayetinde Nigar ile evliliğinden bir çocuğu olduğu söylenir (Hasan Bey). Anlatıların büyük kısmında aldığı ah nedeniyle zürriyetsiz olduğu söylenir.

Memleketi: Bolu Dörtdivan, Erzincan Kemah, Van Muradiye, Kars Sarıkamış, Tokat ve Bingöl illeri Köroğlu’na ev sahipliği iddiasında olmuşturlar. Türkiye dışında da çok sayıda yer vardır.

İşi: Çok seyahat eden, macera peşinde koşan Köroğlu zaman zaman âşık kılığında, zaman zaman tüccar, çoban kılığında karşımıza çıkar.

Şahsiyeti: Chodzko, Köroğlu için Türkmenlerin Teke boyundan olduğunu ve Erzurum yöresinde eşkıyalık yaptığını söyler. Boratav da bu görüşe katılmaktadır. Evliya Çelebi, Celali ayaklanmalarından söz ederken Köroğlu’nun ismini zikreder. Pek çok araştırmacı onun Celali olduğu görüşündedir. Ziya Gökalp, onun Gazneli Mahmut, Ayvaz’ında nedimi (kankası) ayaz olduğunu iddia eder. Zeki Velidi Togan ve Faruk Kadri Timurtaş, Köroğlu’nun kökenini eskilere taşır: Onun Sasaniler döneminde sınır muhafızlığı yaptığını iddia ederler. Kırzıoğlu, destandaki askeri düzeni dikkate alarak onun 5. yüzyılda yaşamış bir Oğuz kahramanı olduğu iddiasındadır. Edip Uysal’a o sadece mitolojik bir kahramandır.
Özdemiroğlu Osman Paşa’nın komutasında sefere katılan ordu şairi Köroğlu ile destan kahramanı Köroğlu aynı kişi değildir.

Hikâyenin Özellikleri
Hikâyelerdeki bazı olaylar 16-17. yüzyıllardaki Osmanlı-İran savaşlarının izlerini taşımaktadır. Boratav ve Paşa Efendiyev, destana bu yönden yaklaşırlar.
Fikret Türkmen ise hikâyelerin temelini Dede Korkut hikâyelerinde olduğu gibi Oğuz destanlarında arar.

Konusu: Genel olarak kahramanlık hikâyeleridir. Çıktığı seferlerde çeşitli hilelerle galip gelen Köroğlu saf bir kahraman olarak düşünülmemelidir. Behçet Mahir, “Köroğlu harpleri ya bir dilber haberinden, ya bir yiğit haberinden çıkar” demiştir.

Köroğlu Hikâyesinin Kol Sayısı: Coğrafya değiştikçe kol sayısı da değişmektedir. Türkiye ve Azerbaycan’da 14-24, Özbekistan’da 47, Türkmenistan’da 14, Kazakistan’da 65, Tacikistan’da 50.
Köroğlu anlatma geleneği Doğu Anadolu dışında Kahramanmaraş ve Osmaniye’de devam etmektedir. Anlatıcılar arasında Erzurumlu Nalbant İshak (İshak Kemali), Gez Mahalleli Mugdat, Meddah Behçet Mahir başı çeker. Âşık Mevlüt İhsani, Âşık Murat Çobanoğlu, Âşık Şeref Taşlıova, Âşık Şevki Halıcı Köroğlu hikâyeleri anlatan âşıklardan bazılarıdır. Kahramanmaraş bölgesindeki anlatıcılar; Hamza Küçükkürtül, Ökkeş Bilal (Fırıldak Ökkeş), Hancı Ökkeş, Nuh Osman (Suboşaltan).
Hikâyelerde Köroğlu’nun keleşleri başları sıkışınca ondan yardım isterler. Karşısındaki güç ile baş edemeyeceğini düşünen Köroğlu sık sık kılık değiştirir.
Köroğlu fakiri incitmez, bezirgânların mallarını dağıtır, zenginden alıp fakire verir, çiftçilere liderlik eder.

Köroğlu’nun Zuhuru Kolu: Doğu varyantlarında gebe kadın ölüp mezara gömüldükten sonra bebek mezarda doğar (gor= mezar / Goroğlu). Keçi veya kısrak tarafından emzirilir. Batı varyantlarında mitolojik motifler yoktur. Batı varyantlarında babasının gözüne mil çekilir (kör / Köroğlu). Boratav, Metin Ekici, Mustafa Arslan, Zekeriya Karadavut konuyla ilgili çalışmalar yapmıştır.

Hikâyenin özeti: Ruşen Ali, Bolu Beyi’nin yanında seyistir. Beyin isteği üzerine at aramaya çıkar. Erzincan’ın Tercan ilçesine gider. Orada iki çelimsiz kulunu satın alır. Bu kulunlar sudan çıkan aygır ve kısrağın birleşmesinden doğdukları için çok değerlidirler. Bey bu kulunları beğenmez. Ruşen Ali’nin gözlerine mil çektirip yanından savar.
Ruşen Ali, on yaşındaki oğlu Ali’den kulunlara bakması için yardım alır. Işık geçirmeyecek bir ahır yapmasını ister. Yemlerini verdiğinde atların yanından uzaklaşmasını tembihler.
Bey’in konağından her gün yemek alan Ali’nin yolunu kesen eşkıyalar, Ali’nin yemeğini elinden alırlar. Aynı yol üzerinde kavga eden köpekleri seyreden Ali, tek başına bütün köpekleri alt eden köpekten ilham alarak karşısına çıkan eşkıyaların hepsinin hakkından gelir. Nam-ı duyulur; Ali olur Köroğlu…
Zaman geçer. Tarlayı balçığa çeviren Ruşen Ali, Ali’den atları tarlaya sürmesini ister. Önce doru olanı çamura sürer. Atın ayaklarında çamurlar iz eder (demek ki ahıra ışık girmiş, at ışık görmüş). Sonra Kırat’ı çamura sürer. Ayaklarında çamur izi görünmez (demek ki ışık görmemiştir ve uçma özelliğini yitirmemiştir). Baba Ruşen der ki; “Oğlum, Kırat senin altında iken seni kimse tutamaz, artık durma, eğer benim helal evladım isen Bolu Beyi’nden intikamımı al”.
Oğlu’nu Murat nehrinin kaynağına yollar. Şafak vakti kaynakta görünecek olan üç köpüğü kendisine getirmesini ister. Ali gidip üç köpüğü bulur ve onları içer. Eli boş geri dönünce babası kadere rıza gösterir. Bu üç köpük Köroğlu’na kahramanlık, ölümsüzlük ve şairlik gücü vermiştir.
Bu olaylardan sonra Kemah’a gidip kale yaptıran Köroğlu, gelip geçenden haraç (baç / paç) almaya başlar. Çok geçmeden Sultan Murat durumdan haberdar olur.

Bolu Beyi Kolu: Bu hikâye daha çok batı varyantlarında görülür. Hatice İçel, konuyla ilgili çalışmalar yapmıştır

Özet: Sultan Murat, Köroğlu’na bir fermanla bezirgânlardan kırkta bir bac alma hakkı verir. Bu durumdan kurtulmak isteyen bezirgânlar yedide bir bac ödedikleri yalanını uydururlar. Sultan Murat, Köroğlu’nun saraya getirilmesini emreder. Derviş kılığında Gürcüstan’a giden Köroğlu, sarraf dükkânı önünde oyun oynayan Afganistan Şahının torunu Esebali’yi kaçırır. Esebali yedi yaşında olmasına karşın altın üzerine işlenmiş yazı ve turayı parmaklarıyla silebilecek kadar kuvvetlidir. Esebali, Nigâr Hanım’ı anne, Köroğlu’nu ise baba bilerek büyür.
Bolu Beyi’nin hizmetindeki Keloğlan, Sultan’ın fermanını duyunca zindan da yatan Bolu Beyi’ne durumu bildirir. Sultana mektup yazan Bolu Beyi, Köroğlu’nu yakalarsa cezasının affedileceği ve Dönek Sultan’la evlenebileceği vaadini alır. Bolu Beyi, emrine verilen 80 bin piyade ve 80 bin süvari ile yola koyulur.
Sultan Murat, uzun süren kış nedeniyle halkın terk ettiği Erzurum’a gider. Karaz köyünde bir dervişe rastlar. Zengin olan bu kişi keşiştir. Yakın bir köyde de bir derviş yaşamaktadır. Biri zenginliğiyle, diğeri de iman kuvvetiyle hayatta kalabilmektedir. Derviş’in evine misafir olan Sultan’a 12 dakika içinde salatalık, yanındaki atlara da taze yönce ikram eden dervişe sorulunca, bütün bunları Bağdat’tan getirdiğini söyler. Sultan’ın yaz gelmeyecek mi sorusuna derviş dua ile yanıt verince, kış gider baharlar açar. Köyün ismi de umudum köyü olur.
Koçaklarının ısrarıyla ağır kış şartlarında bac almak üzere derviş kılığında İstanbul yoluna düşer. Yolda karşılaştığı askerler ona Köroğlu’nu bulmaya çalıştıklarını söylerler. Bolu Beyi’nin çadırına giden Köroğlu, kendisinin de Köroğlu’nun düşmanı olduğunu söyler. Bununla da kalmayıp bin altın karşılığında Bolu Beyi ve askerlerini Çamlıbel’e götürebileceğini söyler. Askerlerden biri Köroğlu’nu tanır ve Bey’e haber verir. Köroğlu, ordu içindeki komutanları, Sultan tarafından Bolu Beyi’ni yakalamakla görevlendirildiği yalanına inandırır. Askerlerden önce Çamlıbel’e ulaşarak koçaklarını haberdar eder. Demircioğlu’na Bolu Beyi’ni yakalama emrini verir. Demircioğlu, Bolu Beyi’ni yakalayıp Çamlıbel’e getirir. Köse Kenan, acınacak haldeki Bolu Beyi’nin affedilmesini ister. Yanında Köroğlu olmadan İstanbul’a dönerse cezasının devam edeceğini söyleyen Bolu Beyi’ne elleri ve kolları bağlı olarak kendisini yanında götürebileceğini söyleyen Köroğlu, bu şekilde Bolu Beyi’nin yanında yola koyulur. Bolu Beyi, yolculuk boyunca Köroğlu’na işkence eder. Köroğlu’nu yolda karşılarına çıkan taşkın bir dereye atarlar. Dereden kurtulan Köroğlu bir sigara yakar. Sigaranın dumanını gören askerler Köroğlu’nun ölmediği haberini Bolu Beyi’ne iletirler. Bey, paşalardan yardım ister ancak paşalar oralı olmaz. Bolu Beyi de tek başına yakalar Köroğlu’nu. Elini ayağını bağlayıp Sultan’ın huzuruna çıkarır. Köroğlu’nun öldürülüp başının denize atılması emri verilir.
Köroğlu’nun hile ile yakalandığını anlayan Dönek Hanım Bolu Beyi’ne, Köroğlu’nu kendisinin öldürmek istediğini belirten bir mektup yazar. Köroğlu’nu haremine alır. Oraya bakasını sokmaz. Bir süre sonra da Köroğlu’nun öldüğünü söyler. Sultan’a haberi veren Bolu Beyi özgürlüğüne kavuşur. Dönek Sultan’la altı ay sonra yapılacak olan düğün için hazırlıklara başlar.
Esebali Köroğlu’nu bulmak üzere yola çıkar. İstanbul yerine Halep’e gider. Yolda kırk haramilere yakalanır. Esebali, durumu harami başına anlatır. Harami başı, daha evvel çokça iyiliğini gördüğü Köroğlu’na yardım etmeye karar verir. Esebali pullu kıratı alarak İstanbul’a gider. Bolu Beyi’nin kahvesinde Bey’i taşlayan türküler söyler. Dönek Sultan Esebali’yi konağına davet eder. Bu ikisi birbirlerini sevmeye başlar.  İkisini da yanına alıp kaçan Köroğlu daha sonra Bolu Beyi için geri döner. Bey’i öldürür.
Dönek Sultan’ın babası Köroğlu’nu yakalaması için kardeşi Kiziroğlu’ndan yardım ister. Kiziroğlu Köroğlu’nu bulur ancak samimiyetini anlayınca onunla dost olur. Çamlıbel’de Esebali ile Dönek Sultan’ın düğünleri yapılır.

Köroğlu’nun Son Kolu: Köroğlu’nun mezarı yoktur (ölümsüzlük motifine uygun olarak). Ölümsüz olduğuna inanıldığı için Doğu Anadolu âşıkları her faslın başında ve sonunda onu anarlar.

Özet: Frenk Bezirgân’ın oğlu Köroğlu tarafından kaçırılır. İntikam planı yapan Frenk, tabancayı icat eder (başka yolla Köroğlu’nu alt edemeyeceğini bilmektedir) ve bunu Ayvaz’a hediye etmek ister. Ayvaz genç ve silahlara düşkün biridir. Silah onun elinde olursa koçaklar arasında fitne çıkma ihtimali kuvvetlenirdi. Frenk, tabancayı Ayvaz’a verip geri döner.
Demircioğlu Ayvaz’ın elindeki silah yüzünden ölür. Duruma kızan Ahmet Bezirgân da Ayvaz’ı öldürür. Dağıstanlı Hasan da Ahmet Bezirgân’ı öldürür. Üzüntü içindeki Köroğlu hazineyi 22’ye böler. 1 hisseyi kendine ayırıp kalan hazineyi taburlarına paylaştırır. Ailesini yanına alarak Şam’a gider. Çamlıbel dağılınca Frenk, intikamını almış olur. Köroğlu da Kırklar dağında inzivaya çekilir. Köroğlu’nun evlilik vaat ettiği Benli Böne üzülüp intihar eder. Kırklar dağına defnedilir. Köroğlu ile oğlu, Döne’nin mezarını ziyarete giderler. Oğul önde yürürken ailenin kalan fertlerini yanına alıp Dağıstan yolunu tutması ve Köroğlu’yla atını bir daha aramamasını söyleyen bir ses işitir. Döner bakar; Köroğlu yok! Köroğlu bir daha görünmez. Sadece sazının sesi Kırklar dağında duyulur.

Diğer Kahramanlık Hikâyeleri

Kirmanşah Hikâyesi
Sadece Türkiye ve Azerbaycan sahasında bilinmektedir. Ali Berat Alptekin, hikâye hakkında tez hazırlamıştır. Şimşek, Çolak ve Duymaz’ın da konuyla ilgili çalışmaları vardır. kaynağı Binbir Gece Masalları’dır.

Özet: Tiflis hükümdarı Hurşut Şah’ın çocuğu olmamaktadır. Şah, veziriyle birlikte su kenarına gider. Yanlarına derviş gelir. Çocuğu olması için tavsiyelerde bulunup kaybolur. Şah, söz dinler ve zaman gelince çocuğu olur. Güçlü kuvvetli doğan çocuk dört yaşına geldiğinde bütün Tiflis ondan korkar olmuştur. Çocuğa ad konulması istendiğinde derviş ortaya çıkar ve çocuğun ismini verir (Kirmanşah).
Kirmanşah, Yemen sultanının kızının güzelliği ve kuvvetini işitir. Kirmanşah, Sultanı yenince ikisi birlikte Tiflis’e dönerler. Rüyasında dervişten üç bade alır. Birincisi Allah; ikincisi üçler, yediler kırklar; üçüncüsü ise Herat hükümdarı Selim Şah’ın kızı Mahperi Han aşkınadır. Derviş aynı gece Mahperi Han’a da bade verir (kader, bu şekilde ağlarını örüyor). Aşkından deliye dönen Kirmanşah, Tiflis’ten ayrılır. Yolda çeşitli hayvanlarla karşılaşır; ejderha, aslan/kaplan… Daha sonra on dört bin atlısı olan Koca Arap’la karşılaşır. Kirmanşah’ın yanındaki Yemen Şahının kızı, Koca Arap’ın kahramanı Mecal Vermez’i yener. Koca Arap’ı da Kirmanşah alt eder. Haraç kesme adetini terk eden Koca Arap, buna karşılık Kirmanşah’ın kendisine oğul olmasını ister. Kirmanşah, başından geçenleri Koca Arap’a anlatır. Koca Arap, atını (Karakaytaz) Kirmanşah’a verip onu Herat’a yolcu eder.
Kaf Dağı’ndan çıkıp gelen Ağ Dev, Mahperi’yi kaçırır. Herat yas içindedir. Şah, Kirmanşah’a olanları anlatır. Kirmanşah, yanına arkadaşlarını alıp yola çıkar. Bir tepede pirle karşılaşırlar. Pirin tembihi üzerine Kirmanşah’ın arkadaşları Herat’a geri dönerler. Yola yalnız devam eden Kirmanşah, Davudoğlu Süleyman’ın bahçesine ulaşır. Bahçedeki bir levha onu Kaf Dağı’nda karşılaşacakları hakkında uyarır. Yola devam eder. Billur-i ezeme geldiğinde buranın yarısının ateş yarısının da kar olduğunu görür. Bu yeri geçip devin kalesine ulaşır. Kalede kapı yoktur. Rüyasında Hızır’ı gören Mahperi, sevdiceğinin geldiği haberini alır. Yanındaki kemendi kaleden aşağıya sarkıtır. Kirmanşah kaleye girer. Devin yerini öğrenip, başucundaki kılıçla devi öldürür. Kirmanşah, kalede esir olan amcaoğullarını da kurtarır. Kementle kaleden inerlerken arkalarında kalan Kirmanşah’ın yaralanmasına sebep olurlar. Şiraz’a doğru giderlerken Mahperi guruptan ayrılır. Babalarının tahtına varis olan iki oğul, Kirmanşah’ı devin yediği yalanını uydururlar.
Yaralı olan Kirmanşah, Karakaytaz’ın sırtında yola düşer. Mahperi’yi bulur. Yola birlikte devam ederler. Annesi Zöhre Banu’ya ait bir çimenlikte istirahat ederler. Rüyasında oğlunun geldiğini gören Zöhre Banu, bahçeyi gezmeye çıkar. Süt aramak üzere Kirmanşah’ın yanından ayrılan Mahperi, geri döndüğünde Kirmanşah’ı bıraktığı yerde bulamaz. Bu nedenle kendini ırmağa atar. Kızın kemeri bir dala takılır. O ağacın altında saklı hazineyi gören daldan kurtulur ve bir değirmenin bendine kadar sürüklenir. Değirmenci kızı bulup evlat edinir. Birlikte hazineye de sahip çıkarlar.
Kirmanşah babasının askerleriyle birlikte Mahperi’yi arar. Sahipsiz kalan Karakaytaz, Koca Arap’a geri döner. Kirmanşah’ı aramaya çıkan Koca Arap, Şiraz’a ulaştığında Ahmet Şah’ın oğullarının yalanlarını anlayıp onları öldürür.
Kirmanşah ve Koca Arap, Mahperi’nin yaptırdığı bir hayratın başında rastlaşırlar. Değirmenci de iki âşığı evlendirir. Düğün-dernek mutlu son…

Şah İsmail Hikâyesi
Balkanlardan Türkmenistan’a kadar uzanan geniş bir coğrafyada çok sayıda anlatması vardır. Masal kaynaklıdır. Sevgi konulu halk hikâyelerinin tamamında var olan elma yiyerek çocuk sahibi olmak burada da vardır (üremenin evrensel sembolü elma). Alp tipi kahramanın yapıp ettikleri destansı motifleri çağrıştırır. Şah İsmail çok eşlidir. Bir diğer önemli husus; oğulun getirdiği kızlara babanın âşık olmasıdır. Faruk Çolak’ın konuyla ilgili doktora tezi vardır.

Özet: Çocuğu olmayan Kandehar Padişahı vezirini yanına alıp yola çıkar. Karşılarına çıkan derviş bir elmayı ikiye bölerek eşleriyle yemeleri için bunlara verir. Elmanın kabuklarını da ahırdaki kısrağa vermelerini salık verir. Söz dinlerler ve vakit gelince hem çocukları olur hem de kulunları. Çocuk 15’ine gelince derviş gelir ve çocuğa Şah İsmail ismini verir. Ahırdaki kuluna da Kamer Tay adını vererek kaybolur. Şah İsmail ava çıkar. Çeşme başında uyur ve kırkların elinden bade içer. Gezisi sırasında Türkmen Beyi’nin kızı Gülizar’a âşık olur. Evlenirler. Gülizar’ın annesi olanlara razı olmadığı için kızını alıp Hindistan’a gider. Gülizar ardında bıraktığı mektupla yerini bildirir. Şah İsmail, sevdiğinin ardından yola koyulur. Yolda karşısına çıkan bir kaleyi yıkıp içerisinde Gülperi’yi bulur. Gülperi’nin kardeşlerini kurtarmak üzere devlerle savaşır. Devleri yener, kardeşleri kurtarır. Gülperi’ye evlilik sözü vererek yola devam eder. Arapüzengi’nin kalesini bulur. İnsan başından yapılmış bu kalenin tamamlanması için son bir kelleye ihtiyaç vardır. Arapüzengi bu niyetle Şah İsmail’la dövüşür ve mağlup olur. Şah İsmail, Arapüzengi’ye de evlilik sözü vererek yola birlikte devam ederler. Hint Padişahı’nın oğluyla evlendirilmiş olan ve gerdekten önce kırk gün süre isteyen Gülizar’ı Arapüzengi’yle birlikte kaçırırlar. Dönüş yolunda Gülperi de onlara katılır. Oğlunu gelinlerinden kıskanan anne, kocasından Şah İsmail’i öldürüp gelinleri almasını ister. Padişah hile ile oğlunu yakalatıp idamını ister. Gözlerine mil çekilen Şah İsmail dağa terk edilir. Durumdan haberi olmayan Arapüzengi, Şah İsmail’in eve dönmemesinden evhamla kayınbabasının saraya gelmesi için gönderdiği 99 kadının başını keser. Güvercinlerin yardımıyla Şah İsmail yeniden görmeye başlar. Orduya katılarak Arapüzengi’ye karşı savaşa katılır. İkili birbirlerine üstünlük sağlayamazlar. Arapüzengi Şah İsmail’i tanır. Güç birliği ile babayı alt ederler. Şah İsmail tahta çıkar. Üç hatunla kırk gün kırk gece düğün yapılır.

Yaralı Mahmut Hikâyesi
Hikâye, masallarda karşımıza çıkan, geceleyin etrafı aydınlatan çamçırak(Şamşırak, Şimşirik: Aydın kimselerin dilinde Şeb-Çerağ olarak bilinen geceleyin parıldayan yakut taşının halk dilindeki karşılığıdır) taşlarının Bağdat’tan alınıp İstanbul’a getirilmesi etrafında şekillenir. Sadece Türkiye’de bilinmektedir. Zeynelâbidin Makas’ın yüksek lisans, Ensar Aslan’ın da konuyla ilgili doçentlik tezi vardır.

Özet: Ali Bezirgân adlı tüccarın Ahmet ve Mahmut adında iki oğlu vardır. Mahmut akıl sahibi, ailesine bağlı iken Ahmet bunun tersidir. Baba ölünce, Ahmet mirası tüketir. Mahmut, annesini yanına alıp çobanlık yapmaya başlar. Muhteşem bir saray yaptıran Osmanlı Padişahı, şamşırak taşlarıyla bu saray daha güzel görünür dedikleri için bu taşları bulmak ister. Taşları getirene dünyalığını vaat eder. Mahmut bu işe talip olur. Taşlar Gence padişahındadır. Emrine verilen orduyla yola çıkar. Ordular cenk eder. Dökülen kan dursun diye Mahmut’un karşısına bir pehlivan çıkarılır. Pehlivan güreşi kaybedince yüzündeki peçeyi kaldırır. Pehlivan meğerse kızmış! Mahmut o anda âşık olur ve bayılıp düşer. Kızın adı Mehbub’dur. Kendisini yenenle evleneceğini vaat etmiştir. Şamşırak taşları da koynundadır. Mehbub’la birlikte İstanbul yoluna girer. Mehbub’la daha evvel nişanlanmış olan Kara Vezir, Gence padişahına korku salmaktadır. İstanbul’a giden bir cadı yaptığı sihirle kızı Mahmut’tan ayırır. Terk eden eşini takip eden Mahmut Kahraman dağlarında Mehbub’la karşı karşıya gelir. Mehbub, sihrin etkisiyle Mahmut’u yaralayıp Gence’ye ulaşır. Büyünün tesiri geçince cadıyı öldürür ancak Kara Vezir’le evlenmekten kurtulamaz. Yaralı Mahmut’u bir Bezirgân bulup iyileştirir (Mahmut’u tedavi eden Gülşen, Mehbub’un arkadaşıdır). Mehbub’la Kara Vezir’in düğün hazırlıkları sürerken Mahmut gelip gerdek odasına saklanır. Kara Vezir’i öldürüp Mehbub’u yanına alarak İstanbul’a doğru yola koyulur. Mehbub, çeyizi olmadığı için önce çeyiz düzmek üzere para kazanmaları gerektiğini söyler. Haramiliğe başlarlar. Kuvvet komutanı olan Ahmet, çifti yakalar ve Padişahın huzuruna çıkarır. Padişah çifti cezalandırmaz, evlendirir.

Ünite 5

Sevda Konulu Halk Hikâyeleri


Ercişli Emrah ile Selvi Han Hikâyesi
Türkiye dışında; Azerbaycan, Türkmenistan ve Balkanlarda da bilinmektedir. Muhan Bali (1973) tarafından hikâye hakkında tez çalışması yapılmıştır. Saim Sakaoğlu ve Ali Saracoğlu Ercişli Emrah’ın âşıklık ve hikâyeciliği hakkında çalışma yapmıştır. Saim Sakaoğlu ile Ali Berat Alptekin, hikâye hakkında bibliyografya çalışması yapmıştır.

Özet: Tahtı İsfahan’da olan Şahoğlu Şah Abbas’ın kırk âşığı vardır. Âşıklar Gence’ye Kara Vezir’e misafir olurlar ve atışmak için rakip isterler. Rakip çıkmayınca Âşık Ahmet saraya çağrılır. Âşıklarla aşık atamayan Âşık Ahmet, ailesiyle birlikte Erciş’e zorunlu olarak göç eder. Miroğlu Ahmet Bey’in evindeki âşık fasıllarına katılır. Oğlu Emrah’ta yaşı 14’e gelince babasıyla birlikte fasıla gider. Sazı eline alır ve bütün tellerini kırar. Babasından dayak yer. Emrah, köyün dışındaki çeşmeye gidip elini yüzünü yıkar. Abdest alır, namaz kılar ve dua edip âşıklık ister. Duası kabul olur: Rüyasında Pir Emrah’a yeşil fincanda bade içirir. Birincisi Allah’ın aşkına, diğeri üçler, beşler, yediler, kırklar aşkına, sonuncusu da Miroğlu Ahmet Bey’in kızı Selvi Han aşkına. Pir, Emrah’a Selvi Han’ın yüzünü de gösterir. Emrah, ağzından köpükler saçılarak bayılır.
Emrah’ı bulanlar onu uyandıramazlar. Babası durumu anlar ve sazının tellerine vurarak Emrah’ı uyandırır. Başından geçenleri manzum olarak anlatmaya başlayan Emrah babasıyla atışmak ister. Babasına sorular sorar, baba cevap veremez. Babası, Emrah’ın üstünlüğünü kabul eder. Bunu üzerine Miroğlu Ahmet Bey, Emrah’ı evlat edinir.
Selvi Han’ın yıldızı sevdaya akar ve hastalanır. Selvi Han’ın sırdaşı Nazlı, iki âşığı buluşturur.
Şahoğlu Şah Abbas, Van kalesini almak üzere sefere çıkar. Kaleyi kuşatır ama alamaz. Bulunduğu yere bağ diktirir ve adını da Şahlar Bağı koyar. Kuşatmayı kaldırıp Erciş’e doğru yola koyulur. İki asker Miroğlu Ahmet Bey’in bahçesine girip Selvi Han ve Nazlı’yı kaçırırlar. Bunun üzerine Emrah gurbete çıkar. Şahoğlu Şah Abbas, talan ve kız kaçırma olaylarına sinirlenip sorumlularını cezalandırır. Sahat Çukuru’nun yöneticisi Yakup Han’ın yönetimini beğenen Şah Abbas, onu yanına alıp İsfahan’a döner.
Abbas, İsfahan’a dönünce Selvi Han’la evlenmek ister. Selvi Han bir bağ dikilmesini ve bağlar üzüm verince düğün yapılmasını şart koşar (7 yıldır bu süre). Emrah, İsfahan yolundayken düğün haberini öğrenir. Yakup Han, Emrah’ı kendi âşığı yaparak fasıllara sokar. Şah Abbas’ın huzuruna çıkar. Selvi Han’ın amcasının kızı olduğunu söyler. Emrah’ın sözlerini Selvi Han doğrular. Hak âşığı olup olmadığını sınamak isteyen vezirler, Emrah’ın verilecek zehri içmesini isterler. Selvi Han’ın elinden içmek kaydıyla kabul eder. Pir yetişip işleri halleder. Şah Abbas Selvi Han ve Emrah’ı ağırlıklarınca altınla Erciş’e yola koyar. Yakup Han’da yanlarındadır. Erciş’e vardıklarında Selvi Han’ın kardeşleri âşıkların evliliğine karşı çıkar. Kardeşleri, Selvi Han’ı alıp Gence’ye kaçarlar. Kardeşleri Selvi Han’ı Kara Vezir’in oğluyla evlendirmek isterler. Selvi Han, çeyizindeki halıyı kendisinin dokuması şartıyla kabul eder (7 yıldır bu süre).Emrah, önce Erzurum sonra da Halep yollarında babasıyla birlikte Selvi Han’ı ararken Pir, Selâtin Peri adlı kıza bade sunar: badelerin üçüncüsü Emrah aşkına verilmiştir. Ertesi gecenin rüyasında tembihlenen işleri tutan Selâtin Peri, viran yerde Veran Bağları’nın dikimine başlar.
Emrah ile babasının yolu bahçeye varır. Selâtin Peri, Emrah’a elini tutmasını söyler, söyleneni yapan Emrah’ın aklı başından gider. Kendine geldikten sonra Selâtin Peri’den izim alıp Gence yoluna düşerler. Selvi Han’ın konağında bir araya gelirler. Kara Vezir, derhal cellatlarına haber verir. Yakalanan Emrah başından geçenleri anlatır. Anlattıklarının teyidi için İsfahan’a elçi yollanır. Kara Vezir sahte bir fermanla Emrah’ın infazını emreder. Vezirler Gence sokaklarında her gün bir saat gezdirilen Emrah’ın dokuzuncu günde infaz edileceğini söylerler.
Emrah’ın babası İsfahan’da Şah Abbas’ı bulur. Yakup Han, Emrah’ın asılması için götürüldüğü Kanlı Dere’ye gider. Cellatlarını birbirine düşüren Emrah son anda kurtulur. Emrah’ı yanına alan Yakup Han, Kara Vezir’in sarayına gider. Yalanları ortaya çıkan Kara Vezir öldürülür. Hep birlikte İsfahan’a dönerler. Düğümler burada çözülür, Selâtin Peri de İsfahan’a getirilir. Emrah önce Selvi Han’la bir hafta sonra da Selâtin Peri’yle evlenir.
Şahoğlu Şah Abbas: Adaleti temsil eder.
Kara Vezir: Muhterem kötü eleman

Karaca Oğlan İle İsmikan Sultan
Hikâyenin bir tek anlatması vardır o da Radloff’un Proben’inin VI. cildindedir. Hikâye hakkında Ali Berat Alptekin, Saim Sakaoğlu, Esma Şimşek gibi isimlerin çalışmaları vardır. Hikâye, ihtiyar bir kadının bedduasıyla başlar (Üç Turunçların temel motifi). Karaca Oğlan’ın şiir söylemeye başlaması rüya motifine bağlıdır. İlim, irfan sahibi bilge kişiliğiyle Karaca Oğlan, Anadolu erenlerini temsil eder mahiyettedir.

Özet: Smayıl, nefesi hak yolunda olan biridir. Çeşme başında yaşlı kadının bardağını kırar ve beddua alır. Smayıl’a rüyasında İsmikân Sultan gösterilir. Kendinden geçen Smayıl şiir söylemeye başlar ve namı olur Karaca Oğlan. Gurbete çıkar. Yolda karşısına çıkan peri kızlarına türküler söyler. Murat Paşa’nın kahvesinin bulunduğu şehre varır. Kahveye çırak olan Karaca Oğlan, bilmeden İsmikân Sultan’ın evine suya gider. Yolda iki kişinin kavgasını çözer onları barıştırır. Murat Paşa, şiirler söyleyen bilge çırağı için meclis tertip eder. Karaca Oğlan burada İsmikân Sultan redifli bir şiir söyler. Dinleyiciler arasındaki kızın babası bu duruma bozulur. Murat Paşa’nın hatırına kızını vermeye razı olur.
Karaca Oğlan Belgratlı, İsmikân Sultan ise Tunalıdır. Kırk gün kırk gece düğün yapılır. Yedi gün izin alıp ayrılan ancak zamanında dönmeyen Karaca Oğlan’ın öldürülmesi istenir. Murat Paşa’dan af dileyen Karaca Oğlan bağışlanır. İsmikân Sultan’ın yanına gittiğinde onu bir Arap’la görür ve böylece sevgilisini terk eder.
İsmikân Sultan’ın babasının gemisinde çalışan Prikaşçik, hediyelerle birlikte İsmikân Sultan’ın yanına gelir. Karaca Oğlan’ın gidişine üzülen İsmikân Sultan hastalanıp yataklara düşer. Vücudu şişer. Karaca Oğlan için yeniden ölüm fermanı çıkaran Murat Paşa duruma dayanamaz ve kızını, şehrin dışına terk eder. Prikaşçik, Karaca Oğlan’ı bulur ve Murat Paşa’nın yanına doğru yola koyulurlar. Yolda İsmikân Sultan’ı gören Karaca Oğlan, sevgilisini affeder. Sevgilisini kaplıcalara götürüp iyileştirir.
İkisi evlenip muratlarına ererler. Prikaşçik ise onlara hizmetçi olur.

Kerem İle Aslı Hikâyesi
Bütün Türk cumhuriyetleri ve topluluklarında bilinmektedir. Hikâyenin doğuş yeri olarak Doğu Anadolu ve Azerbaycan gösterilir. Manzum kısımları nesir kısımlarına daha fazladır. Şükrü Elçin ve Ali Duymaz, hikâye hakkına çalışmışlardır. Hikâye din farklılığı üzerine kurulmuştur. Hikâyenin başında Aslı’nın adı Meryem, Kerem ‘in ise Muhammet’tir.

Özet: Âdil Şah, İsfahan’ın Şahı, Keşiş ise hazinedarıdır. Sıkıntıları, çocuklarının olmamasıdır. Yollara düşerler. İhtiyar bir adam dertlerini anlar ve onlara eşleriyle birlikte yemeleri için elma verir. Elma yenir, zamanı gelince çocuklar dünyaya gelir. Şah’ın oğlu Ahmet Mirza, Hazinedarın kızı da Kara Sultan adını alır. Beşik kertmesidirler. Aralarındaki din farkını dert edinen Hazinedar, işini terk edip, ailesiyle birlikte İsfahan’dan ayrılır, Zenge’ye göç eder. Ahmet Mirza uyuyakalır ve üçler, yediler, kırkların elinden bade içer. Rüyasında Kara Sultan’ı görür. Yollara düşer. Zenge’ye vardığında Keşişe misafir olur. Durumu anlayan Keşiş, Kara Sultan’ın öldüğü yalanını uydurur. Yas içindeki Ahmet Mirza, ava çıkar. Şahininin peşinden bir bahçede Kara Sultan’ı bulur. Diz dize türküler söylerler. Türkülerdeki “Kerem” ile “Aslı” isimlerini mahlas edinirler.
Ahmet Mirza hastalanır. Derdinin dermanı “Aslı”dır. Keşişe haber gönderilir. Durumu anlayan Keşiş, ailesini alıp kaçar. İyice dertlenen Kerem, arkadaşı Sofu’yu yanına alıp gurbete çıkar. Van yolunda Kırk haramilere yakalanır. Hak âşığı olduğu anlaşılınca serbest kalır. Türlü badirelerden sonra avcının tuzağındaki ceylanla söyleşir. Başı sıkışınca Hz. Hızır’ın yardımına mazhar olur. Erzurum’da Alık Paşa’nın kahvesinde türküler söyler. Yolu Kayseri’ye varınca diş çektirmek bahanesiyle Aslı’nın evine gider. Aslı’nın dizinde bütün dişlerini çektirir. Uzun zaman önce Aslı’dan aldığı mendille ağzındaki kanı silerken Aslı onu tanır. Evden çıkarken ayağı kapıya sıkışan Kerem, Aslı’ya olan aşkının üçte birinin kıza verilmesini niyaz eder. Dua kabul olur. Sevgililer gece vakti kaçmaya karar verirler. Gece vakti Kerem ve Sofu yakalanır. İdamına karar verilir. Kırk kızın arasından Aslı’yı tanıyan Kerem, hak âşığı olduğunu ispat eder ve idamdan kurtulur. Keşişten düğün hazırlıklarına başlaması istenir. Göçünü hazırlayan Keşiş yola çıkar. Peşinden gidildiyse de yakalanamaz. Kerem ve Sofu onları aramaya koyulur. Halep’te Külhanbeyi’nin yardımıyla Aslı’yı bulurlar. Kerem yine yakalanıp hapse atılır (genç kızla görünmesi suç sayıldı). Aslı bir başkasıyla evlendirilir. Halep Paşa’sı nikâh kıyılırken Aslı’yı alır ve Kerem’le evlendirmek ister.  Keşiş, kızının gelinliğini dikmek şartıyla razı gelir bu işe. Gerdekte, sihirle dokunan elbisenin düğmelerini açmaya çalışan Kerem sihre karşı koyamaz. Bir “ah” çeker ve ağzından çıkan alevle tutuşur. Aslı da bu ateşi söndürmeye çalışırken ateşe kapılır.  İkisi de yanıp kül olur. Keşiş ve karısı öldürülür. Sofu da, ismi Esma olan bir kızla evlenir.

Âşık Garip Hikâyesi
Balkanlardan Doğu Türkistan’a uzanan coğrafyada bilinmektedir. Azerbaycan çıkışlı olduğu görüşüne itibar edilmektedir. Fikret Türkmen’in doktora tezi bu hikâye ile ilgilidir. Dede Korkut Hikâyelerinden Kampüre’nin Oğlu Bamsı Beyrek hikâyesi ile arasında benzerlikler vardır (görmeyen gözün tedavisi, ağlamaktan dolayı gözleri kör olan anne, tedavide kanın mendille göze sürülmesi ile Haz. Hızır’ın atının ayağından alınan toprağın göze sürülmesi).

Özet: Tebrizli Hoca Maksud’un oğlu Resul ve kızı Güllü Han, büyüme çağındayken babaları ölür. Resul, arkadaşlarıyla içkili meclislere girer. Miras tükenir. Çalışması gerekir ancak bir baltaya sap olamaz. Berat gecesindeki bir sohbette Kelaoğlan, aşağılamak maksadıyla Resul’den saz çalmasını ister. Namazını kılıp dua eden Resul, rüyasında üçler, yediler, kırkların elinden bade içer. Hem âşıklığı öğrenir hem de Tiflisli Hoca Sinan’ın kızı Şah Senem’e sevdalanır. Annesi ve kız kardeşiyle birlikte Tiflis’e doğru yola çıkar. Tiflis’te Canım Hoca, aileye kucak açar. Resul’e Tiflis’te Garip adını yakıştırırlar. Âşık fasıllarında namı yürüyen Resul’den Hoca Sinan, yanında çalışmasını ister. Senem’in arzusuyla Garip, kızı babasından ister. Baba, başlık olarak kırk kese altın karşılığında razı olur. Sazını evin duvarına asan Garip, yollara düşer. Garip önce Erzurum’da itibar edinir. Senem, yazdığı mektubu Garip’e ulaştırsın diye Şah Veled’e verir. Senem’i seven Şah Veled, Kelaoğlan ile kafa kafaya verir. Garip’in daha önce Kelaoğlan’a verdiği gömleği kana bulayıp, Garip’in annesine götürürler. Oğlunun öldüğünü sana anne gece gün ağlar ve kör olur. Şah Veled, Senem’e dünür gönderir. Garip’in öldüğüne inanmayan Senem, Kelaoğlan’dan doğruyu söylemesini ister. Kelaoğlan oyunundan dönmez. Senem beddua eder. Çok geçmeden Keloğlan ölür. Garip’in annesi, kız kardeşi ve Senem, işin aslını öğrenebilmek için bir bezirgândan yardım isterler. Bezirgân, elinde Garip’in bade içtiği tas ile yollara düşer, nihayet Garip’i bulur. Olanları öğrenen Garip, Tiflis’e dönmek üzere yola koyulur. Yolda sıkıntılar yaşar ancak Hz. Hızır ona yardım eder. Evine vardığında kız kardeşi ancak duvardaki sazın telleri kopunca Garip’i tanır. Hz. Hızır’dan aldığı toprak ile annesinin gözlerini iyileştirir. Şah Senem’le Şah Veled’in düğünlerinin otur dokuzuncu günü gelmiştir. Garip, düğün evine gider. Sevdiğini alır. Kız kardeşi Güllü Han’ı Şah Veled’e verir. Hep birlikte düğün yaparlar.   

Tahir İle Zühre Hikâyesi
Türkçenin konuşulduğu hemen her yerde bilinmektedir. Çeşitli dillere çevrilmiş, opera ve filmlere de konu olmuştur. Fikret Türkmen’in doçentlik tezi bu hikâye hakkındadır (bu çalışmada hikâyenin 24 varyantı, epizotları, motifleri ele alınmıştır). Hikâye, öncelikle çocuksuzluk motifi üzerine kurulmuştur. Tahir’in ırmağa atılması önemli bir detaydır. Tayyizaman, tayyimekân ve cadı, dikkat çekici motifleridir.

Özet: Çocuğu olmayan padişah ve aynı dertten mustarip lalası kıyafet değiştirerek yolculuğa çıkarlar. Karşılarına çıkan derviş onlara elma verir. 9 ay kadar sonra padişahın bir kızı, lalanın ise oğlu olur. Tahir ile Zühre, birlikte büyürler, okula giderler. Zühre’nin su kenarında (bazı varyantlarda su üzerinde)bahçesi ve sarayı vardır. Sarayın bahçesinde birbirlerine türküler söylerler. Padişahın Arap Köle’si Tahir ile Zühre’nin birbirlerine âşık olduğu haberini herkese yarar. Babası kızı Tahir’e vermeye razıysa da anne razı olmaz ve büyücüden yardım ister. Büyü işe yarar ve Zühre, Tahir’den soğur. Zühre, bir köşk yaptırıp dadısıyla birlikte köşke taşınır. Dadı, Zühre’ye annesinin yaptıklarını anlatır. Yeniden Tahir’le görüşmeye başlar. Padişah, durumu öğrenince sevdalıları yakalar. Tahir, Mardin’e sürgün edilir. Aradan 7 yıl geçer. Kervancı (Keloğlan), Zühre’nin Tahir için söylediği türküyü işitir ve bu türküyle ilgili haberleri Mardin’deki Tahir’e ulaştırır. Zühre’nin darda olduğu düşüncesiyle daralan Tahir dua eder. Hz. Hızır gelir ve Tahir bir anda kendini Zühre’nin yanında bulur. Ne var ki Zühre Tahir’i tanıyamaz. Tahir’i dilenci sanan Zühre, ona sadaka vermek ister. Tahir ailesine kavuşur ve yeniden Zühre ile görüşmeye başlar. Arap Köle, padişahı durumdan haberdar eder. Padişah askerlerini Tahir’in üstüne salar. Birçok askeri öldüren Tahir işin sonunun gelmeyeceğini anlar ve teslim olur. Teslim olan Tahir, bir sandığa kapatılarak nehre atılır. Göl Padişahının kızına mektup yazan Zühre, sevgilisinin kurtarılmasını ister. Kız Tahir’i görüp âşık olur ancak karşılık bulamaz. Tahir yine Hz. Hızır’ın yardımıyla Zühre’ye kavuşur. Ne var ki Zühre bir başkasına verilmiştir. Tahir’i düğün evinde gören Arap Köle, padişahı durumdan haberdar eder. Tahir yine yakalanır ve bu defa canını alması için Allah’a yalvarır. Tahir oracıkta ölür. Zühre’de dua edip ölüverir. Arap Köle intihar eder. Âşıklar defnedilir. Tahir’in mezarından kırmızı, Zühre’ninkinden beyaz gül biter. Arap Köle’nin mezarından da karaçalı çıkar. Güller birbirine kavuşacakken karaçalı aralarına girer.

Arzu İle Kamber Hikâyesi
Türkiye dışında Musul, Kerkük ve Balkanlarda bilinmektedir. Doğuş yeri olarak Kerkük gösterilir. Hikâyenin manzum kısımları mani şeklindedir. Esma Şimşek’in yüksek lisans tezi bu hikâye ile ilgilidir. Göçebe hayatından izler taşıması bakımından önemli bir hikâyedir. Hikâyenin kurgusunda dua çok önemli bir yere sahiptir.

Özet: Çoban Ahmet’in erkek çocuğu olmaz. Koyunlarını otlatırken ırmağın üzerinde sandık bulur. Sandıkta bir çocuk bulur. Adını Kamber koyar. Kamber, Ahmet’in kızı Arzu ile birlikte büyük. Birbirlerini kardeş sanırlar. Kamber okuldan eve dönerken rastladığı yaşlı bir kadından Arzu’yla kardeş olmadıklarını öğrenir. Arzu ile Kamber birbirlerini sevmeye başlarlar. Sevdalıları gören kocakarı, aralarını bozmak için şölen tertip eder. Arzu’nun annesinin sütü ile yemek yapılıp Kamber’e yedirilecektir. Arzu’nun kardeşi olanları duyar, Arzu’ya haber eder, Arzu’da Kamber’i uyarır. Kamber şehirde bir ağanın yanında çalışmaya başlar. Ağanın oğlu bir yol Arzu’yu görür ve âşık olur. Babasını Arzu’ya dünür gönderir. Babası Arzu’yu oğlana verir. Kamber olanları duyunca dayısı Araz Bey’in yanına gider. Dayısı Kamber’e kırk atlı verir Arzu’yu kaçırması için. Kendi atı olan Düldül’ü de Kamber’e vermiştir. Atlıları gören kocakarı mezarlığa gider ve ağlamaya başlar. Ne olduğunu soran Kamber’e Arzu’nun öldüğünü söyler. Bayılıp düşen Kamber kendine geldikten sonra dağa çıkar. Bir zaman sonra mezarlığa gider ama Arzu’ya ait mezarı bulamaz. Oradaki çiftçiden Arzu’nun ölmediğini, ağanın oğluyla düğününün yapıldığını öğrenir. Düğün evinde Kamber’i tanımazlıktan gelirler. Kamber beddua eder. Düğünden sonra gelini götürmek için at ararlar. Arzu’nun bindiği bütün atların beli kırılır. Sadece Kamber’in atı sağlam kalır. At, Kamber’den başkasını yanına yaklaştırmaz. Kamber atı tutar ve Arzu ata biner. Yolda Arzu atı mahmuzlayınca at Kamber’in ayaklarına basar. Kamber’in çizmeleri kanla dolar. Kanı silsin diye Arzu Kamber’e mendil uzatır. Kamber Arzu’yu öper ve oradan uzaklaşır. Arzu, ağanın evine gelin gider ama Kamber’in bedduası sonucu damat ölür. Şehirde yas ilan edilir. Diyar diyar gezen Kamber Arzu’nun dizinin dibinde ölmek ister ve şehre döner. Arzu’nun yanına varır. Çok yorgun olduğunu söyleyerek kızın dizine yaslanır. Sabaha kadar bekleyen Arzu, Kamber’in öldüğünü nihayet anlar. Kamber’in ölümüne dayanamayan Arzu ölmek ister ve dileği kabul olur. Kızın babasıyla beraber, Arzu’yu aramaya çıkan kocakarı, bir gül ağacının dibinde bulur âşıkları. Olan biteni kızın babasına anlatır. Sinirlenen baba, kocakarıyı öldürür. Âşıklar defnedilir. İkisinin mezarı üzerinde birer gül biter ancak aralarına giren karaçalı kavuşmalarını engeller.

Hurşit İle Mahımihri Hikâyesi
 Türkiye ve Balkanlar dışında Türk devletlerinde bilinmemektedir. Saim Sakaoğlu ve Ali Duymaz’ın hikâye ile ilgili yayımlanmış kitapları vardır. Göçebe hayatı üzerine alegorik bir hikâyedir.

Özet: Hurşit, Padişahın oğludur. Evlilik çağına geldiğinde kendisine denk bir kız bulanamayacağını düşünür. Hurşit kibirlidir bu konuda. Mahımihri ise Uçma’an şehrinin beyinin kızıdır. Bey, kızına layık erkek olmadığını düşünmektedir. Hurşit, rüyasında Murat Tepesi’ndedir. Orada kırklarla karşılaşır. Kırklar ona Mahımihri’nin suretini gösterir ve bade içirir. Hurşit bayılır. Kırklar Hurşit’e bu rüyadan kimseye söz etmemesini tembihleyerek kaybolurlar. Hurşit, derdini kimseye açamaz. Öte yandan Mahımihri’nin aşkından divane olur. Hıde kenarındaki sarayında turnalara sevgilisinin yerini sorar. Aylar geçer, Hurşit dertlidir. Şehrin içinden yedi sarhoş padişaha gelip Hurşit’in derdine çare bulabileceklerini söylerler. Meclis kurulur, sazını eline alan Hurşit içini döker. Anlattıklarını dinleyenler onun aya âşık olduğunu sanırlar. Kırkların vaat ettiği süre dolunca Hurşit, gösterilen yere gider. Geylani Yaylası’nda kurulu çadırları görür. Av yakalamak için şahinini salar. Obanın erkekleri Kara Han ile savaşmaya gider. Obada sadece kadınlar vardır. Şahini arayan Hurşit, Mahımihri’yi görür, düşer bayılır. Hoca çağrılır, çadır kurulur. Mahımihri, Hurşit’e sarılır ve baygın olan ayılır. Sazını eline alıp derdini söyler. Sevdalılar sözleşip ayrılırlar. Padişah kızın evine dünür gider. Kızın kardeşleri kırk gün süre isterler. Otuz gün sonra yedi kardeş, Mahımihri’yi alarak uzaklara gider. Bunu haber alan Hurşit deliye döner. O da gurbete çıkar. Bir çeşme başına ocak taşının altında sevdasının mektubunu bulur. Mektupta, sevgilisinin Yüzbaşı Han ile evlendirileceğini öğrenir. Yola düşen Hurşit Uçma’an şehrinde yaşlı bir kadına misafir olur. Yaşlı kadın Hurşit’i Hasbahçeye götürür. Hurşit burada beyin kızı Boz Kula’yı görür. Derdini anlatır. Burada bulunan Hasret Hatun Hurşit’e yardım eder. Kara Han’ın üç oğlundan, Hurşit’e yardım etmelerini ister. Kara Han, Hurşit’i hazinedarının yanına yardımcı olarak yerleştirir. Kara Han’ın huzurunda derdini anlatır. Kahvede meclis kurulur. Hurşit, sazı elinde söylemeye devam eder. Kadehçibaşı, şerbetlere rakı katar ve herkes sarhoş olur. Hasret Hatun, Mahımihri’yi Hurşit’in yanına getirir. Sevdalılar kaçarlar. Yolda düşmanlarını alt ederler ama kırk haramilere yakalanmaktan kurtulamazlar. Bir Arap, Hurşit’i öldürmekle görevlendirilir. Arap, Hurşit’in babasının adamıdır. Arap, Hurşit’e yardım eder, ikisi birlikte kırk haramileri öldürürler. Yurtlarına dönüp evlenirler.


Ünite 6

Dede Korkut Meddah ve İstanbul Hikâyeleri

Dede Korkut Hikâyeleri
İki yazmasından biri Almanya’da Dresden’de diğeri Vatikan’dadır. Dresden yazması 1815 yılında H.O. Fleischer tarafından bulundu. Yazmayı bilim dünyasına H.F. von Diez tanıtmıştır. Vatikan nüshası 1950 yılında Ettore Rossi tarafından bilim dünyasına tanıtıldı.
Birinci hikâye, Dirse Han Oğlu Boğaç Han ve on ikinci hikâye İç Oğuzun Dış Oğuza Asi Olup Beyrek’in Öldürülmesi, Oğuzların kendi aralarındaki mücadeleleri konu edinir. Basat’ın Tepegöz’ü Öldürdüğü Hikâye ile Duha Koca Oğlu Deli Dumrul Hikâyesi ise Oğuzların olağanüstü güçlerle mücadelelerini konu edinir. Salur Kazan’un Evinin Yağmalanması, Kam Püre Oğlu Beyrek, Kazan Bey’in Oğlu Uruz Bey’in Esir Düşmesi, Kanlı Koca Oğlu Kan Turalı, Kazılık Koca Oğlu Yigenek, Begil Oğlu Emren, Uşun Koca Oğlu Segrek, Salur Kazan’ın Tutsak Olup Oğlu Uruz’un Kurtarması ise Oğuzların komşuları ile olan mücadelelerini anlatır.
Bekir Çobanzade, 1936 yılındaki bir makalesinde 13. hikâyenin Leningrad şehrinde şarkiyat enstitüsündeki yazmalar arasında olduğundan söz etmişse de bu bilgi doğrulanamamıştır.
Kazakistan kaynaklarına göre Dede Korkut, Kızılordalıdır ve mezarı Sirderya Irmağı kenarındadır. Doğumu 36 ayda gerçekleşmiştir. O doğunca mevsim değişmiş. Ölünce de olağanüstülükler olmuş. Rivayete göre 295 yıl yaşamıştır. Öleceğini anlayınca dört bir yana at sürmüş ve sonunda Sirderya Irmağı kenarında seccadesini serip ibadet etmiş. Bir yılan onu sokmuş. Irmağın dalgaları onu mezarının olduğu yere bırakmıştır.
Adam Olerarius, 1638 yılında Demirkapı Derbenti’ndeki mezarları araştırmış. Mezarlardan birinin Dede Korkut’a ait olduğunu söylemiştir. Barthold bu bilgiyi doğrulayamamıştır.
Bayburt ili de Dede Korkut’a ev sahipliği yapmak istemiştir (Bamsı Beyrek ve Tepegöz’e de sahip çıkmaktadır).

Dede Korkut hikâyeleri, 9 ve 11. yüzyıllarda oluşmuştur. 15. yüzyıl sonlarında yazıya geçirilmişlerdir.
Hikâyeler, hanlar hanı Bayındır Han veya Salur Kazan’ın verdiği ziyafetle başlar. Oğuz Beyleri izin alıp ava giderler. Bu sırada yurtları düşman saldırısına uğrar. Mallarını kaybederler. Bir bir avdan dönen Oğuz Beyleri düşmanları yenerek yurtlarını kurtarırlar. Hikâyenin coğrafyası Hazar Denizi’nin iki yakasıdır. Kazılık Dağı ve Ala Dağ, Hazar Denizi’nin doğusundaki yerlerdendir. Dede Korkut, Oğuzların akıl hocasıdır. Çocuklara ad koyar, bekârları evlendirir. Aynı zamanda kopuzu icat eden kişidir, ozanların piridir.
Hanlar Hanı Bayındır Han ne üst mevkidedir. Salur Kazan, ondan sonra gelir. Her beyin bir divanı vardır. Çocuklara avlanıp, kuş kuşladıktan ve baş kestikten sonra beylik verilir. Bunları yapamayan çocuklara ad verilmez. Hikâyelerde beylerin yanında 300, çocukların yanında ise 40 yiğit vardır. Hatunların yanında da 40 ince belli kız vardır.

Hikâyelerde Oğuzlar Müslümandır ancak din kuvvetli bir unsur olarak öne çıkmaz. Sefere çıkmazdan iki rekât namaz kılarlar. Düşmana saldırırlarken salavat getirirler. Düşman kalelerindeki kiliseleri camiye çevirirler. Keşişleri öldürüp ezan okuturlar. Hikâyelerde dört büyük melek, Hz. Musa ve Hz. Muhammed, üç halife (Hz. Ömer hariç diğerleri) ve Kur’an-ı Kerim’in bazı surelerinden söz edilir. İslamiyet’in yasakladığı içkiyi içerler. At eti yerler. Deli Dumrul Allah tanımaz ve onunla savaşmak ister.
Hikâyelerde aile çok kuvvetlidir. Bamsı Beyrek dışında bütün Oğuz beyleri tek eşlidir. Kadınlara karşı saygılıdırlar. Alp tipi evlilik vardır. Beşik kertmesi evlilikler de vardır. Hikâyelerde ikiyüzlülük yoktur. Erkekler ve kadınlar merttir. Hikâyelerdeki tek yalancı Yalancıoğlu Yaltacuk ise konu gereği hikâyede geçmektedir(Bamsı Beyrek).  Anne hakkı çok değerli tutulur. Erkek çocuk tercih edilir. Hayat tarzı göçebeliktir. Tek varlıları sürüleridir. Kopuz hemen her Oğuz beyinin yanından eksik etmediği müzik aletidir. Bunun yanında savaşlara gidilirken davul çalınır. Tabiat çok etkindir, canlıdır, heybetlidir; dağlar geçit vermez. Hemen her hikâyede ava çıkılır. Önemli kararların pek çoğu da av alanında alınır.
Kilisli Muallim Rıfat, Orhan Şaik Gökyay, Muharrem Ergin, Saim Sakaoğlu, Osman Fikri Sertkaya, Semih Tezcan, Dursun Yıldırım, Keriman Üstünova, Güllü Yoloğlu, Ali Duymaz vs. hikâyelerle ilgili bilimsel çalışmalar yapmışlardır.

Tarihi Kaynaklarda Dede Korkut Hikâyeleri
Câmiü’t-tavrih: İlhanlı veziri Reşidüddin’in bir heyetle birlikte yazdığı eserin Târih-i Oğuz u Türkân u hikâyet-i cihangir-i u adlı bölümünde dört Oğuz hükümdarının çağdaşı olarak Korkut Ata’dan söz edilir.
Dürerü’t-ticân: Mısırlı tarihçi Ebû Bekr b. Abdullah b. Aybek ed-Devâdârî, bir Oğuzname ve Tepegöz hikâyesinden söz eder.
Selçukname: Yazıcıoğlu tarafından yazılan eserde 65 satırlık bir Oğuzname bulunmaktadır.
Hazihi er-risâleti min kelimâti Oğuznâme el-meşhur bi-Atalar sözi: 15. yüzyılda Emir Süleyman döneminde yazılmış eserde bazı hikâye kahramanlarından söz edilmektedir.
Târih-i âl-i Selçuk: Yazıcıoğlu Ali tarafından 15. yüzyılda II. Murat adına yazılan eserde Dede Korkut Hikâyelerinin girişindeki cümlelere benzer sözler yer almaktadır.
Câm-i Cemâyin: Tebrizli Hasan b. Mahmud Bayatî’nin eserinde Dede Korkut’un adı geçmektedir.
Nesâimü’l-mahabbe: Ali Şir Nevâî’nin Camî’nin Nefahatü’l-üns’den çevirme ve tamlama yoluyla yazdığı eserde Dede Korkut’tan söz edilmektedir.
Tevârih-i cedîd-i mir’at-i cihan: Bayburtlu Osman’ın eserinde hikâyelerdeki bazı kahramanlardan söz edilmektedir.
Şerefnâme: Şeref Han’ın 1597’de tamamladığı eserin girişinde Dede Korkut hikâyelerinde bahsi geçen Bügdüz Emen’in elçi olarak Hz. Peygamber’e gönderilmesi anlatılır.
Edirneli Ruhi: Hikâyelerde söz edilen Kayı Boyu ile ilgili cümlelerin benzerlerini Ruhi’nin eserinde de görmekteyiz. Aynı bilgileri Müneccimbaşı’da eserinde tekrarlamaktadır.
Şecere-i Terâkkime: Ebulgazi Bahadır Han’ın 1659-1660 yıllarında tamamladığı eserde Dede Korkut ve bazı hikâye kahramanlarından söz edilmektedir.
Târih-i Dost Sultan: Eserde Dede Korkut’tan söz edilmektedir.
Seyahatnâme: Evliya Çelebi’nin eserinde Dede Korkut’un Demirkapı Derbendi ve Ahlat’ta olduğu söylenen mezarları hakkında bilgiler vermektedir.
Tuhfetü’s-sürûr: Hafız Derviş Ali Çengî’nin eserinde kopuz ve bazı kahramanlardan söz edilmektedir.
Leyla – Mecnun: Kul Ata’nın mesnevisinde Dede Korkut özellikleriyle birlikte anlatılır.
Adam Olearius: Fransız oryantalisti bu zat 1638 yılında Demirkapı Derbendi’nden geçerken mezarlardan birinin Dede Korkut’a ait olduğundan söz etmiştir.  

Yaşayan Dede Korkut Hikâyeleri
Hazar Denizi’nin iki yakasında Bamsı Beyrek, Tepegöz ve Deli Dumrul hikâyeleri sözlü kaynaklarda anlatılmaya devam etmektedir. Bamsı Beyrek hikâyesi coğrafyamızda “bey arı,” “ak kavak kızı,” “bey börek,” babörek,” “bolbörek,” “bayram bey” gibi değişik adlar altında masal veya hikâye şeklinde anlatılmaya devam etmektedir. Aynı hikâye Hazar Denizi’nin doğusunda “alpamış”, “alpamışka”, “alıpmanaş” gibi adlar altında destani özellikler göstererek anlatılmaktadır. Âşık Garip hikâyesi ise Bamsı Beyrek hikâyesiyle benzerlikler gösterir.
Dede Korkut hikâyelerinden Kan Turalı ile Şah İsmail hikâyesi arasında da benzerlikler vardır: Kan Turalı, vahşi hayvanları güreşle yenerek Selcan Hatun’la evlenmeye hak kazanmıştır. İkisi birlikte yola çıkarlar. Kan Turalı’nın uykusu gelir ve Selcan Hatun’un dizinde yedi gün uyur. Geriden gelen Trabzon tekürünün askerleriyle Selcan Hatun bir başına savaşır. Şah İsmail hikâyesinde de Şah İsmail, Hindistan dönüşü yorgun düşer ve uyur. Geriden gelen Hint askerleriyle Arapüzengi savaşır.
Tepegöz’ün dünya genelinde yüzlerce varyantı vardır.
Konuyla ilgili olarak Metin Ekici’nin ayrıntılı bir çalışması vardır.

Dede Korkut Hikâyeleri ve Halk Hikâyeleri
Muharrem Ergin, Dede Korkut hikâyelerinin, Oğuzların yakın doğuya gelmeden önce Sirderya kıyılarında yaşarlarken, komşuları Peçenek ve Kıpçaklarla olan mücadelelerini konu ettiğini söyler. Boratav, destandan romana geçişte eşik olarak Dede Korkut hikâyelerini gösterir. Destan anlatan ozanların yerini 15. yüzyıldan itibaren âşıkların alması bu görüşü doğrulamaktadır.

Dede Korkut hikâyeleri ile halk hikâyeleri arasındaki benzerlikler: a)Her ikisi de nazım ve nesir karışımıdır (Dede Korkut hikâyelerinde boy sözcüğü hikâye anlamında kullanılmıştır). b) Aralarında konu ve motif bakımından benzerlikler vardır: 
a) Kırk ince belli kız / Dede Korkut hikâyelerinde beylerin yanında 40 yiğit, hatunların yanında da 40 ince belli kız vardır. Âşık hikâyelerinden Cihan ve Abdullah’ta ve Kirmanşah hikâyesinde Mahperi’nin yanında,  Sevdakâr Şah ile Gülenaz Sultan hikâyesinde Sevdakâr’ın yanında, Âşık İmdat Kapağan’ın anlattığı Salman Bey ile Turnatel Hanım hikâyesinde Turnatel’in yanında 40 kız bulunmaktadır. 
b) Kül tepeçük olmaz, gülyegü oğul olmaz / Dede Korkut hikâyelerinin girişindeki bu söz Âşık Şevki Halıcı’nın iki hikâyesinde karşımıza çıkmaktadır. 
c) At ayağı külüg ozan dili çevik olur / Bu kalıp ifade hikâyeye akıcılık kattığı gibi uzun bir sürede gerçekleşmiş olayların kısa bir hikâyede anlatılmasına da işaret etmektedir. Bu kalıp ifadenin benzerleri Âşık Şevki Halıcı, Âşık Laçin Aladağlı, Âşık Halik Sarıçay, Âşık İlyas Kaya, Âşık İslam Erdener ve Âşık Şeref Taşlıova’nın hikâyelerinde de vardır.  
ç) Av avladılar kuş kuşladırlar / Bu kalıp ifade, Ardahan, Kars ve Iğdır çevresindeki halk hikâyelerinde karşımıza çıkar. 
d) Açların doyurulması çıplakların giydirilmesi / Orhun Anıtlarında da karşımıza çıkan bu ifade sosyal devletin tanımı mahiyetindedir. Dede Korkut hikâyelerinde yılda bir kez düzenlenen toyda, açlar doyurulur, çıplaklar giydirilir. Âşık Şevki Halıcı’nın anlattığı Kerem ile Aslı’da doğum üzerine verilen ziyafette benzer etkinlikler gerçekleşir. Âşık İlyas Kaya’nın anlattığı Latif Şah hikâyesinde de aynı motif vardır. 
e) Deliler / Dede Korkut hikâyelerinde kahramanlık sıfatı olarak kullanılan deli tabiriyle üç kişi anlatılmaktadır: Deli Dündar, Deli Karçar veDeli Dumrul. Doğu Anadolu’da anlatılan hikâyelerde de benzer nitelikte Deli Becan karşımıza çıkar. Köroğlu’nun keleşlerinden Koca Arap ile Deli Karçar, Deli Dündar, Kanturalı ve Boğaç Han tiplerinde de benzerlikler vardır. 
f) Yas adetleri / Dede Korkut hikâyelerindeki ak çıkarıp karalar giyme, kavuğu yere çalarak ağlama şekilleri halk hikâyelerinde de vardır. 
g) Antlar / Kız ve erkek kahramanların uyumadan önce aralarına kılıç koymaları Dede Korkut hikâyelerinde sıkça karşımıza çıkar. Şah İsmail, Kirmanşah ve Yaralı Mahmut gibi hikâyelerde de benzer motifler vardır. 
h) İnsan başından kale yapma / Kan Turalı hikâyesinde Trabzon’da yaşayan Selcen Hatun’un insan başından yaptığı kale, Kirmanşah hikâyesinde de karşımıza çıkar. 
ı) Çocuksuzluk / Direse han oğlu Boğaç Han hikâyesinde Hanlar Hanı Bayındır Han’ın düzenlediği toyda, oğlu kızı olanlar ak çadıra, kızı olanlar kırmızı çadıra, çocuksuz olanlar kara çadıra oturtulur. Çocuksuzluk motifi Bamsı Beyrek hikâyesinde de karşımıza çıkar. Sevgi temalı halk hikâyelerinin hemen hepsinde de çocuksuzluk motifi vardır.

Meddah Hikâyeleri
Bir dönem şairliği, hekimliği, büyü işlerini bir arada yürüten ozan, baksı, kam ve şamanlar daha sonra kendi aralarında iş bölümü yaparak şiir söyleme ve kopuz çalmayı ozanlara; büyü ve hekimliği kam, baksı ve şamanlara bırakmışlardır. Ozanlar kopuz çalıp şiir söyledikleri gibi hikâye ve destan da anlatırlardı. 15 yüzyıldan sonra görülmeye başlanan meddah hikâyeleriyle halk hikâyeleri arasındaki farklılıklar: Meddah hikâyelerinin konusu gerçek olaylardır (diğerleri hayali ve fantastik olaylardır). Meddah hikâyelerini anlatanlar profesyonel sanatçılar gibidir (diğerleri ozanlar ve kopuzculardan başka, meddah ve hekâtçı dediğimiz kişiler tarafından anlatılır). Anlatımda süsleme yoktur (diğerlerinde süsleme amacıyla abartılı tasvirler yapılır). Meddah hikâyelerinin kahraman kadroları geniştir (diğerlerinde hikâye bir/iki kahraman etrafında kurgulanır). Meddah hikâyelerinde şehir kültürü ağırlığı belli eder (diğerlerinde halk kültürü öğeleri göze çarpar). Meddah hikâyelerinde mitolojik öğeler yok denecek kadar azdır (diğerlerinde mitolojik öğeler çok fazladır). Meddah anlatıcıları mendil ve sopayı aksesuar olarak kullanır (diğerleri sazıyla hikâye anlatır). Meddah hikâyeleri şiirsizdir (diğerleri şiir bakımından zengindir).

Meddah hikâyeleri büyük şehirlerde daha çok cami yakınlarındaki kahvelerde anlatılırdı. Evliya Çelebi’nin esrinde meddah geleneğinin 17. yüzyılda İstanbul, Bursa, Erzurum ve Malatya’da yaygın olduğunu biliyoruz. Bizim meddah dediğimiz kimselere Araplar “kıssas” Acemler “kıssadan” derlerdi (Köprülü).
Meddahlar halkı eğlendirmekle kalmaz aynı zamanda eğitirlerdi de. Padişahın sıkıntılı zamanlarında saraya çağırılan meddahlar duruma uygun hikâyeler anlatarak padişahı rahatlatırlardı bu bakımdan bugünün psikologları gibi bir işleve sahip oldukları da söylenebilir. İlk meddah I. Bayezid’in sarayında bulunan Kör Hasan’dır. Son meddah ise 1973’te vefat eden İsmail Dümbüllü’dür. Günümüzde bu işi yapanlar; Cem Yılmaz, Ata Demirer, Ferhan Şensoy gibi isimlerdir.
Fütüvvet teşkilatını, yapısını, usul, adap, erkân ve ilkelerini kapsayan nizamname niteliğindeki fütüvvet-nâme’de meddahların özellikleri
a) Üstün yetenek ve söz ustalıklarıyla Hz. Peygamber ve ehli beyti öven onlarla ilgili sözleri, hikâyeleri manzum olarak söyleyenler. 
b) Büyüklerin şiirlerini ve manzum eserleri okuyanlar ve halka yararlı olanlar. Bunlara râvî denilir ve meddah sayılırlar. 
c) Meddahlık yanında halka yararlı başka işler yapanlar (sakalık gibi). 
d) Çeşitli şiirleri bilenler. Bunlar bildikleri şiirleri kapı önlerinde okuyarak para dilenirler. Bu guruptakiler meddah görünümünde olsalar da meddah sayılmazlar.

Kitabî Mensur Realist İstanbul Halk Hikâyeleri
Tayyarezade, Cevri Çelebi, Sansar Mustafa, Hançerli Hanım, Tıflî ile İki Biraderlerin Hikâyesi adlarıyla bilinen bu hikâyeler IV. Murat döneminde oluşmuştur. Masal ve halk hikâyelerindeki olağanüstülüklerin yerini bu metinlerde tesadüfler alır. Daha çok masala benzerler (bütün hikâyelerin sonunda kötüler cezalandırılır, iyiler ödüllendirilir). Realist İstanbul hikâyeleri başlığı altındaki eserlerde kahramanlar gerçek hayattan kişilerdir (Sultan IV. Murat bu kahramanlardan biridir). Anlatım tarzları birbirlerine benzer. Hikâyelerde kısa da olsa manzum parçalar bulunur. Aruz veznindeki bu şiirlerin sanat değeri yüksektir. Köprülü, Özdemir Nutku, Boratav, Şükrü Elçin, Saim Sakaoğlu, Pakize Aytaç gibi isimler konuyla ilgili çalışmalar yapmışlardır.

Tayyarezade Hikâyesi
IV. Murat döneminin zengin defterdarı Hüseyin Efendi yalnızlık çekmektedir. Derviş Mahmut’un bulduğu Tayyarezade’yi evlat edinir. Bayram iznine giden Tayyarezade’ye yanlışlıkla uşak için hazırlanan bohça verilince buna alınır ve geri dönmemeye yemin eder. Tayyarezade’yi aramaya çıkan Hüseyin Efendi’de kayıplara karışır. Bir hafta sonra onun mühürlü kâğıdını getiren biri bin altın alıp gider. Olay tekrarlanınca Tayyarezade’den şüphelenilir. Karısı ve cariyeleri onu dövmek için hareketlenir ancak Hüseyin Efendi’yi gittikleri yerde bulamazlar. Tayyarezade’nin içine de kurt düşer. Para istemeye gelen adam takip edilir ve Hüseyin Efendi’nin Sultanahmet’te Fazıl Paşa Sarayı’nda batakhaneye düştüğü anlaşılır. Paşa’nın kızı Gevherli Hanım dul kaldıktan sonra sarayı batakhaneye çevirmiştir. Buraya düşen zengin adamlar soyulduktan sonra öldürülmektedir. Tayyarezade ve ona yetişen cariyeler, birlikte içeriye girerler.Tayyarezade’ye aşık olan cariye Sahba Kalfa, aslı işlerinin zengin adamları peşlerine takıp saraya getirmek olduğunu anlatır. Tayyarezade, Hüseyin Efendi’den alınan yüzükleri yapan dervişi bulmak üzere izin alıp dışarıya çıkar. Derviş kıyafeti içerisinde, yanında Tıflî’yla dolaşan IV. Murat’a rastlar, durumu anlatır, birlikte saraya dönerler. Padişahı kurban sanıp özel odaya almak isterler. Sultan sinirlenir ve Gevherli Hanım’ı öldürür. Esirler kurtulur. Hüseyin Efendi yeniden defterdar olur. Tayyarezade, Sahba Kalfa ile nişanlanır. Kendisine Gevherli’nin mallarının yanında 20 cariye bağışlanır. Bunun yanında sultana da musahip olur.

Sansar Mustafa
IV. Murat, musahibi Tıflî Efendi’den Tophane’de seyir günü olduğunu öğrenir. Mevlevi kılığında, Derviş Hasan ve Derviş Hüseyin adlarıyla seyre çıkarlar. Berber dükkânında gördükleri birini merak ederler. Adı Ahmet olan delikanlı ertesi gün işe gitmez. Babasının söylediğine göre lakabı “sansar” olan Mustafa onu kaçırmış ve Panayot’un meyhanesinin üstünde bir odaya kapatmıştır. Sultan emir verir, pek çok insan Ahmet’i aramaya çıkar. Ahmet, Dolmabahçe’deki bir evde Mustafa’nın bulduğu bir kadınla birliktedir. Kadın, Ahmet’ten hoşlandığı için yerlerini ihbar etmez ancak Mustafa yine de tedbiri elden bırakmaz ve kadını öldürüp denize atar. Dürbünle denizi seyreden Sultan tesadüfen olaya tanık olur. Mustafa ve Ahmet yakalanır. Bir gece Cumapazarı’nda uyumaktayken öldürdüğü iki arnavut’un elbiselerini giyip Mısır’a gitmek üzere Ahmet’le birlikte kalyona binerler. İskenderiye’de Kahveciliğe başlarlar. 5/6 yıl sonra, memleketini özleyen Ahmet İstanbul’a döner. Sansar yakalanır ve huzura çıkarılır. Her şeyi anlatan Sansar, Ahmet’in kardeşiyle evlendirilir. Ahmet’e de haremden bir kız verilir.

Cevri Çelebi
Cevri Çelebi, Yusuf Çavuş’un konağının penceresinde gördüğü Abdî’ye âşık olur. Yusuf öldükten sonra Abdî’ye yaklaşmaya çalışır. Bin altın karşılığında Abdî’nin tasvirini yaptırır. Tasvirin arkasında da güzel bir kız resmi vardır. Abdî’de bu kızın resmine vurulur. Kızın bulunması şartıyla Cevrî’yle dosluğa devam edeceğini söyler. Düşkünlükleri ikisini de hasta eder. Üzülen anneler kızı aramaya başlarlar. Hoca Mahmut’un kızı Rukiye’dir aranan. Anneler bir bahane kızın evine misafir olurlar. Abdî’nin tasvirini kıza gösterirler. Kız resme vurulur. Çengi kılığına giren Abdî Rukiye’yi alıp Hoca Mahmut’un yalısına gider. Cevri Çelebi’de yalıya çağrılır. Cevrî, bütün olup bitenleri IV. Murat’a anlatır. Abdî ile Rukiye evlendirilir. Cevrî’ye de saraydan bir kız verilir. Rukiye’nin babası da bezirgânbaşı olur.

Tıflî ile İki Biraderler
Hasan ve Hüseyin adlı iki arkadaş, babalarından kalan serveti tükettikten sonra evlenmeye karar verirler. Kayıkçılığa başlarlar. Hasa, Rumeli Hisarı’na müşteri götürürken Bebek’teki bir yalıdan gürültüler duyar. Dönüşte yalıya yaklaşan Hasan’ın kayığına bir kız atlayıverir. Nişanlısı Kazazoğlu’nun gönül eğlencelerinden usanan bu kız Musa Çelebi’nin kızıdır. Kızı ertesi gün baba evine götürmek üzere evine götürür. Kızı aşüfte sanan Hüseyin, kıza sarkıntılık eder. Hasan’da arkadaşını öldürüp cesedi denize atar. Kızı da babasına teslim eder. Müşteri beklerken uyuyakalan Hasan’ın kayığına IV. Murat ve Tıflî gelip binerler. Hasan anlatır başından geçenleri. Sultan, Hasan’a ev alı ve kızla evlendirir. Kızın eski nişanlısı ve halası (nişanlısı ile kızın halası aynı saftaydılar) sürgün edilirler.

Hançerli Hanım
Bedastanî Halil Efendi, IV. Murat döneminin sayılı zenginlerindendir. Ticareti bırakır, zamanını İbrahim Bey ile dostluk ederek geçirir. Ölümünden sonra oğlu Süleyman’ın etrafındaki serseriler bütün serveti tüketirler. İbrahim Bey onu bir dükkâna yerleştirir. Zengin bir kadın Süleyman’a âşık olur. Süleyman’da kadının cariyesi Kamer’e âşık olur. Süleyman’ı işten çıkaran Hançerli Hürmüz, annesine de bir konak alır. Kamer’in Süleyman’a yakınlığı sezip nice işkenceden sonra kızı ormana attırır. Süleyman, kızı kurtarır. Hançerli, onu da cezalandırmak ister. Ada gezisine çıkarlar. IV. Murat ve Tıflî’de Bekri Mustafa’nın kayığı ile ada yakınlarındadırlar. Süleyman’ı hançerleyip denize atan kadını görürler. Tıflî delikanlıyı denizden çıkarıp tedavisiyle ilgilenir. İyileştikten sonra da önce Mısır’a, sonra da Trabzon ve İran’a gönderir (kadının intikamından korunsun diye). Hançeli’nin işleri Sultan’a anlatılır, Hançerli cezalandırılırken Süleyman’ın ricasıyla affedilir. Hançerli, Kamer’i azat eder. Bütün malını sevdalılara vakfeder. Sevdalılar evlenir. Delikanlı saraya nedim olur.

Kitap Bitti (gerisi ek metinler)


7 yorum:

  1. Çok güzel,çok faydalı teşekkürler

    YanıtlaSil
  2. güzel bilgi. bazı hocalar dershanelerde dahi kullanmaktadır

    YanıtlaSil
  3. Sizden Allah razı olsun. Bende derslerim için özetlerinizden yararlanıyorum. Çok güzel yazmışsınız. Ellerinize sağlık..

    YanıtlaSil
  4. Emeğinize sağlık

    YanıtlaSil
  5. keşke saim sakaoglu'nun kitabını kopyala yapıstır yapmak yerine, yazarın adını belirtseydiniz. emek hırsızlıgı

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu blogda ağırlıklı olarak AÖF Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde okutulan ders kitaplarının özetlerine yer veriliyor. Herkes bunu anlayabilsin, fark edebilsin diye blog başlığını "AÖF Türk Dili ve Edebiyatı ders notları" olarak belirledik. Belli ki site içeriğinin ne olduğunu anlatmak üzere bu yaptıklarımız sizin derekeniz için yeterli olmamış (ilk 55 konu başlığı, sırf bu sözü edilen bölümde okutulan ders kitaplarıdır). Üniversite düzeyindeki öğrencilere hitap eden bu içeriklerin özgün makale değil, ders özetleri olduğunu anlamak zor değil. Zira yine çok az bir dikkat gösterebilseydiniz metinlerin özetlerinin önünde ya da sonunda müelliflerin dışında bir başka isme yer verilmediğini görebilirdiniz.
      Durum böyleyken siz hangi ismi emek hırsızı/hırsız olarak nitelediniz? O kişiyi tanıyor musunuz, onun ne yaptığını biliyor musunuz?
      Şunu da işitin; iftira, iftira edeni müfteri yapar

      Sil