26 Ocak 2020 Pazar

Ömer Seyfettin - İhtiyarlıkta mı Gençlikte mi

İhtiyarlıkta mı Gençlikte mi

Nihayetlerinde büyük ve kuş girmez ormanların mor ve sisli gölgeleri biriken geniş bir çayır...
Ta ortada bir saray... Etrafındaki bahçenin kapısında silahlı ve atlı kahramanlar duruyor.
Bu yurdun sahibi Hasan Bey daha yirmi beş yaşında!
Mülkünün hududu belli değil.

…bir gece rüyasında ona bir derviş göründü. Sordu ki: “Ey Hasan Bey!
Senin başına çok büyük bir felâket gelecek. İhtiyarlıkta mı gelsin? Gençlikte mi?”
Cevap vermedi ve uyanarak “Hayırdır inşallah” dedi.

Hasan Bey zengin olduğu kadar kahramandı. Düşmandan korkmadığı gibi hiçbir felâketten de korkmazdı.
Mademki bu felâket mukadderdi. Kuvvetli ve ateşli zamanında, gençliğinde gelmeliydi.

Otağın bahçesinden adamlarıyla beraber çıkarken beş on dilenci gördü.
Elini koynuna soktu. Bir avuç altın çıkardı. İçinden “Başım gözüm sadakası...” diyerek bu yoksullara fırlattı.
Kapışacaklar sanıyordu. Hâlbuki hiç birisi kımıldamadı. O vakit Hasan Bey,
“Zavallılar! Niçin armağanımı almıyorsunuz?” diye sordu.
Hepsi bir ağızdan “Biz dilenci değiliz...” diye cevap verdiler.
Biz senin şarktaki mallarının kâhyaları idik.
Çinliler, yol kesenler, Acem atlıları şarkta ne var ne yoksa hepsini yağma etmişler. Ellerine geçirebildikleri Türklerin hepsini kesmişlerdi.
Hasan Bey yeise düşmedi, “Merak etmeyiniz, Allah’tan gelen kazaya rızadan başka çare yoktur” dedi.

Hasan Bey’in hiçbir şeysi kalmadı.
Bir gün Hasan Bey’in adamları da isyan ettiler. Ellerine geçen her şeyi kırdılar, yaktılar, yıktılar, yağma ettiler. Hasan Bey birkaç sadık uşağıyla onlarla muharebe etti. Karısını ve çocuklarını kurtardı. Baba ocağını bırakmaya mecbur oldu.

Nihayet bir Türk şehrine geldi.
O şehirdeki yeni bir mektebe hoca oldu.
Evinde karısından ve ikizlerinden başka kimse yoktu. Her akşam evine geliyor, gençliğinde gelecek felâketin bu kadar olduğunu zannederek şükrediyordu.
Bir de ne görsün? Kendi evi yanıyor. “Allah’tan gelen kazaya rızadan başka çare yok!” diyerek kollarına atılan çocuklarını kucakladı.

Hasan Bey bir köye çekildi. Orada kendisine minimini bir kulübe buldu. Sığırtmaçlık yapıyordu.

Akşamüstü Hasan Bey davarlarını dağıtıp kulübesine dönünce Turgut ile Korkut’u kapıda buldu. İkisi de bir ağızdan, “Baba, bugün annemizi Acem elçisi kaptı kaçtı” dediler. Hasan Bey felâketin en dehşetlisi geldiğini anladı. Ama şaşalamadı. Ağlamadı.

Acemistan yoluna düştü.
…yolunun önüne geniş bir su çıktı…
“Evvelâ bir tanesini geçirip karşıya bırakayım, sonra dönüp ikinciyi de alır geçiririm” diye düşündü.
Turgut’u kucağına aldı
Arkasından acı acı bir çığlık işitti.
Büyük bir ayının çocuğu kaparak ormana doğru yürüdüğünü gördü.
Ayağı taşlara takıldı, sendeledi, düştü ve kucağındaki Turgut’u da su kaptı,
Nihayet karşıya yapyalnız geçti.
“Allah’tan gelen kazaya rızadan başka çare yok!” dedi ve yarıladığı Acemistan yolunu tekrar tuttu.

On sene Acemistan’ın her yerini dolaştı.
…nihayet payitahta geldi.
…bir Turan şehnamesi yazılacakmış.
…ben de kalem ehlindenim, isterseniz bu destanı ben yazayım
“Bre herif! Sen bir Türk’sün! Ata binmekten, kılıç sallamaktan başka bir şey bilmezsin, var git işine...” dediler.

Turan destanının birinci koşmasını yazdı. Okuyanlar şaştı.
…şah Hasan Bey’i, iktidarına mükâfat olarak kendisine baş şair yaptı ve Turan şehnamesini yazmaya memur etti.
Hasan Bey artık yoksulluktan kurtulmuştu.

Korkut bir beyin çiftliğine girdi.
Turgut / değirmenci evlâtlık edinmişti...

İkisi de bir günde Acemistan yoluna çıktılar. Ve birbirlerine rast geldiler.
Acemistan’ın payitahtına girdiler.
…şah ikisini de enderununa aldı.
Bir gün Rum’a giden elçi konağının içini muhafaza için enderundan iki pehlivan istedi. Şah En sevdiği bu iki kahramanı ona verdi.
Elçi Harem dairesinin anahtarlarını onlara verdi. Ve kendisi de atlara binerek yeni memuriyetine çekildi gitti.

İki kardeş birbirini tanıyınca “Ah kardeşim...” dediler ve kucaklaştılar.
Uluç Bikem’i kapan elçi onu kocasına sadık kaldığı için haremliğine hapsetmişti.
UIuç Bikem aşağıda konuşan genç korucuların şairliklerini dinlemiş ve kendi oğulları olduklarını anlamıştı. Onları içeri aldı.
Saadet günleri pek çabuk geçer...
İki muhafızın haremde olduğunu haber alınca hiddet ve gazabından tahkikat yapmaya bile lüzum görmeyerek doğru saraya koştu.
Zaten şahın meclisi toplanmıştı. Askerler gittiler. Uluç Bikem’le iki ikiz oğlunu getirdiler.
İstintak pek feci oldu.
Bu esnada şahın baş şairi Hasan Bey ayağa kalktı. “Ah kadınım, ah oğullarım...” diye Uluç Bikem’in ve Turgut ile Korkut’un boyunlarına atıldı.
Şah elçiyi hemen astırdı. Ve konağını Hasan Bey’e bağışladı.
Hepsi on sene içinde geçirdikleri felâketleri unuttular. Felâketler zaten çok çabuk unutulur.
Hasan Bey yalnız vezir olmakla kalmadı. Şahın evlâdı yoktu. Başvezirini veliaht etmişti. Bir yıl sonra öldü ve Hasan Bey Acem diyarına şah oldu.
Turan Masalları: İhtiyarlıkta mı? Gençlikte mi? , Türk Yurdu Kitaphanesi,
Şems Matbaası, İstanbul, (1914), 27 s.


(Özet değildir)
Ömer Seyfettin, Bütün Hikâyeleri (Hazırlayan: Hazırlayan: Nâzım Hikmet Polat), Yapı Kredi Yayınları, 2. Baskı, 2015, İstanbul

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder