19 Nisan 2013 Cuma

14 - 15. Yüzyıllar Türk Edebiyatı


XIV-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI

Ünite 1

Anadolu ve Azeri Sahası Türk Edebiyatı

Moğol istilaları nedeniyle siyasi yapısı bozulan Türk dünyasında 14. yüzyıl oldukça hareketli bir dönemdir. Harezm bu dönemde siyasi ve kültürel anlamda merkez konumundadır.
Anadolu’da Selçuklu devleti 1243’de Kösedağ savaşında Moğollara yenildikten sonra hızlı bir çöküş sürecine girer. Anadolu’nun kıyı şeridinden itibaren beylikler kurulmaya başlar. Sınır beyliklerinden Osmanoğulları, gazalarından dolayı diğer beyliklerin desteğini alarak güçlenmeye başlar.
14. yüzyılda, Kütahya (Germiyanoğulları), Karamanoğulları kontrolündeki Konya ve Karaman, Osmanoğulları’na ait İznik, Bursa ve Edirne önemli kültür merkezleri konumundadır.
13 yüzyılda Anadolu’da yaygın olarak görülen tasavvuf, sonraki yüzyılda Mevlevilik ve Bektaşilik gibi tarikatların desteğiyle etkinliğini sürdürmüştür. Mevlana’nın torunu Ulu Ârif Çelebi’nin gayretleriyle Mevlevilik çok sayıda destekçi kazanmıştır. Mevlevilik, Âhilik ve fütüvvet teşkilatı Anadolu’nun sosyal yapısının şekillenmesinde önemli rol oynamıştır.
12. ve 13. yüzyıllarda Oğuzcaya dayalı olarak ortaya çıkan batı Türk edebiyatı, 14 yüzyılda Anadolu ve Azeri sahasında edebi değeri yüksek çok sayıda eser vererek gelişimini sürdürür.

Moğol saldırıları Azeri sahasındaki Fars etkisini zayıflatmış, bölgeye gelen Türklerin de etkisiyle Türkçe, baskın unsur konumuna yükselmiştir. Oğuzca bu dönemde Azeri Türkçesi (doğu Oğuzcası) ve Anadolu Türkçesi (batı Oğuzcası) olmak üzere iki lehçeye ayrılır. İki lehçe arasındaki farklılıklar 14. yüzyıldan sonra ortaya çıkar ve bu iki lehçe 16. yüzyıldan itibaren tamamen birbirlerinden ayrılır.

Azeri Sahasının Önde Gelen İsimleri

Hasanoğlu
Asıl adı Şeyh İzzeddin-i Esferayani’dir. Türkçe şiirlerini Hasanoğlu, Farsça şiirlerini Pûr Hasan mahlasıyla yazmıştır. Devletşah Tezkiresi’nde Divan’ının 15 yüzyılda Anadolu ve Azeri sahasında çok tanındığı yazılıdır. Çağdaşı Seyf-i Serayi’nin nazire mecmuasında da yer alması Mısır’a kadar uzanan geniş bir coğrafyada tanındığını gösterir. Nesimi ve Ahmed-i Dai gibi şairleri etkilemiştir. Aruz vezniyle yazılmış bilinen üç Türkçe gazeli vardır.

Kadı Burhaneddin
1345’de Kayseri’de doğdu. Asıl adı Ahmed’dir. Babası Kayseri kadısı Şemseddin Mehmed’dir. 1365 yılında kadı olmuştur.
14 yaşındayken Mısır’a gidip Sargıtmışıya Medresesi’nde eğitim gördü. Buradan Şam’a geçerek Mevlana Kutbuddin Razi’nin derslerine devam etti. 1364’de Kayseri’ye döndü. Eratnaoğlu Mehmed tarafından kadılığa getirildi. 1378’de Vezir oldu. 1380’de Ali Bey’in ölümü üzerine beyliğin ileri gelenleri Kadı Burhaneddin’e bağlılıklarını bildirdiler. 1398 yılında Akkoyunlu Türkmenlerinden Karayülük Osman Bey tarafından düzenlenen baskında öldürülmüştür.
Hayatını ilme veren Kadı Burhaneddin Arapça telif eserlerin yanında büyük bir Divan yazmıştır. Şairin sert ve zeki mizacı bazı şiirlerine yansımıştır. Türkçeye lehçeleriyle birlikte hâkim olan şairin şiirlerinde az da olsa Farsça tamlamalar da görülür. Yeni kelimeler bulması ve kullanması dikkat çeken asıl niteliğidir (“kargı” ve “ney”i “boy” anlamında kullanmıştır). İran şiirine ait mezmunları geniş ölçüde Türk şiirine aktaran odur. Şiirlerinde sık sık kullandığı cinas ve tevriyelerle Türkçenin ifade imkânlarını geliştirmiştir. Şiirlerinde taklidi seslerden ve tekrarlardan yararlanarak vermeye çalıştığı mesajları kuvvetlendirmiştir.
Şiirlerinde dünya zevklerinden söz ettiği kadar tasavvufun düşünce ve mecazlarına da yer vermiştir.
Şairin cinaslı kafiyelere yer verdiği tuyuğları da vardır. 1-2 istisna dışında şiirlerinde mahlas kullanmamıştır, Kadı Burhan şeklinde ismini kullanmıştır. Şiirleriyle Ahmed Paşa, Bakî ve Şehyülislam Bahaî’yi etkilemiştir.
Eserleri
Türkçe Divan’ı, Arapça İksirü’s-Sa’adat fi-Esrari’l-İbadat ile Tercihü’t-Tavzih adında mensur iki eseri vardır.
Divan: 1318’i gazel olmak üzere 1456 şiirin yer aldığı divan, 14. ve 15. yüzyıllarda yazılmış en büyük ve en hacimli divandır. Tek nüshası British Library’dedir. TDK tıpkıbasımını 1943’te yayımlamıştır. Muharrem Ergin, eserin transkripsiyonlu basımını 1980’de yayımladı. Hanefi Yontar’ın tahlilî çalışması 1995’de Bakü’de yayımlandı.

Nesimî
Coşkulu ve lirik şiirler yazan Nesimî’nin asıl adı İmadüddin veya Nesimüddin’dir. Şamahı, Şiraz, Diyarbakır veya Bağdat yakınlarındaki Nesim kasabasında doğduğu ve bu çevrede yaşadığı, I. Murat devrinde Anadolu’ya geldiği rivayet edilir.
Şeyh Şiblî’nin dervişlerinden olan Nesimî, Fazlullah-ı Hurufî’ye intisap etmiş ve onun halifesi olmuştur. Hacı Bayram-ı Veli’ye intisap etmek isteyen ancak bu isteği kabul edilmeyen Nesimî, 1404’te Halep’te öldürülmüştür.
Coşkulu olduğu kadar pervasızca inandıklarını söyleyen Nesimî, fitneye sebep olmuş, zındıklıkla suçlanmış ve sonunda derisi yüzülerek öldürülmüştür.
Şiirlerinde dört halifeden sadece Hz. Ali ve Âl-i abâ’ya yer vermesinin de etkisiyle Alevi ve Bektaşiler onu kendilerinden saymışlardır. Alevi şairler arasında Şah-ı Şehid lakabıyla anılır.
Eserleri
Mezmunları şiirlerinde başarıyla kullandığı kurucu şairlerden sayılır. Nesimî önceleri Hüseynî mahlasını kullanmış, Fazlullah-ı Hurufî’ye bağlandıktan sonra Nesimî mahlasını kullanmaya başlamıştır. Şiirlerinde sekiz ve otuz iki harfe dayanarak insan yüzünün Tanrı’nın tecelligâhı, güzelliklerin göründüğü mekân olduğunu söylemiştir. Arapça, Farsça ve Türkçe şiirleri vardır.
Sanat hayatını iki devrede incelemek gerekir. İlkinde Hakk’ı, aşkı doğruluğu aramıştır. Bu dönemde Mevlana’nın etkisindedir. İkinci dönemi ise Fazlullah’la tanışmasından sonradır. Bâtınî inançlara kayıtsız kalamayan şair, Fazlullah’ın keşfettiği yedi hattı, her türlü dini tekâlifi anlamak ve ilahi sırları çözmek için yeterli bulmuştur. Kur’an-ı Kerim’in sırlarının çözüldüğüne inanarak Fazlullah’ın propagandacısı olur.
Divanında üç elif-name vardır. Yaşadığı yüzyılda Türkçeyi en kullanan şairlerden biridir.
Etkisi özellikle tasavvuf şairleri üzerindedir. Kafiyeye çok önem veren Nesimî, iç kafiye ve redifi çokça kullanır. Akis sanatına ilk yer veren de Nesimî’dir.
Öldürülmesinin de etkisiyle ardından çok sayıda mersiye yazılmış olan Nesimî’yi Ali Şir Nevaî, bütün şairlerden üstün tutmuştur.
Türkçe Divan:  En eski nüshası 1469 tarihlidir. En iyi baskısı Salman Mümtaz Bey tarafından 1926’da yapılmıştır. Son basımını Hüseyin Ayan yapmıştır (2002).
Farsça Divan: Hurufi inancını konu alan şiirlerine yer verir. Türkçe divanı gibi tamamlanamamış, yarım kalmıştır.
Mukaddimetü’l-Hakayık: Fazlullah Hurufî’nin Cavidan-name’sini esas alarak yazdığı mensur eserde çeşitli dini konuları Hurufiliğe göre açıklamaktadır.

Sultan Ahmed b. Veys
Celayirlilere mensuptur. Türkçe, Arapça ve Farsça şiirleri vardır. Mecmu’atü’n-Nezair’de bir gazeli bulunmaktadır. Farsça yedi Divan’dan oluşan külliyatı vardır. İlk dört divan üzerinde Sadık Armutlu doktora, beşinci divan üzerinde ise Nimet Yıldırım yüksek lisans tezi hazırlamıştır. Veyis Değirmençay ise altı ve yedinci divanı yayımlamıştır (2000-2001).

14. Yüzyılda Anadolu Sahası Türk Edebiyatı
Beylikler döneminde Anadolu’da Türkçe, hem beyliklerin isteği hem de tasavvuf çevrelerinin halka ulaşmak amacıyla eserlerinde Türkçeyi kullanmaları nedeniyle hâkim dil konumuna gelmiştir. Bu dönemde beyliklerde çok sayıda Türkçe eser neşredilmiştir:
Germiyanoğulları Beyliği’nde Mehmed Bey’in oğlu Süleyman Şah’ın emriyle Kâbus-name ve Marzuban-nâme Türkçeye çevrildi.
Menteşeoğulları Beyliği’nde Emir Mehmed Bey’in oğlu Mahmud Çelebi adına avcılığa dair Bâz-name Türkçeye çevrildi ayrıca İlyas Bey adına tıpla ilgili İlyasiyye isimli bir başka kitap daha bulunmaktadır.  
İnançoğulları Beyliği’nde Fatiha ve İhlas tefsirleri ve bir de Tebareke tefsiri vardır.
Aydınoğulları beyliği’nde şairlere yakın ilgi gösterilmiştir. Hüsrev ü Şirin’in Anadolu sahasındaki ilk tercümesini yapan Fahrî ile Ahmedî bu bölgede yetişmişlerdir. Arapça Ârâyisü’l-Mecâlis adlı peygamberler tarihi ile Kitâb-ı Tuhfe-i Mübârizî isimli tıp kitabı ve Farsça Tezkiretü’l-Evliyâ adlı kitaplar Mehmed Bey adına Türkçeye çevrilmiştir. Kul Mesud Kelile ve Dimne’yi 1360’da Türkçeye çevrilmiştir. Celaleddin Hızır (Hacı Paşa) da Şifâü’l-Eskâm ve Devâü’l-A’lâm adlı tıp kitabını Aydınoğlu İsa Bey adına yazmıştır. İshak b. Murad tarafından yazılan ed-Dürretü’l-Muradiyye fi’l-Lugati’t-Türkiyye, bu yüzyılda Oğuz Türkçesi grameri hakkında yazılmış en eski kaynaklardan biridir.
Saruhanoğlulları Beyliği’nde, Nâsır-ı Tûsi’nin Bah-name’si Türkçeye çevrilmiştir.
Candar (İsfendiyaroğulları) Beyliği’nde, Cevâhirü’l-Esdâf isimli Kur’an tefsiri yazılmış, Celâlüddin Bayezid adına Maktel-i Hüseyin tercüme edilmiştir.
Yıldırım Bayezid döneminde Türkçe edebi eserlerin sayısında hızlı bir artış gözlenir. Osmanlılarda Şairleri etrafında toplayıp meclisler kuran ilk şahıs Yıldırım Bayezid’in oğlu Emir Süleyman’dır. Mehmed, 1398’de yazdığı 8702 beyitlik Işk-name’sini Emir Süleyman’a sunmuştur.

14. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatının Genel Özellikleri
Bu yüzyılda eser vermiş olan Yunus Emre, Gülşehri ve Âşık Paşa Anadolu’da bir milli edebiyatın oluşmasında önemli rol oynamışlardır.
Âşık Paşa ve Yunus Emre Karahanlı eserlerini örnek almışlardır. Âşık Paşa, Yusuf Has Hacib’ten etkilenerek Garib-nâme’yi yazmıştır. Gerib-nâme hikmetlere yer vermesi bakımından Türk edebiyatında hikemi şiirin başında yer alır.
Gülşehri ve Hoca Mesud, Fars edebiyatının etkisinde eserler vermişlerdir. Edebiyatımızda İran kahramanlarına en geniş şekilde yer veren isim Gülşehri’dir. Mevlana’nın Mesnevi’sinden hikâyeler şerh ederek hem tercüme edebiyatının hem de şerh edebiyatının öncüsü olmuştur.
Hoca Mesud, Süheyl ü Nevbahar ve Ferheng-name-i Sadî adlı eserleri ile Gülşehri’nin izinden gitmiştir.
Eserlerinde Fars edebiyatının izleri görülen Ahmedî, Arap edebiyatından da faydalanmıştır. Arap edebiyatına yönelen asıl isim Erzurumlu Mustafa Darîr’dir. Yusuf u Zeliha adlı mesnevisi, Siretü’n-Nebi adlı büyük siyeri ve yüz hadis tercümesi Arap kaynaklı eserleridir.
14. yüzyılın eserlerinin çoğunluğu dini-tasavvufi içeriktedirler. Müellifler Türkçeyi ustalıkla kullanırlar. Yüzyılın sonlarına doğru eserlerde yabancı kelimelerin kullanılma sıklığına bağlı olarak dilde bozulmalar gözlenir. Şairler bu dönemde iktibasa fazlaca yer vermişlerdir. İktibasları en iyi şekilde kullanan şair Nesimî’dir.

Yunus Emre
Hayatı hakkında çok az bilgiye sahibiz. Ondan sonraki dönemde yaşamış olan Miskin Yunus, Âşık Yunus, Derviş Yunus gibi isimlerle anılan Yunus adını taşıyan şairler onun hayatı ve şiirleri hakkındaki yanlış bilgilerin nedenleri arasındadır.
Şiirlerinden edindiğimiz bilgilere göre Halep’ten Şam’a, Azerbaycan’a kadar olan coğrafyada gezmiş, Konya’da Mevlana’nın meclisinde bulunmuştur.
Şiirlerinde Mevlana, Ahmed Fakih, Saltuk, Barak, Tapduk Emre ve Molla Kasım’dan söz eder.  
1320 yılında 82 yaşında öldüğüne dair bulgulara sahibiz (Adnan Sadık Erzi).
XV. yüzyılda yazıya geçirilen Hacı Bektaş-ı Velî Velâyet-nâmesi’nde, XVI. yüzyılda yazılan Taşköprülüzade’nin Şakâyık-ı Nu’maniyye’sinde ve Lâmi’î’nin Nefehatu’l-Üns’ünde Yunus Emre’nin, Tapduk’un dervişi olduğu, uzun yıllar şeyhine hizmet ettikten sonra Sakarya havzasında bulunan Sarıköy’de yaptırdığı zaviyesinde bir süre halkı irşat ettikten sonra öldüğü ifade edilir.

Doğduğu yerle ilgili farklı görüşler olduğu halde müfredatımızın iddiası Aksaray ve Kırşehir çevresinde doğmuş olduğu yönündedir. Eğirdir, Bursa, Keçiborlu, Emre Köyü, Aksaray, Karaman ve Erzurum’un Dutçu Köyü gibi Anadolu’da pek çok yerde onun adına makamlar (anıt-mezar) yapılmıştır.
Eserlerinden anlaşıldığı üzere iyi eğitim görmüştür: Arapça ve Farsçayı bilir, kutsal kitapları iktibas yapacak derecede bilmektedir.

Edebi Kişiliği ve Eserleri
Çoğu şiirinde aruz vezninin mısra ortasından ikiye bölünebilen kalıplarını kullanarak beyitlerine dörtlük şeklinde yazılabilme imkânı vererek şiirinin ahengini arttırmıştır.
Türk şiirine “nefes” adını veren Yunus’un şiirleri okuyucuya bir anda açılmayan, gönülleri ani bir ışıkla aydınlatan şiirlerdir (şiirleri akla değil gönüllere söyler).
Şiirlerinde insanlara öğütler veren Yunus, Ahmed Yesevi, Süleyman Bakırgani, Edip Ahmed ve Yusuf Has Hacip’den faydalanır.
Şiirlerinde büyük yer tutan aşk, ona göre sevgi duymaktır. Yunus’un aşkı Allah aşkıdır.
Kapalı anlamlı bazı şiirleri şathiye özelliği gösterir. Şiirlerinde İslam kültürünün büyük isimlerine çokça atıf vardır. Bu yönü ile edebiyatımızda telmihle anlatımın önde gelen isimlerinden biridir. Gülşehri ve Âşık Paşa onun bu yönünü takip etmişlerdir.
Anadolu’da başlayan Türk edebiyatında ilk Türkçe divan sahibi kişi Yunus Emre’dir.
Risaletü’n-Nushiyye
Ahlaki bir mesnevidir. 1307’de yazılmıştır. Fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün vezniyle yazılmış 13 beyitlik bir manzumla başlar. Sonraki bölümleri mefâ’îlün mefâ’îlün fe’ûlün vezniyle yazılmış olan eser yazma nüshaya göre 562, matbu kopyaya göre 623 beyittir.
İlk beyitten itibaren yaratılışın dört ana unsuru ve insan vücudu anlatılmaya başlanır. Akıl ve gönülden söz ettikten sonra iyi ve kötü insani hasletleri ele alır. Peygamberlerin hayatlarından örnekler vererek insan olmanın yolunu gösterir. Eserin dili Divan’a göre daha sadedir.
Divan
Gönül coşkunluğu ile yazılmış eserin ona yakın yazma nüshası vardır. Millet Kütüphanesi’ndeki nüsha en eski olanıdır. Yunus’u ilk keşfeden Fuad Köprülü, Divan’ı ilk yayımlayan ise Burhan Ümit Toprak’tır (1933-34).  
İlerleyen yüzyıllarda Yunus ismini kullanan başka şairlerin de ortaya çıkmış olması Yunus’a ait şiirlerin sayısında karışıklıklara neden olmuştur. Gölpınarlı bu konuda çalışmalar yapıp Yunus Emre Divan’ında 356 şiire yer verir. Faruk Timurtaş’ın hazırladığı basımda bu sayı 326, Tatçı’nın basımında ise 415’tir.

Gülşehri
Kırşehir’de yaşamıştır. 1250’de doğduğu tahmin edilen şair, Felek-name ve Mantıku’t-Tayr adlı eserlerinde Gülşehri mahlasını kullanmıştır. Yine şiirlerinden anlaşıldığı üzere asıl adı Süleyman’dır.
Felek-name’yi Farsça yazan Gülşehri, Türk edebiyatında mahlas kullanan ve bunun endişesini taşıyan ilk şairdir.
Mevlana’nın etkisi altında eser vermiştir. Mantıku’t-Tayr adlı eserinde Farsça eserlerden tanınmış kahramanlara yer verip Âhi Bişr örneğinde olduğu gibi kendisine ait hikâyelere de yer vermiştir. Bu bakımdan Gülşehri, Türk edebiyatında Farsça eserlerden tercüme yapan ilk kişi ve aynı zamanda ilk hikâye yazarıdır (Türkçe ilk hikâye).
Eserlerinde yer alan hayvan hikâyelerinden dolayı Türk fabl edebiyatının Anadolu’daki ilk temsilcisidir.
Eserlerinde aklı rehber edinip doğruluk yolunda kalmayı öğütler. Toplumsal sorunlara da değindiği eserlerinde ahilik teşkilatı hakkındaki ilk değinilere rastlarız.
Kendisinden sonra gelen Şeyhoğlu Mustafa, İbrahim Big, Hatiboğlu, Pir Mehmed ve Larendeli Kemal Ümmi gibi şairler eserlerinde Gülşehri’nin adını anmış, mısra ve beyitlerine yer vermişlerdir.
Felek-name
Dinî-tasavvufi Farsça bir mesnevidir. 1301 yılında Gazan Han adına yazılmıştır. Gülşehri bu eserinde, nereden geldik nereye gidiyoruz sorularından hareketle ruhun yolculuğunu Kelile ve Dimne, Mesnevi ve Kabusname gibi eserlerden aktardığı hikâyelerle anlatmaya çalışmıştır.
Tek nüshası bulunan eser üzerinde çalışma yapan ilk kişi Saadettin Kocatürk’tür (1982).
Mantıku’t-Tayr
1317’de yazılmıştır. Attar’ın aynı isimli eserinin ilk Türkçe tercümesidir. Serbest ve ilaveli bir tercümedir. Eserinde 186 kadar hikâyeye yer vermiştir. 4437 beyitlik eser, Fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün vezniyle yazılmıştır. Eserin bilinen 6 nüshası vardır.
Arûz-ı Gülşehri
Aruz kalıpları ve uygulamalarını anlattığı 16 varaklık küçük bir risaledir. Eserin tek nüshası Millet Kütüphanesi’ndedir.
Kudûrî Tercümesi
Gülşehri, Kudurî’nin eserini manzum olarak Türkçeye çevirdiğini bildirmişse de esere sahip değiliz.
Kerâmât-ı Âhi Evren
Âhi Evren’den bahseden küçük bir eserdir. 167 beyitlik eserin Gülşehri’ye ait olduğu hususunda şüpheler vardır (Agâh Sırrı Levend).
Şiirler
Nazire mecmualarında bulunup eserlerinde yer almamış şiirleri için bu başlığı açtık.

Âşık Paşa
Kırşehir’in Arapkir beldesinde 1272’de doğdu. Asıl adı Ali’dir. Babası Muhlis Paşa, Baba İlyas’ın oğludur. İyi eğitim alan Âşık Paşa, devrinin alimlerinin yanında siyasi kişilerle de temas halinde olmuştur. 1332’de vefat etti. Türbesi Kırşehir’dedir.
Kırşehir’in Osmanlı sancağına katılmasında katkıları olan Âşık Paşa bir ara Mısır’a elçi olarak gönderilmiştir. (Anadolu valisi Timurtaş Paşa’nın veziri olduğu yönünde rivayetler de vardır.
Âşık Paşa, Osmanlı sancağı altında Anadolu’da kurulmakta olan Türk devletinin ihtiyaç duyduğu temel meseleler üzerinde düşünen, fikirler ileri süren bir âlimdir. Bu ahval ile devrinin ideoloğudur.
Yaşanan her hadiseden ders çıkarmaya bakan Âşık Paşa olayların arkasındaki hakikati görmeye çalışması bakımından hikemî edebiyata mensup kabul edilebilir.
14 yüzyılın en büyük mesnevisini yazmış olan Âşık Paşa, samimi dille yazdığı gazelleriyle de meşhurdur.
Garib-name adlı eseriyle başta Süleyman Çelebi olmak üzere kendisinden sonra gelene pek çok şairi etkilemiş, miraç-name ve mevlid gibi türlerde eserler yazılmasına öncülük etmiştir.
Garib-name
10613 beyittir. Sosyal yönü zengin, dini-tasavvufi bir metindir. İnsan-ı kâmil olmayı öğütleyen didaktik bir eserdir. Eser 10 bölümdür, fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün vezniyle yazılmıştır. 115 nüshası günümüze ulaşmıştır. Hatlarının güzelliğiyle dikkat çeken, Süleymaniye Kütüphanesi’ndeki nüsha 2 cilttir. Eserin bu kopyası TDK tarafından yayımlanmıştır.
Âşık Paşa’dan sonra bazı şairler Garib-name’den yaptıkları seçkileri farklı adlarla neşretmişlerdir (Esrar-ı Hakayık ve Rumuz-ı Dekayık, Zübdetü’l-Esrar).
Fakr-name, Vasf-ı Hal, Hikâye, Kimya Risalesi Âşık Paşa’nın küçük hacimli eserleridir. Mensur olarak yazdığı Risale-i Âşık Paşa ve Risale fi Beyani’s-Semâ (bu eser günümüze ulaşmamıştır) şairin diğer eserleridir.
İsimlerinin listelediğimiz eserlerin dışında şiirleri de vardır. Sadettin Nüzhet ve Abdülbaki Gölpınarlı bu şiirlerin derlenmesi için çalışmış ve bazılarını yayımlamışlardır.

Ünite 2
Anadolu Sahası Şair ve Yazarları

Şeyyad Hamza
13. yüzyılın son çeyreğinde doğduğu tespit edilmiştir. 1348 yılında Akşehir civarında çıkan bir veba salgınında iki çocuğunu kaybettiğin bilinmektedir.
Şiirlerinde musammat özellik bulunması onu eski Türk edebi zevk anlayışına bağlamaktadır. Manzumelerinde peygamber sevgisine geniş yer verir. Çok sayıda na’t yazmıştır.
Yusuf u Zeliha
Anadolu sahasında bu konudaki ilk mesnevidir. Fâ’ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün vezniyle yazılan eser 1529 beyittir. Eserin temiz ve anlaşılır bir dil kullanması insanların ilgisini esere çekmiştir. Eserin tıpkıbasımı ile birlikte ilk defa Dehri Dilçin tarafından yayımlanmıştır (1946).
Dâstân-ı Sultan Mahmud
79 beyitlik bir mesnevidir. Sultan Mahmud ile yoksul bir derviş arasındaki konuşmaları anlatır. Eser, Sadettin Buluç tarafından yayınlanmıştır.
Ahval-i Kıyamet
343 beyitlik bir mesnevidir. Kıyamet ve sonrası anlatılır. Eserin Şeyyad İsa’ya ait olabileceği yönündeki ihtilaflar günümüzde ortadan kalkmıştır.
Mi’rac-name
545 beyittir.
Vefat-ı Hazreti Muhammed Aleyhisselam
483 beyittir. Eserdeki 356 beyit Şeyyad Hamza’ya, diğer beyitler müstensihe aittir. Fatma Turhan Güler eser hakkında yüksek lisans çalışması yapmıştır.
Şiirler
Farklı mecmualarda 16 şiiri vardır. Orhan Kemal Tavukçu bu şiirlerin tamamını yayımlamıştır.

Yusuf-ı Meddah
Kaynaklarda asıl adının Yusuf olduğu ve gençliğini Azerbaycan’da geçirdiği yazılıdır. Meddahlık dâhil olmak üzere eğitimini tamamladıktan sonra Anadolu’ya geldiği bilinir.
Eserlerinin konuşma diline yakın bir Türkçe ile yazmıştır. Türk edebiyatında dört mesnevi yazan ilk şairdir. Tasvir sanatında çok başarılıdır. Eserlerinde Mevlana ve Gülşehri’nin etkisi görülür.
Varka ve Gülşah
1742 beyittir. 6 meclisten oluşan eserin konu başlıkları Farsçadır. Eserin meclisler şeklinde yazılmış olması, meddah olan Yusuf’un eserini meclislerde topluluk önünde okuduğunun göstergesidir.
Destan-ı İblis
200 beyitlik eserde Hz. Muhammed ile İblis arasında geçen konuşma üzerinde Peygamber’in, ümmetine öğütleri anlatılır.
Hikâyet-i Kız ve Cühud
Yahudi ve Müslüman iki komşu arasında geçen bir konuşmadır. 200 beyittir.
Kadı ve Uğru Destanı
Harun Reşid zamanında bir kadı ile hırsız arasında yaşananları anlatır. 250 beyittir.

Elvan Çelebi
Âşık Paşa’nın oğludur. 1326’da ailesiyle birlikte Tanuközü köyüne yerleşti. Babası öldükten sonra onun yerine geçerek babasının yolunda devam etmiştir. Şeyhoğlu Mustafa, Hatiboğlu, Muhyiddin Çelebi gibi isimler eserlerinde Elvan Çelebi’den söz etmişlerdir. ,
Tek eseri Menâkıbü’l-Kudsiyye fî-Menâsibi’l-Ünsiyye’dir. Mesnevi biçiminde yazılmış olan eser, edebiyatımızda menakıb türünün ilk örneğidir. 2081 beyittir. Tek nüshası Konya’da Mevlana Müzesi Kütüphanesi’ndedir. Eseri tanıtan ilk kişi Mehmet Önder’dir. Arapça ve Farsça tamlamalara çokça yer vermesi eserin dilini ağırlaştırmıştır. Döneminin olaylarına yer vermesi, Âşık Paşa ve soyu hakkında bilgiler vermesi bakımından tarih konusunda da kaynak bir eserdir.
Eserin yayını ilk defa İsmail Erünsal ve Ahmet Yaşar Ocak tarafından 1984’te yapıldı.
Elvan Çelebi’nin eserinde yer almayan şiirleri Fatih Köksal tarafından bir makalede yayımlanmıştır.

Hoca Mesud (Mesud Bin Ahmed)
1300-1370 yılları arasında yaşadığı tahmin edilmektedir. Tercüme edebiyatında önemli bir yeri vardır. Şeyhoğlu Mustafa’nın Kabus-name tercümesinde şairi “Hoca” lakabından başka emlehu’ş-şuara ve efsahu’ş-şuara olarak da anmıştır.
Tercüme ettiği eserlerde sözcüklere birebir karşılık aramak yerine okuduğundan anladığını yazmıştır. Onun bu tutumu tercime eserlerine okurların ilgisini artırmıştır.
Süheyl ü Nevbahar (Kenzü’l-Bedayi)
1350 yılında yeğeni İzzeddin Ahmed ile birlikte Farsçadan yaptığı tercüme eserdir. Fe‘ûlün fe‘ûlün fe‘ûlün fe‘ûl vezni ile yazılan 5703 beyittir. Eser, Farsçadan tercüme edildiği halde Fars edebiyatında bu isimde bir eser bilinmemektedir. Eserde Yemen padişahı Bahr’ın oğlu Süheyl ile Çin fağfurunun kızı Nevbahar arasındaki aşk anlatılmaktadır.
Anlatıma akıcılık kazandırmak için eserde gazellere yer verilmiştir. Eserde çok sayıda edebi sanat kullanılması eserin değerini artırmaktadır. Cem Dilçin eser hakkında çalışma yapıp basımını gerçekleştirmiştir (1991).
Ferheng-name-i Sa’di
Sa’di’nin Bostan’ından seçilmiş beyitlerin tercümesi olan 1073 beyitlik mesnevi, fe‘ûlün fe‘ûlün fe‘ûlün fe‘ûl vezni ile yazılmıştır.

Fahrî
Asıl adı Yakub, lakabı ise Fahreddin’dir. Aydınoğulları sarayında bulunmuş olan şair, Hüsrev ü Şirin adlı eserini Aydınoğlu İsa Bey’in isteğiyle 1367’de yazmıştır. Şairin hayatıyla ilgili bilgiler bu kadarıyla sınırlıdır.
Tek eseri, Işk-name adını da verdiği Nizami’nin aynı adlı eserinden tercüme olan Hüsrev ü Şirin’dir. Marburg Devlet Kütüphanesi’nde kayıtlı bir nüshası vardır. Mefâ‘îlün mefâ‘îlün fe‘ûlün vezni ile yazılan eser 4683 beyittir. Eserin bölüm başlıkları Farsçadır.

Şeyhoğlu Mustafa
Germiyan (Kütahya) bölgesinde yetişen şairlerin başında gelir. 1340 yılında doğmuştur. Germiyan Beyi Süleyman Şah zamanında sarayda nişancılık ve defterdarlık yapmıştır. Yıldırım Bayezid döneminde Osmanlı sarayında bulunmuştur.
Eserlerinde Şeyhoğlu, İbni Şeyhi mahlaslarını kullanan şairin Marzuban-name’sinin Kahire’de yer alan nüshasında Sadrüddin ismi de geçmektedir.
Arapça ve Farsçaya bu dildeki eserlerle birlikte hâkimdir. Nasimî’den sonra devrinin en ünlü şairidir. Eserlerinde öğretici tavrı kendini gösterir. Türkçenin işlenip zenginleştirilmesi gerektiğine inanan şair bu yönde çalışmalar yapmış, bu bakımdan ileri yıllardaki Sinan Paşa’nın da öncüsü olmuştur.  
Hurşid-name
Süleyman Şah adına yazmaya başladığı eserini Süleyman Şah’ın ölümü üzerine Yıldırım Bayezid’e sunmuştur. Eserin ilk adı Şebistan-ı Uşşak’tır. 7903 beyti bulan eser, mefâ’îlün mefâ’îlün fe’ûlün vezniyle yazılmıştır. Mesnevisinde Siyavuş kızı Hurşid ile Ferahşad arasındaki aşkı anlatır. Eserde kahramanların ağzından söylenmiş 19 gazel vardır. Bu gazeller 9 ayrı vezinle yazılmıştır. Dille ilgili görüşlerine bu eserinde yer vermiştir.
Marzuban-name
Süleyman Şah adına Farsçadan çevrilmiştir. Hikâye ve masalların yer aldığı mensur bir eserdir. Eserle ilgili ilk çalışmayı A. Zajakowski yapmıştır. Tanıtılan nüsha II. Dünya Savaşı’nda yanmıştır. Günümüze kalan tek nüshası Berlin Devlet Kütüphanesi’ndedir. 69 yapraklık bu nüshanın baş kısmı eksiktir. Bu nüsha üzerinde Zeynep Korkmaz çalışma yapmıştır (1973).
Kabus-name
Aslı 9 bab olan esere 1 bab daha eklemiştir. Eserin aslı Mısır Hidiv Kütüphanesi’ndedir.
Kenzü’l-Kübera ve Mehekkül Ulema
Ömrünün son döneminde yazdığı siyaset ve ahlak konulu mensur bir eserdir. Bilinen tek nüshası Yapı Kredi Bankası Kütüphanesi’ndedir. Şeyhoğlu eserin telif olduğunu söylemişse de eserin Necmeddin-i Râzî’nin Mirsadü’l-İbad adlı eserinin geliştirilmiş bir tercümesi olduğu bilinmektedir.
Kutadgu Bilig’den sonra Türk kültür tarihi içinde ikinci Batı Türkçesinde ise ilk siyaset kitabıdır.
Divan’ı bulunamayan Şeyhoğlu’nun Hurşid-name’si içinde 23’ü gazel olmak üzere 36 manzumesi vardır.

Ahmedî (Taceddin İbrahim)
Eğitimini tamamlamak amacıyla Mısır’a gittiği ve 1360 yılında Anadolu’ya döndüğü bilinmektedir. Aydınoğlu Ayas Bey’e intisap eden şair, Ayas Bey’in oğlu Musa Bey’e hocalık yapmıştır. Mirkâtü’l-Edeb, Mîzânü’l-Edeb ve Mi‘yârü’l-Edeb adlı eserleri Musa Bey için yazmıştır.
Şiirlerine Arap ve Farsçadan unsurlar alırken milliliği kaybetmez. Türkçeye ve Türklüğe dikkat eder. Türk edebiyatının kurucu şairlerindendir.
Şiiriyle övünen, Salman ve Sa’di’den üstün olduğunu düşünen Ahmedî, kendini devrinin Hassan’ı olarak görür. Mevlana, Yunus Emre ve Gülşehri’nin etkisinde şiirler yazmış olan Ahmedî, Şehzade Cem, Ahmed Paşa, Bâkî, Fuzulî ve Nedim gibi şairleri etkilemiştir. Çok sayıda kadide söylemiştir. Bursa için yazdığı kaside türünün ilk örneğidir. Mevsimleri kasidelerinde işlemesi bakımından da ilk olma özelliğine sahiptir.
Divan
750 gazel, 73 kaside, 2 terci-i bend, 7 terkib-i bend ve 1 muhammes olmak üzere 833 manzumeden oluşur. Elde bulunan en eski nüshası II. Murat adına yazılmıştır. Divan üzerinde Tunca Kortantamer, Yaşar Akdoğan ve Melike Erdem doktora çalışması yapmışlardır.
İskender-name
Edebiyatımızda bu konuyla ilgili yazılan mesnevilerin ilkidir. Ahmedî’nin en önemli eseridir. Eser, Mevlid ve Tevarih-i Âl-i Osman bölümleri nedeniyle ayrıca önemlidir. 8754 beyitlik eser 1390 yılında bitmiş ancak 1407 yılına dek şair tarafından yapılan çeşitli eklemelerle genişletilmiştir.
Cemşid ü Hurşid
Selman-ı Saveci’nin eserinin tercümesidir. 4798 beyittir. Mefâ‘îlün mefâ‘îlün fe‘ûlün vezni ile yazılmıştır. Eser, emir Süleyman’ın isteğiyle yazılmıştır.
Tervihü’l-Ervah
4607 beyitlik eserin konusu tıptır.
Bedayi’u’s-Sihr fi-Sanayi’i’ş-Şi’r
Reşidüddin Vatvat’ın Hada’iku’s-Sihr fi-Deka’iki’ş-Şi’r adlı eserindeki edebi sanatlarla ilgili bölümlerin özetidir.
Mirkatü’l-Edeb
Arapça-Farsça manzum bir sözlüktür. Eserin sonunda Mîzânü’l-Edeb (Arapça sarf kurallarını anlatır) ve Mi‘yârü’l-Edeb (Arapça nahiv kurallarını anlatır) adlı iki Farsça kaside bulunmaktadır.

Erzurumlu Mustafa Darir
Doğuştan kör olduğu için şiirlerinde Darir mahlasını kullanmıştır. Arapça ve Farsça bilen Darir, İslami ilimlere vakıf birisi olarak kadılık payesini almıştır. Mısır’da bulunduğu yıllarda Vâkıdî’nin Şam fetihlerini konu alan Fütuhu’ş-Şam adlı eserini tercüme edip Halep’te Emir Çolpan’a sunmuştur.
Darir, 14. yüzyılda Anadolu sahasında siyer yazan ilk kişidir.
Kıssa-i Yusuf (Yusuf u Zeliha)
Fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün vezniyle yazılan ve 2126 beyit olan bu mesnevide Hz. Yakub’un dilinden gazellere yer vermiştir.
Siretü’n-Nebi
Eseri Mısır’da Melik el-Mansur Ali’nin isteğiyle yazmıştır. Eser Mısır hükümdarı Barkuk’a sunulmuştur. Eserde yer alan manzum Mevlid, Türk edebiyatında türünün ilk örneği olması bakımından önemlidir.
Fütuhu’ş-Şam
Yüz Hadis Tercümesi
Ele aldığı hadislerin konusuna göre dini ve ahlaki hikâyelere de yer verir.

Anadolu’da 14. yüzyılda Yazılan Eserler
  1. Divanlar
Anadolu’da 13 yüzyılda sadece Sultan Veled’in Farsça Divan’ı varken, 14 yüzyılda Yunus Emre, Nesimî, Ahmedî ve Kaygusuz Abdal’ın Türkçe divanları bulunmaktadır.
  1. Mesneviler
Dini ve tasavvufi içerikli çok sayıda eser mesnevi biçiminde yazılmıştır. Eserlerin büyük kısmı fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün vezniyle, sanattan uzak ve sade bir Türkçe ile yazılmışlardır.
Tursun Fakîh (ö. 1326‘dan sonra), Gazavat-ı Resûlullah (Kıssa-i Mukaffa, Hz.
Muhammed’in Mukaffa adlı putla savaşı), Muhammed Hanefi Cengi, Hz. Muhammed’in Ebu Cehil ile Güreş Tuttuğu ve Gazavât-ı Emirü’l-Mü’minîn Ali (Cumhur-nâme) gibi eserleriyle bu konuda en çok eser yazan şair olmuştur.
Beypazarlı Maazoğlu Hasan’ın Hz. Ali’nin Fethi Kal’a-i Selâsil’i ile Cenâdil Kal’ası Cengi; Nakiboğlu’nun Dâstân-ı Adn der-hikâyet-i Hasan ve Hüseyn’i;
İzzetoğlu’nun Tâvûs Mu’cizesi; Sadreddîn’in Mu’cize-i Muhammed Mustafa’sı ve Dâstân-ı Geyik’i Hz. Peygamber’i konu edinen mesnevilerdir. Bu yüzyılda yazıldığı tahmin edilen Hikâye-i Câbir ise, Hz. Peygamber’in iki mucizesinin anlatıldığı bir eserdir.
Kirdeci Ali tarafından yazılan Dâsitân-ı Hamâme, dinî-destanî mahiyette olup 52 beyitten oluşan küçük bir mesnevidir. Kirdeci Ali’nin bir başka mesnevisi olan Dâsitân-ı Ejderhâ, “Gazavât-ı Ali” türünde 116 beyitten oluşan bir eserdir. Kirdeci Ali’nin Kesikbaş Destânı da Hz. Ali’nin cenknâmelerinden olan 150 beyitlik bir mesnevidir. Kirdeci Ali’nin Hikâye-i Delletü’l-Muhtel’i ise, “Binbir Gece Masalları” türünde 364 beyitten oluşan bir eserdir.
Kırşehirli veya Kayserili İsâ, dinî-destanî bir eser olan Dâstân-ı Vefât-ı İbrâhîm’i, Hz.
Muhammed’in m. 630 senesinde doğan ve bir yıl sonra haziran ayında vefat eden oğlu İbrahim için yazmıştır.
Şeyyâd İsâ’nın Ahvâl-i Kıyâmet ile elde bulunmayan Salsal-nâme’si de XIV. yüzyılda yazılan bu tür eserlerdendir.
Şazi’nin Dâstân-ı Maktel-i Hüseyn isimli eseri “maktel” türünün Türkçede bilinen ilk manzum örneğidir. Şair fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün vezniyle yazdığı bu eserin 3319 beyit olduğunu belirtir.
Gülşehrî’nin Mantıku’t-Tayr’ı, Felek-nâme’si ile Âşık Paşa’nın Garib-nâme’si, sosyal konulara da değinmektedir. Elvan Çelebi’nin Menâkıbu’l-Kudsiyye fî Menâsıbi’l-Ünsiyye’si 2083 beyitlik manzum bir menakıpnamedir.
Ladikli Mehmed bin Âşık Selman’ın Şâtıbî tercümesi olan Keşfü’l-Me’ânî’si de dinî içeriklidir.
Kaygusuz Abdal bu yüzyılın tasavvufî halk edebiyatının en güçlü şairidir. Manzum ve mensur çok sayıda eseri bulunan Kaygusuz’un Divan’ı, Gülistân, Gevher-nâme, Minber-nâme gibi küçük mesnevileri ile Budala-nâme, Vücûd-nâme, Kitâb-ı Miglâte adlı mensur risâleleri vardır. Dilgüşâ ile Saray-nâme’si ise manzum-mensur karışık eserleridir. Şairin Dolab-nâme’si de kaside nazım şekliyle yazılmış bir manzumedir.
İbrahim Bey’in bu yüzyılda (1379) yazdığı Dâstân-ı Yigit, didaktik bir macera hikâyesidir.
Suli Fakîh’in Yûsuf u Züleyhâ’sı ile Darîr’in Kıssa-i Yûsuf’u, Şeyyâd Hamza’nın aynı konudaki eseri örnek alınarak fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün vezniyle yazılmış dinî, romantik aşk mesnevileridir.
Hoca Mesud’un Süheyl ü Nevbahâr’ı, Fahrî’nin Hüsrev ü Şîrîn’i (Anadolu’da bu türde yazılan ilk mesnevidir), Şeyhoğlu Mustafa’nın Hurşîd ü Ferahşâd’ı (Hurşid-nâme), Kemaloğlu’nun Ferah-nâme’si, Pîr Mahmud’un Bahtiyâr-nâme’si, Mehmed’in Işk-nâme’si, Ahmedî’nin İskender-nâme’si Farsçadan tercüme edilmiş macera ve aşk konulu eserlerdir.
Hakkında bilgimiz bulunmayan Mehmed’in Işk-name (Tuhfe-name) adında bir mesnevisi vardır. Benzer şekilde, Attar’ın Hüsrev-name’sinin tercümesi olan Gül ü Hüsrev’in yazarı Tutmacı hakkında da bilgimiz yoktur.
Yûsuf-ı Meddâh’ın Varka ve Gülşâh’ı, Hâmûş-nâme’si, Dâsitân-ı İblîs-i Aleyhi’l-la’ne ve Maktel-i Hüseyn isimli mesnevileri vardır.
Kemaloğlu İsmail’in 1387 tarihinde Trablusşam’da yazıp buranın hâkimi Mîr Gazi’ye sunduğu Ferah-nâme de bu yüzyılda kaleme alınan mesnevilerden biridir.
Pîr Mahmud’un Bahtiyâr-nâme’si, bu yüzyılda yazılmış, didaktik unsurlar da bulunan bir macera hikâyesidir.
İbrahim b. Bali’nin Hikmet-nâme’si bu yüzyılda yazılan ve Mısır hüküm darı Kayıtbay’a sunulan 1300 beyit civarındaki ansiklopedik, büyük bir mesnevidir.
XIV. yüzyıl mesnevileri en çok fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün vezni ile yazılmıştır.

Mensur Eserler
Kul Mesud’un Kelile ve Dimne’si didaktik bir eserdir.
Şeyhoğlu Mustafa, Marzuban-nâme ile Kabus-nâme’yi Farsçadan çevirmiştir.
Erzurumlu Mustafa Darîr’in de Sîretü’n-Nebî, Fütûhu’ş-Şâm Tercümesi, Yüz Hadis Çevirisi gibi mensur eserleri vardır.
İbrahim bin Mustafa bin Alişîr’in 1332 tarihinde Hama’da yazdığı Nazmü’l-Hilâfiyyât
Tercümesi, dört büyük mezhebin ve onların imamlarının birbirinden farklı olan görüşlerinin anlatıldığı, fıkıh sahasındaki dinî eserlerden biridir.
Muhammed bin Mustafa’nın Tebâreke Tefsîri ile İhlâs Sûresi Tefsîri,
Sa’lebî’nin Kısas-ı Enbiyâ,
Adı bilinmeyen bir yazar tarafından Attâr’ın Tezkiretü’l-Evliyâ’sının çevirisi XIV. yüzyıl nesrinin önemli eserleri arasında yer alırlar.
Hamzavî’nin (Ahmedî’nin kardeşi) Hz. Peygamber’in amcası Hz. Hamza’nın kahramanlıklarını anlattığı Hamza-nâme de, bu yüzyılda yazılan dinî-destanî mahiyette mensur eserlerdendir. Hamzavî, ayrıca kardeşi Ahmedî’nin İskender-nâme’sini de mensur olarak yazmıştır.
İbni Baytar’ın Kitâbü’l-Câmi‘i fi’l-Edviyetü’l-Müfrede adlı eseri, bilinmeyen bir yazar tarafından Aydınoğlu Umur Bey (1340-1348) adına Müfredât-ı İbni Baytar Tercümesi adıyla tercüme edilmiştir. Bu tercüme, Anadolu’da yazıldığı bilinen en eski Türkçe tıp kitabıdır.
Bilinen ilk telif tıp kitabı ise, İshak bin Murad’ın 1390 yılında yazdığı Edviye-i Müfrede’dir. Bu yüzyılda yazılan diğer tıp kitapları ise, Ali bin Abbâs el-Mecûsî’nin Kâmilü’s-Sınâtü’t-Tıbbiye adlı eserinin bir bölümünün tercümesi olan Kâmilü’s-Sınâ’a ile Hacı Paşa lakabıyla meşhur olan Celâlüddin Hızır’ın daha önce Arapça olarak yazdığı Şifâü’l-Eskâm ve Devâ’ü’l-Âlâm’ı özetleyerek Türkçeye çevirdiği Müntahab-ı Şifâ’sıdır.

Ünite 3
Çağatay Dili ve Edebiyatı

Karahanlı ve Harezm-Altın Ordu Türkçelerinin devamı olan Çağatay dili Timurlular zamanında şekillenmiştir. 15 ile 19. yüzyıllar arasında geniş bir coğrafyada edebi ve diplomatik dil olarak kullanılmıştır.
Türkoloji çalışmalarında Çağatayca terimi 19 yüzyılın ortalarında Avrupa’da kullanılmaya başlandı. E. Berezin, Çağataycayı en eski Türk lehçesi olarak kabul eder.
Radloff ve Korş Çağataycayı Eski Uygurcanın devamı olarak görürler.
A. Caferoğlu, Çağataycayı Köktürk ve Uygur Türkçesi ile müşterek orta Asya Türkçesinin kaynaşmış biçimi olarak kabul eder.

Çağatay Edebiyatının Dönemleri
Fuad Köprülü, Çağataycayı
1 – İlk Çağatay Devri (13-14. asırlar)
2 – Klasik devrin başlangıcı (Nevaî’ye kadar)
3 – Klasik devir (Nevaî devri)
4 – Klasik devrin devamı (Babur ve Şeybanlılar devri)
5 – Gerileme ve çökme devri (17-19. asırlar) döneme ayırmıştır.

Samoyloviç,
1 – İlk Çağatayca veya Nevaî’den önceki Çağatayca
2 – Klasik Çağatayca (1465-16. yüzyıl ortaları)
3 – Klasik devirden sonraki Çağatayca (17. yüzyılın sonuna kadar)
4 – Son Çağatayca devri (18 ve 19. yüzyıllar) şeklinde tasnif etmiştir.

J. Eckmann, Çağataycayı üç döneme ayırır (müfredatımız da buna uyar)
Klasik Öncesi Dönem:
Çağatay yazı dilinin başlangıcından Nevaî’nin ölümüne kadarki süreci kapsar. Dönemin önde gelen isimleri; Sekkakî, Mevlana Lütfi, Yusuf Emirî, Ataî, Haydar Tilbe, Seyyid Ahmed Mirza, Gedaî, Yakinî ve Ahmedî’dir.
Klasik Devir:
Herat’ı siyasi merkez haline getiren Hüseyin Baykara ile onun himayesinde bulunan Ali Şir Nevaî’nin başlattığı dönemdir. Hüseyin Baykara’nın 1507’de ölmesinden sonra Çağatay edebiyatı Şeybaniler ve Baburlar ile devam etmiştir. Nevaî, Hüseyin Baykara, Hamidî, Muhammed Salih, Şeybani, Ubeydî ve Babur bu dönemin önde gelen isimleridir.
Klasik Sonrası Devir:
Siyasi istikrarın bozulmasıyla birlikte Çağatay edebiyatı da gerilemeye girmiştir. Özbek dilinin yükselişe geçtiği bu dönemin başlıca temsilcileri; Ebu’l-Gazi Bahadır Han, Munis Harezmî, Agehî, Kamil, İvat Otar, Ömer Han ve oğlu Muhammed Ali Han, Cihan Hatun ve Muhammed Şerif’tir.

Sekkakî
Nevaî’nin Mecalisü’n-Nefais adlı şairler tezkiresine göre Maverahünnehirlidir. Uluğ Bey zamanında saray şairliğine kadar yükselmiştir.
British Museum’da ve Taşkent Kol Yazmalarında bulunan Divan’ı eksiktir. Ayasofya Kütüphanesindeki bir yazmada gazelleri bulunmuştur.
Sekkakî’nin şiirleri Janos Eckmann’ın Çağatay Dili Örnekleri (1963) ve Kemal Eraslan’ın Mevlana Sekkakî Divanı (1999) adlı çalışmalarda işlenmiştir.

Mevlana Lütfî
İsmi, Ali Şir Nevâî’nin Mecâlisü’n-Nefâis, Nesâyimü’l-Mahabbe, Muhakemetü’l-Lugateyn, Hâlât-ı Pehlevân Muhammed, Hâlât-ı Seyyid Hasan Big adlı eserlerinde ve divanlarının önsözü olan Hutbe-i Devânîn’de geçmektedir. Sanatı hakkında bu eserlerde bilgi bulunsa da hayatı hakkında bildiklerimiz sınırlıdır. 1482 veya 1492’de öldüğü tahmin edilmektedir.
Gül ü Nevrûz adlı mesnevisi ile Divan’ı Lütfî’nin Çağatay dilini ustalıkla kullanan büyük bir şair olduğunu gösterir.
Lütfi Divanı, Günay Karaağaç tarafından yayımlanmıştır (1997).
Gül ü Nevruz mesnevisi, Celaleddin Tabib tarafından Farsça yazılmış hikâyeye dayanır.
Farsça Divanı ve diğer eserleri günümüze ulaşmamıştır.

Yusuf Emirî
Baysungur’un nedimlerinden olduğunu biliyoruz. Nevâî’nin Mecâlisü’n-Nefâis’inde 1433’te vefat ettiği ve kabrinin Bedehşan’da olduğu yazılıdır.
İstanbul Üniversitesi’ndeki bir yazma içerisinde Türkçe ve Farsça şiirlerinin olduğu Divan’ı bulunmaktadır. Fuad Köprülü’nün tespitine göre şiirlerinde Şeyh Kemal-i Hocendi’yi taklit etmiştir.
Divan’ından başka Deh-name adlı bir mesnevisi ve Beng ü Çagır adlı münazarası bulunmaktadır.
Türk edebiyatında afyon ve şarap konularını işleyen ilk şairdir. Beng, esrar ve çağır da şarap anlamındadır. Beng ü Çagır’ın tek nüshası British Museum’dadır. Gönül Alpay Tekin’in eserle ilgili makalesi vardır (1972).
Deh-name (on mektup), âşık le maşuk arasındaki mektuplardan oluşan mesnevidir. 906 beyitlik eser 1429’da yazılıp Baysungur Mirza’ya ithaf edilmiştir. 1429 tarihli Arap harfli nüsha British Museum’dadır. Transkripsiyonlu metin Ümran Soner tarafından mezuniyet tezi olarak hazırlanmıştır (1969). Eserin Uygur harfli kopyası Topkapı Sarayı Kütüphanesi’ndedir. Bu nüsha R. R. Arat tarafından yayımlanmıştır (1953)
Deh-name türünde edebiyatımızda Şah İsmail’in Deh-name’si, Harezmî’nin Muhabbet-name’si, Hocendi’nin Letafet-name’si, Ahmet Mirzâ’nın Ta’aşşuk-name adlı eserleri meşhurdur.

Ataî
Yesevî dervişlerinden İsmail Ata’nın torunlarındandır. 16. yüzyılda istinsah edilmiş olan Ataî Divanı’nın tek nüshası St. Petersburg Şarkiyat Enstitüsü’ndedir. Bu nüshada 260 gazel vardır. Eserdeki 17 gazeli A. N. Samoyloviç 1927’de yayımlamıştır.

Haydar Tilbe
İskender Mirza döneminde yaşamıştır. Devletşah’ın Tezhiretü’ş-Şu’ara ve Mecalisü’n-Nefais’te hakkında bilgiler mevcuttur. Şiirlerini Türkçe ve Farsça yazmıştır.
Genceli Nizamî’nin eserinden esinle yazdığı Mahzenü’l-Esrar’ı 615 beyittir. Özbek bilim adamı Hadi Zarif, 1959’da eseri yayımlamıştır. Türkiye’de Avni Gözütok 2008 yılında eser hakkında yaptığı çalışmayı yayımlamıştır.

Seyyid Ahmed Mirza
Kendi eseri olan Ta’aşşuk-name ve Nevaî’nin Mecalisü’n-Nefais’inde hakkında bilgiler vardır. Nevaî’ye göre Timur’un beş oğlundan biri olan Miranşah’ın oğludur.
Şahruh zamanında Horasan valiliği yapmış olan Seyyid Ahmed, 1436’da yazdığı 321 beyitlik Ta’aşşuk-name ile tanınmıştır. Eserde Seydî mahlasını kullanmıştır. Eserle ilgili ülkemizde yapılan ilk çalışma Sezer Özkoçer’e aittir.

Gedâî
Hakkındaki bilgilerimiz Nevaî’nin kitaplarında yazılanlarla sınırlıdır.
Şiirlerinde Geda ve Gedaî mahlaslarını kullanan şairin bilinen tek eseri Divan’ıdır. Bilinen tek nüshası Paris’tedir.

Yakînî
Okçulukla ilgili olan Ok ve Yaynıŋ Münâzarası adlı eseri ile tanınmıştır. Eserin tek nüshası British Museum’dadır. Eser, Fahir İz tarafından 1962’de yayımlanmıştır.

Ahmedî
Sazlar Münazarası adlı eseriyle tanınır. Kısa bir mukaddimeden sonra gelen 130 beyitten oluşur. Mesnevinin konusu bir meyhanede bulunan sekiz sazın tartışmalarıdır.

Ali Şir Nevâî
Nizâmüddîn Ali Şir Nevâî, 9 Şubat 1441 (H. 17 Ramazan 844) tarihinde Herat’ta doğdu. Ataları Timurluların hizmetinde bulunmuştur. 6 yaşındayken Şerefüddin Ali Yezdi’yle mülakat etmiştir. Horasan’da, Hüseyin Baykara ile birlikte büyüdü, birlikte öğrenim gördü. Babası ölünce Herat’a gitti. Herat’ta fazla kalamayıp Semerkant’a geçerek Hace Fazlullah Ebu Leysi’nin yanında öğrenime devam etti.
1469’da Horasan, Hüseyin Baykara’nın eline geçince Nevaî de dostunun hizmetine girdi. 1472’de Emir, yani divan beyi unvanını aldı. 1476’da Molla Camiî’nin irşadı ile Nakşibendi tarikatına intisab etti. 1485’te Hamse’sini tamamladı. 1490’dan itibaren devlet görevlerinden çekilmeye başladı. Hayatının son yıllarında zamanını sanatına ayırdı. 1501’de vefat etti.
Nevaî’nin 4 Türkçe bir de Farsça divanı vardır. Mecalisü’n-Nefais ve Muhakemetü’l-Lugateyn adlı eserleriyle birlikte Çağatay edebiyatının başlıca dönemlerinden birini teşkil etmektedir.
Agâh Sırrı Levent, Ali Şir Nevaî’nin eserleri hakkında çalışmalar yapmıştır.
Eserleri
Divanları (Hazâ’inü’l-Me’ân’i): 1469-1486 yılları arasında Bedâyi‘ü’l-Bidâye ve Nevâdirü’n-Nihâye adını verdiği iki divanını tanzim etmiştir. Hazâ’inü’l-Me‘ânî bunlardan sonra tanzim edilmiştir. Şairin çocukluk, gençlik, orta yaş ve yaşlılık dönemlerinde yazdığı şiirleri ihtiva eder. Yani Garâ’ibü’s-Sıgâr, Nevâdirü’ş-Şebâb, Bedâyi’ü’l-Vasat ve Fevâ’idü’l-Kiber olarak düzenlenmiştir.
Eserin bölümleri Günay Kut, Metin Karaörs, Kaya Türkay ve Önal Kaya tarafından yayımlanmıştır.
Nevaî’nin bunlardan başka bir de Farsça divanı vardır.
Hamsesi: Hayretü’l-Ebrâr,
Ferhâd u Şîrîn,
Leylî vü Mecnûn,
Seb’a-i Seyyâre,
Sedd-i İskenderî hamsesini meydana getiren mesnevileridir.
Mecâlisü’n-Nefâis şairler tezkiresi olup mensurdur.
Nesâyimü’l-Mahabbe min Şemâyimi’l-Fütüvve bir çeşit velîler tezkiresidir.
Risâle-i
Mu‘ammâ, Mîzânü’l-Evzân ve Muhakemetü’l-Lugateyn adlı eserleri dil ve edebiyatla ilgilidir.
Münâcât,
Çihil Hadîs,
Nazmü’l-Cevâhir,
Lisânü’t-Tayr,
Sîrâcü’l-Müslimîn ve
Mahbûbu’l-Kulûb dinî nitelikli eserleridir.
Târîh-i Enbiyâ vü Hükemâ,
Târîh-i Mülûk-ı ‘Acem ve
Zübdetü’t-Tevârîh adlı eserleri tarihle ilgilidir.
Bunlardan başka, Hâlât-ı Seyyid-i Hassan-ı Erdşîr,
Hamsetü’l-Mütehayyirîn ve
Hâlât-ı Pehlevân Muhammed adlı biyografik eserleri de bulunmaktadır.

Hüseyin Baykara
Hüseyn Mîrzâ bin Mansûr bin Baykara,  hicri 842 (1438) yılında Herat’ta doğdu. Babasını yedi yaşındayken kaybetti. İyi eğitim gördü. Çocukluk yıllarında Ali Şir Nevaî ile dostluk kurdu. 1457’de Ebu’l Kasım Babur’un ölümü üzerine Horasan tahtına oturdu. 1469’da Herat’ı da ele geçirdi. Şeybanilerin saldırıları karşısında zayıf düştü. 1506’da vefat etti. 1507’de Şeybaniler Herat’ı ele geçirdiler.
Türk dilini ve kültürünü himaye etmesi bakımından Hüseyin Baykara (Türk tarihi için) çok önemli bir şahsiyettir.
Şiirlerini topladığı divanının pek çok nüshası bulunmaktadır. Divanından başka bir de otobiyografik risalesi vardır.

Ünite 4

15. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı

15.Yüzyıl Azeri Sahasında Tarihi ve Edebi Durum
Timur’un ölümünden sonra bu bölgeye Akkoyunlu ve Karakoyunlular hâkim olmuşlardır. Yüzyıl boyunca bölgede sürekli savaşlar ve mezhep çatışmalarının yaşanması edebi verimliliği zayıflatmıştır.
Karakoyunlu hükümdarı Cihanşah b. Karayusuf (öl. 1467) Hakîkî mahlasıyla Türkçe ve Farsça şiirler yazmıştır. Divan’ının 1487 tarihli nüshası British Museum’dadır. Minorsky ve Muhsin Macit’in Hakîkî hakkında çalışmaları vardır.
Akkoyunlu hükümdarı Sultan Yakub da Türkçe ve Farsça şiirler söylemiştir. Hataî adlı bir şair Sultan Yakub adına Yusuf u Züleyha yazmıştır.

Habîbî bu dönemin en önemli şairidir. Şah İsmail tarafından melikü’ş-şu’ara unvanıyla iltifat görmüştür. II. Bayezid zamanında İstanbul’a gelmiştir. Latifi, Âşık Çelebi ve Hasan Çelebi’nin tezkirelerinde hakkında bilgiler verilmiştir. Şairin Divan’ı elimize ulaşmamıştır. Fuad Köprülü şairin 42 şiirini yayımlamıştır (1932). Şiirlerinden Şiî olduğu ve Hurufiliğe meyyal olduğu anlaşılmaktadır.
Şirvanşahların saray şairiyken İstanbul’a gelen Hamidî ve Hamidî’nin oğlu Bursalı Celilî devrin önemli şairlerindendir. Hamidî’nin Fatih’e sunduğu divanı İ. Hikmet Ertaylan tarafından yayımlanmıştır (1949).

15. Yüzyılda Anadolu Sahasında Tarihi ve Edebi Durum
Yüzyıl başında Karamanoğulları ve Candaroğulları dışındaki tüm beylikler Osmanlı idaresi altına girmişlerdir. II. Murat döneminde Rumeli sancağının kazandığı zaferler Anadolu’da Osmanlı hâkimiyetini pekiştirmiştir.
Bursa ve Edirne başta olmak üzere pek çok şehir ilmi ve edebi faaliyetleriyle dikkat çekmektedir. Rumeli’de Filibe, Serez, Selanik ve Üsküp de kültürel faaliyetleriyle öne çıkan merkezlerdir.
Niyazî-i Kadîm,
Sa’dî,
Kandî,
La’lî,
Karaferyeli Baba Hasan,
Prizrenli Sûzî Çelebi,
Nehârî, Sa’yî,
Priştineli Mesihî,
Vidinli Tarikî ile
Zarifî Rumeli şehirlerinde yetişmiş önde gelen şairlerdir.
Ömer İbni Mezid’in Mecmu’atü’n-Nezâir (yazılışı 1436)’i ile Eğirdirli Hacı Kemal (öl. 1509)’in Câmi’ü’n-Nezâir’inde şiirlere baktığımızda özellikle kaside gazelde ilerleme kaydedildiğini görürüz.
Nesir dilinde de bir yandan halka dönük sade dille yazılmış tarihi ve dini içerikli eserler üretilirken bir yandan da dili süslü metinler yazılmaya başlanır. Şeyhoğlu Mustafa’nın 1401’de yazdığı Kenzü’l-Kübera süslü nesrin ilk örneklerindendir.
Osmanlı himayesindeki bölgelerde edebi faaliyetler daha fazladır. Yıldırım Bayezid’in büyük oğlu Emir Süleyman, edebiyata meraklı bir kimseydi. Osmanlı sarayında şairleri etrafında toplayan ilk kişi de Emir Süleyman olmuştur. Ahmedî ve Ahmed-i Dâî, ondan çok destek görmüşlerdir.
Ahmedî Tervihü’l-Ervah, Ahmedî Dâî ise Çeng-name adlı eserini Emir Süleyman’a sunmuştur. Mehmed, Işk-name (Tuhfe-name) adlı eserini ona ithaf etmiştir.
Süleyman Çelebi de Mevlid’inin Emir Süleyman zamanında yazmıştır.

Çelebi Mehmed Dönemi (1413-1421)
Hükümdar olduğu dönemde Germiyan sarayından Ahmedî, Ahmed-i Daî ve Şeyhi Osmanlı sarayına intisap ettiler.
Çelebi Mehmed 1414’te Merzifon’da, 1420’de de Bursa’da medrese kurdu. Bursa’da kurulan Yeşil Medrese devrin en yüksek eğitim kurumu haline geldi. Molla Hüsrev ve Molla Hayalî burada ders vermişlerdir.
Ahmed-i Daî, Şehzade Murad’a hoca tayin edildi. Daî, u dönemde aruz bahirlerini anlattığı Ukûdü’l-Cevahir adlı lügatini yazıp Şehzadesine sunmuştur.
Çelebi Mehmed’e hekimlik de yapan Şeyhî, Har-name’yi bu dönemde yazıp sultana sunmuştur.
Abdülvasi Çelebi Halil-name adlı eserini sultana sunmuştur.
Rükneddin Ahmed, Kazvini’nin Acaibü’l-Mahlukat adlı eserini tercüme edip sultana sunmuştur.
Abdülvehhâb bin Yûsuf bin Ahmed el-Mardanî ise, bu padişah için tıbbî eserlerden yararlanarak Kitâbü’l-Müntehab fi’t-Tıb adlı eserini yazmıştır.

II. Murad Dönemi (1421-1451)
Hayırseverliği nedeniyle Ebu’l-hayr diye anılan sultan, Türkçe eserler yazılmasına, kültür hayatımızın gelişmesine katkılar yapmıştır. Âlim ve şairlerle haftada iki gün bir araya gelen Sultan Murad, nerede hüner sahibi birini duysa iltifat edip ihsan ederdi.
Şiir söyleyen ve şiirlerinde mahlas (Muradî) kullanan ilk padişahtır. Döneminin önde gelen şairleri; Germiyanlı Şeyhî ve yeğeni Cemâlî, Şemsî, Nakkaş Sâfî, Gelibolulu Za’îfî, İvaz Paşazâde Atâî, Hüsâmî, Hassân, Bursalı Ulvî ve Aşkî’dir.
Sultan Murad, Şeyhî’den Nizami’nin hamsesinin tercüme etmesini istemiştir. Şeyhî, hamsenin Hüsrev ü Şirin mesnevisini tercüme edip sultana sunmuştur.
Cemalî, Hüsrev ü Şirin’in zeylini ve Hümâ ve Hümayûn adlı mesnevisini sultana sunmuştur.
Za’îfî, Gazavat-ı Sultan Murad Han adıyla II. Murad’ın seferlerini manzum olarak anlatmıştır.
Bedr-i Dilşâd’ın II. Murad’a sunduğu Murad-nâme’si ise on bin beyitten fazla ansiklopedik bir eserdir.
Hümâmî Sî-nâme’yi, Abdî Camasb-nâme’yi, Manyasoğlu (Manyas Kadısı) Mehmed Gülistân’ı ve Şeyh Elvan-ı Şirazî Gülşen-i Râz’ı Farsçadan Türkçeye tercüme ederek II. Murad’a sunmuşlardır.
Mu’înüddîn b. Mustafa, Mevlânâ’nın Mesnevî’sinin I. cildini, II. Murad adına Mesnevî-i Murâdiyye adıyla 1436’da manzum olarak tercüme edip açıklamıştır. Âşık Ahmed ise, 1430-1451 yılları arasında yazdığı Câmi’u’l-Ahbâr adlı manzum bir evliya tezkiresi olan mesneviyi II. Murad’a takdim etmiştir.
Ataî, Hüsâmî, Hassân, Bursalı Ulvî ve Aşkî saraya giren diğer şairlerdir.
Hacı Bayram-ı Velî, Emir Sultan, Eşrefoğlu Rûmî, Abdurrahim-i Rûmî, Osmanlı kültür hayatının temel eserlerinden Muhammediyye’nin müellifi Yazıcıoğlu Mehmed ile kardeşi Ahmed-i Bîcan, Abdüllatif Kudsî ve Abdurrahman el-Bistâmî Sultan II. Murad devrinde yaşayan Osmanlı din, kültür ve tasavvuf hayatının önemli şahsiyetlerindendir.
İlk Osmanlı tarihçilerinden Âşık Paşazâde, padişah ile bazı savaşlara katılmış, Şükrullah ise, onun musâhibi ve elçisi olarak görev yapmıştır. Oruç Bey de, bu dönemde yaşamış önemli bir tarihçidir.
Nazire mecmuaları”nın Anadolu’da yazılan ilk örneğine II. Murad devrinde rastlanır. Ömer b. Mezîd tarafından derlenen ve II. Murad’a sunulan Mecm’atü’n-Nezâir, II. Murad devrine kadar Türk şiirinin değerlendirilmesini sağlayan önemli bir kaynaktır.

1400-1450 arası Anadolu Sahası Şair ve Yazarları

Ahmed-i Dâî
Germiyan bölgesinin önde gelen şairlerindendir. Asıl adı Ahmed, mahlası ise Dâî’dir. Yıldırım Bayezid’in Kütahya valisi olmasından sonra Emir Süleyman’la yakınlaşmıştır. Çeng-name adlı eserini 1406 yılında Emir Süleyman’a sunmuştur. Çelebi Mehmed, şaire yakınlık göstermiş ve şehzadesinin eğitimiyle sorumlu olmasını istemiştir. Dâî Şehzade Murad için Ukûdü’l-Cevâhir adlı eserini kaleme almıştır. Ayrıca I. Mehmed’e (1413-1421) övgü olarak altı şiir ile bir mersiye yazmıştır. Bursa’da adına cami, hamam ve mahalle bulunuyorsa da mezarının yeri belli değildir.
Dâî’nin dili akıcı, açık, ifadesi tok ve gürdür. Arapça, Farsça ve Türkçeye hâkim olan şair mülemma kasideler yazmıştır. Yusuf Has Hacib’in yaptığı gibi hece ile aruzu yakınlaştırmıştır. Türk edebiyatında ilk müstezat kaside Dâî’ye aittir. Şiirleri içerik ve yapı bakımından Şeyhoğlu Mustafa ile benzerlikler gösterir. Tasvir yönüyle Gülşehri’ye benzer. Çağatay Türkçesiyle de şiirler yazmıştır. Teressül adlı eseri ile Türk edebiyatında ilk yazı örneklerini yazan da Ahmed-i Dâî’dir.
İsmail Hikmet Ertaylan, Ahmed-i Daî’nin Hayatı ve Eserleri (1952) adlı monografisinde onun manzum ve mensur 17 eserini tespit etmiştir. Eserlerinden manzum olanlar; Türkçe Divan, Farsça Divan, Çeng-nâme, Ukûdü’l-Cevâhir (Farsça sözlük), Ebulleys-i Semerkandî Tefsirinin Mukaddimesinin Türkçe Çevirisi, Camasb-nâme, Vasiyyet-i Nûşinrevân-ı Âdil be-Püsereş Hürmüz-i Tâcdâr tercümesi’dir. Dâî’nin Mu’tayebât’ı ise müstakil bir eser olmayıp Türkçe Divan’ından seçilmiş 12 mizahî kıt’adan oluşmaktadır.
Camasb-nâme, İran şairlerinden Nasîrüddîn-i Tûsî’nin (öl. 1274) gizli ilimlerden bahseden “yıldız-nâme” türündeki otuz üç beyitlik aynı adlı mesnevisinin genişletilmiş tercümesidir.
Ukûdü’l-Cevâhir, şairin II. Murad’ın şehzadeliği sırasında yazdığı Farsça manzum bir sözlüktür.
Vasiyyet-i Nûşinrevân-ı Âdil be-Püsereş Hürmüz-i Tâcdâr ise, mefâ‘îlün mefâ‘îlün fe‘ûlün vezniyle ve mesnevi nazım şekliyle yazılmış, 115 beyitlik didaktik bir eserdir. Bu eser, aynı zamanda bir siyaset-nâme özelliğine de sahiptir. Bu mesnevi, çocuklar muhatap alınarak yazılmış ilk nasihat-nâme kabul edilir. İ. H. Ertaylan, Mahmut Kaplan ve Emine Yeniterzi tarafından yayımlanmıştır.
Divan, 21 kaside, 6 terci-i bend ve terkib-i bend ile 304’ü gazel olmak üzere 331 şiirden oluşur. Mehmet Özmen tarafından yayımlanmıştır. Divanın tam nüshası Mısır Milli Kütüphanesi’ndedir.
Çeng-name, 1446 beyitten oluşan eser mefâ‘îlün mefâ‘îlün fe‘ûlün vezniyle yazılmıştır. Çengin 24 teli ve doğu musikisinin 24 makamından hareketle 24 bölüme ayrılmıştır. Saki-name özellikleri de taşıyan bu romantik eser ibret verici taraflarıyla didaktik özellikler de gösterir. Bir araya gelme (=birlik, vahdet) konusunu işleyen tasavvufî ve sembolik bir eserdir.
Çeng-nâme’nin Burdur, Konya ve Sivas’ta olmak üzere üç nüshası vardır. İ. H. Ertaylan, Gönül Alpay Tekin eseri yayımlamıştır.

Süleyman Çelebi
İlk mevlid yazarlarından olan Süleyman Çelebi’nin hayatı hakkında bilgimiz yetersizdir. Dedesi Şeyh Mahmud, Şeyh Edebali’nin oğlu olup Orhan Gazi’nin de silah arkadaşıydı. Vesîletü’n-Necât adlı eserini 1409’da, 60-65 yaşlarında yazdığı tahmin edilir. 1400 yılında Ulu Cami’de imamlık yapmıştır. Mezarı Bursa’da Çekirge yolu üzerindedir.
Eserlerinde devlet ricalinden kimseye yer vermeyen şair Allah ve Peygamber sevgisiyle doludur.
Vesîletü’n-Necât, Osmanlı coğrafyasında ortaya çıkmış ilk eser olarak kabul edilir. Eser, Mevlid ismiyle meşhurdur. Ebu’l-Cevzî (öl. 1200) Mevlidü’n-Nebî adıyla ilk mevlid kitabını yazmıştır.
Mevlid, a) tevhid-münacat ve kitabın yazılış sebebi, b) âlemin yaratılmasının sebebi, c) Muhammed nurunun yaratılması ve Âdem’den başlayarak Peygamber’in alnında karar kılması, ç) veladet, d) peygamberin mucizeleri, e) mirac, f) peygamberin vasıfları ve peygamberin tebliğ vazifesini yerine getirmesi, g) peygamberin vefatı ve h) kitabın sonu olmak üzere dokuz bölümdür. Bu bölümlerin bazılarında ayrıca fasıllara yer verilmiştir. Bunların sayısı yediyi bulur. Ancak bazı nüshalarda on beşe kadar çıktığı da görülür. Mevlid’in en uzun kısmı, 145 beyitten oluşan “velâdet bölümü”dür.
Mevlid üzerine yapılan çalışmaların en kapsamlısı Neclâ Pekolcay’ın doktora çalışması olmuştur. Ahmet Aymutlu 1946 yılında bir mezuniyet tezi hazırlamış, Ahmet Ateş de Mevlid üzerine bir çalışma yapmıştır (1954). Faruk Timurtaş ise, Mevlid’in en son neşrini yapmıştır (1970).

Abdülvasi Çelebi
Amasya’da doğmuş büyümüş, Çelebi Mehmed’in hükümdar olmasından sonra Bursa’ya geçmiştir. Şiirlerinde Kadıoğlu ve Kadı mahlaslarını kullanmıştır. Tek eseri Halil-name’dir.
Şair, eserinde şehzadeler arasında geçen mücadeleleri “Der Vasf-ı Ceng-i Sultân Muhammed bâ-Mûsâ” başlığı altında 192 beyitte anlatarak bir çeşit tarih yazmıştır.
Dili açık ve anlaşılırdır. Eserinde sayısı 15’i bulan gazelleri de vardır.
Hilal-name, Türk edebiyatında İbrahim Peygamber’in hayatının anlatıldığı tek eserdir. 3693 beyittir. 1414’te yazdığı eserini Çelebi Mehmed’e sunmuştur. Eserin sonundaki “Tetimme-i Kelâm ve Hâtime-i Kitâb” başlıklı bölümler ilahi hikâyelerin en güzel örneklerindendir.
Eser, 1996 yılında Ayhan Güldaş tarafından yayımlanmıştır. Eserin sonunda yer alan 548 beyitlik Mi’rac-name, müstakil bir eser olarak da kabul edilmektedir.

Şeyhî
İsmi kaynaklarda Yusuf, Sinan ve Sinaneddin olarak geçer. Doğum yeri Germiyan’dır. Tabip olduğu için Hekim Sinan adıyla şöhretlidir.
Kütahya’da şair Ahmedî’den dersler aldı. Eğitimini ilerletmek için İran’a gitti. Cürcanî ile sınıf arkadaşı oldu. İran dönüşü Hacı Bayram-ı Veli’ye intisap ederek Şeyhî mahlasını aldı.
1415’te Karaman Savaşı’nda hastalanan Çelebi Mehmed’i tedavi eden Şeyhi, hizmetlerinin karşılığında Dokuzlar Köyü’nü tımar olarak alır. Şeyhî, köye giderken köyün eski sahipleri tarafından dövülmesi üzerine başından geçenleri hicvederek Har-name adlı eserini yazmıştır.
Şeyhî, Anadolu sahasında din dışı şiirlerin gelişimine katkı yapmıştır. Divanındaki gazellerde Fars şairlerinde Savecî ve Şirazî’nin etkileri görülür. Tezkirelerde Nizami’nin Hüsrev ü Şirin’ine yazdığı nazire mesneviden çokça söz edilir. Mesnevide Ferhad’ın dilinden söylediği tercî-i bend, divan şiiri tevhidlerinin en güzellerinden biridir. Anadolu sahasının kurucu şairlerinden olan Şeyhî, Necati, Fuzuli ve Bakî gibi pek çok şairi etkilemiştir.
Divan: Millet Kütüphanesi’ndeki Şeyhî Divanı 1438’te istinsah edilmiştir. Ali Nihat Tarlan bu nüshayı 1946’ta yayımladı.
Hüsrev ü Şirin: II. Murad zamanında yazılmıştır. Eser, Türkçedeki Hüsrev ü Şirin mesnevilerinin en güzelidir. 6944 beyitten meydana gelen ve mefâ‘îlün mefâ‘îlün fe‘ûlün vezniyle yazılan mesnevi, Faruk Kadri Timurtaş tarafından yayımlanmıştır (1963).
Har-name: 126 beyitten müteşekkil bir mesnevidir. Hiciv türünün en güzel örneklerinden biridir.

Ünite 5
1450 – 1500 Arası Anadolu Sahası Türk Edebiyatı
Fatih’in 1451’de hükümdar olmasına mukabil, Anadolu’da birlik sağlandı, İstanbul fethedildi, Balkanlarda ilerlemeler devam etti, hülasa Osmanlı Devleti, imparatorluk haline geldi.
Fatih, Sahn-ı Seman adı verilen sekiz büyük medrese kurmuştur. Bu medreselerde Ali Kuşçu, Hayalî Şemseddin, Molla Hüsrev, Hocazade Muslihiddin Mustafa, Hatibzade Muhyiddin Mehmed gibi isimler dersler vermişlerdir.
Fatih, Arapça, Farsça, İbranice, Keldanice, Yunanca, İslavca ve Latince bilirdi. Kitaba düşkün olan Fatih, çok sayıda eserin çevrilmesine vesile olmuştur.
Fatih devri, orta Türkçenin son yüzyılını meydana getirir. Eski Türkçede ağız seviyesindeki farklılıklar orta Türkçe döneminde şive farkı durumuna geçer.
Fatih, Divan sahibi olan ilk padişahtır (Avnî Divanı).
Fatih’in vezirlerinden Mahmud Paşa ile Karamanî Mehmed Paşa da dönemin şairleri arasında yer alırlar. Cemâlî ise, fetihten sonra İstanbul’a gelmiştir. Bu devrin en büyük şairi Ahmed Paşa’dır. Şiirleriye dikkat çeken Melîhî, özellikle gönül redifli murabbaı ile tanınmıştır. Aşkî ise, Fatih’e en çok kaside yazan bir şairdir.
Fatih’in şehzadeleri de kültür hayatına ilgiliydiler. Bayezid, Adlî mahlasıyla şiirler söyleyip Divan tertip etmiştir. Cem, Saltuk-name hikâyelerinin toplanmasını sağlamıştır. Cem mahlasıyla şiirler söylemiş, Divan yazmış ve Cemşid ü Hurşid mesnevisini tercüme etmiştir. Sancakbeyi olduğu Kastamonu ve Konya’da şairleri etrafına toplayarak meclisler oluşturmuştur.

Avnî (Fatih)
Sehî’ye göre sözleri merdane, gazelleri âşıkane ve ders vericidir. Divan’ında 70 şiiri vardır. Fatih’in şiirleri, Kemal Edip Ünsel, Ahmed Aymutlu ve G. Jakob tarafından yayımlanmıştır.

Ahmed Paşa
II. Murad’ın kazaskerlerinden Veliyüddîn Efendinin oğlu olup Edirne’de doğmuş ve Bursa’da ölmüştür. Şair, İstanbul fethine katılmış, daha sonra kazasker ve vezirlik rütbeleri de elde etmiştir.
Padişah’ın nedimlerinden birine ilgi duyduğu şeklindeki bir söylenti üzerine hapse atılan Ahmed Paşa, “Kerem kasidesi”ni yazarak Fatih’e kendini affettirmiştir.
Onun Kerem kasidesi Şeyhî’ye, Güneş kasidesi Atâî’ye, Gönül murabbaı da Melîhî’ye naziredir. Gönül murabbaına ayrıca Fatih tarafından muhammes şeklinde bir nazire yazılmıştır.
Tarih düşürmekle de dikkat çeken, şiirlerinde sevgiliyi ve aşkı dile getiren Ahmed Paşa, devrin ince ve renkli hayallere sahip bir şairi olup, tasvirleri canlıdır.
Ali Nihad Tarlan, Divan’ın 15 nüshasından hareketle karşılaştırılmalı metnini yayımlamıştır.
Ahmed Paşa, Câmi’ü’n-Nezâir’de şiirlerine en çok yer verilen şairlerin başında gelir.

Adnî (Mahmud Paşa)
Aslen
Sırp olan Mahmud Paşa, Edirne sarayında eğitilmiş, Fatih’in dikkatini çekmiş ve padişahla seferlere katılmıştır. Belgrad muhasarasında yararlıklar gösteren Mahmud Paşa daha sonra vezir olmuştur. Amasra, Sinop ve Trabzon fetihlerinde bulunduğu gibi, Sırbistan’ın ele geçmesinde büyük rol oynamış, ayrıca Bosna’yı fethetmiştir. Arapça, Farsça, Sırpça yanında Rumca da bilmektedir.
Farsça ve Türkçe yazdığı şiirler ile tanınmıştır. Karamanî Mehmed Paşa ve Kasım Paşa gibi âlim ve şairleri koruyup yetişmelerine katkı sağlamış ve onları devlet hizmetine yöneltmiştir.

Nişanî (Karamanlı Mehmed Paşa)
Fatih kanunnamelerinin tertip ve tanziminde görev almıştır. Fatih’in Uzun Hasan’a gönderdiği meşhur mektup da onun tarafından yazılmıştır. Fatih’in ölümü üzerine, Mehmed Paşa da yeniçeriler tarafından şehit edilmiştir

Cemalî
Şeyhî’nin Hüsrev ü Şîrîn adlı mesnevisine zeyl yazmıştır. Gülşen-i Uşşâk (Hümâ ve Hümâyûn) adlı mesnevisini 1446 yılında yazmıştır.
Türk edebiyatında, Ahmed Paşa, Cem Sultan ve Karamanlı Aynî ile birlikte manzum (ebcedle) tarih düşürmeyi başlatan şairlerden biridir. Ayrıca elif harfini ve noktalı harfleri kullanmadan gazeller yazması dikkat çeker.
Cemâlî’nin bilinen eserleri, Divan, Şeyhî’nin Hüsrev ü Şîrîn’inine yazdığı zeyl, Hümâ ve Hümâyûn, Miftâhu’l-Ferec (dinî konuda yazılmış bir eser olup 1456 yılında Fatih’e sunulmuştur), Resâil, Der-beyân-ı Meşakkat-ı Sefer ü Zarûret ü Mülâzemet (Arnavutluk seferini anlatan 73 beyitlik bir mesnevidir) ve Yûsuf u Züleyhâ’dır.

Aşkî
Latifî, Hasan Çelebi ve Âşık Çelebi’nin değerlendirmelerine göre, şiirinde akıcılık olmadığı gibi, yazdıklarının da bir önemi ve şöhreti bulunmamaktadır.
Aşkî’nin gazel ve kasidelerinden başka Nizâmî’den yaptığı Heft Peyker çevirisi vardır. Bu eseri tanıtan Günay Kut, Cemâlî’nin tezkirelerde belirtildiğinin aksine çok iyi bir mesnevi şairi olduğunu ifade etmektedir.

Melihî
Öğrenim için İran’a gitmiş, Molla Câmî ile sınıf arkadaşı olmuştur. Dönemi şairleri arasında şiir yazmada benzeri olmayan bir şair olup hikmetli söz söylemede öncüdür.
Bedî’ ve beyân yönünden oldukça başarılı olan Melîhî, şiirde Ahmed Paşa’nın hocasıdır.
“Gönül” redifli murabbaı devrinde çok beğenilmiştir.
Kendisini şaraba kaptıran Melîhî, bu sebeple padişah hizmetinden ve saraydan uzaklaştırılmıştır.

Karamanlı Nizamî
İran şairlerinden etkilenen Nizâmî, Hâfız’ın gazellerine nazire ve tahmisler yazmıştır. Onun, Fatih devrinde başlayan nazirecilik akımı içinde de önemli bir yeri vardır.
Nizâmî’nin elde bulunan eseri küçük bir Divan’dır.

Sarıca Kemal (Kemal-i Zerd)
Sarıca Kemal, Fazlullah b. Abdullah’ın hicrî VII. yüzyılda yazdığı Târihü’l-Mu’cem fî
Âsâr-i Mulûkü’l-Acem adlı eserini Belâgat-nâme adıyla Türkçeye çevirmiştir.
Şairin elde bulunan Divan’ının iki nüshasında ise, sadece gazeller bulunmaktadır.

Zeynep Hanım
Kadı olan babasından devrinin ilimlerini, Arapça ve Farsçayı öğrenen Zeynep Hanım, musikide de bilgi sahibidir.

Hufî
Fatih devrinde esnaf arasından çıkan şairlerden olup kunduracıdır.
Cinaslı söyleyişlerle dikkat çeker.

Fatih Sultan Mehmed, Osmanlı ülkesine dışardan gelen şairlere de yakınlık göstermiştir. Isfahanlı Hamîdî böyle bir şairdir. Şair, sarayda gördüğü izzet ve ikramı Hasbihâl-nâme’sinde anlatmıştır.

Şirvan’dan gelen ve Fatih’in sarayında yer tutan bir başka şair de Kabûlî’ dir (öl.1478).

Fatih dönemi şairlerinden olan Le’âlî, kendini Acem olarak tanıtıp sarayda yer tutmuştur. Aslen Tokatlı olan bu şair, öğrenim için İran’a gitmiş, Molla Câmî’nin meclislerine katılmış ve padişaha ondan selâm getirmiştir.

Fatih’e kaside yazan ve yakınlığı ile bilinen şairlerden biri olan Ulvî’nin adı Şah Ali’dir.
Önce II. Murad’a, sonra Fatih’e intisab eden şair, padişahın takdir ve iltifatına kavuşmuş ve ona kasideler sunmuştur. Ulvî’yi Fatih çevresindeki diğer şairlerden ayıran özelliği, tasavvufî yönünün bulunmasıdır.

Fenârîzâde Ali Çelebi, Türkçe şiirler yazmakla birlikte daha çok Farsça şiir söylemeyi tercih etmiştir. Bu sebeple padişahın Fars edebiyatını tanımasında önemli rol oynamıştır. İran’da öğrenim gören Fenârîzâde Ali Çelebi önceleri kadılık yapmış, daha sonra Anadolu ve Rumeli kazaskeri olmuştur.

Şehzadeler Çevresinde Oluşan Edebiyat

Cem Sultan
Edirne’de 23 Ocak 1459 tarihinde doğmuştur. 3 Mayıs 1481 tarihinde Fatih’in ölümü üzerine saltanat kavgalarına karışmış, bazı adamlarının ihanetine uğrayan Cem Sultan, 25 Eylül 1481 tarihinde Kahire’ye gitti. 1482’de Rodos’a, 1489’da Roma’ya ve 1495 yılında Napoli’ye giden Cem, 25 Şubat 1495 tarihinde Napoli’de vefat etti.
Türâbî, Aynî-i Tirmizî, Sirozlu Sa’dî, Haydar, Kandî, Sehâyî, La’lî, Şâhidî, Şerifî-i Âmidî Cem’in çevresinde bulunan şairlerdir.
Türâbî, Cem’in hocası, Sâdî nişancısı idi. Şâhidî ve Haydar da defterdar olarak hizmetinde bulundular.
Sa’dî-i Sirozî de Cem’e yakın olan ve onunla gurbete giden şairlerdendir. İstanbul’a dilenci ve derviş kılığında gelen Sa’dî, bazı kimselerle görüşerek bilgi toplamış, ancak yakalandığı zaman üzerinde çıkan mektuplara padişahın kızması üzerine Galata boğazında denize atılarak boğulmuştur. Cem’in nişan cısı olan bu şair, şiir sanatında ustadır. Açık ve pürüzsüz söyleyen Sa’dî’nin Câmi’ü’n-Nezâir gibi mecmualarda şiirleri vardır.
Gazel, mesnevi ve muamma şairi olan Cem’in Türkçe ve Farsça Divanları, Cemşîd ü Hurşîd ile Fâl-i Reyhân-ı Sultân Cem isimli eserleri bulunmaktadır. Bursa İl Halk Kütüphanesi’nde bulunan Türkçe Divan’ın başında Farsça Divan’dan sonra, 11 kaside, 348 gazel, 1 rubâ’î, 41 muamma ile 19 müfredât vardır.
Cemşîd ü Hurşîd, Selmân-ı Savecî’nin aynı adı taşıyan mesnevisinin tercümesidir.
Fâl-i Reyhân-ı Sultân Cem, 48 beyitlik küçük bir eserdir. Dr. Halil Ersoylu tarafından yayımlanmıştır.

Karamanlı Aynî
Şairliğinin yanında avâmil, mantık, astronomi ve cifr ile uğraşmıştır. Bilinen tek eseri, Divan’ıdır. 41 muamma yazan Cem Sultan ile 136 muamması bulunan Aynî, Doğu Türkçesi ile muamma yazan şairlerin dışında, Anadolu’da ortaya çıkan Türk edebiyatı içinde bu türde ilk defa şiir yazan şairlerdendir.

Adlî (II. Bayezid)
Bayezid 1447 yılında Dimetoka’da doğmuştur.
II. Bayezid, hat sanatı ile de uğraşmış, Farsça şiirler de yazmıştır.
Tursun Bey’e Tarih-i Ebu’l-Feth’i ve Kıvâmî’ye de Fetih-nâme-i Sultan Mehmed adlı eseri yazdırmıştır.
Hikmetli şiirler de yazan ve bu yönü ile babasına ve kardeşine göre üstün olan Adlî’nin yer yer orijinal ve kendine has söyleyişleri de görülür.
Adlî’nin en önemli özelliği, beyitlerinde tenasüp sanatına en güzel şekilde yer vermesidir. Şiirinde yer yer deyimlere ve halk söyleyişlerine rastlanan ve tezatlı söyleyişleriyle dikkat çeken Adlî’nin Mihrî Hatun üzerinde etkisi görülür.
Adlî, daha çok 5 ve 7 beyitten oluşan gazeller yazmıştır. Onun bazı gazellerinde mahlasını sondan bir önceki beyitte kullanması dikkat çeker.
II. Bayezid’in şehzadeleri olan Ahmed, Korkud ve Selim (Yavuz)’in üçü de şairdir.

Mihrî Hatun
1460 yıllarında doğmuştur. Bütün ömrünü Amasya’da geçiren Mihrî Hatun 1514 yılında vefat etmiştir.
Elimizde olan tek eseri Divanı’dır. Divanı’nda 17 kaside, 210 gazel, 1 müstezat, 9 murabba, 1 tahmis, 1 terci-i bend ve 12 küçük mesnevi olmak üzere toplam olarak 251 manzume bulunmaktadır.
Şeyhî ve Ahmed-i Dâî’ye nazireler yazmıştır. Özellikle Necâtî’nin etkisinde kalan Mihrî Hatun, dil yönünden de bu şairi benimser.
Edebiyatımızda akrostiş şiiri başlatan şair olarak görülen Mihrî Hatun, aruz veznine de hâkimdir.

Necati Bey
XV. yüzyılın ikinci yarısında yetişen şairlerin en önemlisidir.
Kastamonu’da bulunduğu sıralarda meşhur “döne döne” redifli gazelini yazan Necâtî, şiirleriyle kısa sürede tanınmıştır.
Türk şiirinin Osmanlı asırlarında başlayan yeni ve büyük bir devresinin birinci halkası durumundadır.
Şiir dilinde Ahmed-i Dâî’yi takip eden şair, hemen her gazelinde deyim ve atasözlerine yer vermiş ve bu yönü ile edebiyatımızda öncü olmuştur.
Şiirine devrindeki hadiseleri de sokan şair, halk psikolojisine önem verir.
Necâtî’nin manzumelerinde yer verdiği soru cümleleri, hitapları ve öğütleri, üslubunun öne çıkan özellikleridir.
Necâtî Bey’in tek eseri Divan’ıdır. Bu eser, Ali Nihad Tarlan’ın neşrine göre bir önsöz ile başlamaktadır. Bugünkü bilgilere göre, Batı Türk edebiyatında divanında dibace (=önsöz) yazan ilk şair de Necâtî’dir.
Necâtî Divanı’nda bulunan 650 gazel, Türk şiirinin on altıncı yüzyıla girerken ortaya çıkan en güzel örnekleridir.

Hamdullah Hamdî
Akşemseddin’in oğlu olan Hamdullah Hamdî (1449-1503)’nin XV. yüzyıl mesnevi şairleri içinde ayrı bir yeri vardır.
Hamdî’nin Divan ve Hamse’si vardır. Hamse’sindeki mesneviler, Yûsuf u Züleyhâ, Leylâ ve Mecnûn, Mevlid, Kıyafet-nâme ve Tuhfetü’1-Uşşâk’tır. Yûsuf u Züleyhâ’sı Türk edebiyatında bu türde yazılan mesnevilerin en güzelidir.
İnsanın fizikî yapısının karakteri ile ilişkisini anlatan Kıyafet-nâme’si bu konuda yazılmış manzum ilk eserdir. Tuhfetü’l-Uşşâk küçük bir aşk mesnevisidir.

Baba Yusuf-ı Sivrihisarî
Akşemseddin’in halifesidir. Hakkında pek çok menkıbe bulunan Şeyh Baba Yûsuf-ı Sivrihisarî’nin Divan, Risâletü’n-Nûriyye, Tefsir ve Mevhûb-ı Mahbûb olmak üzere dört eseri vardır. Şeyhoğlu ve İbn Şeyhî mahlaslarını kullanmaktadır.
7968 beyti bulan Mevhûb-ı Mahbûb mesnevisi ve Divan’ı şairin edebiyattaki kudretini gösteren eserleridir. Mesnevisi özellikle nasihat bakımından önemlidir.

15. Yüzyıl Mutasavvıf Şairleri
Emir Sultan (öl. 1429), Hacı Bayram-ı Velî (öl. 1429-1430) Kaygusuz Abdal (öl.1444)
Akşemseddin (1389-1459), Eşrefoğlu Rumî (öl.1469), Kemal Ümmî (öl. 1475?), Dede Ömer Rûşenî (öl. 1486), Cemâl-i Halvetî (öl. 1496), İbrahim Tennûrî (öl. 1482) ve İbrahim Gülşenî (1426-1533)

Asıl adı Abdullah olan Eşrefoğlu Rûmî (1353?-1469), Yunus tarzında şiirleri ile tanınan, ilâhîler yazan bir şair olarak dikkat çeker. İznik’te doğan Eşrefoğlu Rûmî, Bursa’da Çelebi Sultan Mehmed medresesinde okudu. Bayramîlik’i yaymak için İznik’e geldi.
Bilinen eserleri, Divan’ı ile Müzekki’n-Nüfûs’dur.

Bu devrin divan sahibi şairlerinden biri olan Kemal Ümmî’nin asıl adı İsmail’dir. Özellikle ilahileri ile tanınan Kemal Ümmî, yalnız Anadolu’da değil Kırım, Kazan, Başkurt ve Özbek Türkleri arasında da bilinmektedir. Divan’ı vardır. Ayrıca Kırk Armağan adlı öğretici yönü ağır basan bir eseri daha bulunmaktadır.

Dede Ömer Rûşenî de Fatih devrinde yaşayan tekke şairlerindendir. Halvetîlik tarikatı içinde yer aldı. Orta hacimde bir Divan’ı vardır. Âsâr-ı Aşk, Ney-nâme, Miskin-nâme, Silsile-nâme, Çoban-nâme, Kalem-nâme ve Kıssa-nâme adında mesnevileri vardır. Dili sade olup, akıcı bir üsluba sahiptir.

Cemâl-i Halvetî de bu yüzyılın Divan sahibi mutasavvıf şairlerindendir. Akşemseddin’in öğrencilerinden olan İbrahim Tennûrî (öl.1482) de Fatih devrinde dikkat çeken tekke şairlerindendir. Akşemseddin’in işaretiyle, Gülzâr-ı Ma’nevî adlı manzum eserini yazmıştır.
Gülzâr-ı Ma’nevî kaynak itibariyle Mevlânâ’nın Mesnevî’sine bağlıdır.

Rûşenî gibi Mevlânâ’nın etkisinde kalan Gülşenî, Ma’nevî adıyla Mevlânâ’nın
Mesnevî’sine kırk bin beyit tutarında Farsça bir nazire yazmıştır.

15. Yüzyılda Yazılan Eserler

Manzum Eserler
Divanlar
Ahmed-i Dâî (Türkçe ve Farsça divan), Şeyhî, Ahmed Paşa, Necâtî Bey, Avnî (Fatih), Adlî (II. Bayezid), Cem, Adnî (Mahmud Paşa), Sâfî (Cezerî Kasım Paşa), Harîmî (Şehzade Korkud), Rûşenî, Kemal Ümmî, Sarıca Kemal, Hamdullah Hamdî, Eşrefoğlu Rûmî, Karamanlı Nizâmî, Cemâlî, Çakerî Sinan Bey, Mesîhî, Münîrî, Mihrî Hatun, Fakihî, Edhemî, Kasım, Sevdâyî, Vasfî.

Mesneviler
1. Dinî-tasavvufî Mesneviler: En meşhuru Süleyman Çelebi’nin Vesîletü’n-Necât’ıdır. Süleyman Çelebi’den başka bu yüzyılda mevlid yazan şairler, Ârif, Kerîmî, Ahmed, Hocaoğlu, Sinanoğlu, Ebulhayr, Hamdullah Hamdî, Keşfî-i Saruhanî ve Muhibbî’dir.
Ahmed, orijinal buluşları, güzel söyleyişi, hitablara yer vermesi ve tekrir sanatını kullanması ve şiirinde yer yer lirizme yer vermesiyle mevlid yazarları içinde öne çıkmıştır.
Halk tarafından Süleyman Çelebi’nin Mevlid’ine eklenen ‘merhaba’ faslı ona aittir.
Abdülvâsî Çelebi’nin Halîl-nâme’si, Yazıcıoğlu Mehmed (öl.1453)’in Muhammediyye’si önemli eserlerdir. Şair, Arapça mensur olarak yazdığı Megâribü’z-Zamân adlı eserini 1449 yılında Türkçe nazma çekerek II. Murad’a sunmuştur. 9000 beyitlik Muhammediyye, Mevlid ve Yunus Divanı gibi bütün Türklüğü kucaklayan bir eserdir. Amil Çelebioğlu tarafından doktora tezi olarak hazırlanan eser Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yayımlanmıştır.
Derviş Hayâlî diye bilinen Çelebizâde Mevlânâ Derviş Mehmed Efendi’nin Ravza-i Envâr’ı, küçük hikâyeler ile evliya menkıbelerinin anlatıldığı tasavvufî-didaktik bir mesnevidir. Eserde Mesnevî’den alınmış hikâyeler de vardır. 2182 beyit olan mesnevi, aruzun mefâ’îlün mefâ’îlün fe’ûlün vezni ile yazılmıştır.

Hatiboğlu (öl. 1451-1456 arası) Bahrü’l-Hakâyık, Letâif-nâme ve Ferah-nâme adlı eserleriyle bu yüzyılın önemli mesnevi şairlerinden biridir. 1465 beyitten oluşan ve mefâ’îlün mefâ’îlün fe’ûlün vezniyle yazılmış olan Bahrü’l-Hakâyık, Hacı Bektaş-ı Velî’nin Arapça mensur Makalât’ının manzum bir çevirisidir.
1414’te yazılan Letâif-nâme, Arapça mensur bir Sûre-i mülk şerhi’nin manzum tercümesidir.
Hatiboğlu’nun 1426’da yazıp II. Murad’a sunduğu Ferah-nâme, konusu yüz hadis olan nasihat-nâme türünde dinî bir eserdir. Fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün vezniyle yazılan mesnevi, 6000 beyittir.

Devletoğlu Yûsuf’un XV. yüzyılın ilk yarısında yazıp II. Murad’a sunduğu (1425)
Vikâye tercümesi olan Kitâbü’l-Beyân adlı eseri, dinî-didaktik bir mesnevidir. 7000 beyte yakın olan Kitabü’l-Beyân, fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün vezni ile yazılmıştır.

Şeyh Elvan-ı Şirazî, Mahmud Şebüsteri’nin Gülşen-i Râz adlı Farsça eserini 1426’da
Türkçeye tercüme ederek II. Murad’a sunmuştur.

Mu’înüddîn b. Mustafa, Mevlânâ’nın Mesnevî’sinin I. cildini II. Murad adına Mesnevî-i
Murâdiyye adıyla 1436’da manzum olarak tercüme edip açıklamıştır. İki cilt olan ve 14404 beyitten meydana gelen bu eser, fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün vezniyle yazılmıştır.

Abdürrahim Karahisarî (öl. 1483-1485 arası)’nin 1461’de fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ ilün vezni ile yazdığı Vahdet-nâme, 4267 beyitten meydana gelen tasavvufî bir mesnevidir.
Abdurrahim Karahisarî’nin Vahdet-nâme’den başka Risâle fi-Eşrâti’s-Sâ’a Münyetü’l-Ebrâr ve Tercüme-i Kasîde-i Bürde isimli eserleri de vardır. Risâle fi-Eşrâti’s-Sâ’a Arapçadır. Münyetü’l-Ebrâr ve Gunyetü’l-Ahyâr ise tasavvufî bir eser olup Akşemseddin’in isteği üzerine yazılmıştır. Tercüme-i Kasîde-i Bürde, Peygamber övgüsünde yazılan manzum bir tercümedir. 160 beyti bulan eser Türkçe olup tıpkıbasım olarak 1960 yılında İsmail Hikmet Ertaylan tarafından yayımlanmıştır.

Âşık Ahmed’in 1430-1451 yıllan arasında yazdığı Câmi’u’l-Ahbâr adlı mesnevi, manzum bir evliya tezkiresidir. II. Murad’a sunulan eser, 12293 beyit olup fâ’ilâtün fâ’ilâtün
fâ’ilün vezni ile yazılmıştır. Yusuf Hakîkî’nin Hakîkî-nâme adlı Muhammediyye tarzında yazılmış eseri ile 2751 beyitten oluşan Muhabbet-nâme’si de bu yüzyılın dinî ve tasavvufî mesnevilerindendir. Nesîmî’nin halifelerinden Refi’î’nin Hurufîliği anlatmak için 1408’de yazdığı Beşâret-nâme’si, 1390 beyitten oluşan tasavvufî bir mesnevidir. Pîr Mehmed’in
Tarikat-nâme’si, Attâr’ın Musibet-nâme’sinden çevirdiği bir eser olup, tamamı elde yoktur.
Elde bulunan 80 beyti yayımlanmıştır. İbrahim Tennûrî (öl. 1482)’nin Gülzâr-ı Ma’nevî
(Gülzâr-ı Şerîf) adlı mesnevisi, 5059 beyit olup mefâ’îlün mefâ’îlün fe’ûlün vezniyle yazılmıştır.
Demirhisarlı Âbidin’in manzum Şir’atü’l-İslâm çevirisi ile manzum Tecvîd kitabı, Mehmed’in Gülistân-ı Şemâil (Şemâil-i Nebî)’i de bu yüzyılda yazılmış dinî mesnevilerdir.

2. Aşk ve Macera Mesnevileri: Abdî, Camasb-nâme isimli Farsçadan çevirdiği mesnevisini
1430’da yazıp II. Murad’a sunmuştur. Eserde, Danyal Peygamber’in oğlu Camasb’ın maceraları ve Şâh-ı Maran’ın yanında başından geçen masalla karışık olaylar anlatılmıştır.
Şeyhoğlu Cemâlî’nin Gülşen-i Uşşâk (Hümâ ve Hümâyûn)’ı, Aşkî’nin Heft-Peyker’i,
Münîrî’nin Mihr ü Müşterî’si, Halîlî’nin Firkat-nâme’si, Cem Sultan’ın Cemşîd-i Hurşîd’i,
Sadrî’nin Hüsrev ü Şîrîn’i ve Zihnî’nin Gül ü Nevrûz’u, Şâhidî’nin Gülşen-i Uşşâk (Leylâ
ve Mecnûn)’ı, Çâkerî’nin Yûsuf u Züleyhâ’sı Ahmed-i Rıdvan’ın Hüsrev ü Şîrîn ile Leylâ
ve Mecnûn’u bu yüzyılda yazılmış aşk mesnevileridir.
Halîlî’nin (öl. 1485) Firkat-nâme’sinin bu devir edebiyatı içinde ayrı bir yeri vardır. Şair, 1471 yılında yazdığı Firkat-nâme’de, başından geçen bir aşk hikâyesini edebî bir şekilde anlatır. Mesnevi olmakla birlikte içinde gazellere de yer verilen eserde, hikâyeler, âşık ve ma’şuk arasındaki mektuplaşmalarla anlatılmıştır. Eser, anlatım şekli olarak mektup tarzının kullanılması yönünden dikkat çekicidir.

3. Tarih ve Farklı Konularda Yazılmış Mesneviler: Za’ifî’nin II. Murad’ın savaşlarını anlattığı manzum Gazâ-nâme’si, Enverî’nin Düstûr-nâme’si, Mahremî’nin II.Bayezid’in seferlerini anlatan Şeh-nâme’si, Uzun Firdevsî’nin Midilli savaşlarını anlatan Kutup-nâme’si, Sarıca Kemal’in Selâtin-nâme’si, Sinoplu Safâyî’nin İnebahtı ve Moton seferlerini konu alan Gazâ-nâme’si, Sûzî Çelebi’nin Mihaloğlu Ali Bey’in Gazaları, Behiştî’nin Vakâyi’-nâme-i Behiştî veya Tarih-i Sultan Cem bu tür eserlerdir.
Bu yüzyılda tarihî konularda yazılan en önemli eser, Enverî’nin Düstûr-nâme’sidir. Düstûr-nâme mesnevi nazım şekliyle yazılmış manzum bir tarih olup üç bölüme ayrılmıştır. Birinci bölümde, peygamberler, İran hükümdarları, Gazneliler, Selçuklular, Harzemşahlar ve Moğollardan Anadolu Beyliklerine kadar geçen süredeki tarihi olaylar hakkında bilgi verilir. İkinci bölümde Aydınoğulları tarihi anlatılır. Son bölüm ise, Osmanlı tarihine ayrılmıştır.

Bedr-i Dilşâd’ın II. Murad’a sunduğu Murâd-nâme’si 10410 beyitten oluşan ansiklopedik bir eserdir. İbrahim bin Bâlî’nin 13000 beyit tutarındaki Hikmet-nâme’si, yazarın gezip gördüğü yerler hakkında tarihî ve coğrafî bilgiler de verdiği, didaktik mahiyette ansiklopedik bir eserdir.

Mensur Eserler
Mercimek Ahmed’in Kâbus-nâme çevirisi bu yüzyılın tanınmış mensur eserlerindendir. Orhan Şaik Gökyay tarafından yayımlanmıştır (1969).

Ahmed-i Bîcan (öl. 1465-70) da, Rûhü’l-Ervâh, Acâibü’l-Mahlûkat, Dürr-i Meknûn adlı eserleri ile Fatih dönemi yazarlarının başında yer alır.
Dürr-i Meknûn, gökler, gök cisimleri, şehirler ve ülkeler hakkında ansiklopedik bilgilerin yer aldığı bir eserdir. Acâibü’l-Mahlûkat, Kazvinî’nin aynı addaki eserinin Türkçeye tercümesidir. Eser meleklere, yıldızlara, aylara, günlere, karalara, denizlere, bitki ve yiyeceklere kadar pek çok konuya yer verir. 1453 yılında otuz fasıl (=bölüm) halinde yazılan Müntehâ, Füsûsu’l-Hikem’in tercümesidir. Bu eserde, Hz. Peygamber ve torunları, dört halife ile mirac hakkında bilgi verilmiştir. Rûhu’l-Ervâh’ta ise peygamberlere ait hikâyeler anlatılmıştır.

Eşrefoğlu Rûmî’nin yazdığı Müzekki’n-Nüfûs, nefsin hâlleri, dünya ve ahiret, haset, cömertlik, cimrilik, fitne, öfke, zikir, Hallac-ı Mansûr, iyi ahlâk, insanı iyiliğe ve kötülüğe çeken hâller gibi pek çok konunun anlatıldığı bir eserdir.

Münyetü’l-Ebrâr ve Gunyetü’l-Ahyâr, Abdurrahim Karahisarî’nin eseri Hakk’a giden yolda ilerlemeyi, tasavvufun merhalelerini, nefsin hâllerini anlatmaktadır.

Fatih devrinin önde gelen eserlerinden biri de Saltuk-nâme’dir. Saltuk-nâme Cem
Sultan’ın emri ile Ebulhayr-i Rûmî tarafından gaza ruhunu canlandırmak için derlenmiş bir eserdir. Yedi senede yazılan eser, Saru Saltuk’un menkıbevî hayatını, savaşlarını ve yiğitliklerini anlatır. Eser üzerinde Prof. Dr. Haluk Akalın tarafından doktora çalışması yapılmıştır.

Sözlükler: Çemişkezek kadısı Şihabeddin Ahmed bin Zekeriya’nın yazdığı Zehretü’l-Edeb, Hüsâm-i Hûyî’nin kaleme aldığı Nasibü’l-Fityân, Ahmed el-Engürî’nin ortaya koyduğu Silkü’l-Cevâhir adlı eserler bir öncü olarak görülür. Bunları Ahmedî’nin 1360-1377 yılları arasında yazdığı Mirkâtü’l-Edeb adlı manzum lügati izlemiştir. Bundan sonra da Ahmed-i Dâî’nin Çelebi Mehmed (1413-1421)’in oğlu şehzade Murad için yazdığı Ukûdü’l-Cevâhir’i ve Mahmud b. Edhem tarafından yazılan Miftahü’l-Luga’sı gelir. Ayrıca yazarı belli olmayan Tuhfetü’l-Fakîr de zikre değer bir lügattir. Bu eserlerin dikkat çeken tarafı, Farsça izahlı Arapça lügatler olmaları yanında hükümdarların, emirlerin veya önemli mevki sahiplerinin çocukları için kaleme alınmış manzum ders kitabı niteliğinde yazılmalarıdır.
Pîr Mehmed b. Yûsuf el-Ankaravî (öl. 1461-62) ise Arapça-Türkçe bir eser olan Tercümanü’l-Luga’yı yazmıştır.
Feriştehoğlu adıyla tanınan İzzeddin Abdüllatif’in Feriştehoğlu Lugati de, Arapça-Türkçe bir eserdir.

Tarihler: Âşık Paşazâde (öl.1484’ten sonra) ilkini teşkil eder.  Asıl adı Derviş Ahmed olan bu yazar, şiirlerinde Âşıkî mahlasını kullanmıştır.
Kıvâmî’nin Fetih-nâme-i Sultan Mehmed adlı eseri de bu devrin önde gelen tarihlerindendir.
Fetih-nâme-i Sultan Mehmed’in Âşık Paşazâde Tarihi’nden farkı, daha fazla şiirin yer alması ve II. Bayezid tarafından yazılması istenen bir eser olmasıdır.
Diğer bir tarih de Tursun Bey’in yazdığı Tarih-i Ebü’l-Feth’tir.

Molla Lütfî’nin Har-nâme isimli eseri, Uslu lâkabı ile tanınan bir mollanın zamanın vezirleriyle olan tartışmalarına ve Uslu’nun hayatına yer vermektedir

Fatih döneminde tıp alanında da önemli eserler yazılmıştır. Sabuncuoğlu’nun yazdığı
Cerrâhiyye-i İlhâniyye ve Mücerreb-nâme adlı eserleri bunların başında gelmektedir.
Cerrâhiyye-i İlhâniyye, Zehravî’nin Et-Tasrîf adlı eserinin tercümesi durumundadır.
Mücerreb-nâme ise telif bir eserdir. Hastalık ve ilaç adlarına, ayrıca tıp terimlerine yer vermesi, bitki adlarını belirtmesi bakımından Türk dili tarihi açısından olduğu kadar Türk tıp tarihi bakımından da büyük önem taşır.

XV. yüzyılın ortasından itibaren Menâhicü’l-İnşâ gibi Türk dili ve edebiyatında ilk inşa mecmuaları yazılmıştır. Menâhicü’l-İnşâ ayrıca süslü nesrin ilk örneklerinin bulunması bakımından dikkate değer bir eserdir. Tursun Bey’in Tarih-i Ebu’l-Feth’i de sanatlı ve süslü nesrin başlangıcında yer almıştır.
Sinan Paşa (1440-1486), Tazarru-nâme’sini sanatlı bir nesirle yazmıştır. Sinan Paşa, bu eserde Arapça, Farsça kelimeleri de kullanmasının yanında Türkçenin bütün ifade imkânlarından da faydalanmış tır.
Sinan Paşa’nın Tazarru-nâme’den başka mensur iki eseri daha vardır. Bu eserler, Nasihat-nâme ile Tezkiretü’l-Evliyâ tercümesidir. İ. H. Ertaylan, Ma’ârif-nâme de denilen Nasihat-nâme’nin tıpkıbasımını bir önsözle birlikte yayımlamıştır (1961). E. Gürsoy Naskali de Tezkiretü’l-Evliyâ’yı yayımlamıştır (1987).
Ünite 6

Türk Şiirinde Nazire

Nazire (nazîre), bir şairin tanınmış bir şiirine veya şiirlerine sonradan başka bir şair veya şairin kendisi tarafından, kafiyeleri veya kafiye ve redifleri aynı olan, aynı vezin ve konuda yazılan, çoklukla gazel ve kasidelerde görülen benzer şiirlerdir. Cevap da denilen nazirenin aynı dilde ve şivelerde olması gerekir.
Nazireyi yazan şair de “nazîre-gû” veya “nazîre-perdâz” olarak anılır.
Bir şair bazen kendi yazdığı şiirine de nazire yazabilir.
Şairler, hangi şairin şiirini tanzir ettiklerini, genellikle makta beytinde zikrederler.

NAZİRENİN ORTAYA ÇIKIŞI
Arap edebiyatında Cahiliyye devrinden itibaren görülen nazire İslâmî dönemde Ka’b bin
Züheyr’in Hz. Peygamber için yazdığı “Bânet Süâd (= Sevgili Uzaklaştı)” adındaki na’tına yazılan şiirlerle en geniş şekilde görülmeye başlanmış ve kesintisiz devam edip gelmiştir.
Ancak terim olarak nazire yerine “mu’âraza” yanında “ihtizâ” ve “muhâkât” kelimeleri de kullanılmış, çok sonraları “taklîd”, “nazîr” ve “mesîl” terimlerine de yer verilmiştir.
Fars edebiyatında ise, nazire, “cevâb” kelimesi ile karşılanmış, ayrıca “istikbâl” ve “tazmîn” gibi terimler de kullanılmıştır.
Benzeri yazılan şiire “zemîn” veya “model” şiir denir.
Türk edebiyatında “nazire” ilk defa, “nazireler” anlamında, Fahreddin bin Mahmud Behcetü’l-Hadâ’ik fî-mev’izeti’l-Halâ’ik adlı eserinde kullanmıştır.

Nazirelerde Görülen Özellikler
Genellikle gazel ve kaside nazım şekilleriyle yazıldığı görülen nazirelerin mesnevi, müstezat ve musammat nazım şekillerinde yazılmış örnekleri de bulunmaktadır
Ömer ibni Mezid tarafından yazılarak II. Murad’a sunulan ilk nazire mecmuası Mecmu’atü’n-Nezâ’ir’de yer alan zemin şiir ve nazire farklılığına yalnız bir şiirde rastlanmıştır. Daha sonraki nazire mecmualarında benzer farklılıkların arttığı gözlenmektedir.
Pervâne Beg Mecmu’ası’nda zemin veya model şiire benzemeyen ve nazire dışına çıkan çok sayıda şiirin varlığı ile daha da ileri götürülmüştür.

Ortak Yazılan Şiirler
Müselles, terbî‘, tahmîs, taştîr, tesdîs, tesbî‘, tesmîn, tetsi‘ ve ta‘şîr gibi nazım şekilleri de bir noktada varlıklarını nazireye borçludurlar.
Şairlerin karşılıklı şiir söylemeleri, müşâ’are ise; aynı zaman içinde söylenen şiirlerdir. Bu yönü ile müşâ’are, nazirenin yaşanan zamandaki canlı örneği olarak görülmektedir.

TÜRK ŞİİRİNDE İLK NAZİRELER
Yunus’un nazireleri Ahmed-i Yesevî’nin (ö. 1166) şiirlerine yazılmıştır. Yunus’tan önce bu türün ilk şairleri arasında Hakîm Süleyman Ata vardır.
Yunus’un pek çok şiiri Ahmed-i Yesevî’ye nazire gibi görünür.

Ahmedî kendisinden önceki şairlere nazire yazdığı gibi, devrinin şairlerine de yazar. Bunların başında Nesîmî ile Şeyhoğlu Mustafa gelmektedir.
Şeyhoğlu’nun Hurşid-nâme’de yer verdiği gönül redifli manzume, bir nazireler silsilesini de beraberinde getirmiştir. Önce Ahmed Paşa olmak üzere Melihî murabba nazım şeklinde nazireler yazmışlardır. Ayrıca Avnî mahlasını kullanan Fatih Sultan Mehmed ile Karamanlı Nizâmî ise, bu şiire muhammes olarak nazireler yazmışlardır.
Ahmed Paşa’nın murabba’(naziresi)ına ise, Fatih Sultan Mehmed ve Karamanlı Nizâmî muhammes nazireler yazmışlardır.
Necâtî Beg, şiirlerine nazireler yazılan, bu yönü ile dikkat çeken bir şairdir. Bunların başında Amasyalı şair Mihrî Hatun gelmektedir. Latifî’nin “gazellerinin çoğu merhum Necatî’ye nazire olarak söylenmiştir.
Edirneli şair Sâgarî ise, ayrı bir yol tutmuş Necâtî Beg’in gazellerini değiştirmek ve hicve dönüştürmek yolu ile “nakîze”ler yazmıştır.
Fuzûlî’nin de Ali Şir Nevâi’nin şiirlerine başta “Su Kasidesi” olmak üzere pek çok nazire yazdığını belirtmek gerekir.

Nazire Olarak Yazılan Eserler
Süleyman Çelebi, Vesîletü’n-Necât için Âşık Paşa’nın Garîb-nâme ve Erzurumlu Mustafa Darîr’in Sîretü’n-Nebî adlı siyerinden, nazireciliğe uygun olarak faydalanmıştır. Her iki eserdeki bazı bölümleri alıp, mükemmelleştirmiştir.

NAZİRE MECMU’ALARI
Kimi şairlere yer veren ve onlardan beyitler alan ilk şair ve yazar Şeyhoğlu Mustafa’dır. Nazire mecmuaları daha sonra yerlerini tezkiretü’ş-şuâra genel adı ile anılan eserlere bırakacaklardır.

Ömer b. Mezîd’in Mecmû’atü’n-Nezâ’ir’i
Bilinen üç nüshası vardır. 1436’da derlenerek Sultan II. Murat’a sunulmuştur. Mecmûatü’n-nezâir’de Ömer bin Mezîd 84 şairden 397 şiir almıştır. Mustafa Canpolat’ın eser hakkında çalışması mevcuttur.

Anonim Mecmû’atü’n-Nezâir
Sınırlı bir nazire mecmuasıdır. Mecmuanın ilk üç bölümü Şeyhî,’nin, dördüncü beşinci bölümü Ahmed Paşa’nın, altıncı bölümü Karamanlı Nizâmî’nin, yedinci bölümü de Atâî’nin şiirlerine yazılan nazire şiirlerden meydana gelmektedir.

16. yüzyılda nazire mecmuaları diğer yüzyıllara göre çoktur.

Eğirdirli Hacı Kemal’in Câmi’ü’n-Nezâir’i
266 şairden 2824 şiir almıştır. II. Bayezid zamanına kadar gelen edebî verimlerin derlenmiş şeklidir. Anadolu sahasında yazılan edebî verimler başından itibaren II. Bayezid devri sonuna kadar geçen tam üç yüz yıllık bir zamanda bu mecmuada toplanmıştır. Ahmed Fakih’in Çarh-nâmesi, eksik ve kayıp da olsa, sadece Câmi’ü’n-Nezâir’de yer almaktadır. Ayrıca Yunus Emre ve Nesîmî gibi şairlerin divanlarında bulunmayan bazı şiirleri de bu mecmuada toplanmıştır. Câmi’ü’n-Nezâir üzerinde Yasemin Ertek Morkoç çalışmıştır. İki nüshası mevcuttur.

Edirneli Nazmî’ni Mecma’u’n-Nezâir’i
10 nüshası bulunan mecmuada, 360’ın üzerinde şairin 5527 şiiri bulunmaktadır. Mecmua üzerine M. Fatih Köksal tarafından doktora tezi hazırlanmıştır.

Pervâne Bey Mecmu’ası
Şairin kimliğini açıklayan ve birçok yönden edebiyat tarihimize ışık tutan bilgilerin yer almasıyla diğer mecmualardan farklılık gösterir.

Metâli’ü’n-Nezâir
17. yüzyılda yazılan Metâli’ü’n-Nezâir, derleyeni belli son nazire mecmuasıdır. Budinli
Hisâlî tarafından derlenen bu mecmua, şiirlerin sadece matla beyitlerine yer verilmesinden dolayı diğerlerinden farklıdır.

Ünite 7
Metinler

Hasanoğlu’nun şiirleri



اپاردى كوكلمى برخوش قمر يوز جانفزا دلبر

نه شاهد شاهد سرور  شاهد دلبر نه
Apardı könlümi bir hoş kamer yüz can-feza dilber
Ne dilber dilber-i şahid ne şahid şahid-i server

Diliçi çeviri: Güzeller şahı, ay yüzlü, cana can katan bir güzel, gönlümü aldı
Bu nasıl sevgili, güzeller güzeli, nasıl güzel misli görülmedik baş çeken bir güzel

Sevgilinin yüzü aya benzetilmiş / teşbih-i beliğ
Sevgilinin güzelliğini anlatmak için dilber diyerek de mecaz-ı mürsel yapmıştır. 


من اولسم سن بت شنكل صراحى ايلمه قلقل  


نه قلقل قلقل باده نه باده باده ٴ احمر   


Men ölsem sen but-i Şengül surahi eyleme kulkul
Ne kulkul kulkul-ı bade ne bade bade-i ahmer

Diliçi çeviri: Açılmış bir gül ve put gibi güzel yapılmış sürahi!
Ben ölürsem, şarap gibi ses çıkarma.

Şair, öldüğü zaman sevgilisinin ağlamamasını istemektedir. Divan şiirinde sevilen her zaman katıdır, dolayısıyla sevgilinin üzülmeyeceği muhakkaktır. Bunu bildiği halde şairin “üzülme” demesi tecahül-i arif’e örnektir.

Kadı Burhaneddin’in Şiirinden


دوكر كوزم ياشن سيل آب هر دم  

قيلور يير يوزيني سير آب هر دم 


Döker közüm yaşın seyl ab her dem
Kılur yiryüzini sir ab her dem

Diliçi çeviri: Gözüm, her an sel gibi yaşlarını akıtır her an yeryüzünü suya doymuş hale getirir.
Gözyaşıyla yeryüzünü sele vermek mübalağa örneğidir.

Nesimî’nin Şiirlerinden
صبرمى غارت ايلدى قاپدى قرارمى غمك 

حسرت اودنده جانمى ياخما بو بيقراره كل  



Sabrumi garet eyledi kapdı kararumı gamun
Hasret odında canumi yahma bu bi-karara gel

Diliçi çeviri: Gamın, sabrımı yağmaladı, beni kararsız yaptı. Özlem ateşinde bu canımı yakma, bu huzursuza gel.

Gam, orduya benzetilmiş (kapalı istiare)
Ayrılık ateşe benzetilmiş (teşbih-i beliğ)
Sabır da ülkeye/hazineye benzetilmiş (kapalı istiare)

Yunus Emre’nin Şiirlerinden

بن يورورم يانه يانه عشق بويادى بنو قانه 

نه عاقلم نه ديوانه كل كور بنو عشق نيله دى  


كه اسرم يللر كبى كه طوزارم يوللر كبى 

كه آقارم سيللر كبو كل كور بنى عشق نيله دى  


آقار صولاين چاغلرم دردلو جكرم داغلرم
شيخم آكوبن آغلرم كل كور بنو عشق نيله دى



يا الم آل قلدر بنو يا وصلكه ايركور بنى 
چوق آغلادم كولدر بنى كل كور بنى عشق نيله دى

 بن يورورم ايلدن ايله شيخ صورارم دلدن دله  
غربتده حالم كيم بيله كل كور بنو عشق نيله دى 


 مسكن يونس بيچاره يم با شدن آياغه ياره يم  
دوست ايلنده آواره يم كل كور بنو عشق نيله دى  



Ünite 8
Metinler

Ahmd-i Dâî’nin Şiirlerinden 

جانا نيچه بر يانا هجرك اودى جانمده 

فرقت جكرم ياقدى جوش ايلدى قانمده  


Diliçi çeviri: Ey sevgili! Ayrılık ciğerimi yaktı ve kanım da coşup kaynadı. Senin ayrılığının ateşi canımda daha ne kadar yanacak?
Şair ateş ile kan arasındaki renk benzerliğine işaret ederek, içinde yanan hicran ateşiyle (teşbih-i beliğ) çektiği ıstırabı dile getiriyor.

Abdülvâsî Çelebi’nin Halîl-nâmesi’nden

حليل الله ايشيتدى قيلدى شادى  


ديدى اسمعيل اولسون آنك آدى  


Diliçi çeviri: Halîlullah işitddi ve sevindi. Onun adı İsmail olsun dedi.


Süleyman Çelebi’nin Mevlid’inden
الله آدن ذكر ايدلم اولا  /  واجب اولدر جمله ايشده هر قوله 



Diliçi çeviri: Önce Allah adını analım her kula her işte vacip olan budur.

Şeyhî’nin Şiirinden

بهار موسميدر همدم صبا اولالم  

كل ايله دوست قوخوسيله آشنا اولالم  


Diliçi çeviri: Bahar mevsimidir, tan yeline arkadaşlık edip, gülle dost ve kokusuyla bildik/tanışık olalım.

Ahmet Paşa’nın Şiirinden


جهان كوزللرى هب بى وفا ايمش بيلدك  

كوكل وفاسزه ويرمك خطا ايمش بيلدك  


Diliçi çeviri: Cihanda güzellerin hepsi vefasızmış anladık. Vefasıza gönül vermek hata imiş, bunu da bildik.
Avnî’nin Şiirinden


كورسك اول غنجه لبو چاك كريبان ايدرز 

كل يوزك يادنه بلبل كيبو افغان ايدرز  


Diliçi çeviri: O gonca dudaklıyı gördüğümüz zaman, yakamızı yırtar ve o gül gibi yüzü anarak bülbül gibi feryat ederiz.

Necatî Bey’in Şiirinden


يوزنه دوتسه نجاتى نه عجب خجلت الن  
نسى واى يوزه كلور دست دعادن غيرى  

Diliçi çeviri: Necatî, utanma elini yüzüne tutsa şaşılmaz. Dua elinden başka yize gelecek bir şeyi yok.




(kitap bitti)

2 yorum: