26 Ocak 2020 Pazar

Ömer Seyfettin - Efruz Bey

Efruz Bey

Hürriyete Lâyık Bir Kahraman

“Hürriyetin ilân olunduğunu daha duymadınız mı?” diye haykırdı.

“Tam resmî olmalıyım” dedi. Beyaz eldivenler taktı. Her günkünden daha şık oldu.

“Geliniz, vatandaşlar, geliniz! Benim yanıma koşunuz. Hürriyetin kollarına atılınız. Eski idareye lânetler! Lânetler olsun...”

Yirmi dört saat evvel hiç düşünmediği, aklına bile getirmediği hürriyeti şimdi tamamıyla benimsiyor, onun için çalışmış görünüyor, kendine hakikî bir kahraman süsü veriyordu.

…anlatmağa başladı: “Vatandaşlar! Bize ‘Jön Türk’ derler. Bizi kimse tanımaz. Bizim kimse ismimizi bilmez. İşte bu Jön Türklerden birisi benim! Ben onların reisiyim! Beni kimse bilmez. Beni kimse tanımaz.”
...
Kapının yanından bir ses haykırdı: “Ben sizi tanırım efendim.”
Ahmet Bey’in kalemindeki Arapkirli saf bir ihtiyardı. Bu kadar büyük bir adamı tanıdığı için son derece seviniyor, tekrar “Ben sizi tanırım! Sizin isminiz Ahmet Bey’dir!” diye haykırıyordu.
Bizim cemiyetimizin merkezi Patagonya’daydı. Fakat her sene kongremizi İstanbul’un tenha bir köşesinde, Sulukule’de bir Çingene evinin altındaki eşek ahırında yapardık.

…müstebidin yanına giriverince (…) şimdi hürriyeti ilân edeceksin. Yoksa karışmam’ dedim. Can korkusuyla hiç düşünmedi. Huzuruna giremeyen mabeyncilere sakalı elimde yazdığı iradeyi gönderdi. İşte bu sabah gazetelerde okuduğunuz tebliğ benim ona yazdırdığım satırlardır...
(Kalabalıkların omzunda sokaklarda gezdirildi ve nihayet evinin önüne kadar geldi)
Sokak kapısına inecek yer yok.
En üst katın pencereleri dururken, ikinci kattan girmek hakikaten abesti.
Size şimdiye kadar kimsenin bilmediği hakikî ismimi söyleyeceğim. Evet yarın bunu işiteceksiniz!
İşte bir anda halkın mabudu oluvermişti. Bunu hissediyordu.
“hürriyetperverlik” iddiasını “halk” denen yığın sahih sanmıştı. O şimdiye kadar bütün tanıdıklarını âdeta bir sanat edindiği “satışı” sayesinde aldatırdı.

Neye kıymet verilirse o kıymete sahiden sahip olmağa çalışmaz, o kıymet kendisinde eskiden varmış gibi görünmeğe uğraşır, muvaffak da olurdu.

Fakat ismi?
Evet, sabah olmadan ismini, asıl kendi ismini bulmalıydı.

Gözü ansızın bir kelimeye takıldı, kaldı:
Efruz...
Manasını okudu: Ziyalandırıcı, ruşen edici olan.

Durdu. Yorulmamış bir azmin bütün kuvvetiyle gerildi. Ellerini kalçalarına koydu. Avazı çıktığı kadar bağırdı: “Yaşasın Efruz Bey!”

“Oğlum, sen Müslümansın, böyle gâvur ismi takınmağa utanmaz mısın?”
“Bu gâvurca değil, Farisîce...”

Efruz Bey camı açık pencereden başını çıkardı.
“Efruz...”
Halk bu ismi işitince hakikaten çıldırdı. Sanki hepsi sarhoştu.
Dışarı çıkar çıkmaz halk onu yakaladı. Omuzlarına aldı.

Efruz Bey bütün kuvvetiyle hürriyet felsefesini bağırmağa başladı: “...İnsan ‘hür’ olunca müsavi olur. Müsavi olunca kardeş olur. Din farkı, millet farkı kalmaz. Hürriyet karşısında böyle şeylerin hiç ehemmiyeti yoktur. Hele ‘milliyet’ kadar budalalık olamaz. Sakın böyle bir iddiada bulunmayınız. İnsanların hepsi hürdür. Kardeştir. Müsavidir…”
Halkı ikna etti. Hiçbir milliyeti benimsemeyen yerli İstanbullular Rumların, Arapların, Arnavutların, Yahudilerin, Kürtlerin, Bulgarların, Ermenilerin boğazlarına atıldılar. Hepsini öpmeğe başladılar. Yüz binlerce öpücüğün şapırtısından hâsıl olan büyük bir şakırtı havayı sarsıyordu.

İstanbul kadınları on iki saat içinde bu muhterem kahramanın ismini bozdular. Afaroz Bey yaptılar.
1324 senesi Temmuzunun on birinci, on ikinci, on üçüncü gecesi doğan erkek çocukların isimleri “Efruz” yazılıp “Afaroz” okundu. Bu üç gün, bu üç gece esnasında doğan kız çocukların isimleri Efruz Bey’inkine son derece benzetildi, “Firuze” konuldu.
Efruz Bey artık “nüfuz ve iktidarın” son noktasına gelmişti.
Kendini hakikaten bu inkılâbın yegâne âmili, yegâne müsebbibi, yegâne kahramanı sanıyordu.

İttihatçılar ilk gün onun hareketinden, şöhretinden bir şey anlayamamışlar,
Merkez-i Umumiye’den gelen cevap “Komitanın bu namda bir mensubu olmadığı gibi İstanbul’da vâsi selâhiyeti haiz hiçbir ferdi bulunmadığına…

…kapıdan girer girmez şaşırdı. Çünkü kendini karşılayacaklar sanıyordu.
…onun “hiçbir şeyden haberi olmadığını”, sırf gösteriş, sırf nümayiş, sırf satış için bu kadar gürültüye sebebiyet verdiğini anlayınca hepsi birden kahkahalarla gülüşmeğe başladılar.
Efruz Bey yine serbest bırakıldı...
Ama daha bırakılmadan “halk” denen kitle atmasyonlarına aldanıp üç günde taptığı mabudunu üç saniye içinde unutmuştu.

Yalnız bu nur, bu emel, bu hülya, bu ümit kıyametinden ona emsalsiz, işitilmemiş bir yadigâr kaldı!
“Bu neydi? Biliyor musunuz?”
“....”
“İsmiydi! İsmi...”
“....”
Asıl kendi ismi: Efruz Bey.
Vakit, Sayı: 753-765, 10-23 Kânun-ı evvel [Aralık] 1919, s. 1-2.
Vakit, sayı: 753, 10 Kânûn-ı evvel [Aralık] 1919, s. 1-2.
sayı: 754, 11 Kânûn-ı evvel [Aralık] 1919, s.2.
sayı: 755, 13 Kânûn-ı evvel [Aralık] 1919, s.2.
sayı: 756, 14 Kânûn-ı evvel [Aralık] 1919, s.2.
sayı: 757, 15 Kânûn-ı evvel [Aralık] 1919, s.2.
sayı: 758, 16 Kânûn-ı evvel [Aralık] 1919, s.2.
sayı: 759, 17 Kânûn-ı evvel [Aralık] 1919, s.2.
sayı: 760, 18 Kânûn-ı evvel [Aralık] 1919, s.2.
sayı: 761, 19 Kânûn-ı evvel [Aralık] 1919, s.2.
sayı: 762, 20 Kânûn-ı evvel [Aralık] 1919, s.2.
sayı: 763, 21 Kânûn-ı evvel [Aralık] 1919, s.2.
sayı: 764, 22 Kânûn-ı evvel [Aralık] 1919, s.2.
sayı: 765, 23 Kânûn-ı evvel [Aralık] 1919, s.2.
Efruz Bey –Fantezi Roman–, Vakit Matbaası, İstanbul, [1919-1920], 80 s.


(Özet değildir)
Ömer Seyfettin, Bütün Hikâyeleri (Hazırlayan: Hazırlayan: Nâzım Hikmet Polat), Yapı Kredi Yayınları, 2. Baskı, 2015, İstanbul

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder