26 Ocak 2020 Pazar

Ömer Seyfettin - Kaşağı

Kaşağı

Ahırın avlusunda oynarken aşağıda, gümüş söğütler altında görünmeyen derenin hazin şırıltısını işitirdik.

Annem İstanbul'a gittiği için benden bir yaş küçük olan kardeşim Hasan'la artık Dadaruh'un yanından hiç ayrılmıyorduk. Bu babamın seyisi, ihtiyar bir adamdı. Sabahleyin erkenden ahıra koşuyorduk. En sevdiğimiz şey atlardı.

Hele tımar... Bu, en zevkli şeydi.

O vakit Dadaruh beni Tosun'un sırtına kor, elime kaşağıyı verir.
- Haydi yap! - derdi.
Bu demir aleti hayvanın üstüne sürter, fakat o ahenkli tıkırtıyı çıkaramazdım.

At, ahır işlerinde yalnız tımarı beceremiyordum. Boynum karnına bile varmıyordu. Halbuki en keyifli, en eğlenceli şey buydu.

…bir gün yalnız başına kaldım.
İçimde bir tımar etmek hırsı uyandı.

Gümüş gibi parlayan bu güzel kaşağının dişlerine baktım. Çok keskin, çok sivri idi. Biraz körletmek için duvarın taşlarına sürtmeye başladım. Dişleri bozulunca tekrar tecrübe ettim. Gene atların hiç biri durmuyordu.
Kızdım. Öfkemi sanki kaşağıdan çıkarmak istedim.
…bu güzel kaşağıyı ezdim, parçaladım. Sonra yalağın içine attım.

Babamın gözleri bana döndü, daha bir şey sormadan,
- Hasan, dedim.

Hasan'ı çağırdım. Zavallının bir şeyden haberi yoktu.

- Doğru söyle, darılmayacağım. Yalan çok fenadır, dedi.
Hasan, inkârında inat etti. Babam hiddetlendi. Üzerine yürüdü, “Utanmaz yalancı,” diye yüzüne bir tokat indirdi.

Hasan, yediği tokat aklına geldikçe ağlamaya başlar, güç susardı.

Bir gün birdenbire hastalandı. Kasabaya at gönderildi. Doktor geldi. “Kuşpalazı” dedi.

Dadaruh çok durgundu. Pervin. Hüngür hüngür ağlıyordu.
- Kardeşin ölecek!” dedi.

Pervin'i uyandırdım.
- Ben Hasan'ın yanına gideceğim, dedim.

- Kaşağıyı ben kırmıştım, onu söyleyeceğim.

- Yarın söylersin, dedi.

Yazık ki, zavallı masum kardeşim o gece ölmüştü.
(«İfham» gazetesi, haftalık edebi ilave, 22.9.1919)


Ömer Seyfettin Bütün Eserleri: 8, Bilgi Yayınevi (s. 23-28)

(Özet değildir)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder