26 Ocak 2020 Pazar

Ömer Seyfettin - Asilzâdeler

Asilzâdeler

“Monşer, asalet olmazsa bu memleket batar.”
“Ben...” diye başlayıp lâfını, her nedense, tamamlamayan Efruz Bey yalnız “bu fikirde” değil, hatta fazla olarak bizzat kendisi hâlis bir “asilzade” idi.
Müzekki Bey, “Asalet için ilk lâzım olan şey Meşrutiyet’tir” dedi, “işte size İngiltere büyük bir misal! Meşrutiyet sayesinde İngiltere nüfusu üç yüz milyona yakın Hindistan’a hâkimdir. Daha hesaba gelmez binlerce müstemlekeye hâkimdir. Demek bir kere bu Meşrutiyet sayesinde İngiltere, Hindistan’ın, Mısır’ın, daha birçok yerlerin efendisi olmuş, dünyanın en yüksek ‘asalet’ mevkiini almıştır.
Efruz Bey ayağa kalktı.
“Bu memlekette asalete o kadar ehemmiyet verilmiyor. Niçin? Buna hepiniz cevap veriniz.”
“Bakınız, ben bu sebebi size söyleyeyim. Biz asil olduğumuz hâlde ismimize ehemmiyet vermiyoruz. Ecdadımızın namlarını taşımıyoruz. Asalet unvanları kullanmıyoruz. Biz kendi kendimizi tanımazsak halk bizi tanır mı?”
Müzekki dö Civan’a prens unvanı verilince Kâmuran Bey aslını, ecdadını anlatmak için acele etti.
Prens Eternel dö Kara Tanburîn!.. Hepsi bu muhteşem ismi tekrarladılar.
Nermin Bey: “Pekâlâ marki olabilirim. Cetlerim hep hükümdarların dizanterilerini iyi etmişlerdir.
Fakat Efruz Bey kendi asaletini, kendi cetlerini anlatamamıştı. Saat altıyı geçiyordu. Bu beş asil genç birbirinden ayrılamadılar.

(Efruz Bey) “Söyle anne, benim unvanım ne?”
Hiçbirisinden bir cevap alamayınca daha ziyade ateşlendi. Ana oğlunun, hizmetçiler efendilerinin unvanını bilmiyorlardı. Bu memleket batmasın da neresi batsın? Bu ne idraksizlik, bu ne kabalık, bu ne hayvanlıktı.
Ecdadı ihtimal ki... Hayır, “ihtimal ki” değil, muhakkak surette “Kızıl Ahmetli”lerdi.
“Prens Efruz dö Kızıl!..” dedi.

Sabah olmuş, hızla kapıyı açan Despina sütlü kahvesini getirmişti.
Şakadan Despina’nın üzerine atıldı.

Manzara müthişti! Prensin elinden kurtulan Despina, saçı başı karmakarışık, tıpkı iffetine tecavüz olunmuş masum bir kız oğlan kız gibi, hıçkıra hıçkıra, derin derin ağlıyor, yanmamak için hemen kazı çeviren Prens “İşte sütümü döken beceriksizi ben böyle döverim!” diyordu. Ama hanımefendi yutmadı. Bağırdı: “Dışarıda ne halt yersen ye... Burası bildiğin yer değil... Benim boynuzlarımı takmağa vaktim yok...” Despina’yı hemen kovdu.
Prens Zırtaf, “Benim apartmana buyurun!” dedi.
İki iri adam bir anda göründü. Ellerinde revolverler vardı: “Ellerinizi yukarı kaldırın!”
Komiser olması icap eden memur: “Ben ‘Bu Beyoğlu’nda sana kumar oynatmam’ demedim mi?”
“Biz burada kumar oynamıyorduk ki...”
“Ya ne yapıyordunuz?”
“Hiç...”
“Onu sen babana yuttur…”
Komiser biraz tereddüt ediyordu. “Hepinizin üzerinden beş lira çıkmadı. Paralar nerde?”
Para lâfı Efruz Bey’in kibrine dokundu. Sert bir cevap verdi: “Biz üzerimizde para taşımaya tenezzül etmeyiz.”
“Vay beyim vay! Ya ne yaparsınız?”
Efruz Bey asıl tahkikatı kumar meselesine çevirebildiği için memnundu. Hiç mukavemet etmedi. Karakola gitti. Bir gece yattı. Ertesi gün kefaletle tahliye olundu. Uzun müddet asil arkadaşlarına rast gelmedi.

Politika, asalet teşebbüsleri cılk çıktıktan sonra Efruz Bey için yapılacak yalnız bir şey kalıyordu: Milliyetperverlik! O, öyle bir köşede oturacak, şöhretten, şandan uzak yaşayabilecek bir tip değildi. Hareket, inkılâp, gürültü harıltı adamıydı.
Vakit, Sayı: 3051-3058, l-8 Temmuz 1926, s. 3;


(Özet değildir)
Ömer Seyfettin, Bütün Hikâyeleri (Hazırlayan: Hazırlayan: Nâzım Hikmet Polat), Yapı Kredi Yayınları, 2. Baskı, 2015, İstanbul

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder