Başını Vermeyen Şehit
Yarın arefeydi.
Yeşil sarığını arkaya itti. Islak gözlerini ovuşturdu.
Şimdiye kadar, asker olmadığı hâlde, her muharebeye girmişti. Birkaç bin
yeniçeriyle dört beş topu olsa... bir gece içinde şu kaleyi alıvermek işten
bile değildi!
Ansızın, uzaktaki Türk kulelerinden atılan “işaret topları”
işitildi.
Kuru Kadı eliyle hisarın kapısını açtı.
İki koldan hücum olunuyordu. Kollardan birisine Deli Hüsrev,
birisine Deli Mehmet baş olmuştu.
Kuru Kadı’nın gözleri Deli Mehmet’i aradı.
Siyah yüksek atlı bir şövalye uzun bir kargıyı bu uzanmış
vücuda saplıyordu. Durmadı. İlerledi. Koşarken ayağı bir taşa takıldı.
Şövalye atından inmiş, kargıladığı şehidin başını teninden
ayırmıştı. Bir anda bu kestiği baş elinde, yine siyah bir ifrit gibi şahlanan
atına sıçradı. Kaçacaktı... Kuru Kadı bütün kuvvetiyle ona yetişmek için koşarken
baktı ki sol ilerisinde Deli Hüsrev kalkanını sallayarak, avazı çıktığı kadar
bağırıyor: “Mehmet, Mehmet! Canını verdin! Başını verme Mehmet!”
Bu başsız vücut uçar gibi koşuyordu. Kendi kellesini götüren
zırhlı şövalyeye yetişti. Eliyle öyle bir vuruş vurdu ki...
Yerden kendi kesik başını aldı. Hemen oracığa, yorgun bir
kahraman gibi, uzanıverdi.
Yeni Mecmua, C. I,
Sayı: 20, 22 Teşrîn-i sânî [Kasım] 1917, s. 395-398.
…
(Özet değildir)
…
Ömer Seyfettin, Bütün Hikâyeleri (Hazırlayan: Hazırlayan:
Nâzım Hikmet Polat), Yapı Kredi Yayınları, 2. Baskı, 2015, İstanbul
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder